Yeni Üyelik
57.
Bölüm

57. Bölüm

@mavperikal

(57) Kafatası Ağacı

 

 

Şahmaran'ın neden özellikle beni istediği belliydi.

 

Alex ben araya kalkan çektikten saniyeler sonra kendine geldiğinde ne yaptığımızı anlamlandırmadı. "Ne oluyor?"

 

"Koş ruhumu koklamak istiyormuş."

 

"Ne?"

 

"Koş!"

 

Alex arkaya doğru baktıktan sonra büyü yapma zahmetine girdi ve mağaranın taşları peşimizden büzülüp sıkıştı. Ondan uzaklaştıkça büyü gücü yerine geliyor olmalıydı. "O kalkanı yapabilmen harika. Bir toprak canlısı olduğu için su ve ateşi zaten geçemez ama..."

 

"Alex sence çene çalacak durumda mıyız çıkalım şu soktuğumun mağarasından! Beni sonra da översin çok yoruldum."

 

"Haklısın terbiyesiz insanoğlu." Bir anda beni geçip önüme eğildi. Bana zaman kaybettirdiği için yeni bir küfre hazırlanırken "Atla," demesini beklememiştim.

 

"Ne?"

 

"Sırtıma bin Lilium. Yoruldum demedin mi? Mağaranın kalanını ben götüreceğim." Tanrım buna gerçekten ihtiyacım vardı, nefes nefese kalmaktan ciğerlerim şişmişti. Kollarımı boynuna dolayıp bacaklarımla belini sardığım an sanki ben ona ağırlık yapmıyormuşum gibi koşmaya başladı. Alfa olmak ona güzel bir idman katıyordu. Başımı sırtına yaslayıp gözlerimi kapattım ve tamamen ona güvendim. Dilediğim tek şey pembe gökyüzüne kavuşmak ve Greinner taşımacılıkta yolculuk yapmaktı.

 

Sürünerek geçmek zorunda kaldığımız yere gelene kadar gözlerimi açmadım.

 

Ancak bir sorun var gibiydi. Girdiğimiz yuvarlak yerin ağzı başka bir yılan tarafından kapanmıştı. "Lilium? Hassiktir desem ne tepki verirdin?"

 

"Kahrolma emi derdim? Sormaya korkuyorum bak en sonunda kendi kendimi gömeceğim şuraya ya?"

 

"Bir maran mağaranın ağzını kapatmış."

 

"Ee kan yok mu kan?"

 

"Son bir damlamız daha var fakat ben burada biraz sıkıştığım için cebimdeki şişeyi alamıyorum."

 

"Ne yapmam lazım?"

 

"Elini kenardan geçirebiliyor musun?"

 

"Off Alex, bu kadar iri olmak zorunda değildin? Neredeyse duvara sürtünüyorsun nasıl sokabilirim elimi oraya?"

 

"Nasıl geçeceğiz o zaman?"

 

"Neden büyü kullanmadığını söyle?"

 

"Direkt ona büyü yapamam ve taşla bütünleşmiş gözüktüğü için taşa da yapamam. Az önce yaptığım büyü de bir illüzyondu."

 

"Nasıl yani?" derken fısıltı şeklinde çıkan sesim şaşkındı. Görmüştüm, taşları büzüp Şahmaran'ı oraya kıstırmış gibiydi.

 

"Gerçekten bunu mu tartışacağız Val?"

 

Yeniden Valeri olduğum için sessizleştim. Bir tünelin girişinde duygusal davranmak mantıklı değildi. "Kusura bakma, bu benim özel gücüm ve bir başkasının bilmesini tercih etmiyorum çünkü yanlış anlaşılabilir."

 

"Sorun değil." İllüzyonun sözlük anlamını biliyordum, şayet burada farklı bir anlama gelmiyorsa Alex aslında öyle bir büyü yapmamış ama yapmış gibi göstermişti. Bir başkasının bilmesi riskliydi çünkü bunu kimlere ne şekilde uygulayacağını kimse tahmin edemezdi. Tanrım büyü gücünün olduğu yetmezmiş gibi bir de özel güçlerle donanmak ve insanlardan bunu saklamaya çalışmak korkunçtu.

 

Elimi alttan uzatıp pantolonunun cebine yetişmeye çalıştım ama olmadı. ayrıca poposuna kadar yaklaştığım için hoş bir pozisyonda sayılmazdık. "Kolum lastik gibi sünmediği için üzgünüm, yetişemiyorum. Biraz da olsa kımıldayamaz mısın?" Kımıldama çabasını gördüm ama bana yaklaşması imkan dahilinde değildi.

 

"Lanet olsun! Tek yapman gereken bacağını pozisyonunu bozmadan yukarıya doğru kaldırman ve hiç indirmemen."

 

"Bacağımı mı kaldırayım?"

 

"Evet köpeklerin işemesi gibi düşün ve bana sakın hiç işeyen köpek görmediğini söyleme." Kıkırdadı, bu haldeyken bile. Neyse ki ağırlığı benimle hemen hemen aynı olan bacağını taş duvarda yavaşça yukarıya doğru aldı.

 

"Sakın indirme ve gülmeyi kes Alex!"

 

Olduğum yerde sırt üstü dönüp arabanın altına girer gibi Alex'in altına girdiğimde sinirden kızarmıştım. Bir bunu yaşamadığımız kalmıştı gerçekten. Başını eğip yaptığıma bakınca daha da çok sinirlendim. "Bakma bana!" Kızdığım an karşıya doğru bakmaya başladı. O aptal yeşil gözlerini üzerimde görmeye tahammülüm yoktu, özellikle şu an.

 

Kendimi altında biraz daha öne doğru sürüklediğimde nihayet cebine ulaşmayı başardım. Bedenimin onunla temas etmeme gibi bir lüksü olmadığı için bunu düşünmemeye çalıştım ve nihayet şişeyi aldım. "Toprağa damlatmam yeterli olacak mı?"

 

"Evet." Son kan damlasını da toprağa döktükten sonra gözlerimi yumup olacakları bekledim. Karanlığın biraz olsun yumuşamasıyla yılanın çekildiğini anlayabiliyordum. Derin bir soluk verip Alex'in arkasına doğru yeniden süründüm. Bacağını bu süre boyunca havada tutabilmesi iyi bir şeydi, sonuçta karnımda onun bebeği vardı ve zarar gelsin istemezdim. Birkaç saniye sonra kendine geldiğinde ilerledi ve nihayet bu dar girişten çıktık. Bende hastanelerdeki cihazların tabut gibi olduğunu düşünürdüm. Bir sağlık taraması bunun yanında melek kalırdı.

 

Yolun devamında yeniden Alex'in sırtına bindim ve sinüslerime taze oksijen çekene kadar inmedim. Gerçekten arada zorlansa da bir of bile demeden beni çıkışa taşımıştı. Sırtından inerken "Yorgunsan ve eğer istersen-" diye başladığı cümleyi jilet gibi kestim.

 

"İstemem." Greinner'ın üzerine hızla tırmanıp boynuna sarıldım. Yolculuğun kalanını da onun sırtına yatarak devam etmek istiyordum. Açıkçası Alex'in kokusu hâlâ mideme iyi gelmiyordu ve bugün yeteri kadar yakınlaşmıştık.

 

Ne oldu içeride? Ne öğrendiniz?

 

"Beni buraya ruhumun kokusunu çekmek için çağırmış, elinden zor kurtulduk," dediğim an yüksek bir kükreme eşliğinde ateş yayıldı gökyüzüne. Uçtuğumuz için rüzgar ateşi geri bize püskürttü. Valeri ateş olduğu için etkilenmemiştim ama aynı şeyi kıyafetim için söyleyemeyecektim.

 

Bunu yapmaya nasıl cüret eder. Önümüzdeki yıl boyunca atıştırmalığım olmak istediğini bilmiyordum.

 

Ona dehşet içinde bir haykırış gönderdim. "Greinner yılanları mı yiyeceksin?"

 

Neden olmasın? Besin zinciri diye bir şey duymadın mı Zambak? Şanslıysa en sevdiği maranlardan kalan yeni değiştirdikleri derilerini anı olarak saklayabilir.

 

"Peki bu arada bir gerilime yok açar mı?"

 

Ejderhalara savaş açamazlar, sormaya çalıştığın şey buysa.

 

Evet sormaya çalıştığım şey buydu ve en son ihtiyacım olan terra canlıları ve ignis canlıları arasında bir savaş olmasıydı. Dönüş yolunda gördüğüm meyve bahçeleriyle acıktığımı hissettim ama geçen seferki gibi olmasından çekindiğim için bu isteğim içimde kaldı. Taa ki Greinner bunu hissedip alçalmaya başlayana kadar. Peşimizden Pearlynine ve Alex de inince kokuyu içime çektim.

 

Çok sık ve çok fazla ağaç vardı. "Nedir bu, meyve ağacı ormanı falan mı?"

 

"Sayılır, gel bak sana ne göstereceğim." Alex'in peşinden giderken bana kırılıp kırılmadığını yoklamak istedim ama vazgeçtim. Ben onunla hiçbir şey yapmaya mecbur değildim. Alfa olmasına rağmen beni bir bilinmezin içine kolayca sokabildi ve neredeyse zarar görmeme yol açacaktı. Bir şeyleri düzeltmeye çalıştıkça içine batıyor olmamız rezalet bir olaydı. Birine bir şey de söyleyemiyorduk çünkü beni bir deney faresi olarak kullanabilirlerdi.

 

Yeşil ve oldukça uzun olan ağacın önüne geldiğimizde mor toplardan oluşan meyveyi gördüm. "Bu ağaç benim için çok özel, yesene?"

 

Bir tane mor meyveden koparıp dişlerimi geçirdim. Tadı tam istediğim gibiydi. O kadar güzeldi ki birini bitirmeden üç tane daha elime stok yaptım. Ne çok tatlı ne de çok ekşiydi. Bir göz gibi gözüken çekirdeğini köşeye atarken yenisine geçtim. İyi ki burada bir bekçi yoktu ve bunu yemekten geri kalmamıştım.

 

"Burası çok garip bir yer. Aynı anda hem renkli hem de karanlık bir aura veren bir yere gelmemiştim. Senin için önemi ne demiştin?" Bunu sorarken beşinci meyvemi yiyordum. Boyutu elma gibi olan bu meyveler harika bir erik türü gibi duruyordu.

 

"Bu ağaç benim büyük büyük babamın."

 

"Yaa ne hoş kendi mi dikti?"

 

"Kendi dikmedi, dikildi."

 

Cevap karşılığında yutkunup biraz düşündüm. Dikildi de ne demekti? "Nasıl yani?"

 

"Bu ağaç büyük büyük babamın kafatası ağacı. Biz ölülerimizin kafatasının içine bir fidan dikeriz ve yıllar sonra mükemmel meyvelerini verir. Ölen kişinin bu meyvelerle bilgi ve tecrübelerini aktardığı düşünür."

 

Zihnimde yankı yapan cevaba dayanamadım ve bu dehşet verici bilgi yüzünden midemde ayrışmaya başlamadan ne var ne yok çıkardım. Alex'e doğru öğürünce arkaya kaçmak durumunda kaldı. Sonrasında ise eli sırtımı bulup beni rahatlattı.

 

"Ne oldu iyi misin?"

 

Ona nefes nefese kalıp bakarken "Sen bana nasıl ölülerinizin meyvesini yedirirsin?" diye sordum son kalan gücümle.

 

"İyi ama bu normal bir şeydir. Siz ölülerinizi nasıl gömüyorsunuz ki?"

 

"Dümdüz gömüyoruz be adam deli misin nesin? Gidelim buradan hemen! Çürümüş et ve ölü aroması yediğime inanamıyorum. Kültür farkı dedikleri bu olsa derek." Zaten tüylerim diken diken olmuşken burada daha fazla duramazdım.

 

Loading...
0%