Yeni Üyelik
52.
Bölüm

52. Bölüm

@mavperikal

(52) Çift Başlı Yılan

 

 

 

"Bu konu hakkında ufak bir bilgisi dahi olan gelip bildirmezse, cezalandırılacaktır." Son sözleri söyleyen kraliçe sert bakışlarını üzerimizde şöyle bir gezdirdi ve kralla birlikte anında yok oldu. Geriye tüm kalbiyle suçluluk hisseden ben ve ortağım Alexander kaldı...

 

Profesör Mara'yla göz göze geldikten sonra birbirimize gülümsedik ve oradan ayrıldık. Diğerleri faytonla dönerken biz Pearlynine ile yolculuğu seçmiştik. Beni gördüğüne seviniyor mu yoksa üzerine bir yük daha aldığı için gıcık mı kapıyor emin değildim.

 

Hakaret kabul ederim. Bir at bile iki kişiyi rahatlıkla taşırken sen bir ejderha için ancak sinek kadar ağırlık yaparsın.

 

"Sağ ol Greinner içimi rahatlattın."

 

Rica ederim. Hâlâ benimle yolculuk yapmamaya kararlı mısın? Greinner taşımacılık hizmetinizde.

 

"Ejderhanın şaka yapanı da bana denk geldi sanırım." deyip gülümsedim. "Sorun sende değil bende desem çok mu klişe olurdu?" Cevap olarak zihnime gürledi. Bu anlarda beni pek kâle almıyor gibi hissediyordum. "Dengemi kaybedersem metrelerce aşağı çakılırım. Ah, bir de korumam gereken bir bebek var tabii."

 

Yine bir sinek olduğunu vurgulasam bozulur musun? Çünkü sen daha düştüğünü anlamadan bir sinek gibi yakalarım seni.

 

"Velev ki ben sineğim ve sana bir ağırlığım olmuyor, nasıl hissedeceksin?"

 

Ne olur bana bu kadar aptal olmadığını söyle? Canlın olmasam bile üzerimde olduğunu unutacak değilim.

 

"Gittikçe özgüvenimi düşünüyorsun zihnimden çık. Güven kolay inşa edilen bir şey değil," diyerek homurdandım ve sanki burnundan soluduğu tüm nefesi hissetmiş gibi de irkildim. Kural bir: bir ejderhayı kızdırma, kendi canlın bile olsa.

 

Pearlynine'nın beyaz sert derisi eşliğinde yolculuk ederken semer adlı icattan haberleri olup olmadığını düşündüm. Gerçi bir ejderhaya semer takmak gurur zedeleyici ve karizma çizici bir hareket olurdu. Hakaret olarak algılamaması için tek kelime bile etmedim ve Greinner duymasın diye derhal başka şeyler düşündüm. Mesela rüyam? Hayır hayır o değil. O zaman aptal Scarlett'in aynı elbiseyi giymesini düşünebilirim. Evet bu öfkemi diri tutmaya yargımcı olur.

 

Malikaneye girene kadar Alex'in tek kelime etmemesi ilgimi çekse de ona uyarak ben de konuşmadım. Pembe gökyüzü altında hayranlıkla her yere bakmakla meşgul olmak o an için yapılacak en iyi şeydi. Alex odaya doğru çıkarken ben merdiven boşluğundan -bunu ilk kez yaparak- "Ella?" diye bağırdım. Arkasını dönüp şaşıran Alex konuyu anlamış gibi nefes verip yürümeye devam etti ve beni baş başa bıraktı.

 

Ella merdivenleri hızla çıkıp yanıma gelirken telaşlıydı. "Bir şey mi oldu efendim?"

 

Kollarımı birbirine bağlayıp cevapladım. "Evet bir şey oldu. Bil bakalım kutlama gecesinde kim salına salına benim elbiseme çok benzer bir elbiseyle içeri girdi?"

 

Bakışlarındaki tedirginlik artarken gözlerini kaçırmasını yakaladım. "Kim efendim?"

 

"Mor saçlarıyla cadıya benzeyen Scarlett! Bu elbiseyi sen getirdiğine göre bu nasıl oldu anlatmak ister misin?" Normalde kafama takmayacağım bir konuydu ama bu kız normal bir konu değildi. İşin içinde nelerin olduğunu merak ediyordum.

 

"Efendim çok üzgünüm, o ve arkadaşları elbiseyi hazır eden kumaşçının önünde saçma ve gereksiz konuşuyorlardı. Sizin hakkınızda yalan yanlış atıp tutunca dayanamadım ve onlara cevap verdim. Yardımcınız olduğum için beni bilerek kışkırttılar. Aslında sizin aranızın sandıkları gibi berbat olmadığını ve alfa eşinizin sizin için özenle tasarladığı elbiseyi almaya geldiğimi duyunca bozuldular. Ben de üzülerek söylüyorum ki bundan mutlu oldum. İyi bir şey yaptığımı sanmıştım ama elbisenin benzerinden tasarlatacağını bilemezdim. Sevgili Valeri, lütfen affedin." Sözleri biter bitmez ellerime sarılınca neye uğradığımı şaşırdım. Alex bunu benim için tasarlatmıştı, Scarlett etrafta dedikodumuzu yapıyordu ve Alex'te gözü olduğunu tasarım elbiseden bir tane daha yaptırarak daha da açık ediyordu. Sanki şey gibi, metres... Kendine yol yapmaya şimdiden başlamıştı kaltak!

 

Sakinleşmek için derin bir nefes aldım ve hala ellerimi tutan kadına baktım. "Sorun değil Ella, senin hatan değildi üzülme. Sadece nasıl olduğunu merak etmiştim."

 

"Kızmadınız mı efendim?"

 

"Kızmadım, bu masum gözlere nasıl kızılır ki?" Gülümsemem karşısında şaşırıp kalırken ben çoktan merdivenleri çıkmaya başlamıştım. Alex ben gelene kadar günlük kombinlerine geçmişti.

 

"İstersen sen de üzerini değiştir."

 

"Bir yere mi gidiyoruz?"

 

Pencerenin önünde her zaman oturduğum koltuğa yaslandı ve bacak bacak üzerine attı. "Evet gidip aşerdiğin şu meyveyi bulalım ve tadına bakalım." Sevinçten gözlerim neden doldu bilmezken hızla başımı salladım. Dolabını açtığımda bu saçma elbiselerden çok sıkıldığımı fark ettim. Siyah deriye benzer bir tayt ve yine siyah üstten düğmeleri olan kayık kaya bir bluz giydim. Bu kıyafetlerin önceden burada olmadığına yemin edebilirdim. Banyonun aynasında kendime son kez baktıktan sonra içeri girdim.

 

Alex'in bakışları tıpkı tasarlattığı elbisesini giydiğim an gibi parladı. "Bunları sen aldın değil mi?"

 

"Yakışmış. Pantolon ve kazak giydiğinden bahsetmiştin ve ben de biraz daha buraya uygun şeyler haline getirdim. Soğuk havalarda forma taytlarınız daha uzun olur."

 

"Bilgi için teşekkürler, çok iyi bir tercih olmuş." Taytın bel kısmındaki bolluğu fark etmiş ve sevinmiştim. Hem beni hem de bebeğini düşünüyordu. Zavallı yavrucağın içeride sıkışıp kalmasını istemezdim.

 

Yanıma gelip parmak uçları açık bir eldiven giydirdi. "Gideceğimiz yerin hava koşulları aynı olmayabilir," dedikten sonra bir de gözlük ve pelerin taktı. Kimseye haber vermeden malikaneden çıkıp arka alanda bizi bekleyen ejderhaların yanına gittik.

 

Benimle gelmemek konusunda ısrarlı mısın Lily?

 

Gözlerimi kaçırıp pıtı pıtı adımlarla Alex'in arkasından gittiğimde neredeyse çarpacaktım. Annesini takip eden yavru ördek gibi göründüğüme emindim.

 

"Seni sıkıştırıyor mu?" Sorusuyla birlikte Alex'e baktım. Yüzümdeki afallamayı görünce gülümsedi. "Ondan korkmana gerek yok, zararlı olduğu için değil daha güvenli olacağı için benimle gelmeni istiyorum."

 

"Korkmuyorum, kesinlikle haklısın."

 

"Her şey yolundaysa binelim o halde. Bu defa kendin çıkmanı istiyorum. Bir dağa tırmanır gibi şuralardaki çıkıntıları kullanacaksın." Ona sorar gözlerle baktım. Tedirginlikten dilimi yutmuş olmalıydım. "Kucağıma almamı mı tercih edersin?"

 

"Hayır!" Arkamdan çıkardığı erkeksi kıkırtıyı duysam da bir şey demedim. Bizi görmesinler diye ateşin ince bir tabakasıyla etrafımızı sarmıştı. Bir gözetleyen varsa şayet müstehcen şeyler yaptığımızı düşünebilirdi, bu fikirle birlikte yanaklarım kızardı. Odası bu cepheye bakanlar kimlerdi bilmiyorum ama riske atmaya değmezdi. "Korkma ben burada olacağım, tökezlediğin an seni tutarım." Nasıl tutacağını sormadım elbette ateşten büyülü bir el bile yapabilirdi.

 

Kendime bile inanamayacağım şekilde kolay çıkıyordum. Belki de Valeri'nin bedensel faaliyetleri aktifleşiyordu. Zaten çıkıntılar dediği gibi tırmanmaya yardımcı oluyordu. Ancak boyun kısmına ayağımı atacağım zaman diğer ayağım kaydı ve ufak bir çığlık attım. Ardımdan hangi ara tırmandığını bilmediğim Alex baldırımı kavrayarak beni sabitledi ve arkama yerleşti. Derin bir nefes verirken "İlkine göre gayet başarılıydı," dedi.

 

"Evet, harikaydı ter attım."

 

"Tamam numaracı, vızırdanma."

 

"Şimdi de arı mı oldum?"

 

"Susma hakkımı kullanıyorum," deyip beni iyice yerleştirince sırtım gövdesine geldi. Sırtındaki gedikler yüzünden daha fazla ayrılamıyorduk. Belki de bir dahakine Greinner'a binmeyi tercih etmeliydim.

 

Uçuş git gide rüzgarlı bir hal alırken üzerime giydiğim pelerin için teşekkür ettim. Yoksa kemiklerimin titrememesi mucize olurdu. Küçük bir dereyi geçtik, ardından dağların üzerini ve kalabalık bir ormanı aştık. Ejderhasız buraya gelmek belki de günler sürerdi. Basillan hava yolları...

 

Nihayet ejderhalar alçalmaya başladığında derin bir nefes verdim.

 

Bundan sonrasını bizsiz devam edeceksiniz. Yeraltı tünelinden geçmeniz gerekiyor.

 

"Tünel de nereden çıktı?"

 

Kolay bir isteğin olmuyor ki? Bulunması en zor meyveyi istemişsin.

 

Greinner'a gözlerimi devirerek bindiğim gibi Pearlynine'ın sırtından indim. Onları orada bırakıp ormanın derinliklerine ilerlemeye başladık. "Havanın aydınlık olması şansımıza mı?"

 

"Hiç fark etmez."

 

"Neden kendimizi tehlikeli bir şey yapıyor gibi hissediyorum."

 

"Kadınların altıncı hislerine saygım sonsuzdur."

 

"Doğru düzgün cevap versene!" Sesim biraz yükseldiğinde başını çevirip bana baktı.

 

"Hatırladığım kadarıyla bu yol üzerinde bir ağaçtan giriş yapacağız. Seni tedirgin etmek istemediğim için konuşmamayı seçtim. Tehlikeliyse neden beni getirdin diye sorarsan bu meyveyi cebime koyup öylece taşıyamam, en azından ben taşıyamam. Bizzat dalından yemelisin."

 

"Anlaşıldı, sağ ol."

 

Dediği ağacın yanına geldiğimizde kabuklarını saymaya başlayarak garip bir görüntü sundu. En sonunda doğru yere gelmiş olacak ki elini ağaca bastırdı. Ağaç, bir tuğla gibi önümüze bir duvar çıkarınca şaşırdım. Vay canına aslında gerçek bir ağaç bile sayılmazmış.

 

"Bunu herkes yapabiliyor mu?"

 

"Hayır, unuttun mu ben alfayım."

 

"Aman aman iyi ki bir alfasın, sabah hayıflanıyordun şimdi böbürleniyorsun," derken söylenmeme sırıttı. Gizli duvarın içinden geçip bambaşka bir ormana adım attık. Burası sanki farklı bir evren gibiydi, öyle ki başka varlıkların olduğundan bile emindim. Renkleri daha canlı ve nasıl desem masalsı duruyordu. Her yanı saran renk renk çiçekler, kocaman yaprakları olan salkımlı ağaçlar, çeşit çeşit böceğe ev sahipliği yapan sarmaşıklar ve küme halinde sıralanmış mantarlar. İyi bir çocuk olmuşsam belki şirinleri bile görebilirdim. Bu düşünceye gülümseyerek yaklaştım.

 

"Umarım zehirli olduğu kabak gibi belli olan mantarlara dokunmaya gitmiyorsundur."

 

Tamam, şirinler iptal. Samimiyetsiz bir şekilde gülüp devam ettim. Sivri dilli bitkiler bile gördüğüm bu yerin sandığım kadar masum olmadığını anlamıştım. Nihayet rengarenk ağaçlarla dolu bir alana geldiğimizde pembe olan ağacın önünde durduk. "İşte aradığımız liçi meyvesi bu ağaçta."

 

Pembe dallarında top top duran yaprakları özenle biçilmiş gibiydi. "E hani ben meyve falan göremiyorum," diyerek elimi yapraklarına uzattığım an duyduğum tıslama sesiyle hareketsiz kaldım. Ağacın içinden dolanıp gelen yılanla burun buruna geldiğimde geriye gidecek mecalim bile kalmamıştı çünkü yılan iki başlıydı...

 

Loading...
0%