Yeni Üyelik
56.
Bölüm

♡56. Bölüm♡

@mavii_bulutt345

"Gökten bir yıldız kayarsa beni de beraberinde götürmesini dileyecektim zira hayatımdaki bunca karmaşadan ancak böyle kurtulabilirdim."

 

"Seni yanlız bırakacağımı düşünmüyorsun değil mi?"

 

"Seni asla yalnız bırakmayacağım sillage."

 

"Sana söz veriyorum bu sefer olmayacak. Buna izin vermeyeceğim."

 

Yaklaşık yarım saattir, Tuğkan başımda bunları söylüyordu. Yorgun olmama ve gece olduğu için etraftaki ışıktan sıyrılan karanlığa rağmen hastanenin bahçesinde dolanıyordum. Bir umut peşimi bırakmasını, kafamı dinleyecek zamanı bulmayı istiyordum ama zırt pırt konuşması ve bir gölge misali peşimden gelmesi buna izin vermiyordu.

 

"Daha ne kadar peşimde dolanacaksın?" Yorgunca konuşup karşısında durdum. Şu an istediğim tek şey battaniyenin altına kıvrılıp uyumaktı. Buna bedenen ve ruhen çok ihtiyacım vardı.

 

"Beni dinleyene kadar," dediğinde ofladım. Sabahtan beri onu yapıyorum zaten.

 

"Seni zaten yaklaşık bir saattir dinliyorum Tuğkan. Sözlerinin noktası, virgülüne kadar ezberledim. Bu yetmez mi?" bıkkınca konuşmamın üzerine sadece yarım ağız gülümsedi.

 

"Sen beni mi dinliyorsun?" diye tatlı tatlı konuştu. Şu an ki durumumuz olmasaydı belki yanaklarını kızartana kadar sıkabilirdim ama şartlar ve zamanı uygun değildi buna.

 

"Dalga mı geçiyorsun benimle?" hafif bir kızgınlık ile, bu durumdan son derece rahatsız olduğumu ona belli etmek istedim ama onda bir etki etmediğim aşikardı.

 

Ellerini ceplerine koyup sırıttı. "Hayır, hoşuma gidiyor. Beni dinliyor olman." dediğine gözlerime devirdim.

 

"Aslında seni dinlemiyorum," kollarımı önümde bağladım. "Sen konuşunca 'mecburen' dinlemiş bulunuyorum," madem beni sinir etmenin binbir türlü yolunu buluyordu. Ben de onu sinir edebilirdim.

 

"Bu beni dinlediğin gerçeğini değiştirmiyor sillage."

 

Omzumu silkeledim. Keyiften dört köşe oluyordu ama istediğini düşünebilirdi, düşüncelerini değiştiremezdim.

 

Ben adım atacağım zaman önüme geçti. Soran gözlerle bakıp hafifçe ne olduğunu sorarcasına başımı salladım.

 

"Yorgun musun? Habire yürüyüp duruyorsun. Ameliyat felan olmadın ama bu kadar da ayakta durman bedenine iyi gelmeyebilir. İstersen yukarı çıkalım?" ona kızgın olsam da ben de bir insandım ve beni düşünüyor olması kendimi değerli hissetmeme neden oluyordu. Mutlu olmuştum, bunları sorarak beni düşündüğünü iliklerime kadar hissettirdiği için ama ona galip gelmeyecektim.

 

"Beni düşünme, ben iyiyim," diyerek soğukça konuştum. Gözlerinde apaçık bir şekilde bu tavırlarım ve konuşmalarımdan kırıldığını anladım ama ben de en az onun kadar kırılmıştım, şimdi sıra ondaydı.

 

"Ne demek beni düşünme? Ben sevdiğim kadını düşünmeyeceğim de kimi düşüneceğim?" sesi sertti. Nefesi yüzüme çarpıyor, burnumu gıdıklıyordu. Aramızdaki mesafeyi bir adım atarak sıfıra indirmişti.

 

Aramızdaki yaklaşık yedi santimlik mesafe yüzünden başımı hafifçe yukarı kaydırdım. Küçükken bir çok kez yüzüne yakın durmuştum. Hatta o, bana gıcıklık olsun diye yıktığı kulelerimi ağlıyorum diye tekrar yaparken büyük bir özenle onu seyretmiştim ama şimdi farklıydı. O zamanlar, Çocuk olduğum için masum ve zararsız duygular dolanıyordu içimde ama şimdi farklıydı. Çok farklıydı. Ona sarılmak ve ruhumu ona yaslamak istiyordum, bu ise tamamen iç güdüseldi.

 

Aramızda çıt çıkmıyordu. İkimiz de zaman bizim için durmuş gibi hastanenin önünde yüzümüze biraz olsun vuran ışığın altında kilitlenmiş gibi birbirimize bakıyorduk.

 

Ortamın duygu yoğunluğu benden çok Tuğkan'ı etkilemiş görünüyordu zira ilk hareket ondan geldi. Eli, belimi sararken ürperdim ama hareket etmedim. Beynim deli gibi buradan uzaklaşmamı ve ona karşı oluşturduğum dik duruşu bozmamamı söylüyordu ama kalbim şu anın bozulmasını istemiyordu öte yandan adım atmaya bile mecalim yoktu, ona yaslanmak bana iyi gelmişti.

 

Dudaklarını dudaklarıma yaklaştırırken nefesimi tuttum. Tuğkan, gerçekten Hande ile evlenmeyecekti. Benimle bu kadar yakın olup duygularımla da oynayacak biri değildi ve ben yaşayacağım ilklerin Tuğkan ile olmasını istiyordum. Tıpkı onun gibi benim de evlenmek istedğim tek kişi oydu. Ondan başkası olamazdı.

 

Dudaklarımızın arasında milim kadar bir fark kala, "Yanlış zamanlama!" diye utanç ile bağıran ince ses ile refleks olarak bir adım geriye çekildim. Tuğkan daha deminki anın bozulmasından ötürü rahatsız olduğunu homurdanarak belli etti.

 

Hande, arkasını döndüğü yetmiyormuş gibi elleriyle yüzünü kapatmıştı. "Bozdun anı zaten, dön arkanı," diyen Tuğkan yüzünü asıyordu. Ona uyaran gözlerle baktım ama omzunu silkerek bana bir nevi cevap verdi.

 

"Şey... siz devam edin işinize. Ben yokmuşum gibi davranın." küçük bir çocuk gibi masum masum konuşan Hande kıpırdamıyordu.

 

"Neden geldin?" diye sordum. Buraya kadar geldiyse önemli bir şey olmalıydı yoksa Tuğkan'ı arayabilirdi. Bunu düşününce onda numarasının olup olmadığını merak ettim. İkisi numaralarını birbirlerine verecek kadar yakın mıydılar acaba?

 

"Ben... telefonun çaldı da. Önemlidir diye getirmek istedim," dedikten sonra elindeki telefonumu arkasını dönmeden bana uzattı. Alırken koluna dokundum. "Dön artık arkanı."

 

"Sonuç olarak hiçbir şey yapmıyoruz ama beş dakika sonra gelseydin belki olabilirdi," Tuğkan benim cümlemi bitirmeme izin vermeden bunları söyleyince gözlerimi devirdim.

 

"Ya ben ne bileyim sizin hastanede şey yapacağınızı." arkasını dönsede bize bakmıyordu.

 

"Kim aramış?" diye sordum, bu sorum ortamın havasını değiştirmek içindi. "Bilmiyorum, üzerinde isim yazmıyordu ama Türkiyeden aramışlar, " sorumu bu şekilde cevaplayınca son aramalardan beni arayan numarayı buldum. Beni arayabilecek tek kişi halamdı. O değilse beni arayan da kimdi?

 

Numarayı arayıp telefonu kulağıma dayadım. İkinci çalıştay açılan telefonla birlikte, "Alo?" dedim.

 

"Merhaba, Çağla Demir ile mi görüşüyorum," Tuğkan dibimde olduğu için konuşmaları duyuyordu. Kaşlarını çattığı için alnı kırıştı.

 

"Evet, buyurun benim," dememin ardından arayan kişi kim olduğunu bana beyan etti. Polisin beni neden aradığını anlamadığım gibi benimle ne yapacağını da bilmiyordum. Tuğkan daha iyi duyabilmek için bana yaklaşınca bir şe söyleyemedim.

 

"Babanızın adı, Hamdi Demir mi?"

 

"Evet, bir sorun mu var memur Bey? Ben bir şey anlamıyorum. Beni aramanızın babam ile ne ilgisi var?"

 

"Babanız bugün bir kaza geçirdi. Hastaneye kaldırıldı ama kendisi hayatını kaybetti. Yakını olarak siz ve kız kardeşi bulunuyor. Bu yüzden de sizi aramak durumunda kaldık. Başınız sağ olsun."

 

Evet, babam bir alkolikti. Bana bu yaşıma kadar bir hayrı dokunmamış bana daha köstek olmuştu ama neticede babamdı. Ona üzülmüyordum ama ölmesine sevinecek de değildim.

 

"Anlıyorum," diyebildim sadece. Ağzımdan, boğazıma bıçak dayasalar tek bir nefes bile çıkamazdı.

 

"En kısa sürede cenazenizi alın Çağla Hanım. Sizi böyle bir halde üzmek istemezdim ama benim de elimden bir şey gelmiyor. İyi günler. " kapanan telefonu Tuğkan elimden almasa yere düşecekti. Elini belime koyup bedenini bedenime yasladı. Beni de beraberinde yürütüp bir banka oturmaya yardım etti.

 

Tuğkan babamın nasıl biri olduğunu ya da benim babama olan yakınlık derecemi bildiği için üzülmüyordu ama Hande onun aksine üzülmüştü.

 

Başımı Tuğkan'ın omzuna yasladığımda o da başını başıma yasladı. "Gidecek misin?" sorusu düşündürdü beni ama gidecektim. Son görevim buydu. Bundan sonra hayatımda olmayacağı için beni üzemezdi.

 

"Gideceğim," diyerek mırıldandım. Halam gider miydi bilmiyordum. Benden başka kim onun cenazesine giderdi bilmiyorum ama ben ne olursa olsun gitmeliydim.

 

Gözlerimi yukarıya diktim. Yavaş yavaş gözlerim yorgunluğundan ötürü kapandı kapanacak raddeye gelirken gökten bir yıldız kayarsa beni de beraberinde götürmesini dileyecektim zira hayatımdaki bunca karmaşadan ancak böyle kurtulabilirdim.

Loading...
0%