@meelcnmel
|
Gözlerim, önümdeki açık bilgisayar ekranında gezinirken ara ara da karşımda oturan kadına bakıyordum. Dakikalardır karşımda oturmuş, tam yanımda oturup bana kaçamak bakışlar atan sevgilime basbayağı yürüyordu. Yaklaşık yarım saat önce girdiğimiz toplantıda, günler önce yeni bir şirketle işbirliği yapmak üzere bir görüşme ayarlanmış, bugün de nihayet onlarla görüşebilmiştik. Açıkçası bundan memnuniyet duyduğum da söylenemezdi, çünkü en başında bu kadın olmak üzere hiçbirini gözüm tutmamıştı. Fakat babamla Turgay amca bu konuda gereksiz bir şekilde baskı kurmuşlardı. Gözlerimi, kızıl saçlarından alıp ona kötü bir bakış attığımda Kenan'ın parmakları da usulca bacağımda geziniyor, bu kadar sakin kalmamı o sağlıyordu. Bu bakışlarımı fark edip etmediğini bilmiyordum ama toplantı başladığından beri bunu yapıyordu. Birkaç gün önce Trabzon'dan dönmüştük ve benden hiç beklemediğim bir şekilde buna biraz üzülmüştüm. Sanırım bir haftada hem oraya hem de oradakilere alışmıştım. Daha önce annemlere karşı gelerek oraya gitmediğim için pişman bile olabilirdim. Neredeyse oranın soğuğunu bile özlemiştim. Dakikalar sonra toplantı sona erdiğinde herkes ayağa kalkarken buna gerek duymayarak oturmaya devam etmiştim fakat gözlerim, o kadının üzerindeydi. Sevgilime yiyecekmiş gibi bakmasından ziyade onu gözüm tutmamıştı. "Tanıştığıma çok memnun oldum, Kenan Bey," diyen o ince sesi, dişlerimi gıcırdatmama neden olurken elini ona doğru uzatıp tokalaşmıştı ama daha fazlasını yapmak istediği o kenafir gözlerinden belli oluyordu. Kenan, onun bu nezaket dolu (!) sözlerine karşılık fazlasıyla sahte bir gülümsemeyi ona sunduğunda bunun gerçek olmadığını hemen fark edebilmiştim, çünkü onun o tatlı gülümsemelerine şahit olan sadece ben olabilirdim. Onlar, toplantı odasından sonunda çıkabildiklerinde önümdeki bilgisayarı kapattım. Sadece babam, Turgay amca ve Kenan kalmıştı. "Benim gözüm tutmadı bu kadını," dedim, bir çırpıda. Ardından da parmaklarım arasındaki kalemi Kenan'a doğru tuttum. "Sana yiyecekmiş gibi bakmasını saymıyorum." dediğimde babam bunu duymamış gibi konuştu. "Sadece bir iş görüşmesiydi, sonrasına bakacağız." dediğinde omuz silktim. "Buna gerek var mı gerçekten?" dedim, ellerimi hafifçe iki yana açarak. "Yeterince şirketle yeterli bağlantımız var ve en iyisiyiz! Gözüm tutmadı, uyuşmadığım bir şey var." diyerek son sözlerimi söylediğimde babamla Turgay amca arasında bir bakışma geçmişti. Zaten bu görüşme gündemde olduğundan beri bir tuhaflardı ve bunun sebebini anlayabilmiş değildim. Fakat kesinlikle bir şey olduğuna emindim. Bunu da şirketle görüşme yaptığımızda çok net bir şekilde hislerim doğrulamıştı. "Bu görüşmeyi talep eden biz değiliz zaten," diyen Kenan'a doğru başımı çevirdiğimde o yeşil hareleri de bana dönmüştü. "Dediğin gibi uyuşamadığımız şeyler olduğu için bu görüşme yapıldı, çünkü ısrarla bizi istemeleri pek normal gelmiyor." dediğinde gözlerimi kısarak ona baktım. "Bizi değil seni istiyor gibiydi daha çok." Bu söylediğim, odada bir sessizlik yaratırken Kenan da bana uyarıcı bakışlar atmaya başlamıştı fakat gerçekten söylediğim gibiydi. "Şu an sizinle uğraşamayız, daha sonra bu tatlı atışmanızı sürdürürsünüz," diyen Turgay amcaya bakışlarımı çevirdiğimde kollarını masaya yaslayarak ekledi. "Geçen seneye kadar İtalya'daki şirkette güçlü bir ortağımız vardı ve vardı diyorum çünkü bu pek uzun sürmedi, gerçek amacını kısa süre içerisinde öğrenmiş olmakla beraber şirket batma noktasına kadar geldi." "Dimitri," dedi, Kenan tekrar söze girerek. "Biliyor her şeyi, maalesef." dediğinde onunla aramızda kötü bir bakışma geçmişti. Babamla Turgay amca da şaşırmışlardı. Bu bakışları fark eden Kenan da duruma açıklık getirmek isteyerek konuştu. "Beni takip etti, öğrendi bir şekilde bunlar önemli mevzular değil artık." diyerek de kısaca özetlediğinde babamın az önceki şaşkınlığının yerini işte benim kızım bakışları almıştı. Evet, öyleydi ki onun kızıydım benim bu hallerimi çok yakınen biliyordu. "Ondan şüpheleniyoruz, ki şüphelenmekle de kalmıyoruz," dedi, hafifçe başını sallayarak. "İçimize sızmak için aramıza bir ajan gönderdiğini düşünüyoruz." Kaşlarım havalanırken parmaklarım arasındaki kalemle oynamayı bile bırakmıştım. Onun en son köşesine çekildiğini biliyordum fakat yine nereden türediğini açıkçası merak da ediyordum. "Bu heriften nasıl kurtulacağız?" dedim, bıkkınlıkla. "Sürekli böyle önümüze mi çıkacak?" "Onda almamız gereken bir şey var," diyen Turgay amcaya baktım bu sefer. "Onu aldıktan sonra bu engel tamamen ortadan kalkacak." "Ne var?" dedim, meraklı çıkan sesime engel olamayarak. "Kadının boynundaki kolye," dedi, Kenan. Ona yandan bir bakış attım. Evet, boynundaki kolyeyi görmüştüm ve zarif dursa da ucundaki o taşın tuhaf bir ışığı vardı. Masmavi bir elmastı ve parıl parıl parlıyordu. "Yani?" dediğimde Kenan göz devirdi. "Bence bu kadarını bilmesine gerek yok sanki ha?" dedi, babasına bakarak. "Ona laf anlatmak gerçekten zor." dediğinde babamın ona olan bakışlarını fark ederek çenesini kapatmıştı. "Ucundaki taş, değerli bir taş ve bu adam aylardır onun peşinde. Onun peşine düşme sebebi de gayet açık, bunu yapacağını hepimiz biliyorduk. Tarihi eser kapsamında değerlendiriliyor, o adam da ona bir şekilde ulaşıp kolyeye ait bir parçaymış gibi sunmuş ama öyle değil," dedi, Turgay amca durumu anlatarak. "Büyük ihtimalle o kadının bundan haberi bile yok, bana kalırsa kadın sadece bize karşı kullandığı bir koz. Sadece şirkete sızıp burada neler olup bittiğini öğrenmek istiyor ve bunu yaparken de göründüğü üzere pek gizleme gereği duymuyor." dediğinde merakla tekrar konuştum. "Ve buna rağmen onlarla görüşme yapmayı kabul mu ettik?" diyerek aklımdaki soruyu onlara yönelttiğimde hiçbir şey söylememişlerdi. Sanırım benimle daha fazlasını paylaşmak istemiyor olmalılardı ama ben, Kenan'dan istediğim her şeyi öğrenebilirdim! "Ben hâlâ anlamadım," dedim, fazla masum bir şekilde. Bu da Kenan'ın tatlı bakışlarının esiri olmama neden olmuştu. "Neden bana bir şey anlatmıyorsunuz?" "O kolyeyi görmemizi isteyerek kendince bir savaş açtı, çünkü onun peşinde olduğumuzu biliyordu. Bu görüşmeyi ısrarla talep etme nedenleri de buydu zaten," diyerek Kenan, konuşmayı babasından devraldığında merakla onu dinliyordum. "17. yüzyılda Hindistan'da ortaya çıkan o mavi elmasın, o dönemde savaş tanrıçası Shiva tarafından lanetlendiği düşünülüyordu. Hatta onun ardından ölüm ve uğursuzluk getirdiği, ondan sonrasında yaşanan olaylarla birlikte o dönemde büyük ses getirdiği söyleniyor." dediğinde bahsettiği o mavi elmasın günlerdir haberlerle dünyanın her tarafında çalkalandığını zihnim diğer görüntüler arasından hızla ayıklamıştı. Söylediği gibi günlerdir her yerde bu değerli taş konuşuluyordu ve kırmızı bültenle de aranıyordu. Fakat ben, bu haberi böyle sıkı sıkıya takip etmeme rağmen onu ilk gördüğümde nasıl anlayamamıştım? O dönemde Shiva heykelinin üçüncü gözü olarak sergilenirken o heykelden çalınmasıyla birlikte değerli taş tüccarı olan Jean Baptiste Tavernier'ın eline geçiyordu. Elindeki birçok değerli taşlarla birlikte mavi elmasın da olduğu sandığı Fransa kralı 14. Lois'e satıyor ve hemen ardından Tavernier, kıymetli taşı elinden çıkardıktan sonra Rusya'da köpeklerin saldırısına uğrayarak ölüyor. Taşın sahip olduğu negatif güçlerin ilk kurbanı olarak bilinen 14. Lois de 17.yüzyılda, elmasın daha çok parlamasını isteyerek kesilmesi emrini vermiş, kesilerek 67 karata düşen elması kurdeleyle boynuna takarak sergileyen kral sırasıyla önce oğlunu, erkek kardeşini, torununu ve torununun eşini kaybetmiştir. Bununla birlikte de 14. Louis, elmasın lanetli olduğunu düşünerek takmayı bırakmasına rağmen kangren olarak hayatını kaybediyordu. Mavi elmasın yeni sahipleri olan 16. Lois ve eşi Marie Antoinette lükse ve şaşaaya düşkünlükleri ile bilinirken Fransız Devriminden sonra ülkeden kaçmaya çalışan çift yakalanarak giyotinle idam edilmişti. Sonraki dönemde de 19. yüzyılda diğer değerli elmaslarla birlikte mavi elmas da kraliyet mülkünden çalınarak ortadan kaybolmuş, birkaç yıl arayla da yeniden İngiltere'de ortaya çıkmıştı. Amsterdamlı bir elmas tüccarının elinde olan mavi elmas, tüccarın oğlu Hendriks Falls, babasından o elması çalmış ve bir ay sonrasında da intihar etmişti. Bu trajik olayın ardından da bu sefer Henry Philip Hope'nın değerli taş koleksiyonunda yer alarak yine olduğu gibi birçok uğursuzluğa maruz kalmış, devamında ise elması Fransız Jacquez Calo'a satmıştı. Yeni sahibi ise kısa bir süre içinde intihar ettiğinde elmas, Matmazel Landre adında bir dansçının boynunda görüldü. Matmazel Landre de bu uğursuzluğa mahkûm olarak evli aşığı tarafından öldürülmüştü. Bunun ardından kıymetli taşlara zaafı olduğu bilinen II. Abdülhamit, yarım milyon dolar ödeyerek bu elması satın almış, satın almasının ardından sonraki yıl tahttan indirilmişti. Bununla birlikte II. Abdülhamit'in elması olarak satışa sunulan elması ünlü mücevherci Pierre Cartier aldı. 20. yüzyılda da yine el değiştirerek zengin Amerikalı bir kadın olan Evalyn Walsh Mclean'a geçmiş, Mclean ise taşın şans getirdiğine inanarak boynundan bir kez bile çıkarmamıştı. Fakat uğursuzluk silsilesi devam etmiş ve ilk olarak 9 yaşındaki oğlunu trafik kazasında kaybetmişti. Ardından kızı intihar etmiş kocası akıl hastanesine kaldırılmış ve aynı yıl içerisinde hayatını kaybetmişti. Mclean'ın hayatını yitirmesi sonucunda arkada kalan borçların ödenmesi için satılan elması New York'lu bir mücevherci olan Harry Wiston satın aldı. Taşın geçmişini ve arkasında taşıdığı laneti fark eden Wiston,daha fazla insana zararı dokunmaması amacıyla Smithsonian Enstitüsü'ne bağışlamıştı. O günden bugüne kadar da orada sergilenmekte olan bu değerli taş, bir şekilde tekrar birilerinin eline ulaşmıştı. Yaşadığım aydınlanmayla beraber dudaklarım şaşkınlıkla aralanırken bir babama bir de Turgay amcaya bakmıştım. Onlar benim aksime pek şaşkın görünmüyorlardı. "Bu adam buna ulaşabildiyse," derken onun bu kadar elinin kolunun uzun olmasına şaşırmaktan kendimi alıkoyamıyordum. Nasıl tehlikeli bir adamdı bu böyle? "Dahasını da yapabilir ve kimse onu durduramıyor," diyerek sözlerimi babam tamamladığında elimi ne var dercesine hafifçe kaldırdım. "Ne yapacağız peki?" dediğimde bu sefer bana cevap veren Turgay amca olmuştu. "Önce o kolyeyi almak için bir operasyon yapmamız gerek, sonra da onun icabına bakacağız." derken Kenan'a bir bakış attı. "Akşam mahzende toplanın, bahsettikleri bu şirket hakkında da detaylı bir araştırma yapın bakalım, kimmiş bu kadın bir öğrenelim." dediğinde Kenan, onu onaylamıştı. O esnada babamla o ayaklanırken ben de eşyalarımı toplamaya koyulmuştum. Onlar çıktıktan sonra ben de ayaklanıp Kenan'la birlikte toplantı odasından çıktım. "Ya kadına bir şey olursa?" dedim, dakikalardır aklımı kurcalayan o düşünceyi kelimelere dökerek. Bununla birlikte Kenan'ın bakışları bana döndüğünde güldü. "Bana, bu saçmalığa inandığını söylemeyeceksin herhalde?" derken birkaç saniye ifademi inceledi. "Ölümlerin tesadüf olduğunu mu düşünüyorsun?" dediğimde omuz silkti. "Hayır tabii ki ama bu bir efsane, sevgilim." dediğinde son kelimesiyle tüm odağım, arkasına bakmadan kaçarak uzaklaşmıştı. O, hâlâ bir şeylerden bahsederken kulaklarımın onu pek duyduğu söylenemezdi. Bir anda beni böyle etkisi altına alabilmesi bazen beni bile şaşırtıyordu. "Sevgilin miyim gerçekten?" dedim, hülyalı gözlerle ona bakarak. Lafını kesmem, kısa bir an duraksamasına yol açtığında onu dinlemediğimi de böylelikle fark etmişti. Fark ettiğinde de benim bu tavrıma güldü. "Öylesin," dediğinde ayağımdaki topuklu ayakkabılara rağmen parmak uçlarımda yükselip yanağına koca bir öpücük bıraktım. "Hadi gel bir kahve içelim, hak ettin," Bu söylediğim onu bir kez daha güldürürken yanağına bulaşan ruju temizlemekle meşguldüm. "Acıktım demiyor muydun, yemeğe gidelim işte," "Olur, aşkım," dedim, ondan uzaklaşırken. Bununla birlikte gözleri, gözlerimde takılı kalırken bunun sebebinin söylediğim şeyden kaynaklı olduğunu biliyordum. Sanırım buna alışmamız uzun sürecek gibiydi. "Çantamı alıp geliyorum." diyerek hızlı adımlarla yanından ayrıldığımda hemen karşısında durduğumuz odama girerek elimdeki bilgisayarı bırakmış, asılı duran bej rengi kabanımı üzerime geçirerek çantamı alıp tekrardan odadan çıkmıştım. Ardından Kenan'la birlikte de önce asansöre binip otoparka indikten sonra onun arabasına bindik. Arabanın içerisine dolmuş olan o hoş kokusu anında ciğerlerime dolarken derin bir nefesi içime çekmiştim. Bu esnada o da takımının ceketini çıkarıyordu. Bundan hoşlanmıyordu ama ona çok yakıştığı da bir gerçekti. "Efsane diyorsun yani?" diyerek kendi dikkatimi dağıtmayı, onun da dikkatini çekmeyi başardığımda arabayı çalıştırdı. "Ne kadarı gerçek olabilir ki, dilden dile dolaşmış bir şey sadece," dediğinde dudağımı büzdüm. "Bana pek öyle gelmiyor ama," dedim, bir kez daha şansımı deneyerek. "Var mısın iddiaya?" Erkeksi kıkırtısı kulaklarıma ulaşırken bana bir bakış attı. "Sen bayağı ciddisin bu konuda?" Başımı salladım. "Bana sadece basit bir efsane gibi gelmiyor bu olay, o kadına da bir şey olacak göreceksin!" dediğimde gözlerini yine yoldan ayırmak zorunda kalmıştı. "Bunu en çok sen isterdin gibi geliyor bana da," dedi, alayla. Bu, gözlerimi baymama neden olduğunda omuz silktim. "Eğer sana öyle bakmaya devam ederse taşın lanetine değil, benim gazabıma uğrayacak zaten." dedim, onun bu alaylı tavrına karşılık ciddiyetle karşılık vererek. Buna rağmen yine güldüğünde onu ne kadar çok güldürdüğümü fark etmiştim. "Benim için elini kana bulayacak olman çok tatlı," dediğinde ne kadar manyak bir çift olduğumuzu bir kez daha anlamış olmuştum. Birbirimizi saçma sapan sebeplerden kıskanıp iyice vahşileşiyorduk ve bu iyi bir şey olmamasına rağmen bunu dalga konusu yapabiliyorduk. Sanırım gerçekten ikimiz de birer ruh hastasıydık. Kısa yolculuğumuz bu şekilde tatlı atışmalarla geçerken lüks bir restoranın önünde durmuş, böylelikle atışmalarımızdan biri de yarım kalmak zorunda kalmıştı. O, arabayı valeye teslim ettikten sonra birlikte restorana girmiş, bugün hava oldukça güzel olduğundan terasta oturmaya karar vermiştik. O, oturmadan önce üzerimdeki kabanı çıkarmama yardım ettiğinde gülümsememe engel olamadım. Ara sıra böyle kibarlıklar yapabiliyordu. Bu, bana beraber yediğimiz ilk yemeği hatırlatırken bana ait olan kabanı yanımıza gelen garsonlardan birine teslim etmiş, ardından sandalyemi çekerek oturmama da yardımcı olmuştu. "Mağarandan çıkmışsın, bu iyiye işaret," diyerek ilk lafımı soktuğumda bana göz devirerek karşımdaki sandalyeye oturdu. "Bir daha kibarlık yapmayacağım sana," derken genç garsona dönüp bana sormadan, benim sevdiğim o kırmızı şaraplardan birini sipariş vermişti. Genç çalışan, onu onaylayıp elindeki menüleri önümüze bıraktıktan sonra hızla yanımızdan uzaklaştı. "Hoşuma gidiyor ama," dedim, masum bir tavırla. "İlk defa böyle kibar bir sevgilim oluyor." dediğimde önündeki menüden gözlerini alıp kirpiklerinin altından bana baktı. Bu uyarıcı niteliğinde olan bakışları, yapmacık bir tavırla elimi dudaklarıma örtmeme neden olduğunda gözleri hafifçe kısıldı. "Çok pardon!" "Bilerek yapıyorsun, değil mi?" dediğinde gülmeme engel olamadım. "Hayır tabii ki, ne münasebet?" dedim, muhteşem bir oyunculukla. Bu oyunculuğum ona pek sökmemiş olacak ki birkaç saniye daha bana bakıp önüne döndü. "Küstük mü?" "Hayır tabii ki, ne münasebet?" dedi, beni taklit ederek. Bu, elimi çeneme yaslayıp bir kez daha gülmeme yol açarken denizden esen tatlı bir meltem de yüzüme hafifçe çarpmıştı. Trabzon'dan sonra alıştığım o Ege'nin havası, beni sıcacık karşılamıştı. "Eski sevgililerinden bahsetmen hoşuma giderdi zaten." diyerek alayla konuştuğunda elimi hafifçe havada salladım. "Şaka yapıyorum hayatım, çok gerginsin." derken bir yandan da sabırsızlıkla önümdeki kadehin doluşunu izliyordum. "Teşekkürler," dedim, gülümseyerek genç garsona doğru. O, kadehlerimizi doldurup siparişleri vermemizi beklemeye başladığında hiç bakmadığım menüyü garsona uzatarak, salata siparişimi vermiştim bile. "Acıktığını sanıyordum?" diyen Kenan'a bakışlarımı çevirmeden hemen öncesinde o da o çok sevdiği özel soslu balıklardan birini sipariş etmişti. "Çok kilo aldım son zamanlarda," dedim, garson yanımızdan ayrılırken. "Spora da gitmiyorum uzun zamandır." Dakikalardır dolmasını sabırsızlıkla beklediğim kadehi elime alıp kırmızı sıvıyı damağımla buluşturduğumda bunu ne kadar özlediğimi fark etmiştim. "Gayet hoşsun böyle," dediğinde başımı sol omzuma doğru hafifçe eğerek ona tatlı bir bakış attım. "İhtiyacın yok." "Çok tatlısın sevgilim ama ben yine de dikkat etmeyi tercih ediyorum," dediğimde bana daha fazla bir şey söylememiş, yemeğimiz gelmeden önce benden müsaade isteyerek Yiğit'i arayıp onunla konuşmuştu. Turgay amcanın da bahsettiği üzere akşama mahzende herkesi toplamak şartıyla da onunla kısaca konuştuğunda yemeklerimiz de bu esnada gelmişti. Yemeğimizi yerken ara ara da bu elmas hakkında konuşmuş, onun efsane olarak nitelendirdiği ama benim inatla gerçek olduğuna inandığım bu konuda uzun bir süre iddialaşmıştık. O, benim bu 'aptal' düşüncemden vazgeçmem gerektiğini savunsa da ben onu umursamıyordum. "Dejavu yaşadım şu an," dedim, kadehimi elime alıp arkama yaslanırken. O da çoktan yemeğini bitirmiş, bir sigara yakmıştı bile. Bu, onun alışkanlığı gibi bir şeydi. "Tanıştığımız gece geldi aklıma." dediğimde ifadesi muzip bir hâl aldı. "O geceden sonra beraber yediğimiz ilk yemek değil mi?" dediğinde başımla onu onayladım. "Güzel geceydi," dedim, kadehimdeki şarabı ağırca yudumlayarak. "Hangi anı?" dedi, o serseri tavrıyla. İma ettiği şey, gülmeme neden oldu. "Bütünüyle güzel bir geceydi," diyerek onu yanıtladığımda bu sefer gülen o oldu. "Pek güzel bir gece geçiriyormuş gibi durmuyordun, daha çok işkence çekiyor gibiydin," "Abartma sen de," dedim, kaşlarımı hafifçe çatarak. Buna rağmen dudaklarımda bir gülümseme hâkimdi. "Kabul, başta pek istekli olduğum söylenemezdi ama şimdi bakınca gayet eğlenceli bir gece olduğunu düşünüyorum." dedim ve ardından duraksayıp ona baktım. "Sen?" "Ne, ben?" dedi, sigarasını söndürürken. "Genel anlamda senin düşüncelerini, duygularını merak ediyorum ama sen hiç bahsetmiyorsun," dediğimde dirseklerini masaya yaslayıp bana bakmıştı. "O anki düşünceni merak ediyorum mesela, hiç bana bakıp götüm dedin mi yani?" Bu söylediğimle birlikte dudaklarından tınısına aşık olabileceğim bir kahkaha döküldüğünde ben de gülmüştüm. "Maran," dedi, gülüşünün arasında. Ardından kısılan gözleriyle bana baktığında gülüşümü durdurmak için dişlerimi alt dudağıma hafifçe geçirmiştim. "Nereden aklına geliyor bunlar? Demedim öyle bir şey, eğer merak ediyorsan." dediğinde omuz silktim. "Çok şımarık davranmışım, düşünüyorum da." "Beni etkin altına çabucak aldığından dolayı bunu fark edemedim," diyerek beni yanıtladığında boşalan kadehimi doldurmaya başlamıştım. "Ben de en az senin kadar isteksizdim ama seni gördüğümde tüm önyargılarım kırıldı." "Bak sen," dediğimde güldü. "Ama bunu zaten ilk dakikadan bana fark ettirmiştin, tüm gece basmadığın tuş kalmadı." "Senin düşündüğünün aksine çapkın falan değildim." diyerek bana laf soktuğunda ona baktım. "Başka bir kadın olsa da aynı şeyi yapardın," dedim, onunla iddialaşarak. "Hayır, yapmazdım," derken o da bana ayak uydurmaya başlamıştı. Bu atışma bana oldukça cazibeli gelirken ben de onun gibi dirseklerimi masaya yasladım. "Olay sadece güzellik değil, sendeki o zarafet kokusu beni cezbeden şeylerden biriydi," dediğinde kaşlarımı kaldırdım. "Attığın adımdan, bir şeyi tutarken bile o serçe parmağının hafifçe havaya kalkmasına kadar her tavrında bir naiflik vardı ve bu, beni etkiledi." dedi, net bir tonda. Bunu söylerken o geceki tüm hareketlerim ve tavırlarım zihnimde bir film şeridi gibi akıp gitmişti. "Kokunu soluduğum o ilk an, aklımı başımdan almıştın zaten." Gülümsedim. "Bunu o zaman da söylemiştin," dedim, hatırladığım o anla birlikte heyecanla yerimde kıpırdanarak. Tüm bu söyledikleri, dudaklarımın istemsizce yukarı kıvrılmasına neden olurken doldurduğum kadehten henüz bir yudum bile almamış, tüm dikkatimi ona vermiştim. Onunla alakalı en ufak şey, elimi ayağımı her şeyden çekmeme yol açıyordu. "Seni, sandığımdan da çabuk etkilemişim anlaşılan," dediğimde bu egom karşısında gülmeden edemedi. "Evet," dedi, bu tatlı egomu görmezden gelerek. "Beni sandığımdan da çabuk etkiledin." derken elimdeki kadehi, onun elindeki kadehe cilveli bir tavırla tokuşturmuştum. O da bana ayak uydurarak aynı şeyi yaptığında sırıtışımı bastırabilmek için dişlerimi hafifçe dudağıma geçirdim. Aramızdaki o tatlı bakışma sessizlikle devam ederken diğer eliyle masada duran elime uzanmış, parmaklarımı usulca okşamaya başlamıştı. Bu, önce elinden elime doğru bir elektrik dalgasının yayılmasına yol açarken yavaşça tüm bedenimin elektrikle yüklendiğini açıkça hissediyordum. "Gidelim mi buradan?" Sözleri, ifademi değiştirmezken birazdan gülümsemekten çenemin çıkacağına neredeyse emindim. "Nereye?" dedim, gayriihtiyari. Yeşil gözlerinden bir şelale gibi akan duygular, kalbimi hızlandırırken söyleyeceği tek şeyi bile dört gözle bekliyordum. "Sadece seninle benim olabileceğimiz bir yere..." dediğinde sanki daha önce baş başa kalmamışız gibi bu düşünce içimi kıpır kıpır etmişti. "Adaya mı gitsek?" Gözlerimi hafifçe irileştirerek ona baktım. "Yok artık, Kenan," dedim, gülerek. Fakat o gayet ciddi görünüyordu. Bunu fark ettiğimdeyse gözlerim daha da irileşmişti. "Ay sen ciddisin!" diyerek saçma bir tepki verdiğimde gülecek gibi oldu. "Çeşme'ye gidelim dememi beklemiyordun herhalde?" dediğinde elimi ne var dercesine salladım. "Çeşme'nin neresi kötü?" diyerek İzmirli olduğumu bir kez daha belli ettiğimde güldü. "Baş başa kalalım diyorum, sen Çeşme diyorsun," dedi, başını hafifçe iki yana sallayarak. Bu, havada kalan elimi usulca indirmemi sağladığında onun o yeşil gözlerine baktım bir süre. Gerçekten ciddiydi. "Babam, seninle baş başa bir tatile çıktığımı öğrenirse önce seni vurur sonra da beni eve kapatır," dediğimde babamın bunu konuştuğumuzu duyma ihtimali bile beni korkutmuştu. "Sen, Adnan Kaya'yı çok modern bir adam mı sanıyorsun?" dedim, birden çıkışarak. "Babanın bilmesine pek gerek olduğunu sanmıyorum," dediğinde alayla kaşlarımı kaldırdım. Babamı gerçekten tanımıyordu. "Sadece birkaç gün, ikimize de iyi gelmez mi?" Gelirdi. Hem de gerektiğinden fazla iyi gelirdi fakat bilemiyordum. "Yeni gelmedik mi biz tatilden?" diye sorduğumda göz devirdi. "İyice tembelleştin sen." "Baş başa," dedi, tane tane. "Romantik bir tatilden bahsediyorum," dediği an, onunla baş başa geçireceğim romantik birkaç günün bünyemde nasıl bir etki bırakacağını merak etmeye başlamış, istekle kavrulan kalbimle bedenimi görmezden gelememiştim. "İstediğini söylersen seni şu an bile kaçırabilirim ama istemi-" Lafını kestim hızlıca. "İstiyorum," dedim, işaret parmağımla avucunda hayali daireler çizerken. Bunu söylerken o yeşil gözlerinin en içerisine bakmış, kendi kendimi büyük bir tehlikeye atmıştım. "Babam gibi bir etkeni halledebilirsem beni kaçırmana izin vereceğim." dediğimde sadece dudaklarının değil gözlerinin de gülmeye başladığını çok net görmüştüm. "Babana ne söyleyeceğini o kadar merak ediyorum ki," derken başımı salladım. "Ben de," dedim, onunla aynı düşüncede olduğumu belirterek. "Ben de merak ediyorum." Geri kalan sohbetimiz, onun benimle alay etmesiyle sürüp giderken ikimizin de fark etmediği bir şekilde zaman hızla akıp gitmiş, Kılıç'tan gelen bir telefonla mekândan ayrılmıştık. O, rotasını mahzene doğru çizerken bir ara Bige'yi aramış ve gecikebileceğini söyleyerek Azman'la ilgilenmesini istemişti. Onu ilk ve son kez, Kenan'la tanıştığım o gece görmüştüm. Bunu derinlemesine düşündüğümde de aradan uzun bir zamanın geçmiş olduğunu fark etmiştim. Önce, onunla bu kadar zamanı birlikte geçirmiş olduğumuza şaşırmış, geçen günleri zihnimde hızlıca taramıştım. Sanki birkaç ay öncesi değil de yıllar öncesi gibi geliyordu. Ben, kendi zihnimde bu düşüncelerle boğulurken yolculuğumuz kısa sürmüş, çoktan mahzene gelmiştik. Hatta Kenan'ın bana yaptığı kahveyi beklerken bile zihnim aynı düşüncelerle meşguldü. Buraya geldiğimizde tahmin edileceği üzere herkes toplanmış, onları harıl harıl çalışırken bulmuştuk. Kenan da karşımda oturmuş, önündeki bilgisayarının ekranında o güzel gözlerini gezdirirken bir yandan da beni kontrol ediyordu. "Daldın," dedi, sağ gözünü hafifçe kırpıp. "Hayırdır?" Omuz silktim. "Yoo," dedim, yeşil kupayı elime alırken. "Dalmadım, sana öyle gelmiştir." Çenemle bilgisayarı işaret ettim. "Ne var ne yok?" "Bir şey bulamadım henüz," dediğinde öne doğru hafifçe eğilip ekrana bakmaya çalıştım. Göremediğimi fark ettiğinde ekranı hafifçe bana doğru çevirdi. Ekranda, bugün de görüştüğümüz o şirketin ismi ve şirket hakkında iletişim bilgileri dışında başka bir şey yoktu. "Zor olacak gibi," derken elimi çeneme yaslayıp ona baktım. "Dimitri'yle bir bağlantısı olduğunu biliyoruz en azından," dedi, bana bir bakış atıp. "Sadece onu biliyoruz zaten," dediğimde bana dik dik baktı. "Tamam tamam, demedim bir şey." "Kahveni iç sen bence," dedi, tekrar önüne dönerken. Kıkırdadım. "E sen beni azarlıyorsun sürekli," Kahvemden bir yudum aldığımda o da kupasını eline almıştı. "Çok konuşma diye o," dediğinde gözlerim, hemen arkasında kahve yapmakta olan Esvet'e kaymıştı. Bir kulağının bizde olduğuna adım kadar emindim de aynı zamanda. Onu da uzun zamandır görmüyordum ve buna mutluydum da! "Konuşmuyorum ben de o zaman!" diyerek ona trip atmaya başladığımda beni bariz bir şekilde umursamamış, o ekrana yine gömülmüştü. "Kenan," dedim, bu sefer de. "Maran," diyerek bana karşılık verdiğinde taş duvarların içeride yankılanan sesiyle birlikte başımı kapıya doğru çevirdim. Gelen, Turgay amcayla babamdı. Onlar merdivenleri inerken herkes de yaptıkları işin başından kalkmıştı. "Çok mu konuşuyorum ben?" dediğimde alayla güldü. Bu, elimi kaldırıp koluna vurmama neden olduğunda kaşlarımı da çatmıştım. "Olur mu öyle şey, sesin çıkmaz hatta." dedi, aynı alaylı tavrı sürdürerek. "O zaman bundan sonra konuşmayacağım, bensiz ne yapacaksın bakalım," Bakışları bu sözlerimle birlikte bana dönebildiğinde yüzümde nasıl bir ifade gördü bilmiyordum fakat o alaylı ifadesi silinmişti. "Böyle bir şeyi dile getirmen bile korkunç biliyorsun değil mi?" dedi, onu ısırabileceğim bir tatlılıkla. Sadece bir çift kelimesi, trip atmama yine engel olurken elimi uzatıp parmaklarımı yanağına hafifçe sürttüm. "Ya Kenan," diyerek cıvıldadığımda az önce çatılan kaşlarım hızla düzelmiş, dudaklarımda koca bir gülümseme yer edinmişti. Tam o an onunla cilveleşmeye devam edeceğim esnada arkada büyük bir gürültü kopmuş, ikimizin de bakışları oraya dönmüştü. Batuhan, nasıl başardığını bilmediğim bir şekilde oturduğu tekli deri koltukta, koltukla beraber yeri boylamıştı. Kılıç'la Yiğit, her ortamda olduğu gibi yine aynı senkronizasyonla kahkahalara boğulduklarında geri kalan herkes de onlara eşlik ediyordu. Turgay amca onlara onaylamaz bakışlar atarken Batuhan da düştüğü yerden kalkmıştı. Hatta onun yerden kalkmasına yardımcı olan babamdı. Gözlerim hafifçe kısılırken Batuhan da sanki yere düşen kendisi değilmiş gibi ilk tanıştığımız anki zıpırlığıyla birlikte babamla selamlaşmış, bunu yaparken de birbirlerinin yumruklarını tokuşturmuşlardı. Bu şahit olduğum görüntü, kısılan gözlerimin şaşkınlıkla açılmasına neden olsa da benden bağımsız bir şekilde dudaklarımdan şiddetli bir kahkaha döküldü. Taş duvarlarda yankılanan birçok kahkaha arasında benim kahkaham pek fazla dikkat çekmezken başımı Kenan'a doğru çevirmemle aslında dikkat çektiğimi böylelikle anlamıştım. "Ay babama ne olmuş?" diyerek saçma ama bir o kadar da komik bir tepki verdiğimde bakışlarımı tekrar babama çevirmiştim. O otoriter, herkesin karşısında titrediği Adnan Kaya'nın şu an zıpır, liseli bir gençten farkı yoktu. Herkes, ilk tanıştığımızda bana yaptıkları gibi onun etrafına bir anda toplanmaya başladığında bir şoka daha girmiştim. "Babama fan-girl'lük yapıyorlar görüyor musun?" dedim, Kenan'a bakarak. O, benim bu söylediğime gülüp bilgisayarını kapattığında içeride adeta bir cümbüş hâkimdi. Resmen benden çok babamı seviyorlardı. "Şamatayı bırakın hadi, işimiz var," diyen Turgay amcayla birlikte ortam sessizleşirken herkes de o ilerideki uzun masanın etrafına toplanmaya başlamıştı. Turgay amcanın bakışları usulca bize dönerken o bakışlardan ne yapmamız gerektiğini anlayarak ikimiz de ayağa kalkmıştık. Masaya doğru ilerleyip boş bir yere oturduğumda Kenan da yine tam karşıma oturmuştu. "Ee, neler buldunuz?" dedi, babam da. "Açıkçası pek fazla bir şey bulamadık," diyen Kılıç'la birlikte elimi çeneme yaslayıp sessizce onları dinlemeye koyuldum. "Yasemin Elvan'ın QBB Group'un en kıdemli mimarlarından biri olduğu bilgisi bir kurmaca değil, tüm bu olanların aksine. Fakat bu kolyeyle alâkalı bir durum var ki, şaşılacak şey doğrusu." derken önündeki bilgisayarda bir şeyleri tuşlamıştı. Bahsettiği Yasemin Elvan, bugün görüştüğümüz şirketin hem yöneticisi, hem de dediği üzere kıdemli mimarlarından biriydi. O, bilgisayarda birkaç şeyi tuşlayıp beyaz tahtanın üzerindeki dev projeksiyona bir görüntü yansıtırken herkesin bakışları oraya dönmüştü. Kızıl saçlarını siyah bir perukla gizleyip bugünkü o iş kadını görüntüsünden oldukça farklı olan ama bunu bizden gizleyemediği de aşikâr olan Yasemin, ilk fotoğrafta gecenin bir karanlığında karşısındaki uzun boylu adamla konuşuyor, bir sonraki fotoğrafta da önceki fotoğrafta boynunda göremediğim fakat bu fotoğrafta hepimizin net görebildiği o kolyeyle oynuyordu. Üstelik karşısındaki adam da bana pek yabancı gelmemişti. "Dimitri'nin ajanı olduğu konusunda hemfikiriz zaten," diyen Esvet'le birlikte Kılıç, başka bir tuşa bastığında aynı karede yine aynı kişileri görmüştük fakat bu fotoğraf daha fazla yakınlık içeriyordu. Dimitri denilen adam, karşısındaki kadınla yakın bir temas içerisindeydi. "Bu ilişkiden bihaber olduğumuz konusunda ben de hemfikirim." Kılıç'ın sözleri, kaşlarımın şaşkınlıkla havalanmasına yol açarken Kenan araya girdi. "İkisi arasında muhakkak bir çıkar ilişkisi var," dediğinde gözlüğünü taktığını da böylelikle fark etmiştim. "Dimitri'nin Yasemin'i şirkete ajan olarak sızdırmasından bunu anlayabiliyoruz ama Yasemin de aptal bir kadın değil." dedi, sanki onu çok tanıyormuş gibi. Bu, sinirlerimi bozarken ona dik dik baktım. Bu bakışlarımı fark ettiğinde de başını hafifçe iki yana sallayarak ne var dercesine bana baktı. Buna karşılık başımı diğer tarafa doğru çevirdiğimde bu sefer de Banu konuşmuştu. "Bence kullanılan taraf Yasemin değil, Dimitri," dedi, elindeki kalemle fotoğrafı göstererek. "Ben de biraz araştırma yaptım ve şu ana kadar bulduğum bilgilere bakılırsa o elmasın peşinde olan tek kişi Dimitri değilmiş." "Oysaki ben, kadının bu durumdan bihaber olduğunu düşünmüştüm," diyen Turgay amca, çatık kaşları altındaki bakışlarını, ekranda değişen görüntülerde gezdirirken herkesin kafasında bir şeyler dank ettiğini görmüştüm. Halbuki en başında onlara, o kadında bir şeylerin olduğunu söyleyen bendim! "Dimitri'den daha tehlikeli olan bu kadın aslında," dedi, Doğu da. "Bir an önce elması almamız lazım," Babamın sözleriyle birlikte herkes onunla aynı fikirde olduğunu belirttiğinde sözü tekrar Turgay amca devralmıştı. "Geçen seferkinin aksine düzgün ve sistemli bir operasyonla tabii," derken Esvet'e bir bakış atmıştı. Böyle söylemişti ama bahsettiği operasyonu aslında mahveden bendim. "Şirketin 50.yıl partisi için davetiye gönderebiliriz, bu fırsatı kaçıracağını düşünmüyorum açıkçası," Babam, bir kez daha fikrini belirttiğinde Turgay amca başını ağırca sallayarak onu onayladı. "Evet ama asıl sorun o elması almak olacak," dediğinde duraksayıp kısaca Kenan'a baktı. Bu, benim de bakışlarımın ona dönmesine neden olurken onun, küçük bir çocuk gibi önündeki kâğıdı karaladığını görmüştüm. "Kenan," dedi, sorarcasına. Bununla birlikte başını çevirip babasına baktı. "Efendim?" dediğinde Turgay amca bir süre daha ona bakmış, ardından da o can alıcı kelimeleri sarf etmişti. "Elması sen alacaksın," dedi, sanki çok kolay bir şeymiş gibi. Kenan'ın bakışları şapşal bir hâl alırken ben de rahatsızca yerimde kıpırdanmış, bu konunun nereye varacağını merakla ama bir yandan da korkuyla beklemeye başlamıştım. "Nasıl olacak o?" derken kaşları alayla havalandı. Bu mevzu, onu bu kadar etkilememişti fakat babasının isteklerini geri çeviremediği de aşikârdı. "Yasemin'in ilgisini çektiğine göre o kolyeyi almak senin için çocuk oyuncağından ibaret olur," Turgay amcanın söyledikleri, kaşlarımı çatmama neden olurken birçok göz de bana dönmüş, tepkimi kontrol etmişlerdi. "Nasıl, anlamadım?" diyerek dakikalar sonra ilk kez aralarına katıldığımda önce Turgay amcanın ardından da oğlunun dikkatini çekebilmiştim. Burada olduğumu unutuyorlar mıydı? "Sırf bir taş uğruna o kadınla yakınlaşması gerektiğini mi söylüyorsun, Turgay amca?" dediğimde Turgay amca, başını iki yana hafifçe sallayarak duruma açıklık getirmek için dudaklarını aralamıştı fakat Kenan, ondan önce davrandı. "Öyle bir şey olmayacak tabii ki," dedi, net bir şekilde. "Gerçekçi olabilir miyiz biraz, lütfen?" "Çocuklar sakin olur musunuz?" diyen Turgay amca, ikimize de şaşkınca baktığında sinirlerimin gerildiğini fark etmiştim. "Sadece amacımıza ulaşmak için biraz misafirperver davranacaksın, o kadar." "Ne kadar misafirperver?" diyerek yine söze dahil olduğumda babam da diğerleri de dayanamayıp gülmeye başlamıştı. "Aklından neler geçiyor bilmiyorum küçük hanım ama sadece birkaç hoş kelimenin bizim işimizi göreceği kanaatindeyim," Turgay amcanın dudaklarında oluşan gülümsemeyle birlikte içeriyi bir kahkaha tufanı sararken sadece ben ve Kenan'ın gergin olduğunu söyleyebilirdim. "Yapamam," dedi, olayın başrolünde yer alan kişi nihayet konuşarak. "Kılıç daha iyi o işlerde." diyerek de topu Kılıç'a pasladığında Kılıç, şaşkınlıkla ona baktı ve bilgisayarının tuşlarında olan ellerini havaya kaldırdı. "Yine mi bana kaldı şimdi?" dediğinde Kenan'ın onu pek umursadığı söylenemezdi. Bunu fark ettiğinde de el mahkûm havada kalan ellerini indirerek sıkıntılı bir nefes vermişti. "O kolyeyi kadına fark ettirmeden nasıl almayı düşünüyorsunuz?" dedi, herkese tek tek bakarak. "Önce bunu düşünmemiz gerekmiyor mu?" "Taşı, imitasyonuyla değiştireceksin sadece, bunu fark etmesi de bir tık uzun sürer, bu da bizim işimizi görür." diyen Kenan'a ters ters baktı. "Çok güzel plan yapmışsın bakıyorum da?" dedi, alayla. "Sen al o zaman, beni niye tehlikeye atıyorsunuz?" dediğinde Kenan, arkasına yaslanıp omuz silkti. "Benim başım bağlı," diyerek onu yanıtladığında hâlâ çatık olan kaşlarım da usulca normal halini almıştı. Onun bu cevabı sadece beni tatmin ederken Esvet ve Kılıç da benim aksime hiç mutlu görünmüyorlardı. Kılıç, çocuksu bir tavırla oflayıp arkasına yaslandığında Turgay amca ona baktı. "Kenan doğru söylüyor aslında, o taşı replika olanla değiştirmek senin daha az vaktini alacaktır." "Ben de öyle düşünüyorum açıkçası," diyen babamla birlikte Kılıç'ın çatık kaşlarının altındaki bakışları ona döndü. "Bu işin üstadı sensin." dediğinde yine ve yine herkes gülmeye başlamıştı. Kılıç da sanki az önce çemkirmiyormuş gibi babamın bu övgü dolu sözleriyle kendini bulmuş, çatık kaşları düzelmişti. Onun bu inişli çıkışlı hâlleri bir süre daha devam ederken bir saatten uzun bir süre o koca masada oturmuş, onların detaylıca yaptığı plana sessizce ortak olmuştum. Hepsi o kadar profesyonel davranıyordu ki bir an kendimin orada eğreti durduğunu fark etmiştim. Hepsi birer arı gibi çalışıyor, bense sadece onları şaşkınlıkla karışık bir hayranlıkla izliyordum. Bu kadar sistemli ve profesyonel olmalarının beni etkilemediğini söyleyemezdim. "Kenan," Duyduğum ince ses, mayışan bakışlarımın o noktaya sabitlenmesine neden olurken dakikalar önce koltukta yanına sokulduğum sevgilimin de dikkati dağılmıştı. Esvet, masada oturduğumuz süre boyunca onu dikizlemesi yetmemiş gibi bir de bunu gözüme sokarak yapıyordu! "Efendim?" diyerek başını ona çevirdiğinde o ikisine bakmıyordum fakat o kem gözlerini üzerimde hissediyordum. "Bir baksana, bir şeyler bulduk galiba." dediğinde Kenan, elindeki bilgisayarı ortadaki sehpaya bırakmış, bana bir bakış atmıştı. Bu sözsüz izni, başımı hafifçe aşağı yukarı sallamama neden olurken yanımdan kalkarak hâlâ masada oturmakta olan Batuhan, Banu ve Esvet'in yanına doğru ilerledi. Gözlerim usulca tam karşımda oturan Esvet'e kaydığında aynı tondaki gözlerimiz kesişmiş, ikimizin arasında soğuk rüzgarlar esmeye başlamıştı. Gözlerim, onun gözlerini adeta delip geçerken o da uzunca bir süre gözlerini gözlerimden ayırmamış ama en sonunda da bundan vazgeçmişti. Bu sefer bakışlarımı usulca yan tarafındaki Kenan'a çevirerek onu kontrol ettikten sonra sehpada duran telefonumu elime alarak tekrar arkama yaslandım. Ayaklarımı da ortadaki sehpaya doğru uzatacağım esnada bir elin ayağımı itmesiyle birlikte başımı kaldırdım. Kılıç, elindeki elmayı kemirerek yanıma oturduğunda ona ters ters bakmama engel olamamıştım. "Naber kız?" dedi, diğer elindeki elmayı da bana uzatırken. Ona itiraz etmeyerek elindeki elmayı kaptığımda ona cevap vermiştim. "İyidir," derken elimdeki yeşil elmadan koca bir ısırık aldım. "Sen?" Çenesiyle masada oturan Kenan'ı gösterdi hoşnutsuz bakışlarla. "Sevgilinin başıma açtığı şeylerle uğraşıyorum," dediğinde kıkırdadım. "Nasıl olabilirim?" "Abartma be sen de," diyerek ona çıkıştığımda bana baktı. "Kolay bir operasyon gibi görünmüyor ama siz bunu ilk defa yapmıyorsunuz," dedim, imayla. Bu söylediğime güldü. "Ha yine laf almaya çalışıyoruz yani?" dediğinde bu sefer ben gülmüştüm. "Hiç de bile!" "Tabii tabii," dedi ve ardından tekrar bana döndü. Birkaç saniye duraksadığında ne söyleyeceğini merak ederek meraklı bir tavırla ona dönmüştüm. "Olcay nasıl?" Sorduğu soru, dudaklarımın hınzır bir şekilde yukarı kıvrılmasına sebebiyet verirken bunu fark ederek göz devirmiş, "Tamam, bir şey demedim!" diyerek de hızla geçiştirmişti. "Ay ne dedim ben?" dedim, sahte bir çıkış yaparak. Ardından da o oyunbaz tavrımı sürdürerek, "Olcay iyi ama hastaymış biraz," Onun bakışları tekrar bana dönerken elmamdan keyifle bir ısırık daha almıştım. "Neyi var?" "Hava değişikliğinden galiba, üşütmüş biraz." dedim ve ardından ekledim. "Yarın yanına gideceğim, sen de gel?" diyerek kirpiklerimin altından onun değişen tavrını izlemeye başladığımda bana ters ters baktı. "Sen harbi şeytansın," dediğinde güldüm. "Kenan seninle nasıl baş ediyor?" dedi, merakla. Buna karşılık sağ gözümü kırptım. "Kenan benimle değil, ben Kenan'la baş ediyorum yalnız," diyerek onu yanıtladığımda sanki gerçekten bir şeytana bakıyormuş gibi bakmıştı. Bu, beni yine güldürürken kulaklarıma ulaşan o tanıdık sesle birlikte başımı oraya doğru çevirdim. "Bak sen?" diyerek yanımdaki varlığını bana hissettirdiğinde onun hangi ara o masadan kalktığını görmemiştim. Üstelik o masada Esvet de otururken onu hiç kontrol etmemiştim! Gözlerim bu sefer de kısa bir an ilerideki masaya döndüğünde onların hâlâ bir arı misali çalıştığını görmüş ama gözlerim Esvet'i bulamamıştı. Neyse ki kendi kendini gözümün önünden yok etmişti. "Seninki fena, ben söyleyeyim," dedi, Kılıç başıyla beni göstererek. Bu, Kenan'ın tatlı bir şekilde gülmesine neden olurken ben de şeytani bir gülümsemeyi onlara bahşetmiştim. "Çok," dedi, 'o' harfini uzatarak. Bu esnada da kirpiklerinin altından bana bir bakış attı. "Kalk hadi, eve bırakayım seni." derken koltuğun kolçağına bıraktığı takımının gri ceketini üzerine geçirmeye koyulmuştu bile. "Sana gitmeyecek miyiz?" İkisinin de bahsettiği o şeytani tavrım, bu cümlenin altında gizli bir şekilde yatarken Kenan'ın bakışları bana döndü. Onun bakışları benim üzerimde takılı kalırken nasıl bu kadar arsız olabildiğimi düşünüyor olmalıydı, çünkü o gözleri yine hafifçe kısılmıştı. "Bu sohbet benim yaşımı aşıyor," diyen Kılıç, bir sincap misali açtığı gözleriyle usulca yanımızdan uzaklaştığında onun bu tavrına gülmüş, ben de koltukta duran kabanımı almıştım. "Bana mı gideceğiz?" dedi, aynı bakışlarla beni süzerek. Elimdeki kabanı omuzlarımdan yavaşça geçirirken kısık bakışlarıyla bir kez daha karşı karşıya gelmiştim. "Gelmemi istemiyorsan gelmem," dedim, oyunbaz bir tavırla. Bu da kısık bakışlarının normal bir hâl almasına neden olurken eğilip masada duran Prada çantamı elime almıştım. "Gel tabii de," Kaşlarımı kaldırdım sorgular nitelikte. "De?" "Uzun zaman oldu, şaşırdım sadece." diyerek beni yanıtladığında çoktan kapıya ilerlemeye başlamıştık. Ben, koltukta oturmuş goygoy yapan çocuklara el salladığımda hep bir ağızdan, "Görüşürüz yenge," dediler. Bununla birlikte dudaklarımdan bir kıkırtı döküldü. "Çıkıyorum ben," diyerek de Kenan, araya girdiğinde hemen arkasından ekledi. "Bir şey olursa ararsınız." "Biz meşgul etmeyelim seni kaptan," diyen Pınar'la birlikte Kenan, yaptığı bu tatlı imaya karşılık gülmüştü. Onlarla vedalaşıp yanlarından ayrıldığımızda bahçedeki arabasına doğru ilerlerken buraya geldiğimizdeki aydınlık havanın aksine havanın epey karardığını fark etmiştim. "O kadar uzun zaman geçtiğini düşünmüyorum," derken çoktan arabaya binmiş, emniyet kemerimi bağlamıştım. Çıkmadan önce aramızda geçen diyalogu ona hatırlatarak bakışlarının kısa bir an bana dönmesini sağladığımda arabayı çalıştırdı. "İlk ve son kez evime, tanıştığımız o gece gelmiştin Maran," dediğinde kısa bir an bu söylediğiyle tekrar geçmişe gitmiştim. Gerçekten de o, ilk ve son olmuştu. Evini doğru düzgün bilmiyordum bile. "Sonrasında da gelmiştim." dediğimde bu sefer de boynumda parıldayan safir taşlı kolyeye bakmıştı. "Evet, çok net hatırlıyorum," dedi, imayla. Bu, tıpkı o günkü gibi mahcup bir ifadeye bürünmeme yol açarken nasıl bu kadar gerizekalı olabildiğimi de düşünmeye başlamıştım. Ona karşı ağır ithamlarda bulunmuştum. "Hatırlatma!" diye çıkıştığımda gülecek gibi oldu fakat bundan son anda vazgeçti. "Üstelik bana şantaj yapan sendin, unuttun mu?" dediğimde dayanamayarak güldü. "Kesinlikle amacım o değildi, Maran," dedi, sabırla tekrar aynı konuya açıklık getirerek. "Kolyeni evimde düşürdüğünü bile o gün fark etmiştim, bunun üzerine oturup 'Maran'ı nasıl kendime çekebilirim?' diye düşünmedim yani." Burnumu kırıştırarak ona baktığımda tam o an başını bana çevirdi. "Bırak yalanı ya," dedim, çirkef bir tavırla. "Göz koymuştun bana bir kere!" dediğimde kaşları alayla havalandı. "Beni ilk geceden yatağa atan sendin, sevgilim," diyerek skoru 1-0 yaptığında kaşlarım hafifçe çatılmış, dudaklarım da şaşkınlıkla aralanmıştı. "Bana göz koyan sen oluyorsun bu durumda." "Sen de bayağı isteksizdin," Alaylı sesim, onun güzel dudaklarının gülmemek için zorlanmasına sebebiyet verirken düşündüğüm zaman çok uzak gelen fakat üzerinden sadece birkaç ay geçmiş olan anılarımız da zihnimde bugün ikinci kez yer edinmişti. "Sabaha kadar-" Sonrasında edepsiz kelimeler sarf edeceğim çenemi, tek bir kelimesiyle kapattığında ikimiz için de tehlikeli olan saatler içerisine çoktan girmiştik bile. "Maran," dedi, a harfini uzatarak fakat söylemek üzere olduğum şeylerin onun zihninde canlanmasına bir kez neden olmuştum. "Ne?" dedim, gülerek. "Bak yine evine geliyorum, bu bir işaret mi yoksa?" "Totem mi yaptın?" dediğinde bu sefer dudaklarımdan minik bir kahkaha dökülmüştü. "Yatağına girmek için mi?" Sözlerimle birlikte başını yine kısa bir an bana doğru çevirdiğinde ona cilveli bir bakış attım. "Eve gidince-" "Ne yapacaksın?" dediğimde dilini alt dudağının üzerinden hırsla geçirmişti. Bu, keyifle sırıtmama neden olurken bir süre aynı keyifle ona sataşmaya devam etmiştim. Bu, eve kadar olan kısa yolculuğumuza eşlik ederken ara ara çenemi kapatmamı kibarca (!) rica etmiş, bense onunla inatlaşmıştım. "Hâlâ anlatmadın," dedim, o anahtarıyla kapıyı açarken. O neyden bahsettiğimi anlamazken ben de bir anda aklıma gelen o konuyla ilgili yine bir meraka kapılmıştım. Günler önce Araz'la arasında benim yüzümden yaşanan o vahşet dolu kavganın asıl sebebini hâlâ öğrenememiş, her fırsatta ona bunu sorup bir cevap almak istesem de benim bu oyunlarıma tabii ki kanmamıştı. "Neyi?" derken beyaz boyalı kapıyı nihayet açabilmiş, benim geçmem için de bana öncelik tanımıştı. "Araz'la aranda yaşanan mevzuyu tabii ki," dediğimde göz devirdi. Bununla birlikte ben de içeri doğru bir adım atıp onun arkamdan gelmesini sağladığımda salondaki televizyondan yükselen sesler de kulağıma ulaşmıştı. "Unut artık, Maran." dedi, net bir dille. Ardından kapıyı kapattığında çantamı onun eline tutuşturup kabanımı bir çırpıda çıkardım ve hemen önünde durduğum portmantoya astım. "Şikâyetçi olmamış mıydı o senden?" Cıkladı. "Yemedi," Eline tutuşturduğum çantamı elinden alırken ona baktım. "O niyeymiş?" "Öyle bir şey yapsa gidip yine döverdim de ondan," diyerek sorumu bir barbar gibi yanıtladığında kaşlarımı çattım. "Kenan!" Beni sinirlendirmeyi başardığını fark ettiğinde bu tavrıma güldü. "Ne konuştuk biz?" dediğimde çoktan beni salona doğru sürüklemeye başlamıştı. Tam o esnada salonun kapısında görünen şişman, gri tüylü kedi paytak adımlarıyla bize doğru ilerlerken çatık kaşlarım gevşedi. Sapsarı gözlerinin odağı olmayı başardığımızda o paytak adımları bir hız kazanmış ve ben daha ne olduğunu anlayamadan Kenan'ın kucağına atlamıştı bile. O gri tüyleri ve iri cüssesiyle bir kediyi kesinlikle andırmıyordu. "Babacığım," diyen o yumuşacık sese eşlik eden yumuşacık dokunuşlar, gri tüylerin üzerinde gezintiye çıktığında bir an sadece Azman'ın yerinde olmak istemiştim. Üstelik yerinden ve halinden hiç olmadığı kadar memnun görünüyordu. Ona has hırıltısıyla kendini sevdirirken gülümsemeden edemedim. "Meow," "Kız çok kilo almış bu görmeyeli," diyerek saçma bir tepki verdiğimde elimi onu sevmek için uzatmıştım fakat birden hırlayarak sarı gözlerini bana çevirdiğinde söylediklerimin hoşuna gitmediğini anlamak zor olmadı. "Öyle deme alınıyor," Bunu söyleyen Kenan'a 'ciddi misin' der gibi baktığımda Azman alınmış olacak ki onun kucağından kendini yere bıraktı. "Cidden alınıyor." diyerek de bunu desteklediğinde gülmeme engel olamamıştım. Gerçekten kendisine layık bir kedisi vardı. Beraber salona geçtiğimizde koltukta bize sırtı dönük bir şekilde oturup telefonda cilveyle konuşan Bige'yle karşılaşmıştık. Bir eli boynundaki kolyesinde, gözleri televizyondaolsa da ses tonundan gülümsediğini anlayabiliyordum. Bu manzara, gülüşümü bastırmam gerektiğinin sinyalini verirken bakışlarımı Kenan'a çevirdim. "Yarın buluşamayız," diyen cıvıltılı sesine karşılık kaşları havalandığında adımları da ona doğru yönelmişti. Ben de usulca arkasından ilerlediğimde, "Abimin radarına yakalanmam an meselesi zaten!" Kenan, Bige'nin oturduğu koltuğun sırt kısmına kollarını yaslayıp onu daha rahat bir şekilde dinlemeye başladığında ben de kollarımı göğsümde birleştirmiş keyifle bu konunun nereye varacağını beklemeye başlamıştım. "Ay manyak o, ruh hastası bildiğin. Abimden bahsediyoruz yahu!" diyerek bir çıkış yaptığında kendime engel olamayarak kahkahayı basmıştım. Evin duvarlarında yankılanan kahkaham, onun yerinden sıçramasına yol açarken Kenan'ın dudakları, duyduklarından ötürü yukarı kıvrılmıştı fakat bu kıyamet alametlerinden biriydi. Birazdan esip gürleyeceğini Bige de ben de hatta Azman bile biliyordu. Yerinden sıçrayan Bige'nin bakışları bize dönerken yeşil gözleri irileşmiş, hızla kulağına yasladığı telefonu kapatmıştı. "Abi?" dedi, şaşkınlıkla. "Yengeciğim?" diyerek de bana baktığında kocaman gülümsedim. "Ruh hastası," diyen Kenan'ın sessizliği ve o gülümsemesi beni korkutmamıştı fakat Bige'yi korkutmuş olmalı ki geri geri kaçmaya başlamıştı bile. "Hangi abinmiş o?" dedi, sanki kendisinden bahsettiğini anlamamış gibi. "Ay saçmalama abi," dedi, o korkunun kokusunu alabildiğim bir gülüşle. Ardından elini havada salladığında yukarı kıvrılan dudaklarımı zaptedebilmek adına dişlerimi hafifçe geçirmiştim. "Tabii ki senden bahsetmiyorum, nereden çıkardın?" diyerek kendi kendini imha ettiğinde Kenan gülmüştü fakat dediğim gibi bu fırtına öncesi sessizlik gibiydi. "Gerizekalı mısın sen kızım?" dedi, sakinlikle. Bu sakinliğinin altında yatan gerçek duyguları böylelikle fark etmiş olan Bige, bana adeta yardım dilenircesine baktı. "Kiminle konuşuyordun onu söyle sen önce," derken de yerinden hareketlenmişti. Bununla birlikte Bige birkaç adım daha geriye doğru attığında telefonunu arkasına saklamıştı. "Hiç." dedi fakat gözlerini kaçırmıştı. Bu da Kenan'ın zaten şüpheli olan tavrının daha da yoğunlaşmasına yol açarken durumun ehemmiyetini anlayarak elimi onun koluna yaslamıştım. Kesinlikle onun kiminle konuştuğunu biliyordum hatta emindim ki Kenan da biliyordu. Bu şüpheli tavrının başka bir açıklaması olamazdı. "Ay sanane, genç kız sonuçta!" dedim, birden çıkışarak. "Arkadaşıyla falan konuşuyordur, kiminle konuşacak başka?" dediğimde Bige, hızla başını salladı. "Tabii ya! Kiminle konuşacağım başka?" diyerek de benim söylediklerimi desteklediğinde Kenan'ın bize kanmadığı açıktı. O yeşil gözleri delicesine onun gözlerinde dolaşıyor, arkasına sakladığı telefona da ara ara gözleri kayıyordu. "Çık git, Bige," dedi, en sonunda. Bunu söylediğinde Bige salonun çıkışına doğru birkaç geri adım atmış, en sonunda da kaçarcasına arkasına bakmadan salondan çıkmıştı. "Ben biliyorum senin kiminle konuştuğunu." diyerek de arkasından bağırdığında kapının gürültüyle kapanması bir olmuştu. "Galiba ben de," dedim, mırıldanarak fakat bunu içimden söyleyeceğime yanlışlıkla sesli bir şekilde dile getirmiştim. Kenan'ın şüpheli bakışları bu sefer de bana dönerken ona şirince gülümseyip ellerimi omuzlarına çıkardım ve o, beni kısık gözlerle süzerken bense takımının ceketini çıkarmaya koyulmuştum. "Aşkım otur," "Sen nereden biliyorsun?" dedi, onu koltuğa oturtmaya çalışmamı görmezden gelerek. Buna karşılık parmaklarımı hafifçe omuzlarına geçirdiğimde hâlâ bana bakıyordu. "Otur aşkım," dedim, bir kez daha. "Maran!" Hafifçe sesini yükseltmesi, normalde olsak kabulleneceğim bir şey olmazken aynı salak tavırla gülümsemeye devam ettim. Bu esnada da onu zorlukla koltuğa oturtmuş ardından da yanına kurulmuştum. Gözleri beni takip ederken pes ederek omuz silktim ve gözlerimi ondan kaçırarak salonun diğer köşesinde kısaca gezdirdim. "Birazcık gözlemle öğrenmiş olabilirim," dedim, bir çırpıda. "Şüphelenmiştim sadece, bir şey bildiğim yok!" diyerek de savunmaya geçtiğimde o şüpheli ifadesi kırılmıştı. "Yiğit," dedi, bakışlarını benden çekerek. "Ben şüphelenmiyorum, öyle olduğuna eminim." dediğinde buna şaşırmamıştım. Açıkçası Trabzon'dayken aralarında olan şey gözle görülürdü. Bige, tüm gün ortadan bir bahaneyle kayboluyor ve saatlerce konağa gelmiyordu. Yiğit'i orada kaldığım süre boyunca zaten doğru düzgün görememiştim bile. Kılıç'ın onun bir kızla görüştüğünü söylediğinde bu kişinin Bige olduğu aklıma gelmemişti fakat karakolun bahçesinde bundan emin olmuştum. "Yiğit iyidir ya," dedim, onun gerginliğini yatıştırmaya çalışarak. Bu esnada çıkardığım ceketini diğer koltuğa bırakmış, elimi göğsüne yaslayarak hafifçe okşamaya başlamıştım. Neden bu kadar gergin olduğunu, Yiğit'in kız kardeşini üzebileceği ihtimalinden kaynaklı olduğunu düşünüyordum ve bence bunu düşünmek onun hakkıydı da. "Takma kafana, bir şey olmaz." "Yiğit'e lafım yok zaten," derken parmakları sıkıntıyla gömleğinin düğmelerine uzanmıştı. Saatlerdir bu takımın içerisinde bunalmıştı ve bulabildiği her fırsatta kendi konfor alanını yaratmaya çalışıyordu. "Bige'ye güvenmiyorum ama." dediğinde ona yardımcı olmak adına elimi kaldırıp yavaşça gömleğinin düğmelerini açmaya başladım. "Neden?" dedim, merakla. Teninin ipeksi dokusu parmaklarımın uçlarına temas ederken meraklı bakışlarımı ona çevirmiştim. "Yiğit farklı çünkü," dedi, bakışlarının odağı olduğumda. Yeşil hareleri, yüzüme düşen perçemlerime kısa bir an kaysa da tekrar gözlerime bakabildi. "Ne benim gibi ne de başka biri gibi," dediğinde kaşlarımı çattım. "Senin neyin varmış?" dediğimde verdiğim bu tepkiye kısık sesle güldü. "Sen de farklısın, öküzün tekisin mesela." Kelimelerim, hiç beklemediği bir anda onu dumura uğratırken birkaç saniye şaşkınlıkla bana bakmış, ardından da bana tepki göstereceğini düşünsem de bir kez daha gülmüştü. "Maran," dedi, melodik bir gülüşle. Bu, benim de dudaklarımda bir gülümsemeyi doğururken gömleğinin tüm düğmelerini açmıştım. "Şaka yapıyorum tabii ki," dedim ve ardından duraksayarak ekledim. "Öküz olduğun bir gerçek olabilir ama ben de böyle seviyorum seni ne yapalım?" dediğimde kaşlarını kaldırarak bana baktı. "Bak ya," Kıkırdayarak ona sokulduğum an, bir eli belime dolanmıştı. Tam o esnada ayağının dibinde dolanan Azman, koca cüssesiyle aramıza girdiğinde az önce izin vermediği şeyi yaparak tüylerini usulca okşamaya başladım. Malûm, az önce onu kırmıştım. "Bence ikisi de birbirini üzmez," dedim, asıl konuya geri dönerek. "Eğer bunu düşünüyorsan tabii." "Bige Yiğit'i üzebilir, bunu düşünüyorum tabii ki," dediğinde başımı kaldırıp ona baktım. Gözleri, öfkesini çabucak unutmuş olup kucağıma kıvrılan oğlundayken tüm dikkati bendeydi. "Bige, şımarık bir kız çocuğu sadece, bugün istediği şeyden yarın vazgeçebilir." "Belki bu sefer onun için de farklıdır," dedim, dudağımı büzüp omuz silkerek. "Onunla konuş, bence buna ihtiyacı var." dediğimde bir süre gözleri, benim mavilerimde dolaşmıştı. "Öyle mi söylüyorsun?" Kaşlarımı kaldırdım ve başımı ağırca salladım. "Öyle söylüyorum," dedim ve ardından elimle hafifçe omzuna vurdum peş peşe. "Hadi şimdi kalk bana bir kadeh şarap ver, bunu hak ettim." Bu söylediğime güldü. "Şarap yok," "Ne demek yok?" derken elimi kaldırıp, içki dolabında görünen şarap şişelerini gösterdim. Mutfağı Amerikan tarzı bir mutfak olduğu için salona açıktı. "Onlar ne? Cimri misin sen yoksa?" "Sana yok sadece," dedi, gıcık bir tavırla. "İçtin bugün, daha fazla içme." dediğinde babam konuşuyormuş gibi hissederek göz devirdim. "Bitki çayı içelim?" "Yaşlı mıyız biz, niye emekli öğretmen gibi bitki çayı içiyoruz?" diyerek çıkıştığımda gülüşünü bastırabilmek için dişlerini hafifçe alt dudağına geçirmişti. "Ne alakası var yaşlılıkla? Biz yaşlı mıyız?" dedi fakat bunu söylerken yerinden ayaklanarak mutfağa yönelmişti bile. O ayaklanırken ben de koltukta iyice yayılmış, topuklu ayakkabılarımı çıkararak uzanmıştım. Saatlerdir şirkette olduğumdan artık yorulmuştum ve şu an tam olarak buna ihtiyacım vardı. Kucağımda kıvrılan Azman, hareketlenerek tam karnımın üzerinde rahat bir pozisyon yakaladığında parmaklarım gri tüylerinde usulca dolaşıyordu. "Ben değilim ama senin için aynı şeyi söyleyemeyeceğim." dediğimde omzunun üzerinden bana bir bakış attı. Bakışlarını üzerimde hissederek başımı ona doğru çevirdiğimde kettle'a su koyuyor olduğunu görmüştüm. "Kaçtın sen, otuz mu?" "28," dedi, baskın bir tonda. Bu, kıkırdamama neden olurken başını hafifçe iki yana salladı. "Hoşuna mı gidiyor?" "Seni sinirlendirmek hoşuma gidiyor, evet," dediğimde vücudunu bana doğru çevirmişti. Gömleğinin tüm düğmelerini az önce ben açsam da o hala üzerinden çıkarmamıştı. Ki çıkarıp üstüne bir şeyler giymesi benim açımdan güzel olurdu, çünkü böyleyken dikkatim dağılıyordu. "Ne diyecektim," dedi, dakikalar önce ada tezgahın üzerine bıraktığı saçma sapan otları alırken. "He," diyerek şapşal bir tepki verdiğimde devam etti. "Şirketin partisi için annem sana elbise ayarlamış," dediğinde dudaklarım hızla yukarı kıvrıldı. "Müsait olduğunda gelsin ölçülerini kontrol edelim, dedi. Unutmuştum sana söylemeyi." "Ya," diye cıvıldadığımda kucağımdaki Azman, irkilmiş sonrasında da tatlı uykusuna geri dönmüştü. "Yarın sabah dersim var, okuldan sonra moda evine geçerim ama." "Haber veririm ben ona." dediğinde gözlerim, kalkarken sehpaya bıraktığı telefonuna kaymıştı. O mutfağa geçtiğinden beri ekranı, art arda gelen mesajlarla yanıp sönüyordu. Telefonu sessizde olsa da onu fark etmiştim. O konuşurken ona cevap versem de tüm dikkatim onun telefonundaydı. Kim olduğunu deli gibi merak etsem de telefonunu kontrol etmenin doğru olmadığını biliyor ama kendime de engel olamıyordum. O, mutfakta bir şeylerle uğraşırken kendi kendimi yiyip bitirmektense telefonuna sadece bir göz atmamın bir zararı olmadığını düşünerek yerimde doğrulmuştum ki birden bana doğru dönmesiyle birlikte bu fikirden vazgeçmek zorunda kalmıştım. Elinde dumanı tüten kupayla bana doğru ilerlerken omuzlarımı sıkıntıyla düşürdüm. Hadi ama bir süre daha kendini oyalayabilirdi! "Al bakalım," dedi, kupayı bana uzatırken. Ona ellerimi uzatıp kupayı elinden aldığımda ona laf yetiştirmeyi ihmal etmedim. "İçeceğiz yani, mecburuz?" dediğimde göz devirdi. "Abartma, o kadar kötü değil." dedi ve elini ayak bileklerime bir kanca misali dolayarak bacaklarımı hafifçe kaldırmamı sağlamış, açılan boşluğa da kendini bırakmıştı. Ardından da ayaklarımı kendi kucağına uzatarak rahatlığıma rahatlık kattığında kupayı dudaklarıma yaslayıp sıcak içecekten küçük bir yudum almıştım. Sıcak çayın hoş kokusu burnuma dolarken kaşlarım hafifçe havalandı. Daha önce bitki çayı içmişliğim vardı fakat bunun kokusu, alt tarafı bir çay olmasına rağmen hoştu. Üstelik tadı da hoşuma gitmişti. "Ne bu?" dedim, bir yudum daha almadan önce. "Beğendin mi?" dediğinde başımı salladım. "Güzelmiş," Başımı kaldırıp ona baktığımda eş zamanlı olarak parmakları bileklerimi okşamaya başlamıştı. "Sevmem pek ama bu farklı geldi." "Lavanta aslında," diyerek beni yanıtladığında tekrar burnumu kupaya doğru uzatıp kokusunu içime çekmiştim. "Daha önce içmedin mi?" "İçmedim," dedim, bakışlarımı ona çevirdiğimde. Parmakları bileklerimde öylesine narince dolaşıyordu ki gün boyunca yaşadığım o yorgunluğu her hareketinde alıyor gibiydi. Başımı yorgunlukla koltuğa yasladığımda sanki istediğim şeyi anlamış gibi bakışları bana dönmüş, bir süre de orada kaldıktan sonra elini uzatıp elimdeki kupayı almıştı. Hala dumanı tütse de neredeyse yarılamıştım. Normalde hayatta içmeyeceğim çayı hızlıca tüketmiştim. Elimden aldığı kupayı sehpaya bırakıp kucağındaki bacaklarımı biraz daha kendine doğru çekip iyice koltuğa uzanmamı sağladığında açıkçası ona bu küçük hareketinden dolayı minnettar olmuştum. "Ne koydun çayımın içine, doğru söyle." dedim, uzun bir aradan sonra. Tüm bedenim mayışmış, gözlerim bile zorla açık durmaya başlamıştı. "Hiçbir şey," dedi, gülerek. Elleri hala bileklerime masaj yapıyor, beni rahatlatsa da her hareketinde daha da mayıştırıyordu. Zaten yorgun olan bünyem de bu narin hareketlerine karşı koyamamıştı. Gözlerim iyiden iyiye kapanırken bir ara karnımın üzerinde uyuyan Azman, kıpırdanmış daha sonra da üzerimdeki varlığı yavaşça yok olmuştu. Çok geçmeden de koltuğun diğer tarafındaki ağırlık hareketlenirken bir elin bacaklarımın altına ve belime sarılmasıyla yerimde kıpırdanmıştım. "Şşh," Aşina olduğum o okyanus kokusu ciğerlerime dolduğunda kendimi havada bulmuş, bir süre de onun adım seslerini dinlemiştim. Başım çıplak göğsüne yaslanırken elimi boynuna dolayıp iyice ona sokulduğumda aradan ne kadar zaman geçmişti bilmiyordum fakat bir süre sonra sırtım yumuşak bir yüzeyle buluşmuş, üzerime de bir şey örtülmüştü. Sıcak göğsünden ayrıldığımda yatakta kıvrılarak üzerime örttüğü yorgana iyice sarıldım. Yarı uyanık olan zihnim de onun yanımdaki yerini dakikalar içerisinde almasıyla birlikte huzurlu bir uykuya dalmış olmuştum. 🧸🧸🧸 "Saçlar fena yalnız," Bunu söyleyen Bige'ye gülerken aynadaki aksimi bir kez daha incelemiştim. Üstümdeki siyah uzun kollu elbisenin V şeklinde inen derin bir göğüs dekoltesi ve sağ bacağımı boydan boya açıkta bırakan bir yırtmacı vardı. Birkaç gün önce Defne Teyze'nin moda evine gidip elbiseyi gördüğümde de onlara göre abartılı fakat bana göre gayet yerinde olan bir tepki vererek elbiseyi fazlasıyla beğendiğimi dile getirmiştim. Şu anda da kalçalarımı sıkıca sarmış ve beni olduğumdan uzun boylu göstermişti. Belki de bu, ayağımdaki topuklu ayakkabılardan dolayıydı ama ben kendimi kandırmaya devam edecektim. Ensemde at kuyruğu şeklinde topladığım saçlarıma bir bakış attığımda kendimi tuhaf hissetmiştim. Dün, Olcay'la birlikte annemin kuaförüne gitmiştik ve o, saçlarına bakım yaptırırken ben de ani bir kararla siyah saçlarımı kızıla boyatmıştım. Buna pişman mıydım bilmiyordum fakat dünden beri birçok itirafa maruz kaldığımdan dolayı pişman olup olmadığımı düşünecek fırsatı bulamadığım söylenebilirdi. Açıkçası içten içe ben de yeni saçlarımı beğenmiştim ama Kenan'ın vereceği tepkiden korkmuyor değildim. Onunla en son evinde uyuyakaldığım o gün görüşmemiz dışında bir daha görüşme fırsatımız olmamıştı, çünkü okuldaki derslerimi fazla aksattığımdan dolayı bir daha şirkete uğramamış, evden çalışmak zorunda kalmıştım. Sık sık onunla telefonda konuşsak da saçlarım konusundaki değişimden haberi yoktu. Bugün de okuldan çıkıp direkt şirketin partisinin düzenleneceği otele gelmiş ve buradaki işlerle uzun bir süre ilgilenmiştim. Bu süre zarfı içerisinde de onunla hiç karşılaşmamıştık. Parmaklarım arasındaki rimeli, gür kirpiklerimle buluşturup sadece tek bir kat sürerek elimdekini makyaj masasının üzerine bıraktıktan sonra yine masada duran zarif bilekliği alarak sağ bileğime takmaya koyuldum. Bu esnada da kapı, Defne teyze tarafından elindeki kartla açılmıştı. "Hazır mısınız?" diyen sesin sahibine alıcı gözle baktığımda onun bakışları da dakikalardır saçlarını düzeltmekten yılmayan kızından bana dönmüştü. O da tıpkı benim ona yaptığım gibi beni alıcı gözlerle süzerken, "Ay maşallah ya!" Bu, kıkırdamama neden olurken bana doğru yanaşıp takamadığım bilekliğimi elimden nazikçe almıştı. Üzerindeki şık beyaz blazer takımla gerçekten de çok hoş görünüyordu. Dalga dalga omuzlarına dökülen kızıl saçlarından gözlerimi zorlukla alabildim. Bu kadın, yaşıtlarıma taş çıkaracak cinstendi. "Çok güzel olmuşsun, kuzum," dediğinde ikimizin de birbirimiz için aynı şeyleri düşündüğünü fark etmiştim. "Senin bu güzelliğinden çok çekeceğiz anlaşıldı." Mahcup bir şekilde gülümsediğimde bu sefer de ikisi gülmüştü. "Teşekkür ederim," dedim, o meşhur bakışlarımı atarken. "Siz de çok şık görünüyorsunuz, gerçekten." Defne Teyze, buna karşılık tatlı bir şekilde gülümseyip elindeki bilekliği hızlıca bileğime taktı. "Her zamanki halim, şekerim." Odayı şen kahkahalarımız doldururken Defne Teyze bizi azarlamaya başlamadan koltuğun üzerinde duran telefonumla oda kartımı alıp ilk önce Bige olmak üzere arkasından da Defne Teyze'yle ben çıkmıştık. Elimdeki kartı bir yerde unutmamak adına telefon kılıfımın arkasına yerleştirdim. Saat henüz erkendi ama ona rağmen gelen davetliler vardı ve babamlar da onlarla ilgileniyordu. Defne Teyze'yle annem burada olmaktan pek hoşnut olmasalar da sonuç olarak buradaydılar. Buldukları her fırsatta da kaçacaklarına emindim. "Kenan aşağıda mı?" dedim, asansöre binerken. Bir yandan da elimdeki telefonumu açıp Kenan'dan bir mesaj ya da arama gelip gelmediğini kontrol ediyordum. Hiçbir şey yoktu. Okuldan çıkar çıkmaz buraya gelmiştim ve geldiğimden beri ortalıklarda da görünmüyordu. Beni bir kez bile aramamıştı. Umarım geçerli bir sebebi vardı. "Evet," diyen Defne Teyze'ye baktım. Buradaydı ve bir kere bile yanıma gelmemiş miydi? Saatlerce hem de. "Fulya'yla ilgileniyordu." Bunu derken bakışları Bige'ye döndüğünde kaşlarımı çatmama engel olamadım. Fulya kimdi ve ben neden her boşlukta Kenan'ın yanında bir kadın buluyordum? Bir kadınla meşgul olduğu için mi bir mesaj dahi atmamıştı? Fulya denen kadının kim olduğuna dair olan sorularımı geri yutarak önüme döndüğümde içim içimi kemirmeye başlamıştı bile. Kenan'ın şu an, ona aşırı derecede yakıştığını tahmin ettiğim o takımının içindeyken yanında başka bir kadının olduğunu düşünmek beni düşündüğümden daha fazla sinirlendirirken bu kadar hızlı duygu değiştirmem beni korkutmamış değildi. Aşağı indiğimde umuyordum ki hoş olmayan bir manzarayla karşılaşmazdım. Alt katta duran asansörün kapıları yavaşça açılırken söylememe gerek var mıydı bilmiyordum ama asansörden inen ilk kişi bendim. Bige ve Defne Teyze arkamdan gelirken, ben çoktan otelin ihtişamlı merdivenlerini inmeye başlamıştım. Giydiğim siyah topuklu ayakkabıların zeminde bıraktığı tok ve bir o kadar da sert ses bir an duraksayıp kendimi toparlamama yol açsa da bunu uzun vadeli başaramamıştım. Kırmızı halıyla kaplanmış basamakları inerken gözlerim de büyük salondaki insanları tarıyordu. Radarıma takılan annemle babama kısa bir an baktım. Yanlarındaki Turgay Amca'yla bir sohbet içerisindelerdi. Onlardan gözlerimi alıp bakışlarımı başka bir yöne çevirdiğimdeyse hiç görmek istemeyeceğim bir görüntüyle karşılaştım. Bakışlarım sertleşirken son basamağı da inmiştim. "Abime bak sen." diyen Bige'nin sesi kulaklarıma ulaşsa da dönüp ona bakamamıştım. Çünkü şu an benim sevgilim başka bir kadınla sarmaş dolaştı. Yanındaki Fulya denen kadının kolları ahtapot misali Kenan'ın boynuna sarılmıştı. Üstelik Kenan'ın eli, kadının belindeydi. Ben o eli kırar mıydım? Evet hem de hiç düşünmeden. 'Gerçek bir çift.' Biraz daha o kadından uzaklaşmazsa ortada bir çift kalmayacak. Gözlerimi o ikisinden çekip yanlarında duran Yiğit'e baktım. Onun da yanında uzun boylu bir adam vardı fakat onu tanımıyordum. O esnada başını çevirme gafletinde bulunan Yiğit beni fark etmişti fakat beni fark etmesi gereken o değildi. "Maran'cığım," dedi, koluma dokunan Defne Teyze. Bakışlarımı zorlukla onlardan alıp Defne Teyze'ye baktım. Sert bakışlarımla karşılaşan Defne Teyze bir an duraksa da yüzündeki gülümsemeyi eksiltmeden devam etti. "Fulya, Kenan'la Kılıç'ın liseden arkadaşı hatta babası Celal Bey'le iş yapıyorsunuz." dediğinde bahsettiği kişiyi hemen tanımıştım. Daha önce birkaç kere şirkette ağırladığımızı hatırlıyordum ama bu umurumda değildi. Şu an o kadına dokunmasını gerektiren bir durum yoktu. "Evet," dedim, boğazımı temizleyip. "Biliyorum." Cayır cayır yanan mavilerim Bige'nin bakışlarıyla karşılaştığında dişlerini hafifçe alt dudağına geçirip annesinin koluna girdi. "Babamların yanına geçelim biz, hadi." Defne Teyze onu onaylarken ben yerimden kıpırdamamıştım. Bundan dolayı ikisinin de bakışları bana döndüğünde zorlukla gülümsedim. "Siz geçin, geleceğim ben hemen." Defne Teyze'yle Bige, verdiğim cevaptan pek hoşnut olmasalar da itiraz etmeden yanımdan uzaklaştılar. Gözlerimin rotası tekrar aynı nokta olurken Yiğit'le bir kez daha göz göze geldik. Kılıç ortalıkta görünmüyordu, çünkü o sevgilim yüzünden bir operasyona kurban gitmişti. Babamla Turgay amcadan duyduğuma göre tüm ekip dışarıda, karavanlardan birindelerdi. Büyük ihtimalle birazdan onlardan birkaçı da salona giriş yapacak fakat bizimle hiçbir alakası yokmuş gibi davranacaklardı. Fakat vakti gelmemiş olacaktı ki ortalıkta Yasemin ve itici asistanı da görünmüyordu. Zihnimdeki düşünceleri, başımı hafifçe iki yana sallayarak def ettiğimde derin bir nefesi içime çekip onlara doğru adımlamaya başlamıştım. Yiğit, bu atağı fark edip Kenan'a doğru dönmüştü fakat bunu gördüğümde ona uyarıcı bir bakış attım. Yiğit, bu tavrımla birlikte kararından vazgeçerek ellerini giydiği kumaş pantolonunun ceplerine koyduğunda onun bir şey yapmasına gerek kalmadan Kenan'ın aşık olduğum gözleri, karşısındaki Fulya denen kadından ayrılıp beni bulmuştu. Avucumdaki telefonumu sıkmaktan parmak boğumlarım bembeyaz kesilmişti ve ben bunu ona ödetecektim. Benim yanıma bir kez bile uğramayı geç, bana bir mesaj bile atmıyordu ama burada başka bir kadınla güle oynaya sohbet ediyordu. Damarlarımda gezinen adrenalin, o kadını öldürmemi söylüyordu ve şu an ben, bunu yapabilecek durumdaydım. Kenan'ın yoğun bakışları üzerimde dolaşırken o gözleri, usulca üzerimde gezinmiş, aramızdaki mesafeye inat bir şekilde tüm bedenimin elektrik üretmesine neden olmuştu. Bakışları yırtmacımdan dolayı açılan bacağımda kısaca oyalandığında bundan hoşlanmadığını, hatta gece boyu bu konuda şikayette bulunacağını anlamıştım fakat hesaba katmadığı bir şey vardı. Ben bu geceyi ona zehir edecektim. Ben, öfkeyle soluyarak aramızdaki mesafeyi aşmaya çalışırken yeşil hareleri, dün boyattığım kızıl saçlarımı nihayet bulabilmişti. Ona olan öfkeme rağmen bu konudaki tepkisini delicesine merak ederken gözleri hafifçe kısıldı, bir süre daha kızıl saçlarımla ilgilendi. Bu esnada da aramızda kalan birkaç adımı hızla kapatmıştım. Zeminde yankılanıp adeta tüm salonu inleten topuk seslerim, daha ben yanlarına ulaşmadan onların bakışlarının bana dönmesine neden olmuştu bile. "Neredesin sen?" dedim, yapmacık bir şekilde gülümseyerek. Gözleri hala saçlarımdayken göz ucuyla Fulya'ya bakmıştım. Sarı saçları, bana sadece Diba'yı hatırlatırken aklıma düşen bakışlarla dişlerimi gıcırdattım. "Yenge saçlar fena olmuş," diyen Yiğit, sevgilisiyle birebir aynı kelimeleri sarf ettiğinde öfkemi kısa bir an kenara bırakarak ona kocaman, gerçekçi bir gülümseme sundum. "Ah," dedim, sahte bir hayıflanmayla. "Sonunda biri fark edebildi." "Ne yaptın sen kendine?" Kenan'ın sözleri kulaklarıma ulaşırken başımı hafifçe oynatarak tekrar ona çevirmiştim. Topuklu ayakkabılarıma rağmen ona hala alttan bakıyordum, sadece omuzlarına kadar uzanabilmiştim. Yeşil harelerindeki küçük çakıl taşlarını andıran parıltılar, saniyeler sonra gözlerimi bulurken bundan memnun olmamış gibi bir hali vardı. Bunu öyle bir söylemişti ki gerçekten beğenmediğini düşünmüştüm. Hatta öyle ki Fulya'yı bile unutmuştum. "Güzel olmamış mı?" dedim, elimi saçlarımdan geçirerek. Bozulduğumu fark ederek ifadesini toparlamaya çalıştığında gözlerimi kısarak ona baktım. "Beğenmedin!" "Evet," dediğinde gözlerimi büyüterek ona baktım. Bu esnada diğerleri de gülmüştü. "Yani hayır," dedi, şapşal bir tavırla. "Güzel olmuş da," "Da?" dedim, sorarcasına. Gözleri tekrar saçlarıma kaydığında gerçekten bundan hoşlanmadığını görmüştüm. "Güzel olmuş," Bu, hafifçe yutkunmama neden olurken şu an yalan söylediğini tabii ki anlayabiliyordum. Gözleri her şeyi açıkça ortaya döküyordu fakat bunu, sadece ben anlayabilmiştim. Onu tanıdığımı bilmiyor muydu? "Fulya bu arada," dedi, konuyu değiştirerek. Ardından gözlerini benden çekip Fulya'ya çevirdiğinde elini de ona doğru uzatmıştı. "Liseden arkadaşım," dediğinde Fulya, tatlı bir şekilde gülümseyerek elini bana uzattı. Bu esnada Kenan da tanımadığım o genç adamı göstermişti. Tıpkı Kenan gibi uzun boylu, iri yapılı bir adamdı. "Ozan da Fulya'nın eşi." dediğinde kaşlarım şaşkınlıkla havalandı ve gözlerim direkt Fulya'nın parmağındaki koca taşlı yüzüğü bulmuştu. "Memnun oldum," derken elimi kaldırıp onun havada kalan eliyle buluşturmuştum. "Maran ben de." dedim ve ardından eşi Ozan'la tokalaştım. O da tıpkı eşi gibi bana, içten bir gülümseme sunduğunda az önce kafamda yaptığım cinayet planlarından utanmıştım. Onlar, tamı tamına beş dakika içerisinde yanımızdan ayrıldıklarında Kenan'ın eli belime dolanmış, bakışlarımın ona dönmesini sağlamıştı. Mavi gözlerim onun yeşilleriyle karşı karşıya geldiğinde dakikalar önce tam olan enerjim düşmüştü ve o da bunu fark etmişti. Bir zahmet fark etsindi, bunun sebebi oydu. "Küs müyüz?" dedi, belimdeki eliyle yavaşça beni kendine doğru çekerken. "Hayır," dedim fakat iç sesim evet diye bağırıyordu. Büyük ihtimalle o da bunu anlamış, başını hafifçe omzuna doğru eğerek ifademi kontrol etmişti. "Küsmüşüz," dediğinde başımı yana doğru çevirip onun bakışlarından kurtulmaya çalıştım. Bu sırada Yiğit'in tüm dikkati bizdeydi ama bizi dinlemiyormuş gibi yapıyordu. "Maran," derken parmakları çenemi kavramış, başımı ona doğru çevirmemi sağlamıştı. "Ne oldu, anlat bana." Sorduğu sorunun saçmalığı sinirlerimi bozarken alayla gülmeme engel olamadım. "Ne mi oldu?" dedim ve tam o an benim dışımda bir erkek sesi de kulaklarıma dolmuştu. Bu kişiyi tanıyordum, Yiğit'ti. Aynı anda aynı şeyi merak etmiştik. Kenan'ın bakışları Yiğit'e dönerken Yiğit, başını hızla diğer tarafa çevirdi. "Ya resmen beğenmedin sen beni! Üstelik bunu anlamama rağmen yalan söylüyorsun gözümün içine baka baka!" dediğimde kaşları hafifçe çatıldı. "Saçmalama," dedi, bir çırpıda. "Niye yalan söyleyeyim sevgilim, delirdin mi?" dediğinde kollarımı göğsümde birleştirip trip modumu açmıştım. Bunu anladığında da ellerini kollarıma yaslayıp yavaşça aşağı indirdi. "Çok güzelsin yemin ederim," Burnumu kırıştırdım bu sözlerine karşılık. Gerçekten beni böyle mi kandıracaktı? "Güzel olduğumu tabii ki biliyorum!" diyerek ona çıkıştığımda Yiğit güldü. "Utanmadan bana yalan söylemeye kalkıyor bir de ya," derken dönüp Yiğit'e bakmış, onun da onayını almıştım. "Görüyor musun?" "Maalesef görüyorum yenge," Yiğit'in sözleri, Kenan'ın ona ters ters bakmasına neden olduğunda sıkıntılı bir nefes verip yerimden hareketlenmiştim. "Siktir git Yiğit," diyen sesini henüz ikinci adımımda duyduğumda birazdan peşime takılacağını biliyordum. Tam da düşündüğüm gibi peşime takıldığında, "Maran," "Defol," derken adımlarımı hızlandırmıştım fakat tam o an bileğimde hissettiğim güçlü eliyle birlikte kendimi bir anda bir duvarın arkasında bulmuştum. Tam karşımda duran heybeti, bana daha çok yaklaşırken bileğimi tutan eli hafifçe gevşedi. "Özür dilerim," Aynı tripli ifademle ona bakmaya devam ettiğimde nabzımın attığı yeri okşamaya başlamıştı. Yeşil gözleri, dikkatlice yüzümde gezinirken gözlerindeki ifade yumuşamaya başlamıştı fakat o, şu an suratına bir tane geçirmek istediğimi bilmiyordu. "Çok yakışmış yemin ederim," dedi, bir kez daha. Bunu söylerken kısa bir an saçlarıma bakmıştı. "Sadece değişiklik yapman hoşuma gitmedi, gerek yoktu bence." "Beğenmedin işte!" diyerek bir kez daha ona çıkıştığımda dudaklarını ıslatıp gözlerime baktı. "Bebeğim," dedi, uğruna her şeyimi verebileceğim bir tonda. "Allah belamı versin beğendim," derken elini kaldırıp yanağıma yerleştirecekti ki eline vurdum. "Ben dokunmaya kıyamazken sen saçlarını bile kestirmişsin." Son sözleri bunlar olurken kulaklarıma kısık bir şekilde ulaşan keman sesine ikimizin de nefes alış verişleri ortak ediyordu. Onun, kalbimi hızlandıracak bu sözleriyle birlikte dudaklarım arasından titrek bir nefes bıraktığımda hızla atan kalbim de ritmik bir şekilde onun göğsüne çarpmaya başlamış, salondaki keman sesine ortaklık etmişti. Beni bu kadar çabuk etkisi altına alması normal miydi? Tek bir bakışı bile bana birçok duyguyu aynı anda yaşatırken bu yaşadığım kesinlikle normal değildi. Gözlerinin rotası dudaklarım olurken eş zamanlı olarak yüzünü bana doğru eğdi. Ilık nefesi, tuzlu bir meltem gibi tenimi yalayıp geçerken çenemi hafifçe havaya kaldırıp aramızdaki bu gereksiz mesafeyi yarıya indirdim. Bunu yaptığımdaysa kirli sakalları tenimi gıdıklamıştı. Gözleri, dudaklarımda takılı kalırken bir eli de çoktan çıplak bacağımda gezintiye çıkmaya başlamıştı. Yüzünü bana doğru eğip alnını alnıma yasladığında elimi sakallı çenesine yerleştirdim. Son zamanlarda sakalları uzamıştı fakat bugün tıraş olduğu her halinden belliydi. Her zaman olduğu gibi yine kirli sakal bırakırken bu sefer bıyık da bırakmıştı ve bu, ona haddinden fazla yakışmıştı. 'Ülkücü bıyığı yani?' İç sesimin yine bir anda hiç olmadık yerde ortaya çıkıp söylediği şey, zorla gülüşümü bastırmama neden olurken neyse ki Kenan bunu nasıl olduysa fark etmemişti. Öylesine beni öpmeye odaklanmıştı ki gözü hiçbir şeyi görmüyordu. Şu an benim de ondan farkım yoktu. Sanki ilk kez beni öpecekmiş gibi avuç içlerim terlemeye başlamış, sanki az önce ona trip atan ben değilmişim gibi onun beni öpmesini beklemeye başlamıştım. Dudaklarını dudaklarımın üzerinde hissettiğim anda, "Kenan," diyen ses, irkilerek geri çekilmeme neden oldu. Bu hareketimle Kenan'ın eli daha sıkı bir şekilde elime dolanırken ikimiz de başımızı sesin geldiği tarafa doğru çevirmiştik. Üzerindeki siyah takımıyla birkaç adım ötemizdeki Gediz abiyle karşılaştığımda bulunduğumuz pozisyonu görerek eliyle küçük bir çocuk gibi yüzünü kapattı. Ona yakalanmış olmak, tüm yüzümün saçlarımla aynı renk olmasına sebebiyet verirken elimi Kenan'ın göğsüne yaslayarak onu kendimden hızla uzaklaştırdım. "Şey," dedim, başımı Gediz abiye çevirerek. Bu esnada da elini yüzünden çekmişti. "Gözüme şey oldu ondan şey ettik biz," Saçmalamaya başladığımı fark ettiğim an gözlerimi utançla yumduğumda Kenan'ın erkeksi kıkırtısını duymuş ardından da buna başka bir gülüş eklenmişti. Sağ gözümü açıp Gediz abiye baktığımda onun da gülerek bize doğru ilerlediğini gördüm. Sürekli rezil olan neden ben oluyordum? "Ben bir şey görmedim," dedi, müthiş bir oyunculukla. Yemyeşil gözlerini gözlerime diktiğinde utançla gözlerimi ondan kaçırdım. Şu an baştan ayağa kızardığıma emindim. "Konuşmamız gerek," diyerek kardeşine döndüğünde ben de başımı Kenan'a çevirdim. O, başıyla abisini onaylarken ben de araya girmiştim. "Ben sizi yalnız bırakayım," "Kusura bakma sevgilini bir beş dakikalığına almam gerekti," diyen Gediz abiye güldüğümde o da gülmüştü. "Hiç sorun değil." dedim ve tekrardan Kenan'a bir bakış attım. Onun gözleri, az önce beni öpememiş olmasından kaynaklı olarak arzuyla harmanlanmışken bakışları bir an olsun üzerimden ayrılmıyordu. Bu, beni daha da utandırırken adımlarıma yön vererek onların yanından hızla ayrılmıştım. Kalbim gümbür gümbür atarken dudaklarım arasından derin bir nefes vererek kendimi biraz olsun sakinleştirmeye çalıştım. Nasıl bir aptaldım da kendi kendimi heyecanlandırabiliyordum? En sonunda bir sigara içmeye karar vererek merdivenlere ilerlediğimde Yiğit'in, salonun çıkışında, dışarıda durup sigara içiyor olduğunu görmüştüm. Bu benim açımdan iyi olurken yukarı çıkmakla uğraşmayacağım için kısa bir an mutlu olmuş, basamakta kalan adımımı usulca indirerek Yiğit'e doğru ilerlemeye başlamıştım. Belki ondan bir dal ödünç alabilirdim? "Bana da versene," diyen sesimi duyduğu an laciverte çalan gözleri bana dönmüş, birkaç saniyeliğine gözleri arkamdaki bir noktaya kayarak orayı kontrol etmişti. Ardından parmakları arasındaki sigarayı dudakları arasına sıkıştırıp ceketinin iç cebinden sigara paketini çıkardı ve paketin arkasına hafifçe vurarak birkaç dalın dışarı çıkmasını sağladı. Elimi uzatıp bir dalı aldığımda bu sefer de çakmağı bana uzatmıştı. Sigarayı dudaklarım arasına sıkıştırıp elime tutuşturduğu çakmakla yaktıktan sonra çakmağı tekrar ona verdim. "Eyvallah." "Tribe devam mı?" dedi, gülerek. Buna karşılık kıkırdadığımda caddenin diğer tarafında bir hareketlilik olmuştu. "Aldı gönlümü," dediğimde başını hafifçe iki yana salladı. "Çok tehlikeli bir adam," Öyleydi ve ben bunu bilmeme rağmen ona her seferinde kanıyordum. "Öyle," dediğim sırada başımı caddenin diğer tarafına çevirme gafletinde bulunmuştum. Tam o an karşılaştığım beden, bana birkaç gece öncesini hatırlatırken gözlerim kısıldı. Elindeki telefonu kulağına yaslamış konuşurken bir yandan da parmakları arasındaki sigarayı içmekle meşguldü. Kısa saçları, onu ilk gördüğümün aksine omuzlarına kadar uzamıştı. Üzerindeki deri siyah pantolonuyla uyum sağlayan siyah uzun kollu body'le oldukça hoş görünse de ben, bunu kabullenmemeyi tercih ediyordum. Üstelik geçen gece sevgilimi arayıp rahatsız etmişken. İKİ GÜN ÖNCE Kulaklarıma ulaşan telefon melodisiyle rahatsızca yerimde kıpırdandığımda hoşnutsuzca homurdanıp başımın altındaki bedene daha çok sokulmuştum. "Ya aç ya da kapat şunu," dedim, uykulu bir sesle. Neredeyse dakikalardır çalıyor, beni uykumdan mahrum ediyordu. Başımı yasladığım bedeni hareketlenirken gözlerimi hafifçe araladım ve başımı, göğsünden uzaklaştırarak onun yanımdan kalkmasına izin verdim. O, komodindeki telefonunu alıp yanımdan kalkarken ben de sırtımı ona doğru dönerek yarım kalan uykuma dönmeye koyulmuştum. "Efendim?" Boğuk sesi kulaklarıma ulaşırken açılan balkon kapısının sesiyle birlikte sesi benden uzaklaşmıştı fakat bu, onu duymama engel değildi. Tüm uykum bir anda dağılmış, canımı sıkmıştı. Başımı yastığa yaslayıp üzerimdeki yorgana daha çok sokulduğumda, "Bunun için mi bu saatte aradın?" Kapattığım gözlerimi tekrar açıp karşımdaki gri duvara diktiğimde Kenan'ın sıkıntılı sesi, meraklanmama yol açmıştı. "Ne görüşmesi bu saatte Esvet, kafayı mı yedin?" Duyduğum isim, kaşlarımın hafifçe çatılmasına neden olurken bu ismin onun dudaklarından dökülmesi de bir o kadar canımı sıkmış, uykumdan uyandırılmamın sebebinin bu kadın olması da küplere binmeme yetmişti. Üstelik o, gecenin bir körü sevgilimi arayıp görüşmek istediğini mi söylemişti? Umuyordum ki yanlış duymuştum. "İşle alakalı bir sorun mu var?" dedi, sakinlikle. Aradan geçen saniyelerin ardından, "Neden aradın o zaman?" dediğinde bundan rahatsızlık duyduğunu anlamak zor olmamıştı. Açıkçası en az onun kadar ben de bundan rahatsızlık duymuştum. "Esvet lütfen," derken en sonunda dayanamayarak yattığım yerden doğrulmuştum. Dağılan saçlarımdan elimi geçirip onları bir düzene sokmaya çalıştığımda kulaklarım, balkonda geçen konuşmadaydı. "Evine git ve uyu, ayıldığın zaman konuşuruz tamam mı?" dediğinde bakışlarımı ona çevirdim. Gerçekten onunla konuşacak mıydı? Tüm sinirlerim altüst olurken dudaklarım arasından derin bir soluk bıraktım. O esnada da ona ne söylemişti duymamıştım fakat aramayı sonlandırıp içeri girdiğinde göz göze gelmiştik. Gözleri, dağınık olduğuna yüzde yüz emin olduğum saçlarıma kısa bir an kaydıktan sonra adımlarını yatağa yöneltip telefonunu komodine bıraktı. "Kimmiş?" dedim, uykulu bir sesle. Gözlerim onu takip ederken o yanıma uzanıp, elini de bileğime sararak beni yanına çekmişti. Ona karşı koyamayan yorgun bedenim bu hareketiyle birlikte yine ona sokulurken bana cevap vermişti. "Mahzenden aradılar," dediğinde yalan söylemediğini ama doğruyu da söylemediğini fark etmiş, ona ters ters bakmıştım. Bu bakışlarımı fark ettiğinde başımı göğsüne yasladı. "Şimdi değil, sabah tartışırız." "Unutacağımı sanıyorsan yanılıyorsun," dedim, gözlerimi kapatmadan önce. "Keşke unutsan," dedi, mırıltı halinde. Tam o an başımı kaldıracağım esnada başımı iyice göğsüne bastırmış, buna müsaade etmemişti. "Uyu sevgilim, sonra." dediğinde ona tek kelime dahi etmeyerek elimi beline dolamıştım. Onun bir eli de çıplak sırtımdayken diğer eliyle saçlarımı okşayıp beni iyice etkisiz hale getirmişti. ŞİMDİ Tabii ki unutmamıştım! O unuttuğumu sanarken bense bunu bilerek dile getirmeyip asıl kişiden bunun hesabını sormak için kendimi hazırlamış, zırhımı giymiştim. Şimdi ise o, karşımdaydı. Caddenin tam karşısındaki karavanın önünde kulağına yasladığı telefonla konuşurken bir anda bu tarafa dönmüş, mavi gözlerimiz birbirleriyle kavuşmuştu. Fakat bu kavuşma, hoş sonuçlanabilecek bir kavuşma değildi. Gözleri ağır ağır üzerimde gezinip tıpkı Kenan'ın yaptığı gibi kısaca saçlarıma da uğradığında henüz yeni yaktığım ama parmaklarım arasında da kendi kendini tüketmiş olan sigarayı yere atıp topuklu ayakkabılarımın ucuyla söndürdüm. Bu hareketimle Yiğit'in dikkatini çektiğimde gözlerini yüzümde hissetmiştim. "Geliyorum ben," dedim, adımlarımı yolun karşı tarafına doğru yönlendirirken. Nereye doğru hareketlendiğimi fark eden Yiğit de sigarasını hızla söndürüp peşime takıldığında Esvet de dakikalardır içerisinde olduğu telefon konuşmasını sonlandırıp sigarasından son bir nefes daha çekerek yanındaki çöp kutusuna atmıştı. "Nereye gittiğimizi öğrenebilir miyim?" diyen Yiğit'in sesini duyduğumda adımlarıma zor ayak uydurduğunu görmüştüm. Topuklu ayakkabılarıma rağmen onun aksine daha iyi yürüyordum. Omzumun üzerinden bir bakış attım. "Sen bir sigara daha yakabilirsin," dediğimde bir bana bir de Esvet'e baktı. Onun bakışları ikimizin arasında mekik dokurken Esvet'le aramda kalan birkaç adımı kapatmıştım. Onun gözleri benim gözlerime tutunurken bir adım daha atıp tam karşısında durdum. Bakışlarım küçümseyici bir hal alırken kollarımı göğsümde birleştirip ona üstten bir bakış attım. "Konuşabilir miyiz biraz?" dedim, buz gibi bir tonda. O da tıpkı benim gibi kollarını göğsünde birleştirdiğinde Yiğit de bir adım gerimde durmuş, meraklı bir tavırla bizi izlemeye koyulmuştu. Bir çekirdeği eksik olmalıydı. "Ne hakkında?" dedi, uyuz bir tavırla. Bu, sinirlerimi bozarken biraz daha sakin kalabileceğime karşın kendime telkinlerde bulunmaya başlamıştım. "Sevgilimi gecenin bir köründe arayıp rahatsız etmen hakkında," diyerek hızla konuya girdiğimde gözleri, arkamdaki Yiğit'e kaymıştı fakat hızla toparladı. O tavrından asla ödün vermiyor, ona yapacaklarımdan korkmuyordu bile. "Neyi merak ediyorsun anlamadım," dediğinde ağzının ortasına bir tane geçirmek istemiştim. Kenan bu kadınla nasıl vakit geçirmişti, anlamıyordum. Tamam, güzel olabilirdi. Haddinden fazla çekici bir kadın da olabilirdi ama bu, görüyordum ki yetmiyordu. "Neden aradın?" dedim, daha fazla dayanamayarak. Bununla birlikte dudakları yavaşça yukarı kıvrıldığında dilimi ısırdım. Onu keyiflendirmiştim. "Bunu neden ona sormadın?" dedi, alayla gülerek. "Ona mı yoksa kendine mi güvenmiyorsun?" dediğinde bu sefer alayla gülen ben olmuştum. Hatta öyle ki küçük bir kahkaha atmış, başım hafifçe geriye düşmüştü. "Ben Kenan'a da," dedim, gülüşümü durdurabildiğim ilk anda. "Kendime de güveniyorum, merak etme." dediğimde kaşları havalandı. "Hatta ona o kadar çok güveniyorum ki, sana göz ucuyla bakmayı bırak, yanlışlıkla bakmayacağından bile eminim." Sözlerim, alaylı ifadesinin iyiden iyiye kırılmasına neden olurken bunu fark ettirmemeye çalışıyordu fakat pek başarılı olduğu söylenemezdi. "Onun gözü benden başkasını görmüyor ki, sana baksın!" derken gülmüş, onun az önce yaşadığı keyfi ben yaşamaya başlamıştım. Arkamdaki Yiğit de hiç sesini çıkarmadan keyifle bizi dinlemeye devam ediyordu. "Bu, seni ilk ve son uyarışım olacak," derken aramızda kalan bir adımlık mesafeyi korumaktan vazgeçip usulca o adımı atmıştım. Normalde ondan kısayken topuklularım sayesinde boylarımız eşitlenmişti. Mavi gözleri, benim mavi gözlerimde hoşnutsuzca gezinirken dudaklarımdaki gülümseme oldukça gerçekti. "Sevgilimden uzak dur," dediğimde o gülümseme yavaşça solmuş, ifadem ciddi bir hale bürünmüştü. "Onu gecenin bir vakti rahatsız ettiğine bir kez daha şahit olursam düşündüğünün aksine saçını başını yolmam, yemin ederim seni gebertirim," Benden bu çıkışı beklemiyor olacak ki gözlerinde bir şaşkınlık yakalamıştım fakat bu kısa sürmüştü. Kaşlarımı kaldırdım söylediklerimi desteklercesine. "Duydun mu beni? Seni bir daha uyarmayacağım ama sen, sınırlarımda cirit atarsan," dedim, son kelimeleri sarf ederken. "İşte o zaman kork benden." Son sözlerim bunlar olurken şu anlık söyleyecek ya da yapacak fazla bir şeyim yoktu. Dediğim gibi eğer onunla en ufak bir diyaloga girse bile yapacaklarımdan korkmalıydı. Bakışları gözlerimin en ücra köşelerinde gezinmekten çekinmezken az önce atıp aramızdaki mesafeyi sıfıra indirdiğim adımımı geriye doğru attım ve şirince gülümsedim. "Gidelim, Yiğit." Arkamı dönüp onun yanından ayrıldığım an, günlerdir içimde olup bana işkence yaratan o şeyden nihayet kurtulmuş hissediyordum. Ona gereken her şeyi söylemiş ama henüz ona hiçbir şey yapmamıştım. Bunun gerçekleşip gerçekleşmeyeceğine ise kendisi karar verecekti. Yiğit yine peşimden gelirken bu sefer ne ben hızlı adımlıyordum ne de o bana yetişmeye çalışıyordu. Adımlarımız yan yana ilerlerken tam o an dışarı, az önce onun için savaş verdiğim Kenan çıkmıştı. Ceketinin cebinden çıkardığı sigara paketinden bir dal çıkarırken gözleri birini ararcasına etrafta dolaşıyordu. "Yenge senden korkulur," dedi, Yiğit atlatamadığı şokla. "Sakın Kenan'a bir şey söyleme," derken ona dönüp bakmıştım. "Onun nutuklarıyla uğraşamam şimdi." dediğimde güldü. "Açıkçası nutuk çekeceğini sanmıyorum, birbirinizi bulmuşsunuz ne de olsa," dediğinde kıkırdamama engel olamamıştım. Tam o esnada Kenan'ın gözleri bizim olduğumuz tarafa dönmüş, aradığı şeyi bulmuşçasına gözleri benim üzerimde takılı kalmıştı. Aramızda kalan kısacık mesafeyi büyük adımlarla kapattığımda kravatını çıkarmış olduğunu görmüştüm. Beyaz gömleğinin ilk üç düğmesini bile daha ilk dakikadan açmıştı. "Kravatını niye çıkardın sen?" dedim, elimi kaldırıp onu gösterirken. Bununla birlikte küçük bir çocuk gibi omuz silkti. "Bunaldım," "Aşkım daha gece başlamadı," derken havada kalan elimi indirip yakasını düzeltmiştim. "Ne ara bunaldın?" O, hipnoz olmuşçasına gözlerini gözlerimden ayırmazken Yiğit'in telefonu çalmış ve birkaç adım bizden uzaklaşarak telefonuyla konuşmaya başlamıştı. "Ne?" dedim, bu bakışlarına karşılık. "Çok güzelsin," dedi, birden. Dudaklarım yukarı kıvrılırken gözleri, iki yana çekilen dudaklarıma kaymıştı. Uzun bir süre de orada oyalandığında hızla çarpan kalbimi görmezden gelememiş, ona doğru yaklaşıp dudaklarına kapanmıştım. Rujlu dudaklarım onun dudaklarında yumuşakça hareket ederken sanki bunu bekliyormuş gibi hızla dudaklarımı karşıladı. Eli, siyah elbisemin sardığı ince belime dolanırken öpüşmemizin uzun sürmemesine gayret etmiştim. Eğer ona izin verseydim biliyordum ki geri dönüşü olmayan yollara girecektik. "Teşekkür ederim," dedim, tatlı iltifatına karşılık. Ardından gömleğinin yakasında asılı kalan elimi, sakallarının çevrelediği yanağına çıkarmıştım. "Siz de pek yakışıklısınız, maazallah taksimetre çok yazacak," dediğimde erkeksi kıkırtısı kulaklarımı şenlendirmişti. Tek bir gülüşle aydınlanan yüzü, gülümsemekten çenemi ağrıtırken parmakları arasındaki sigarayı bana doğru uzattı. Onu geri çevirmeyip sigarayı elime aldığımda belime gömülen parmakları usulca hareket edip gıdıklanmama yol açıyordu. "Bakıyorum da ağzımız iyi laf yapıyor," Elimdeki sigarayı dudaklarıma yaklaştırıp derin bir nefesi içime çekmeden önce ona hızlıca yanıt verdim. "E konu sensin," Cilveli tavırlarıma karşılık yüzünü yüzüme yaklaştırıp sağ yanağıma koca bir öpücük bıraktığında kirli sakalları tenime batmıştı. Gıdıklanarak başımı omzuma doğru eğerken dudaklarımdan bir kıkırtı döküldü. "Kenan," dedim, gülüşlerimin arasında. Gıdıklanmam onun daha çok hoşuna giderken beni öpücüklere boğmaya devam etmiş, kahkahalara boğulmama neden olmuştu. Tam o esnada elimdeki telefonum çalmaya başladığında elimi göğsüne yaslayarak onu kendimden uzaklaştırmaya çabaladım. Bu çabamı da boşa çıkarmayıp benden uzaklaştığında gülüşlerimi zar zor bastırarak çalmaya devam eden telefonumun yanıp sönen ekranına baktım. Annem arıyordu. Elimdeki sigarayı tekrar ona uzatıp aramayı yanıtladığımda yarısına gelmiş olan sigarayı dudakları arasına sıkıştırmıştı. "Efendim?" dedim, keyifli bir sesle. "Neredesin, kuzucuğum?" diyen annemin sesi de en az benimki kadar neşeli gelirken gülümsedim. "Dışarıdayım, Kenan'la." dediğimde Kenan'a bir bakış attım. Onun ismi dudaklarımdan döküldüğü an başını çevirip bana bakmıştı. "Bir şey mi oldu?" "Babaannen geldi, seni soruyor. Gel de bir görsün seni." "Tamamdır, geliyorum hemen." Onunla olan kısacık telefon konuşmasını sonlandırıp Kenan'a baktığımda bitmemiş olan sigarasını söndürdü. "Babaannem gelmiş," dediğimde dikkatini çekebilmiş gibi görünüyordum. Bunu söylediğim an başını kaldırıp bana bakmıştı. İfadem muzip bir hal alırken, "Hadi gel seni onunla tanıştırayım." Bu söylediğim kaşlarının alayla havalanmasına neden olurken bir an yanlış bir şey söyleyip söylemediğimi düşünmüştüm fakat söylediğimde hiçbir şey yoktu. "Babaannenle?" dedi fakat dalga geçer gibi bir hali vardı. Onu başımla onayladığımda güldü. "Olur tamam," dediğinde elini tutup onu salona doğru sürüklemeye başlamıştım bile. Az önce çıktığım salona bu sefer beraber girdiğimizde salonda yankılanan keman ve piyano sesleri anında kulaklarıma ulaşmıştı. Gözlerim etrafta kısaca dolaştıktan sonra bizimkilerin olduğu masayı bulmuş, adımlarımı oraya doğru yönlendirmiştim. Hemen hemen herkes o koca masanın etrafında toplanmıştı. Firuze'nin kucağındaki Eftal, şimdi de herkesin ilgi odağı olmuştu. Bütün gün Eftal'in tonton yanaklarını öpmeye doyamamıştım ve büyük ihtimalle bütün gece de aynısını yapacaktım. Bugün Firuze hazırlanırken onunla bolca ilgilenmiştim. O da bana sandığımdan fazla kısa bir sürede alışmış ve galiba benimle eğlenmeye başlamıştı. Hatta en son bıraktığımda yorulduğu için uyuyakalmış, dadısı da onu alıp Firuze'nin odasına götürmüştü. Anladığım kadarıyla da yeni uyanmış olmalıydı. "Eftal!" diye cıvıldadığımda Eftal'in iri ela gözleri bana döndü. Beni gördüğü anda güldü ve kollarını bana doğru uzattı. O kolları yerdim ama! "Gel bakalım, fıstık." Firuze, gülerek kızını bana doğru uzattığında onu kollarım arasına alıp yanaklarına kocaman birer öpücük bıraktım. "Oh!" Gülen gözlerim masada kısaca dolaşıp bir çift deniz gözü ararken nihayet aradığımı bulmuş, gülümseyen yüzüm daha da genişlemişti. Kucağımdaki Eftal'i tekrar annesinin kollarına bırakıp tüm heybeti ve ihtişamıyla masanın diğer tarafında kendini belli eden babaanneme doğru adımladım. Onun babama, babamın da bana aktarmaktan hiç çekinmediği mavi gözleri beni görür görmez ışıldamaya başladığında ensesinde zarifçe toplanmış olan gri saçlarına kısa bir an gözlerim kaydı. Onu uzun zamandır görmüyordum. En son doğum günümde bana boynumdaki o kolyeyi hediye ettiğinde onu görmüştüm. Yurt dışında kendi fildişi kulesinde kedileriyle bir hayat sürüyor, ara ara kendini bize gösteriyordu. Hafifçe açtığım kollarımı onun boynuna doladığım an burnuma dolan yasemin özlü parfümünün kokusu, küçüklüğümden beri olduğu gibi yine beni mest ederken onun güven verici elleri de benim sırtıma yaslanmıştı. "Ahu'm," dedi, özlemle. Sırtımı sıvazlayan elleri saçlarımı bulurken yanaklarına birer öpücük bıraktım. "Kocaman kız olmuşsun sen görmeyeli." Söyledikleri beni güldürürken elini avucum içerisine hapsetmiştim. "22 yaşındayım ben ayol, unuttun mu?" dediğimde başta o olmak üzere masanın etrafındaki herkes gülmüştü. "Hala beş yaşındaki o küçük, şımarık kız çocuğusun ama," Sözleri, dudaklarımda buruk bir gülümseme bırakırken yanağımı usulca okşadı. "Minik kuzum benim." Onun gözleri benden kısa bir süreliğine arkamdaki bir noktaya kaydığında dudaklarındaki gülümseme yerini korudu hatta daha fazla genişledi. Ben de başımı omzum üzerinden arkaya doğru çevirdiğimde az önce arkamdan sürüklediğim Kenan'a baktığını böylelikle anlamıştım. "Kenan?" diyen babaannem, bakışlarımın tekrar ona dönmesine neden olurken gözlerim şaşkınlıkla irileşti. Onu tanıyor muydu? Kenan, yeşil harelerine de yansıyan tatlı gülümsemesiyle birlikte babaanneme yanaşırken ben ise şok içerisinde onları izliyordum. O ikisi sıcak bir kucaklaşma yaşadığında bakışlarım ikisi arasında mekik dokuyor, olanları algılamaya çalışıyordum. Hadi ama yine her şeyden bihaber olamazdım! "Nasılsınız?" dedi, geri çekilmeden hemen önce. Babaannemin mavi gözleri pırıl pırıl parlıyor, ara sıra bir ona bir de bana bakıyordu. "İyiyim kuzucuğum," dedi ve ardından gözlerindeki anlam veremediğim o buruklukla masadakilere döndü. "Ben görmeyeli herkes kocaman olmuş." dediğinde herkes gülmüştü fakat babam ona sitem dolu bir bakış attı. "En son ne zaman geldiğini sen bile hatırlamadığın için öyle düşünmen normal anneciğim," dediğinde bu sefer babaannem şen bir kahkaha atmıştı. Onların bu atışması rutin gibi bir şeydi. "Bana böyle söylüyorsunuz ama sizin de hiç ziyaretime geldiğiniz yok!" dedi, babama sahte bir sitemle karşılık vererek. "Kenan her seferinde yanıma uğruyor halbuki, şu çocuk kadar olamadınız." dediğinde gözlerimi kısarak Kenan'a baktım. Az önce dışarıda ona, onu babaannemle tanıştırmak istediğimi söylediğimde resmen benimle dalga geçmişti. Oysaki o, babaannemle oldukça yakınen tanışıyorlardı. Fakat benim bundan neden haberim yoktu? "Aslında," dedi, söze girerek. "Uzun zamandır ben de uğramıyorum." Sözleri bu sefer de kaşlarımın havalanmasına yol açarken babaannem çoktan onu yanına çekip oturtmuştu bile. "Evet, görmeyeli daha da yakışıklı bir adam olmuşsun," diyen babaanneme üstten bir bakış attım. "Sen de mi, babaanne?" dediğimde babaannem neyden bahsettiğimi anlamamıştı fakat anlayan herkes bir kez daha kahkahalara boğulmuştu. "Ay küçükken de öyleydi o," diyen annem, babaannemin anlamsız bakışlarının ona dönmesini sağladığında ben de Kenan'ın yanına oturmuştum. "Tek fark tombik olmasıydı ama", Gülerek söylediği şey Defne teyzenin de gülmesine neden olurken bu sefer o konuşmuştu. "Öyle deme, üzülüyordu çocuğum," dediğinde Kenan, ona kirpikleri altından bir bakış göndermişti ama annesi onu umursamadı. Bu beni güldürürken bu sefer de onun gözleri beni bulmuştu. "Gülme," dediğinde elimi dudaklarıma örtüp ona çaktırmamaya çalışarak gülmeye devam etmiştim fakat o bunu fark etti. "Maran," "Tamam tamam," dedim, elimi sallayarak. "Gülmüyorum," Dudaklarımı birbirine kilitleyerek gülüşümü bastırdığımda birkaç saniye bana baktı. Bir kez daha bir gülme krizine kurban gitmemek için bakışlarımı ondan uzaklaştırıp etrafı kontrol ettiğimde Kılıç'la konuşmakta olan Yasemin'i görmüştüm. Onun geldiğini görmemiştim ve çok şey kaçırmıştım. "Kılıç, kolyeyi alabilecek mi sence?" derken tekrar ona dönmüştüm. Beni, şüphe etmeden başıyla onayladığında, "Nasıl bu kadar eminsin? Belki kadın ne yapmaya çalıştığınızı anladı ve asıl o bize oyun oynuyor." "Öyle bir atağı bekliyorlar zaten ama onların önlem almalarına fırsat vermedik," diyerek beni yanıtladı ve ardından ekledi. "Kılıç'ın da zorlanmadan bu gece o kolyeyi alacağına eminim." "Taşı nasıl değiştirecek ki? Bu uzun sürmez mi? Sonuçta asistanı kıçından ayrılmıyor, en sonunda onun yokluğunu fark edecektir." dediğimde gözleri de kısa bir an samimi bir sohbetin içerisinde olan Kılıç'la Yasemin'e kaymıştı. Onların yanında da o uyuz asistanı vardı. "Kılıç'ın babası önceden değerli taşlarla ilgileniyordu, hâlâ da ara sıra bu işle ilgilendiğini biliyorum. Dolayısıyla Kılıç'ın da bu işlerde eli oldukça hızlı olduğu için zaten onu seçtik," dedi, kısaca açıklayarak. "Asistanı için de bir şeyler düşündük," dediğinde tam o an görüş açıma, turuncu saçları neredeyse beline kadar uzanan Rojo girmişti. Üzerindeki kırmızı mini elbiseyle onu tanıdığımdan oldukça farklı görünüyordu. Siyah kargo pantolonları dışında ilk defa onu böyle görüyordum. Açıkçası bu, ona yakışmıştı da. Elindeki şampanya kadehiyle onların bulunduğu yöne ilerlerken bakışları etrafta normal bir şekilde dolaşıyordu. Tam o esnada da Kenan'ın ne demek istediğini anlamış olmuştum. Rojo, Yasemin'in asistanının yanından geçerken bilerek ona çarpmıştı. Bu yüzden de elindeki şampanya, hem onun hem de adamın üstüne dökülmüştü. "Önüne baksana!" Rojo'nun ince sesi, tüm salonu inletirken gözlerimi irileştirip onu izlemeye koyuldum. Elindeki kadehi birazdan adamın kafasına geçirecekmiş gibi duruyordu fakat tek öfkeli olan o değildi. Yasemin'in asistanı da oldukça sinirlenmiş gözükürken eliyle gözlüğünü düzeltti. Biraz ilerisinde duran Yasemin de şaşkınlıkla onları izliyordu. "Siz çarptınız hanımefendi," dedi, öfkesine rağmen kibarca. Bu, kıkırdamama neden olurken Yasemin araya girerek ikisi arasında yaşanacak olan tartışmayı önlemişti. "Olcay," dediği an Kılıç'ın bakışları da onun olduğu yere dönmüştü. Aynı tepki bende de oluşurken çok geçmeden asistanının adının Olcay olduğunu anlamıştım. Ben anlamıştım anlamasına ama Kılıç'a ne oluyordu? "Sen arabada bekle beni," dedi ve ardından Rojo'ya dönerek, onun adına özür dilemişti. "Kendi ayağıyla geldi gibi bir şey oldu," dediğimde Kenan da benimle aynı fikirde olduğunu belirtmişti. Olcay, Yasemin'in de isteğiyle eşyalarını alarak salondan çıkarken Rojo da beni şaşırtarak onun bu özrünü kabul etmişti ama sanki bu, operasyonun bir parçası değilmiş gibi elbisesi mahvolduğu için oldukça öfkeli görünüyordu. O, yanlarından ayrılırken Kılıç'la Yasemin'in arasında ne gibi bir konuşma geçmişti bilmiyordum ama onlar da çok geçmeden salondan çıkmışlardı. "Olcay deyince aklı başından gitti, şapşal çocuk!" Sözlerim Kenan'ı güldürürken Batuhan'dan gelen bir mesajı yanıtladığını görmüştüm. "Olcay'dan korkuyor," dediğinde güldüm. "O niye?" "Kızı tanımak yerine bir sapık gibi araştırmış ve edindiği bilgiler sonucunda onun judoyla ilgilendiğini öğrenmiş," Sözleri, benim kahkaha atmamı sağladığında başım hafifçe geriye düşmüştü. Olcay, sadece judo değil tüm dövüş sanatları üzerine eğitim almıştı. Onun bu işe müthiş bir yatkınlığı vardı ve ben de bir ara onunla kickboks'a başlamıştım. Hala da beraber gidiyorduk. "Şaka yapıyorsun?" dedim, şaşkınlıkla. "Şaka yapmayı ben de isterdim." dediğinde bir kez daha gülmeme engel olamadım. "Daha bildiği neler vardır düşünmek istemiyorum." "Sizdeki kronik ruh hastalığı!" dediğimde başını telefonundan kaldırıp bana baktı. "Ben ruh hastası mıyım?" dedi, ifademi inceleyerek. Bir de soruyordu. "Hiç değilsin ya," dedim, alayla. "Hatırlatırım Araz'ın elini kırmıştın, çok uzak bir tarih değil," dediğimde göz devirdi. "Uraz'ı da aynı şekilde uyarmıştın (!)" Sözlerimin ardından bir an duraksadım. "Hakikaten isimleri kafiyeliymiş lan," "İkisinin de amına koyayım," diyerek kaba bir tepki verdiğinde ona ters ters baktım. "Araz olayını hala merak ediyorum," dediğimde bana ters bir bakış göndermişti. Bu kadar ısrarcı olmama ayar oluyordu. "Anlat hadi." "Neyi merak ediyorsun bu kadar?" derken omuz silkmiştim. "Konu sadece benimle alakalı değildi ve bunu merak etmeye hakkım var bence." diyerek kendimi açıkladığımda dilini alt dudağının üzerinden geçirip burnundan sert bir nefes verdi. Bu, susmam gerektiğinin sinyalini verirken onu umursamadım. "Susmayacağım boşuna uğraşma," Başımı hafifçe iki yana salladım. "Anlatacaksın." Bir süre aramızda hoş olmayan bir bakışma geçtiğinde, "Kalk," dedi, masada duran telefonunu alıp ayaklanmadan hemen öncesinde. "Nereye? Bu kadar ısrar ettiğim için benim de mi bir yerlerimi kıracaksın yoksa?" dediğimde sert bakışları olduğu yerden saniyeler içerisinde ayrıldı ve bu söylediğime gülmeye başladı. "Sen iyice ayı yaptın beni," derken yerimden kalkmış, sohbete dalan babamlar bizi fark etmeden onların yanından ayrılmıştık. "E ayı olmadığını da söyleyemem," dedim, omuz silkerek. Bu, bakışlarının bana dönmesine neden olurken başımı çevirip ona baktım. "Şaka." dediğimde başını, umutsuz vakaymışım gibi hafifçe iki yana salladı. İkimiz de kimsenin dikkatini çekmeden büyük salondan çıktığımızda Kenan, sigara paketinin içerisinden iki dal sigara çıkarıp birini benim için diğerini de kendisi için yaktı. Son zamanlarda sigarayı azaltsam da onu geri çevirmedim ve derin bir nefesi içime çektim. Kenan, elimi tutup parmaklarımızı birbirine kenetlerken adımlarımızı da bar kısmına yöneltmiştik. Şu an bir kadeh şarap içmek bana iyi gelecekti, buna emindim. Üzerimdeki yorgunluğu bir an önce atmak istiyordum. "Eee?" dedim, gürültülü müzik kulaklarıma dolarken. Bununla birlikte yüzümü buruşturduğumda bana çarpacak olan kadından Kenan beni kurtarmıştı. Elimi bırakmadan kolunu omzuma attığında devam ettim. "Anlatacak mısın?" Soruma cevap vermediğinde beni duyup duymadığını anlamak için başımı kaldırıp ona baktım. Tam o anda da bar tezgâhının önünde durmuştuk. Elimi bırakıp beni bir bar taburesine oturttu ve boynuma içli bir öpücük bıraktı. Dudaklarım yukarı kıvrılırken benden uzaklaşıp ceketini çıkardı ve yanımdaki tabureye oturdu. Gömleğinin kol düğmelerini de çözüp kollarını yukarı doğru sıyırırken onu izliyordum. Ben onu izlerken barmene doğru dönüp bir şişe şarap ve viski istediğinde genç çalışan da hızla arkasını dönmüş, onun isteğini yerine getirmek adına işe koyulmuştu. "Şarap içeceğimi nereden çıkardın?" dedim, muzip bir ifadeyle. Sorumla birlikte gözlerini bana çevirip güldü. "Başka bir şey içtiğini görmedim," Sırıtarak taburemi ona doğru ittiğimde yarısına bile gelmediği sigarasını söndürdü ve elini çenesine yaslayıp gözlerini üzerime dikti. "Blush favorimdir." "Biliyorum," Önüme bırakılan şişe şarap ve dolu kadehle gözlerimi ondan almak zorunda kaldım. Uzanıp kadehi elime aldığımda onun da önüne bir kadeh viski bırakılmıştı. "Pinot Grigio en sevdiğin hatta." Dudağımı vay be dercesine büzüp şarabımdan bir yudum aldım. "Benimle ilgili hiçbir şeyi unutmuyorsun bakıyorum da?" Başını iki yana sallayıp iç çektiğinde ben de sigaramı söndürmüştüm. "Nasıl böyle bir günah işlerim?" Uzanıp tek elimle yanaklarını sıkıştırdım ve dudaklarına kocaman bir öpücük bıraktım. Bu kadar tatlı olmamalıydı. "Ne kadar romantik bir bey!" O homurdanmaya başlamadan ellerimi yüzünden uzaklaştırdığımda elindeki kadehi kafasına dikti. O, içkisini yenilerken ben de bir kez daha, bir anda iştahımı kabartan pembemsi sıvıdan büyük bir yudumu damağımla buluşturmuştum. Bununla birlikte geride bıraktığı o tatlı, hoş tadı her seferinde olduğu gibi yine beni mest ederken onun yine telefonunda harıl harıl mesaj yazıyor olduğunu görmüştüm. "Eline yapıştı," dedim, kadehi bırakırken. "Bırak şunu da konuş artık." dediğimde çok geçmeden telefonu elinden bıraktı ve yenilediği viskisinden bir yudum daha aldı. "Kaçmıyorum bakma öyle," dedi, ters bakışlarıma ithafen. Ardından da dudaklarından bir soluk bırakıp bana baktı. "Bir dönem yakındık," diyerek söze başladığında elimle onu geçiştirdim. "Evet bunları biliyorum, lafı dolandırmaya çalışma o yüzden," dediğimde erkeksi kıkırtısı kulaklarıma ulaştı. "O dönem Serafina'ya ilgisi vardı," dedi, en sonunda. Bunu söylemesi bayağı vaktini almış, o ismi duyduğum anda benim de içimde bir yerlerde cılız bir şekilde yanan o ateşi harlamaya yetmişti. Çatılmaması için büyük çaba sarf ettiğim kaşlarıma engel olabildiğimde tekrar kadehime uzandım. Hissettiğim kıskançlıkla yanağımın içini dişlediğimde tırnaklarımı da kadehin yüzeyine sürtmüştüm. Bu kadının sık sık ismini duyuyor, ona karşı gereksiz bir merak duyuyordum. Sarışın mıydı yoksa esmer miydi? Belki kızıl? Yüksek ihtimalle benim aksime daha zayıf, uzun boylu bir kadındı. Daha önce Kenan'ın onun güzel olduğundan bahsettiğini hatırlıyordum. Peki Kenan'a olan bakışları nasıldı? Benim gibi duygu yüklü bakmış mıydı hiç? Hadi ama, Kenan'dan bahsediyorduk. Neredeyse her kadının hayallerini süsleyebilecek 'o' adamdı. Oldukça yakışıklı, oldukça da kibar biriydi. Sadece kadınlarla değil, karşısındaki her kim olursa olsun konuşma tarzına dikkat eder, ona göre davranırdı. O yemyeşil gözlerini gözlerine dikip, kendinden emin bir ifadeyle tam karşında durması bile yeterdi. Benim asıl merak ettiğim onunla olan ilişkisiydi. Mesela bana en başından beri birçok şekilde hitap etmişti. Ona nasıl hitap ediyordu? Beni sürekli öpüp, ellerini saçlarımda dolaştırırdı. Sebebini hala anlayamadığım bir şekilde saçlarıma özel bir ilgisi vardı. Bu sadece bana özel miydi yoksa bunu ona da mı yapmıştı? Belki de ondan gelen bir alışkanlıktı? Peki yatak ilişkileri? Onu beni öptüğü gibi öpüyor muydu? Ona da mı bu kadar sert davranıyordu? Zihnime düşen görüntülerle birlikte kaşlarımı çattım. Kadını bir kez bile görmemiştim ama onu Kenan'la hayal edecek kadar saçmalamaya başlamıştım. Başımı hafifçe iki yana sallayarak dikkatimi tekrar ona yöneltmeye çalıştım. Bu esnada o da ifademi dikkatle izliyordu. "Sonuç olarak bu ilgi karşılıklıydı ve en sonunda bunu öğrendim." dedi, bir çırpıda. Bunu da az öncekinin aksine beni geçiştirircesine söyleyip konuyu kendince kapatmaya çalışmıştı ama benim mavi harelerim bir süre daha onun profilinde gezinmeye devam etti. Kesinlikle onun kırgın olduğu şey eski sevgilisinin onu yakın arkadaşıyla aldatması falan değildi, gerçekten bunu onun gözlerinde görebiliyordum. Mesele, yakın arkadaşının ona bunu yapabilmesiydi ve ben buna inanamıyordum. Biri ona nasıl böyle bir şey yapabilirdi ki? Üstelik bu kadın hala Kenan'ın peşinde dolaşıyordu ve bunu göz önünde bulundurduğumda midem bulanmaya başlamıştı. Kendimi çok kısa bir an onun yerine koyduğumda kalbimde minik bir sızı hissettim. Sadece birkaç saniyeliğine onu başkasıyla düşündüm ve bu bile gözlerimin dolmasına neden oldu. Peki o bunu nasıl atlatmıştı? Yakın arkadaşı olarak gördüğü adamı sevgilisiyle yakalıyordu. Üstelik bu, öylesine biri değildi. Eskiden yakın arkadaşı olan Araz'dı. "Bunu bilmiyordum." dedim, zorlukla konuşarak. "Nasıl-" Cümlemi tamamlamama engel olan şey onun konuşması olurken yeşil gözlerinin odağı oldum. "Yakamdan düşmediğin için söyledim," dedi, yüzündeki o tatlı ifadeyle. "Bunu düşünüp kafanda kurmaya devam etme, mümkünse unut hatta." dediğinde dudaklarımı birbirine bastırdım. Bu, onun konuyu kapatmamı kibarca dile getirme şekli olsa da oldukça keskindi ve ben de onun bu isteğine uymak zorundaydım. Tezgahtaki elimi kaldırıp yanağına doğru uzandığımda o da eliyle havada kalan ve onun aksine küçük olan elimi bulup avucuma içli bir öpücük bırakmıştı. Dudaklarım hafifçe yukarı kıvrılırken, "Kenan," dedim, adeta bir mırıltı halinde. Gürültülü müziğe rağmen sesimi duydu ve gözlerindeki o pırıltılarla bana baktı. O, beklentiyle gözlerimin içerisine bakarken hafifçe yanağını okşuyordum. "Seni seviyorum." Sözlerim ona ulaşmış mıydı bilmiyordum ama o gözbebekleri büyümeye başlamıştı. Gözlerime nişan almış gözlerine baktım bir süre. "Çok seviyorum." dedim ve hemen ardından yüzümü yüzüne doğru yaklaştırarak dudaklarına kapandım. Dudaklarına bulaşmış sert içkinin tadını alabildiğim o ilk an içimde bir şeyler koparken onu, hiç öpmediğim kadar yumuşak bir şekilde öpüyordum. Ona, sanki en ufak hareketimde kırılabilirmiş gibi narince yaklaşmıştım. Sanki şu an hızla atan kalbi bedenime çarpmıyordu da, ikimizin dudakları arasındaymış gibi öylesine temkinli bir şekilde öpüşüyorduk. Sıcak parmaklarının boynuma temas ettiğini hissettiğimde dudaklarımın üzerindeki dudakları usulca hareket etmeye başlamış, eli narin bir tutuşla boynumu kavramıştı. "Ben de," dedi, bu kısa öpüşmemiz son bulmadan hemen öncesinde. Yeşil hareleri yine delicesine yüzümün en ücra köşelerinde bile dolaşıyordu. "Ben de seni seviyorum," Elim, beyaz tenini usulca okşarken onun elleri yine saçlarımı bir şekilde bulmuştu fakat ensemde at kuyruğu şeklinde toplu olduğu için bundan pek hoşnut değildi. "Ama," dediğinde saçlarımda dolaşan gözleri bana döndü. "Bunu neye borçluyuz?" "İçimden geldi, sevgilim değil misin sen benim?" dedim, saçlarını geriye doğru yavaşça itip. "İstediğim zaman seni ne kadar çok sevdiğimi söyleme hakkına sahibim." Bu tatlı çıkışıma karşılık dudaklarından bir kıkırtı döküldüğünde gülümsedim. Yüzünün ufacık bir gülümsemeyle aydınlanması, hiç hissetmediğim şeyleri hissetmeme neden oluyordu. "Çok özür dilerim," dedi, bu hadsiz sözlerinin telafisi olarak. "Öküzlük ettim." dediğinde başımı iki yana salladım hafifçe. "Seni zorlamamıştır, aşkım." Söylediklerim, onun bir kez daha gülmesine yol açarken yanağına koca bir öpücük bırakarak ondan uzaklaşmıştım. "Bana hakaret etmeyi ne zaman bırakacaksın?" Teessüf eder gibi ona baktım. "Aşk olsun, ne hakareti?" "Olur mu öyle şey, aksine gururumu okşuyorsun," Alayla söylediği şey, bu sefer beni güldürürken boşalmış olan kadehimi doldurmuştum. "Ee," dedim, doldurduğum şaraptan bir yudum aldıktan hemen sonra. "Söyle bakalım, ne zaman kaçırıyorsun beni?" "Bana kalsa seni şu an bile kaçırabilirim," dediğinde ona baktım. Elini çenesine yaslamış, dakikalardır beni izliyordu. "Ne duruyorsun o zaman?" dedim, oyunbaz bir tavırla. Bu da kaşlarının havalanmasına yol açmıştı. "Şakam yok ama benim," Omuz silktim. "Benim de." Birkaç saniye gözlerime bakıp orada da ciddi olup olmadığıma dair izler aramıştı. "Babanlara ne diyeceksin?" "Hallettim onu," dedim, elimi hafifçe sallayarak. "Bu hafta Antalya'da düzenlenen bir sempozyum var, bölümdeki profesörlerle orada olacağımı biliyorlar." dediğimde dudaklarından hoş tınılı bir kahkaha dökülmüştü. "Böyle bir adrenaline girmemize gerek yoktu biliyorsun değil mi?" dedi, gülerek. Ona, burnumu kırıştırarak baktım. Gerçekten babam hakkında en ufak fikri yoktu. Eğer öğrenirse beni yalıya kapatır, onu da vururdu bundan emindim. "Kızının sevgilisiyle birlikte baş başa bir tatile gittiğini ama bu uğurda da sana yalan söylediğini öğrensen ne yapardın çok merak ediyorum!" Sözlerim, gülen yüzünün yavaşça solmasına neden olurken aradan geçen saniyelerden sonra da kaşları çatılmıştı. Evet, o da bir Adnan Kaya'ydı ama farkında değildi. "Ben de öyle düşünüyordum açıkçası." "Bacaklarını falan kırardım herhalde," dedi, oldukça ciddi bir şekilde. Bu, şuh bir kahkaha atmama yol açarken elimdekini tezgaha bırakmıştım. Buraya geleli çok olmamıştı fakat şarap şişesini bitirmek üzereydim. "Senin nasıl bir baba olacağını çok merak ediyorum," derken tekrar şarap şişesine uzandım ama bu sefer elini uzatarak şişeyi önümden alıp kendi tarafına koymuştu. Birinin bunu yapması gerektiğini bildiğimden ona hiç ses çıkarmayıp ben de tıpkı onun gibi elimi çeneme yasladım. "E öğrenelim," diyerek beni yanıtladığında dudaklarımda bir sırıtış oluştu. "Şapşal," dedim, eline hafifçe vurup. "Kız mı yoksa erkek mi istersin?" dediğimde güldü. "Ona göre mi yapacağız?" dediğinde gülerek gözlerimi baydım. "Sana kötü bir haberim var bebeğim, o işler öyle olmuyor." "Ya Kenan!" diyerek çemkirdiğimde yine güldü. Bir arada olduğumuz zaman onu bir hayli eğlendiriyor olmalıydım. "Cevap versene, merak ediyorum." "Kız çocuklarına ayrı bir zaafım var," dedi, dudaklarındaki o tatlı gülümsemeyle. Bu, benim de aynı ifadeyi takınmama neden olurken söylediklerini de kafamda tartmama gerek kalmamıştı. Onun Eftal'le Dicle'ye olan yaklaşımını yakınen gördüğümden bu cevabı vereceğini tahmin ediyordum. "Bıcır bıcır oluyorlar, erkek çocukları öyle değil mesela." dediğinde kıkırdadım. "Bence de," dedim, hemen onunla aynı fikirde olduğumu belirterek. "Ben de kız çocuğum olsun istiyorum, ismini de Ece koyacağım!" Söylediklerim onu, dakikalardır olduğu gibi bu gece yine bir kez daha güldürdü. "Ece, ha?" derken kaşlarımı çatıp ona baktım. "Ne?" dedim, koluna yaslı olan elimle ona vurarak. Bunu şu beş dakika içerisinde o kadar çok yapmıştım ki bağışıklık kazandığına emindim. "Niye gülüyorsun?" "Ben de senin nasıl bir anne olacağını merak ediyorum," Az önce ona söylediğim kelimeleri çevirerek bana karşı sarf ettiğinde çatık kaşlarım usulca normal halini aldı ve bir kez daha ona vurmak için havaya kalkan elim aynı yavaşlıkla aşağı indi. Sanırım bunu ben de merak ediyordum. Çok kısa bir an, yersiz bir şekilde bundan bir beş yıl sonrasına ışınlanmış, tuhaf duygulara bürünmeme yol açmıştım. Bir anda kendimi hayali bir evliliğin içinde bulmuş, hayali bir çocuğa sahip olmuştum. Şu an gözlerime bakan yemyeşil gözlerinin tıpatıp aynısının benim çocuğumda olmasını istemem saçmalıktan başka bir şey değildi. "Şarabı fazla mı kaçırdım?" derken neredeyse boş olan şişeye bir bakış atarak o gözlerinden kaçmaya çabaladım ama boşunaydı. "Hiç durdurmuyorsun beni." diyerek dikkatini başka yöne çekmeye çalıştığımda yapmaya çalıştığım şeyi anlayarak güldü. "E kalk o zaman, odana götüreyim seni. Anca böyle durdurabilirim gibi görünüyor çünkü." dediğinde ona itiraz etmeyerek ayaklanmıştım. O da bana ayak uydurup birlikte bardan çıktığımızda elindeki ceketi omuzlarıma bıraktı. "Bir an önce şunları çıkarmak istiyorum," diyerek hayıflandığımda ayağımdaki topuklular artık canımı acıtmaya başlamıştı. Normal zamanda da giymeye alışıktım fakat bugün ciddi anlamda yorulmuştum. "Dur," Kenan beni durdurup önümde diz çöktüğünde alık bir halde onu izliyordum. "Daha önce niye söylemedin?" dedi, ayakkabılarımı çıkarırken. "Ne bileyim," Ayakkabılarımı çıkarıp eline aldı ve doğrulup bir elini belime koydu. Diğer elini de bacaklarımın arasından geçirip beni kucağına aldığında çenemi omzuna yaslayıp kollarımı da boynuna dolamıştım. Birkaç adımda asansöre ulaştığımızda hemen asansörün tuşuna basıp bakışlarını bana çevirdi. "Şarap gerçekten çarptı herhalde?" diyerek benimle dalga geçmeye başladığında hafifçe güldüm. "Yoruldum, ne yapayım?" Sözlerime karşılık güldüğünde asansör de bulunduğumuz katta durmuş, asansöre binerek, "Hangi kattasın?" diye sormuştu. "24," "Ne tesadüf, ben de." dediğinde dudaklarım yukarı kıvrıldı. O, tuşlara basarken asansörün kapıları kapanmış, hızla yukarı doğru hareket etmeye başlamıştık. Boynuna doladığım ellerimi çözüp gömleğinin düğmeleriyle oynamaya başladığımda göz ucuyla bana baktı. Masum bir ifade takınıp omuzlarımı kaldırıp indirdim. "Dövmelerine bakıyorum," Siyah ojeli tırnaklarımı gömleğinin açıkta bıraktığı tenine sürttüm. "Ben de yaptırmak istiyorum." "Yaptırmışsın zaten." Cıkladım. Tam o anda da asansörden inmiş, uzun koridorda ilerlemeye başlamıştık. Daha doğrusu o, kucağındaki benle ilerliyordu. Üstelik bunu yaparken hangi odada kaldığımı sormamış, kendi odası olduğunu tahmin ettiğim odaya doğru ilerlemişti. "İstediğim bölgeye yaptırmadım henüz." Kaşlarını kaldırarak bana baktığında gömleğinin bir düğmesini açmıştım bile. "Ya, öyle mi?" Başımla onu onayladığımda devam etti. "Nereye yaptırmak istiyorsun peki?" Bu sefer göz kırpan ben olduğumda sırıttı. "Odada gösteririm." Benim arsız konuşmalarım ve onun bana ayak uydurması sonucunda odanın kapısına ulaşmıştık. "Oda kartı ceketimin cebindeydi, bir baksana." Ellerimi boynundan çekip üzerimdeki ceketinin ceplerini kontrol ettim fakat cebinde hiçbir şey yoktu. "Burada değil," dediğimde bu sefer de elimi kumaş pantolonunun sardığı kalçasında gezdirmiştim. Bununla birlikte dudaklarından derin bir soluk bıraktığında ona baktım. "Aradığın şeyin orada olmadığına eminim." Omuz silktim. "Her ihtimali değerlendiriyorum." Bana göz devirdiğinde kalçasına vurdum. "Maran!" Kahkaha attım. "Tamam ya," dedim, elimi kalçasından çekerken. "Çok gerginsin." Elimi cebine sokup oda kartını çıkardığımda hiç beklemeden kartı okuttum. Gri, metal kapı küçük bir 'klik' sesiyle açıldığında Kenan ayağıyla kapıyı itip ardına kadar açılmasını sağladı. Ardından içeri doğru birkaç adım atıp elindeki bana ait olan ayakkabıları yere fırlattığında yine ayağıyla kapıyı kapatmıştı. O beni ortadaki yuvarlak, geniş yatağa doğru ilerletirken onun kucağından inmek istemediğimi fark ettim. Kesinlikle halimden memnundum. Sırtım yumuşak yüzeyle buluşurken burnumu kırıştırdım. Dirseklerimin üzerinde kalkıp toplu saçlarımı açtığımda Kenan da düğmelerinin neredeyse yarısı açılmış olan gömleğini çıkarıyordu. Gözlerim onun vücudunda gezinirken bakışlarımız kesişmiş, "Fermuarımı açar mısın?" O, kemerini de çıkarıp bana yaklaşırken, "Dön arkanı," demişti fakat beynim bu talimatını farklı yerlere çekmişti. Buna rağmen ona hafifçe sırtımı döndüğümde beni yanıltarak elbisemin fermuarını aşağı doğru indirdi ve birkaç saniye içerisinde benden uzaklaştı. Tekrar ona doğru döndüğümde çıkardığı gömleğini yanıma bırakmıştı. "İdare et şimdilik." Üzerimdeki elbiseyi bir çırpıda çıkarıp Kenan'ın gömleğini giydim ve düğmelerini ilikleyip çıkardığım elbiseyi düzgün bir şekilde koltuğun üzerine bıraktım. "Aşırı yorgunum," dedim, tekrar yatağa otururken. O da çok geçmeden yanıma geldiğinde olduğum yerde ona daha çok yanaşıp çenemi çıplak göğsüne yasladım. Ona alttan bakarken elini uzatıp saçlarıma dokunmuştu. İkimizin de saatlerdir mahrum kaldığı bu dokunuş, içimin kıpır kıpır olmasına neden oldu. Beni buna öyle bir alıştırmıştı ki saçlarımla oynamadığı zaman kendimi eksik hissediyordum. Parmakları saç tellerimin arasında dolaşırken elindeki telefonu komodine bırakıp bana döndü. Diğer elini belime koyarak beni kucağına çektiğinde bir anda kendimi üstünde uzanır vaziyette bulmuştum. "Bir daha saçlarını kestirme," dedi, onun gövdesine dökülmüş olan saçlarımı okşarken. "Hiç hoşlanmadım bundan." Dudaklarımdaki engel olamadığım o gülümsemeyle ona bakarken hızla çarpan kalbim de onun çıplak göğsünde kendine bir ritim tutturmuştu. Tam dudaklarımı aralayıp ona yine övgüler yağdıracağım esnada komodinde duran telefonu çalmaya başladı. İstemeye istemeye ondan uzaklaştığımda uzanıp telefonunu aldı ve bir süre ekrana baktıktan sonra tekrar bana döndü. "Bunu açmam lazım," Yanağımı öpüp beni üzerinden ittiğinde oflayarak başımı yastığa yasladım. Batuhan'ın aradığını görmüştüm. "Geleceğim hemen." Onu başımla onayladığımda telefonunu açıp terasa çıktı. Kimin aradığını görmemiştim fakat işle ilgili bir sorun olduğunu düşünüyordum. Şu anda da hararetli bir şekilde telefonla konuşmasından bu açıkça belli oluyordu zaten. Aradan ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordum ama Kenan hâlâ telefonla konuşuyordu. Onu izlerken de yorgunluğum üzerime çökmüş, göz kapaklarım ağırlaşmıştı. Şu an onun kollarında uyumak istiyordum ve bunun için de fazlasıyla direniyordum. En sonunda o kahrolası telefon konuşmasının bitmeyeceğini anlayarak kollarımı uzatıp onun yastığını aldım ve ona sarılıp gözlerimi kapattım. Sesi kulaklarıma uğultu halinde ulaşırken sarıldığım yastığa daha çok sokulmuştum. Bir süre sonra -ben uykuyla uyanıklık arasındayken- soğuk parmaklarını yanağımda hissettim. Yüzüme düşen saç tutamlarını nazikçe geriye doğru itip yanağımı okşamaya başladığında gözlerimi hafifçe aralamıştım fakat huzur dolu sesi, adeta bir ninni niteliğindeydi ve ben de onun bebeğiydim. "Uyu, sevgilim." dedi, o yumuşacık sesiyle neredeyse fısıldayarak. Sözlerine karşılık elini tutup, tam açamadığım gözlerimi tekrar kapattığımda bir süre yastığabulaşmış kokusunu soludum. Kokusu ve dokunuşları beni tekrar mayıştırırken uykuya daha fazla karşı koyamamıştım. 🧸🧸🧸 Ahu Maran Kaya; |
0% |