@meelcnmel
|
Ayağımdaki düz tabanlı çizmelerimin zeminde bıraktığı tok sesle birlikte az önce indiğim asansörü arkamda bırakırken dudaklarımdaki o aptal gülümsemeyi silerek elimdeki telefonu kapatıp montumun cebine koydum. Neredeyse bir saat öncesinde Olcay'ın yanına, otele gelmiş, onu ziyaret etmiştim. Burada olmasına rağmen en son günler önce görüşebilmiştik çünkü kendisi buraya benim için değil, etrafı gezip görmek için gelmişti! Geldiklerinden beri yerlerinde durmuyorlardı ve şimdi de Ufuk'la Onur, bu sabah İzmir'e dönmek zorunda kaldıklarından Olcay burada tek kalmıştı. Aslında benim tanıdığım Olcay, onlarla birlikte eminim ki geri dönerdi fakat burada onu tutan sebebi bilen tek kişi bendim. Bunu her ne kadar bana söylemese de onun o şapşal tavırlarından bunu anlamıştım. Üstelik hanımefendi, iki gün önce nasıl becerdiğini anlayamadığım bir şekilde ayağını burkmuştu ve günlerdir odasında yatıyordu. Bunu da bana söylememiş, anca geldiğimde öğrenebilmiştim. Ben, bunları düşünürken tam o an sert bir bedene çarpmış olmam beni duraklatan tek şeydi. Çarptığım beden her kime aitse bir canlı olmadığını şu an ona söylemek istiyordum, çünkü bir kayaya çarpmışım gibiydi. Dudaklarımdan acı dolu minik bir inilti dökülürken elimi başıma götürdüm. Resmen nevrim dönmüştü! "Çok pardon," diyen kalın ses, kulaklarıma ulaşırken onu algılamakta kısa bir an zorlandım. Parmaklarımla hafifçe başımı ovalayıp bakışlarımı karşımda duran ve benden epeyce uzun olan adama çevirdim. Üç numaraya vurmuş olduğu saçlarıyla iyi bir uyum sağlayan ve beyaz tenine zıt bir şekilde koyu gözlere sahip olan bu adam, bana hiç olmadığı kadar yabancı gelirken çatık kaşlarım usulca düzeldi, elimi yavaşça aşağı indirdim. Daha önce bu otele geldiğimde de onunla asansörde karşılaşmış, benim için asansörü tutmuştu. Onu sıklıkla görmeye başlamıştım. "İyi misin?" diyerek mahcup bakışlarını yüzümün her köşesinde gezdirdiğinde başımı hafifçe aşağı yukarı salladım. "İyiyim," diyerek yanıtladım onu. "Kusura bakmayın önüme bakmayan bendim." dedim, koyu gözlerine bakarak. Bununla birlikte bir önemi yokmuşçasına başını hafifçe iki yana salladı fakat ben, onunla aynı fikirde olmayı isterdim. Hâlâ başım zonkluyordu! "Asıl siz kusura bakmayın," dedi, kibarca. Ardından hâlihazırda açık olan telefonunu kapatıp kabanının cebine koydu. "İyi olduğunuza emin misiniz?" derken bir kez daha beni süzmüştü ama bu, normalin üzerinde fazla dikkatli bir süzüştü. Bunun üzerinde durmayıp ellerimi montumun cebine koyduğumda omzunun üzerinden gördüğüm Kılıç da dönen kapıdan içeri, otele giriş yapmıştı. Simsiyah gözleri, sanki orada olduğumu biliyormuş gibi direkt olarak gözlerimle kesiştiğinde bu kısa sürmüş, önümde dikilen bedene bakışlarını çevirmişti. Sadece birkaç saniye bakışları orada takılı kaldığında kaşları ışık hızıyla çatıldı. İşte bu, bana tuhaf geldiğinde gözlerimi yine karşımda duran yabancı adama çevirdim. O bakışları hâlâ olduğu yerdeydi. "İyiyim, bir sorun yok." dedim, elimi hafifçe havada sallayarak. "Tekrar özür dilerim, iyi günler." diyerek de adımlarıma yön verip yanından ayrıldığımda onu gerimde bırakmış, bana doğru gelmekte olan Kılıç'a doğru ilerlemeye başlamıştım. Onun o çatık kaşlarının altındaki bakışları arkamda takılı kalmıştı. "Hayırdır?" dedi, yanına ulaştığım ilk anda. Hemen arkasından bakışlarını bana çevirip sağ gözünü kırptı. "Ne konuşuyordun o lavukla?" Bu, kaşlarımı çatmama neden oldu. "Hayırdır?" dedim, ben de onu taklit ederek. "Kenan'la çok vakit geçirdin herhalde son zamanlarda, hesap sormalar falan?" diyerek sözlerimi sarf ettiğimde gülecek gibi oldu. "Ben değil de Kenan da görebilirdi," dediğinde göz devirdim. "Tanıyorum onu, ne konuşuyordunuz?" dedi, bir anda ciddileşerek. Bu da, bakışlarımı omzumun üzerinden arkaya çevirmeme neden olduğunda o yabancı adamın orada olmadığını görmüştüm. "Nereden tanıyorsun?" dedim, merak barındıran bir ses tonuyla. Bu sorumla elini boşver dercesine sallayıp başıyla dışarıyı gösterdi. "Seninki dışarıda, bekletme de kudurmasın ayıcık." dediğinde meraklı tavrım arka plana düşmüş, bu söylediğine kıkırdamıştım. "Tamam," dedim, omzumdaki çantayı düzeltip. "Görüşürüz o zaman." dediğimde o da bana aynı şekilde karşılık vermiş, yanından uzaklaşmıştım. Onu arkamda bıraktıktan sonra döner kapıdan geçip otelden çıktığım an yüzüme kırbaç misali bir rüzgar inmiş, yüzümü buruşturmama yol açmıştı. Günlerdir burada olmama rağmen hâlâ buranın havasına alışabilmiş değildim doğrusu. Açıkçası soğuk havaları severdim fakat burası alışık olduğumun dışındaydı. Ne hızlı ne de yavaş olan adımlarımla ilerlerken gözlerimi kısaca etrafta gezdirip tanıdık arabayı aramaya koyuldum. Çok geçmeden de o tanıdık araç, görüş açıma girdiğinde adımlarımı hızlandırmıştım. Sadece ona ait olan bir şeyi görmek bile içimi kıpır kıpır ederken dudaklarımda engelleyemediğim bir gülümseme hâkimdi. Bunu fark ettiğim an bu gülümsememi bastırmaya çalışsam da kendime bir türlü engel olamıyordum, çünkü birazdan kavuşacağım beden, bende engellenmesi imkânsız bir heyecan yaratmıştı. Tamı tamına iki gündür resmen yapışık ikizler gibi ortada dolanıp, insanlara sinir bozucu gibi görünsek de ara sıra biz de kendimize onların gözünden bakıp birkaç dakikalığına birbirimizden ayrılıyorduk fakat bu tabii ki birkaç dakikayı aşmayacak şekilde gelişiyordu. Bunun nedeninin de buraya geldiğimizden beri aramıza bir mesafe girmesiydi. O mesafe ikimize de o kadar aşılmaz gelmişti ki şimdi de kendimize engel olamıyorduk. O gün ona itiraf ettiğim duygularım, aramızdaki o görünmez duvarı aşmamızı sağlasa da o an aklıma her geldiğinde tüm bedenime bir sıcaklık yayılıyor, utanmama yol açıyordu. Üstelik utanacak hiçbir şey yoktu. Yolcu kapısını açıp arabaya bindiğim an, arabaya yayılmış olan o güzel kokusu ciğerlerime dolmuş, derin bir nefes almamı sağlamıştı. Kokusunu solumaktan asla bıkmıyordum. Başımı ona doğru çevirdiğimde yeşilleri direkt olarak benim mavi gözlerime tutundu. Tıpkı benim gibi dudaklarımda minik bir gülümseme yer edinmişti ve bunu görmek bile içimdeki o heyecanı daha da coşturdu. "Hoş geldin," dedi, onu ısırabileceğim bir tatlılıkla. Sözlerinin ardından bana doğru uzanıp parmaklarıyla çenemi kavradığında dudakları önce yanağımla buluştu. Bu hoş geldin öpücüğü, dudaklarımdaki gülümsemeyi genişletirken benden usulca uzaklaşmıştı. "Hoş buldum," derken gözlerimden kalpler fışkırdığına emindim. "Özledin mi beni?" dedim, oyunbaz bir tavırla. Gülümsemesi, erkeksi bir kıkırtıya dönüşüp kulaklarım için bir şenlik yarattığında çenemdeki parmakları önüme düşen saçlarıma tırmanıp onları kulağımın arkasına sıkıştırmıştı. "Hem de nasıl," dediğinde yine o bakışları yoğun bir hâl almış, tenimi karıncalandıracak hisleri vücuduma hücum ettirmişti. "Tek bir mesajını bekledim, buraya gelmek için." "Ha öyleli yani?" dedim, o oyuncu tavrımı sürdürerek. Bununla birlikte kaşları havalanırken onun da benim bu küçük flörtüme ayak uydurmaya başladığını anlamam çok uzun sürmedi. "Öyleli," dedi, sırıtışı büyürken. Bu tatlılığı karşısında kıkırdayıp ellerimi yanaklarına doğru uzattığımda yapacağım şeyi anlayarak ellerimi tutup indirdi. "Vazgeç şundan." dedi, bundan bıkmışçasına. Hâlbuki yanaklarını delicesine sıkıp öpmem hoşuna gidiyordu. "Ay," dedim, burnumu kırıştırıp. "Keyfin bilir." diyerek ellerimi ondan uzaklaştırdığımda o arabayı çalıştırmaya koyulmuş, ben de o sırada emniyet kemerimi bağlamıştım. "Olcay nasıl?" dedi, benim bu minik tribimi görmezden gelerek. "Onur'la Ufuk'a trip atmakla meşgul, onun dışında gayet iyi." dediğimde güldü. "Onlara göstereceğim ama, kızı bu halde bırakıp gitmişler!" "O kadar kötü mü?" dediğinde omuz silktim. "Değil de işte naz yapıyor." dedim, elimi hafifçe sallayarak. Bu söylediğim, onun bir kez daha gülmesini sağladığında bu sefer ben de ona eşlik etmiştim. Ardından yolda olan bakışlarım ona döndü. Birkaç saniye yan profilini incelediğimde bugün bunu ne kadar çok yaptığımı da böylelikle fark etmiştim. Son birkaç gündür gözüme olduğundan daha yakışıklı geliyordu ve bu da, durup durup onu incelememe sebep oluyordu. "Sende bir şey var bu aralar," dediğimde yoldaki bakışlarını bana çevirdi. O esnada elimi yanağına doğru uzatıp parmaklarımın tersiyle hafifçe yanağını okşamıştım. "Pek bir yakışıklısın." Bu söylediğim, gözlerinin hafifçe kısılmasına yol açtı. "Ne demek bu?" dedi, alınganlığın kokusunu aldığım bir tınıyla. O esnada trafik lambasının yüzüne vuran kırmızı ışığıyla tekrar yola dönmek zorunda kalmıştı. "Öyleydin zaten," diyerek durumu toparladığımda bana yandan bir bakış attı. "Küsme hemen." dedim, yanağını mıncırarak. "Parıldıyorsun diyorum, hayatım." Sözlerim onun dudaklarının yukarı kıvrılmasına neden olduğunda elini yanağında konaklayan elimin üzerine koyup dudaklarına doğru yaklaştırdı. Tam avucumun içerisine içimi yakan bir öpücük bıraktığında yanağımın içini dişlememe engel olamamıştım. "Hayatım diyen dilini yesinler senin," dediğinde kıkırdadım ve kısaca yola göz attım. "Konağa gitmiyor muyuz?" dedim, kaşlarımı kaldırarak. "Dicle'yi okuldan almam lazım, sonrasında konağa geçeceğiz." diyerek beni yanıtladığında başımla onu onaylamıştım. Geri kalan yolculuğumuz ne çok uzun ne de çok kısa sürerken ara ara ona sataşıp bu olağanüstü yakışıklılığını kendi içimde değerlendirmeye almıştım ama herhangi bir sonuç elde ettiğim de söylenemezdi. Bu aralar kendine ne yapıyordu bilmiyordum ama biraz daha buna devam ederse ona olan sevgimin sonsuz boyutlara ulaşacağına kesinlikle emindim. Klimadan yayılan sıcaklık dizlerime çarpıp bedenimi ısıtırken elimdeki telefonu kapattım ve gözlerimi dışarıda sigara içen Kenan'a çevirdim. Bir yandan kaşlarını çatmış elindeki telefonunun ekranına bakıyor bir yandan da gözlerini, bahçesinde bulunduğumuz kolejin ana kapısına çevirip dağılmakta olan öğrencileri kontrol ediyordu. En sonunda gözleri bir noktada takılı kaldığında telefonunu kapatıp usulca kabanının cebine yerleştirmiş sigarasını da yanındaki çöp kutusunda söndürmüştü. Bununla birlikte ben de bakışlarımı bahçenin diğer köşesine çevirdiğimde minicik boyuyla görüş açıma giren Dicle'ye gülümsemeden edemedim. O sapsarı saçlarını örmüş, kaşlarını da anlamadığım bir sebepten dolayı çatmıştı. Bu tatlı hali, kendi kendime gülmeme neden olduğunda onun yemyeşil gözleri bulunduğum arabanın hemen yanındaki Kenan'cığını buldu. Ona, o minik boyuna rağmen delicesine aşıktı. Hoş, ona aşık olmayan yoktu ki. Çatık kaşları hızlıca düzeldiğinde o yavaş adımları hızlanmış, koşarak arabaya doğru ilerlemeye başlamıştı. Kenan da onun beklediği bu atağı karşılayarak onunla tam ortada buluştuğunda o minik bedenini kolları arasına aldı. Bu fazlasıyla tatlı olan buluşma, içimi sıcacık ederken dudaklarımdaki kocaman gülümsemeyle onları izliyordum. Çok kısa bir kucaklaşma yaşadıklarında Kenan onu kucağına alıp çöktüğü yerden ayaklanmıştı. Dicle de bir kolunu onun boynuna dolamış, o bıcır bıcırlığıyla bir şeyler anlatıyor, Kenan da onu can kulağıyla dinliyordu. Ben onları izlerken en sonunda arabaya yanaşıp arka koltuğun kapısını, Dicle'nin binmesi için açmıştı. "Aaa, Maran!" Dicle'nin sesi kulaklarıma ulaştığında kıkırdayarak hemen arkaya doğru döndüm. Tam o anda da arka koltuğa küçük bedenini sığdırmıştı. "Naber fıstık?" dedim, yanağından makas alarak. O iri yeşil gözlerini mavi gözlerime sabitleyerek bakışlarında gizleyemediği parıltılarla bana baktı. "İyi," dediğinde Kenan, ona ait olan çantasını yanına bırakıp onun emniyet kemerini takarak kapıyı kapattı. "Nasıl geçti okul?" diyerek az önceki o asık suratına gönderme yaptığımda ofladı. "Sıkıcı!" dedi, abartılı bir tavırla. "Sıkıcı!" dedim, onun taklidini yaparak. Bunu yaparken yüzümü tıpkı onun gibi buruşturmuştum. Bu esnada yan tarafımdaki kapı açılmış, Kenan da arabaya binmişti. "Okulu sevmiyorum," derken boynundaki pembe peluş atkısını çıkarıp gözlerini irileştirerek bana baktı. "Daha çok kez gidecekmişim, biliyor musun? Ne zaman bitecek?" dediğinde Kenan'la aynı anda gülmüştük. Bu hali bana oldukça tanıdık geliyor, bana kendimi hatırlatıyordu. "Daha çok uzun bir yolun var aşkım," dedim, saçlarını usulca okşayan parmaklarımı ondan uzaklaştırarak. "Öyle kolay bitmiyor maalesef." Bu söylediğimle birlikte iyice suratı asılırken zaten bu gerçeğin farkında olduğunu biliyordum. Bir süre daha kendi çapında bu konuda hayıflanıp durmuş, daha sonrasında da bundan sıkılarak başını yola çevirmişti. Bu arada ben de önümdeki klimadan dolayı yine mayışmış başımı koltuğa yaslayarak şehir merkezinden bir hayli uzak olan konağın yolunu izlemeye koyulmuştum. Ara ara uyumamak için yanımdaki Kenan'a sataşsam da arka koltukta uyuyakalan Dicle'yi uyandırmamak için bunu çok abartmamıştım. Aradan geçen yaklaşık bir saat kadar olan yolu geride bırakmayı başardığımızda konağın sur gibi olan çift kanatlı otomatik kapısı yavaşça açılmış, arabayla koca bahçede ilerlemeye başlamıştık. Bu esnada ben de istemeye istemeye rahatımı bozarak yerimde doğrulmuştum. Arka koltuktaki Dicle'ye bir bakış attığımda hâlâ uyuyor olduğunu gördüm. "Cimcime ya," Bakışlarımı Kenan'a çevirdim. "Aynı ben." O da bunun karşılığında bana bir bakış atıp emniyet kemerini çıkardı. "Allah korusun." dedi, itici bir tavırla. Bu, göz devirmeme neden olduğunda gülmüş, o da arkaya doğru başını çevirmişti. Birkaç saniye gibi bir süre bakışları orada takılı kaldığında ekledi. "Sana bir şey almıştım ama vermeyi unuttum," dediğinde kolunu arkaya doğru uzatıp orada duran küçük bir paketi alarak tekrar bana dönmüştü. Bu, çocuksu bir heyecana kapılmama sebebiyet verdiğinde ellerimi hafifçe çırptım. Bunu yaparken de sessiz davranmaya özen göstermiştim. "Beni şımartıyorsun," dedim, elindeki paketi alırken. Bu arada dudaklarımdaki gülümseme genişlemişti. Şu an Dicle'nin bile benden daha olgun bir tepki vereceğine emindim. "Bayılıyorum çocuksu hallerine, onu ne yapacağız?" derken tıpkı söylediği gibi o yeşil gözleri parıltılarla dolmuş, gözlerini üzerime dikmişti. Bu söyledikleri de yaptıkları da o çocuksu heyecanımı bastırmama bir nebze yardımcı olmazken elimdeki küçük paketi de aynı heyecanla açmıştım. Paketi açtığım an elime temas eden yumuşak doku, yanağımın içini dişlememe yol açarken o da pür dikkat beni izliyor, mümkünmüşçesine elim ayağım birbirine dolanıyordu. En sonunda paketin içinden çıkardığım mavi bere, dudaklarımdaki gülümsemenin bir kıkırtıya dönüşmesini sağladığında elimi hafifçe berenin o yumuşak dokusunda gezdirdim. "Kenan," dedim, a harfini uzatarak. Bu masum hediye, kalbimin etrafını sıcacık hislerle çevrelerken dişlerimi hafifçe alt dudağıma geçirip dudaklarımdaki o aptal sırıtışı gizlemeye çabaladım fakat pek başarılı olabildiğim söylenemezdi. Üstelik onun o tatlı bakışları üzerimdeyken kendime hiçbir şekilde engel olamıyordum. Yanaklarıma basan sıcaklıkla bu havayı dağıtmak isteyerek saçlarımı elimden geçirip bereyi başıma geçirdim. Ardından elimle bereyi düzeltip ona doğru döndüğümde bu aptal tavrıma gülmüştü. "Yakıştı mı?" dedim, saçlarımı düzelterek. Yeşil hareleri gözlerimden kayıp başımdaki bereyi bulduğunda gözlerimizin arasına yine çok mesafe koymamış, beni kendinden mahrum etmemişti. "Çok yakıştı," dedi, elini uzatıp başımdaki bereyi düzeltmeden hemen önce. "Yakışacağına emindim zaten." dediğinde elimi kaldırıp çenesine yasladım. Ona olan sevgim adeta gözlerimden taşıyor, aramızdaki o görünmez köprüde onunla bir bağlantı kuruyordum. "Teşekkür ed-" "Şşh," diyerek lafımı kesti, fısıltıyı andıran bir tınıyla. Gözleri, bir kez daha başımdaki özel hediyeye kaydığında onu öpme isteğim de eş zamanlı olarak ağır basmıştı. "İstersen başka şekillerde teşekkür edebilirsin tabii." dedi, oyunbaz bir ifadeyle. Bu, dakikalardır olduğu gibi bir kez daha gülmeme neden olduğunda ona seve seve ayak uydurmuş, dudaklarımı sıcacık dudaklarıyla kavuşturmuştum. Bununla birlikte eli, boynumu hafifçe kavradığında tüm bedenim de onun sıcaklığının verdiği hisle kolları arasına kendini bıraktı. Göğsüm onun göğsüne temas edip aynı anda inip kalkarken kalp atışları ritmik bir şekilde bedenime çarpıyor, tüm vücuduma da bir elektrik dalgası yayıyordu. Dudakları, adımı unutturmak istercesine dudaklarımda gezintiye çıkmışken parmaklarım kirli sakallarının çevrelediği çenesini usulca okşamaya başlamıştı. Bunu da anca saniyeler sonra fark edebilmiş, beni nasıl etkisi altına aldığını da böylelikle bir kez daha kavramıştım. Tam o an, arkamdaki camın tıklatılmasıyla yerimden adeta sıçrayarak ondan uzaklaştım. Ondan uzaklaşmamla birlikte dudaklarımızın arasından çıkan o ses de arkamdaki camın tıklatılması da bana nerede olduğumu hatırlatırken arka koltukta da bir hareketlilik olmuştu. Bu, gözlerimi utançla yummama yol açtığında arka koltukta uyuyan ve varlığını bile unuttuğum Dicle aklıma geldi. Ben böyle aptallıklar yapmayı ne zaman bırakacaktım? Ben, oturduğum koltukta kendi utancımı yaşarken iyice yerime sinmiştim. O esnada da Kenan, camı açıp bakışlarımın oraya dönmesini sağladı. Çağlar'dı. "Ne var lan?" dedi, Kenan kabaca. Bu tavrına içten içe hak verirken ben de ters ters Çağlar'a bakmıştım. Onun o ela gözleri ikimizin arasında kısa bir an gidip gelirken başını uzatıp arkadaki Dicle'yi kontrol etti. "Bu velet sizinle miydi?" dediğinde tam o an Dicle'nin tatlı sesi araya girdi. "Sensin velet!" dedi, çemkirerek. Yeni uyanmış olduğu için fazla öfkeli görünüyordu fakat onun normal hali de böyleydi. Çağlar, Dicle'yle bir olup ona dil çıkardığında Dicle ona göz devirmiş, çantasını alarak arabadan inmişti. Onunla birlikte biz de arabadan inerken Çağlar başımdaki bereye bir bakış attı. "Şirinlere benzemişsin," dedi, bu sefer de bana sataşarak. Bu söylediği, sinirlenmeme değil aksine gülmeme yol açtığında kaşlarımı çatmaya çalıştım. "Sensin o!" Dicle'yle neredeyse birebir aynı cevabı verişim, kısa bir an gerçekten onunla aynı karaktere sahip olup olmadığımı bana düşündürürken Kenan, kolunu onun omzuna atarak onun benimle uğraşmaması gerektiğinin mesajını ona gizliden gizliye vermişti. O ikisi önümden ilerlemeye başlarken avucumda minik bir el hissetmiş ve başımı bu elin sahibine çevirmiştim. Dicle, kısacık boyuyla adeta benimle yarışırken beni konağın merdivenlerine doğru sürüklemeye başlamıştı bile. Kenan'la Çağlar önümüzden ilerlerken biz de Dicle'yle arkalarından küçük adımlarla ilerliyor, uykudan yeni uyandığı için üzerindeki o sersemliği sırıtarak izliyordum. En sonunda konağın merdivenlerini tırmanıp Lale tarafından açılan o kapıdan içeri girdiğimizde bizi gülümseyerek karşılamış, aramızda ufak bir selamlaşma geçmişti. O kapıyı kapatıp Dicle'nin elinden tutarak onu merdivenlere yönlendirdiğinde ben de diğerlerinin ardından salona yöneldim. "Hoş geldiniz kuzucuklarım," diyen Defne teyzenin sesi kulaklarıma ulaştığında ben de salona giriş yapmıştım. Bige'yle birlikte salonda oturuyorlardı ve yanlarında Kiraz babaanne de vardı. Gözlerim salonda kısaca gezindiğinde annemi görememiştim. "Hoş bulduk," diyerek annesinin yanağına bir öpücük konduran Kenan, sırf bunun için bile gözleriyle ona trip atmaya başlayan babaannesinin tonton yanaklarını da öpüp geniş kanepelerden birine kendini bıraktı. Çağlar da babaannesinin yanına oturup küçük bir çocuk gibi onun yanına sokulduğunda Kiraz babaanne gülmüştü. "Annem nerede?" dedim, başımdaki bereyi çıkarıp montumun fermuarını açarken. "Telefonla konuşuyordu hayatım, gelir birazdan." diyerek beni yanıtlayan Defne teyzeyi başımla onaylayarak baş parmağımı omzumun üzerinden merdivenlere doğru tuttum. "Ben bir bakayım o zaman," dedim, onların yanından ayrılmadan hemen önce. Ardından merdivenlere yönelip merdivenleri hızla tırmandığımda montumun cebindeki telefonum da eş zamanlı olarak çalmaya başlamıştı. Cebimdeki telefonu çıkarıp yanıp sönen ekranı kontrol ettiğimde gözlerimi devirmeme engel olamadım. Ekrandaki kuru kafa emojisi tüm sinirlerimi bir anda altüst ederken aramayı reddedip odamın kapısını açarak içeri girdim ve arkamdan kapıyı kapattım. Sinan, dün geceden beri beni arayıp duruyor ve bunu ısrarla da sürdürüyordu. Bunun nedeninin de dün Kenan'la paylaştığım fotoğraftan kaynaklandığını tabii ki biliyordum. Çünkü birkaç kez belli aralıklarla bana mesaj atmış, bu konuyu didiklemeye çalışmıştı fakat ona ne müsaade etmiş ne de herhangi bir cevap vermiştim. Onu hayatımdan çıkaralı aylar oluyordu ama bunu anlamakta güçlük çekiyordu. Elimdeki telefonu komodine bırakıp montumu çıkardıktan sonra odamın banyosuna girip suyu açtım ve küvet dolana kadar da banyoda duran jellerimden biriyle yüzümdeki makyajı temizledim. İşimi kısaca hallettikten sonra banyodan çıkmış, kendime birkaç parça kıyafet alarak bir kez daha çalmakta olan telefonumu görmezden geldim ve banyonun kapısını ardımdan kapattım. 🧸🧸🧸 Cızırtılı radyoda çalan nostaljik müzik kulaklarıma dolarken elimdeki rakı bardağını masaya bıraktım. Masada dönen sohbete yüzümdeki kocaman gülümsemeyle eşlik ediyordum ve şu an bulunduğum an o kadar huzur doluydu ki bir an kendimi, akıp giden zamanın gerçekle alakası olup olmadığını sorgularken bulmuştum. Bu sabah, Firuze'lerin ani verdiği bir kararla hep beraber yemeğe çıkmış, lüks bir restoranın aksine mütevazı bir meyhanede kendimizi bulmuştuk. Mekân seçiminin kime ait olduğunu bilmiyordum ama fazlasıyla zevkli olduğu aşikârdı. Omzumdaki siyah şalı düzeltirken yanımdaki adamın dudaklarından, melodisine aşık olabileceğim bir kahkaha döküldü. Başımı çevirip ona baktığımda dudaklarının iki yana çekilmiş, sağ yanağında bulunan gamzesinin de ortaya çıktığına şahit olmuştum. Gülerken kısılan gözleri, yeşillerinin parıltısını gizleyememiş hatta daha çok parıldamasını sağlamıştı. Tam karşısında oturan abisini pür dikkat dinlerken parmakları arasındaki sigarayı dudaklarına götürdü. Diğer kolunu oturduğum sandalyenin arkasına atıp daha az önce düzelttiğim şalımı gözleriyle kontrol ettiğinde bakışlarım, daha önce böylesiyle hiç karşılaşmadığım güzel çehresinde dolaşmaya başlamıştı bile. "Oğlum ben sek içiyorum amına koyayım!" "İki yudum alınca kaşın gözün ayrı oynuyor zaten anasını satayım. Ne sek içmesinden bahsediyorsun?" "Bige, içme artık yeter." Ortamdaki sohbetten uzaklaşırken kollarımı Kenan'ın beline sarıp başımı göğsüne yasladım. O da bütün gece yapmaktan asla yorulmadığı şeyi yaparak omuzlarımda asılı duran şalı düzeltmişti. Üzerimdeki elbiseyle üşüyeceğimi söyleyerek mekânda çalışan genç bir çocuktan şal istemiş ve zorla omuzlarıma sarmıştı. Tabii bunun üşümemden ziyade elbisenin sırt dekoltesinin olmasından dolayı yaptığını da düşünmemiş değildim. Bu kıkırdamama neden olurken çenemi göğsüne yaslayıp bakışlarımı ona doğru kaldırdım. "Ne gülüyorsun yine?" dedi fakat bunu söylerken o da gülmüştü. Gülüşümü bastırmak için yanağımın içini dişledim. "Bu kadar kıskanç bir adam olduğunu bilmiyordum." dediğimde kaşları usulca havalandı. Ardından sigarasını söndürüp rakı bardağını eline aldı ve kadehteki içkiyi tek dikişte içip diliyle dudaklarını ıslattı. Tüm bunları yaparken onu bütün dikkatimle izlemiştim. Gözlerim, yutkunurken aşağı yukarı hareket eden ademelmasında takılı kalırken konuştu. "Ne kıskançlığımı gördün?" dedi, bakışlarını bana doğru eğip. "Doğru," dedim, sırıtarak. "Daha bu hiçbir şey çünkü." Söylediklerimle birlikte dudakları yukarı kıvrılırken başını salladı. "Doğru düşünüyorsun bence de." dedi, beni yanıltmayarak. "Yol yakınken dön derdim ama böyle bir şeye izin vermeye niyetim yok." Sırıtışım büyürken ona daha çok sokuldum. "Hmm," diye bir mırıltı çıkardım. "Öyle mi diyorsun?" Güldü. "Cilve yapma bana." Burnumu kırıştırdım. "Cilvesiz bir Maran düşünebiliyor musun sen?" dediğimde alay dolu bir tavır takındı. Ona aynı ifadeyle bakmaya devam ettiğimde başımın üzerine bir öpücük bıraktı. "Ne zaman evleneceksiniz hâlâ söylemediniz." Bakışlarımız bunu söyleyen Bige'ye döndüğünde güldüm. "E abin evleniyor zaten bilmiyor musun?" Alaylı bir şekilde söylediğim şeye Kenan hariç herkes gülerken ben de kahkaha atmaya başlamıştım. Çok geçmeden bir anda herkes sustuğunda başımı çevirip Kenan'a baktım. Hepsine ters ters bakıyordu. "Diba üzerinden şaka yapacak kadar alıştın bu duruma yani?" dedi, hoşnut olmadığını fazlasıyla belli ederek. Omuz silktim. "Bağırıp çağırınca da bir şey değişmiyor ne yapayım?" dediğimde göz devirip bir sigara daha yaktı. "Düğünde horon tepmeyeceksek gelmeyeceğim," diyen Çağlar'a baktım. "Aynen," dedi, Çağan da ona katılarak. "Horonsuz düğün mü olur?" "Olmaz!" Gözlerim bu sefer de Bige'ye döndüğünde yine güldüm. Sarhoş değildi fakat çok içmişti ve Kenan'la Gediz abinin gözü bütün gece onun üstünde olmuştu. Ben bunu düşünürken Kenan'ın kolu görüş açıma girdi ve Bige'nin önündeki kadehi alıp masanın ona uzak olan diğer tarafına bıraktı. "Çok içtin, yeter bu kadar." dedi, keskin bir dille. Gediz abi, şu an Bige'nin bu hâllerini göremiyordu çünkü yanındaki karısıyla tatlı olduğunu düşündüğüm bir diyalog içerisindelerdi. "Maran," diyen Olcay'a baktım. Onu çağırmayı bu sefer ben akıl etmemiş, Kılıç ondan beklemediğim bir hareketle haberdar bile olmadığım bu plana Olcay'ı davet etmişti. Bunu da son dakika öğrendiğimde oldukça şaşırmış, Kılıç'ı köşeye sıkıştırıp onu zorlayacak sorular sormuştum fakat beni geçiştirmekten başka hiçbir şey yapmamıştı. Hatta kendisi bizzat Olcay'la buraya gelmişti. O ikisi arasında neler olduğunu bilmiyordum ama en kısa sürede öğrenecektim. Biz buraya Kenan'la onlardan daha geç gelmiştik ve onları burada gayet iyi anlaşmış bir şekilde gördüğümde şaşkınlığıma şaşkınlık eklenmişti. Çünkü Olcay, kimseyle kolay kolay iyi anlaşmazdı fakat bu gece beni oldukça şaşırttığını söyleyebilirdim. İkimizin sıklıkla kullandığı yavru köpek bakışlarıyla bana bakarken bu tatlı ifadesine güldüm. "Ben horon bilmiyorum," dedi, fazla masum bir şekilde. Bige sarhoş olmamış olabilirdi ama Olcay'ın pek de ayık olduğu söylenemezdi. "Bayıl Feriha," dedim, o meşhur repliği ona ithaf ederek. Bu, onun bana anlamsızca bakmasına neden olurken bunun sebebinin önündeki rakı kadehinden kaynaklandığını anlamak hiç de zor değildi. "Öğrenirsin, zor değil," diyerek araya giren Kılıç'la bakışları ona kaydığında o kahverengi gözlerini kırpıştırdı. Kılıç'ın gözleri de bununla birlikte hafifçe kısıldığında aralarında uzun bir bakışma geçmişti. Masadaki herkes onları sırıtarak izlerken ben de onları aynı ifadeyle izliyordum. Aslında yakışıyorlardı ve buradan bana iyi bir malzeme çıkabilirdi. Bunu düşünürken aklıma düşen Korhan'la bu fikrimi bir süreliğine rafa kaldırdım. Onu bu ikilinin arasında düşünmek bile zihnimde olaylı bir kavga çıkarmaya yetmişti bile. "Horon demişken," dedi Çağlar tekrar konuşarak. Tam o an mekânı dolduran müzik kapatılmış ve çok geçmeden buraya özgü olan kemençe sesi duyulmuştu. Bununla birlikte Çağlar, Çağan ve Bige hareketlenirken diğer masalarda da aynı hareketlilik oluşmuştu. Arkama yaslanıp onları izlemeye başladığımda bu üçlü de ayaklanıp muazzam bir ritimde horon tepmeye başlamışlardı. 'Çağlar'ın eemişliği halis mi?' Hem hararetli bir şekilde dans edip hem de şarkıyı söylemeleri onların ilk defa Karadenizli olduğunu iliklerime kadar bana hissettirirken dudaklarımda bir gülümseme asılı kalmıştı. Şu an sadece bizimkiler değil bütün mekânın coştuğunu görebiliyordum. "Ben de, ben de, ben de!" diyerek onlara katılan Firuze'ye gülerek baktım. "Sen de oynasana, Kenan." dedim, ismini uzatarak. Gözlerini bayarak güldü. "Hayır tabii ki." dedi, beni çabucak reddederek. Omuzlarımı düşürürken dudaklarımı büzdüm. "Düğününde oynamayacak mısın yani?" dediğimde bakışları yoğunlaştı. Ne söylediğimi sonradan fark ederken bir an duraksadım. Bakışları her geçen saniye yoğunlaşırken sözlerimin de çok yanlış bir yol izlemiş olduğunu anca fark edebilmiştim. Onun düşündüğü şeyler, benim zihnimde somut bir hâl alırken dilimi hafifçe rujlu dudaklarımdan geçirip başımı kısaca hâlâ delicesine dans eden bizimkilere çevirmiştim. Isınmaya başlayan yanaklarımı da ondan gizlemeyi umarak saçlarımı düzelttiğimde içten içe kendime sövüyordum. Gerçekten o soruyu o düşünceyle sormamıştım fakat bana öyle bir bakmıştı ki bu, çok kısa bir an ikimizi öyle bir pozisyonda hayal etmeme neden olmuştu. Gözlerini gözlerimden ayırmazken aldığım nefes soluk boruma takıldı. Bu kadar anlamlı bakmamalıydı. Tam o anda dilime gelen ilk şeyi ona söyleyip tüm havanın içinden geçtiğimde gözlerindeki o ifade hızlıca kaybolmuş, mekândaki o müzik bile durmuştu. "Diba'yla evleniyorsun ya." dedim, patavatsızlığımı üst seviyeye çıkararak. "Of, Maran!" dedi, bıkkın bir tavırla. "Siktiğimin şakasından sıkılmadın mı gerçekten?" Bu beklediğim tavır karşısında dudaklarımı birbirine bastırdığımda bana ters bir bakış attı. Bu konuya sıcak bakmadığı kadar da fazlasıyla rahatsız oluyordu ve ben sürekli aptal gibi davranarak bu konuyu gündeme getiriyordum. "Tamam ya," dedim, ona yanaşarak. "Özür dilerim." derken bir kedi gibi ona sokulmuştum. Bana ters ters bakmasına rağmen omzumdaki eliyle kolumu okşamayı da ihmal etmiyordu bu esnada. Uzanıp yanağına kocaman bir öpücük bıraktığımda dudaklarımdaki kırmızı ruj yanağına bulaşmıştı. Gülerek yanağını sildim. "Barıştık mı?" dediğimde bana yandan bir bakış attı. "Barıştık." dedi, ağzının ucuyla. Bu tavrına karşılık olarak dudaklarımdan hah diye bir nida döküldüğünde dudaklarında minik bir sırıtış oluştu. "Serseriye bak ya!" dedim, sahte bir sinirle. Başını bana doğru çevirdiğinde gözleri kısa bir an arkamda bir noktaya takılmıştı fakat daha sonra bana döndüğünde kolunu bana daha sıkı sarmıştı. Bununla birlikte çenemi omzuna yaslayıp elimi kaldırarak ensesindeki saçları okşamaya başladım. Kenan'ın bakışları bir kez daha aynı noktaya kaydığında ben de aynı yere bakmak için doğrulmuştum ama belimdeki eli buna izin vermemişti. "Ne oldu?" dedim, başımı kaldırıp ona bakarken. O beni umursamayıp masadakilere döndüğünde başımı çevirip az önce onun baktığı yere bakmıştım. Yan masamızda birkaç kişiyle oturan genç bir adamla tam o an göz göze geldiğimde Kenan'ın bu tavrı da anlam kazanmıştı. Gözlerimi hızlıca bu yabancı adamdan uzaklaştırıp masaya dönerken Kenan, aklımdan geçmekte olan düşünceyi dile getirdi. "Kalkalım mı artık?" dedi, yerinden hareketlenirken. Bence de kalkmalıydık çünkü biraz daha burada kalırsak bir sıkıntı yaşanacağına emindim. Yanımda Kenan gibi bir adamın olması zaten bunun için yeterliydi. Herkes onu onaylayıp yerlerinden kalkarken elim üstümdeki şala gittiğinde, "Kalsın." dedi, elini elimin üzerine koyup. Bu tavrına istemsizce gülüp masada duran çantamı aldım ve yerimden kalktım. "Maçosun," dedim, alayla. "Aynen, maçoyum." dedi, o da benim gibi alaylı bir şekilde. "Var mı bir diyeceğin?" Ona göz devirdiğimde bakışlarını benden alıp abisine baktı. "Abi," dedi, başını hafifçe oynatıp beni gösterirken. Gediz abi, Kenan'ın bu sözsüz iletişimine karşılık hiç düşünmeden başıyla onu onayladığında kaşlarımı hafifçe çatarak Kenan'a baktım. "Nereye?" diye bir soru yönelttiğimde aklıma gelen birtakım ihtimaller de beni tedirgin etmeye başlamış, saniyeler içerisinde kafamdaki tilkiler harekete geçmişti. "Bir şey yok, bebeğim." dedi, gözlerini gözlerime kenetleyip. "Siz çıkın, geliyorum ben." "Nereye?" dediğimde bana ters ters baktı. "İzninle lavaboya gideceğim." "Evde işersin," diyerek başımı iki yana salladığımda kaşları usulca çatıldı ardından da dudaklarından bir kıkırtı döküldü. "Ne?" dedi, ısırabileceğim bir surat ifadesiyle. "Gitme bir yere, eve gidiyoruz işte." dedim, omuz silkerek. Elini tutarak onu çıkışa doğru sürüklemeye başladığımda sanki kaçabilirmiş gibi Kenan'ın koluna neredeyse koala gibi yapışmıştım. İstediğim gibi gönül rahatlığıyla mekândan çıktığımızda dudaklarım arasından bir soluk bıraktım. "Sen gerçekten manyaksın," diyen sesi kulaklarıma ulaşırken başımı ona doğru çevirip benim üzerimde gezinen gözleriyle göz göze gelmeyi sağladım. "O aklından neler geçtiğini biliyorum," dedim, müthiş bir sakinlikle. Bunu söylerken dışarıdan fazlasıyla cici bir kız gibi görünsem de açıkçası o, gözlerimdeki ifadeden neler geçtiğini anlıyordu. "Sakın Kenan, bunu ben yanındayken yapma bari." Kaşları havalandı. "Bu yanımda olduğun zamanlar için mi geçerli sadece?" diye sorduğunda gözlerimi ağırca devirdim. "Hayır tabii ki!" Aramızdaki laf dalaşı, herkesin arabalarına yerleşmesiyle bittiğinde ne Kılıç'ı ne de Olcay'ı ortalıkta görememiştim. En son onları mekândan çıkarken görmüştüm fakat ben, onların arkamızda olduklarını sanıyordum. "Kılıç'la Olcay nerede?" dedim, arabaya yönelirken. Bir yandan da gözlerim etrafı tarıyordu. Onları otele biz bırakacaktık fakat şu an ortada görünmüyorlardı. "Bilmem," derken umursamazca omuz silkmiş, benden önce arabaya binmişti. Bu meraksız tavrı bende bir şüphe uyandırırken gözlerimi hafifçe kıstım. Ya ben fazla paranoyak davranıyordum ya da o, bana az önceki konuşmamdan dolayı trip atıyordu. İkinci seçenek ağır bastığında mekânın kapısında gördüğüm Olcay'la Kılıç da görüş açıma girmişti. "Neredesiniz siz?" diyerek Olcay'a kirpiklerimin altından bir bakış attığımda bu bakışlarımı görmedi çünkü dediğim gibi o bu gece fazla kaçırmıştı. "Geldik işte," diyen Kılıç, arka koltuğun kapısını Olcay için açtığında ondan beklenilmeyecek bu kibarlıkla kaşlarım havalandı. Olcay arka koltuğa binerken ben de Kılıç'a baktım. "Sen öne geç, trip yiyorum." dedim, arkaya doğru yönelirken. Bununla birlikte Kılıç güldü ve kapıyı kapatmadan önce benim geçmemi bekledi. "Sizi iki dakika yalnız bırakmaya gelmiyor anasını satayım," dediğinde ben de gülmüş, arka koltuğa kurulmuştum. O kapımı kapatıp ön koltuğa geçerken Kenan arabayı çalıştırdı. Bunu yaparken de dikiz aynasından göz göze gelmiştik. "Hayırdır," dedi, arkaya oturmama karşılık. Bu tepkiyi beklediğimden dudaklarımı gülmemek için sıkıca birbirine bastırmıştım. "Canım böyle istedi," diyerek omuz silktiğimde gözlerini dikiz aynasından çekip başını hafifçe omzunun üzerinden bana çevirdi. "Önüne bak, şapşal!" dediğimde beni ikiletmeyerek önüne döndü. Resmen bizi öldürecekti! "Ne yaptın lan kıza?" diyen Kılıç, Kenan'a baktığında güldüm. Bu tavrımın sebebinin o olduğunu ona düşündüren neydi bilmiyordum ama Kenan'ın suçu olduğunu düşündüğü ona bakışlarından belliydi. "Bir şey yapmadım amına koyayım, ne yapacağım?" dedi, kabaca. "Ha siz bundan zevk alıyorsunuz, anladım." Kılıç'ın söylediği bir kez daha gülmeme neden olduğunda Kenan da ona ters ters bakmıştı. Onlar atışmaya başlarken Olcay'ın kafası omzuma düşmüş, onun saçını okşamaya başlamıştım. Rakıyı kaldıramamasına rağmen o masaya oturduğu an kendinden geçiyordu ve ertesi sabah bir daha içmeyeceği konusunda yeminler ediyordu. Şu anda da görünene göre yine aynı şeyler yaşanacaktı. Kısa süren yolculuğumuz Kılıç'la Kenan'ın birbiriyle atışmasıyla hızlıca akıp giderken içinde bulunduğum araba da otelin önünde durmuştu. Olcay, beni şaşırtmayacak bir şekilde uyumamıştı ama pek iyi durumda olduğu da söylenemezdi. Yine de bana çok zorluk çıkarmamış, onu arabadan indirmiştim. Bu esnada Kılıç da bana yardımcı olduğundan açıkçası işime de gelmişti. "Geliyorum ben," dedim, arabanın içine doğru eğilerek. Kenan, beni başıyla onaylarken Kılıç da araya girmişti. "Gelmene gerek yok, odasına bırakırım ben," dediğinde başımı iki yana salladım. "Zorluk çıkarır şimdi sana," derken arabadan uzaklaşıp Olcay'ın yere düşen çantasını alarak onlarla birlikte otele girmiştim. Saat çok geç olmamasına rağmen otelin lobisi normalden fazla sessizdi. Bu, asansörlerin müsait olduğunu bana düşündürürken buna az da olsa sevinerek asansörün tuşuna bastım. Tahmin ettiğim gibi de saniyeler içerisinde asansör bulunduğumuz katta durduğunda asansöre binmiş, arada Olcay'ın saçmalamaları dışında da asansör yolculuğumuz sakin geçmişti. "Bir daha içersen seni gerçekten öldüreceğim," dedim, Olcay'ın omzuma düşen kafasını elimle ittirerek. Bu esnada elimdeki oda kartıyla odanın kapısını açıp onların içeri geçmesini sağlamıştım. Onlar içeri geçerken kapıyı kapatmadan peşlerinden ilerledim yine. Kılıç, Olcay'ı yatağına bıraktığında ben de onun çizmeleriyle montunu çıkarıp üzerini örtmüştüm. O, dakikalar içerisinde sızarken elimdeki oda kartını komodine bırakıp Kılıç'la birlikte odadan çıktık. Beraber tekrar asansöre bindiğimizde en alt kata basmış, bakışlarımın ona dönmesini sağlamıştı. "Sen nereye?" dedim, merakla. "Seni bırakacağım," dediğinde güldüm. "Arabaya mı?" Başını salladı usulca. Gerçekten arkadaşı gibi kendisi de tuhaftı. "İyi madem," dedim, onun bu fazla kibar tavrına karşılık. Asansör saniyeler içerisinde aşağı kata indiğinde ardından beraber otelden de çıkmıştık. Döner kapıdan geçtiğimiz an ikinci kez çarpışacak olduğum o yabancı adamla neredeyse burun buruna gelmiştik. Birbirimize yabancı olmamıza rağmen son zamanlarda gerçekten haddinden fazla karşılaşıyorduk. Ona çarpacak olan bedenim, onun beni tutmasıyla bedenini teğet geçtiğinde elimi hafifçe kaldırdım pardon dercesine. Ya ben fazla aptaldım ya da o fazla aptaldı ki sürekli birbirimizle çarpışıyorduk. Fakat ben, ilk seçenekten yanaydım. "Pardon," dedim, hafifçe gülerek. Bu esnada onun refleksle belime dolanan elinden de geriye doğru adımlayarak kurtulmuştum. Refleks gereği yapmasa bu hareketine çıkışabilirdim ama ona çarpan bendim zaten. Bakışları tıpkı o günkü gibi tuhaf bir şekilde üzerimde dolaştıktan sonra uzun bir süre de yanımdaki Kılıç'a baktı. Kılıç'ın bakışları da onun üzerindeydi ve birbirlerine pek hoş bakmıyorlardı. Kılıç, onu tanıdığını söylemişti ama nereden tanıştıklarını ve neden böylesine nefret dolu bakışlarla birbirlerine baktıklarını tabii ki bilmiyordum. "Yine karşılaştık," dedi, dudaklarını hafifçe yukarı kıvrılırken. Fakat bunu bana yönelik söylüyor olsa da Kılıç'a bakıyordu. Başımı çevirip Kılıç'a baktığımda kötü bakışlarını bu genç adamdan alıp bana baktı. Tam o an Kılıç'ın omzunun üstünden gördüğüm Kenan, parmakları arasındaki sigarasını içerken gözleri aradaki mesafeye rağmen bu adamın üstündeydi. Kaşlarımı çatmamak için büyük bir çaba sarf ettiğimde başımı tekrar tanımadığım o adama çevirdim. "Özür dilerim tekrar gerçekten," dedim, geçmesi için bir adım yana çekilirken. Ardından bu küçük kaza için gülümsedim nezaketle. "İyi geceler." diyerek yanından uzaklaşmayı planlıyordum ki o gür sesiyle birlikte attığım adımım havada kalmıştı. "Henüz tanışmadık," dedi, tekrar konuşarak. Aynı zamanda gözlerim de Kenan'ı bulmuş, onun o ateş saçan gözleriyle yine karşılaşmıştım. Bu esnada elindeki henüz bitmemiş sigarasını yere attı ve büyük adımlarla buraya doğru ilerlemeye başladı. "Araz, ben." diyen ses, başımı ona doğru çevirmemi sağladığında ceketinin cebinden elini çıkarıp bana doğru uzattı. Bununla birlikte bu sefer de gözlerim Kılıç'la kesişmişti. Gözleri kısa bir an arkama döndüğünde tekrar bana baktı ve kaşlarını, hayır dercesine hafifçe kaldırdı. Bu da beni iyice saçma bir duruma soktuğunda çoktan elimi kaldırıp avucumun sıcak avucuyla buluşmasını sağlamıştım bile. "Maran ben de, memnun oldum." Kenan'ın yoğun bakışlarının ağırlığını gitgide daha da üzerimde hissederken Araz, elimi nazikçe tutup dudaklarına yaklaştırmıştı fakat tam o sırada Kenan aramızdaki boşluğa girerek önümde bir kalkan gibi durmuştu. Şu an sırtıyla bakışıyordum ve Araz'ı göremiyordum bile. "Yavaş," dedi, sert bir tonda. Başımı çevirip Kılıç'a baktığımda bana, az öncekinin aksine güven verircesine göz kırptı ama ben Kenan'ın alev saçan gözlerini bir kere görmüştüm. "Beni çileden çıkarmadan siktir git buradan." diye devam ettiğinde Araz, az önceki kibar tavrının aksine serseri bir tavırla güldü. Gözleri, Kenan'ın omzunun üzerinden kısa bir an bana değdiğinde Kenan başını hafifçe omzuna doğru yatırıp çıtlatmıştı. Boynundan çıkan o ses, tüylerimi ürpertirken şalıma daha çok sarılıp endişenin yattığı gözlerimle onları izliyordum. "Bu güzel hanımefendinin senin gibi bir serseriyle nasıl işi olur anlamıyorum, Kenan." diyen Araz'la kaşlarım çatıldı. Şu kısacık zamanda bile nadiren ciddi gördüğüm Kılıç'ın kötü bakışlarının hedefi olması ve şu an olaya müdahale etmemesi aslında bunu açıklıyordu ama asıl soru nereden tanıştıklarıydı. Üstelik her an birbirlerinin üstüne atlayacaklarmış gibi duruyorlardı. Kenan'ın şu an nasıl bir ifadeye büründüğünü göremiyordum fakat tahmin edebiliyordum ve bu yüzden harekete geçip onun arkasından çıktım. "Kenan," dedim, elimi koluna koyup. Bedeni gerginlikle kasılmıştı. "Gidelim, hadi." Kenan, sanki beni duymamış gibi karşısında duran Araz'a bakmaya devam ettiğinde yeşillerini çevreleyen alev topları gerilmeme neden oldu. "Kenan," dedim tekrar. "Maran," dedi, Kılıç ilk kez konuşarak. "Biz arabaya geçelim hadi." Bu teklifi karşısında başımı iki yana salladığımda Araz'ın o zehir dolu bakışları beni buldu. "Nereden buluyorsun bu kadınları, anlamıyorum," dedi, Araz derin bir nefes vererek. Bu tavrı, kaşlarımın derince çatılıp dudaklarımın aralanmasına sebebiyet verdiğinde buna öfke dolu bir gülüş eklendi. Tam on dakika öncesine kadar iyi bir gece geçiriyordum ama her şey berbat olmuştu. "O gözlerine sahip çık yoksa eline vermem dakikalarımı bile almaz." diyen Kenan, Araz'ın kaşlarının alayla havalanmasına neden oldu. O, dudaklarını araladığı sırada elimi ikisinin göğsüne koyarak aralarına girdim. "Yeter bu kadar!" dedim, hafifçe sesimi yükselterek. Etraftaki birkaç gözün bize döndüğünü fark ettiğimde derin bir nefes almıştım. Araz'ın bakışları tekrar ve tekrar bana döndüğünde göğsündeki elimi indirdim. "Yalnız bir şey söylemem gerek," dedi, Kenan'ın inadına çapkın bir şekilde beni süzerken. Bu adamla daha önce de defalarca karşılaşmıştım fakat gözüme şu ana kadar gayet insancıl bir adam gibi görünmüştü fakat şu an farklı görünüyordu. Hoş, onu tanımıyordum da, bunu böyle düşünmem saçmalıktı. Bu tavrı her ne kadar o güzel suratına kafamı geçirme isteği doğursa da ellerimi elbisemin kumaşına sürterek bunu bastırmaya çalıştım. "Hatunun fena bir ş-" Cümlesini tamamlamasına engel olan şey, bir anda suratına bir kafanın gömülmesi olmuştu fakat bunu yapan ben değildim. Kenan sanki içimi okumuş gibi Araz'a kafa atmıştı ve bu o kadar ani gelişmişti ki engel olamamıştım bile. Nasıl engel olacağımı da bilmiyordum ya! İkisi de neredeyse benim üç katımdı. "Senin amına koyarım." dedi, Kenan hâl ve tavrının aksine fazlasıyla sakin bir sesle. Ardından suratına bir yumruk indirdiğinde elimle yüzümü kapattım. Araz'ın acı dolu inleyişleri kulaklarıma ulaşırken bir yandan da Kenan'ın ona vurduğunu da duyabiliyordum. "Manyak herif!" dedi, Araz ve ardından Kenan'ın sol gözünün altına yumruğunu geçirdi. Bununla birlikte onlara doğru bir adım atacaktım ki Kılıç kolumu tutarak beni durdurdu. "Karışma sakın," dediğinde öfkeyle soludum. "Sen bir şey yap o zaman!" Hâlâ boğuşuyorlardı ve kimse izlemekten başka hiçbir şey yapmıyordu. Bu daha da sinirlenmeme neden olurken Araz bir kez daha Kenan'a vurdu. Bu esnada etraftaki güvenlikler de ortalıkta görünmüyordu. Koskoca otelin güvenliği resmen yoktu! "Arabaya geç sen, halledeceğim." derken eli boşluğa düşmüş, o ikisine doğru ilerlemişti. "Sen benim kızıma bakıyorsun öyle mi?" diyen Kenan'a baktım. Cümlesinin ardından Araz'ın yüzüne sert bir darbe daha indirdiğinde Araz daha güçlü bir şekilde bağırmıştı. "Üstelik ona dokundun da. Hangi elinle dokunmuştun?" dedi ama biliyordu. Sağ eliyle elimi tutup öpmeye kalkıştığını biliyordu. Hatta eminim ki Araz bile buna dikkat etmemişti. Kenan, Araz'ı tutup ayağa kaldırdı ve sağ elini tutup arkaya doğru kıvırdı. Bunu yaparken onu karşı duvara itmiş, başını sertçe duvara geçirmişti. Araz dakikalardır olduğu gibi bir kez daha acıyla inlediğinde bu sesin bu gece kulağımdan eksilmesinin zor olacağını biliyordum. Bu esnada Kılıç da Kenan'ın sakinleşmesi için bir sürü kelime sarf ediyor ikisinin arasına girerek birbirlerinden uzaklaşmalarını sağlamıştı ama Kenan, şu an hiç olmadığı kadar vahşiydi. Aralarında duran Kılıç bile onu durduramıyordu. Etraftaki insanlar dehşete düşmüş gibi bu iki adamı izlerken birinden birinin polisi arayacağına emindim. Araz'ın ettiği küfürlerin yanında bir kemiğin kırılma sesini duyduğumda gözlerim korkuyla irileşti. Araz'ın şiddetli haykırışları koca oteli inletirken şu zamana kadar nerede olduklarını bilmediğim güvenlikler nihayet yanımıza ulaştığında olaya müdahale ederek Kenan'ı ondan uzaklaştırmışlardı. Fakat duyulan siren sesleriyle bunun çok geç olduğunu anlamıştım. Şu an karşımda duran kişi Kenan mıydı yoksa başka biri miydi ayırt edemiyordum. O çok faklıydı, tanıdığım o adamdan çok çok farklıydı. Tıpkı günler önce Kılıç'la oturup yemek yediğimiz o mekânda konuştuğumuz gibi bir adamdı. Kenan hep böyle miydi, ben mi hiç görmemiştim yoksa kendini hep gizlemiş miydi? Tam karşımda, bir insanı vahşice hırpalarken bu kadar zaman bu adamla birçok şeyi paylaşmam tüylerimi ürpertti. Ensemden aşağı sanki bir buz kütlesi bırakılmışçasına bedenimi ufak çaplı bir titreme aldığında üşümeye başladığımı fark ettim. Bu, elbisemin hatrı sayılır bir dekoltesinin olmasından mıydı yoksa şu an şahit olduğum olaydan dolayı mıydı bilmiyordum ama aslında halihazırda hiçbir şey bilmediğimi de fark etmiştim. 🧸🧸🧸 ༼⁰o⁰;༽ |
0% |