@meelcnmel
|
İzmir'in son günlerde fazlasıyla soğuk olan havası yüzüme çarparken parmaklarım arasındaki sigaradan derin bir nefes çektim. Üzerimdeki kabana rağmen kendimi çırılçıplak hissediyordum ve bu soğuk havadan kurtulmamı engelleyen şey dudaklarım arasındaki sigaraydı. Bir an önce söndürüp şirkete girmek istesem de bunu yapamıyordum. O soğuk rüzgâr her ne kadar buz kesmeme neden olsa da bir yandan tenimi yalayıp geçmesi hoşuma gidiyordu. Arkamdaki duvara yaslanıp elimi kabanımın cebine koyduğumda biraz olsun ısınmayı umuyordum fakat bu, imkansızın çok ötesinde gibiydi. Bu aralar şehri soğuk hava ele geçirmişti ve ben, ilk defa İzmir'i bu kadar soğuk görüyordum. Esen bir başka soğuk rüzgâr, dalgalı saçlarımı yüzüme doğru savurduğunda olduğum yere sinmek durumunda kalmıştım. Hadi ama, sadece bir sigara içmek istemiştim! Cebime hapsettiğim elimi sıcaklığından koparıp saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdığımda henüz yarısına geldiğim sigaraya bir bakış attım. Parmaklarım kızarmış, soğuktan uyuşmuştu. Ama hâlâ beklediğim o kişi görünürde değildi. Gözlerimi bu sefer de yolun diğer tarafına çevirdiğimde yan tarafımda sigara içerek sohbet eden iki güvenlikle karşılaşmıştım. Bakışlarımı onlardan çekip bu tarafa doğru gelen siyah Range Rover'a çevirdim. Camları film kaplı olan bu arabanın plakasını göz ucuyla kontrol ettiğimde sigarayı dudaklarımın arasına bir kez daha sıkıştırmış, diğer tarafımda kalan otoparka ilerlemesini seyretmiştim bir süre. Saniyeler içerisinde arabayı park edip arabadan indiğinde iki güvenlik de çok geçmeden henüz bitmeyen sigaralarını söndürmüş, aralarındaki sohbeti sonlandırmışlardı. Biri diğerinin yanından ayrılarak içeri geçti. Mavi gözlerim, uzunca bir süre onun üzerinde oyalanırken onun beni fark ettiği pek söylenemezdi. Kaşlarını çatmış, elindeki telefona hoş olmayan bakışlar atmakla meşguldü. Üzerinde gri bir takım varken yine aynı renk uzun bir kaban da giymiş, zaten iri yarı olan bedenini daha da heybetli göstermişti. Gözlerim kısa bir an benim de üzerimde bulunan gri, çizgili takıma kaydı. Yine bu kadar uyumlu olmayı nasıl başarmıştık? "Günaydın, Kenan Bey." diyen Serdar'la birlikte telefonun ekranındaki bakışlarını kaldırdı ve o çatık kaşlı ifadesini sildi. "Günaydın," dedi, bu soğuk havaya inat sıcacık ses tonuna eşlik eden bir gülümsemeyle. "Naber Serdar?" derken telefonunu kapatıp kabanın cebine koymuş, ellerini de oraya hapsetmişti. Üşüdüğü belliydi, o bal yanakları kıpkırmızı kesilmişti. Dudaklarım yukarı doğru kavislenirken onu ilk gördüğüm yerde yanaklarına koca birer öpücük bırakacağımı aklıma not etmiştim bile. O, Serdar'la samimi bir sohbetin içerisine girdikten tamı tamına iki dakika sonra elini onun omzuna koymuş, içeri geçmek için bir adım atmıştı fakat soğuk havada yayılan sesim, onu durdurmaya yetti. "Geç kaldınız, Kenan Bey," dedim, beni duyması için hafifçe sesimi yükselterek. Sesim ona ulaştığında başını usulca bana doğru çevirdi. O esnada da atacağı adımı havada kalmış, bir süre gözleri üzerimde gezindikten sonra vücudunu da aynı yavaşlıkla bana doğru çevirmişti. Cebimdeki elimi bir kez daha çıkarıp bileğimdeki gümüş saati kontrol ediyormuş gibi yaptım. "Tamı tamına bir saat on üç dakika hem de." diyerek dudaklarında bir gülüşün peydah olmasını sağladığımda gülümsemiş, havada kalan bileğimi geri indirmiştim. Başını çevirip etrafı kısaca gözleriyle taradıktan sonra adımlarını bana doğru yönlendirdi. Bu, kalbimin hızla çarpmaya başlamasına neden olduğunda içten içe kendime küfür etmeye başlamıştım. Gerçekten bazen aptallığım tutuyordu. O, bana yaklaşana kadar da sonrasında da kalbim hızla çarpmaya devam etti. "Günaydın," dedi, gözlerini bir kez daha üzerimde gezdirdikten sonra. "Günaydın." dedim, sigarayı dudaklarımın arasından çekip dumanı onun aksi istikametine doğru üflerken. "Geciktin." Gözlerimi, gözleriyle buluşturup bitmeyen sigaramı yanımdaki çöp kutusunda söndürdüğümde omzunu, yaslandığım duvara yasladı. Bakışları yine sıcacıktı. "Yolumu mu gözlüyorsun?" Alaycı tavrı kıkırdamama neden olduğunda başımı salladım usulca. "Tabii," derken ona doğru dönüp elimi gömleğinin sardığı göğsüne yasladım. "Nasıl özledim bir bilsen." "Yalancı," dedi, bu alaycı tavrıma karşılık gözlerini kısarak. Başımı yana doğru eğip şirince gülümsediğimde gülmüş, elini kaldırarak yüzüme düşen perçemlerimi geriye doğru itmişti. "Couple olmuşuz bugün." dedim, elimi beyaz gömleğinin yakasına koyarken. Gömleğinin ilk üç düğmesi açıktı ve bunu gördüğümde de hemen iki düğmeyi iliklemiştim. Hava soğuktu, üşüyebilirdi. "Fark ettim," Gözleri yine üzerimde kısaca gezindiğinde kaşları hafifçe havalandı. "Yakışmış da." "Hmm," diye bir mırıltı çıkarıp yüzümü hafifçe ona doğru yaklaştırdım. "E bir öpücük hak ettim o zaman?" Cilvekâr tavrım, onun bir kez daha gülmesini sağladığında elini cebinden çıkarıp parmaklarıyla çenemi kavramış ve başımı nazikçe sola doğru çevirerek yanağıma içimi ısıtan bir öpücük bırakmıştı. Öpücüğüyle içim kıpır kıpır olurken heyecanla çarpan kalbim de ağzıma tırmanmış, oradan olup biteni izliyordu. "Üşümüşsün," Göz kırptım çapkın bir tavırla. "Isınırım şimdi." Kıkırdadı. "Serseri," dedi, burnumu sıkarak. "İçeri geçelim, üşüme daha fazla." Ben, onu onayladığımda elimi avcuna hapsetmiş, beni şirketin girişine doğru yönlendirmişti. Buz tutan ellerim, onun sıcacık eli arasında ısınırken az önce kabanımdan beklediğim sıcaklığı fazlasıyla karşılamıştı. Sanırım bu sıcaklığa alışmıştım da. "Ne zamandır dışarıdasın sen?" dediğinde asansöre doğru ilerlemeye başlamıştık bile. "Donmuşsun resmen." "Çok olmadı aslında," Omuz silktim. "Hava çok soğuk bugün." "Ve sen incecik giyiniyorsun," derken bana yandan bir bakış atmış, elini uzatarak asansörün tuşuna basmıştı. Şirkete el ele girmemiz, çoğu gözün üzerimize sabitlenmesine neden olmuşken gözlerimi bir kez daha etrafta gezdirdim. Ne diye böyle bakıyorlardı? Göz göze geldiğim Derin'e ters ters baktığımda hızla bakışlarını benden kaçırdı. "Maran?" diyen Kenan, ters bakışlarımın odağı olduğunda birkaç saniye yüzümü incelemişti. Bununla birlikte de ifademi düzettim. "Ne oldu?" dedim, gülümseyerek. Bu ruh hali değişimim, yüzünde garip bir ifade oluşturduğunda asansör de bulunduğumuz katta durmuştu. Beraber asansöre binip tuşa bastığımda konuşabilmişti. "Kahve içer miyiz diyorum?" "İçeriz hayatım." Dudaklarımdan dökülen kelimeler, asansörün genişliğinde dağılırken saniyeler sonra söylediğim kelimenin farkına anca varabilmiş, başımı hafifçe yana doğru çevirerek gözlerimi utançla yummuştum. Bu neydi şimdi? 'Ben de ne zaman patavatsızlık yapacak diyordum!' Aynı şeyi ben de düşünmüştüm. Aramızdaki o rahatsız edici sessizlik, asansörün o klik sesiyle bozulurken asansör durmuştu. Kapılar ağırca açılırken üzerindeki takım elbisesiyle heybetini koruyan babam, beni bu durumdan kurtarmıştı. Yeşillerinin ağırlığını üzerimde hissederken bense karşımda gördüğüm babamla hemen kendimi toparlamaya çalışmış, kendimi soktuğum bu durumdan kurtulmaya çalışmıştım. Babamın elinde duran telefonundaki bakışları, asansör kapılarının aralanmasıyla birlikte direkt olarak gözlerimi hedef aldığında kaşları hafifçe havalandı ve telefonunu ceketinin iç cebine koyarak asansöre bindi. "Ben de seni arıyordum," derken bakışları benden Kenan'a döndü ve tam o an Kenan, tuttuğu elimi bıraktı. Babamın gözlerindeki ciddiyet, Kenan'ı gördüğü için olsa gerek hemen dağılırken dudakları da yukarı kıvrılmıştı. Normalde şirkette olduğunda benimle birlikteyken bile ciddiyetini hep korurdu fakat karşısında Kenan olunca sanırım bu mümkün olmuyordu. Onu gerçekten kendi oğluymuş gibi seviyordu. "Nasılsın Kenan?" dedi, sevecen bir tavırla. Kenan'ın sıcaklığından mahrum kalan ellerimi kabanımın cebine koyup göz ucuyla Kenan'a baktığımda onun da gülümsüyor olduğunu görmüştüm. "İyiyim, siz nasılsınız?" dediğinde başımı tamamen ona doğru çevirip bir süre bu tatlı halini izlemek istemiştim. Bu naif ve saygılı tavrı aşırı derecede hoşuma gidiyordu. "İş güç," diyerek onu yanıtlayan babamdan gözlerimi alarak bakışlarımı, asansörün kat göstergesine diktiğimde ekledi. "Turgay'ı görmedim henüz, odasında mı?" "Evet, evet. Erkenden geldi diye biliyorum, odasındadır büyük ihtimalle." Babam, başını sallayarak onu onayladı. "Gitmeden önce son işleri hallediyor değil mi?" Babamın bu sorusuyla kaşlarım havalandığında başımı ona doğru çevirmiştim. "Nereye gidecek ki Turgay amca?" dedim, merakla. "Hafta sonu Trabzon'a gidecekler," dediğinde havalanan kaşlarım çatıldı ve hızla Kenan'a doğru döndüm. Benim bundan neden haberim yoktu ve üstelik neden babamdan öğreniyordum? Kenan'ın bakışları da bana dönerken gülümseyen yüzü yavaşça asıldı ve bana öylece baktı. Ona, ters ters bakmaya başladığımda bir an bakışlarını babama doğru çevirmiş, tekrar bana dönmüştü. "Siz de geliyorsunuz," dedi, soru sorarcasına. "Haberin yok muydu?" "Hayır tabii ki!" dedim, çatık kaşlarımla bu sefer babama dönerken. O esnada da asansör katta durmuş, kapılar aralanmıştı. Bununla birlikte de asansörden indiğimizde hâlâ babama bakıyordum. "Benim neden haberim yok, baba?" dedim, şaşkınca. "Gelmeyeceğini düşündüğüm için bir şey söylemedim," dedi, o da tıpkı benim kadar şaşkın bir şekilde. Bu tavrıma şaşırdığı aşikârdı. "Yıllar önce Trabzon'a gideceğimiz zaman da yalvar yakar evde kalmak istememiş miydin sen?" dediğinde bahsettiği anı hatırlamaya çalıştım fakat bunun şu an hiçbir önemi yoktu. Kenan, babamın bu söylediğiyle gülmeye benzer bir ses çıkardığında yine ona ters bir bakış atmıştım. "Annem de bir şey söylemedi bana!" diyerek yakındığımda babamın odasının önünde durmuştuk. Onun odasının çaprazında benim odam, hemen karşısında da Kenan'ın odası vardı. "O da benimle aynı fikirdeydi de ondan." "Ben de geliyorum," dediğimde ikisinin de bakışları hızla bana döndü. Babamın şaşkın bakışları ciddiyetimi ölçerken omuz silktim. "Cuma günü mü gidiyoruz?" "Cuma günü öğlen orada oluruz," diyen babamı başımla onayladım. "Ben bir Turgay'a bakayım, sonra konuşuruz." diyerek de yanımızdan ayrılıp koridorda kaybolduğunda Kenan'a doğru döndüm. Ona doğru döndüğümde de o güzel gözleriyle karşılaşmıştım. "Kahveyi sende mi içiyoruz?" dediğimde bunu yeni hatırlamış gibi kaşları havalandı ve ağırca başını sallayarak bir adım yana doğru çekilip elini öne doğru uzattı. Bu tavrı karşısında memnuniyetle dudağımı büzüp geçmem için gösterdiği yoldan geçtiğimde tam karşıdan gelen Aslı'yla ufak bir selamlaşma yaşamıştık. Yorgun ifadesi, bizi gördüğünde değiştiğinde kocaman gülümsedi. "Aslı, odama iki kahve gönderir misin?" dediğinde odasının kapısını açıp içeri girmiştim. "Maran şekerli içiyor, biliyorsun." Kulağıma ulaşan Kenan'ın sesiyle dudaklarım yukarı kıvrıldığında olduğum yerde dönüp ona bakmıştım. Aslı, onu onaylayıp hızla yanımızdan uzaklaştığında Kenan da odaya girip kapıyı ardından kapatmıştı. Kabanının cebindeki telefonu çıkarıp ardından da üzerindeki kabanı çıkarmaya koyulduğunda bakışlarımız yine kesişmiş, ona olan bakışlarımı böylelikle fark etmişti. "Ne oldu?" dedi, kabanını asarken. Başımı hafifçe yana doğru eğdim. "Çok tatlısın," Sözlerimle birlikte eş zamanlı olarak dudakları yukarı kıvrıldığında başını çevirip bana baktı. O esnada takımının ceketini de çıkarırken gözlerim, kısaca üzerinde gezindi. "Edirne kapısı gibisin maşallah." Bu hınzır tavrım, onun kaşlarının hafifçe çatılıp dudaklarından da içimi ısıtacak bir gülüş dökülmesine neden olduğunda kendimi, masasının çaprazında duran geniş koltuğa bırakmıştım. "Nereden buluyorsun bu lafları, anlamıyorum." Kıkırdadım. "İlham veriyorsun." diye onu yanıtladığımda yanımdaki boşluğa oturmuş, vücudumu tamamen ona doğru çevirmemi sağlamıştı. "Hmm," Elimi kaldırıp sakallarının çevrelediği çenesine yerleştirdiğimde dudaklarındaki gülümseme sanki daha da genişlemişti ya da ben öyle hissetmiştim. "Demek bensiz gidecektin," dedim, sahte bir kızgınlıkla az önceki konuşmayı hatırlatarak. Bununla birlikte yeşil harelerindeki yoğunluk arttığında onun da eli omuzlarımdan dökülen saçları bulmuştu. "Babanın sana söylediğini düşünmüştüm," dediğinde baş parmağımla yanağını okşamaya başlamıştım. "Ama haberin yokmuş." "Ben olmasam gider miydin," dedim, şımarık bir tavra bürünüp gözlerimi kırpıştırarak ona bakarken. Bu tavrım onun gülmesini sağladığında ekledim. "Tırtıl olsam beni sever miydin?" Bu espritüel sorum, onun ifadesini daha anlamlı kılmaya başladığında sorduğum sorunun da yeni farkına varmıştım. Bugün üst üste patavatsızlık yapmam normaldi fakat onun yanında ilk kez böyle salakça davranıyordum. Üstelik onun hoşuna gittiğini de görebiliyordum. Dudaklarımdaki gülüş, bir gülümsemeye dönerken gözlerimi de o duygu yüklü gözlerinden kaçırmak zorunda kalmıştım. Zaten normalde de fazla anlamlı olan bakışları şu an daha da anlam kazanmıştı. Bugün ikinci kez beni bu aptal durumdan kurtaran kahramanım, odanın kapısını tıklattığında hızla başımı kapıya doğru çevirdim. Kenan'ın bakışlarını hâlâ üzerimde hissederken muhtemelen kahvelerimizi getiren Serap'ın da odaya girmesine müsaade etmişti. Elindeki tepsiyle odaya giren Serap, kahveleri önümüzdeki masaya bıraktığında ikimiz de ona teşekkür etmiştik fakat benim teşekkürüm sadece kahve için değildi. O, odadan çıktığında Kenan'ın kahvesini eline tutuşturmuş, kendi kahvemi de alarak arkama yaslanmıştım. "Neden gidiyorsunuz?" dedim, konuyu değiştirmeyi umarak. Bunu yaparken de bakışlarımı ona çevirmiş, ifadesini kontrol etmiştim. O da sanırım benim yaptığım salaklığı pek umursamamış olacak ki sakince kahvesini yudumlamaya başlamıştı bile. "Bizimkileri ziyarete gideceğiz," diyerek beni yanıtladığında dumanı tüten kahveden küçük bir yudum almıştım. "Bir haftalığına kalıp döneceğiz." Başımı usulca sallayarak onu onayladığımda bakışlarımı önüme çevirmiş, işaret parmağımla elimdeki seramik kupaya hafifçe vurmuştum. İki hafta sonra gideceğini biliyordum ve bir hafta kadar bir süre orada kalacaksa döndüğünde çok kısa bir süre içerisinde de İtalya'daki yaşantısına kaldığı yerden devam edecekti. Bunu hatırlamak, beni saçma bir buhrana sürüklerken parmakları hâlâ saçlarımda dolanıyordu. Dokunuşlarından uzak mı kalacaktım? Kalbim, bu düşünceyle kasılırken gözlerimi de daldığı noktadan çekip bir kez daha gözlerimi gözleriyle buluşturmuştum. Yeşilleri, tahmin ettiğim üzere yine olduğu yerdeyken saçlarımdaki parmakları usulca çeneme tırmanmıştı. "Kenan," dedim, mırıltı halinde. Yumuşacık bakışları yüzümün her köşesine uğrarken ona sormaya bir türlü cesaret edemediğim o soruyu sorup sormamak arasında gidip geliyordum. "Söyle güzelim," dedi, o gözleri gibi yumuşacık ses tonuyla. Rujlu dudaklarımı ıslatıp gözlerimi bir kez daha ondan kaçırdığımda parmaklarının çenemi okşadığını bile yeni fark etmiştim. "Hiç." dedim, omuz silkerek. Ardından bu tavrımdan dolayı beni köşeye sıkıştıracağını bildiğimden kolumdaki saati kontrol ederek hızla ayaklanmıştım. "Gideyim şu işlerimi halledeyim, sonra uğrarım. Daha bavul hazırlayacağım yahu!" diyerek üzerimdeki dikkatini dağıtmayı başardığımda suratının asıldığını görmüştüm. "Gidecek misin?" dedi, söylememe rağmen. Bu çocuksu hâli, onu gözümde daha tatlı bir hâle getirirken kıkırdayarak yanağına koca bir öpücük bıraktım. "Akşama yemek yeriz," dediğimde neredeyse gözleri parladı. "Olur mu?" Ağırca başını sallayıp dilini alt dudağının üzerinde gezdirdi. "Olur ama beni ekme." dediğinde teessüf eder gibi baktım. "Ne zaman yaptım öyle bir şey?" Kaşları havalandı. "Şu an yapıyorsun ya?" Güldüm, başımı iki yana sallayarak. "Çocuk gibisin." Omuz silktiğinde baş parmağımla yanağındaki ruj izini temizlemiştim. Tam geri çekileceğim anda dudaklarını dudaklarıma bastırması, midemdeki kelebekimsi şeylerin coşmasına yol açtığında kalbimi nasıl dize getirdiğini de anlamaya çalışıyordum. Sadece bir öpücük böylesine büyülü olamazdı, olmamalıydı. Kısacık olan bu öpücük, bana dakikalar sürmüş gibi gelirken alt dudağımı nazikçe kavrayıp ufacık bir öpücük bırakarak geri çekilmişti. Dudaklarımız arasından çıkan ses, gözlerimi bir iki kez kırpıştırmama neden olduğunda bir an önce işimin başına dönmem gerektiğinin farkındaydım. Bunu hatırlayarak hızla ondan uzaklaştığımda elindeki kupayı dudaklarına yaslamış, benim ondan uzaklaşmamı izlemişti. "Kahve için teşekkürler," deyip aceleci bir tavırla arkamı dönüp kapıya doğru ilerlediğimde önce erkeksi kıkırtısı ardından da o güzel sesi kulaklarıma ulaşmıştı. "İyi çalışmalar." dedi, eğlenir bir tonda. Bu da dudaklarımın yukarı doğru kıvrılmasını sağladığında dönüp ona bir kez bile bakmadan odadan çıkmış, işlerime gömülmenin farkındalığıyla odama doğru adımlamıştım. 🐤🐤🐤 Annemin üzerimdeki ters bakışlarıyla birlikte bacağımın üzerindeki bacağımı indirerek elbisemin yırtmacından dolayı açıkta kalan bacağımı da elbisenin kumaşıyla kapattım. Bunu yapmamla da bana son bir bakış daha atıp dudaklarındaki gülümsemeyle tam karşısında oturan alımlı kadına geri dönmüştü. Dudaklarındaki gülümsemesi yerinde olsa da o açık kahve gözlerinin altında yatan anlamları fark eden tek kişi bendim. Rujlu dudaklarımı ıslatıp bakışlarımı ondan diğer tarafa çevirdiğimde bu sefer de başka ters bakışlarla karşılaşmıştım. Bu bakışların sahibi de saatler önce tanıştığım Kiraz babaanneden başkası değildi. Onun yemyeşil gözleri adeta etrafa zehir saçarken bu bakışlarının odağı olmam sadece bana mahsustu. Geldiğimizden beri annemle de babamla da dakikalarca sohbet etmiş fakat bana, sadece ters bakışlar atmakla yetinmişti. Beni sevmemiş olmalıydı ama nedenini henüz anlayabilmiş değildim. Bakışlarımı korkarak onun üzerinden de çektiğimde ortamda dönen sohbette adımın geçtiğini duyarak hemen oraya doğru dönmüştüm. "Maşallah ne kadar güzel," diyen Farah hala, benim bakışlarımla karşılaştığında kocaman gülümseyerek tekrar anneme dönmüştü. Simsiyah saçları neredeyse beline kadar uzanırken bembeyaz teniyle de uyum sağlayan duru bir güzelliği vardı. Ona olan benzerliğiyle dakikalarca aklımı karıştıran Cevher hala da tam yanında oturuyordu. Onlarla saatler önce tanışmama rağmen oldukça sıcakkanlılardı ve gerçekten onları sevmiştim. Farah halanın Dicle adında küçük bir kızı ve hemen hemen benim yaşlarımda olan erkek ikizleri vardı. Onlar da tek yumurta ikizi olduklarından ilk gördüğümde ufak çaplı bir şok yaşamıştım. Onları, buradan gidene kadar birbirine karıştıracağım kesindi. Farah halanın eşi yıllar önce vefat etse de Cevher hala da eşinden boşanmıştı. Bunların hepsini de uçaktaki yolculuğumuzda annemle yaptığımız dedikodudan öğrenmiştim. Cevher halanın da tek bir kızı vardı ve onun da ismi Zilan'dı. O da tamı tamına iki saat önce konaktan ayrılarak okula gitmişti. Zilan da benden bir yaş küçüktü. Peki ben bunları öğrenip burada sıkıntıdan patlarken Kenan neredeydi? Birkaç saat önce babam ve Turgay amcayla birlikte buradaki şirkete gitmek için konaktan ayrılmışlardı. Dudaklarım arasından sessiz bir nefes bıraktığımda bileğimdeki saati dakikalardır yaptığım gibi yine kontrol etmiştim. Sıkılacağımdan emindim fakat bu kadar bunalmam bana da sürpriz olmuştu. Sehpanın üzerinde duran telefonumla çantamın içerisindeki sigaramı alıp izin isteyerek yanlarından ayrıldığımda salondaki o sıcaklık birden kaybolmuştu. Dışarı çıktığım anda da direkt yüzüme vuran sert rüzgar da nerede olduğumu bana hatırlatmıştı. Üzerimdeki elbise uzun olmasına rağmen bir de siyah çizmelerimi giymiştim fakat bu, soğuktan beni korumaya pek yetmeyecekmiş gibi duruyordu. Elimdeki sigara paketinden bir dal çıkarıp hızlıca yakarak derin bir nefesi içime çektim ve ahşap trabzanlara yaslanarak telefonuma gelen bildirimleri kontrol etmeye koyuldum. Saatlerdir telefonuma bakmamıştım ve bu süreç içerisinde de gözümden kaçmış olan mailleri hızlıca göz atmış, Güneş'le de konuşarak bir sorun olup olmadığını teyit etmiştim. Olcay'ın da attığı birkaç mesajı yanıtladığımda telefonumu kapattım ve konağın koca bahçesinde gözlerimi gezdirdim. Her yer yemyeşil, hava da oldukça kasvetliydi. Açıkçası bu kasvetli görüntüye bayıldığımdan içimi açtığını söyleyebilirdim. Sanırım Karadeniz bana göreydi. Konağın çift kanatlı büyük kapısı iki koruma tarafından açıldığında bakışlarım direkt olarak oraya dönmüştü. Açılan kapıdan içeri giren siyah SUV, kalbimin usulca ağzıma tırmanmasına sebep olurken yağmur da hafif hafif atıştırmaya başlamıştı fakat benim değil de onun ıslanacağı kesindi. O, arabayı park edip arabadan inene kadar sigaramı söndürmüş, anlamsız bir heyecanla onun yanıma ulaşmasını beklemiştim. Üzerinde, bu sefer benimle değil arabasıyla fazlasıyla uyum sağlayan siyah kabanı vardı. Siyah kazağı, siyah pantolonu ve siyah postallarıyla yine her zamanki gibi çok hoş görünüyordu. Kulağına yasladığı telefonuyla konuşarak arabadan indiğinde bakışları, sanki orada olduğumu biliyormuş gibi gözlerimi bulmuştu. Bununla birlikte dudaklarım yukarı doğru kavislendiğinde adımlarını, konağın ahşap merdivenlerine yöneltmişti. O, bana çok yavaş gelen adımlarıyla merdivenlerin başında göründüğünde telefonunu kapatmış, kabanının cebine koymuştu. Gözleri, hep olduğu gibi yine uzun uzun üzerimde gezindiğinde atıştıran yağmur da saçlarını yer yer ıslatmıştı. Gözlerim, tekrar gözlerini bulurken hayranlık içeren bakışlarıyla merdivenleri bitirerek nihayet yanıma ulaşmıştı. Tam karşımda durması, kokusunu sanki ilk defa bu kadar yakından soluyormuşum gibi deli gibi heyecanlanmam elimin ayağımın birbirine dolanmasına neden olurken gözlerimi de o dipsiz kuyulardan farkı olmayan gözlerinden çekmek istiyor fakat bunu yapamıyordum. "Niye dışarıdasın sen?" dedi, yumuşacık ses tonuyla. Bunu sorarken de eli belimi sarmış, her daim sıcacık olan dudaklarını da yanağıma bastırmıştı. Bu öpücüğüyle birlikte dudaklarımdaki gülümseme genişlediğinde kendimi aptal gibi hissediyordum. Bu adamı gördüğümde hep böyle aptala mı dönecektim? "Sigara içmek için çıktım," diye yanıtladım onu, konuşabildiğim ilk anda. Yeşil gözlerinden muzip bir ifade geçtiğinde başını hafifçe omzuna doğru eğdi. "Bir de sıkıldın?" dedi, zaten bildiği bir şeyi soru sorarmış gibi dile getirirken. Bu beni güldürürken bir yandan da hangi ara beni bu kadar iyi tanımış olduğunu anlamaya çalışıyordum. "Öyle mi görünüyorum?" dedim, kaşlarımı kaldırarak. O da benim taklidimi yaparak kaşlarını kaldırdı. "Öyle görünüyorsun." Dudaklarımı birbirine bastırıp omuz silktim. "Babaannen bana öldürecekmiş gibi baktığı için korkmuş da olabilirim." dediğimde erkeksi bir kıkırtı dudaklarından döküldü. "Saçmalama, Maran," dedi, gülerek. "Hayır, gerçekten öyle." Ciddiyete bürünen ifadem, onun da gülüşünün yavaşça solmasına neden olduğunda havalanan kaşları da bana yokluğunu hissettirmeyecek bir şekilde çatılmıştı. Bu ruh hali değişimi sadece saniyeler sürerken bir an bunu söyleyerek patavatsızlık yaptığım için kendime kızmıştım. "Sana öyle gelmiştir," dedi, ifadesini korurken. Buna karşılık dudağımı büzüp tekrar omuz silktiğimde diğer eli de belime dolanmış, kalçamın trabzanlara yaslanmasını sağlamıştı. Ellerim, refleksle geniş omuzlarına yerleşirken dudaklarını bu sefer de sağ yanağıma bastırdı. "Kenan," dedim, uzatarak. "Maran," diyerek bir kez daha beni taklit ettiğinde kıkırdadım. Bu esnada dudaklarıma da uzun bir öpücük bıraktığında gözlerimi büyüterek ona bakmıştım. "Yapma," dedim, neredeyse fısıltı halinde. Bunu söylememe rağmen yine beni öptüğünde omuzlarındaki ellerimi indirip göğsüne yerleştirmiştim. "Kenan!" dedim, gülmeme engel olamayarak. Yeşillerindeki o hınzır parıltılar, hiç olmadığı kadar hoşuma giderken yine bana doğru eğildi fakat bu sefer de ona engel olmuştum. "Ne?" Tatlı tınısı, bende onu öpme isteği doğururken önce ona engel olmam gerektiğinin farkındaydım. "Biri görecek," dedim, etrafa kısa bir bakış atarak. "Görmez kimse," Bir kez daha dudaklarıma doğru atıldığında parmaklarımı, dudaklarımızın arasına koyarak beni öpmesini engelledim ama o, ikimize de bir dejavu yaşatarak soğuktan kızaran parmak uçlarımı tek tek öpmeye koyulmuştu. Az önce onun öptüğü dudaklarım yukarı doğru kıvrılıp dudaklarımda geniş bir gülümseme oluştururken elini elimin üzerine koyup indirdi ama bırakmadı. Diğer eli de ince belimi bir kanca misali sardığında birine yakalanma düşüncesinden dolayı gerilmiştim fakat yine de yapacağı şey her neyse onu yapmasını istiyordum. "Elbise çok yakışmış," dedi, mırıltıyla. Eş zamanlı olarak da yüzünü yüzüme yaklaştırdığında dişlerimi hafifçe alt dudağıma sürtmüştüm. Gözlerim sürekli olarak etrafı tarıyor, diken üstünde beni bırakmasını bekliyor ama bunu hiç istemiyordum. Elimi bırakıp sağ elinin parmaklarını elbisemin açıkta bıraktığı boynuma hafifçe sürttüğünde kalbim ağzımda atıyordu. Ne diye beni böyle adrenalinlere dahil ediyordu ki? O, her hareketimi dikkatle izlerken harelerinde de bundan zevk aldığı belli olan bir ifade yatıyordu. "Senin yüzünden yakalanacağız!" dediğimde gülmüş, geri çekilerek bana bakmıştı. Tam dudaklarını araladığı an içeriden annemin bana seslendiğini ardından da bahçeye girmekte olan bir arabanın sesini duyarak hızla onu kendimden uzaklaştırdım. İrileştirdiğim gözlerimle bahçeye giren arabaya baktığımda iki arabanın da arka arkaya girdiğini görmüştüm. Biri Turgay amcanın arabasıyken diğeri de ikizlerin arabasıydı. Elimi kaldırıp bir kez daha Kenan'ı göğsünden ittiğimde onu daha ne kadar kendimden uzaklaştıracağımı anlamamış gibi görünüyordu. Yeşilleri üzerimde anlamsızca hareket ederken birkaç adım ilerimdeki ahşap kapı açıldı ve içeriden Defne teyzeyle annem çıktı. Onların bakışları önce beni hemen ardından da Kenan'ı bulduğunda rahat bir tavırla kollarımı göğsümde birleştirmiştim. Aslına bakılırsa sadece rol yeteneğim gelişmişti. "Kenan?" diyen Defne teyzeye baktım. "Ne zaman geldin sen?" dediğinde gözleri de bahçedeki arabalara dönmüştü. "Az önce." diyerek Kenan, annesini yanıtladığında ben de anneme dönmüştüm. "Bana mı seslendin anne?" "Yağmur yağıyor, üşüme içeri geç diyecektim kuzum," diyen annemi başımı sallayarak onayladığımda aramızdaki kısacık mesafeyi kısaltarak yanıma gelmişti. Defne teyze de eşini bahçede gördüğü an merdivenlerin başına geçtiğinde onun bu haline gülümsemiştim. "Babaanne beni pek sevmedi gibi sanki?" dedim, yanımdaki anneme dönerek. Bunu söylerken sesimi, sadece onun duyabileceği bir şekilde ayarlamıştım. Bu konu gerçekten aklıma takılmıştı ve açıkçası anlam da verememiştim. Annemin bakışları bana dönerken onun, benim aksime bunu fark etmemiş olduğunu yüz ifadesinden anlamıştım. "Şeker gibi bir kadın aslında," dedi, gülerek. Ben de alaylı bir şekilde gülerek başımı geriye doğru hafifçe attım. "Tabii," dedim, aynı alayla. "Naneli şeker herhalde?" Bu söylediğim şey, annemin güçlü bir kahkaha atmasına neden olduğunda merdivenleri çıkan babamların da Kenan'la Defne teyzenin de bakışları bize dönmüştü. Bu bir anda delicesine gülme huyumu annemden aldığım açıktı. "Ne oldu?" diyen Defne teyze, gülerek bize doğru döndüğünde anneme uyarıcı bir bakış atmıştım. Annem de gülüşünü bastırmaya çalışarak üzerindeki şala daha çok sarıldığında Defne teyzeyi yanıtlamaya koyulmuştu. Annem, saniyeler içerisinde durumu kolayca toparladığında açıkçası şaşırmamıştım. Çünkü bu huyumu da ondan almıştım. Babamlar yukarı çıktığında çok geçmeden hepimiz içeri geçerek dışarının o soğuğundan kendimizi kurtarmış, içerinin sıcağına kavuşmuştuk. Salona geçtiğimde elimdeki sigara paketini çantamın içerisine atıp annemin beni inatla mutfağa çağırmasıyla içimden bir kez daha söylenerek mutfağa geçtim. Gerçekten buraya gelirken aklımın nerede olduğunu merak ediyordum. "Efendim?" dedim, sövercesine. Bu, annemin bana dik dik bakmasına neden olduğunda omuzlarımı düşürdüm. "Yemek hazırlanacak, sen de yardım et bebeğim hadi." dediğinde derin bir nefes alma ihtiyacı hissederek dudaklarım arasından bir soluk bıraktım. Annem, tabii ki bu tavrımı fark ederek bana gözlerini büyüterek baktığında omuz silktim. En sonunda annemi geri çevirmeyerek -ki öyle bir şansım yoktu- masayı hazırlamalarına yardım etmiş, yemek yendikten sonra da onun söylemesine gerek kalmadan aynı şekilde masanın toplanmasına da yardım etmiştim. Bu, bana fazlasıyla yeterken anneme yetmemiş olacak ki koskoca konakta o kadar çalışan olmasına rağmen yine benden hizmet istemişti. Ona, bulduğum ilk fırsatta çıkıştığımda lafı ağzıma tıkıp bana, sanki bunu bilmiyormuşum gibi misafir olduğumuzu ve bunu nezaket gereği yapmam gerektiğini söylemişti. Bu kadar laf dalaşının sonucunda da yine onu reddedemiştim. Elimdeki kahveyi son olarak babamın önüne bıraktığımda tepsiyi de bırakarak nihayet kıçımın üzerine oturabildim. Bununla birlikte kimseye çaktırmadan rahat bir nefes verdiğimde bunu fark eden tek bir kişi vardı. Bakışlarım, onun radarına girdiğimden habersiz ona döndüğünde dudaklarındaki o tatlı gülümsemeyle karşılaşmıştım. Yeşilleri uzun uzun üzerimde gezinip tenimin karıncalanmasına neden olduğunda gözlerimi ondan kaçırıp dudaklarımdaki gülümsemeyi ondan sakladım. Babamın oturduğu koltuğun en köşesinde, annemin tabiriyle doğru düzgün otururken birden önüme uzatılan bir elle bakışlarım oraya sabitlenmişti. Bu elin tek bir sahibi vardı. Avcundaki fıstıklar, özenle temizlenmiş bir şekilde bana sunulurken gözlerimi gözlerine çıkardım. Bakışları öylesine tatlıydı ki şu an şurada onun o yanaklarını öpmemem için hiçbir sebep yoktu. Aslında vardı; babaannesinin bakışları tek başına yeterdi. "Fıstık gibisin mi demek istedin şu an?" dedim, avcundaki fıstığı alıp ağzıma attığımda. Şu an herkes bir sohbetin içerisinde olduğundan kimse bizi duymuyordu. Arada Eftal'in dikkat çekme çabalarıyla onunla ilgilenseler de tekrar sohbetlerine kaldıkları yerden devam ediyorlardı. "Niyetten çok nasıl anladığın önemli," dedi, o çapkın tavrıyla bana ayak uydurarak. Kaşlarım havalandı. "Bak sen," Hafifçe güldüğünde avcunda kalan fıstıkları da almıştım. "Arada kibar olabiliyormuşsun, teşekkür ederim." diyerek bu anı bozduğumda gözlerini bayarak bakışlarını benden uzaklaştırmıştı. "Tamam, tamam." dedim, gülerek. Tam o an Dicle, koşarak merdivenlerden inip saniyeler içerisinde yanımıza ulaştığında hemen Kenan'ın kucağına tırmanmıştı. Kenan da onu sarıp sarmaladığında şu an Dicle'nin yerinde olmak istediğimi fark etmiştim. Arkama yaslanıp kollarımı göğsümde birleştirdiğimde bir yandan da avcumdaki fıstıkları kemirerek o ikisini izliyordum. Kucağındaki Dicle'nin saçlarını okşayarak onunla konuşurken fazlasıyla tatlı görünüyordu fakat kucağındaki kişi ben olsam daha tatlı görünebilirdi. Kız çocuklarının bu adama karşı olan ilgisini çok iyi anlıyordum ama bu durum o kadar da hoşuma gitmiyordu. Eftal de o geldiğinden beri kucağından inmemiş hatta babasının kucağında bile o kadar durmamıştı. Şimdi de o da tıpkı benim gibi kucağındaki Dicle'ye kıskançlıkla bakıyordu. "Firu," dedi, başını annesine doğru kaldırıp. Defne teyzeyle konuşan Firuze, gülümseyerek kucağındaki kızına baktığında Eftal, tombul parmağını kaldırıp Kenan'ı göstermişti. Bununla birlikte Firuze'nin bakışları da Kenan'a doğru döndüğünde güldü. "Ne kadar kıskanç bir kız oldun sen?" dedi, Eftal'i hafifçe havaya kaldırıp yanağına bir öpücük bırakırken. Ben, onları gülümseyerek izlerken Cevher halanın bana yönelttiği soruyla bakışlarım ona dönmüştü. "Sen neler yapıyorsun, Maran'cığım?" dedi, oldukça sevecen bir şekilde. "Okuyorsun herhalde?" dediğinde onu, başımı sallayarak onaylamıştım. "Evet," dedim, gülümseyerek. "Mimarlık okuyorum, son senem." Cevher halanın biçimli kaşları havalandığında bakışları kısa bir an anneme dönmüştü. "Babanın izinden mi gidiyorsun?" dedi, gülerek. Ben de bu söylediğine hafifçe güldüğümde babamın da gururlu bakışları benim üzerimdeydi. "Öyle," dedi, benim vereceğim cevabı kendisi vererek. "Yakında hayata geçecek bir proje üzerinde çalışıyor hatta kendisi." dediğinde Cevher halanın bakışları da hayranlıkla harmanlanmış, daha da şaşırmıştı. Onunla, Farah hala da buradaki şirketi yönetiyordu zaten. "Öyle mi?" dedi, şaşkınlıkla. "Yaşın küçük ama birçok şey başarmışsın daha bu yaşında! Babanın şirketinde de çalışıyormuşsun duyduğum kadarıyla." "Evet," dedim, bir kez daha. "Okuldan vakit bulursam şirkete uğruyorum." "Çok güzel," diyen Farah hala da sohbete dahil olduğunda onun da en az Farah hala kadar şaşkın olduğunu görmüştüm. "Bravo vallahi!" dediğinde en sonunda utanmaya başladığımın bir sinyali olan yanaklarım devreye girmiş, gülümseyerek başımı hafifçe eğmeme neden olmuştu. "Evlilik yok mu bari?" diyerek tekrar konuşan Farah halayı, Cevher hala hızla yanıtladığında bu konuya nasıl değindiğimizi de merak etmeye başlamıştım. "Daha çok küçük ayol." dedi, gülerek. Birden bu konuya Defne teyze de dahil olduğunda sanki benden bahsetmiyorlarmış gibi onları sessizce dinliyordum. "Bir adayımız var da işte," dedi, imalı bir ses tonuyla. Bu, başımı kaldırıp önce Defne teyzeye ardından da bakışlarımı usulca Kenan'a doğru çevirmeme neden olduğunda bir kez daha bakışlarımız kesişmişti. Yeşilleri yine yoğunlaşmıştı. "Erken daha." diyerek sözünü tamamlayan Defne teyzeye, annem de aynı şeyi söyleyerek karşılık verdiğinde başka bir ses, dakikalar sonra ilk kez kulaklarıma ulaşmıştı. "Ne demek o?" dedi, geldiğimden beri çatık kaşlarıyla etrafı inceleyen babaanne. Zaten daha güldüğünü görmemiştim ya! "Ay anne," dedi, Defne teyze. "Belli mi olur, belki Kenan'a da Maran'ı alırız. Çok güzel kız maşallah!" diyerek açıkça ne düşündüğünü belli ettiğinde gözlerim irice açılmış, salonda kısa bir sessizlik hakim olmuştu. Defne teyzenin bu kadar açık konuşmasını sanırım sadece ben değil kimse beklemediğinden olsa gerek bu sessizlik uzun sürmemiş, herkes kahkahalarla gülmeye başlamıştı. Biri hariç. Kiraz babaanne, sanki mümkünmüşçesine daha da kaşlarını çattığında onunla kısa bir an göz göze gelmiş, hızla gözlerimi kaçırmıştım. O kadar korkutucu bakıyordu ki beni bile korkutmuştu açıkçası. "Olmaz öyle şey," dediğinde kahkahalar da müthiş bir yavaşlıkla kesilmişti. "Kenan'a, Dilruba'nın kızı Diba'yı alacağız ya? Severler onlar birbirlerini." Babaannenin bu sözleri, bu sefer benim kaşlarımın çatılmasına yol açtığında başımı hızla Kenan'a doğru çevirdim. Bu bakışlarım, onun gözleriyle doğrudan temas edemese de bakışlarımı hissetmiş olacak ki kısa bir an bana bakıp tekrar babaannesine doğru dönmüştü. Bu esnada da hâlâ kucağındaki Dicle'nin saçlarıyla oynuyordu. "Altı yaşında evet," dedi, başını sallayarak. "Allah aşkına babaanne," dediğinde ifadesindeki o bıkkın tavrı yakalamıştım. "Başlama lütfen, annem şaka yapıyor işte." "Yok hayır," diyen Defne teyzeye baktığımda babaannenin aksine oldukça rahat olduğunu görmüştüm. "Şaka yapmıyorum oğluşum." Kenan, başını hafifçe omzuna doğru eğip annesine uyarıcı bir bakış attığında benim aklım hâlâ Kiraz babaannenin bahsettiği kızdaydı. Daha önce hiç böyle bir isim duymamıştım ve açıkçası kim olduğunu da merak ediyordum. "Benim kızım evlilik düşünmüyor zaten Kiraz anneciğim," dedi, annem de hemen yanı başında oturan Kiraz babaanneye dönüp. "Hem küçük o daha, ne evliliği?" dediğinde geldiğimden beri çatık olan kaşları usulca düzelmişti. Bu da göz devirmeme neden olduğunda Kenan'a yakalanmam çok uzun sürmemişti. Onun bakışları üzerimdeki yerini aldığında ona dik dik bakmaya devam ettim. "Görmek istediğim sahneler bunlar işte." diyen Zilan, hangi ara avucuna topladığını bilmediğim çekirdekleri çitlerken yanında duran Çağlar ve Çağan da ona eşlik ediyordu. "Bu sefer ben bir şey demedim değil mi?" dedi, Çağlar bir ikizine bir de Zilan'a bakıp. Zaten buraya adımımızı attığımızdan beri sürekli olarak herkesin önünde Kenan'la benim hakkımda pot kırıyordu. Onlarla daha yeni tanışmış olmama rağmen bu kadar bilgiyi nereden edindikleri belliydi. Tabii ki de kaynakları Bige'ydi. "Demedin demedin." dedi Çağan da onu rahatlatmaya çalışarak. Çitlediği çekirdeğin kabuğunu, Cennet Mahallesi Pembe edasıyla tükürdüğünde Farah Hala da onun kafasına vurmuştu. "Bir açıklama yapacaksın herhalde?" dedim, alev saçan bakışlarımı tekrar Kenan'a çevirip. O da yumuşacık bakışlarıyla bana, 'şimdi değil' dercesine baktığında dudaklarımı birbirine bastırmak zorunda kalmıştım. "Konuşuruz sonra," dediğinde uzun tırnaklarımı avcuma hafifçe batırmıştım. "Şunları yere atma!" Farah halanın sesi kulaklarıma ulaşırken tam arkamda bir kargaşa oluşmuştu. Çağan, Çağlar, Zilan ve Bige birbirleriyle atışırlarken şu an tek odağım aklımdaki soru işaretleriydi. Zaten onunla ilgili en ufak bir şey bile beni bir anda gerebiliyor, düşünceden düşünceye savurabiliyordu. "Beraber uyuyacağız değil mi?" Dicle'nin masumca sorduğu soru, gözlerimizin temasının kesilmesine neden olduğunda ikimizin de bakışları bu küçük kıza dönmüştü. "Çağlar abim bana masal okumuyor!" diyerek yakınırken Olcay'ın her seferinde bana attığı yavru köpek bakışlarıyla da Kenan'a bakmıştı. O, Kenan'la uyuyacağını düşünüyor olmalıydı fakat bu şansa sahip olan tek kişi bendim. Üstelik daha bana vermesi gereken cevaplar varken öyle bir şey olmayacaktı. Bunu karşımda duran kız çocuğuna her ne kadar söylemek istesem de deli olduğumu düşüneceğinden korktuğum için ağzımı açmadım. "Ama sen kocaman kız oldun artık, güzelim." dedi, Kenan, Dicle'nin saçlarını okşarken. "Ben gidince ne yapacaksın?" Dicle, dudağını büzüp kollarını göğsünde birleştirdiğinde Kenan onun yanağına kocaman bir öpücük bıraktı. "Beni de götür o zaman." Dicle, bu sefer de gözlerindeki pırıltılarla Kenan'a baktığında Kenan gülümsedi. "Götürürüm tabii." diyen Kenan'a baktım. Kıskanmam normal miydi? Şu an küçücük çocuğa ters ters bakmaktan kendimi alıkoyamıyordum. Saatler saatleri kovalarken sadece bir kez dışarı çıkıp bugün kaçıncı kez içtiğimi bilmediğim sigarayı arka arkaya yakmış, ardından tekrar içeri geçmiştim. Ben içeri geçerken odalarına çıkmakta olan annemle babam herkese iyi geceler dileğinde bulunurken içimden derin bir oh çekerek ben de onların peşine takılmıştım. Bugün, o kadar bitmek tükenmek bilmeyen bir gündü ki bir an önce kafamı yastığa koyup artık günü sonlandırmak istiyordum. Hem bir süre daha burada olduğuma göre daha çok bitip tükenmek bilmeyen birkaç gün daha yaşamak zorunda kalacaktım. 🐤🐤🐤 Burnuma sürtünen bir şey, başımı hafifçe yastığa gömmeme neden olduğunda önce erkeksi bir kıkırtı kulaklarıma ulaşmış ardından da yanımda bir hareketlilik hissetmiştim. Uykuyla uyanıklık arasında olan zihnimin bana oynadığı bir oyun olduğunu düşünerek elimi tembel bir şekilde kaldırıp yanağımı kaşıdığımda bu sefer de ciğerlerime güzel bir koku dolmuştu. Yüzümü kaşındıran şey her ne ise beni rahatsız etmeye devam ederken homurdanarak yorganı kafama kadar çektim. Sadece kısa bir süre sonra çıplak belimde bir el hissettiğimde bunun bir yanılsama olmadığını anca fark edebilmiştim. Gözlerim usulca aralanırken başımın üzerine tatlı bir öpücüğün bırakılması da bir olmuştu. Bu, gözlerimin hızla açılmasına yol açtığında başımı da geri çekip karşımda duran o güzel yüze baktım. Rüyalarımda bile zihnimi bulandıran o yeşil hareleri gözlerimin tam içerisindeyken ikimizin arasında duran beyaz gülü de tam o an fark etmiştim. Daha uyanmayan zihnim, saniyeler içerisinde ayılırken az önce yüzüme sürtünen ve oldukça güzel kokan o şeyin bu gül olduğunu anlayarak gözlerimi bir kez daha Kenan'a çevirdim. "Günaydın," dedi, çatallı bir sesle. Yeşil gözlerinin içi hafifçe kızarmış, yanakları da al al olmuştu. Bu görüntü, kısa bir an gülümsemek istememe neden olsa da çok geçmeden gece beni ektiğini hatırlayarak kaşlarımı çattım. Dün gece odaya çıktıktan sonra neredeyse gece yarısına kadar onu beklemiştim fakat gelmemişti. O gelmeyince de sinirlenip kapıyı kilitleyerek kafamı yastığa koyduğum gibi uyumuştum. Odaya çıkmadan önce salonda nasıl bir konuşma yaşandığını da neler olduğunu da çok net hatırlıyordum ve buna bir cevap alamadığımı da hatırlıyordum. Gözlerim, açık olan perdeden dışarıya döndüğünde havanın yeni yeni aydınlanmaya başladığını görmüştüm. Bir dakika. Kapıyı kilitlediysem odaya nasıl girgirebilmişti? Bu, diğer soruların yanında aklımı çok kurcalamazken elimi göğsüne yaslayarak onu kendimden uzaklaştırdım. "Siktir git." dedim, yanından bir hışımla kalkarken. "Bu da bir günaydın deme şekli tabii." dediğinde sesi alaylı çıkmıştı ve bu, kaşlarımın derince çatılmasına yol açtı. Elimin altındaki yastığı yüzüne doğru savurduğumda acıyla inlemiş, yüzüne yapıştırdığım yastığı yere fırlatmıştı. "Ya Maran," dedi, ciddileşip. Bu ani ruh değişimi beni şaşırtsa da ona bunu belli etmeyerek dizlerimin üzerinde doğruldum. "Maran falan deme bana," dedim, bir kez daha ona vurarak. "Çık git odamdan, nasıl girdiğini de bilmiyorum zaten!" diyerek terslediğimde o da yerinde doğrulmuştu. "Kapıyı kilitlemişsin," dedi, omuz silkerek. "Seni beklediğimde gelseydin kilitlemezdim!" diyerek sesimi hafifçe yükselttiğimde onu yatağımda bırakarak ayağa kalkmıştım. "Gelme de istemiyorum." dediğimde derin bir nefes aldı. "Şöyle söyleme," dedi, tane tane. Ardından uzanıp elimi tutarak beni yatağa çektiğinde refleksle omuzlarına tutunmuştum. "İstemediğine inansam yemin ediyorum gelmem." dediğinde bu söylediğinin çok büyük anlamlar barındırdığını biliyordum. Hatta ona karşı düştüğüm bu karmaşık durumun bile benden daha çok farkında olduğuna emindim. "Gelecektim ama Dicle'den kaçamadım sadece." derken alayla güldüm. "Tabii bir de o vardı," dedim, iğneleyici bir şekilde. "Zaten çevrendeki kadınlar bitmiyor bir türlü! O yüzden hiç şaşırmadım." dediğimde dudakları yukarı kıvrılmış, gözleri hafifçe kısılmıştı. Bu, sinirlerimi bozarken elimi tekrar göğsüne yaslayarak ondan uzaklaşmak için boş bir çabaya girişmiştim. "Küçücük çocuğu mu kıskanıyorsun?" dedi, gülerek. "Takıldığın tek şey bu mu gerçekten ya?" dedim, öfkeyle. "Ben ne diyorum sen ne diyorsun?" diyerek çıkıştığımda elleri de beni sakinleştirmek istercesine yüzüme düşen arsız tutamlarıma uzanmıştı. Ardından diğer eliyle de yastığın üzerindeki gülü alıp bana uzattığında ona ters bir bakış attım. "Al onu bir tarafına s-" Hoş olmayan kelimelerimi bölen şey, parmaklarının dudaklarıma temas etmesiyle son bulurken "Şşh," dedi, alayla. "Ne kadar edepsiz oldun sen böyle?" Bu tavrı beni deli ederken elimi kaldırıp elini sertçe ittim. "Defol!" "Tamam, tamam," derken gülecek gibi oldu fakat bakışlarımı görünce ifadesini düzeltti. "Özür dilerim ama gelecektim," dedi, az önceki konuya değinerek. "Gerçekten." "Kim o kadın?" dedim, onun özrünü es geçip. Çünkü aklım hâlâ dün gece babaannesinin bahsettiği o kadındaydı. O da bunu hatırlayarak gözlerini baydığında, "Aile dostumuzun kızı," diyerek yanıtladı beni. "Babaannemin söylediği gibi bir şey yok, bunu bilsen yeter." Kaşlarım havalandı. "Ona sen karar vermiyorsun ne yazık ki," dedim, çenemi dikleştirip. Bu da, gözlerinde keyifli pırıltıların oluşmasını sağladığında parmakları çenemi kavramıştı. "Konuş, dinliyorum." "Anlatacak bir şey yok," dedi, saçlarımı omuzlarımdan geriye itip. "Kızı en son geçen sene geldiğimde görmüştüm, aramızda bir şey falan yok yani." Kaşlarım, bu sefer de sorgulayıcı bir tavırla kalktığında dudakları arasından bir soluk bıraktı. "Olmadı da, Maran." "Emin misin?" "Eminim." Bu tavrı, ona inanmamam için hiçbir sebep göstermezken havalanan kaşlarım usulca normal halini almış, hâlâ parmakları arasında duran gülü de elinden çekip almıştım. Yine de buna rağmen bu tripli tavrım onu güldürdü. "E evlenecekmişsiniz?" dedim, ağzından laf almaya çalışarak. "Yok öyle bir şey gerçekten," dediğinde gözlerim, inanç dolu gözlerinde kaybolmaya hazırlanmıştı bile. "Babaannem, kendi isteklerine göre hareket edeceğimi düşünüyor." "Babaannenin beni sevmediğini söylemiştim." diyerek dünkü konuşmamızı hatırlattığımda bu sefer kaşları çatılmamış, omuz silkmişti. "Sevmesin," dedi, umursamazca. "Sevse ne olacak?" dediğinde ses tonunda yakaladığım o anlam, gözlerinde yatan o derin bakışları yakalamam çok uzun sürmemişti. Bu, gözlerimi istemsizce ondan kaçırıp elimdeki güle çevirmeme neden olduğunda parmaklarım da gülün yumuşacık yapraklarını hafifçe okşuyordu. "Boşver, takılma." dediğinde usulca başımı sallamış, tekrar bakışlarımı ona doğru kaldırmıştım. Bir anda böylesine yumuşamam konusunda nasıl bir etkisi olduğunu kelimelerle anlatmama gerek yoktu, her şey zaten ortadaydı. "Barıştık mı?" dedi, masum bir tavırla. Tam karşımda olan yüzü, ona fazlasıyla yakışan masum bir ifadeye bürünmüşken dudaklarımdan bir kıkırtı dökülmesine engel olamayarak elimi yanağına yerleştirdim. "Barıştık ama şimdilik." dediğimde kaşları hafifçe çatıldı. "O ne demek?" "Beni sinirlendirmezsen sorun yok demek." dedim, yanağını okşarken. "Hmm," diye bir mırıltı çıkardığında ona aynı şekilde karşılık vermiştim. "Seni aşağıdayken öpemiyorum," dediğinde bundan yakınır gibiydi ve şu an gerçekten bir çocuk gibi görünüyordu. "Nasıl zorlanıyorum bir bilsen." dedi, yüzü yüzüme yaklaşırken. Bununla birlikte elimi göğsüne koyduğumda tam o an odanın kapısı tıklatıldı. Bu, gözlerimin irice açılıp bakışlarımın ahşap kapıya dönmesine neden olduğunda sadece benim değil Kenan'ın da bakışları kapıya doğru dönmüştü. "Hay amına koyayım!" Kenan'ın küfrüyle birlikte diğer elimi kaldırıp dudaklarına örttüğümde irileştirdiğim gözlerimle ona bakmaya devam ettim. "Şşh!" Yeşilleri, gözlerimde gezinirken ekledim. "Sessiz ol." dedim, fısıltıyı andıran ses tonuyla. Ardından kapı bir kez daha tıklatıldığında bu sefer buna bir ses daha eklenmişti. "Maran?" diyen Defne teyzenin sesini duyduğumda Kenan'ın göğsüne yaslı olan elimle onu yataktan itmiştim fakat o an nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde önce elini belimde hissetmiş, ardından da -kucağındaki benle- ikimizin yere düşmesiyle odada küt diye bir ses yankılanmıştı. Buna eklenen Kenan'ın acı dolu iniltisi olduğunda dudaklarına örtülü halde duran elimi daha da bastırmıştım. Sikeyim, resmen yakalanmıştık! Buruşturduğu yüzü, kısa bir an ifademin düzelmesine neden olduğunda dişlerimi hafifçe alt dudağıma geçirdim. Şu an kucağında olduğum için bana bir şey olmamıştı fakat onun canının yandığına emindim. "Çok mu acıdı?" dedim, fısıldayarak. Sorumu, başını iki yana sallayarak yanıtladığında Defne teyzenin sesi bir kez daha kulaklarıma ulaşmıştı. "İyi misin, bir sorun mu var kuzum?" Endişeli sesi, kısa bir an gözlerimi yummama neden olsa da elimi Kenan'ın ağzından çekmiştim. "Sakın ses çıkarıp rezil etme beni, tamam mı?" dediğimde dudakları yukarı kıvrılsa da yine başını sallamıştı. "Kal burada." dedim, üzerinden kalkarken. Ardından da berjerin üzerinde duran sabahlığımı alıp hızlıca üzerime geçirerek kapıya ilerlediğimde bakışları üzerimdeydi. Olduğum yerde durup yatağın diğer tarafını kontrol ettiğimde buradan hiçbir şeyin görünmediğini fark ederek rahat bir nefes almış, kapıdaki kilidi çevirip kapıyı açmıştım. Kapıyı açtığım anda karşılaştığım endişeli bakışlara büyük bir yanım hak verirken dudaklarımı birbirine bastırdım. "Günaydın Defne teyze," dedim, bu bakışmamıza bir son vererek. "Günaydın," dedi, o da beni incelemeyi bırakarak. "İyi misin? Bir ses duydum da." dediğinde hafifçe güldüm. "Ya evet," derken o endişeli bakışları da yavaşça dağılmıştı. "Ben biraz deli yatıyorum da." dedim, başımı hafifçe kaşıyarak. "Yerimi yadırgadım galiba." "Ay o bana da oluyor," diyerek bu ufak yalanıma inandığını belli ettiğinde rahatlamıştım. "Ben de yatamadım tüm gece, buraya ne zaman gelsek böyle oluyor." dedi, gülerek. Bu, dudaklarımda bir gülümseme oluşturduğunda sanki odanın kapısını neden çaldığını hatırlamış gibi kaşları havalandı. "Ne diyecektim? Kahvaltıdan sonra hep beraber çay toplamaya gideceğiz, sen de gelmek ister misin?" Defne teyzenin bana sorduğu bu soru dudaklarımdaki gülümsemenin genişlemesine yol açtığında, "Yaa," dedim, saçma bir tepki vererek. "Çok isterim." dediğimde Defne teyzenin de dudaklarında bir gülümseme yer edinmişti. Elini uzatıp yanağımı sıktığında kendimi bir kız çocuğu gibi hissederek kıkırdadım. "Kahvaltıda görüşürüz o zaman kuzum." diyerek benden uzaklaşıp merdivenlerde gözden kaybolduğunda dudaklarım arasından bir nefes vererek kapıyı kapatıp tekrar kilitledim. Sırtımı kapıya yasladığım an yatağın diğer tarafında hareketlilik hissederek başımı oraya çevirdim. Kenan, yerdeki yerinden memnun olmamış gibi ayaklandığında ona ters ters baktım. "Deli yatıyormuş," dedi, gülerek. Bu, gözlerimin kısılmasına neden olduğunda yatağa oturmuştu. "Çok iyi oyuncusun vallahi, korkulur senden." derken yerde duran postallarını ayağına geçirmeye başlamıştı bile. "Sayende bayağı geliştirdim kendimi." dedim, onun bu alaylı tavrına ayak uydurarak. O, tabii ki yine bu tepkime gülerek karşılık verdiğinde göz devirdim. "Maçka'ya mı gideceksiniz?" diye sorduğunda kaşlarım hafifçe çatıldı. "Bilmiyorum." diyerek onu yanıtladığımda kısa bir an bakışları bana dönmüştü. "Buralar soğuk, kalın giyin." Burnumu kırıştırarak ona baktım. "Buradaki hava şartlarını tabii ki biliyorum." diyerek ona yine laf soktuğumda gözleri kısaca üzerimde gezindi. "O yüzden mi artist gibi dolanıyorsun?" dedi, skoru 1-1 yaparak. Bu, kaşlarımın derince çatılmasına neden olduğunda hemen yan tarafımda duran koltuktaki yastığı ona doğru fırlatmıştım. "Gerizekalı!" dediğimde gülerek ona attığım yastığı havada yakalamıştı. Ona ters ters baktım. "Ayısın biliyorsun değil mi?" dedim, ellerimi belime yerleştirerek. "Yoo," Pişkin tavrı daha da sinirlerimi bozarken ayaklanarak iki büyük adımda yanıma ulaşmış, ellerini belime dolayıp yanağıma koca bir öpücük bırakmıştı. "Kahvaltıdan sonra birkaç işim var ama sonrasında gelip seni alırım." dediğinde başımı kaldırıp ona baktım. "Nereye gideceğiz ki?" dedim, merakla. "Burayı gezmek istemez misin?" diye sorduğunda dudaklarım keyifle yukarı kıvrıldı. "İsterim ama-" Lafımı nazikçe böldüğünde dudaklarımı birbirine bastırmak zorunda kaldım. "Aması falan yok, gelip seni alırım." dedi ve ardından diğer yanağımı da öpüp benden daha bir cevap beklemeden odadan çıktı. O çıktıktan sonra bir süre yerimde durup salak salak sırıtmış, ardından bunu fark ettiğimde de hızlıca kendimi toparlayarak banyoya girmiştim. Banyoya girip işlerimi hallettiğimde birkaç dakika içerisinde tekrar çıkıp bu sefer de dün bavulumdan çıkardığım kıyafetlerim arasından kendime birkaç parça bir şey çıkardım. Çıkardığım siyah pantolonumla siyah kapüşonlu kazağımı bir çırpıda üzerime geçirip gri uzun çoraplarımı da ayağıma geçirmiştim. Ardından da uzun siyah düz tabanlı çizmelerimi de giyip tekrar banyoya geçtiğimde hafif bir makyaj yapıp saçlarımı toplayarak kendime çeki düzen verdim. Odadaki işlerimi elimden geldiğince kısa sürede halledip telefonumu da alarak odadan çıktığımda aşağıdan gelen güzel kokuları duyabiliyordum. Ve tabii ki o şen kahkaha seslerini de öyle. Merdivenleri bitirip aşağı ulaştığımda evdeki çalışanlar dışında salonda hiç kimseyi görememiştim fakat açık kapıya bakıldığında tüm ailenin oradaki kahvaltı masasında oturuyor olduğunu görmüştüm. Bunu gördüğümde de adımlarımı direkt oraya yönlendirdim. "Günaydın herkese," dedim, yanlarına ulaştığımda. Masadaki herkes, bana aynı neşeyle karşılık verdiğinde gülümseyerek annemin yanındaki boşluğa oturmuştum. "İyi uyuyabildiniz mi?" diyen Farah halayı annem yanıtladığında babam da hemen baş köşede oturan Kiraz babaanneyle hoş bir sohbet içerisindeydi. Ki bakılırsa bu, babaanne açısından da böyleydi. Bu durum her ne kadar beni şaşırtsa da aslında bu kadının sadece beni sevmediğini anlamayacak kadar aptal da değildim. "Günaydın, en sevdiğim ailem!" diyen Çağlar, kollarını iki yana açarak dışarı çıktığında Farah hala, ona ters ters baktı. "Başka ailen mi vardı, Çağlar?" "Lafın gelişi, sultanım." diyerek annesinin yanağını öpüp masadaki başka bir boş yere oturduğunda onun arkasından da Çağan dışarı çıkmıştı. "Günaydın," diyerek o da hâlâ aklının yatağında olduğunu belirtirken Zilan'ın yanına oturmadan önce onun o mavi kıvırcık saçlarını çekmeyi de ihmal etmemişti. "Si-" Zilan'ın edeceği küfre son anda engel olan şey neydi bilmiyordum fakat masadaki herkese bir bakış atıp gülümseyerek önüne döndüğünde gülmemek için yanağımın içini dişledim. "Zilan!" diyerek bu sefer Cevher hala, kaşlarını çattığında Zilan da kaşlarını çatmıştı. "Saçımı çekiyor, çocuk sanki!" diyerek carladığında bu halinin bana ne kadar çok benzediğini fark etmiştim. "Ben değilim ama sen öylesin." dedi, Çağan da gıcık bir şekilde. Zilan, ona ters ters baktı. "19 yaşındayım ben!" "Evlilik çağında kız tabii." diyerek Çağlar da o ikisinin laf dalaşına ortaklık ettiğinde Zilan, bu sefer de elindeki çatalı Çağlar'a doğru fırlatmıştı. Bu, gözlerimin hafifçe büyümesine neden olduğunda sanki ben, daha önce buna benzer bir hareket yapmamışım gibi onun bu asi tavrına şaşırmıştım. Bu düşündüğüm şeyi sanki Kenan da düşünmüş gibi başımı çevirdiğim an onunla göz göze gelmiştim. Bakışları, eğlendiğini o kadar belli edercesine gözlerimde kaybolurken kalbim yine bu bakışlarının etkisine hızlıca girmişti. Zaten bir kere de etkisi altına girmese kıyamet kopabilirdi. Hafifçe esen rüzgâr yüzüme çarparken gözlerimi ondan kaçırarak Çağlar'ın durumuna bir göz atmıştım. Gayet iyi görünüyordu ve üstelik hâlâ Zilan'la uğraşıyordu. Gerçekten ikisi de gevezenin tekiydi ama aynı zamanda çok da tatlılardı. "Dilruba'lar mı gelecekti bugün?" diyen annem, bakışlarımın ona dönmesine neden olduğunda Defne teyze onu yanıtlamıştı. "Evet," dedi, çayından bir yudum alarak. "Kahvaltıdan sonra onları da alacağız, akşama da yemeğe geleceklerdi." dediğinde kaşlarımı çatmamak için büyük bir çaba içerisine girmem gerekmişti. Tam sakinleştiğim an tekrar tüm cinlerimin tepeme çıkmasına artık geliştirebileceğim bir yöntemim yoktu fakat neden bu kadar sinirlendiğimi de anlayamıyordum. "Ben Maran'ı dışarı çıkaracağım," Kenan'ın sesi kulaklarıma ulaşırken elimdeki çatalı da usulca tabağımın kenarına bırakmıştım. Bakışlarımı da ona doğru çevirdiğimde bana değil de babamla anneme baktığını görmüştüm. "İzniniz olursa tabii." diyerek yine o kibarlığını ortaya koyduğunda babamdan önce annemin sesi, aramızda oluşmaya başlayan o bakışmayı bölmüştü. "Al götür canım," dedi, elini hafifçe havada sallayarak. Bu, gözlerimi utançla yummama neden olduğunda babaanneyle babam dışında herkes gülmeye başlamıştı. "Geç kalmayın ama," diyerek babam da anneme attığı ters bakışlara bir son verdiğinde masada duran kahvesini eline aldı. "Sen Yıldız'a bakma. Öyle al götür falan, o işler öyle olmuyor." dediğinde yanaklarım ısınmaya başlamıştı. Zaten ben de ne zaman utanacağımı düşünüyordum! Kenan'ın bakışları da tatlı bir hâl alırken dilini alt dudağının üzerinde hafifçe gezdirip başını önüne eğdi. Sanırım babam onu da utandırmıştı. Tüm bedenime bir elektrik yayılmaya başladığında dirseğimi masaya dayayıp elimi de boynuma yasladım. Herkes her şeyin farkındaydı fakat bir biz farkında olmamayı tercih ediyorduk. Gerçi Kenan'ın hâl ve hareketlerine bakılırsa sadece ben bunu tercih ediyor gibi görünüyordum. "Kenan'ın yaşı geçiyor ama," diyen Firuz, bir kez daha gülmek istememe neden olduğunda Kenan'ın az önce şeker gibi olan ifadesi değişmiş, Firuze'ye ters ters bakmıştı. "Kaçtın, otuz mu?" dediğinde elimi boynumdan çekip dudaklarıma yasladım. "Yok, elli." diyerek Firuze'yi terslediğinde dudaklarımdan bir kıkırtı düşmüştü fakat tek gülen ben değildim. "Abartma istersen. Hem ne evliliği, iki gündür kapatamadık bu konuyu?" dedi, gergince. "Firuz doğru söylüyor," dedi, Kiraz babaanne. Zaten hâlâ konuşmadığına şaşırıyordum. "Yaşın geçiyor boncuğum, dinle sen bizi." diyerek Kenan'ın omzunu okşadığında boncuk gözlü Kenan'a kirpiklerimin altından bir bakış atmıştım. Bu muhabbet onu sıkıyor olmalıydı ki çözümü önündeki çay bardağında bulmuştu. "Erken daha." diyerek tüm sorgulayan bakışları kısaca yanıtladığında babaannesinin suratı asılmıştı. "Yaşım falan da geçmiyor ayrıca, 28 yaşındayım." dedi, bir kez daha 28 yaşında olduğunu vurgulayarak. "Anladık abi," dedi, Bige de ilk kez konuşup. "Yaşlılık kompleksine mi girdin, ne yaptın anlamadık?" dediğinde Çağlar'la Çağan tabiri caizse anırmaya başlamışlardı. Bu, bana Yiğit'le Kılıç'ı hatırlatırken içten içe gülmüştüm. "O hangisiyle evleneceğine karar veremiyordur," diyen Gediz abinin alaylı bir tonda söylediği şey, benimle birlikte babaannenin kaşlarının çatılmasına yol açtığında Kenan'ın bakışları kısa bir an bana döndü. "O nasıl söz öyle?" diyerek benden önce tepkiyi koyan babaanneye ilk kez hak verdiğimde uzanıp elimdeki çatalı sertçe Kenan'ın önünde duran tabaktaki böreğe saplamıştım. Bunu fark ettiği an abisine de ters ters baktığında gözlerimden çıkan alevleri gördüğünü anlamak zor olmamıştı. "Abim şaka yapıyor tabii ki," dedi, herkese tek tek bakarak. "Hem benim kriterlerim var." diyerek tekrar abisine döndüğünde kaşlarım alayla havalandı. Utanmadan bir de kriterlerim var diyordu! "Neymiş o?" dedi, Gediz abi de aynı alayla. "Tamam, laf dalaşını kesin artık," diyen Turgay amca, herkesin sus pus olmasına neden olduğunda bakışlarımı önüme çevirdim. "Bu ne enerji böyle sabah sabah? Eğer öyleyse siz de çay toplamaya gidin isterseniz." dediğinde herkesin ağzından farklı şeyler çıkmaya başlamıştı fakat ben, yine kafamı takacak bir konu bulmuştum. İştahım da kaçmıştı zaten. Parmaklarım arasındaki çatalı keyifsizce bırakıp çay bardağını elime aldığımda bir çift gözün üzerimde olduğunu hissedebiliyordum fakat dönüp ona bakma gereği duymadım. "Niye bir şey yemiyorsun sen güzelim?" diyen Cevher hala, bunu ilk fark eden kişi olduğunda hafifçe gülümsedim. "İştahım yok pek." diyerek onu kibarca reddettiğimde annem bir kez daha araya girmişti. "Maran kahvaltı insanı değil maalesef," dedi, bundan yakınırcasına. "Kahvaltı yapmaz hatta yemek yediğinden bile şüpheliyim!" diyerek de iyice abarttığında gözlerimi bayarak güldüm. "Abartma, anne." "Hiç abartma falan deme, zayıfladın son zamanlarda. Fark etmiyorum sanma!" dedi, kahverengi gözlerini hızla bana doğru çevirip. Bu çıkışı, dudaklarımı birbirine bastırıp yerime sinmeme neden olduğunda bir süre daha herkes, sanki başka konu yokmuşçasına benden konuşmuştu. Masadaki herkes iki kısma bölünürken bir kısım tabii ki gençlerin yaptığı şamatadan oluşuyordu. Çağlar'la Çağan bir olup Zilan ve Bige'yle uğraşıyor, büyükler de kendi aralarında başka şeylerden bahsediyorlardı. Bense ara ara elimdeki telefonumdan Olcay'ın attığı mesajları yanıtlayıp çayımı yudumluyordum. Olcay TORALI: Ufuklarla akşama oradayız! Ahu Maran KAYA: NE??? Ahu Maran KAYA: Şaka yapıyorsun! Olcay TORALI: Çok ciddiyim bebişim, sürpriz yapacaktık dayanamadım ama sen yine de şaşırmış gibi yaparsın olur mu?? Olcay'ın yazdıkları, dudaklarımdan bir kıkırtı dökülmesine neden olduğunda bir yandan da nasıl bir deli olduğunu düşünüyordum fakat tüm gözleri üstümde hissedene kadar. Başımı kaldırdığım an Kenan'la göz göze geldiğimde kaşlarının çatıldığını fark etmiş, buna da bir anlam verememiştim. Açıkçası onu çok da umursamayarak başımı, sorgulayan bakışlarla bana bakan anneme çevirdiğimde onu, hafifçe omuz silkerek yanıtlamış, üzerimdeki bakışların usulca dağılmasını sağlamıştım. "Kılıç neden gelmedi bu sefer?" diyen Cevher hala, onun üzerimdeki bakışlarının çekilmesi için hiçbir fayda etmezken onu yanıtlamayı ihmal etmedi. "Dün gece geldi, kahvaltıdan sonra onu almaya gideceğim." dediğinde Olcay'ın mesajına hızlıca yanıt verip telefonumu pantolonumun cebine yerleştirmiştim. "O ne zaman evlenecek?" diyerek yine konuşan babaanne, içten içe göz devirmeme neden olduğunda herkes gülmüş, Kenan da benimle aynı tepkiyi vermişti. Bu kadının da aklı fikri evlilikteydi yahu! "Gelmişken ona da birini bulursun babaanne," dedi, alayla fakat babaannesi onu ciddiye almış olacak ki başını ağırca salladı. "Bulurum tabii." dedi, o tatlı Karadeniz şivesiyle. Böyle konuştuğunda gerçekten çok şeker bir kadındı fakat o bakışlarının etkisi altına girdiğimde pek tatlı değildi. "Ben çıkıyorum, şirkete de uğrayacağım." diyerek masadaki telefonunu alıp ayaklanan Kenan'la birlikte başımı ona doğru çevirdiğimde içeri geçmeden önce başıyla hafifçe içeriyi göstermişti. Bunu diğerlerinin fark edip etmediğini merak ettiğimde herkese tek tek baktığımda Defne teyze konuşmuştu. "Bir şey yemedin?" dedi, anaç bir tavırla. "İştahım yok," dedi, benimle aynı cevabı vererek. Ben de başımı, yanımda duran annemin boş çay bardağına çevirdiğimde kendi bardağımla birlikte onun da bardağını alarak ayağa kalkıp içeri doğru geçmiş, Kenan da çok geçmeden peşimden gelmişti. Çalışanların görünmediği mutfağa girip elimdeki bardakları ada tezgahın üzerine bıraktığımda arkamı dönerek dumanı tüten çaydanlığı elime almıştım. "Kiminle konuşuyordun?" diyen sesini duyduğum an, omzumun üzerinden ona bir bakış attım. Hangi ara aldığını bilmediğim kabanını üzerine geçiriyordu. "Sana ne?" dedim, tekrar önüme dönerken. Bu esnada bardakları da doldurmuştum. "Maran," dedi, uzatarak. Zeminde yankılanan adım seslerinin ardından kokusunu yakınımda solumuştum. "Neyin var senin bugün?" Elimdeki çaydanlığı bırakıp alayla güldüm ve bir hışımla ona doğru döndüm. "Neyim mi var?" dedim, alayla. "Neyim olacak, hiçbir şeyim yok tabii ki! Sağdan soldan çıkan kırıkların dışında!" Bununla birlikte çatık kaşları düzeldi. "Sen niye bu kadar taktın buna anlamıyorum," dedi, sakin bir tonda. "Önemsiz biri işte, boşversene." dediğinde derin bir nefesi içime çektim. Dudaklarımı araladığım an çalan telefonu, gözlerimizin temasını keserken elindeki telefonu kaldırıp yanıp sönen ekrana bir bakış attı. Gözlerim, telefonunun ekranına kaydığında gördüğüm isim, gözlerimin hafifçe kısılmasına neden olduğunda tamı tamına bir ay önce aramızda geçen konuşma, zihnime üşüşmeye başlamıştı. BİR AY ÖNCE "Senin hiç ciddi ilişkin oldu mu? Merak ediyorum sadece." İçkisinden bir yudum alıp bana baktı. "Oldu." Şaşırdım. Kaşlarım havalanırken ben de içkimden bir yudum almıştım. "Ne kadar sürdü?" "2 yıl falan." dedi, umursamaz bir şekilde. Gözlerim irileşirken dudaklarım da şaşkınlıkla aralanmıştı. Onu bu kadar yakından tanımadan önce çok serseri bir tipe benziyordu ve onun gerçekten ciddi bir ilişki yaşadığını düşünmemiştim. "Gerçekten mi?" Gözlerini baydı. "Ben de insanım Maran. Uzaylıymışım gibi davranmayı bırak artık." "Sürekli bana asıldığın için ciddi bir ilişki yaşadığını düşünemedim Kenan'cığım, kusura bakma." dedim, yapmacık bir şekilde gülümseyerek. Birkaç saniye bana baktı ve ardından dudakları yukarı kıvrıldı. "Ne güzel Kenan'cığım dedin sen öyle?" Güldüm. "Sana asılmıyorum ayrıca. Seninle ilgileniyorum, dedim ya." "Konuyu saptırma şimdi. Anlat bakalım, merak ettim." "Neyi anlatayım?" Ofladım. "İlişkini." Kadehte kalan içkisini tek dikişte içtikten sonra tekrar bana baktı. "İki medeni insan gibi konuşuyoruz işte." Burnundan sıkıntılı bir nefes verdi. "Ne bilmek istiyorsun?" "Ne zaman tanıştınız?" dedim, merakla. Düşünüyormuş gibi yaptı. Gözleri boş olan kadehe kaydığında bir kez daha kadehi, barmene doğru itmişti. "Ben üniversiteyi bitirip İtalya'ya gittiğimde, orada tanıştık." dedi, uzun bir süre sonra. Niye bu kadar düşündüğünü anlamamıştım. "Adı ne?" derken kaşlarımı çatmamak için de bayağı bir uğraşmam gerekmişti. Birden durgunlaşması hoşuma gitmemişti ama bunu ona söyleyemezdim. Çünkü eski ilişkisini anlatmasını isteyen bendim. "Serafina." Birden dudaklarında bir sırıtış oluştu. "Adı gibi çok ateşli hatundu cidden..." GÜNÜMÜZ Görüş açımdaki telefonu hâlâ çalmaya devam ederken kısık gözlerimden de anlaşılacağı üzere ekranda yazılı olan o ismi bir yerden çıkarmaya çalışıyordum. Onu nereden hatırladığımı anladığım an, kaşlarım çatılmış, başımı müthiş bir yavaşlıkla Kenan'a doğru kaldırmıştım. Onun yeşil hareleri de telefonunun ekranındayken kaşları tıpkı benim gibi çatılmış, ardından bakışlarını bana doğru çevirmişti. Dakikalar önce hızla çarpan kalbim, göğüs kafesimin içerisinde tuzla buz olduğunda ne nefes alabiliyordum ne de ağzımı açıp tek kelime konuşabiliyordum. Sol tarafımda hissettiğim ağırlık, nefes almama engel olurken gözlerimin önü de anlamadığım bir sebepten puslanmıştı. Az önce ekranda gördüğüm isim, ısrarla aramayı sürdürürken hiç düşünmeden aramayı reddedip bana doğru bir adım attı fakat ilk tepkimi, elimi kaldırıp onu durdurarak vermiştim. "Maran," dedi, temkinli bir sesle. Kurumuş dudaklarım sanki kilitlenmişçesine birbirine sıkı sıkıya bağlıyken bana doğru yine bir adım atmıştı ki bu sefer geriye doğru bir adım atmak zorunda kaldım. Kalbim saçma bir ağrıyla kasılıyor, alt tarafı gördüğüm benim için basit olan fakat onun için o kadar da basit olmayan bir isimle canımı yakıyordu. İlk kez bir kadın bana böyle hissettiriyordu. İlk kez bir adam, kalbimi böylesine paramparça edebiliyordu. Ben, tam şu anda bir adama karşı ilk kez böyle yoğun duygular hissettiğimi fark ediyordum ve ben, bundan haberdar bile değilken o bunun farkındaydı. Farkındaydı ve benim sonumu getirmek için elinden geleni yapmaya hazırdı. 🐤🐤🐤
|
0% |