Yeni Üyelik
47.
Bölüm

47. Bölüm

@mavperikal

 

(47) İgnis Sığınağı

 

 

Homurdanan dev bir çocuk gibi yeniden koca pençelerini su atmak için kaldırdı. Pearlynine de boş durmayıp onu ıslattı. Ancak rüyalarımda göreceğim bu garip durumu yaşarken kahkahalar içinde gülüyordum. Ama sonra gözlerimi kapatıp açtığım o kısa süre içinde çok garip bir şey oldu. Daha önce çeşmenin içinde gördüğüm iki gözü de farklı renk olan adam, denizin içinden yine bana bakıyordu.

 

 

Turuncu ve mavi gözleri ilginç bir manzara seyreder gibi bizi izlerken panikle yerimde hareket ettim. O sırada rüzgarda hırpalanmaya daha fazla dayanamayan zambaklardan biri saçlarımdan ayrıldı ve dönerek suya doğru düştü. Sadece bir an sonra beyaz saçlı adam zambağı yakaladı ve kadeh tokuşturur gibi şerefine dercesine havaya, bana doğru kaldırdı. Denizin içinde hızla hareket ettiği için uzun kuyruğu dalgalar halinde gözüküyordu, gümüş pullarını buradan bile seçebiliyordum. Hâlâ uçtuğumuz için hızla oradan uzaklaştık ve bu denizerkeğini benden başka fark eden olmadı.

 

 

İki dağın arasından sakin bir şekilde yukarı doğru uçtuk ve keskin bir uçurumun başında durduk. Turuncu siyah kocaman bir bayrak kazananın biz olduğunu belli eder gibi dalgalanıyordu. İleride bir ateş yakılmış ve birkaç büyük baş ateşin içinde çevriliyordu. Diğer ejderhalar ve binicileri bizden oldukça önce gelmişlerdi demek.

 

 

Kutlama derken böyle bir şey olduğunu düşünmemiştim. Yırtıcı bir leopar gibi etin başında bekleyip hunharca yemekten bahsediyorum elbette. Nereye baktığımı gören Alex beni kucaklayıp ejderhadan inmeme yardımcı oldu. "Onlar bizim için değil, bu koca adamların ödülü. Bugün oldukça iyi iş çıkardılar."

 

 

"Rahatladım, açıkçası sırayla geçip hayvanın üzerinden birer but yiyeceğiz diye korkmuştum." Keyifli ve kısık bir kahkaha attıktan sonra beni köşedeki mağaranın içine götürdü. Dışarıdan hiçbir amacı olmayan bir taş gibi görünse de içerisi beş yıldızlı bir otel gibiydi. Köşede kocaman bir jakuzi bile vardı. Şerefimize düzenlenmiş büyük bir ziyafet masası, mağaranın yüksek tavanını ikiye bölen tırmanma ipi ve üst kat olarak gözüken asma yatak ve daha niceleri.

 

 

"Her grubun kendine özel gizli alanları bulunur, bizimkilerden birisi bu ama yine bütün ignisler bilmez. Burayı takımla birkaç yıl önce bizzat kendimiz hazırladık," derken ağzına art arda iki üzüm tanesi attı.

 

 

"Bir mağaranın içinde bunun olduğunu kimse bilemez, iniş yapana kadar bir dağdan ibaret olduğunu sanıyordum." Başını sallayarak onayladı. Masadaki renkli şeyler dikkatimi çektiğinde tabağı eliyle itekledi.

 

 

"Bunlar senin için sağlıklı değil, yemesen iyi olur."

 

 

"Çok güzel gözüküyordu ama?"

 

 

"Daha güzellerine gidelim gel," deyip elimden tutup çekerek ziyafet masasının diğer ucuna götürdü. Ekibin tamamı gülüşerek içeri girdiğinde bazıları birbirini yumrukluyordu. İlginç bir sevinme ve anlayış stili olsa da ilk kez görüyormuş gibi davranmadım.

 

 

Zeytin gözlü Olivia yan sandalyeme geçerken yanağımı öptü. "Bebeğinin uğuru her zaman üzerimde olsun lütfen." Gülümsedim ve ona sarıldım. Uzun ve kabarık kıvırcık saçlarını maçtan dolayı sıkı bir örgü yapmıştı ve ehlileşen saçlarıyla daha çocuksu görünüyordu. Yanında getirdiği kişiyi kuzeni olarak tanıtmıştı. Victor gözüktüğü gibi soğuk bir tipti. O kadar kahkaha arasında bir kez bile doyasıya gülmedi. Iva, Tina, Martin, Blake ve Oscar da samimi insanlardı. Bazılarının bana duruşu oldukça resmiydi, işin bu kısmında geçmişi göremediğim için ne yazık ki bir şey yapamadım. On altı kişilik kalabalık grubumuz keyifle yemek yedikten sonra dışarıya ateşin başına geçtik.

 

 

Ateşte ağır ağır pişmesi yerine ejderhalar bir araya gelip alevlerini püstürüp kendi büyük başlarını yerken keyif aldığımı fark ettim. Doğanın döngüsü buydu işte birileri, birilerini yiyecek ve besin zinciri kırılmayacaktı.

 

 

Bu tepede rüzgar yoğun olmasına rağmen etrafta bu kadar ignis olduğu için ateş asla sönmedi. Biz ise sevgi dolu bir karı koca gibi bir köşede sarılarak onlara uyum sağladık. Bunun olmasını hiç istemesem de mecburdum. Bu bağlılığın iyi bir yere gitmeyeceğini görmek için medyum olmaya gerek yoktu.

 

 

Bir anda üzerini çıkaran Martin bağırarak köşeye doğru koşmaya başladı. Tedirgin gözlerimle Alex'e baktığımda bana göz kırptı ve bir sorun olmadığını aktardı. "Yamaç dalışı," diye coşkulu bir şekilde üzerini soyunanlar ben daha bunun gerçekliğini sorgulayamadan dağın kıyısından aşağı atlamaya başladılar. Soluğumu tutarak onları izlerken havaya doğru gönderdikleri ateşten semboller sayesinde gerçekten bir sorun olmadığını anladım.

 

 

Oscar kurtardığı toplarla övünmek ister gibi havaya ateşle bir kale ve top çizip atlamıştı. "Sen neden atlamıyorsun Harvey?" Tina kısa sarı saçlarıyla bize bakarak dalgaya alır gibi konuşunca ne yapacağımı bilemedim. Bu gerçek bir duygu muydu yoksa laf sokmak için mi yapılmıştı? Alex beni daha çok kendine çekerken "Bugün karımın yanından bir saniye ayrılasım yok," deyip saçlarımın üzerinden öptü.

 

 

Tina ve Iva buna kahkaha attı. "Sen de iyice hanımcı oldun? Hamile karın atlayamayacak diye sakınıyorsun anlamadık sanma." Ardından üzerindeki formayı çıkarıp el ele tutuşarak ve tabii çığlık atarak atladılar. Çok eğlendikleri ne emindim.

 

 

"Sen onlara bakma bebeğim, hamile olmanın kutsallığını anlamayan bu konuda olgunluğa erişemez." Düşen moralimi fark eden Olivia gözlerini bana dikip sakin bir ses tonuyla konuştu. Ona elimden geldiğince gülümsedim.

 

 

"İstersen sen de atla, eğlenceli gibi duruyor."

 

 

"Seni burada bırakıp atlayamam Lilium."

 

 

"Korunmaya muhtaç bir bebek değilim."

 

 

Sıkıntılı bir nefes verdi. "Elbette değilsin ama bir dağın yamacındayız, ejderhaya binme eğitimin ve en önemlisi büyü gücün yok. Tartışmak istemiyorum, burada birlikte geldik ve yine birlikte ayrılacağız."

 

 

"Tamam," dediğim an şaşkınlıkla bana baktı.

 

 

"Nasıl yani sadece tamam mı?"

 

 

"Evet, tamam. Söylediklerin çok mantıklı canımı sokakta bulmadım elbette. Ben sadece arkadaşlarından geri kalma diye teklif etmiştim."

 

 

"Kibar bir zambak," deyip gülümsedi ve bir daha bu konuyu açmadık. Geri kalan zamanda diğerleri ejderhaları tarafından yeniden dağın kıyısına getirildi ve dans ederek eğlendiler. Aklıma gelen soruyla Alex'e doğu yaklaştım. "Ejderhalar sadece ignislere özgü değil mi?"

 

 

Sorumla birlikte dudakları keyifle kıvrıldı. "Detayları yakalamana bayılıyorum. Aquaların elbette onları seçen ejderhaları yok ama bu bir spor isteyen bu eğitimi alıp takıma giriyor. Tıpkı insanlar gibi, ejderhalar içinde aynı kural geçerli. Bu sporda oynamak isteyenler bildiriyor ve aralarında kurallara uygun olarak seçiyorlar. Onun dışında bir bağları yok."

 

 

"Anladım, mantıklı bir hamle. Peki hava grubuna ait olanlar?"

 

 

"Onların kendi arasında oynadığı oyunlar var ama bu tür müsabakalarda ejderha kullanılıyor. Anka kuşları ateş püskürtemediği için adil bir yarışma olmaz. İkisinin hızı aynı değil."

 

 

"Sizin anka kuşlarıyla yarıştığınız oluyor mu?"

 

 

"Ankalar bana hitap eden yaratıklar değiller. Tercih edenler elbette oynuyor ama resmi olarak değil kendi aralarında."

 

 

"Gazozuna maç gibi yani?"

 

"Ne?"

 

 

"Bizim oralarda kendi aralarında maç yapanlara amatör denilir. Kaybeden takım kazanana gazoz alır falan."

 

 

"Neden gazoz?"

 

 

"Onu seviyorlar demek ki," deyip gülümsedim yapacak başka bir açıklamam yoktu. Olivia dans etmek için kaldırırken üzerime büyük bir canlılık geldi. Kulağıma fısıldanan müziği daha önce hiçbir yerde duymamıştım çünkü esen rüzgarı ateşle harmanlayıp muazzam bir melodi çıkarıyorlardı. Gerçek sihir buydu, ruhum hareket etme arzusuyla solup taşarken kendi kendime sallanmaya başladım. Çünkü ben bir dansçıydım müziği duymama gerek yok hissetmem yeterdi. Belki de gerçekten böyle bir müzik yoktu ve kendi zihnimde kendim çalıyordum.

 

 

Valerinin bedenini esnetmek kolay olmadı, bir alfa kızı olduğu için belki de yere düşen çöpünü almak için bile eğilmemiş olabilirdi. Tüm gün spor yapsam bile onu şu an istediğim mertebeye ulaştıramazdım. Açıkçası bedenine bu iyiliği yapmak istiyor muydum şaibeliydi. Yine de doğum için spor yapmak mantıklı bir seçenekti. Eğer geri dönerse bebek için iyilik yaptım diye kendimi kandırabilirdim, dönmezse bizzat kendim için çabalamış olurdum.

 

 

"Bu kadar güzel dans ettiğini bilmiyordum. Tek başıma böyle figürler sergilemek kolay değil, yaşıyor gibisin."

 

 

"Yaşıyorum," dedim gözlerinin içine bakarak ve anında burnumun direği sızladı. Ardından gözlerim doldu ve yeniden "Yaşıyorum," diye fısıldadım. İlk sağ gözümden aktı yaş sonra sol... Elimi tutan Olivia hüznüme ortak olmak ister gibi dans etti benimle, dansın ortasında sarıldı, kendimi iyi hissetmem için elimden geleni yaptı. Sonra serbest bıraktı, Alex haricinde bizi gören olduğunu sanmıyordum. O da gözlerimden dökülen damlaları görünce elindeki bardağı tepesine dikip bitirdi. Dansı hiç hüzünlenmemiş gibi gülümseyerk bitirip selam verdim ve yandaki şişeden çok susadığım için üç bardak su içtim. Hissettiğim, bebeğin bedenimdeki her zerreyi sünger gibi emdiğiydi. Yediğim tatlıdan sonra kımıldanmasını hissettim.

 

 

Sona doğru uçurumun uzun kıyısında herkes bir köşeye çekilip yorgunluğunu atarken biz de ateşin az uzağında sarılmış sessizce oturuyorduk. Yanına geldiğimde gözlerini bir an kaçırdıktan sonra saçlarımı yeniden öptü ve o andan sonra başka bir demedi.

 

Loading...
0%