Yeni Üyelik
3.
Bölüm

ŞAH, VEZİR VE PİYON

@mealonia

2. ŞAH, VEZİR VE PİYON

 

The National, I Need My Girl

Ramsey, Dark Side

 

 

Kendi benliğini bulma peşindesin.

Kazananın belli olmayacağı o indesin.

Şimdi çık karşıma çıkacaksan,

Kim olduğun belli değil senin.

Burada olan insanlar kendi benliklerini vermiş kişilerdi. Buna bende dâhildim. Benim bir benliğim dahi yoktu. Kim olduğumu bilmiyordum. Kimi ailesinden kopup gelmişti, kimi ise belki de çok sevdiği hayatlarından kopup buraya getirilmişti. İçimden bir ses bazı insanların kendi istekleri ile insanların buraya geldiğini fısıldıyordu bana. Ki iç sesim sıklıkla yanılmazdı.

Burada verilen iç savaşlardan biri hiç şüphesiz benlik savaşıydı. İnsanlar kendi özlerini korumak için savaşıyorlardı. Ellerinde olan bazı eşyalar vardı kiminin. Bu eşyalar, onların kendi odalarında vakit geçirmelerini sağlardı. Ben ise resim yapardım. Tuvale çizilen resimler, iç sesimin yankı bulduğu haliydi. Fakat dünyam artık bir o kadar renksizdi. Bir isyan sonrasında ceza olarak tuvalimi almışlardı, boylarımı, renklerimi almışlardı. Geri vermemişlerdi renklerimi. Çalmışlardı.

Ben buradaki ilk kişilerdendim, sanırım. En azından bu çıkarımı yapmamı sağlayan ilk neden, burada gözlerimi açtığımda buranın şimdi ki kadar kalabalık olmamasıydı. Benim gözlerimin önünde gerçekleşmişti her şey. Cehennemin yapılışı gözlerimin önünde olmuştu. Buranın gelişmesi, hasta odalarının oluşması, mahzenin kurulması, infaz odasının inşa edilmesi ve birçok şey daha gözlerimin önünde yapılmıştı. Ve ben içinde yanacağım cehennem yapılırken oturup izlemiştim.

Yattığım yatakta doğrulduğumda yanaklarımı şişirdim. İki gün önce yapılan terapi daha önce girmiş olduğum terapiler gibi değildi. Aksine sorgulayıcıydı, düşündürücüydü. Diğer doktorlar beni geçiştirirdi. Odaya girip koltuğa oturduğum an, benden istedikleri hikâyemi anlatmamdı. Onlara anlatacak bir şeyim olmadığını söylerdim. Onlar ise ikinci seanstan sonra artık benden bıkarlardı ve beni yönetimi şikâyet ederlerdi.

Bu doktor ise beni tanımaya çalışmıştı. Ben daha kendimi tanımazken, o beni tanımaya çalışmıştı. Açıkça belirtmem gerekirse bu beni fazlasıyla şaşırtmıştı. Ama bu benden bıkmayacağı anlamına gelmezdi. Kafamın bir köşesinde kendi kendime girdiğim iddiayı kazanacağımı biliyordum. Aksi olmazmış gibi geliyordu. Beni buna inandırmışlardı.

Şimdi ise ne yapacağımı bildiğim söylenemezdi. Aşağı inmek işten bile gelmiyordu. Kendi kendine eğlenmeye çalışan insanların maskarası olmak istemiyordum. Burada fazlaca ezilmeye çalışılmıştım. İçimdeki bastırılmış bir kısım vardı. Bunu biliyordum. Fakat özüm bu muydu bilmiyordum. Her ne kadar kendimi korusam da arkamdan ne dediklerini de biliyordum. Yemekhanenin zilini duyduğumda ayaklarımı yataktan sarkıtıp ayaklandım.

Saçlarımı bağladığımda kendimi daha iyi hissediyordum. Uzun krem hırkama sarındım. Dışarısı sıcak görünüyordu. Hangi ayda olduğumuz hakkında bir fikrim yoktu. Burası mevsim fark etmeksizin soğuk olurdu. En azından benim hırkayla gezeceğim kadar. Gözlerimi kapatıp açtım. Bedenim yorgundu. Yemek yiyip kendime gelmem gerekiyordu.

Kapıyı açıp odadan çıktığımda hırkama sarınarak koridorda yürümeye başladım. Doktorun odasının önünden geçerken bakışlarım istemsizce odanın kapısını arşınladı. Kapalı kapının ardında mıydı yoksa aşağıya mı inmişti bilmiyordum ama pek merak ettiğimde söylenemezdi. Bakışlarımı tekrar önüme çevirdim. Merdivenleri inip yemekhaneye vardığımda kapılarını açarak içeri girdim. Her zamanki gibi sıraya geçtiğimde bugün iştahım, diğer günlere göre çok daha kapalıydı. Zaten diğer günlerde de çok iştahlı değildim söylenemezdi ya. Sıra bana geldiğinde sadece çorba ve elma alarak sıradan ayrıldım.

Herkesten en ücra köşeyi seçtiğimde gözlerimi etrafta gezindirmeden çorbamı içmeye başladım. Çorbam bitirip elmama uzandığımda yemekhanenin üst köşesindeki hoparlörden bir anda bir ses yankılanmaya başladı.

"Harese hastalarının dikkatine! Harese hastalarının dikkatine! 13.00 çıkış izni verilmiştir. Hastaların bahçeye çıkılması talep edilir. Binaya giriş saati 15.00'dır. Tüm doktorların bahçeye çıkılması talep edilir! Binaya giriş çıkış serbesttir."

Mekanik ses sonlandığında kaşlarım hafifçe havaya kalktı. Oldukça uzun aralıklar ile verilirdi bu izin. En son ne zaman hastanenin bahçesine çıktığımı hatırlamıyordum. Açıkçası o hissi unutmuştum. Dışarıda özgürce nefes alıp verebilmek benim için ya da buradaki diğer herkes için sadece bir hayalden öteydi. Bu aktivite bile onların keyiflerine bağlıydı.

Rüzgârın tenimde bıraktığı hissi, güneşin tenimi nasıl ısıttığını unutmuştum.

Yemekhanedeki bazı insanların heyecanla ayaklandığını gördüm. Yemek yiyen doktorlar yavaş yavaş ayaklanmaya başlamıştı. Yemekhane dışarı çıkmaya başlayan hastalar sebebiyle boşalırken bende ayaklandım. Elmamı da elime aldığımda yemek tabağımı masadan kaldırdım. Kirli tabağı yerine bırakıp yemekhaneden ayrıldığım zaman dışarı koşarak çıkan insanları gördüm. Omzuma sertçe çarpıldığında, kaşlarımı çatarak beni umursamadan geçip giden kişiden ayırmadım gözlerimi. Bu oydu. Cap şapkamı başımdan çekip bana o iğrenç imaları yapan o puşttu.

Derin bir soluk verdim. Ona laf atıp da başıma bela almak istediğim ya da onunla uğraşmak istediğim söylenemezdi.

Uzun zaman sonra ön kapıya gelip bahçeye çıktığımda güneş yüzüme vurdu. Güneş tenime vururken unuttuğum o hissi anımsamaya başlamıştım. Gözlerim kısılırken, etrafa bakındım. Birçok bank dolmaya başlamıştı. Adımlarımı duvara yönelttim. Hava odamdan göründüğü kadar soğuk değildi fakat saçımı havalandıracak kuvvette bir rüzgâr esiyordu. Artık rüzgârı da hatırlamıştım. Sahi, bir daha ne zaman hatırlayacaksın Gracie? Duvarın köşesine gelip yere oturduğumda dizlerimi kendime çektim. Elimdeki elmayı dizlerimin üstüne tuttuğumda binadan hevesle çıkan insanları izledim.

Oluşturdukları gruplarla bankları ya da masaları doldurmaya başlamışlardı. Bazıları ise benim gibi duvar diplerine yerleşiyordu. Başımı sağa çevirdiğimde, çardaklarda doktorların oturduğunu ve gözlerinin hastalar üzerinde olduklarını gördüm. Bir doktorun bana baktıktan sonra diğer hastalara bakındığını gördüm son dakika. Bu duruma göz devirirken elmayı kaldırarak bir ısırık aldım.

Gözlerim etrafta gezinirken buraya doğru atılan adım seslerini duymamla başımı çevirip gelene baktım. Karşımda bana doğru adımlayan kişi geçen günlerde yemekhanedeki olayda ses çıkarıp sonrasında yerine geri oturan o çocuktu. Yanıma gelip aramızda mesafe bırakarak oturduğunda kaşlarım çatılır gibi olsa da elmamdan tekrar bir ısırık aldım. Ağzımdaki lokmayı çiğnerken bedenimin istemsizce gerildiğini fark ettim.

Elmadan bir ısırık daha aldığımda, "Düzgün ye şunu." dedi yanımdaki şahıs. Onu umursamadan ağzımdakini çiğnedim. "Yanıma oturan sensin." dedim asabi bir ses tonuyla.

"Burası özel malın değil." dedi benim gibi aksi bir tonda.

"Bu yanıma kendi rızanla oturduğun gerçeğini değiştirmiyor." dedim yarım ağız.

"Ne kadar çok laf yetiştiriyorsun." dedi yüzünü buruşturarak. Başımı çevirip ona baktım. "Daha bir şey demedim oysa." diye mırıldandım göz devirirken. Başımı tekrar önüme çevirdiğimde derin bir soluk verdiğini duydum. İkimizde sustuk. Bahçedeki insanların konuşma seslerini dinledik. Daha doğrusu ben bunu yaptım.

"O olay sonrasında yanına gelip seni rahatsız etti mi?" diye sordu sessizliğin arasında. Bir süre sessiz kaldığımda, "Bu seni ilgilendirir mi?" diye sordum. Sonrasında son bir ısırık aldım elmadan. "İyi." dediğinde tekrar sustuk. Aramızda tekrar bir sessizlik yaşandığında başını arkaya atıp gözlerini kapadığını gördüm göz ucuyla. Bedenimi garip bir his yokladı. Neyin nesiydi bu? Merak mıydı bu yoksa sadece sohbet miydi? Açıkçası merak olmasını istemezdim. Gerçek anlamda kimsenin benim hakkımda bir şey düşünmesini istemiyordum. Başkalarının zihinlerinde benim adımın geçmesi bile beni korkutuyordu.

"Hayır." dedim sessizliği bu defa ben bozarak. Başımı ona çevirdim. Gözlerini aralayıp bana baktı. "Gelmedi." dediğimde hafifçe başını salladı. Sonrasında tekrar gözlerini kapadığında bende onun gibi yaparak başımı duvara yasladım. Gözlerimi kapadığımda etraftaki sesleri dinledim.

"Az önce gördüm. Omzuna çarpıp gitti. Neden bir şey demedin?" dediğinde sesi düzdü. Ama yaptığımı onaylamadığını belli ediyordu.

"Sen beni mi gözetliyorsun?" dedim kaşlarımı çatarak, rahatsız olduğumu belli eden bir ses tonuyla.

"Hayır." dedi sertçe. Onu bununla itham etmem onu sinirlendirmişti. "Bende binadan ayrılıyordum ya hani," dedi kinaye ile. "O zaman gördüm."

Başımı önüme çevirdim. Gözlerim insanlarda gezindi. Kalabalığın arasından zorbayı bulduğumda içim huzursuzlukla doldu. "Başıma bela olmasını istemiyorum." dedim içimdeki huzursuzluk sesime yansırken. "Eğer bir daha sesin çıkarsa infaz edilirsin diye mi korkuyorsun?" diye sordu. Sesi soru işaretleri ile doluydu. Zaten edileceğim diye geçirdim içimden. İki hafta sonra zaten infaz edileceğim. Sorusuna cevap vermedim. Bu hem evet demekti, hem de hayır.

Evet demekti, çünkü gerçekten de öyleydi. Çıkardığım herhangi bir sorunda hiç düşünmeden infaz ateşi benim için yakacaklardı.

Hayır demekti, çünkü zaten en geç iki hafta sonra infaz edilecektim.

Benim düşüncelerim ölüm arafındaydı.

Ne kadar süre öylece durup oturduğumu bilmiyordum fakat uyuyakalmıştım. Uyanmamı sağlayan ses ise hoparlörden yankılanan mekanik sesti.

"Sevgili Harese hastaları saat 15.00! İçeriye girmeniz talep edilir! Sevgili Harese hastaları süre dolmuştur! İçeriye girmeniz talep edilir! Doktorların hastaların içeri girmesinde yardım etmesi talep edilir!"

Gözlerimi aralayıp etrafa baktığımda ilk fark ettiğim o çocuğun artık yanımda olmadığıydı. Sonrasında gözlerim bahçede gezindiğinde doktorların hastaları içeriye sokmaya başladığını gördüm. Zorluk çıkaranlar vardı. Hastanenin içinden koşarak çıkan hemşireleri gördüm. Hemşireler, zorluk çıkaranların yanına giderek elindeki şırıngayı rastgele bir yere sapladıklarında hasta saniyeler içinde bayıldı.

Duvara tutunarak ayağa kalktım. Uyuşan bacaklarım yüzünden sendelediğimde, "Artık içeri girmelisin." diyen bir ses duydum. Kendimi toparlayıp konuşan kişiye baktığımda onu gördüm. Doktorumu. Sevgili Efdal Kıraslan'ı.

"Öyle yapacağım." dedim düz bir ses tonuyla. Başını salladığında gözleri üstümden ayrılmadı. Kalçamdaki tozu silkeleyip yere eğildim ve uyuklarken elimden düşmüş elmayı yerden aldım. Yürümeye başlarken çöp kutusuna yaklaştım ve elmayı çöp kutusuna attım. Doktor arkamda kalırken derin bir nefes verdim. Bir anda duyduğum çığlık sesi ile irkilirken başımı çevirip hemşirelerin zorlukla zapt ettiği kadına baktım. "İstemiyorum!" diye bağırdı kadın. "İstemiyorum oraya girmek!" diye bağırdı tekrar. Sonrasında çığlık attığında hemşire önlüğünün cebinden çıkardığı şırıngayı ona sapladı ve enjekte etti.

Bu sahneleri görmeyeli uzun zaman olmuştu. Bahçede debelenen insanları görmeyeli uzun zaman olmuştu. Aslında birkaç gün önce kendimi kameralardan izlesem, bende o insanlardan biri değil miydim?

Başımı önüme çevirip hastaneye adımladım. Hastaneden içeriye girdiğimde, bahçede eğlenen insanların artık bundan uzak olduğunu görmek zor olmadı. Yüzleri asıktı, keyifsizdiler.

Adımlarımı merdivenlere yönelttim. Ağır adımlarla kendi katıma çıktıktan sonra hiç beklemeden odama yöneldi bedenim. Odadan içeri girdiğimde kapıyı kapattım ve üstümdeki hırkayı çıkardım. Komodine adımlayarak çekmeceyi açtım ve ilaçları çekmeceden alarak komodinin çekmecesini geri kapattım. Harese'nin verdiği ilacı kutusundan çıkardım ve yatağın ucuna doğru adımladım. Yatağı kaldırıp ayağını havalandırdığımda ilacı hızlıca ayağın geldiği yere yerleştirip yatağı bıraktım. İlaç kırılırken yatağı tekrar kaldırıp ayağımla kırılan ilacı terliğimin ucuyla dağıttım.

İşim bittiğinde saçımdaki tokayı çıkarıp komodinin üstüne koydum ve yatağa oturup sırtımı başlığa yasladım.

Kafam karışıktı. Aslında karışık değildi ama Haftaya yapılacak olan seans beni geriyordu. Bu sefer ne soracağını bilmiyordum. Başlangıcı asla beklemediğim bir şekilde yapmıştı o doktor. O başlangıç ise, nasıl sorular soracağını öngörmemi engelliyordu. Bana geçmişimi hatırlatmaya çalışacaktı. Beni buna zorlayacaktı. Ben ise geçmişimi öğrenmek istemiyordum. Geçmişimi geri hatırlamak beni karanlık odanın içine tekrar tekrar hapsetmek gibiydi. Bu işin çabasına dahi girmek istemiyordum.

Başımı arkaya atıp gözlerimi kapadım. İçim sıkıntıyla dolarken bu dakikadan sonra tek amacım günün bitmesini beklemekti.

 

🫀

 

Gözlerim bardaktan boşanırcasına yağan yağmurdaydı. Hava oldukça karamsardı. Bulutlar gökyüzünü süslemişti. Bulutlar ağlıyordu bugün. Belki de ağlayan İstanbul'du. Bahçede kimse yoktu. Herkes yağmurdan kaçmıştı fakat yağmuru camın arkasına saklanarak izlemekten çekinmiyorlardı.

Bu hissi de unutmuştum. Bu hissi ciddi anlamda unutmuştum. Rüzgârın ve güneşin izleri birkaç gün önceden anımsayabildiğim hislerdendi. Fakat yağmuru cidden unutmuştum. Yağmurun tenimde bıraktığı hissi seviyor muydum yoksa nefret mi ediyordum? Yağmur saçlarıma dokunduğunda bozulacak diye rahatsız olacak mıydım yoksa yağmur damlasının saçıma değmesinden bir an bile tereddüt bile etmeyecek miydim?

İçim dışarı çıkma isteğiyle kavruldu. O hissi tatmanın isteğiyle yanıp tutuştum ama bunu istemekten öteye gidemedim. İzin vermezlerdi çıkmama. Bunu denemeyecektim bile.

Bizleri bahçeye çıkarmalarının üstünden bir hafta kadar geçmişti. Bugün günlerden cumaydı. Doktor ile görüşmem tam olarak bugündü. Bugünden sonra son bir hafta diye geçirdim zihnimden. Bu düşünceyle istemsizce derin bir soluk verdim.

Hemşirelerin kapımı çalmasını beklemeden ayağa kalktım ve kapıya yaklaştım. Kapının kulpuna uzanıp çevirdiğimde araladığım kapının ardında kapıyı çalmak için hazırlanan hemşireyi gördüm. Hemşire duraksasa da elini indirdi ve küçük bir tebessüm etti. Bu oydu. Geçen haftada beni götüren hemşireydi. "Erkencisin." dediğinde omuz silktim. "Birkaç saniye kadar." dediğimde yüzündeki tebessümü bozmadı. "Hadi gidelim." dediğinde geri çekildi.

Geri çekilmesiyle birlikte gözlerimi yüzünde dolandırıp adımımı odadan dışarı attım. Odamın kapısını kapattığımda psikiyatrın odasına doğru yürümeye başladık. "Bugün daha iyi gördüm seni." dedi. Başımı çevirip ona baktım. Benden birkaç santim kısaydı. "Bilmem, öyle miyim?" dediğimde başını salladı. "Geçen hafta daha solgundun." dedi gözleri yüzümde dolanırken. Oysaki bu hafta daha solgun olmam gerekmez mi? Ölüm kapıya dayanıyor ne de olsa.

"Buna sevinmeliyim sanırım." diye mırıldandım gelişi güzel bir şekilde. Benim bu cümlemden sonra daha fazla konuşmadık. Kapının önüne geldiğimde benim yerime kapıyı tıklattı. İçeriden gelen komut ile birlikte içeri girdi ve benim geldiğimi ona bildirdi. Hemşire odadan çıktıktan sonra bana küçük bir tebessüme etti tekrar. "Görüşmek üzere." dedi ve girmemi bekledi. Bu kadını cidden burada harcarlar. Bu tavrına karşılık dudaklarımı birbirine bastırıp odaya girdim.

Hemşire ardımdan kapıyı kapattığında sessizliği bölen odada yankılanan melodik sesti. Neydi çalan? Piyano sesi mi? Şaşırdığımı hissettim. "Sanırım sen her odaya geldiğinde ilk birkaç saniye orada dikilmeyi seviyorsun?" doktorun başını kâğıtlardan kaldırmadan dedikleri ile istemsizce yürümeye başladım. "Ne çalıyor?" diye sordum kendimi alamadan. Karşısına geçip oturduğumda başını kâğıtlardan kaldırdı ve bana baktı. "Vals." dedi sorumu yanıtlayarak.

Kaşlarım kalkacak gibi oldu. "Vals." diye mırıldandım onun ardından. Kulağımı çalan piyano sesine verdim. Bir şeyler dinlemeyeli uzun zaman olmuştu. Burada olduğumdan beri duyduğum tek melodik ses –ki bence ona melodik bile denmezdi- yemek zamanında yemekhaneden gelen zil sesiydi.

Birkaç dakika hiç konuşmadık. Gözlerim doktorun arkasında kalan uzun komodindeki pikaptaydı. Şarkının bitmesiyle üzüldüğümü hissettim. Sevmiştim çalan melodiyi, kulağıma ulaşan piyano notalarını. Gözlerim doktora kaydığında onu bana bakarken gördüm. Ona baktığımda sanki bunu bekliyormuş gibi ayaklandı ve arkasını dönüp pikaba yaklaştı. Birkaç saniye sonra odada tekrar duyulmaya başlanılan vals ile üzülen tarafımın sevindiğini hissettim.

"Sevdin." dedi doktor. Ona cevap vermedim. Bunun yerine tekrar şarkıya odaklandığımda aslında cevabını vermiş olmuştum. "Bugün nasıl hissediyorsun?" diye sordu şarkıya karışan sesiyle. Konuşmasıyla ona baktığımda dalmış olduğumu fark ettim. Boğazımı temizledim, yutkundum. "Olması gerektiği gibi." dediğimde derin bir nefes verdi. "Bugün daha iyi görünüyorsun." dediğinde sesinde bundan memnun bir ton vardı.

"Evet, sanırım." diye karşılık verdiğimde aramızda kısa bir sessizlik oluştu. "Haftan nasıldı?" diye sordu bu sefer. Gözlerimi birkaç kez kırpıştırdım düşünmeye başlarken. "Bu hafta daha iyiydi. Dışarı çıkmak... İyi hissettirdi." dedim. Başını salladı. Gözleri dikkatlice gözlerime bakıyor, anlatmadıklarımı da gözlerimden okumak istiyor gibiydi. "Sık sık dışarı çıkar mısın? Seni iyi hissettirdiğine göre bunu sık sık yapıyor olmalısın?" dediğinde sesi soru sorar gibiydi. "Biz sadece yönetimin izin verdiği kadarıyla varız doktor. En son ne zaman dışarıya çıktığımı hatırlamıyorum bile. Oysaki, emin yağmur yağarken dışarıda olmak çok güzel bir histir." sözlerim ile gözlerindeki afallamayı gördüm. Bunu hızlıca ört pas etti ve kalemini hareket ettirerek bir şeyler karaladı.

"Bahçedeyken yanında bir çocuk vardı. Arkadaşın mı?" diye sordu.

Başımı iki yana salladım. "Arkadaşım yok." dediğimde ikimizde sustuk, sonra o yine kalemini hareket ettirdi. Bu sefer ne yazdığını tahmin ettim. Arkadaşı yok. "Peki, neden arkadaşın yok Gracie? Sen istemediğin için mi yoksa istenmediğin için mi?" sorusu yüzüme tokat gibi çarptı. Bu kadar kaba olması gerekir miydi? "Her ikisi de." diyerek yanıtladım sorusunu. Sonrasında ise gözlerimi masasına indirerek devam ettim. "Burada arkadaşının olması demek, kumar masasına canını koymak demektir ve doktor, bu kumar masasında bir sürü hile var. Aklınızın alamayacağı kadar." dediklerimden sonra beni anlamak ister gibi yüzüme baktı.

"Böyle düşünmene sebep olan nedir?" diye sordu bu sefer.

Dediği komik bir şeymiş gibi kıkırdadım. Kaşları çatılırken, elindeki oynattığı kalemi durdu. "Daha geçen ay birinin üstüne iftira atıp, onun infaz oluşunu en ön sırada izlediler doktor. İnfaz edilen kişinin külleri havaya atılırken altında durup dans ettiler. Sizce beni bu düşünceye iten ne?" alaylı sözlerim, ciddi olmayan duruşumun aksine sözlerim, onda deprem etkisi yaratmış gibiydi. Yutkundu, defterine baktı. Ne yazacağını şaşırmış gibiydi. Tekrar kıkırdadığımda başını kaldırıp bana baktı. Başımı iki yana salladığımda tekrar kaşları çatılır gibi oldu. Ardından çok geçmedi, toparladı kendini. Soruyu değiştirdi.

"Kendini hazır hissediyor musun?" diye sordu. Sesi biraz tereddütlü gelmişti bana. "Eğer istiyorsan bir seans daha geciktirebiliriz. Hem sende bana alışmış olursun. Daha minimum şeyler sorabilirim sana, ön hazırlık gibi." dediğinde ilk önce ne diyeceğimi bilemedim. Ne kadar çok geciktirirsen o kadar iyi dedi zihnim. Bu gecikirse başka neyin geciktiğini biliyorsun.

"Size alışmam neyi değiştirecek?" diye sordum bu sorunun cevabını gerçekten de merak ederek. Arkasına yaslandığında vals de bitmişti. Bu sefer ayağa kalkıp tekrar açmadı. Gözlerim üstünde gezindiğinde bugün siyah bir boğazlı kazak giyinmiş olduğunu gördüm. Üstünde yine beyaz doktor önlüğü vardı. Kolunda, geçen ki gibi bir saat vardı fakat bu saatin modeli daha farklıydı. Saatin içi geçen kinin aksine koyu renkti.

Tekrar gözlerine baktığımda, "Bana ne kadar alışırsan, bir şeyleri anlatmakta o kadar bir o kadar kolaylaşır senin için." dedi. Kaşlarım havaya kalkarken kalçamı koltukta geriye çektim ve sırtımı yasladım. Ellerimi tekrar kucağımda birleştirdiğimde, "Yabancılara daha rahat anlatmaz mıyız oysaki doktor?" dediğimde duraksadı. "Neden böyle düşünüyorsun?" diye sordu. Bu sefer o bu sorunun cevabını gerçekten merak etmiş gibiydi. "Çünkü tanıdıklarımız bizi yargılarlar. Yabancılar ise bizi tanımadıkları için buna tenezzül etmezler."

Cevabımla birlikte birkaç saniye daha gözlerime baktı. "Doğru." dedi aldığı cevaptan memnun kalmış bir şekilde.

İçten içe cevabımın beğenilmesiyle içimdeki çocuğun kalçasını sallayarak dans ettiğini hissettim. Bu hissi garipsedim.

"Şimdi sana birkaç tane soru soracağım Gracie." dedi doktor. Sırtını yaslandığı koltuktan ayırdı ve kollarını masaya yaslayarak ellerini birleştirdi. "Kendini zorlama. Eğer cevap vermek istemezsen susman yeterli. Şimdilik üstelemem." dediğinde yanaklarımı şişirmek istedim. Ama bunu yapmadım. İsteksizce başımı salladığımda bunu anladı ve dudağı kıvrılır gibi oldu.

"Geçmişinde hatırladığın kişiler var mı Gracie? Annen, baban ya da kardeşin gibi kişiler? İlla bu saydıklarım olmak zorunda değil. Başka kişilerde olabilir. Mesela arkadaşların?"

Sorusu beni düşünmeye itti. Fakat bu birkaç dakika içinde sonlandı. Geçmişim ciddi anlamda siyahtı. Tek bir nokta vardı aydınlık olan. O aydınlık nokta abimdi. Fakat hayatımdaki değerini bile bilmiyordum. Bu düşünce kalbimi burktu o an. Ailemi bilmemek canımı yaktı. Ellerim üstümdeki yün hırkayı sıktığında yutkundum. "Eğer cevap-" dediğinde başımı iki yana sallayarak onu susturdum.

"Abim." dedim gözlerimi ondan sakınarak. "Sadece abim olduğunu biliyorum. Ama dahası yok. Nasıl biri olduğu, nasıl gözüktüğü hakkında bile bir fikrim yok. Hatırlamıyorum. Tek bildiğim geçmişimde abim olduğu." dediğimde sesim kırıktı. Bunu dile getirmek canımı yakmıştı. İçten içe doktora bunu bana hissettirdiği için sinirlendim.

"Peki." dediğinde önündeki siyah kapaklı defteri araladı ve masadan kalemini alarak dediklerimi not etti. "Peki, Gracie, hatırladığın bir anı var mı? Belki ucundan? Belki sadece bir detay?" dediğinde başımı iki yana salladım. Bunu düşünmeme gerek bile yoktu. Geçmişi düşünmek sadece başımı ağrıtıyordu. "Hayır. Bir detay bile yok." dediğimde başını salladı. Verdiğim cevaplar ona asla yardımcı olmuyordu. Bunu yüz ifadesinden bile anlayabiliyordum.

"Anıların buraya geldiğinde mi kayboldu Gracie, yoksa bir kaza gibi bir şey geçirdin ve sonrasında mı hafıza kaybı yaşadın?" diye sordu bu sefer. Derin bir nefes verdim. Bana yardımcı olma çabasını anlıyor ve takdir ediyordum fakat sıkılmaya başlamıştım.

"Burada gözlerimi açtığımda adımı bile unutmuştum doktor." dediğimde yüzü asla anlayamayacağım bir ifadeye büründü. "Büyük ihtimalle hafızamı kaybetmemi sağlayan yönetimdekiler, doktor. Onlar şah. İstediklerini yaptırırlar. Vezirleri yönetirler ve amaçlarına ulaşmaya çalışırlar. Vezirlerde sizsiniz doktor. Bizler ise piyonuz. Kurbanlarız. Ön cephede biz varız. Hani demiştim ya yeriniz kolay doldurulur diye... Bakmayın öyle dediğime. Bizimde canımız altından sayılmıyor burada. En az bizimde canımız değersiz burada."

"Kaç yıldır buradasın Gracie?" diye sordu doktor dikkatli bir ses tonuyla. Kahve gözleri dikkatlice gözlerime odaklanmıştı. Bundan rahatsız olduğumu hissettim. Omuz silktim. "Söylemiştim ya doktor. Uzun bir süre."

"Sandığımdan daha çok şey biliyorsun burası hakkında." diye mırıldandı. Bu dediğine anlam verememiştim. Üstelemedim. Başımı çevirip camdan dışarı baktığımda, bu camda tellerin olmadığını gördüm. Teller olmayınca dışarısı daha net gözüküyormuş.

Ne diyeceğini bilemiyormuş gibi sustu. Bende konuşmadım. İkimizde sessizleşince dışarıdan gelen yağmur sesi odayı doldurdu. "İstersen burada bitirelim." dediğinde başımı salladım. Ayağa kalktığımda ellerimi önümde birleştirdim. "Doktor," dedim çekinerek. Defterindeki gözleri ona seslenmemle beni buldu. "Seanslarımızda bu şarkıyı tekrar açar mısın? Valsı?"

Bunu dememi beklemediğini belirtircesine bakakaldı bana. Ardından başını salladı. "Tabii." dedi. "Tabii ki açarım. Eğer istersen farklı müziklerde dinletebilirim sana?" dediğinde başımı iki yana salladım. "Hayır, ben bunu sevdim."

Dudağının kenarı kıvrıldı. "Peki." dediğinde nedensizce her peki dediğinde bana gönderme yapıyormuş gibi hissediyordum. Bu huysuzlanmamı sağlamıştı. Kaşlarım çatılır gibi olduğunda yüzünde alaylı bir ifade belirir gibi oldu ama bunu hızlıca toparladı. "Haftaya görüşmek üzere Gracie." dediğinde, "İyi günler doktor." diyerek kapıya yöneldim.

Kapıya açtığımda karşıma bakmamla sırtını duvara yaslamış bekleyen kişiyi gördüm. Şu yanağında yara izi olan çocuk?

Kapını açılmasıyla başını kaldırdı. Benimle göz göze geldiğinde, "Sonunda." diye mırıldandığını duydum Barkın denen çocuğun.

Kapıdan çekildiğimde sırtını duvardan ayırdı ve yanıma yani odaya doğru adımladı. "Tüm soyunu kütüğünü artık ne varsa anlattın mı içeride?" dedi alaylı bir sesle. Ona göz devirdiğimde kapıdan uzaklaştım. Kapıyı aralık olmasına rağmen tıklattı ve içeri girdi. Kapı kapandığında derin bir soluk verdim.

"Herkes bir cins." diye mırıldandım kendi kendime.

 

🫀

 

Bakışlarım önümdeki beyaz duvardan ayrılmadı. Burada olduğum dört yıl boyunca en iyi arkadaşım bu dört duvardı sadece. Daha fazlası olmamıştı. Kimse benimle arkadaş olmamıştı, olmak istememişti. Bende çabalamamıştım. Bu beyaz duvarlara bakarken delirecek gibi olduğum çok an olmuştu. Buradaki ilk katliamı gördüğümde mesela. Çok korkmuştum. Tüm gece uyuyamamıştım. Sanki her an kapım açılacaktı ve sıradaki kanı dökülen kişi ben olacaktım.

Ben susmuştum, sadece duvarlara bakmıştım ama o kadar çok anlatmak istemiştim ki bir şeyleri. Bazen kimseye değil kendime. Kendime anlatmam gereken çok şey vardı. Ben en çok kendime susmuştum oysaki.

Seansta dinlediğimiz müziği düşündüm. Uzun zaman sonra dinlediğim ilk müzikti. Doktor bunun farkında değildi fakat bana çok büyük bir hediye vermişti bana. Bu benim için paha biçilemezdi. Geçen gün içimde kalçasını sallayarak dans eden küçük kızın, bugün tekrar sessizleşip duvar köşesine sindiğini hissettim. O duvar köşesine sindi ve olduğu yerde küçüldü.

Gözlerim daldığı noktadan ayrıldığında derin bir nefes verip doğruldum. Terliklerimi ayağıma geçirdiğimde odadan çıkıp kapıyı kapattım. Biraz binada dolaşsam iyi olurdu belki de.

Koridorda yürürken doktorun kapısının önünden geçtim. Kapının önünde bekleyen bir hasta vardı. Erken gelmiş olmalıydı. Ben dışında ve sayılı birkaç kişi haricinde kimse hemşireyle gezmiyor olmalıydı. Merdivenlerden inip yemekhaneye ulaştım. Düzgün bir şeyler yememiştim ve midemin kazındığını hissediyordum.

Duyduğum bağırış sesleriyle başımı çevirip yana baktım. Yemekhane kapısının ötesinde kavga eden iki erkek vardı. Biri diğerine yumruk attığında, yumruk atılan duvara yapıştı. Kaşlarım kalkarken yumruk atan duvara yapışanı tekrar yakasından kavradığı gibi bir yumruk daha attı. Dövülen çocuk bir anda yakınımdan geçeceğinde geri çekildim ve az öteme düşerek yere yapıştı. Onun acı inleyişini duyduğumda hemşirelerin koşarak buraya geldiğini gördüm.

Umursamadan yemekhaneden içeri girdim ve meyvelerin olduğu yere adımladım. Elmayı sepetten aldığım sırada geri çekilip tekrar arkamı döndüm. Yemekhane çıkışına geri adımlarken gözlerim etrafta gezindi. Birkaç topluluk vardı. Dolu değildi bugün, bu saate burası. Gözlerimi insanlarda fazla tutmadan önüme dönerek çıktım yemekhaneden.

Elmayı ısırarak yürümeye başladığımda bakışlarım bazen pencerelere takılıyordu. Hava geçen ki gibi yağmurlu değildi. Aksine o güne inat tüm gökyüzünü aydınlatan bir güneş vardı. Gökyüzü o kadar maviydi ki kendini izlettiriyordu.

Bir kat daha aşağı indiğimde etrafta dolaşan hastaları gördüm. Tam koridora girecekken neredeyse dip dibe olan doktor ve hemşireyi gördüğümde kaşlarım havaya kalktı. Elmadan bir ısırık daha aldığımda, "Kolay gelsin." diye seslendim dudağımın kenarını kıvırarak. Hemşire bir anda doktoru ittiğinde aniden bana döndü. Merdivenlerin başında ona ukala bir sırıtmayla bakan beni gördüğünde kaşları çatılır gibi oldu.

Onu boş verip merdivenleri inmeye başladım. Merdivenler bittiğinde ortak alana doğru yürüdüm. Adımlarım ağırdı. Fazlasıyla acelesizdi. Merdivenleri bitirip koridorda yürüdüm. Yürürken bazı doktorların odasını geçtim. Gözlerim soluk renkli duvarlarda gezindi. Bazı yerler kazımak isteyeceğim kadar soyulmuştu. Elmayı ısırdığımda elimi geri indirdim. Sağa döndüğümde karşıma çıkan odanın kapısını açarak içeri girdim.

İçeri de sohbet eden insanlar, ortak televizyondan bir şeyler izleyenler ve en köşede duran masalarda bir şeyler oynayanlar vardı. Bazıları ise resim çiziyor veya kitap okuyordu. Yüzümü buruşturdum. Kitap okumayı sevmezdim.

Salına salına içeri girdiğimde masalara doğru yöneldim. Rafa yöneldiğimde boş bir defteri raftan alıp sayfasını yırttım. Eğer defteri buradan araklarsam, gece biz yattığımızda burada yapılan sayımda fark ederlerdi ve ben bununla uğraşmak istemiyordum. Defterlerin altındaki rafta sırayla dizili kurşun kalemlerden birini aldım. Renkli boya kalemleri yoktu. Buradaki hayat gibi, çizilen resimlerde renksizdi, tatsızdı.

Elimdeki elmadan son ısırığı alarak çöp kutusuna fırlattım.

Boş masalardan birini oturmadan önce iki sandalyeden birini diğer bir boş masaya koyarak, masamda tek kalmak istediğimi gösterdim. Kalan tek sandalyeye oturduğumda kâğıdı ve kalemi önüme bıraktım. Bir süre boş boş kâğıda baktıktan sonra kalemi elime alıp bir kadın çizmeye başladım. Kadın sıradan bir kadındı, gözlerinin içine bakana dek. Gözlerine çizilen bir okyanus vardı. Saçlarının uçları, gözlerindeki okyanusları andırırcasına dalgalıydı.

Çizdiğim resmi gölgelendirdim. Son anda zihnimdeki düşüncelere sinirlenip kalemi kâğıda sertçe bastırdığımda, kalemin ucu kurularak kâğıtta kaydı. Dudaklarımı ıslatarak geri çekildiğim de, sakince baktım resme. Bir an için, sadece bir an için içimin durulduğunu hissettim fakat etrafta gözlerimi gezdirdiğimde fırtına alevlere dönüştü. İçimdeki bastırılmış kız çığlıklar atıyordu.

Yeni bir kalem ve sayfa almak için ayağa kalkacağım sıra bir öğürme sesi ile başımı hızlıca çevirip sesin geldiği yere baktım. Oyun oynayan erkeklerden biriydi. İlk önce istifra ettikten sonra bir anda kan kusmaya başladı. Kustuğu sıvı bir anda kana büründü. Eli boğazına gitti. Onun kan kusmasıyla birlikte etrafta çığlık sesleri duyuldu. İstifra eden kişi diğer elini, oyunun oynandığı masaya koymuş destek almaya çalışıyordu. Karşısındaki oyun arkadaşı dehşet içinde ayağa kalkıp uzaklaştı masadan. Onun çevresinde ki herkes uzaklaştığında bir anda yere düştü. Suratı olduğum tarafa dönüktü. Kızarmıştı yüzü ve artık morarmaya başlamıştı. Gözleri irice açılmıştı ve boğazını tutan elinden nefesinin kesildiği belliydi.

"Hemşire!" diye bağırdı biri. "Ölüyor! Adam ölüyor! Koşun!"

Adamın gözleri kaymaya başladı. Diğer eli de boğazına gitmeye başladığında hemşirelerden oluşan bir topluluk hızlıca içeri girdi. Sertçe açılan kapı gürültülü bir şekilde duvara çarptı.

Hemşirelerden biri ona uzandığında o çoktan hareketsizce uzanıyordu artık. Tik tak. Zaman doldu onun için. Bay bay.

Kadınlardan birinden güçlü bir çığlık çıktı bu sırada. Sanki kasırga sonrası sessizlikti bu. Az önce can çekişen kişi artık hareketsizdi. Gözleri açıktı, elleri boğazındaydı. Suratı mosmor kesilmişti. Dizlerini çırpınışları sırasında karnına doğru çekmişti. Başım yana doğru eğildiğinde gözlerimi birkaç kez kırpıştırdım. Cehennemde görüşürüz.

"Öldü." diye fısıldadı biri sessizliğin arasında.

"Gebersin piç." dedi birisi umursamaz ses tonuyla ve ortak alandan dışarı çıktı.

"Geberdi zaten gerzek." dedi biri gidenin ardından.

"Saçma salak konuşmayın, adam öldü!" dedi biri hiddet içinde.

"Ne yapalım yani? Ağlayalım mı?" dedi bir kadın sesi.

"Kaltak." dedi bir erkek sesi.

Birinin kadına karşılık vermesiyle bir anda ortalık karıştı. Kadın ona hakaret eden kişiye bir anda saldırdı. Kargaşayı fırsat bilen biri, başkasına yumruğunu geçirdiğinde ağzım şaşkınlıkla aralandı. Ortalık iyice karışırken, biri masanın üstüne çıkarak kollarını havaya kaldırdı ve "KAOS!" diye bağırıp kahkaha attı.

Bir kadın ona karşılık güldüğünde sakince ayağa kalkıp ortak alandan çıkmak için hareketlendim. Etraf fazla gürültülü bir haldeyken, odanın beyaz ışıkları bir anda kırmızı bir şekilde yanıp sönmeye başladı. Etrafta duyulmaya başlanan siren sesiyle birlikte kaşlarım çatılırken hoparlöre baktım amaçsızca. O sırada masadaki hâlâ delicesine kahkaha atıp gülüyordu.

"Bu bir acil durum uyarısıdır! Hastaların dikkatine! Herkes odalarına! Bu bir acil durum sirenidir! Tüm hastalar odalarına!"

Az önce çıkan karmaşa bir anda durdu. Herkes koşarak odalarına gitmeye başladığında bende hızlı davranmaya çalışarak alandan çıktım. Etraf az önceki çocuğun dediği gibiydi. Tam bir kaos alanıydı. Herkes koşarak merdivenlerden çıkıyor ya da iniyordu. Yutkunarak koşmaya başladım. Fakat bu çok zordu. Tam bir insan sürüsünü oluşturmuştu az önceki çağrı. Zar zor merdivenlerden çıkmaya başladığımda insanların birbirlerini ittiklerini gördüm.

Dakikalar sonra ben katıma ulaştığımda hâlâ insanlar odalarına gitme telaşı içerisindeydi. Zorlukla yutkundum. Nefes nefeseydim. Koşarak koridordan geçtim ve sola dönerek odama gittim. Kapıyı açmamla, içeri girip geri kapatmam bir olmuştu. Elim istemsizce anahtar yuvasına gitti fakat karşılaştığım boşluk ile gözlerimi yumdum sıkıca. Tedirgindim.

Eğer sadece olay ölen kişi olsaydı, bu beni asla paniğe sürüklemezdi. Fakat acil durum çağırısı çok nadir verilirdi. Burada olduğum dört yıl içerisinde sadece bir kez karşılaşmıştım. O da sadece gaz kaçağındandı.

Kulağımı kapıya yasladım ve sesleri dinledim. Sertçe açıp kapatılan kapılar, koşuşturma sesleri, bazen konuşma ve sıklıkla bağrışma sesleri ilişti kulağıma.

Bugün Harese tam anlamıyla cehennemdi. Özellikle şu son yarım saattir.

 

 

Loading...
0%