@mavii_bulutt345
|
"Korku bir zehir gibiydi, vücuda bir kere yayıldı mı etkisi kolay kolay geçmezdi ve benim korkularım da kolay kolay geçeceğe benzemiyordu."
Tuğkan'ın ağzından, Çağla'yı odasına bırakmasından sonra
Büyük bir boşluktayım, ucu bucağı gözükmeyen. Yüreğimde bir soğukluk var, nedenini bilmediğim. Neydi beni böyle yapan? Neydi beni bir yandan duygu yüklü anlara sürükleyen, bir yandan da hissizleştiren? Neydi bunların sebebi?
Masanın üzerinde farkında olmadan ritim tutup salladığım kalemi birden bıraktım. Boşluğa düşen kalem tok bir ses çıkardı. Kafayı yiyecektim, düşünmekten.
Bakışlarım, odamda bulunan Çağla'nın bavuluna takıldı. Onu ben odasına götürmek istiyordum çünkü bir başkasının onun odasına girip onu o halde görmesini istemiyordum, her ne kadar kendime itiraf edemesem de onu deli gibi kıskanıyordum ve bu tavırlarım bundan dolayı idi.
Saçlarımı elimle dağıtırken ayaklandım. Hem ben onun için değil, bavulunu bırakmak için odasında bulunacaktım. Beni görürse eğer, bunu söyleyip işten paçayı sıyırabilirdim.
Bavulu elime alıp odamdan çıktım. Onunla aynı katta olmamızın verdiği avantaj ile kısa sürede odasına ulaştım. Neyse ki farkında olmadan onun oda kartını çıkarken yanıma almıştım ya da belki de beynim bana küçük bir oyun oynayarak farkına varmadan yanımda, odama götürmüştüm onu.
Odaya oldukça sessiz hareketlerle girdim. Bavulu yatağın yanına koydum ve birden yavaş adımlarla yürüyerek onu başında buldum kendimi, soluk alıp almadığını bilmez ve zamanın akışını hissetmezken...
Kapalı olan gözlerinin önüne dokunmaya kıyamadığım saçları dökülmüştü. Her zaman yaptığı gibi bacaklarını karnına çekip uyuyordu. Eğilip saçlarını önünden çekince kaskatı kesildim. Gözlerim ister istemez bileklerindeki kesiklere kaymıştı.
Atlas'ın sözleri bir davul gibi patladı kulaklarımda. Bu yaraların mimari bendim. Benim yüzümden olmuştu bunlar. İstesem de istemesem de benim yüzümden olmuştu.
Çenem ağrıyınca fark edebildim, sinirden çenemi kelepçe gibi sıktığımı. Elim çeneme gidip yavaş yavaş ağrıyan bölgeyi ovarken başının ucunda bulunan komodinin üzerine yaraları için krem koydum.
Derin bir nefes alırken şu an bulunduğum ve bulunduğumuz konum canımı yaktı. Şu an birlikte uyuyor olabilirdik ya da hoş bir sohbet eşliğinde gözlerimiz bir daha hiç ayrılmayacakmışcasına birbirine kenetlenebilirdi ama korku bir zehir gibiydi, vücuda bir kere yayıldı mı etkisi kolay kolay geçmezdi ve benim korkularım da kolay kolay geleceğe benzemiyordu.
Deli gibi korkuyordum yine onu bırakmaktan, yine onun yüzünden üzülmekten ve yine bir duvar misali olduğum yere çöküp bu sefer kalkamamaktan deli gibi korkuyordum ama gittiğimiz yol yol değildi. Bir şeyde bir hata yapıyorduk ve neresi olduğunu bilmiyorduk.
Daha fazla bu odada kalmamın bir anlamı olmadığını anlayınca odadan çıkıp kendi odama geçtim. İçimde yaşadığım bu duygu karmaşasından kurtulmak için ise işlerine dört elle sarıldım.
.......
Tuğkan: Yarım saat sonra karşı tarafın anlaşmasını konuşmak için yemek yiyeceğiz. Gelmeyi unutma.
Çağla'ya yemek ile ilgili detayları verecek zamanım yoktu ama saati de belirtmem gerekiyordu. Bu sakarlıkları yüzünden ona söyleyecek vakti bulamadım.
Sillage: Peki tamam. Başka diyeceğin bir şey var mı?
Tuğkan: Aslında var.
Bir anda düşünmeden yazdığım cümle ile yüzümü buruşturdum. Bundan sonra diyeceğim her şey saçma olacaktı, en iyisi başladığım işi bitirmekti. Hem Kısa süre sonra unutulacağını tahmin ediyordum.
Tuğkan: Yaralarına krem sürmeyi unutma. Kremi baş ucuna koydum.
Yazacağı şeyi beklerken stresten tırnaklarımı kemirmeye başladım. Onunla konuşurken ister istemez kendim ile çelişiyordum. Onunla konuşmak istemiyordum ama konuşurken buluyordum kendimi. Ona söylememe rağmen yine de yaptığım şeylerin listesi uzayıp gidiyordu ve en önemlisi beni bu hale getirebilen tek kişi oydu.
Sillage: Zahmet etmene gerek yoktu.
Kahretsin! Haklıydı ve benim buna bir cevabım yoktu. Öte yandan bana böyle davranması canımı yakıyordu ama bu hallerine söyleyebilecek tek bir mantıklı kelimem yoktu.
Derin bir nefes alıp hiddetle cevap yazdım.
Tuğkan: Gerek olup olmadığı için değil, yapmam gerektiği için yaptım Çağla. O an yardıma ihtiyacın vardı.
Sillage: Merak etme, her zaman yaralarımı kendim sardım. Yanımda kimse yoktu. Bu seferde yapabilirim.
Gözlerimi sıkıca yumdum. Her zaman etrafına duvarlar ördüğü için ona bir adım bile yaklaşamamıştım. Oysaki ne çok isterdim, kendine eziyet etmek için sarmadığı Yaralarına merhem olmayı...
Mesajına cevap verebilecek kadar kendimde değildim. Beş dakika kadar ekrana bakıp yazdığı her bir satırını aklıma kazımak istercesine tekrar tekrar okudum. Artık yazdıkları, noktasına kadar beynime kazınmıştı.
Eşyalarımı toplayıp terasa, masaya geçtim. Hava almak gerilen duygularıma ve vücuduma iyi gelebilirdi.
Masada oturup dosyalar ile ilgilenirken izleniliyormuş hissi ile birden başımı kaldırdım ve onunla göz göze gelince şaşırdım ama sonra Çağla yavaş hareketlerle masaya doğru yaklaşınca bu şaşkınlık duygusu bir sis misali dağılıp yok oldu.
Gözlerinin beyazı kıpkırmızıydı. Dudakları çatlamıştı, yorgunmuş gibi omuzları düşüktü. Ruhu bir cımbızla çekilmiş gibi bomboş gözlerle, benim gözlerim hariç her yere bakıyordu ama ben gözlerimi ondan alamıyordum.
En sonunda dayanamayıp,"Daha ne kadar ben yokmuşum gibi davranacaksın?" diye sorduğumda göz ucuyla bile bakmadı bana. Konuşmamın üzerine tek kelime dahi etmedi ama bu durum sinirimi bozmaya başlıyordu. İster istemez sinirle, "Neden cevap vermiyorsun? Hem sen ağladın mı?" diye sordum. Cevap vereceğinden şüpheliydim.
Masaya vurduğu kalemin ucu ile geçen her saniyeyi tek tek sayarak ondan bir cevap bekliyordum ama o susmayı tercih ediyordu.
"Çağla-" diye bu sefer biraz gürültüyle konuştum ama gelen Levent Bey ve Hande sayesinde konuşmam yarım kaldı.
Mecburen konuşmama devam etmedim ve ayağa kalkıp herkesle tanışarak tek tek tokalaştık. Kısa bir tanışma faslı geçti aramızda. Çağla tercümanlık yaparken ben dili bildiğim için sıkıntı çekmeden konuşabildim.
En sonunda, yemekler yenmiş anlaşma iki tarafında istediği doğrultuda bir sonuca ulaşmıştı. Bu beni rahatlatıyordu çünkü bu anlaşma imzalanmasaydı büyük bir gelir kaybı yaşayacaktık. Hem onlar da çalışmak için bu kadar kısa bir sürede bizim kadar iyi bir şirket bulamazlardı.
Levent Bey, masadaki ilgiyi üzerine çekmek için hafifçe öksürdü. Masada iş ile alakalı konuşulan sohbet son bulurken bütün ilgi ona yönelmişti. Ne söyleyeceğini düşünüyordum ve ben düşünürken Levent Bey konuşmaya başlar başlamaz dediklerini Çağla çeviriyordu.
"Bizimle çok ilgilendiniz. Bunun için minnettarız. Sizleri de Türkiyede, şirketimizde görmeyi çok isteriz." verilen bir aradan sonra konuşmaya devam etti.
"İş ortağım Tuğkan ile Kızım Hande'nin nişanına sizleri de bekliyoruz. Bu mutlu günümüzde bizi hem ziyaret edip hem de davete icabet ederseniz çok mutlu oluruz." başımdan kaynar suların döküldüğünü, bütün sinir hücrelerimin keskinleşerek havada uçan küçük bir toz tanesini bile hissettiğini düşündüm. Bu tam da Çağla bu masada iken konuşulmaması gereken bir konuydu ama ben buna engel olamamıştım.
Masada dolanan mavi gözlerim onun bir ay kadar güzel çehresine tırmandı. Gözleri dolu doluydu. İlk defa onu, benim yüzümden ağlayacak raddede görüyordum.
Bir yıldızın, gecenin sessiz karanlığında kaymasını diledim. Böylece Çağla'yı geri kazanmak için bir dilek tutabilirdim ama bizim için küçük bir yıldızdan daha fazlası gerekiyordu. |
0% |