@meelcnmel
|
Kulaklarıma bir uğultu şeklinde ulaşan sesleri algılayamazken birinin kolunu omzumda hissetmiştim. İrkilerek başımı çevirdiğimde Kılıç'ın kapkara gözleriyle karşılaştım. Gözlerinden açıkça okunan endişeyle bana bakıyordu. "İyi misin?" dedi, sıcacık bir sesle. "İyi görünmüyorsun." dediğinde onu başımla bile onaylayamadım. O da bunu fark ederek bana bir daha hiçbir şey sormadı ve omzumu sıvazlayarak yanımdan kalktı. "Bu güzel hanımefendinin senin gibi bir serseriyle ne işi olur anlamıyorum.." Birden zihnimde yankılanmaya başlayan bu cümlenin üstünden çok zaman geçtiği söylenemezdi. Sadece iki saat geçmişti ve o, sadece dakikalar içerisinde bambaşka birine dönüşmüştü. Açıkçası bu, beni korkutmuştu. Onun elini kırmıştı, bir insana bile isteye zarar vermişti. Onun ilk defa böylesine vahşileştiğine şahit olmuştum. Göğsümün tam ortasına çöreklenmiş olan huzursuzlukla ayağa kalkıp az önce çıktığım karakol binasının bahçesinde küçük adımlarla volta atmaya başladım. Tam iki saattir bu lanet olası karakol binasınsaydık ve içeride neler olup bittiğini bilmiyordum. Büyük ihtimalle etraftaki insanlardan biri o ikisi kavga ederken polisi aramış olmalıydı. Gördüklerimden sonra doğru düzgün hiçbir şey hatırlamıyordum. Sadece Kılıç'ın, Gediz abileri arayıp durumu kısaca anlattığını ve onlardan önce buraya geldiğimizi hatırlıyordum. Bizden sonra da onlar gelmişti fakat tahmin edileceği üzere tüm aile buraya toplanmıştı. Annemlerle birlikte Farah ve Cevher hala konakta, babaanneyle birlikte kalmıştı. Onun da bunu duyduğunda telaş yapıp tansiyonunun düştüğünü onlar konuşurlarken duymuştum. Şimdi de Gediz abiyle Turgay amca içeride, onun yanındalardı ve dediğim gibi içeride neler olup bittiğini kimse bilmiyordu. "Çıktılar işte," diyen Firuze'yle birlikte hızla arkama döndüğümde önce görüş açıma Turgay amca girmişti. Geldiğinden beri oldukça öfkeli görünüyordu ki görünüşe bakılırsa hâlâ öyleydi. Gözlerim, aradığım o gözlerle buluştuğunda elindeki ceketini üzerine geçiriyor olduğunu gördüm. Adımlarım, benden bağımsız yönünü belirleyip ona doğru yöneldiğinde yüzünün ne hâlde olduğunu görmek canımı sıkmıştı. Bembeyaz teninde yer yer kurumuş kan lekeleri vardı. Bu, içimi acıtırken adımlarım hız kazanmış, aramızdaki mesafeyi kapatmıştım. Onunla karşı karşıya geldiğim an kollarımı kaldırıp boynuna doladım. Bedenimi saran sıcacık kolların sahibine her ne kadar öfkeli olsam da şu an ne yeri ne de zamanıydı. Üstelik gözlerimin önü bu denli buğuluyken öfkemi konuşturacak hâlim şu an yoktu. Boynuna doladığım kollarımı hafifçe gevşetirken yanağımdan bir damla yaş süzülmesine engel olamadım. Kalbim hâlâ korkuyla güm güm atıyor, ağzıma kadar yükseliyordu. Güven veren elleri, saatler önce birini incitmemiş gibi yine güven verici bir şekilde belime dolanmışken başımı geriye doğru çekip o güzel gözlerine bakmaya çalıştım fakat bu mümkün olmamıştı. Çünkü gözlerimin rotası yüzündeki morluklara ve kurumuş kan lekelerine takılmıştı. "İyi misin?" dedim, çatlak bir sesle. Beni, sadece başını sallayarak onayladığında onun da bulunduğu bu durumdan memnun olmadığını ama bunun için de hiçbir şey yapamadığını görmüştüm. "Canın acıyor mu?" derken elimi kaldırıp elmacık kemiğine hafifçe dokundum. Bu küçük temasımla dudaklarından minik bir inilti döküldüğünde yüzümü buruşturarak elimi indirdim. "Şu haline bak, Kenan." dediğimde gözlerini gözlerime çıkardı. "Bir şey yok hâlimde, iyiyim," dedi, tane tane. Bunu öyle bir söylemişti ki sanki onu önemsemem sorunmuş gibi konuşmuştu. "Çok iyisin," dedim, başımı usulca sallayarak. Bu esnada ondan tamamen uzaklaştım. "Harikasın hatta." Bu alaylı tavrımı umursamayarak bana dik dik baktığında kollarımı göğsümde birleştirip bakışlarımı yanımıza doğru gelen Defne teyzeye çevirdim. O da fazla telaş yapmış fakat tıpkı eşi gibi daha çok öfkelenmişti. "Öldüreceksin bir gün beni," dedi, çatık kaşları düzelirken. Ardından Kenan'a sarıldığında o da annesinin bu kucaklaşmasını geri çevirmedi. Kenan, bir gün sadece onu değil hepimizi öldürecekti. Onların yanından birkaç küçük adımda uzaklaşıp Kılıç'la Yiğit'in yanına döndüğümde Gediz abiyle Firuze'nin de Turgay amcanın öfkesini bastırmaya çalıştıklarını görmüştüm. O kadar öfkeliydi ki şu an kimse onun önünde duramıyordu. Buradan da anlayacağımız üzere Kenan, ona çekmişti. "Turgay amca çok sinirli," dedim, mırıltı hâlinde. Ardından bakışlarımı Kılıç'la Yiğit'e çevirdim. "Tartışırlar mı?" diye bir soru yönelttiğimde şu an benim duyduğum öfkenin geri planda kalması gerektiğinin de farkına varmıştım. Gerçekten şu an benim öfkemin sırası değildi. "Kesin," diyerek beni yanıtlayan Yiğit'e ters ters baktı Kılıç. Bu bakışları fark ettiğinde de başını ne var dercesine salladı. "Neredeydin oğlum sen?" dedi, aynı ifadeyi sürdürerek. "Bir anda kayboldun, adamları zor ayırdım amına koyayım!" Kılıç'ın bu çıkışıyla Yiğit, bakışlarını ondan uzaklaştırdı ve omuz silkti. "Bige'yi bıraktım konağa," dediğinde Kılıç'la aynı anda şüpheyle gözlerimiz kısıldı. "Gediz abi dururken sen bıraktın yani?" dedi, mantıklı bir yorumda bulunarak. Bununla birlikte Yiğit sessiz kaldığında Kılıç'la birbirimize baktık. "Arabam nerede?" diyen ses, Kılıç'la olan bakışmamızı böldüğünde başımı bu sesin sahibine çevirdim fakat başımı ona çevirdiğim an Turgay amca kimseye fırsat vermeyerek kendisi konuştu. "Yok sana araba falan," dedi, çıkışarak. Onun oğluna vermekten kaçınmadığı o yemyeşil gözlerinden resmen ateş fışkırıyordu ve bu, bu gece ikinci kez gerilmeme neden oldu. "Sen önce adam olmayı öğren, şu serseriliği bırak artık! Ne zamandan beri seni karakollardan topluyoruz, Kenan? Ne oluyor sana, kendine çeki düzen ver artık!" Turgay amcanın sözleri ortamda resmen hançer etkisi yarattığında kollarımı göğsümde birleştirip kirpiklerimin altından Kenan'a baktım. Hâlâ öfkesi sıcaktı ve babasının bu öfkesi de onun sakinleşmesine pek yardımcı olmuyordu. Her ne kadar umursamaz bir tavırda olsa da bunu, babasına cevap verip durumu alevlendirmemek için yaptığını biliyordum. "Serseri mi?" dedi, sakin bir tonda. Bu sakinliği biliyordum ve bu, iyiye işaret değildi. "Eve gidince konuşursunuz, Turgay," diyerek araya giren Defne teyze, elini eşinin koluna koyduğunda, "Sakinleşin biraz, o da iyi değil hem." "Hayır ben gayet iyiyim," diyen Kenan, dudaklarım arasından bir soluk bırakıp elimle hafifçe alnımı ovuşturmama neden olduğunda neden hâlâ üstelediğini merak ediyordum. Herkesin ne kadar gergin olduğunu görmüyor muydu? "Oğlum tamam abartma sen de," dedi, Gediz abi hemen olaya müdahale ederek. Elini Kenan'ın sırtına koyup hafifçe vurduğunda Turgay amcayla aralarında geçen o bakışma gittikçe alevleniyordu. "Eve gidince görüşeceğiz seninle," Turgay amcanın sözleriyle birlikte Kenan'ın kaşları hafifçe havalandı. "Görüşelim, sıkıntı yok." Bu laubali tavrı göz devirmeme neden olduğunda Turgay amca ona ters bir bakış attı. "Serseri," dedi, arkasını dönüp arabaya ilerlerken. Onun peşinden de Defne teyze Kenan'a uyarıcı bir bakış atarak eşinin peşinden ilerlemeye başladığında biz de Yiğit'in arabasına doğru ilerlemeye başlamıştık. Bir an önce bu berbat geceyi sonlandırmak istiyordum. Defne teyzeyle eşi, Gediz abinin arabasına binerken Kılıç, ben ve Kenan da Yiğit'in arabasına binmiştik. Öne Kılıç otururken amacının aramızdaki saçma suskunluğun bitmesi olduğunu bilsem de arka koltuğa oturmama rağmen Kenan'la arama bir mesafe koyarak cam kenarına oturmuştum. Bu da onun dikkatini çekmiş fakat tek kelime bile etmemişti. Zaten bir süre konuşmasa her şey daha iyi olabilirdi. "Araz ne alaka, Maran'la?" Yiğit'in sorusuyla birlikte Kılıç sanki biz yokmuşuz gibi ona yanıt verdi. "Bizimkini delirtmek için yaptı, bu da yemi havada kaptı işte," diyerek komik ama üzücü de olan bir yorum yaptığında şu durumda olmasak gülebilirdim. "Kılıç," dedi, Kenan, yine aynı sakinlikle. "Kapa çeneni." diyerek eklediğinde Kılıç arkaya dönüp Kenan'a baktı. "Ulan adamı nasıl dövdüğünü görmesem dayak yiyenin sen olduğuna inanacağım," derken uzun uzun Kenan'ın yüzünü incelemişti. Hepsi ayrı bir garipti, şöyle bir durumda bile onunla uğraşabiliyordu. "Neden?" dedim, ilk kez konuşarak. Bu dahil oluşum, Kenan'ın bakışlarının bana dönmesine neden oldu. "Neden yaptın böyle bir şey, anlamıyorum. Ya daha yirmi dakika öncesinde sana, benim yanımda yapma bunu, dedim! Beni can kulağıyla dinlemişsin gerçekten teşekkür ederim!" "Sana dokundu," dedi, sanki bu yeterli bir sebepmiş gibi. Bunu söylerken bile yine o gözleri, saatler önceki gibi alevlenmişti. "Ve sen de çözümü zarar vermekte buldun, öyle mi?" dedim, kaşlarımı alayla kaldırarak. "İçinden başka biri çıktı, sadece saniyeler içerisinde bambaşka birine dönüştün." dediğimde alaylı ifadem kaybolmuş, ciddi bir tavır takınmıştım. "Maran," dedi, o her zamanki sıcacık ses tonuyla. "Buna şahit olmanı istemezdim ama-" "Ama ne, Kenan? Ama ne?" dedim, birden sesimi yükseltip. Bu, göz ucuyla gördüğüm Kılıç'ın yüzünü hafifçe buruşturmasına neden olsa da bu umrumda olmadı. "Adamın resmen elini kırdın, farkında mısın ya? Birine zarar verdin!" "Seninle nasıl konuştuğunu görmedin mi?" dedi, o da benim gibi bağırmaya başlayarak. "Kimse seninle öyle konuşamaz, kimse gözlerini üzerine dikip sana öyle bakamaz, buna izin vermem!" dediğinde öfkeyle soludum. "Çözümün bu mu yani? Zarar vermek mi? Şiddetle mi çözelim sorunları?" dediğimde derin bir nefes almıştı. "Böyle biri misin sen?" Sözlerimin ardından o kendine güvenen ifadesi kırılırken açığa çıkan öfkemi kontrol altına almaya çabalıyordum. Çünkü şu an onun üstüne gidersem öfkesini benden çıkaramayacaktı fakat konağa gittiğimizde babasıyla tartışacağını biliyordum. "Böyleyim," dedi, baskın bir tonda. Ellerini iki yana açıp kendini gösterdi. "Kusura bakma ama böyle bir durumda yanında öyle dikilemezdim, asıl öyle bir adam değilim ben." "Sen bu değilsin," dedim, başımı iki yana sallayarak. Bunu yaparken gözlerimden birkaç damla yaş da arka arkaya akmıştı. Gözleri, yanaklarımdan süzülen yaşlara takılı kalırken elimi kaldırıp gözlerimi sildim. "Ben buyum," dedi, tekrar. Sanki defalarca kez söylerse bunu kabullenecekmişim gibi. "İster kabul et, ister etme ama ben buyum. O bunu çoktan hak etmişti." dediğinde gözyaşlarım arasında güldüm. "Kabadayı mısın sen?" dedim, bağırarak. "Barbar mısın nesin? Ne sanıyorsun sen kendini, gerizekalı?" "Aynen öyleyim," dedi, o sinir bozucu tavırla. Bunu her yaptığında onu yumruklamak istiyordum. Derin bir iç çekip hırsla saçlarımı çekiştirdiğimde önüne dönmüştü. Gözlerim bir kez daha yüzündeki yaralarda usulca gezindiğinde tüm bu öfkeme rağmen göğsümün sol tarafında bir ağırlık hissettim. Bu görüntüyle tartışmaya vicdanım da kalbim de el vermiyordu. "Maran haklısın sen de ama ikiniz de bir sakinleşin önce," diyen Kılıç, tekrar dönüp Kenan'a baktı göz ucuyla. "Herkes yeterince gergin, birazdan konakta kıyamet kopacak zaten, sen sakin ol bari lütfen." derken ortamı yatıştırmak amacıyla sağ gözünü hafifçe kırptı. Onun bu isteğini sözsüz bir şekilde başımla onayladığımda buğulanan gözlerimi bir kez daha silmiştim. Bu esnada dönüp son kez Kenan'ı kontrol ettim fakat gözleri buraya uğramıyordu. Şu an içten içe kendini sakinleştirmeye çalıştığına neredeyse emindim. Bakışlarımı ondan uzaklaştırıp tekrar yola döndüğümde geri kalan yolculuğumuz daha sakin geçmiş, Kılıç'ın Kenan'ın yaralarını temizlemeye çalışması ve onun Kılıç'a küfürler savurmasıyla gerçekten olduğundan sakin (!) geçmişti. Büyük ihtimalle Kılıç, onun canını yaktığı için daha da agresifleşmişti. Onlar hâlâ bıraktığım gibi devam ederken çoktan konağa varmıştık. Önümüzdeki Gediz abiye ait olan araba bizden önce konağın bahçesine girdiğinde Kenan, "Dur burada," dedi, Yiğit'e doğru. Bununla birlikte bakışlarım ona döndüğünde Yiğit de arabayı konağın kapısının önünde durdurmuştu. "Nereye?" dedi, Kılıç ona dönerek. "Turgay Bey'e görünmeden gireyim, siz devam edin." dediğinde göz devirmeme engel olamadım. Çocuktan farkı yoktu. Babasına hitap etme şekli bile çocuk olduğunu bas bas bağırıyordu. "Uğraşamam şimdi onunla." "Asıl o zaman sıkıntı çıkarır biliyorsun değil mi?" Kılıç, hepimizin düşündüğü şeyi sesli dile getirdiğinde Kenan, sağ tarafında kalan kapıyı açtı. "Sabaha kadar sıkıntı çıkarabilir," dedi ve inmeden önce son bir kez gözlerini gözlerime kenetledi. Yeşil hareleri karanlıktan nasibini alırken gözleri gözlerimin en ücra köşelerine uğramıştı. Ardından da hiçbir şey söylemeden arabadan inip kapıyı kapattı. Gözlerim, aramızdaki cama rağmen onun bedeninde takılı kalırken arkasını dönüp çift kanatlı kapıyı es geçip geldiğimiz yoldan geriye yürümeye başladı. Yüksek ihtimalle arka kapıdan konağa girecekti. "Başka bir yere gitmez değil mi?" dedim, Yiğit'le Kılıç'a bakarak. "Arka kapıdan girecek içeri; oradan odasına geçer, merak etme." diyerek beni yanıtladığında Yiğit de hâlihazırda çalışır vaziyette olan arabasıyla konağın bahçesine giriş yapmıştı. O, arabayı park ederken çok geçmeden üçümüz de arabadan inip Lale tarafından açılmış olan konağın kapısından içeri girdik. Salondan yükselen hararetli sesler kulaklarıma ulaşırken üzerimdeki kabanımı çıkarmadan adımlarımı direkt oraya yönlendirdim. "Kenan yapmaz öyle şey," diyen babamın sesini duyduğumda bu söylediğine gülmek istemiştim. Fazlasıyla trajikomik bir gece yaşıyorduk. Salona girdiğimiz an Turgay amcanın bakışları bize döndü ve o sorgulayıcı bakışlarla Kılıç'la Yiğit'e baktı. "Nerede?" diye sorduğunda babamla annemin tam ortasına oturmuştum. Annemin eli, bununla birlikte sırtıma gittiğinde ona hafifçe gülümsedim. Onlar da çok endişelenmiş, defalarca beni aramışlardı. Konaktan çıkarkenki halimizin aksine döndüğümüz o hâlimiz arasında dağlar kadar fark vardı. "Arka kapıdan girdi," diyerek yanıtladı onu ve ardından ekledi. "İkiniz de sakin değilsiniz şu anda, Turgay amca. Sen de gitme üzerine şimdi, yarın konuşur halledersiniz." dedi, yatıştırıcı bir tınıda. Bu gece onunla Yiğit herkesin nabzını düşürmek için ellerinden geleni yapmışlardı. "Oğlum adamı hastanelik etmiş, nasıl sakin olayım?" dediğinde sesi yükselmişti ama onun bağırdığı kişi Kılıç değildi. "Bunu İzmir'de yapsa rezil rüsva olacaktık, bıraksam nezarethanede yatacaktı bu gece haberi var mı bundan?" dedi ve ardından ekledi. "Keşke bıraksaydım, aklı başına gelirdi belki!" "Saçmalama istersen," dedi, Defne teyze de sesini yükselterek. Onun da o biçimli kaşları çatılmıştı. "Kenan'dan bahsediyoruz, birdenbire böyle bir şeye kalkışmadığını da biliyor olman gerekiyor çünkü o senin oğlun! Ne zaman böyle bir şey yaşadık ki böyle konuşabiliyorsun?" dediğinde tam o an Kılıç'ın sözleriyle dinmesi muhtemel olan bu tartışma, daha da alevlenmeye hazırlandı. "Uraz'la Araz da kafiyeliymiş lan," dedi, Yiğit'e bakarak. İkisi de buna abartılı bir şekilde şaşırdığında gözlerim hafifçe büyüdü ve hızla bakışlarımı Turgay amcaya çevirdim. Onun da kaşları çatılmış, bu ikisine bakıyordu. "Uraz," dedi, şüpheyle. "Fırat'ın oğlu ne alaka?" derken dönüp sağ tarafımda oturan babama bakmıştı. Babamın kaşları da anlamsızca çatıldığında oklar yine Kılıç'a döndü. Bu toparlanması zor olan durum, gözlerimi sıkıca yummama neden olduğunda bu sefer Yiğit son darbeyi vurdu. "E onu da Kenan hastanelik etmişti ya Turgay amca," dediğinde gelecek olan bir başka darbeyi karşılamaya hazırlanmıştım fakat buna hazır olmayan biri vardı ve o da şu an odasında olmalıydı. Yiğit'le Kılıç'ın tüm ortamın içinden geçmesiyle Turgay amca daha da celallendiğinde annemle babam da dahil olmak üzere Defne teyze de şaşkındı. Kenan, bunu öğrendiğinde Kılıç'la Yiğit'i öldürecekti. "Ne?" dedi, bağırarak. Sesi, tüm konağın duvarlarında yankılanırken dizlerimde duran ellerimi yumruk haline getirmiştim. "Dalga mı geçiyorsunuz oğlum siz?" dediğinde babam da Turgay amcanın durumunu fark ederek yerinde doğruldu. "Kenan'dan mı bahsediyoruz?" dedi, annem de şaşkınca. Onun bu şaşkınlığına hak veriyordum, çünkü ben de aynı tepkiyi vermiştim. "Ay yok artık, yapmaz öyle şey!" dediğinde başımı anneme doğru çevirdim. Gerçekten inanmamış gibi duruyordu ama ona kötü bir haberim vardı. Kılıç'la Yiğit, herkesi ne hâle getirdiklerini fark ettiklerinde aralarında bir bakışma geçmiş, ortalığı ne hâle getirdiklerinin farkına varmışlardı. Üstelik durumu saçma bir şekilde toparlamaya çalışmışlar ama tabii ki başarılı olamamışlardı. "Kenan!" diyen Turgay amca, adımlarını merdivenlere yönlendirdiğinde Kılıç'la Yiğit onu durdurmak için boş bir çabaya girişmişlerdi. "Kenan," dedi, bir kez daha. "İn aşağı çabuk!" Bu bir anda tekrar gerilen ortamla birlikte bir şekilde duruma el atmam gerektiğinin farkındaydım ama yapabileceğim bir şey yok gibi görünüyordu. Bir an önce bu geceyi sonlandırmak istiyordum ve bunun için birinin bir şey yapması gerekiyordu. "Uraz ne alaka oğlum? Niye yaptı böyle bir şeyi?" diyerek tekrar o ateş saçan bakışlarını Kılıç'la Yiğit'e çevirdiğinde onlardan önce benden beklenilmeyen bir şey yapıp Turgay amcayı ben yanıtlamıştım. "Beni rahatsız ediyordu," dedim, bir çırpıda. Bu sözlerim, herkesin bakışlarının bir anda bana dönmesine neden olurken babamın kaşları da derince çatılmıştı. Bu sefer oklar bana yöneltilirken Turgay amcanın çatık kaşları da usulca gevşemişti. Uraz'ın bana kalırsa beni rahatsız ettiği falan yoktu ama şu an onu yem olarak kullanmaktan başka çaremin olmadığını da biliyordum. Üstelik Kenan böyle düşünüyorsa ona şimdilik ayak uydurabilirdim. "Ne?" dedi, babam gür bir sesle. Bu söylediğim bu sefer de onun öfkesinin açığa çıkmasına neden olmuştu. Annemin de bakışları aynı duyguyla yüklüyken omuzlarımı kaldırıp indirdim. "Kenan da bunu bir şekilde öğrenmiş işte. Bundan haberim yoktu, öğrendiğimde de çok kızdım ona." dedim, hemen kendimi savunmaya alarak. "En azından bu şekilde cevap vermenin doğru olmadığını düşünüyordum!" "Sen bunu niye bana söylemedin, Ahu?" diyen babamın mavi hareleri gözlerimin en içine işlerken başımı eğerek onun gözlerinden kaçmıştım. Onun gözlerine bakarsam bir sorun olduğunu anlardı ve kendi kendimi riske atmamın bir anlamı yoktu. "Ne yaptı sana?" dedi, hiddetle. "O yüzden mi seninle çalışmak istiyordu?" diyen annem de aynı hiddetle konuştuğunda Defne teyzeyle Turgay amcanın da bariz bir şaşkınlık yaşadığını fark etmiştim. "Bilmiyorum," dedim, omuz silkerek. "İnanmıyorum sana, nasıl böyle bir şeyi bize söylemezsin?" Babamın çatık kaşlarının altındaki bakışlarını üzerimde hissederken parmaklarımla oynamaya başlamıştım. Şu gergin ortamdan nasıl kurtulabilirdim bilmiyordum ama bu biraz hızlı gelişirse gerçekten mutlu olacaktım. "Hastaneye beraber gittiğimizde bile tek kelime etmedin bana!" "Kenan'ın yaptığından haberim yoktu!" dediğimde babam, sertçe yüzünü sıvazladı. "Kendi aranızda işleri yürütemezsiniz," Turgay amcanın sesi kulaklarıma ulaşırken onun az da olsa sakinleştiğini görmüştüm. "Bize bunu söylemen gerekirdi, gereken şeyi mantık çerçevesi içerisinde biz yapardık. Konu sen olunca Kenan kafayı yiyor." dediğinde yanaklarım devreye girmişti. Şu an bunun sırası olmayabilirdi ama böyle bir şeyin burada konusu olması beni böyle bir hâle sokmuştu. "Özür dilerim," dedim, mırıldanarak. "Biraz daha buna devam etse avukatla görüşüp hukuki işlemleri başlatacaktım ama Kenan bana fırsat tanımadı. Bunu bildiğinden bile haberim yoktu ayrıca, haberim olsa böyle bir şeye müsaade eder miyim? Onu durdurmak çok zor!" dediğimde gözlerimi doldurarak hepsine tek tek bakmıştım. Şu an bu oyunculuğum karşısında Kenan olsa beni ayakta alkışlayabilirdi ama kendisi hangi cehennemdeydi bilmiyordum. Bu kadar sese bile inmemişti! Gözlerimden birkaç damla yaş arka arkaya aktığında Kılıç'la Yiğit şaşkınlıkla birbirlerine baktılar. Onlar da bu oyunculuğum karşısında şaşırmışlardı ama geri kalan herkes inanmış gibi duruyordu. Önce Defne teyzenin yanıma gelip oturması ve ardından eşinin gelip sırtımı sıvazlamasıyla onları inandırdığım apaçık ortadayken babam da gözyaşlarıma dayanamamış olacak ki öfkesine yenik düşerek yanıma gelip başımı göğsüne bastırmıştı. Annem de aynı şekilde tavır sergilerken biraz daha gözyaşı dökmüş, ortamdaki o gergin havanın dağılmasını sağlamıştım. Bu fevkalade oyunculuğumla birlikte sakinleştiğimi sandıkları bir anda yine bana benzer sorular sorup tekrar ağlamaya başladığımı gördüklerinde en sonunda beni rahat bırakıp herkes odasına dağıldı. Turgay amcayla babam aşağıda kalırken Defne teyzeyle annem beni odama kadar çıkarıp öyle yanımdan ayrılmışlardı. Onlar odadan çıktıklarında elimi kaldırıp sahte gözyaşlarımı sildim ve üzerimdeki kabanımı çıkarıp yatağın üzerine attım. Beni bu duruma sürükleyen tek bir kişi vardı ve bu geceyi atlattığım an onu perişan edecektim. Saatin geçip evin ışıklarının kapanmasını uzunca bir süre bekledikten sonra banyoya geçip oradan işime yarayacak malzemeleri alarak sessizce odadan çıktım ve adımlarımı odamın karşısındaki odaya yönlendirdim. Odadan çıkmadan önce çıkardığım topuklu çizmelerim sayesinde çıplak ayaktım ve bu, daha sessiz olmamı sağlamıştı. Elimdekileri tek bir elime toplayıp diğer elimle odanın kapısını yavaşça açtığımda yatakta uzanır vaziyette olan Kenan'ı görmüştüm. Heybetli bedeni tüm yatağı doldururken uyanık olup olmadığını anlayamamıştım, çünkü gözleri kapalıydı. Adımımı içeri doğru atıp kapıyı arkamdan sessizce kapattığımda açık olan balkon kapısından içeri doğru esen sert rüzgâr, bakışlarımın oraya dönmesine neden oldu. Üzerinde eşofmanı olsa da üstü çıplaktı ve üstelik balkon kapısını da açık bırakmıştı. Elimdekileri komodine bırakıp balkon kapısına doğru ilerledim ve aynı sessizlikle balkon kapısını kapattım. Ardından tekrar yatağa ilerleyip yavaşça oturduğumda ağırlıkla yatağın sol tarafı hafifçe çöktü ve tam o an kirpiklerinin kıpırdadığını gördüm. "Kalk," dedim, fısıltıyla. "Uyumadığını biliyorum herhalde!" Bu sözlerim, gözlerinin yavaşça aralanmasını sağladığında ıslak saçlarına baktım. Duş almış olduğu odayı sarmalayan yoğun kokusundan belliydi. "Konsey erken dağılmış," dedi, alayla. Sanki tüm bunlar onun yüzünden olmamış gibi. "Komik mi sanıyorsun sen kendini?" dediğimde kendisi, yaptığı komik olmayan şakaya benim yerime gülmüştü. Ona ters ters bakarken başını yastıktan kaldırıp bana baktı. Bu bakışın ardından aramızda çok kısa bir sessizlik oluştuğunda gülüşünden arta kalan o minik gülümsemeye gözlerim takılmıştı. "Niye geldin?" diye bir soru sorduğunda buraya neden geldiğimi hatırlayarak gözlerimi kırpıştırdım. "Bu şekilde uyumana gönlüm el vermedi," diyerek bu haliyle bile o yakışıklılığından ödün vermeyen yüzünü çenemle gösterdim. Ardından onun üzerinden uzanıp komodine bıraktığım malzemeleri alırken konuştu. "Aşıksın bana, kabul et." Bu söylediği, gözlerimi baymama neden olduğunda aldığım malzemeleri bu sefer de hemen önümde duran komodine bırakmıştım. "Hâlâ nasıl bu kadar komik olabiliyorsun gerçekten merak ediyorum," dedim, elimdeki pamuğa çok az tentürdiyot dökerken. O da bu esnada yattığı yerden doğrulup sırtını yatağının başlığına yaslamıştı. "Hiç ders almıyorsun." "Babam gibi konuşacaksan odana gidip uyu, sevgilim." Hitap şekli şöyle bir durumda bile kalbimi hızlandırırken ona bunu belli etmemeye çalışarak elimdeki pamuğu kaşının üzerindeki yarasına bastırdım. Bununla birlikte dudaklarından bir inilti döküldüğünde ona dik dik baktım. "Yavaş," dedi, dişlerinin arasından. "Geber." dediğimde gözlerimin içerisine baktı uzun uzun. "Öfkeliyim sana, Kenan. Bakma bana öyle!" Sözlerimle dudakları arasından bir soluk bıraktı. "Kendimi tutamadım," dedi, bir çırpıda. "Öyle bir durumda sakin kalmamı beklemen saçmalıktan başka bir şey değil, Maran." dediğinde kaşındaki pamuğu çekip kaşlarımı çatarak ona baktım. "Vereceğin tepki bu kadar vahşice olmamalıydı en azından!" diyerek ona cevap verdiğimde elimdeki pamuğu onun eline tutuşturdum. "Bastır şunu," derken tüm bu gerilime rağmen beni ikiletmeden elindeki pamuğu kaşının üzerine bastırdı. Bu esnada başka bir pamuğa da aynı şekilde tentürdiyot döküp bu sefer de patlamış olan dudağına hafifçe bastırmıştım. "Öfkelenmeni bir yere kadar anlayabilirim ama bu kadar ileri gitmemeliydin. Kendine de zarar verdin işte." "Sadece sen umurumdasın," derken elindeki pamuğu komodine doğru rastgele fırlatıp havada kalan elimi avuçları arasına aldı. Yeşilleri gözlerimde delicesine dolaşırken diğer elini kaldırıp yanağıma yerleştirdi ve yüzlerimiz arasındaki mesafeyi yarıya indirdi. "Hiçbir şey, hiç kimse umurumda değil senden başka, anlıyor musun beni? Ona bunu yaptığım için pişman değilim ama seni bu kadar üzdüğüm için hiç olmadığım kadar pişmanım." Sözleri de bakışları da doğrudan kalbime işlerken ona karşı çoktan indirmiş olduğum o öfke kalkanım da arkasına bile bakmadan usulca ilerlemeye başlamıştı. Ne zaman ne yapacağını, ne söyleyeceğini biliyor o anda da her şey süt liman oluyordu. Ona ne kadar öfkeli olmaya çalışsam da çoğu zaman bu pek mümkün olmuyordu. "Özür dilerim," dedi, fısıltıyı andıran ses tonuyla. Gözlerimiz yine yakınen temasa geçmiş, onun gözlerinde kendi yansımamı görmeye başlamıştım. "Öfkemi kontrol edemiyorum ama inan bana," Sıcacık olan avucu içerisindeki ellerim, tüm hareket kabiliyetini yitirmişken diğer eli de yanağımı usul usul okşuyordu. O ne yapacağını gerçekten iyi biliyordu. "Senin için elimden geleni yapacağım." "Benim için yapma," dedim, başımı hafifçe iki yana sallayarak. "Kendin için yap, Kenan. Şu yüzünün hâlini görmek ne kadar çok canımı yakıyor haberin var mı senin?" "Özür dilerim," dedi, tekrar. Bu özrüyle birlikte kenetlenmiş olan ellerimizi kaldırıp elinin üzerine minik bir öpücük bıraktığımda ellerinde de yer yer kızarıklar ve yaralar olduğunu böylelikle fark etmiştim. Bu gece Araz'ı o hastanelik etmese ben edebilirdim ama sorun şu an kendini bu hâle sokmasıydı. Üstelik o şikayet olsaydı bir süre onu karakolda misafir edebilirlerdi de. "Krem sürelim eline, çok kötü olmuş." dedim, uzunca bir aradan sonra birbirimizden ayrılabildiğimizde. "Yaralarını da iyice temizleyelim, yat uyu güzelce." dediğimde bana itiraz etmedi ve önce onun yüzündeki yaraları iyice temizleyip sarmamı ardından da elindeki yaralara krem sürmemi sessizce izlemişti. Bu süreç içerisinde ikimiz de tek bir kelime bile etmemiş, sadece ara ara onun yaralarını öpmüştüm. Bakıldığında Araz'a göre kendisinde tabii ki hiçbir şey yoktu ama bu bile benim canımı fazlasıyla yakmıştı. En sonunda onun pansumanını bitirdiğimde komodindeki eşyaları toparlayıp odanın içerisindeki banyoya girerek ellerimi yıkamıştım. Odaya geri döndüğümde o hâlâ bıraktığım yerdeydi. "Kay bakayım," dedim, bir dizimi yatağa yaslarken. Bununla birlikte o, yatakta sol tarafa kayarken ben de yanına uzanıp başımı çıplak göğsüne yaslamış, kollarımı da beline dolamıştım. Onun elleri de her zaman olduğu gibi rotasını belirleyip saçlarıma gittiğinde dudaklarımda ufacık bir gülümseme oluştu. Göğsünden yayılan o sıcaklığı ve ferah kokusu gözlerimi yummamı sağladığında bacağımı onun bacaklarının üzerine atıp ona daha çok sokuldum. "Beni yordun," dedim, yorgun bir sesle. Göğsü hafifçe inip kalkarken parmakları saç tellerimde usulca dolaşıyor, beni daha çok huzura çağırıyordu. "Dinlenmen için buradayım," dedi, aynı ses tonuyla. "Tribimi sonra atacağım o yüzden," derken esnemiş, göğsündeki yerimi sabitlemiştim. Bununla birlikte başımın üzerine bir öpücük bırakıp diğer elini de çıplak sırtıma doladığında kendimi hiç olmadığım kadar güvende hissediyordum. Buraya geldiğimden beri her gece beraber uyuyorduk ve döndüğümüzde tek başıma nasıl uyuyacağım konusunda hiçbir fikrim yoktu. Bu konuda hiç olmadığım kadar zorlanacağıma emindim ama bunu, sonrasında düşünmek istiyordum. Göz kapaklarımın üzerine çöken ağırlıkla üzerime bir şeyin örtüldüğünü çok sonradan hissetmiş, o dalmak üzere olduğum uykunun kollarına kendimi çabucak bırakmıştım. 🧸🧸🧸 "Boncuğumu ne hâle getirmişler," diyen Kiraz babaanneden bakışlarımı alıp boncuğuna çevirdim. Babaannesinin dizinin dibine oturmuş, sanki gerçekten o dayak yemiş gibi masum bir şekilde oturuyordu. Dışarıdan gören bir göz onu masum sanabilirdi ama dün geceki olaya şahit olan ben, bu hâllerine inanmıyordum. Ben, sabah erkenden uyanıp kendi odama geçmiştim ve o, daha yeni uyanabilmişti. O uyanana kadar herkes kahvaltısını yapmış, babamlarla birlikte Cevher ve Farah hala birkaç saat önce Araz'ı görmek için hastaneye geçmişlerdi. Turgay amca, onun uyanmasını bir süre beklese de gitmeden önce Defne teyzeye, Kenan'ın evden çıkmaması için dakikalarca dil dökmüştü. Onu kimsenin tutamayacağını bilmiyormuş gibi bu konuda da ısrarcı davranmıştı. Neyse ki Defne teyzeyi dinlemese de annemi dinlemiş, evden dışarı adımını atmamıştı. Şimdi de babaannesinin ısrarıyla onun yanında oturuyordu. "Elleri kırılsın," Kiraz babaannenin manidar sözleriyle Çağlar'la Çağan adeta anırmaya başladılar. Turgay amca, o ikisini tersaneye götürmek için çabalamış ama başaramamışlardı. "Sana iyi bir haberim var babaanne," dedi, Çağan, gülüşünün arasında. Bu, benim de gülmeme neden olduğunda başımı Kenan'a doğru çevirdim. O da başını eğmiş, bu durumda bile gülüyordu. "Çocuklar," diyen Defne teyze, uyarıcı bakışlarını Çağlar'la Çağan'a yönelttiğinde onlar da gülüşlerini bastırmaya çalışmışlar ama becerememişlerdi. "Tamam lan," dedi, Kenan kabaca. "Abartmayın." Bununla birlikte Kenan fazla dikkat çekmiş olacak ki Defne teyze ona baktı. "Sen sus, hiç konuşma!" dedi, kaşlarını çatarak. "Niye kavga ediyorsun oğlum? Kavga etmeni de geçtim artık, neye bu kadar sinirlendin?" dediğinde Kenan'la bakışlarımız kısa bir an kesişmişti. "Yengeme asılmışlar," diyen patavatsız Çağlar'a ters ters baktığımda Kenan da aynı şeyi yapmıştı. Çağlar, bu bakışlarımızı fark ettiğinde omuz silkti. "Diba'ya mı?" Babaannenin sorduğu bu soru, göz devirmeme neden olduğunda annem gülmüş, Kenan da başını sabır dilercesine havaya kaldırmıştı. "Ne Diba'sı babaanne?" dedi, babaannesine dönerek. Babaannesinin bununla birlikte kaşları çatılırken konuştu. "Bir sonraki gelişinde istemeye gideceğiz, haberin olsun." İnatla kurduğu bu cümleye kaçıncı kez şahit olduğumu artık sayamamaya başlamıştım. Bıkmadan usanmadan aynı şeyi söylüyordu. "Yok artık," diyen Kenan'ın bakışları bu sefer de annesine döndü, yardım dilenircesine. Defne teyze bu bakışları görse de onu ateşe atmaktan çekinmedi. "Babaanne lütfen saçmalamaz mısın, rica ediyorum." dedi, fazla kaba ama bir o kadar da kibarca. Bu, beni bir kez daha güldürürken ekledi. "Ben evlenmeyeceğim, neyi zorluyoruz ya?" "Yaşın geçiyor," dedi, Kiraz babaanne de inatla. "Diba'yla da iyi anlaşıyorsunuz işte, niye istemiyorsun?" dediğinde Kenan'ın kaşları havalandı. "Ben evleneceğim zaman sana söylerim babaanne, gelip bana kız istersin olur mu?" dediğinde Kiraz babaanne şaşkınca ona baktı. "Ben görmeyecek miyim kızı?" dedi, hayretle. İşte bu, Defne teyzeyi de güldürdüğünde dünün aksine konakta bir neşe vardı. "Ha kizla ben evleneceğum sana ne oliyi?" Kenan'dan beklemediğim bu çıkış, benim de bir kahkaha tufanına tutulmama yol açtığında bu çok dikkat çekmemişti çünkü Kiraz babaanne dışında herkes şu an gülüyordu. Onun da mutsuz olma sebebi bendim ama bu cidden umrumda değildi. Salondaki o neşe dalgası her geçen dakika artarken Kenan'la sevgili babaannesi de o tatlı atışmalarına bir süre devam etmişlerdi. Onun bu tatlı, bıcır bıcır hallerine şahit olmak bana büyük bir zevk verse de yüzündeki yaraların bana dün gece şahit olduğum adamı hatırlatması pek iyi olmuyordu. En sonunda o, yerinde doğrulduğu an başımı hızla ona çevirdim. "Nereye?" dedim, merakla. Bununla beraber yeşil gözlerinin odağı ben oldum. "Su alacağım," Başımı salladım ve o yerinden kalkmadan onu elimle durdurdum. "Ben getiririm otur sen," dedim, ayağa kalkıp. Bu, onun gözlerinin üzerimde takılı kalmasına neden olurken adımlarımı salonun çıkışına yöneltmiştim bile. "Bana bu kızı iste babaanne," diyen sesini çok geçmeden duyduğumda çoktan salondan çıkmıştım fakat bu söylediğine gülmeyi ihmal etmedim. Zamanlamam pek iyi değildi, şu an babaannesinin yüz ifadesini görmeyi her şeyden çok istiyordum. Salondan gelen kahkahalar kulaklarıma ulaşırken mutfağa geçip dolaplardan birinden bir bardak çıkarmış, ada tezgâhın üzerinde duran sürahiden de su doldurarak tekrar salona geçmiştim. Bu esnada babaannesinin kaşları çatıktı. Bunun sebebini bildiğim için çok önemsemeyerek elimdeki bardağı Kenan'a uzattım. "Benim kızım güzel değil mi yani, Kiraz anneciğim?" Annemin sahte bir alınganlıkla sorduğu bu soru, Kiraz babaannenin çatık kaşlarının düzelmesine neden olurken Kenan da elimdeki bardağı almıştı. "Annem şaka yapıyor Yıldız, olur mu öyle şey?" dedi, Defne teyze de. "Ben bayılıyorum Maran'a, çok güzel, hanım hanımcık maşallah." dediğinde ona kocaman gülümsemelerimden birini bahşetmiştim. "Valla ne yalan söyleyeyim ben de," Kenan'ın sözleri, ona kirpiklerimin altından bir bakış atmama neden olduğunda annem güldü. Tam o esnada da koridordan yükselen seslerle birlikte önce Turgay amca ardından da babam salona girmişti. "Hoş geldiniz," diyen Defne teyze, kocasının çatık kaşlarıyla karşılaştığında bunun sebebinin Kenan olduğuna emindim. Büyük ihtimalle Kenan da bundan emin olacak ki umursamazca oturuyordu. "Geç geldiniz sanki?" derken babam da yanımdaki boşluğa oturmuştu. Fakat Turgay amca yine oldukça öfkeli görünüyordu. Son iki gündür onu hiç olmadığı kadar öfkeli görüyordum. "Birilerinin arkasını toplamakla meşgulüm çünkü," dedi, hiddetle. Bu esnada ateş saçan gözlerini Kenan'a doğrultmuştu ama Kenan ona bakmıyordu bile. Aniden gerilen ortam canımı sıkarken Defne teyze de yerinden kalkmıştı. "Şikayetçi mi olacakmış?" dedi, kaşlarını çatarak. Bu da Kenan'ın kaşlarının alayla havalanmasına yol açtığında bir tatsızlık çıkmamasını umuyordum. "Böyle sonuçlanacağı apaçık ortadaydı zaten Defne," diyerek öfkeyle karısına dönen Turgay amca, çok geçmeden tekrar Kenan'a döndü. "Çocuğu ne hâle getirmiş, görünce tanıyamadım! Şikayetçi olmakta sonuna kadar haklı." dedi ve ardından ekledi. "Özür dilemezse şikayetçi olacağını söyledi. Nelerle uğraşıyorum görüyorsun değil mi?" "Uğraşma?" Bu tek kelimelik cümleyi kuran kişi, tam yanımdaki koltukta oturan sevgilimden başka kimse değildi. Tam şu an hangi akılla bu denli öfkeli duran babasıyla diyaloga giriyordu bilmiyordum ama kötü sonuçlanabileceği de bir ihtimaldi. Turgay amcanın gözleri, Kenan'ın bu sözüyle iyice yangın yerine dönerken herkes gerilimden dolayı neredeyse nefesini tutmuştu. "Arkamı falan toplama, böyle bir şey istedim mi ben senden?" dedi, babasıyla tıpatıp aynı yangına sahip gözlerini ona çevirerek. Ardından güldü alayla. "Bir de ayağına gidip özür dileyeceğim yani? Diğer elini kırmak şart oldu." dediğinde gözlerimi irileştirerek ona baktım. Şu an annem de babam da benimle aynı tepkiye sahiplerdi. Onların en başta efendi diyerek bahsettikleri adam, ruh hastasının tekiydi ve kızları bu adamla birlikteydi. "Kenan," diyen Defne teyze, Turgay amcadan önce söze dahil olduğunda Kenan'ın o yeşilleri annesini buldu ve saniyeler içerisinde o tavrına çeki düzen verdi. "Lütfen sakin olur musunuz, gerginlik falan istemiyorum!" "Arkamı toplama diyor, duymuyor musun?" dedi, Turgay amca. "Ben arkasını toplamasam şu an içeride olacaktı." Turgay amcanın bana göre ağır olan bu sözleri, Kenan'a da ağır gelmiş olacak ki birkaç kez o güzelim dudaklarını bir şeyler söylemek için araladı fakat hiçbir şey söylemeden yerinden kalkıp salonun çıkışına doğru ilerledi. "Nereye?" diye bağıran Turgay amca, alt dudağımı hafifçe dişlememe neden olduğunda babasının bu bağırışı onu durdurmamıştı. "Cehenneme," diyerek onu yanıtladığında Turgay amca yerinden hareketlenmiş ama Defne teyze onu kolundan tutarak bunu engellemişti. Gözlerim, onu salondan çıkana kadar takip ettiğinde bu sefer de babam konuştu. "Sakinleş önce, bunun bir faydası olacağını mı düşünüyorsun?" dedi, mantıklı bir yorumda bulunarak. Ardından bana doğru dönüp eliyle hafifçe dizime vurdu ve başını hafifçe oynatarak sözsüz bir şekilde yapmam gerekeni söyledi. Hiç düşünmeden onu başımla onaylayıp kaçarcasına salondan çıkmıştım. Portmantoda duran montumla atkımı alıp konaktan çıktığımda gözlerimi kısaca etrafta gezdirdim. Aradığım o kişi, bahçedeki o çardakta yanan ateşin tam önünde otururken dudakları arasındaki o sigarayı yakmakla meşgul olduğunu görmüştüm. Konağın merdivenlerini hızlıca inip aynı hızlı adımlarla yanına doğru ilerlemeye başladığımda beni fark etmişti ama dönüp bakmamıştı bile. Bunun sebebinin babasıyla arasında yaşanan gerginlik olduğunu bildiğimden bu durgun tavrı, benim de canımı sıkmış, arkasına geçip kollarımı boynuna dolamıştım. O taze, kendine has kokusunu derin bir nefes alarak ciğerlerime doldururken bir elimi indirip göğsünü hafifçe okşamaya başladım. "Kenan," dedim, temkinli bir şekilde. Başımı omzuma doğru hafifçe eğip gözlerini görmeye çalıştığımda bana kolaylık sağlayarak başını bana doğru çevirdi. Yeşil gözlerindeki o yangını durdurabilmiş gibi görünüyordum ama bu, Kenan'dı. "İyi misin?" "İyiyim, merak etme," derken başını ağırca sallayarak beni onayladı ve ardından göğsündeki elimi tutarak beni yanına doğru çekti ve yanındaki boşluğa oturmamı sağladı. Ardından kolunu omzuma atarak beni iyice kendine çektiğinde ellerim istemsizce beline dolanmıştı. "İçeri geçince şu yaralarına bakalım tekrar," dedim, çenemi göğsüne yaslarken. "Gerek yok, iyiyim işte." dediğinde onun o güzel çehresini alttan izlemeye başlamıştım. Henüz yaktığı sigarasını dudaklarına yaklaştırıp derin bir nefesi içine çektiğinde yanakları hafifçe içe göçtü. "Baban öfkeli olduğu için öyle söylüyor," derken onun bu can sıkıntısını bir nebze olsun gidermeyi amaçlıyordum fakat onun canı bir kere sıkılmıştı işte. "Öfkelenmekte haksız olduğunu söyleyemeyeceğim ama!" diyerek de inceden laf soktuğumda bana bir bakış attı. "Değil," dedi, ondan beklemeyeceğim bir tavırla. "Haklı da işte ben de burnumun dikine gitmeyi seviyorum." Omuz silkerek söylediği bu şey, dudaklarımdan bir kıkırtı dökülmesine neden olduğunda şu ciddi konuşmanın bu kadar kısa sürede ciddiyetini kaybetmesine şaşırmamıştım. Gerçekten serseriydi ama tatlı bir serseriydi. "İkiniz de sakinleşince konuşursunuz ama sakin ol, tamam mı? Gerginlik yaşanmasın aranızda daha fazla." dediğimde başını sallayarak beni onaylamıştı. Aramızda oluşan kısa sessizliğin ardından dünden beri aklımda olan o soruları cevaplandırmak için cesaretimi toplamaya çabaladım. Eğer merakımı gidermeye kalkışırsam onun canını daha fazla sıkıp sıkmayacağımı kestiremediğimden dudaklarım sürekli olarak açılıp kapanıyordu. O da bunu fark etmiş olacak ki dudakları arasındaki sigarayı çekip bana baktı göz ucuyla. "Söyle," dedi, yumuşacık bir sesle. "Ne geçiyor o aklından yine?" Omuz silktim. "Hiç," dediğimde bakışları tamamen bana dönmüştü. "Maran," dedi, a harfini uzatarak. Gözleri yüzümün her köşesinde kısaca dolaştıktan sonra ekledi. "Söyle." Çenemi yasladığım göğsünden kaldırıp onunla daha normal bir mesafeye geldiğimde gözleri de şüpheyle kısılmıştı. "Onu nereden tanıyordun?" diyerek saatlerdir aklımda dönüp duran o sorulardan birini ona yönelttiğimde birkaç saniye gözlerimin içerisine baktı. Bu da, bastıramadığım o merakım için fazla gelirken ellerimi montumun cebine koymuştum. "Ona öfkeliydin ve bu sadece benden kaynaklı değildi. Benim hakkımda öyle sözler sarf etmese bile dün gece her halükârda yaşanacakmış gibi bir tavır vardı ikinizde de." dedim, tek nefeste. Sözlerimin ardından da derin bir nefes aldığımda parmakları arasındaki sigarayı bitmemesine rağmen söndürdü ve önümüzdeki ateşe attı. "Okul yıllarından tanışıyoruz," dedi, düşündüğümün aksine beni sakince yanıtlayarak. "Kılıç'la da öyle, üçümüz de yakındık aslında ama aramıza nedenini bilmediğim bir soğukluk girdi. O zamandan beri de ailesiyle bir ticari bağlantımız var ve bu, şu an benim yüzümden zedelenmiş olabilir," diyerek kısa bir açıklama yaptıktan sonra ekledi. "Açıkçası umurumda da değil." "Aranıza soğukluk girdiği için bu kadar öfkeli değilsin herhalde?" diyerek konuya bir açıklık getirmesini açıkça belirttiğimde dudakları arasından bir soluk bıraktı. Bu konu onu rahatsız etmişti ve nedeni beni daha çok meraklandırmıştı. "Saçma sapan bir şey işte," dediğinde güldüm. "O zaman umursamaman gerekmez miydi, Kenan?" dedim, kaşlarımı kaldırarak. "Umursamıyorum," dedi, baskın bir tonda. "Geçmişteki konuları konuşmak beni rahatsız ediyor, daha ne kadar geçmişi kurcalayacağız?" dediğinde dudaklarımı birbirine bastırıp bakışlarımı ondan uzaklaştırdım. Onun canını sıkan bir şeyler vardı ve konuşmak istemiyorsa bunu üstelemezdim. "Bu arada," dedim, dakikalar sonra tekrar ağzımı açarak. Bu da başını bana doğru çevirmesine neden olurken gözleri, hafif esen rüzgârla birlikte uçuşan saçlarıma kaymıştı. "Bunu söylemem gerekiyor galiba," dediğimde elini kaldırıp saçlarımı nazikçe kulağımın arkasına sıkıştırdı. "Ama sakin ol tamam mı?" diyerek bir kez daha bunu söylediğimde durup gözlerime baktı. "Ne?" dedi, sakinlikle fakat söyleyeceğim şeyden sonra sakin kalabileceğinden pek emin değildim. "Kılıç'la Yiğit dün gece yanlışlıkla babana bazı gerçekleri söylemiş olabilirler," dedim, tane tane. Bu, kaşlarının çatılmasına neden olurken saçlarımdaki eli yavaşça aşağı indi. "Uraz'la kavga etmen gibi-" "Ne?" dedi, bu sefer de hiddetle. Bu hızlı ruh hâli değişimi, düşüncelerimin haklılık payından dolayı beni şaşırtmamıştı. "Sakin ol," dedim, durumu toparlamaya çalışarak. "Baban bu yüzden öfkeli değil, durumu bir şekilde idare etmeye çalıştım ama yine de seninle bu konuyu konuşacaktır." Elimi hafifçe havada salladım. "Yiğit'le Kılıç olayını da sana söylemem gerektiğini düşündüğüm için söyledim, öfkelenme hemen!" "Nasıl öfkelenmeyeyim?" dedi, sesini hafifçe yükselterek. Bu, benim de kaşlarımın çatılmasına yol açtığında bağırdığının farkına vararak kaşlarını gevşetmişti. "Bana ne bağırıyorsun be?" dedim, carlayarak. "Şu an sen de bağırıyorsun, Maran." dediğinde ona düz bakışlarla baktım. Bu sırada o, yüzünü sıvazlayıp cebinden telefonunu çıkarmaya koyulmuştu bile. "Kimi arayacaksın?" "Sence?" dedi, soru sorarcasına. Bununla birlikte telefonunu elinden aldığımda bana baktı. "Ne yapıyorsun?" "Şu an Kılıç'a ya da Yiğit'e çemkirmenin bir faydası olacağını düşünmüyorum hatta eminim ki sabah erkenden arkalarına bakmadan kaçarcasına İzmir'e dönmüşlerdir bile." Tek nefeste kurduğum cümlenin ardından derin bir nefes aldığımda bu söylediklerimi kendi kafasında birkaç saniye tarttı. "İki saniye arkamı döndüm sadece," diyerek sinirden köpürmeye başladığında onu tekrar sakinleştirmem gerektiğinin farkındaydım. "Yapacak bir şey yok artık," dedim, biraz olsun onu sakinleştirmeyi umarak. "Sen de biraz medeni insan gibi davranmaya başlarsın belki bu sayede." diyerek ters bakışlarının odağına girmeyi başardığımda umursamazca omuz silktim. Uzunca bir süre konağın bahçesinde onu sakinleştirmeye çalışmış fakat bunu yaparken onu daha da öfkelendirmiştim. Bu öfkesinin sebebi her konuşmamda ona soktuğum laflar olsa da sinirini Kılıç'la Yiğit'ten çıkarıyor, bana bulaşmıyordu. Biraz daha zorlarsam bana saracağını bildiğim için en sonunda çenemi kapatıp onun sessizce sakinleşmesini ummuştum. Bu esnada da bir kez daha sigara yakmıştı. "Üşümedin mi sen?" dedim, en sonunda. "Bir şey de almamışsın üzerine, içeri geçelim hadi." dediğimde bana itiraz etmemiş, benimle birlikte ayaklanmıştı. Bu dakikalar önceki tavrının aksine kedi gibi olan tavrı, beni şaşırtmazken içten içe bundan memnundum. Biraz olsun sakinleşmiş gibi görünüyordu ve içeri geçtiğimizde umarım bu tekrar fitillenmezdi. "Küstük mü?" derken bir kedi gibi kolunun altına girmiş, ona sırnaşmaya başlamıştım. Gözlerimi de onun gözleriyle kavuşturduğumda dudaklarında tatlı bir gülümseme oluştu. "Bilmem," dedi, nazlı bir tavırla. Bununla birlikte kıkırdamaya başladığımda beni kendine doğru çekip saçlarımın üzerine bir öpücük bırakmıştı. İşte onun da nazı anca bu kadar oluyordu. Biz konağın bahçesinde yavaş adımlarla ilerlerken kulaklarıma ulaşan araba sesiyle omzumun üzerinden konağın çift kanatlı büyük kapısına bir bakış atmıştım. Görüş açıma giren mavi BMW, gözlerimin kısılmasına yol açarken yanımızda da durmuştu. Eş zamanlı olarak da yolcu koltuğundaki kişiyle göz göze geldiğimde göz devirmeme engel olamadım. "Seninki geldi," dedim, gıcık bir tavırla. Kenan'ın bakışları usulca bana dönerken zorlukla gözlerimi Diba'dan almıştım. O da bu esnada arabasını park ediyordu. "Gereksiz samimiyete girersen ne olacağını biliyorsun herhalde?" Güldü bu söylediğime. "Bir de bana abarttığımı söylüyorsun, şu hâle bak." dediğinde ters ters baktım. "Herhangi bir uzvunu kırmıyorum en azından, öyle düşün." Bu sefer göz deviren o olurken Diba da arabadan inerek o endişeli ifadesiyle Kenan'a doğru adımlamaya başlamıştı. Bununla birlikte de Kenan'ın belindeki elimin tırnaklarını sırtına geçirmiştim. "Ah," diyerek acıyla inlediğinde ona yandan bir bakış attım. "Kenan," Kulaklarımı tırmalayan o ses, tüm asabımı bozarken mümkünmüşçesine Kenan'a daha çok sokulmuştum. Diba da bunu fark etmiş, fark ettirmemeye çalışsa da yüzü düşmüştü. "Ne bu hâlin, ne oldu sana?" derken elini yüzüne doğru kaldırmıştı ve bu, kaşlarımı çatmama neden olmuştu. "İyiyim ya, yok bir şey," diyerek elini hafifçe havada salladığında o da usulca elini indirip Kenan'ın yüzünü inceledi. "Kiraz Babaanne arayıp söylediğinde dayanamadım, geldim hemen," dediğinde burnumu kırıştırarak ona bakmıştım. Neyse ki yarın dönüyorduk da çok sevdiği babaannesinden ve kendisinden kurtuluyordum! İkisi arasındaki nasıl bir uyumdu bilmiyordum fakat daha çok Diba, onun torunu gibi duruyordu. "Nasıl oldu bu, kim yaptı?" Ona cevap vermek için dudaklarımı araladığım an, Kenan'ın parmakları belime hafifçe gömülmüş, bu uyarıyı da hemen anlamıştım. "Çok önemsiz bir olay gerçekten, babaannem abartıp yormuş seni buraya kadar." Kenan'ın söylediklerini içimde oluşan büyük memnuniyet duygusuyla karşıladığımda içeri geçtiğimizde bunun için onun yanaklarını öpeceğimi aklıma not etmiştim bile. "Saçmalama, nasıl söz o öyle?" diyen Diba'nın biçimli kaşları çatıldığında yeşil gözleri de Kenan'ın yüzünde bir kez daha uzunca gezindi. Az önce ona dokunmak için kaldırdığı eli yine birkaç saniye önce usulca aşağı inmişti fakat ona dokunmak istediğini o yeşil gözlerinde görüyordum. Kusura bakmasındı, bunu hiçbir zaman gerçekleştiremeyecekti. "Şu pansumanını yenileyelim-" Sevgilimle birlikte yapacağı en ufak bir etkinliğin düşüncesi bile -ki bu ona yapacağı pansuman bile olsa- sinirlerimi bozarken kaşlarımı çatmamak için büyük bir çaba içerisine girmiştim. Bunu yaparken de tamamlamak üzere olduğu lafını kibarca(!) kestim. "Sen kahveni içerken biz onu hallederiz," dedim, bana yakışan bir kabalıkla. Bu da onun bakışlarının benim mavilerime temas etmesini sağlarken çatık kaşları da yaşanan olaya verdiği tepkiden değil söylediğim şeyden dolayı daha da çatılmıştı. Buna karşılık şirince gülümsedim. "Hem hafiftir benim elim, değil mi Kenan?" diyerek de başımı sağa doğru hafifçe oynattığımda Kenan'ın harelerinde saklamaktan çekinmediği eğlenceli pırıltılarını yakalamam da bir olmuştu. Resmen durumdan zevk alıyordu. "Pansuman yapmanın bir adabı var, hele böyle yapılıyorsa-" Bir kez daha sözünü kestim kendime engel olamayarak. "Nasıl içersin kahveni?" dedim, müthiş bir iticilikle. Onun ikinci kez sözünü kesmem, belli etmemeye çalışsa da sinirlerini hoplatmıştı. Çatık kaşları usulca gevşese de o yeşil gözleri bir yılan misali zehrini akıtıyordu fakat benim harelerimle yarışacak nitelikte değildi. Kenan, durumun ciddiyetini fark ederek aramıza girdiğinde hâlâ bakışmamız sürüyordu. "Hadi içeri geçelim, soğudu hava." dediğinde o bakışlarını benden zorlukla ayırıp bir adım önümüzden ilerlemeye başladı. Bununla birlikte de gözlerimi devirdiğimde çok geçmeden konağın ahşap merdivenlerini tırmanıp konağa girmiştik. O, yine önümüzden ilerleyip salona geçerken ben de montumla atkımı çıkarıp asmış, bu esnada Kenan'a ters ters bakmayı da ihmal etmemiştim. "Gerçekten onunla evleneceğini falan sanıyor olamaz." derken ellerimi belime yerleştirip Kenan'a bir bakış attım. "Evlenmeyeceksin değil mi?" "Saçmalama, Maran," dedi, gülüşlerinin arasında. "Kafayı yedin iyice." "Bence de," diyerek başımı salladığımda salonda oturan Turgay amcanın bakışları da yanımdaki oğlunu bulmuştu. Kenan da bunu fark ederek salona yönelen adımlarını çevirip mutfağa gireceği sırada Turgay amca ona seslendi. Bu da onun kısık bir küfür mırıldanmasına neden oldu. "Efendim?" dedi, sabırla. O esnada Turgay amca ayaklanmıştı. "Mutfağa geç, konuşacağız." dediğinde başımı Kenan'a doğru çevirdim. Alt tarafı babasıyla konuşacaktı ama daha çok işkence çekecekmiş gibi duruyordu. O, babasını onaylayıp mutfağa geçerken Turgay amca da peşinden ilerlemiş, ben de kanepelerden birine oturmuştum. Oturduğum anda da anında bundan pişman olmuştum fakat kalkarsam dikkat çekeceğimden emin olduğum için bunu yapmayarak el mahkûm oturmaya devam ettim. Diba, sanki oraya oturacağımı biliyormuş gibi bir de tam karşıma oturmuştu. Çok sevdiği babaannesinin yanında oturmuş, onunla hasret gideriyordu. Elimde olamayarak onlara göz devirdiğimde şanslıydım ki kimse görmemişti ama şanssızlığım daha ağır basıyordu ki oturduğum kanepeye bir süreliğine mahkûm olmuştum. 🧸🧸🧸 "Hay sikeyim," Kenan'ın ettiği küfürle birlikte gözlerimi, önümdeki geniş futbol sahasında top peşinde koşturan ve sayamadığım kadar çok sayıda olan adamdan alıp ona baktım. Kaşlarını çatmış, siyah çerçeveli gözlüklerinin ardından hoşnutsuzca beni zorla getirdiği maçı izliyordu. "Küfür etme amına koyayım, çocuk var burada." diyen Gediz abi, sanki kendisi de küfür etmemiş gibi bunu söylediğinde yanındaki karısı onu koluyla dürttü fakat bunu yaparken gözlerini sahadan ayırmamıştı. O da fanatikti ve burada fanatik olmayan, hatta futboldan gram anlamayan tek ben vardım. Üzerimdeki Trabzonspor formasını gören herkes beni fanatik sanabilirdi fakat hayır, bunu da Kenan'ın zoruyla giymiştim. Aynısından onun üzerinde de vardı ve bu da ona feci yakışmıştı. "Ben sıkıldım," dedim, en sonunda dayanamayarak. Buraya geleli daha yarım saat olmuştu ve tahmin edemeyeceğim kadar çok sıkılmıştım. Üstelik Kenan benimle de ilgilenmiyor, maç başladığından beri full konsantre sahayı izliyordu. Söylediklerimle başını bana çevirmeye tenezzül bile etmedi. "Evet," dedi, başını sallayarak. Oysaki ona bir şey sormamıştım bile! "Kenan!" diyerek bağırdığımda tribündeki birçok göz bana döndü. Bunun içinde şaşırtıcı bir şekilde Kenan da vardı. Benim açımdan bu şaşırtıcıydı çünkü dakikalardır onun dikkatini çekemiyordum. "Ne?" dedi, kabaca. Göz devirdim. "Sıkıldım, diyorum! Götür beni buradan ya." diyerek ona carladığımda birkaç saniye bana baktı. "Maça geldik işte." dediğinde abartılı bir şekilde ofladım. "Ben ne anlarım maçtan, Kenan?" dedim, çirkefleşerek. "Bunu da giydirdin zaten üstüme!" derken üzerimdeki formayı çekiştirmiştim. Bununla birlikte de uzun uzun beni inceledi. "O forma herkese böyle yakışmaz, daha ne istiyorsun?" dediğinde ona ters ters bakmaya çalıştım. Bu esnada da söylenmekten vazgeçmeyeceğimi anlamış olacak ki önce tam karşıdaki tabelada yazan skoru, sonra da saatini kontrol etti. "Tamam kalk hadi," dedi, en sonunda pes ederek. O, benden önce ayağa kalktığında ben de ayaklandım. "Nereye?" diyen Gediz abiye bakıp başıyla dışarıyı gösterdi. "Bebeğim sıkılmış, gezdirip geleceğim." dediğinde güldüm. Benimle birlikte Gediz abi de güldüğünde onların yanından uzaklaşarak tribünleri arkamızda bırakmıştık. Çok gürültülü bir ortamdı ve açıkçası başım ağrımaya başlamıştı bile. O, elimi tuttuğunda geniş alanda yayılan tezahüratlardan az da olsa uzaklaşmayı başarabilmiştik. Maçın düzenlendiği o alandan çıktığımızda derin bir nefes alma ihtiyacı hissettim. "O kadar mı sıkıldın?" diyen sesini duyduğum an başımı ona doğru kaldırdım. "Hiçbir halt anlamıyorum çünkü!" diyerek bir kez daha ona çıkıştığımda bu tavrım onu eğlendirdi ve yüzündeki o tatlı ifadeyle az önce çıkardığı sigarayı dudaklarım arasına sıkıştırdı. Evet, şu an buna ihtiyacım var gibiydi. O, dudaklarım arasına sıkıştırdığı sigarayı yaktığında derin bir nefesi içime çektim. Dudaklarımdaki kırmızı ruj, sigaranın beyaz filtresine bulaşırken kalçasını arkadaki arabasına yaslayıp beni izlemeye koyulmuştu. Sigarayı usulca dudaklarımdan ayırarak dumanını diğer tarafa doğru üfleyip ona doğru yarım adım attığımda aramızdaki mesafeyi kapatmış sayılırdım. Parmaklarım arasındaki sigarayı onun dudakları arasına sıkıştırıp küçük bir nefesi içine çekmesini sağladığımda fırsattan istifade ederek elini belime doladı. Bu, beni güldürürken sigara dumanını da benim aksi istikametime doğru üflemişti. "Böyle daha tatlı oluyormuş," dedi, çapkın bir tavırla. Bunu söylerken de rujlu dudaklarıma bir bakış atmıştı. "Hmm," dedim, gülüşümü bastırmaya çalışırken. Ardından diğer kolumu boynuna dolayarak iyice ona sokulduğumda gözleri hafifçe kısıldı. Dudaklarımı ona doğru yaklaştırıp minik bir öpücüğü ona bahşettiğimde bundan nefret ettiğini biliyordum. Tahmin ettiğim gibi de gözleri yavaşça kapanmıştı. "Böyle nasıl?" "Can sıkıcı," Hoşnutsuz sözleriyle birlikte dudaklarının üzerine doğru güldüğümde belimdeki parmakları usulca hareket ediyordu. O, onu öpmemi beklerken başımı hafifçe geriye doğru attım. "O zaman öpmüyorum," dediğimde gözlerini aralayıp bana baktı. Onun bu tatlı hâlini keyifle izlerken kolumu göğsümün altında birleştirip parmaklarım arasındaki sigarayı tekrar dudaklarıma yaklaştırmıştım. "Ben de öpmüyorum," dedi, çocuk gibi. Omuz silktim. "Keyfin bilir," dedim, aynı umursamazlıkla. Fakat bu, onu bariz bir şekilde kudurtmuş olsa da bunu bana fark ettirmemeye çalışarak hırsla kendine de bir sigara yakmıştı. "İyi," "İyi." Aramızdaki bu saçma diyalog, yakıcı yeşillerini gözlerimden ayırmasıyla son bulurken gözlerim dudaklarına kaymış, kendi kendimi soktuğum bu durumda yine olan bana olmuştu. "Öpmeyecek misin şimdi?" dedi, saniyeler sonra. Bu, gülmemi sağladığında inatla başımı iki yana sallamıştım. En az onun kadar çok onu öpmeyi istiyor ama bunun nereye kadar devam edeceğini de merak ediyordum. "İyi, öpme. Başkaları benim için deli oluyor ama sen elindekinin kıymetini bilmiyorsun." dediğinde kaşlarımı çattım. "Kim deli oluyormuş sana?" dedim, terslenerek. Bununla birlikte amacına ulaşmış gibi, dudakları iki yana çekilmişti ama ben, söylediğine bir kere takılmıştım. "O yelloz Diba'yla Esvet'ten mi bahsediyorsun? Bana bak Kenan, beni çıldırtma!" diyerek yine çirkefleştiğimde gülmüştü. Ardından da beni belimden tutup kendine doğru çekti. Alttan ona ters ters bakarken dudaklarını yanağıma bastırdı. "Kenan kurban olsun sana," O can alıcı sesi, tam kulağımın dibindeyken burnunu saçlarıma yaklaştırıp derin bir nefesi ciğerlerine doldurmuştu. Tüm bunlar, kaşlarımın normal hâle gelmesini sağlarken parmaklarım arasında kendi kendine tükenen sigarayı yere attım. "Şaka yapıyorum, sakin ol." dedi, dalga geçercesine. "Sinirlendiriyorsun ama," diyerek bir kez daha carladığımda o da sigarasını atıp elini enseme koymuştu. "Şşh," Ardından da yüzünü yüzüme doğru yaklaştırıp belirlediği hedefe yürümeye koyulmuştu. "Öpeyim de sakinleş." dediğinde kaşlarımı kaldırarak konuştum. "Hani öpmüyordun?" "Çenemi sikeyim," dedi, dudaklarıma kapanmadan hemen önce. Bu, boğazımın gerisinden bir kıkırtının dökülmesini sağlarken dudaklarımın üzerindeki dudaklarını da hoşça karşılamıştım. O güzel dudakları öylesine ahenkle hareket ediyordu ki kendimi oracıkta ona teslim etmemek için büyük bir savaşa girmem gerekiyordu. Şehvet dolu öpüşmemiz bir sertlik kazanırken dudaklarına doğru inlemiştim ve bununla birlikte o can alıcı dili dudaklarım arasına sinsice sızmıştı. Dili, önce dişlerime, ardından damağıma hoyratça çarptığında dizlerimin üzerine çökebilme ihtimalini göz önünde bulundurarak ellerim geniş omzuna tırmandı. Elimin altındaki ihtişamlı bedeni de beni iyice yoldan çıkarırken bir an önce ondan ayrılmam gerekiyordu fakat bunu yapacak irade bende yoktu. Beni öyle bir öpüyordu ki şu an dudaklarımdaki rujdan eser kalmadığına emindim. Üstelik o, bunu yapmaktan oldukça zevk alıyordu. "Kenan," dedim, bir nefeslik boşlukta. Fakat bu, sandığımdan kısa sürmüş, almak üzere olduğum nefes boğazıma takılmıştı. "Maran," dedi, o da aynı tonda. Beni, kendine bağımlı hâle getiren öpüşü, iyice ona karışmamı sağlarken benim de ondan farkım kalmamıştı. "Yedin," Öpüşmemizin arasına sıkıştırdığım kelime, onun gülmesini sağlarken sertçe alt dudağını kavramıştım. Bununla birlikte hırıltısı kulaklarıma ulaşırken belimdeki elleri hareketlendi, dudaklarıma son bir öpücük bırakarak havadaki oksijenle temasa geçmeme izin verdi. Buna aç bir şekilde derin bir nefes almaya çalıştığımda dudaklarına bulaşan rujumdan da anlamıştım ki düşündüğüm şeyi hayata geçirmişti. "Rujumu mahvettin," dedim, nefes nefese. Eş zamanlı olarak da baş parmağımla dudaklarına bulaşan ruju temizlemeye koyuldum. "Sen de bayağı şikayetçisin bu durumdan," dediğinde güldüm. O da taştığına yüzde yüz emin olduğu rujumu temizleyip yanağımı son bir kez daha öptüğünde gülümsememe engel olamamıştım. Bunu bir alışkanlık hâline getirmişti ve bu, saçma bir şekilde hoşuma gidiyordu. "Çok tatlısın," dedim, parmaklarımın tersiyle yanağını okşayıp. Kirli sakalları uzadığından dolayı parmaklarıma hafifçe batmıştı. "Çok seviyorum seni." dediğimde bunu söylerken kalbim güm güm atmaya başlamıştı. Hızla çarpan kalbim, yaylı bir sistem gibi onun göğsüne çarpıp tekrar yerine geçerken bunu, saniyede kaç kez yaptığını zihnimde saymaya başlamıştım fakat yeşil gözlerindeki pırıltılar, bana ne yaptığımı unutturmuştu. "Ben de seni," dedi, hayranlığın yattığı gözleriyle gözlerimin en içini hedef alarak. Bunu yaparken parmakları yine dalgalı tutamlarımı bulmuştu. "Ben de seni çok seviyorum." dediğinde gülümsemem genişledi ve bir kez daha dudaklarına kapandım. Fakat bu masum öpücük hiçbir art niyet barındırmıyor, bize hiç olmadığı kadar yakışan bir tatlılıkla akıp gidiyordu. Onun da aynı hızla çarpan kalbimi göğsüme değerken göğüslerim onun göğüslerini eziyor, ılık nefesi nefesime ortaklık ediyordu. Saçlarımda ve belimde gezinen parmakları beni bir kuş gibi hissettirirken ne zaman ne de mekân kavramının farkındaydık. İşte bu hissi ilk kez tadıyordum ve bunun son bulmasını istemiyordum. 🧸🧸🧸 |
0% |