@mahinehar
|
BÖLÜM 55: SONSUZ MUTLULUK/ FİNAL BÖLÜMÜ
İran'da bir duvar yazısı, "Gülüşün şehrin dengesini alt üst ediyor. Sen gül; şehri yeniden inşa ederim ben."
1 yıl sonra...
Hayat kısa değil, sonsuzdu...
Bu emsalsiz sonsuzluğun içerisinde yaşamını idam ettirmeye çalışırken, acı gerçeklerin hazin sancısı, erken bir yaşta var oluşuna gösterdiği tecrübeden sonra kendi kendine bir söz verdirirdi insana. Benim de kendi benliğime, ruhuma ve yüreğime biçtiğim bedelli bir söz vardı. 'Sevgili kendim, kırık kanatlarına aldırış etmeden ayaklarının üzerinde yürü, ama kimsenin omuzlarında yaralı ellerinin izini bırakma.' Dışarıdan bakıldığında her ne kadar gülen, her şey yolundaymış gibi davranarak hareket eden bir kız varsa, aynı zamanda içi paramparça olmuş, hayata küsmüş ve belli hayallere veda eden biri de vardı.
Mevsimlerin zamanında gelmesi, çiçeklerin vakti dolunca açması gibi her yüreğinde kapısı; ancak ve ancak aşkla açılması mümkün oluyordu. Var oluşun acele içinde olduğu nerede görülmüş? Zaman denilen kavram, benim sonsuza dek kapandığını sandığım kalbimin kapısının onun gelişiyle ardına kadar açılmasına vesile olmuş, hayatımın en özgür döngüsünü başlatmıştı. Bu büyülü masalın başkahramanı elbette oydu, Yaman Eroğlu... Kehribar harelerinde boğulduğum yedi iklimim, iki cihanda eşsiz sevgilim, sebebi varlığım, ruhu dermanım...
Bazı yaralar; yalnızca insanın etini değil, ruhunu da kanatırmış. Benim yaralarım onun sayesinde iyileşmiş, kabuk bağlamış ve sonsuza dek kapanmıştı. Birlikte geçirdiğimiz onca güzel günler, aylar ve yıllardan sonra biz bugün mezun oluyorduk millet. Hepimiz heyecanlı olduğumuz kadar üzgündük de. Çünkü yanımızda Uğur böceğim ve onun medarı iftiharı Doruk Efendi yoktu. İpek, 3. Sınıfta iken ani bir kararla Erasmus'a başvuru yapmıştı. Son senesinde başvurusunun onay aldığını öğrendiğinde havalara uçması ve bizi delirtecek kadar eğlenmesi kaçınılmaz olmuştu. Yurt dışında Gastronomi eğitimine katkı sağlayacak bir eğitim programı için ölüp bittiğine hepimiz böylelikle bir kez daha şahit olmuştuk. Tabii ki bu haberi duyunca üzüntüden yorgan döşek yattığım zamanlarım çok oldu yoldaşlarım, ama benden daha fazla üzülen kişi tahmin edersiniz ki Eros Doruk olmuştu. Göz devirme...
Bizim aptal âşık daha fazla bu ayrılık acısına dayanamamış, final sınavından hemen sonra hiç beklemeden İpek'in yanına, İskoçya'ya gitmişti. Bizim Çeyrek milyarderin ardından onca zaman üzgün ve suratsız gezen Dorukla epey uğraşmak zorunda kalmıştım. Bakmayın öyle canım siz de. Aşk acısı nedir bilmem diyerek köşeye çekilmedim elbette. Elimden geldiğince Eros'a yardımcı oldum ve İpek'in yokluğunda acı çekmesine, ortalıkta ruh gibi gezmesine ben dâhil, kimse izin vermemişti. İyi mi yaptım kötü mü? Bakın hâlâ düşünüyorum orasını. Şaka, şaka...
Kıt kanaat geçindiğimiz evimizde 5 kız yaşarken, Çeyrek milyarderimin gidişiyle bu sayı 4'e düşmüştü. O zorlu geçen 1 yılda Selin yanımda olmasaydı eğer, Pelin ve Selvi elimde kalırdı kesin canlar. Yaptığımız kavgalarda, türlü tartışmalarda İpek'in bir köşeden film izler gibi sessizce, korkudan tırnağını yiyerek izlemesine öyle alışmıştım ki, artık içimden kızlarla atışmak bile gelmiyordu. Pelin okul dışında çalışabileceği bir klinik bulmuştu ve geçimini bunca zaman öyle sağlamıştı. Selvi deseniz en son patronunu öldürmek istiyordu ya hani, bir kaza bela falan yaşanmadan işten çıkmış, kendine staj niyetine bilindik bir bankada çalışmaya başlamıştı. Selin deseniz yeni gelinler gibi ortalıkta gidip geliyordu. Evet, evet. Yanlış duymadınız, yeni gelin. Selin ve Melih'in ailesi o kadar hızlı çıkmıştı ki, ikilinin mezun olmalarına bile fırsat vermeden yaz tatilinde nişan yapmışlardı. Koskoca geçen 1 yılın ardından bugün ummalı bir hazırlık içerisindeydik işte. Bizler nihayet mezun oluyorduk...
Selvi ve Pelin o kadar çok özen gösterip dikkat ediyordu ki her şeye, aylar öncesinden benim ve Selin'in mezuniyetimizde giyeceğimiz kıyafetlerimizden tutun, saçlarımız ve makyajımıza kadar her bir ayrıntıyı atlamadan plan yapmışlardı. Bütün sızlanmalarım ve yakınmalarım hiçbir işe yaramamış olacak ki en sonunda pes etmiş, üzerime de Allah var, çok yakışan bir kıyafete karar vermiştik topluca. Şampanya renginde, Çan Off-Omuz kuyruklu şifon bir elbiseydi. Göğüs kısmı dantel payetler ile süslü bu göz alıcı kıyafetin bir de cüretkâr sayılmayacak, ince bacağımı hafifçe ortaya çıkaran bir yırtmaç detayı vardı. Kıyafetime uygun bir saç modeli ve özenle yapılan dumanlı göz makyajım ile artık hazırdım.
Selin ise üzüm renginde prenses bir model seçmişti. Off-Omuz, göğüs kısmında beyaz boncuk payetleri bulunuyordu. Saçları kısa olduğu için güzel bir taş toka ile tamamlamıştı kıyafetini. Makyajını da abartıdan uzak, sade bir şekilde yaptırmıştı. Selvi ise Denizkızı modelinde V yakalı, kuyruğu uzun ve kumaşı saten bir avcı yeşili elbise de karar kılmıştı. Bel kemerine kadar inen zarif bir sırt dekoltesi de vardı üstelik. Göğüs kısmında hafif beyaz boncuklar olduğu kadar, kalça kısmından eteğin ucuna kadarda bu zarif boncuklarla kıyafetin üzerinde ince işçilikle çalışılmıştı. Uzun taşlı bir küpe takmış, giydiği abiyesine yakışan dalgalı saçları ve göz alıcı makyajı ile oldukça çekici duruyordu bizim Yasal soyguncu da. Pelin de Çan V yaka Asimetrik Tül kesimli, belinde hafif serpiştirilmiş boncuklarla bezeli siyah bir elbiseyi beğenmişti. Saçlarını dalgalı maşa yaptırmış, makyajını da abartıdan uzak bir şekilde istemişti.
Hepimizin sonunda hazır olduğunu Yaman'a haber verdiğimde bizi almaya gelmişti. Giydiği siyah takım elbisenin içinde o kadar yakışıklı duruyordu ki, gözlerimi üzerinden alamamıştım. Aynı şekilde o da beni gördüğünde derin bakışlarını harelerime hapsetmişti. "Leyla..." dedi fısıltıyla. "Çok, çok güzel olmuşsun."
Dudaklarımdan utandığımı belli etmeden küçük çaplı bir kıkırtı dökülmüştü. "Teşekkür ederim beyefendi. Siz de bayağı yakışıklı görünüyorsunuz." dediğimde bu büyülü bakışmayı bölen kişinin sesi Baytar bozuntusu Pelin'e aitti.
"Enişteceğim çekilecek çilen varmış haberin olsun." dedi yanağına yapışmaya yüz tutan bir tutam saçı kulağının ardına sıkıştırırken. Huylu, huyundan sittin sene geçse de vazgeçmezmiş millet. Peliniko bizlere bunu sonuna kadar gösteren bir başyapıt olma yolunda hızla ilerliyor! Göz devirme...
Yaman'ın kehribar hareleri hâlâ gözlerimdeyken, "Neden?" diye sormakla yetinmişti. Ben adamın aklını her türlü başından alırım derken, palavra atmıyordum dostlarım...
"Çünkü Leyla'ya bütün gece beyaz atlı bir prens gibi ortalıkta gezeceğini söylememize rağmen, bana mısın demedi. Vallahi bu hale gelebilmesi için zar zor hazırladık şu sayko prensesi." dedi sinirle karışık kaş çatmasıyla beni işaret ederken. Drama Queen ne olacak!
Gayet sakin bir sesle, "Pelin..." diye uyarırcasına soludum. Yeri gelince hanımefendiliğimden asla ödün vermezdim millet. Kesin bilgidir, istediğiniz mercilere yayabilirsiniz...
"Hiç öyle bakma Leyla Hanım." dedi arkadaşına destek çıkmaya çalışan Selvi de. Bitirim ikililer ne olacak! Al birini vur ötekine... "Eşofmanlarınla törene katılacağından ben bile çok korktum." Ee yuh artık! Bunlar beni ciddi ciddi ne sanıyordu Allah aşkına? 'BİZ BİLE ENDİŞE ETTİK!' adlı neon yazılar gökyüzüne savrulursa... Ee size de yazıklar olsun he millet. Ben sadece rahatına düşkün bir Viking'im. Ne var yani? Hığğğhh!
Selin gülerek, "Abartmayın siz de kızlar. Sonra neden Leyla bize kızıyor diye söylenip duruyorsunuz. Çok konuşmayın da bir an önce gidelim artık." diyerek Yaman'a selam verip araca binmişti Bilge küpüm. Heheyt be! Kimin arkadaşı bu? Diyerek bağıra çağıra o meşhur şarkıyı dillendirecektim az daha gaza gelseydim. Nihahaha!
Yaman büyülenmiş bir şekilde boğazını tıkırdattı. "Benim kadınım her haliyle güzel. İster masallardan fırlamış bir prenses olsun, isterse külkedisi... O benim aciz ruhumun en güzel sevgilisi. Ben onu her haliyle sevdim." dediğinde bir an nefesim kesilmiş gibi oldu. Ben bu güzel yürekli adama sahip olduğum için kendimi bir kez daha çok şanslı hissetmiştim. İyi ki benim sevgilimsin. İyi ki benim en güzel yarınımsın...
Selvi başını gülerek sallarken, Pelin ise elini boşlukta boş verircesine savurup öylece araca binmişti. Yaman'a tatlı tatlı bakmayı bırakıp, "Artık gidelim mi?" diye sordum. Sevdiceğim başıyla onay verince, hep birlikte törenin yapılacağı alana gitmek için yola çıkmıştık.
Tören alanına geldiğimizde ailelerimizin birbirleri ile kaynaşmış olduğunu, güzel bir sohbete daldıklarını görmüştük. Cüppelerimizi yanımıza doğru getiren Serhan, giyinmemiz için bize vermiş, her birimizin de çok güzel olduğunu söylemeyi ihmal etmemişti. Kepimi elime alırken o sıra hocalarımız bizleri bölümlerimize göre sıraya koymak için ufaktan çağırmaya başlamıştı. Anne ve babamın yanlarına doğru gittiğimde beni gören validemin gözleri her ne kadar dolsa da odak noktası Selvi olmuştu. Annesi olmadığı için kendini yalnız hissetmesin diye ona daha bir sevgi ve şefkatle yaklaşmıştı. Bundan asla rahatsız değildim, olmayacaktım da. Kıskançlık krizine girip somurtmak yerine, Selvi'ye destek olup yanında olduğumuzu bir kez daha göstermek istemiştim. Ona doğru bakıp kocaman gülümsedim. O ise gözlerinde müzmin bir kederle bakmıştı yüzüme.
Annem, "Allah'ım nazarlardan saklasın sizi kızlarım benim. Maşallah size. Ne kadar da güzel oldunuz. Rabbim gelin olduğunuz günleri de göstermeyi nasip etsin bizlere inşallah." dedi gözleri her an akmak için buğulanınca. Bu kadın beni evlendirmese rahat etmeyecek vallahi. Göz devirme...
"Canım annem, evlenmemize daha çok var, ama yine de sen bilirsin." diyerek gülmüştüm. Canlarım, her şey vakti gelince güzel değil miydi zaten? Evet, diye bağırmanızı beklerdim. NERDESİNİZ SİZ?
Pelin, "Ben kariyerimin peşinden koşmayı düşünüyorum Maide teyzecim." dedi sırıttığında. Selin'e doğru bakıp, "Bak, bir kızın evlilik adımı attı ne de olsa. Sen şimdilik onunla idare et. Gerisine sonra bakarız." Pelin bir erkeğin peşinden anca anne beni yakala dediği zaman koşardı millet. Evlilik denen müessese ona biraz tersti...
Pelin'in annesi Sevtap Hanım, "Her şey nasip meselesi. Kariyer diye koşturup bazı şeyleri göz ardı etmene müsaade etmeyeceğimi bilmeni isterim küçük hanım." dediğinde bana bir gülme gelmişti. Neden güldüğümü siz çok iyi biliyorsunuz. İnkâr etmeyin şimdi, siz de epey güldünüz...
Selin'in annesi de bize doğru bakıp, "Rabbim gönlünüze göre versin çocuklar. Bu işler aceleye gelmez hem. Haydi, hanımlar, beyler bizler artık yerlerimize geçelim. Tören başlamak üzere." diyerek bizimkileri nazikçe ikaz etmiş, yanımızdan usulca ayrılmışlardı.
Aradan geçen süre zarfında hepimiz kendi bölümlerimizin olduğu alana geçip sıra oluşturmuştuk. İçeriye tek tek anons edilerek çağrılıyorduk. Büyük bir heyecan ve coşku ile bağıra çağıra alana giriyordu öğrenciler. Sıra benim bölümüme geldiğinde, bizlerde neşeyle içeriye girmiş, yerlerimizi almıştık nihayet. Herkesin tören alanına çağrılması bittiğinde Üniversitemizin rektörü güzel bir konuşma yapmış, hemen ardından okul birincisi olan Genetik Mühendisliği bölümü mezunu, Alara Başbuğ da birincilik konuşmasını yapmıştı. Salonda büyük bir alkış tufanı kopunca sıra, töreni yöneten kişinin bizleri bölümlerimize göre tek tek çağması ve geçici diplomalarımızı almamızla devam etmişti. Herkes gülüp eğlenip diplomalarını havaya kaldırarak resim çekiliyordu. Aileler bizleri heyecanla izlerken, sonunda o beklenen ana, kep atma törenine gelmişti. Yaman, Serhan, Melih, Selin, Pelin, Selvi ile birlikte o kalabalıkta birbirimizi bulup yan yana gelmiştik. Şu zamana kadar bölümlerimize göre birbirimizden uzak durmuştuk, ama şimdi birlikte kep atmamıza hiçbir şey engel olamazdı. Birlikte geçirdiğimiz zamanlar aklıma geldiğinde gururla etrafıma ve arkadaşlarıma içimde beliren tuhaf bir hisle baktım. Duygulanmamak elde değildi kesinlikle. Geri sayım başladığında, Yaman ellerimden aniden tutmuş, Melih ile Selin de bizim gibi yan yana durmuşlardı.
Yaman kulağıma doğru fısıldayıp, "Seninle birlikte en güzel yarınlarımıza." diyerek büyük bir coşkuyla keplerimizi havaya fırlatarak atmıştık. Herkes birbirine doğru sıkıca sarılırken, ben de sevdiğim adama sımsıkı sarıldım.
Dudaklarımı aralayıp, "Seni çok seviyorum." dediğimde o da aynı şekilde beni sevdiğini söyleyip Serhan ve Melih'e sarılmak için benden ayrılmıştı. Yanıma kucak açarak koşan Selin'e sarılırken, biz de istiyoruz diye bağırarak gelen Selvi ve Pelin'e de sıkıca sarılmış, bu güzel anı aklımdan hiç çıkmayacak şekilde hafızama hapsetmiştim.
🍀🍀🍀🍀
Yunan mitolojisindeki bir hikâyeye göre; insanların devamlı olarak ruh ikizini aramasının sebebi, "İnsanlar eskiden dört kollu, dört bacaklı, bir kafada iki ayrı yüze sahip, sırtlarından birbirlerine yapışmış şekilde ve her insan çift olarak yaşar şekildeymiş." Kendi kendilerine yetebildikleri ve çok güçlü oldukları için her türlü taşkınlığı yapar, tanrıları onurlandırmayı ihmal ederlermiş. Bir gün Baş Tanrı Zeus, bu olanlara çok sinirlenmiş ve insanları ortadan ikiye bölmüş; bir taraf erkek, bir taraf kadın olmuş. İkiye bölünen parçalar o kadar korkmuşlar ki birbirlerine sarılmışlar. Tanrılar bu işin böyle olmayacağını düşünüp, bedenleri bir çuvaldan yıldızları bırakır gibi karmakarışık bir düzen içinde uzayın sonsuzluğundaki dünyanın farklı yerlerine serpmişler. İşte o gün bugündür yarım olan parçalar, tamamlanmak için diğer yarılarını arar olmuşlar. Bulduklarında tek bir ruh olup, tanrıların onları tekrar cennetine alması için...
Kalıpsız ve ucu bucağı olmayan bir kara kıştan sonra, ben de ruh ikizimi, tek bir bedende yek bir ruh olduğum adamı bulmuştum. Dünyanın farklı bir kentinde, bambaşka bir diyarına gitmiş olsaydım bile, nasibim yine de Yaman'dı. Benim kışımda, baharımda ondan başkası değildi nitekim. Her şeyden öylesine elimi eteğimi çekmiştim ki, mutlu olmayı bir kenara bırakın, bir insana yeniden güvenebileceğimi, onu evim sayıp yeniden hayata tutunabileceğimi hiç düşünmemiştim. Eski bene kalkıp şu anki Leyla'nın bütün acılarına rağmen, mutlu olduğunu, birine ölesiye güvenebildiğini ve delicesine âşık olduğunu söyleselerdi, onunla dalga geçildiğini düşünür, bu duyduğuna da hayatta inanmazdı elbette; ama şu anki ben bugün mutluluktan, yüreğimden taşan bir aşkla, yeniden hayat bulduğum adamın sevdasıyla yaşıyor ve nefes alıyordum. Duygu âlemim beni öylesine bir düşüncenin kancasına çekip takmıştı ki, artık gerçekleşmeyeceğine inandığım şeylerinden peşinden koşmayı bırakıp, işi şakaya vurmuş, kendimce eğlenmekle yetinmiştim. Cidden şimdi dönüp bakınca geçmişe, her şeyin iyileştiğini, yaralarımın kabuk bağladığını, kötü olan her şeyin bittiğini görmek, beni ölesiye huzurlu hissettiriyordu ki...
Mezun olduğumuz günün akşamı topluca yemeğe gitmiştik. Öylesine güzel, öylesine özel bir geceydi ki... Benim için unutulması mümkün olmayan bir gün olmuştu gerçekten. O geceden sonra yapacak hiçbir şeyimiz kalmamıştı. Okul artık bitmişti ve bazılarımız ne yapacaklarını, nasıl bir yol izleyeceklerini çoktan kararlaştırmıştı. Ne zamandır Yaman'ın aklında tatile çıkma planları vardı. Sevgilim o kadar çılgın davranmıştı ki, kısa bir süre içinde hep birlikte yapacağımız tatilin bütün hazırlıklarını tamamlamak için harekete geçmişti. Son zamanlarda Fethiye-Kelebekler vadisine gitmeyi dillendirdiğim için Yaman beni öncelikle oraya götürmeyi hedef haline getirmişti. Bu haberi duyunca çok sevinmiş, kafam rahat bir şekilde geçirebileceğim o güzelim 1 haftanın hayalini kurmuştum. Bu süreç zarfında Selin'in artık evden ayrılacağını bilmek ruhumda yeni depremlere vesile olsa da yapacak pek bir şey yoktu; ne yazık ki. Sonuçta biz sonsuza dek ayrılmıyor, bağlarımızı da öyle basit bir şekilde koparmıyorduk. Bilge küpümün düğün hazırlıkları için memleketine dönmesi icap ediyordu. Annesi ve babası gelmesini, yanlarında olmasını çok istediği için bizim Bombacının dönmekten başka çaresi kalmamıştı. Şükür ki ailelerimizi son anda ikna etmiş, biraz da olsa okul stresini atmak için bu kaçışa izin vermelerini istemiştik. Onlar da bizi kırmamış, onay vermişlerdi. Sevindiğim, en azından bir nebze olsun beni teselli eden bir şey varsa, o da hep birlikte tatile çıkacak olmamızdı millet. Ama nereden bilebilirdim ki, bu güzelim tatil, bizim iki manyak yüzünden koca bir eziyete dönüşecekti?
Erkek koğuşu, bütün hazırlıklarını bitirmiş, hazır kıta bir şekilde bekliyorken, biz hâlâ evin içinde Selvi ve Pelin'in hazırlanmasını bekliyorduk. Bu iş cidden çileye ve baş ağrılarına davetiye çıkarmaya çoktan yetip artmıştı millet. Etrafıma baktığımda oda o kadar dağılmıştı ki, savaş mı çıktı diye kendimi söylenmekten alı koyamamıştım bir türlü. Ellerimi şakaklarıma koyup sabırlar dilemeye başladım. Selin bana doğru bakıp, "Leyla iyi misin?" diye sordu. Sonunda katil olmama ramak kaldı Bilge kız. Oysa ben sonumuzu hiç böyle hayal etmemiştim. Göz devirme...
"Bir seri katil zanlısını oynamam için bütün hazırlıklarını sürdüren arkadaşlarıma hayretler içerisinde bakıyorum Bombacı. Oradan bakınca iyi gibi bir halim mi var? Tatile çıkmadan, hapishanede sabahlayacak olmam sence de biraz ironi olmayacak mı?"
"Aman deyim sakin ol Leyla. Az kaldı, birazdan biter herhalde?" diyerek kuşkuyla etrafına bakmıştı. Sen en iyisi ufaktan Çarşamba'yı sel aldı türküsünü söylemeye başla kanka. Göz devirme...
"Benim cinler yine tepeme çıkmış, halay çekmek için can atıyorlar. Biraz daha devam ederse bu bekleyiş, benden günah gider Bombacı." Tehditkâr Viking, huzurlarınızda sayın seyirciler...
Pelin, "Benim güneş gözlüğümü gören var mı aranızda?" diye seslendi. Keşke sen de kaybolup gitseydin gözlüğün gibi! Beni, bir türlü bulmak bilmeyen şansıma da müsaadenizle tükürüyorum millet. Olmaz olsun böyle bir son!
Selin sakince, "Bitmedi mi işiniz? Hadi yeter artık. Ağaç olduk kapıda!" dedi son sözünü baskılarken. Hah, şöyle! Diş bile ulan az, diş bile...
Kapımız çaldığında Selvi bir koşu çıkıp gelmişti. "Güneş kremlerim ve makyaj malzemelerimin olduğu çantamı nereye koydum ben?" dediğinde Selin ve ben aynı anda, "Valizinde!" diye bağırmıştık. Elli kere sormuştu bu soruyu çatlak! Elli kere de aynı cevabı almıştı...
Kapıyı esefle açtığımda karşımda Serhan duruyordu. "Selam yenge." dedi bütün enerjisiyle. "Ne oldu? Hâlâ hazır değil misiniz?" Ne sen sor ne de ben söyleyeyim animal lover beyciğim!
"Maalesef Serhan." diyerek duvara yaslanmıştı Selin de. "Bir an kafamda hiçbir yere gitmeme düşüncesi beliriveriyor!" Pişmanlık kokusu alıyorum. Kız haklı abi, savaşa gider gibi tatile gitmeye çalışıyoruz. Göz devirme...
Melih, nişanlısının sesini duyar duymaz kafasını içeriye doğru uzattı. "Aşkım, ne demek bu şimdi?" diye sordu. Gayet açık değil mi enişte bey? GÖRÜNEN KÖY, KILAVUZ İSTEMİYOR GERÇEKTEN!
"Ben de aynı şeyi düşünüyorum. Evden çıkamadık bir türlü. Selvi ve Pelin'in işleri bitmek bilmiyor!" dediğimde Baytar bozuntusu ruh gibi belirmişti aniden.
"Alt tarafı ufak bir hazırlık yaptık." dedi kaş çatarak. Ufak atta, civcivler yesin! Dün geceden beri bitmedi gitti işiniz. Vırrekler!
"Ufak mı?" diye aynı anda tepki göstermiştik Selinle. Yok deve!
"Evet, siz de amma söylenip durdunuz." diyerek valizini çekmeye çalışırken, en yakın dostu Serhan el atmıştı çabucak elindeki eşyalarına.
"Ben en iyisi yardım edip bir an önce indireyim şunları. Görünen o ki, her an kavga çıkabilir." diyerek gülmüş, gözden kaybolmuştu. Ortalıktan tüymek bir yetenekse eğer, parmağınızla kimi göstereceğinizi biliyorsunuz artık dostlarım...
"Yaman nerede?" diye sordum hızla. O sıra telefonum çaldığında gelen arama İpek böceğime aitti. Ah ulan, nasılda özlemişim!
Çağrıya yanıt verince ekranda görünmüştü Çeyrek milyarderim. "Agresif belam! Nasılsınız? Çok, ama çok özledim sizleri." dedi heyecan içinde. "Kızlar nerede?"
Selin, Pelin ve Selvi hızla dibimde bitmişti. "Sensiz ev hiç çekilmiyor be İpek. Ne zaman dönersin artık aramıza?" diye soran kişi Selvi olmuştu. Sizinle de hiç çekilmiyor be Yasal soyguncu!
"Yakında görüşeceğiz, az kaldı. Bensiz tatile çıkıyormuşsunuz. Aşk olsun vallahi. Ben olmadan nasıl tadını çıkarmayı düşünüyorsunuz siz şimdi?" Fazlasıyla haklıydı! Diyecek sözüm yok...
Doruk ardından çıkıp, "Aşkım, biz seninle baş başa tatile çıkarız. Merak etme sen. İntikamımızı alacağım!" dedi. Olmuş bana kelle uçuran Donatello. Peh! Ardından dikkatini üzerime doğru çevirip, "Leyla, görüşmeyeli nasılsın? Yokluğum belli oluyor mu oralarda? Beni de özlediniz mi?" diye sormuştu hızla. Ya, ya ne demezsin Eros? Hasretinden karalar bağladık ki sorma!
"Gittiğin gün, göbek atmasına engel olmak bizim için bir hayli zordu Doruk." dedi yalan söyleyen Pelin.
"Baytar! Kuru iftira, ben öyle bir şey yapmadım." diyerek çemkirdim. "Hem ben seni ne diye özleyecek mişim Bay Hacker?"
"Leyla..." diye bir ağızla adımı dillendirmişti herkes. Nolet gele. Faka bastık! Tamam, ulan tamam. Özledim...
"Ne var be? Ne diye hepiniz adımı haykırdınız?" diyerek çıkıştım. Bizim Eros'a ve İpek'e özlemle baktığımı sanırım kimse inkâr edemezdi. Buna bende dâhildim. Göz devirme...
Doruk, "Biliyordum, beni özleyeceğini biliyordum." diye sevinerek olduğu yerde debelendi. Kurtulamam artık Eros' un dilinden. Şımarık bir zengin bebesi olup çıkacak başıma. La havle, La havle...
Selvi, "Yokluğunuz cidden çok belli. Özellikle de İpek'in. Leyla artık bizimle kavga etmiyor. Evde hır-gür yok. O kaosla biten günleri, ne yalan söyleyeyim, özlüyorum." dedikten sonra iç çekmişti.
Sessizlik, bir bulut gibi üzerimize çöktüğü an, bağlantı birden kesilmişti. Ne oluyor diye tam kontrol edecektim ki, ekranda yeniden belirmişti bizim şaşkın âşıklar. Eros' un ardındaki sandalyenin üzerinde İskoçyalılara ait, adı Kilt olan, erkeklerin giyindiği etekli kıyafet vardı. "Ana, o ne öyle? Ben az önce ne gördüm?" diye sordum.
Eros fark etmiş olacak ki, "Aşkım rezil oldum. Ben sana demedim mi giymek istemiyorum diye şu kıyafeti. Neden getirip koydun ki oraya?" diye söylendi.
İpek, "Uzatma istersen Doruk. Kutlama var, özen göstermemiz gerekiyor. Bugün sen de her İskoç erkeği gibi giyineceksin bu kıyafetleri. Mızıkçılık yapmak yok. Hem ne var bunda?" diyerek sordu. Ne mi var? Ulan adama etek giy deyip İskoç namına yürü diyorsun. O adam da bizim oklu Eros, Doruk öyle mi? Ulan İpek...
Hacker, "Ben halis muhlis Türk erkeğiyim. Erkek adam etek falan giymez! Onu İskoç vatandaşı olan erkekler düşünsün aşkım. Ben hayatta o şeyi giyinmem. Bu da sana son sözüm. Sakın ısrar edeyim deme!" diyerek telefonu bıraktığı gibi kaçıp gitmişti girişimci. Geride bizler kalınca kahkaha ata ata bir hâl olmuştuk ve İpek de hızla Eros' un ardından gitmek için kapatmıştı telefonu. Güle eğlene aşağıya indiğimizde herkes sonunda arabalara yerleşmiş, yola doğru çıkmıştık. Yol boyu Yaman'a olanları anlatıp bir kez daha kendimizden geçercesine gülmüştük. Vakit öyle hızlı, yolculuğumuz ise o kadar keyifli geçmişti ki, kalacağımız otele en nihayetinde gelmiştik. Herkes eşyalarını alıp odasına geçince, ben de kendi odama gitmek için Selinle koridorun sonuna doğru ilerledim.
"Cennet gibi bir yer cidden burası. İyi ki geldik diyorum şimdi Leyla."
"Birkaç saat önce böyle demiyordun, ama küçük hanım." diyerek güldüm.
"Sebebini gayet iyi biliyorsun."
"Bilmez miyim?" dediğimde eşyalarımı dolaba yerleştirmek için harekete geçmiştim. "Bütün yorgunluğumuzu atacağız. Bu tatil hepimize çok iyi gelecek."
"Evet, öyle. Bilhassa sana daha iyi gelecek."
"Niye bir tek bana iyi geliyormuş?" diye sorduğumda şüpheyle Selin'e baktım. "Bilmediğim bir şey mi dönüyor, yoksa Bombacı?"
"Tabii ki hayır!"
"Yalan söylemeyi asla beceremezsin sen. Ne ima etmeye çalışıyorsun?"
"Hiç, hiçbir şey."
"Selin..."
"Akşam görüşürüz."
"Ne demek lan bu? Yine neler oluyor?" dediğim an Selvi ve Pelin bildiğiniz girmemiş, bodoslama dalmışlardı kaldığımız odaya.
"Leyla, ne yapıyorsun sen öyle?"
"Eşyalarımı yerleştirmeye çalışıyorum. Ne oldu da siz ikiniz çıkıp geldiniz?"
"Seni hazırlamak için geldik tabii ki."
"Hazırlamak için mi? Neden ve tam olarak ne için kızlar?"
Pelin, "Ben ömür törpüsü olduğunu herkese daha önce de söylemiştim. Yine gerek var mı bunu sarf etmeye cidden Leyla?" diye söylendi.
"Siz yine ne işler çeviriyorsunuz arkamdan?"
"Yok, bir şey yahu." dedi Selvi elinde tuttuğu bir kıyafeti özenle düzeltirken. "Hadi çok fazla oyalanmayalım."
"Ne için diyorum size, duymuyor musunuz beni? Neler oluyor Allah aşkına?"
"Sen şu saatten sonra susuyor ve biz ne diyorsak onu yapıyorsun Leyla." demişti Selin de. Ana...
Ben daha ne olduğunu anlamadan üçü üzerime yürümüş, beni hazırlamak için canla başla mücadele etmişlerdi. Aradan geçen süre zarfında akşam olmuştu ve son rötuşunu yapan Selvi gülerek yüzüme bakmıştı. "Çok güzel oldun Leyla. Yaman cidden çok şanslı bir adam. Senin gibi kalbi ve yüreği güzel bir sevgilisi var."
"Teşekkür ederim dostum, ama bu tantana cidden ne için? Akşam yemeği içinse eğer, sence de bu biraz fazla kaçmadı mı?" diye endişeyle bakmıştım yüzüne.
"Hayatının belki de en unutulmaz gecesini yaşayacaksın bu akşam deli. Neresi fazla olmuş ki bunun? Kızmasan daha neler yapardım da neyse..." diyerek ayağa kalkmıştı.
"Nereye?" diye sordum.
"Yerimi almaya..." der demez ben daha bir şey dememiştim ki, çıkıp gitmişti Selvi. Telefonuma gelen bir mesaj sesiyle olduğum yerde irkildim. Elime alıp baktığımda Yaman'dan bir mesaj geldiğini görmüştüm. Daha fazla beklemeden hızla açıp bakmıştım mesajın içeriğine.
Sevdiğim: Ben, hissettirilmeyen sevginin var olduğuna inanmayan bir adamdım. Bu duyguyu seninle tatmış, yine ve yeniden seninle hissettim güzelim. Leyla'm, benim deniz gözlü dilberim. Bir kez daha hissetmek istiyorsan eğer bu taşan sevgimi, kumsalın orada bekliyor olacağım seni...
Gözlerim dolmuş bir şekilde odadan bir an önce çıkmak için kapıyı aralamıştım. Resepsiyonu hızla geçip otelin karşısındaki kumsala gitmek için seri adımlarla içim içime sığmazken, heyecanla kanatsız bir kuş misali uçarcasına yürüdüm. Etrafıma bakarken zifiri karanlığın iyice çöktüğünü, çevreyi saran loş ışıkların aydınlığının ise etrafı kuşattığını gördüm. Yüreğimi ve bedenimi saran bu duygu da neyin nesiydi böyle? Aşk nasıl bir ateşti ki, bir kıvılcımı ile bin duygum alevlenmişti?
Biraz daha yürüdüğümde Yaman'ın ileride olduğunu görmüştüm. Yanına doğru ilerlerken, etrafında sarılı ışıkların, uçuşan balonların ve gülüşen arkadaşlarımın olduğunu fark etmiştim. Olduğum yerde kala kalınca Yaman bana doğru gelip ellerimden güven veren bir bakışla sıkıca tutmuştu. "Leyla..." diye fısıldadı.
"Yaman, sen..."
"Şışşt... Sadece anın tadını çıkarmaya bak güzelim." dediğinde beni ışıkların ortasına iyice çekmiş, gözlerini gözlerime sabitlemişti. "Nazım Hikmet, 'Şu kâinat denen nesnenin içinde en çok sevdiğim yürek, üstüne en çok titrediğim insan kalbi senin göğsündekidir.' der ve ekler yine, 'Senin bana nasip olman, şahsi hayatımın en değer biçilmez talihidir.'" diyerek söylediğinde dizlerinin üzerine çökmüş, dudaklarını yeniden aralamıştı. "Leyla'm, benim eşsiz sevgilim. Yaralı ruhuma, ağrıyan kalbime eli değen ilk kadın. Mucizem... Ben sensiz bir hayatı artık düşünemiyorum. Seni sensiz yaşamak dahi istemiyorum. Ellerin, ellerimde bir ömür boyu seni seveceğime yemin ederek seni senden istiyorum. Benimle evlenir misin?" dediğinde kırmızı kutuyu açarak içindeki yüzüğü bana doğru uzatmıştı.
Gözlerimden sıcak ve yakıcı yaşlar akarken, Yaman'a aynı zamanda şaşırarak da bakıyordum. Herkes ıslık çalıp, alkış tutarken benim ne diyeceğimi duymak içinde sessizlik oluşmuştu çabucak. "Psikiyatrist Jung; 'İyi bir şifacı yaralı olmalıdır. Yarası olmayan şifacı iyileştirici olamaz.' der. Sen yaralı olduğun kadar iyi de bir şifacıydın bunca zaman Yaman. Ruhumu, yüreğimi, aklımı ve duygularımı sonsuza dek iyileştirdin. Gözlerine ben ve kalbim çoktan yenildik. Sonsuza kadar evet, evet, evet..." dediğimde büyük bir sevinçle ayağa fırlayan sevdiğim, önce yüzüğü sol parmağıma takmış, ardından beni kucaklayarak etrafında delirircesine döndürmüştü. Yanımıza koşarak gelen dostlarımıza sarılıp tebrikleri kabul etmiştik. Benim hayatım artık kurulu bir düzene, aşka ve huzura kapısını çoktan aralamıştı. Ben daha ne isterdim ki?
Göğsümde ve kafamın derinliklerinde büyüttüğüm tenha sokaklarım artık koca bir belirsizliğe, umutsuzluğa en önemlisi de kalbimin mezarlığına uğramıyordu. Benim yolum artık, Yaman'ın yüreğinin güzergâhındaydı. Ben, en saf aşkla kutsanan Dedektifiniz Leyla Yaman, mutluluk denen kervanın en özel yolcusuydum...
SON |
0% |