Bir süre yürüyememişti. Olduğu yerde kilitlenmişti adeta. Kara kutuda ne olduğunu görmeye hazır değildi Çilem. Ama ayakları istemsizce ilerlemeye başladı. Durmak istiyordu ama duramıyordu. Artık geri de gidemezdi. Ayakları onu kapının eşiğine götürüyordu. Kalbi sıkışmaya başladı. Feryatlar artmıştı. Reyyan ana dizlerini ve başını vuruyordu. Bu tepkisi onu daha da korkutmuştu. Mavi de yere çöküp acılar içinde feryat edip kutunun içine dokunmak istedi ama dokunamadı. Eli gitmedi. Bedeni, elleri zangır zangır titriyordu. Sonra Çilem'in yanına geldiğini fark etti. O an ona acıyla baktı. Sanki kızını kaybetti. Sanki o artık bir ölüydü. Çilem ise artık bayılacak gibi hissediyordu. Bir adım daha atsa kutunun içini görecekti. Ama görmeyi yüreği kaldırabilecek miydi onu bilmiyordu.
Son bir adım atar atmaz yer ayaklarının altından kaymış gibi sendeleyip kutunun yanına düştü. Çilem artık o andan sonra nefes alamıyordu. Bebeği kanlar içinde hareketsizce duruyordu. "Hayır hayır hayır hayır hayır hayır!.." hızlı ve defalarca sayıklarken çaresizce elini kutunun içine aldı. "Alya! Alya!" Diye bağırdı çaresizce. Kızı kollarında ama hareketsizdi. "Alya!..Alya!.." diye defalarca adını sayıklarken feryatlar içinde bağırmaya devam etmişti. Konağın tüm duvarları inlemişti. Bir annenin feryadı en acı sesti. Hem de en acısı.
Acıyla kızına sıkıca sarılıp feryatlar içinde ağlamaya devam etti. O ağladıkça yer yarıldı. Dağlar ve taşlar da onunla beraber feryat etti sanki.
Bir annenin acı feryatları tüm konaktakilerin kalbini paramparça etmiş hale gelmişti. Sonra Menekşe hanım eli ağzında onlar gibi acılar içinde ağlarken falcının sözü aklına geldi. Bir annen feryadını duyuyorum. Bu ses kulaklarında defalarca yankılandı. Menekşe hanım o zaman anladı acı sonun geldiğini.
"Alya, uyan. Uyan benim güzel kızım. Ne olur uyan, ne olur uyan, ne olur uyan, ne olur uyan!" Deli gibi acıklı bir şekilde sayıklarken tekrar koynuna alarak feryatlar içinde ağlamaya devam etti. "Hayır hayır hayır!" Diye sayıkladı yine acı içinde iç çekerken.
Hayat durmuştu, bir evlat ölmüştü ve ardından sadece bedeni kalmış bir anne kalmıştı.
Titreyen sesi daha da acıklı çıkmıştı. Çığlık attıkça, feryat ettikçe konak yıkılacak gibi yankılanıyordu. Sonra Çilem kızına bakarak saçından uzunca öpüp küçük kollarını sarmaladı. O küçük bedene kıydılar. Bir bebek olduğunu düşünmeden. Daha süt kokan, kırkı yeni çıkmış bir bebeği öldürdüler. Hem de belki de vicdanları hiç sızlamayarak yapmışlardı.
Mavi kızının karşısında diz çökerek kollarını uzatmaya çalıştı ama yine uzatamadı. Dokunamadı. Dokunmaya yüreği kaldıracak gibi değildi. Sonra kızına baktı. Acılar içinde ağlayan kızı öfkeyle bağırıyordu artık. Kolların hareketsizce yatan cennet kokulu kızını iyice sarmalayarak sallanmaya başladı bu sefer.
Aradan geçen bir kaç dakikanın ardından sallanmayı kesti ve "Alya." Dedi yine. Sonra gözlerini acıyla yumarak öfke ve acıyla karışık bir halde tekrar bağırdı. Sonra göz yaşları içinde bebeğine sarıldı. "O daha bebek! O daha bir bebek! Allah'ım!.. O daha bir bebek!"
Mavi çaresizce kızını sarmalarken Çilem çaresizce "Kızımı bana geri ver! Ne olur!" Diye yalvarmaya başladı gökyüzüne bakarken.
En sonunda derman kalmayan dizlerine rağmen ayağa kalkarak dışarı çıktı ve tir tir titreyen bedenine inat sokakta yürümeye başladı ve o acı sesiyle bağırmaya başladı. "O daha bir bebek! O daha bir bebek!" Acıklı titreyen sesi yürekleri dağlıyordu. Sokaktaki herkes onu izliyordu. Herkes Çilem Efeoğlunu izliyordu.
Çığlıkları tüm sokağı inletiyordu. Herkes endişeyle ona döndü. Neler olduğunu ilk başta anlamamışlardı. Fakat sonra bunun korkunç bir manzara olduğunu fark ettiler. Çilem titreyen bacaklarına inat yürümeye devam etti ve acıyla bağırmaya başladı. "O daha bir bebekti! O daha bir bebekti! O daha bir bebekti! O daha bir bebekti!"
Çilem'in ardından gelen aile ise bir şey diyemedi. Acıyla ve endişeyle ona baktılar sadece. Onun mahfoluşunu izlediler. Belki de yavaş yavaş yok oluşunu.
"O cenneten gelen bir sabiydi! Kan davasına, bir hiç uğruna gitti! Onun suçu ne! Onun suçu ne!" Dedi sonlara doğru titreyen sesiyle. "Bu günahsızın suçu ne Allah'ım! Bu günahsızın suçu ne!"
Sokaktaki herkes hayretle ve büyük bir hüzünle ona baktı. Bir sabinin daha hiç uğruna ölmesini izlediler.
Çilem derman kalmayan ayaklarıyla diz çökerek kanlı battaniyesine sarılmış kızına sıkıca sarılarak başından öptü ve saatlerce öylece kaldı. Kimse ona dokunamadı. Kimsenin ne yüreği ne de vicdanı buna cesaret edemedi. Çilem ise kararan gözlerini birden açarak bir noktaya baktı ve ağzından o kin dolu cümleler çıktı. "Bunu ödeyeceksiniz Karasol ailesi. Bunu ödeyeceksiniz."
Soğumuş kalbi ve buz tutmuş bedeni sadece kızı için eriyordu. Ayağa kalktı ve yürümeye başlayarak öylece ilerledi. Kimse nereye gittiğini bilmiyordu. Ama o biliyordu.
Onun ardından ailesiyle beraber meraktan gelen bir kaç insan oldu. Kimse bir şey dememişti. Dehşet dolu ve endişelilerdi. Herkes Çilem Efeoğlunun ne yapacağını bekliyordu.
Bir konağın kapısına vardığında birden öfkeyle kapıya doğru bağırarak insanların çıkmasını istedi. "Ahmet ağa! Zeynel ağa çıkın! Bugün güçsüz ve de aciz hükümdarlığınızın sonucunu görün!"
Korumalar şaşkın bakışlarla Çilem Efeoğluna bakarken kapının ardından ses geldi. Neler oluyor diye bir ses. Sonra kapı ardından açılırken Çilem dolan göz yaşlarını serbest bırakarak acıyla konuşmaya başladı. "Siz söyleyin bu kan davasından bebeğimin suçu neydi! Söyleyin! Konuşun! Benim kınalı kuzumun günahı neydi."
Herkesin dili tutulmuş gibiydi. Ağalardan en bilgesi, en adaletlisiydi. Savaştan önce onun sözü itimat edilirdi.
"Söyleyin bana! Buna nasıl cesaret edebiliyorlar? Siz varken, güya siz varken!"
Adamlar dehşetle hareketsiz ve kanlar içinde kalmış bebeğine bakakaldılar.
🦋🦋🦋
Bir gün sonra...
Reha ve Polat toprak kazarken Çilem ise başındaki kara yazmasıyla uzaktan olanları izliyordu. Göz altları kararmış yüzü olduğundan daha da beyaz kesilmişti. Üflesen düşecek gibiydi. Tek bir lokma yemek yememişti dünden bugüne kadar. Güçsüz ve zayıflamıştı bir günde. Küçücük tabutun içinde minik kızı uyuyordu. Hem de sonsuza kadar. Kalbi paramparça olmuştu adeta. Kızını bulamadan kaybetmişti.
Tabutun kapağını açarak küçük kızını kefenle çıkardılar. Beyazlara sarılmış kızı sonsuza kadar melek olmuştu. Daha onun kokusuna doyamadan, onun büyüdüğünü göremeden yitip gitmişti.
Çilem birden yürüyerek kızına doğru yürümeye başladı. O an kimse bir şey yapamadı. Onu durdurmadı. Durdurmaya yürekleri el vermedi.
Çilem, açlığın ve acının vermiş olduğu güçsüzlükle biraz duraksarken dizlerini tutarak tekrar doğrulup kızına doğru yürüdü. O sıra Beren de yanına giderek kolundan tutup ayakta durmasını sağladı.
Demir'in evlenmesinden sonra ortadan kaybolup yanlız olabileceği bir yere gitmişti. O gece deli gibi ağlamıştı. Kalbi duracak gibi hissetmişti. Hayatında ilk defa bu ihaneti yaşamıştı. Kimseye güvenmeyen Beren ilk defa birine güvenmişti ama o da tam kalbinden yemişti hançeri. Bir gün sonra kardeşinin kaybolduğunu öğrendiğinde acısını bir kenara bırakıp diğerleri gibi onu aramaya koyuldu ve şimdi buradalardı. Yeğenini defnederken bulmuştu o da kendini. Tıpkı Çilem gibi.
Çilem ve Beren erkeklerin olduğu tarafa yaklaşırken Osman baba bunu kendine yapma der gibi baktı gelinine. Fakat Çilem uzakta duramıyordu. Yüreği yanıyordu. Hiç dinmeyecek bir ateşle hem de.
Bir kaç adım atarak Polat'ı kucağında tuttuğu kefenli yavrusuna baktı. Sonra yavaşça kucağından alarak ona son kez sarıldı. Sanki hâlâ yaşıyormuş gibi dikkatli ve narindi. Canı acıyacak diye korkuyordu.
Bir kaç saniye öylece dururken kimse artık bebeğini ondan isteyemiyordu. Bunu yapmaması gerekiyordu ama kıyamadılar. Bir anneden evladını almaya yürekleri el vermedi.
Aile dostu olan İlyas bey bir adım atarak "Hadi kızım." Dedi acıyla. "Bak onu artık huzura erdirmeliyiz. Ait olduğu yere..." Çilem birden sinirle bakarken sus pus olmuştu. Bunu söylememeliydi. Kurduğu cümleye kendisi de sonradan fark etti. Bir süre sonra da yavaşça kolunu uzatarak kucağından bebeğini alarak kazdıkları toprağın içine yavaşça bıraktı. O da tıpkı Çilem gibi canı acır korkusu yaşamıştı. Sanki kolu çarpsa ağlayacak gibiydi.
O an olanlar oldu. Çilem bu manzaraya dayanamadı. Hemen mezara girmeye çalışarak kızını almaya çalıştı. "Hayır, çıkar onu. Ne olur çıkarın onu. O buraya ait değil ne olur çıkarın." Umutsuzca bunu derken bir yandan da mezarın içine girmeye çalışıyordu ama buna Beren ve Polat engel oluyordu. Beren bedenine sarılmış halde onu sabit tutarken Polat ise önünde durarak önünü görmesine engel oluyordu.
"Çilem lütfen. Ona bunu yapma."
Polat endişeyle bunları söylerken çilem kaşlarını çatarak Beren'e baktı sorgular halde. "Ne yapmışım ben? Kızım orada olmaz ki. Hem korkar o. Geceleri korkar o lütfen. Polat ağabey lütfen. Verin bana götüreyim. Kızım..." Polat acıyla gözlerini yumarken yana bakarak ağlamamaya çalıştı. O sırada Çilem ise çaresizce çırpınmaya devam ediyordu.
Beren, Çilem'in bedenini daha sıkı sarılarak kardeşini sakinleştirmeye çalışıyordu. "Tamam. Geçecek. Söz veriyorum bu da geçecek." Dedi Beren acıyla. Artık kardeşinin bu haline yüreği dayanamıyordu. Sanki kendi çocuğunu ve kardeşini aynı anda kaybetmiş gibi hissetti Beren. Göz yaşları içinde kardeşine sarılmaya devam ederken yavaşça oradan uzaklaştırarak işlerini yapmasına izin verdi. Çilem ise geride kızının gömülmesine ağlayarak seyirci kaldı. Beren hâla onu tutarken dizlerini bükerek yere düştü.
Oturur vaziyette izlemeye devam ederken kenardaki taşa başını yaslayarak ağzını eliyle kapatıp hıçkırıklar içinde ağlamaya devam etti.
O sırada Beren ikiz kardeşinin omzunu sıvazlayarak başından acıyla öptü. Dili tutulmuş gibiydi. Bütün bunlar nasıl olmuştu.
Bir umut bu kadar çabuk bitebilir miydi? Bir hayal bir gecede yalana dönüşebilir miydi?
Bir süre sonra herkes dağılırken Çilem ve efeoğlu ve de Yamanlar kalmıştı. Mavi, Beren gibi kızının yanından hiç ayrılmadı. Onu o kadar iyi anlıyordu ki. İki evladının da öldüğünü ögrendiğinde, ya da zannettiğiniz yaşamak istemedi. Kendini öldürmek istedi. Ama yapamadı. Dünyaya yeni gelmiş çocuklarına kıyamadı. Bu yüzden ayakta durmak zorunda kaldı. Ama kızının tutunacak hiç bir şeyi kalmadı bunu görebiliyordu. Ne kocası ne de kızı var artık. Savaş kaybolmuştu. Polisler bu zamana kadar yaşaması imkansız diyorlar. Sadece cesetini bulabiliriz diyorlar.
Çilem'in tek bir ailesi kalmıştı. O da annesi ve kız kardeşleri Beren ve Hediye idi.
Polat elini sıkarak öfkeyle mezara baktı. "Bu mezara hepsini tek tek gömmezsem bana da Polat Efeoğlu demesinler."
Çilem toprağın üstüne başını yaslayarak usulca öptü. "Sana söz veriyorum güzel kızım. Sana bunu yaşatan herkes cezasını çekecek. Söz veriyorum bunun bedelini ödeyecekler." Dedi ruhsuzca. Artık Çilem'in kaybedecek hiçbir şeyi kalmamıştı.
Bu bölümler biraz can sıkıcı farkındayım. Kötü bitti onun da farkındayım ama inanın bana bunu yayınlayıp yayınlamamak konusunda da çok düşündüm. Ama bazen bazı şeylerin olması gerekiyor. Gerçekçi olması gerekiyor. Çünkü bazı şeyler maalesef istediğimiz gibi olmuyor. Bazı korkular maalesef gerçekleşiyor.
Bazen yazarların istediği gibi değil de olması gereken hikayeyi yazdığını bilin. Bu sahneyi ben de yazarken kötü oldum ve gelecekte ne olacağını bildiğim halde yine de kötü hissettim. Ama dediğim gibi bazen olması gereken oluyor.
Şimdilik Huzurlu ve sağlıcakla kalın.💞🦋🖤❤️
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
114.56k Okunma |
5.65k Oy |
2.99k Takip |
107 Bölümlü Kitap |