@meelcnmel
|
Islak saçlarımı geriye doğru atıp elimdeki meyveli içecekten bir yudum aldığımda sırtıma vuran güneş de beni rahatsız etmişti. Güneşten nefret ediyordum. Denizden esen tatlı bir meltem, ıslak vücudumu saniyeler içerisinde kurutmaya yeterken tepemdeki güneşe ters bir bakış atmıştım. İki gün önce, Kenan'la birlikte Bodrum'a gelmiştik fakat ilk gün, gemiyle Simi Adası'na yolculuk yapmıştık. Ben oraya ilk defa gitmiştim fakat o, daha önce gittiğini söylemişti. Tüm gün boyunca onunla adayı gezmiş, şehre inerek etrafı dolaşmıştık. Açıkçası sandığımdan daha güzel ama bir o kadar da yorgun bir gün geçirmiştim. "Kenan," dedim, çenemi kollarıma yaslarken. O, elindeki romanı okurken ben ise hırçın dalgaların sesini dinleyerek bulunduğum anın tadını çıkarmaya çalışıyordum. "Efendim?" "Çok güneşli," diyerek hayıflandığımda bakışlarının bana döndüğünü hissetmiştim. Bunu hissettiğim anda başımı oma doğru çevirdim. "Gel böyle," Kenan, elindeki kitabın kapağını kapatıp yerinden kalktığında dudağımı büzerek ona baktım. Dakikalardır söylenip duruyordum ve o, benim sayemde okuduğu kitaptan hiçbir şey anlamamıştı. Buraya gelmeden önce tatilimizi tekne turu şeklinde yapmayı teklif etmiştim ve Kenan da bu isteğimi geri çevirmeyerek, seve seve kabul etmişti. Fakat şu anda da buna pişman olmuş gibi görünüyordu. Çünkü sürekli olarak bir şeylerden rahatsız oluyordum. Güneşten yanacağımı düşünerek dakika başı ona güneş kremi sürdürmem de cabasıydı. "Benim yüzümden kitabını da okuyamadın." Attığım yavru köpek bakışlarıma karşılık dudaklarıma tatlı bir öpücük bıraktığında oturduğum yerde kayarak az önce onun uzandığı yere geçmiştim. Onun olduğu yer gölge olduğundan kendini benim için feda etmişti. "Rahat mısın?" dedi, tekrar kitabına dönmeden önce. Başımı sallayarak onu onayladığımda da önüne dönmüş, kitabına kaldığı yerden devam etmeye başlamıştı. Ben de önüme dönüp elimdeki Mimar Sinan'a ait olan kitabın kapağını kaldırdım ve kaldığım satırı hızlıca buldum. Fakat henüz o satırı bitirmeden aklıma gelen şeyle birlikte tekrar Kenan'a doğru dönmüştüm. Birkaç saniye ona bakıp hafifçe dudağımı dişlediğimde bakışları bende olmamasına rağmen dudaklarında tatlı bir gülümseme oluştu. "Söyle hadi." dedi, kitabı kapatıp kenara koyarken. "Kenan ya," İsmini uzatarak söylediğimde güldü. "Özür dilerim." Elimdeki kitabı tekrar kapatıp dizlerimin üzerinde kalkarak ona doğru uzandım. Elleri, çıplak belime dolanırken ben de ellerimi omuzlarına yaslamıştım. Üzerinde keten bir gömlek vardı. O da benim gibi güneşten rahatsız oluyor, bronzlaşmaktan korkuyordu. Bundan hoşlanmamamıza rağmen neden böyle bir tatil tercih ettiğimizi de bilmiyordum ya! "Dikkatim dağınık zaten, odaklanamadım." dediğinde elimi yanağına yaslayıp yanağına koca bir öpücük bıraktım. "Söyle bakayım. Ne isteyeceksin?" Kaşlarımı kaldırıp indirdim. "Güneş kremi." Bu söylediğim onun gülmesine neden olurken belimdeki elini yavaşça indirdi. "Uzan hadi." Onun kolları arasından çıkarak yüzüstü uzandığımda kollarımı da çenemin altında birleştirdim. Kenan da yerinden doğrulup güneş kremini eline aldığında o maharetli ellerini hissetmek için oldukça hazır hissediyordum. Elleri kırmızı bikinimin iplerini bulurken sadece saniyeler içerisinde bikinimin iplerini çözdü ve eline döktüğü kremi, sırtıma sürmeye başladı. Parmakları, tenimde usulca kayarken gözlerimi yummuştum. "Sana bir şey soracağım," Kadife sesi dalgaların sesiyle bir ahenk oluştururken onu onaylayan mırıltılar çıkardım. Sırtımda hareket eden elleri o kadar yumuşakça hareket ediyordu ki onun bir masaj eğitimi alıp almadığını merak etmeye başlamış, onun etkisindeyken de zaman ve mekân kavramını yine yitirmiştim. "Esvet'le mi konuştun?" Sorduğu soru, dakikalar önce yumduğum gözlerimi yavaşça aralamama neden olurken eliyle ıslak saçlarımı geriye doğru itip, kendisi için alan tanıdı. Ben, bu olaydan nasıl haberdar olduğu konusunda kendi kafamda bir mahkeme oluşturduğumda sanki deniz bile dalgalanmayı bırakmıştı. Pekâlâ, bunu nereden öğrenmişti? 'Yiğit söylemiş olabilir.' İç sesimin sunduğu olasılığı hızlıca kafamdan silerken Yiğit'in böyle bir şey yapmayacağından oldukça emindim. Onun ikimizin arasına böyle bir konu için girmeyeceğini biliyordum. Daha önce Kılıç'la, Kenan hakkında paylaştığım birçok şey onunla benim aramda kalmışken Yiğit'in böyle bir şey yapacağını düşünmüyordum. Geriye tek bir kişi kalıyordu ve ondan, hiç olmadığım kadar emindim. Mavi gözlerimi daldığı yerden çekip üzerimden sıyrılan bikinimi düzelterek dirseğim üzerinde doğrulduğumda doğrudan yeşil gözleriyle karşılaştım. O, elindeki güneş kremini kapatıp kenara bırakırken dudaklarımı ıslattım. "O mu söyledi?" Sorumla birlikte kaşları usulca havalanırken, "O kim?" dedi, kimden bahsettiğimi anlamamış gibi. Bu, bir anda öfkeyle yüklenen bedenimde yan etkiler bırakırken derin bir soluğu dudaklarım arasından bıraktım. "O orospudan bahsediyorum," Bu kaba tavrımla birlikte bakışları, az önce eline aldığı kitaptan hızla bana döndü ve kaşlarını çattı. Ondan bu şekilde bahsetmem nedense onu kızdırıyordu. "Küfür etme," "Bu, seni neden bu kadar kızdırıyor anlamıyorum," dediğimde bugün ona bir türlü okutamadığım o kitabı yine ve yine bırakmak zorunda kaldı. "Aşığım Esvet'e, ondan," dedi, alayla. Fakat bunu her ne kadar alayla söylese de benim hoplamaya hazır olan sinirlerim, horon tepmeye başlamıştı. "Kenan seni öldürürüm," dedim, büyük bir ciddiyetle. Bakışları bana dönerken hırsla yerimden doğrulup yakasına yapışmıştım bile. Elimle gömleğinin yakasına yapıştığımda yeşil gözlerine pırıltılar düşmüştü. Onun aksine benim mavi harelerim, ateş saçıyordu. "Duydun mu beni?" dediğimde gözleri gözlerimden ayrılarak kısa bir an dudaklarıma düştü. "Nasıl olacak o?" derken tekrar rotasını çizmişti. Dakikalardır yüzünde öyle bir ifade vardı ki benimle alay mı ediyordu yoksa ciddi miydi anlayamıyordum. "Damarıma basıyorsun, tavsiye etmiyorum," Sözlerimin ardından elimin altındaki gömleğini sertçe bıraktığımda yanından ayrılmak için ayaklanıp içeri doğru ilerlemiştim. "Nereye?" dedi, bu sefer de. "Duş alacağım," dedim, hiddetle. Bu tavrım onun kısık bir şekilde gülmesine neden olurken kaşlarımı çatıp elimdeki bikinimi ona doğru fırlattım. Onun çenesi böylelikle kapanırken ben de içeri girip odadaki banyoya yönelmiştim. Aceleyle üzerimde kalan son parçadan da kurtulup kendimi buz gibi suyun altına attığımda öfkemden bir an önce arınmayı umuyordum. Aradan geçen dakikaların ardından banyonun kapısının açıldığını duyduğumda dönüp bakma gereği duymadım. Onun geleceğini biliyor, bu kadar süre bile nasıl dayandığına şaşırıyordum. Uzun bir süre ondan ses çıkmazken bu süre içerisinde saçlarımı şampuandan arındırmıştım. Tam o an, vücudunun vücuduma temas etmesiyle birlikte kendime gelebildim. Islak vücudumun onun ıslak vücuduyla temas etmesi, az önceki tüm hiddetimi bir kenara bırakmama yardımcı olurken bundan nefret ettiğimi biliyordum. Her seferinde bu şekilde yelkenleri suya indirmem sinirlerimi bozuyordu. "Defol," dedim, tüm bu hissettiklerimi görmezden gelerek. Bu esnada elleri iki yanımdan duvara yaslanmış, beni duvarla bedeni arasına hapsetmişti. Burnunu ıslak saçlarıma gömdüğünü hissettiğimde derin bir iç çektiğini çok net bir şekilde duymuştum. "Duş alacağım," diyerek beni yanıtladığında ıslanan kirpiklerimi kırpıştırıp ona doğru döndüm. Bu, daha yakın bir temas içerisine girmemize neden olurken gözlerim anlık gaflete düşerek heybetli bedenine kaydı. "Benim çıkmamı bekle o zaman," diyerek ona zıt gittiğimde beni pek duyuyor gibi değildi. O elleri bir anda çıplak bedenime dolanmış, sanki aramızda hiç mesafe yokmuş gibi iyice beni kendine çekip vücudumun vücuduna yaslanmasını sağlamıştı. Uzun bir süredir kurmadığımız bu yakınlık bir anlığına nefesimi keserken ıslak bir Kenan'ın ne kadar çekici olduğunu düşünmeye başlamıştım bile. "Özledim seni," dedi, fısıltıyı andıran o ses tonuyla. Yüzü yüzüme haddinden fazla yakındı ve ben dudaklarımı birbirine kilitlemiş, nefes almayı bırakmıştım. Banyodaki su sesiyle tekneye çarpan hırçın dalgalarınsesi dışında hiçbir şey kulaklarıma ulaşmıyordu. Bir de onun edepsiz sözleri vardı tabii. (+18) Dudaklarını yanaklarıma doğru sürükleyip oraya naif bir öpücük bıraktıktan sonra olacakları öngörerek ondan uzaklaşmaya çabalamıştım ama yarım bile sayılmayacak adımımla sırtım duvara yaslanmıştı. "İçine girmeyi," Kulağıma fısıldadığı sözcükler, tüm bedenimi uyarırken dişlerimi hafifçe alt dudağıma geçirip onun yapacağı en ufak hamleyi beklemeye başladım. Bunu bir an önce yapmasını diliyor ama öfkemden de vazgeçemiyordum. Tenimde gezinen mayıştırıcı dokunuşları elinin, boydan boya dövmeyle kaplı olan bacağıma inmesiyle son bulurken bacağımı sertçe aralayıp diğer elini de mahrem bölgeme sürüklemişti. Bu, nefes alış verişlerimi hızlandırırken çoktan kollarım onun boynuna dolanmıştı. Parmakları, hassas noktamda gezinmeye başladığında tüm kaslarım kısa bir anlığına kasıldı, belim bu ani hareketiyle birlikte kavislendi. "Şşh," Tenime çarpan nefesi, başımın arkamda kalan fayansa yaslanmasına neden olurken duş başlığından akan soğuk su da bir bütün haline gelen bedenlerimizi ıslatıyordu. Kirpiklerinde asılı kalmış olan su damlası, onun o benzerine bile rastlamadığım çehresine uzun uzun bakmamı sağladığında kalbim resmen dudaklarıma kadar yükselmiş ve orada çırpınmaya başlamıştı. O, muhteşemin de ötesinde bir varlıktı. Yüzünü yüzüme doğru eğip dudaklarıma uzun bir öpücük bıraktığında parmakları sertçe içime gömülmüş, çenesine doğru inlememe neden olmuştu. "Kenan," Sesim, olduğundan fazla kısık çıkarken beni duyduğundan şüpheliydim. Ellerimi, saçlarına koyarak onları usulca çekiştirdiğimde bacaklarımı onun için daha fazla aralamıştım. Sikeyim, her seferinde beni daha fazlası için delirtiyordu. Elimi, omuzlarına koyarak onu kendime doğru çektiğimde dudaklarına kapandım. Dudaklarım, dudaklarını hırçınca sömürürken onun da benden geri kalır bir yanı yoktu. Alt dudağını ısırarak kendime doğru çektiğimde elini enseme koyarak öpüşünü derinleştirdi. Nemli dudaklarımız birbiriyle büyük bir uyum içerisinde hareket ederken içimde hareket eden parmakları beni yoldan çıkarıyor, her hız kazandığında kendimi ona doğru itmeme neden oluyordu. Ben zirveye ulaştığım an, sanki düşecekmişim gibi ona daha sıkı sarılmıştım fakat o, parmaklarını içimden çıkardı ve kalçamı sertçe avuçladı. Dudaklarım, bu sert hareketiyle hafifçe aralanırken hemen ardından kalçama güçlü bir şekilde vurmuştu. Bu, benim için son damla olurken onu göğsünden itip sırtının cam kabine yaslanmasını sağladım. O nefesini tutmuş bir şekilde beni izlerken gözlerimdeki şehvet parıltılarıyla dimdik olan ereksiyonuna dokundum. Sert bir nefesi içine çekip henüz hiçbir şey yapmamama rağmen göğsü hızla inip kalkmaya başladığında tam da onun istediği gibi dizlerim üzerinde çökmüştüm. O, pür dikkat beni izlerken ben de gözlerimi ondan bir an olsun ayırmadan dilimi, aletine değdirdim. "Siktir," Kısık sesli küfrü kulaklarıma ulaşırken önüme düşen saçlarımı eliyle geriye doğru atıp saçlarıma, güçlü olmayacak bir şekilde asıldı. Dilimi aleti boyunca gezdirdiğimde zaten belli olan damarları, daha da belirginleşirken onu, yavaşça ağzıma almıştım. Dudaklarından bir inleme dökülürken gözlerim de onun üzerindeydi. Bu açıdan bana adeta bir manzara yaratan kasları, müthiş bir nizamda diziliyken bedeni de hızla inip kalkıyordu. Gözleri, neredeyse kapalı olduğunu düşüneceğim kadar kısılmışken parıl parıl parlayan yeşilleri de kendini ele vermekten geri kalmıyordu. Aralık ve şişmiş olan dudakları arasından sık ve düzensiz nefesler alırken saçlarımdaki elleri, buna rağmen canımı acıtmayacak şekildeydi. Aletini dudaklarım arasından çekip ikimize de biraz zaman tanıdığım sırada sıvısı da akmaya başlamıştı. Göğüslerim de bundan nasibini alırken bakışları, bu görüntüyle daha da yoğunlaştı. Bir kez daha onu ağzıma aldığımda saniyeler içerisinde onu tüketmiştim. Çölde kalmışçasına sularını içtiğimde göğsünden de bir ter damlası süzülmeye başladı. Şu an onu dilimle yakalamak için her şeyimi verebilirdim. Ondan uzaklaşarak dudağımın kenarından akan beyaz sıvıyı dilimle yakaladığımda saçlarımdaki eli birden boynuma dolandı ve beni ayağa kaldırdı. "Sen," dedi fakat devamını getirememişti, çünkü dudaklarına kapanmıştım. Bununla birlikte sıcak dili, aralık dudaklarımdan içeri sızdı. Eli iri göğüslerimi bulurken bacaklarımı, bedenine doladım. Bu sözsüz isteğimi de elini bacağıma yaslayıp beni yukarı doğru taşımasıyla yerine getirirken, "Bitiyorum sana." Sözlerinin ardından ereksiyonunu kadınlığıma yaslayıp onu hissetmemi sağladığında iriliği de içimi doldurmuştu. Zevkten dolayı boğazımın gerisinden bir mırıltı yükselirken banyoyu dolduran tek şey artık yere damlayan su sesi değildi. İkimizin iniltileri tekneyi inletecek cinstendi. Kesik kesik aldığım nefeslerle gözlerimi açıp ona baktığımda yeşillerinin doyumsuz bir ifadeyle her zerremde dolaştığını ve gözlerindeki alev toplarını çıplaklığımda bıraktığını görmüştüm. Alev alev yanan tenini tenimde hissederken benim de ondan bir farkım yoktu. İkimiz de cayır cayırdık. Yerimde yavaşça doğrulup elimi boynuna koydum ve diğer elimi de kaslı koluna yaslayıp ondan destek aldım. Vücudum hızla inip kalkarken nefeslerimiz de birbirine karışıyordu. Dudaklarını dudaklarıma örttüğünde ben de ona aynı şiddetle karşılık vermeye başlamıştım. İçimdeki varlığı karnıma baskı yaparken bu bana yetmiyor, daha fazlasını istiyordum. Onun hırıltıları benim inlemelerimle senkronize hareket ederken çalmaya başlayan telefonla birlikte dudaklarımız zorlukla birbirinden ayrıldı. Onu kendime çekip boynuna ıslak öpücükler bıraktım. Göğsü hızla inip kalkıyor, beni de beraberinde sürüklüyordu. Bir anda beni kendinden uzaklaştırdığında ona itiraz etmedim. Bu sefer beni, sırtımı göğsüne denk gelecek şekilde çevirdiğinde yapacağı şeyi anlayarak ona kolaylık sağlamıştım. "Ah, şu kalçaların." dedi ve hemen ardından kalçama sert bir tokat attı. Zevkle inlediğimde bu sefer daha güçlü bir şekilde vurmuştu ki beyaz tenimin kızardığına emindim. Kendini içime ittiğinde çok kısa bir an canım acımıştı. İrkildiğimde durmadı hatta daha vahşi bir şekilde içimde gidip gelmeye devam etti. "Kenan!" Kendimi ona doğru iterken elini kasıklarımda hissettim. Parmakları içimdeki yerini tekrar aldığında elimi ensesine koyarak kendimi, ona doğru ittim. Her içime girip çıkmasında dalgaların sesine de karışan tenin tene çarpma sesi ve küfürleri koca teknede yankılanırken parmakları sertçe içime gömüldü. Dudaklarımdan kopan çığlıkla tutunacak bir yer aradım. Bacaklarım titrerken arkamdaki bedenine yaslanmakta bile zorluk çekiyordum. Bu esnada da hangimize ait olduğunu ayırt edemediğim telefon da bir kez daha çalmaya başlamıştı. O, bu kez de sıvısını içime akıtırken ben de onun parmaklarına boşaldım. İçimden akan sıvıyla birlikte kasıklarım zonklarken İkimizin iniltileri bir kez daha tekneyi doldurmuş, başım hissettiğim yorgunlukla öne doğru hafifçe düşmüştü. (**) "Senin telefonun mu bu?" dedim, hala çalmaya devam eden telefona ithafen. "Senin." derken sesi, oldukça yorgun çıkmıştı. Yaslandığım bedeni yavaşça benden uzaklaştığında dudaklarım arasından bir soluk bıraktım. Onunla bu anı hiç sıkılmadan tekrar tekrar yaşayabilirdim. Bümyemdeki etkisi öylesine deliceydi ki bıraktığı etki, daha önce hiç karşılaşmadığım türdendi. "Versene," derken hâlâ akan suyu kapatıp kenarda duran havluya uzanmıştım. Dakikalardır beni rahatsız eden kişiye haddini bildirdikten sonra tekrar o suyun altına girecektim. O, benden önce çıkıp beline havlu bağladığında banyoya girerken lavabo tezgâhının üzerine bıraktığım telefonuma uzandı ve onu eline aldı. Sadece birkaç saniye telefonumun ekranına baktığında ben de giydiğim bornozun kemerini bağlıyordum fakat bir yandan da onu izliyordum. Birden çatılan kaşlarının altındaki bakışları bana döndüğünde elinde duran ve bana ait olan telefonu da elime tutuşturmuştu. "Kim?" dedim, onun bu ruh hali değişimine karşılık. "Sinan." Az öncekinin aksine buz kesilen sesiyle elindeki telefonu aldığımda gözlerim de onun üzerindeydi. Bir anda yine gardını almıştı ve ben bundan hiç hoşlanmıyordum. Az önce tutku dolu anlar yaşayan bize çok uzaktı. "Ben duş alacağım," dedi, suyu ayarlarken. O soğuk suyla duş almazdı fakat nasıl olduysa az önce o suyun altına benimle birlikte girmişti. "Sen de toparlan, dönelim." "Tamam," diyerek onu yanıtladığımda çatık kaşları olduğu yerdeydi. "Ben de geleceğim şimdi." derken gözlerim, telefonumun ekranına düştü. "Annem de aramış, onunla konuşayım geliyorum hemen." "Rahatına bak." dediğinde ona son bir bakış atarak banyodan çıktım. Elimdeki telefon bir kez daha çaldığında hemen aramayı yanıtlayıp telefonu kulağıma yasladım. "Ne var yine, Sinan?" dedim, ters bir şekilde. "Ne zaman düşmeyi düşünürsün yakamdan?" Son birkaç gündür beni sıklıkla arar olmuştu ve ben bunu Kenan'a söylememiştim. Eğer söylersem sakin kalmayacak, büyük ihtimalle de Sinan'ın yakasına yapacaktı. Bunun gerçekleşeceğinden emin olduğumdan ona hiçbir şey söylememeyi tercih etmiş, Sinan'ı da her seferinde terslemiştim. Fakat görünen oydu ki Sinan, laftan anlamıyordu. "Ne zaman döneceksin?" dediğinde kaşlarımı çattım. Başka bir yerde olduğumu nereden biliyordu? Bunu düşündüğüm sırada aklıma, bu sabah sosyal medyada paylaştığım o fotoğraftan dolayı bundan haberdar olduğunu hatırlamıştım. "Sanane? Sinan, vallahi yoruldum ya! Daha kaç kere konuşacağız seninle?" diyerek çıkıştığımda bavulumdan birkaç parça eşya çıkarmaya koyulmuştum. "Seninle konuşmuyoruz ki, Maran. Sen sürekli beni küçük bir çocukmuşum gibi azarlıyorsun sadece." Göz devirdim. "Bir ilişkimin olduğunu biliyorsun ve buna rağmen beni bu şekilde rahatsız ediyorsun. Hoş değil, Sinan. Bana biraz saygın varsa uzak dur benden." "Duramıyorum." dediğinde duraksamıştım. Onun birden ortaya çıkıp bana aşkını itiraf etmesine artık alışmıştım, çünkü onunkisi bir sevgi değildi. "Aşık mısın ona?" dedi, bu sefer de. Bununla birlikte gözlerimi tavana dikip sabır dilercesine bir nefes aldım. "Kapatıyorum, Sinan," diyerek telefonu suratına kapattığımda telefonum, bir kez daha çalmaya başlamıştı. Az önce de söylediğim gibi annemdi. Hemen aramayı yanıtladım. Bununla birlikte de onun bağırışı, telefonu kulağımdan uzaklaştırmama neden olmuştu. "Maran!" dedi, bağırarak. Bu, bir an duraksamama yol açarken, "Ne oluyor ya?" dedim, gayriihtiyari. "Antalya'dasın öyle mi?" dedi, alaylı bir tınıda. Onun kullandığı bu ton bile telaş yapmam konusunda yeterli olurken elim ayağım çoktan birbirine dolanmış, hızla dizlerimin üzerinde doğrulmuştum. "Neredesin sen, doğru söyle bana!" dediğinde bunu nereden öğrenmiş olabileceğini düşünmeye başlamıştım fakat nereden öğrendiği aşikârdı. Salak gibi sosyal medyada fotoğraflarımı boy boy dizmiştim! Yaptığım bu aptallıkla birlikte gözlerimi yumup elimle alnıma vurduğumda nasıl böyle bir aptallık yapabildiğimi düşünüyordum. Kenan geldiğimizden beri telefonunu kapatmış, ara sıra aramaları kontrol etmesi dışında neredeyse herkesle iletişimi kesmişti. Bu konuda titizlikle davranırken bana çok kızacağını biliyordum. "Kenan'layım," dedim, mırıldanarak. Boynum hafifçe bükülmüş, suçlu ve küçük bir çocuk gibi bir ruh haline bürünmüştüm. "Babama söyleme lütfen, döneceğiz zaten akşama!" Hızlıca söylediğim şeyler, onun telefonun ucundan derin bir nefes almasına neden olurken yatağın ucuna oturmuştum. "Maran, beni çok zor duruma sokuyorsun her seferinde." dediğinde dudağımı hafifçe dişledim. "Benimle birlikte tüm Türkiye gördü o fotoğrafları biliyorsun değil mi? Babana nasıl açıklayacağım şimdi? Görmemesi imkansız mı sence?" diyerek düşüncesinin bile beni gerdiği soruları ardı ardına dizdiğinde tam o an Kenan da duştan çıkmıştı. "Sen halledersin bence," dediğimde küçük de olsabir umut arıyordum. "Birkaç saat idare et beni anne, lütfen!" Sözlerimle birlikte Kenan'ın yeşilleri bana dönerken mavi ojeli tırnaklarımla oynuyordum. Gergince annemin en ufak bir lafını bekliyordum. "Bizim Koray'la konuşurum şimdi, yayınlanan bir haber henüz yok ama önlem alırız," derken derin bir nefes aldı. "Sen de çabuk eve gel! Bir daha asla böyle bir şey istemiyorum, Maran!" dediğinde sanki görecekmiş gibi hızla başımı salladım. O, bir şey dememi beklemeden telefonu suratıma kapatırken ben de hızlıca Instagram'a girip attığım bikinili fotoğraflarımı silmiştim. "Ne oldu?" diyen Kenan'a baktım. Üzerini giymiş, ayna karşısında ıslak saçlarını düzeltiyordu. Bir süre onu inceledim. Ona fazlasıyla yakışan beyaz keten bir gömlek ve yine aynı şekilde keten olan beyaz bir pantolon giymişti. Böyle giyinmek kesinlikle ona çok yakışıyordu. Komodinde duran parfümlerinde Dolce Gabanna'nın Light Blue olanını alarak birkaç fıs sıktığında derin bir iç çekmek zorunda kalmıştım. Bu parfümünü çok seviyordum. Teninin kokusuyla o kadar çok uyuyordu ki ilk zamanlar kendine has kokusu olduğunu bile düşünmüştüm. "Anlatacağım," dedim, telefonu bırakıp hızlıca az önce çıkardığım kıyafetleri üzerime geçirmeye başlamıştım. "Bir an önce dönelim ama." Bununla birlikte bakışları bana dönerken birkaç saniye beni inceledi. Şu an asıl merak ettiği şeyin Sinan'la konuşmam olduğunu biliyordum ama nedense sormamayı tercih ediyordu. "Ne konuştunuz?" dedi, en sonunda dayanamayarak. Arkam ona dönük olduğu için dudaklarımın bu sorusuyla birlikte yukarı kıvrıldığını görmemişti. "Hiç," Göz ucuyla ona baktığımda gümüş saatlerinden birini takıyor olduğunu gördüm. "Maran," dedi, a harfini uzatarak. "Hm?" diye bir mırıltı çıkarırken yatağın üzerindeki beyaz, uzun şifon elbiseyi üzerime geçirmiştim. Göğsüme kadar inen hafif bir dekoltesi olsa da bu çok göze batmıyordu. Sağ bacağımı açıkta bırakan bir yırtmacı ve sırtımdaki minik dekolteyle abartıdan uzak, oldukça mütevazı duruyordum. Sırtımdan uzanan kuşak boynumu sarıp tekrar sırtıma doğru inerken elbisenin uzun kolları da salaş bir şekilde kollarımdan aşağı doğru dökülüyordu. Islak saçlarımı geriye doğru atarak aynanın önüne geçtiğimde elimdeki rimelin kapağını açmaya koyuldum. Bu esnada da Kenan'ın gözleri, üzerimde geziniyordu. "Ne güzel oldun sen," dedi, arkamdan yaklaşırken. Ellerini makyaj masasına yaslayarak beni, masayla kendi arasına hapsettiğinde aynadaki yansımasına baktım. Kısa bir anlığına da olsa ona, Sinan'ı unutturabilmiş gibi görünüyordum. Dudaklarımda geniş bir gülümseme oluşurken elimdeki rimeli makyaj çantamın içerisine bırakıp dün aldığım gloss'umu dudaklarıma sürmeye başladığımda pür dikkat beni izliyordu. "Ne istiyormuş senden?" Dayanamayarak sorduğu soruya kıkırdayarak karşılık verdiğimde başımı hafifçe iki yana salladım. Gerçekten bir anı bir anını tutmuyordu. "Aramış işte öylesine." Kaşları havalandı. "Öylesine?" dedi, soru sorar gibi. "Ne zamandan beri seni öylesine arıyor?" Gloss'un kapağını kapatarak onu da çantama attığımda vücudumu ona doğru çevirdim. Bunu yapmamla birlikte de kokusunu daha derinden solumuştum. Elimi kaldırıp görüş açımdaki zinciriyle oynamaya başladığımda hoş olmayan bakışları da üzerimde geziniyordu. "Son zamanlarda sıklıkla arıyor-" Bakışları sertleştiğinde onu sinirlendirmemem gerektiğini biliyordum. "Ama ben, haddini bildiriyorum." Alayla güldü. "Haddini bildiriyorsun ama seni hâlâ arayabiliyor, öyle mi?" Başımı hafifçe omzuma doğru eğip ona baktım. "Elimden geleni yapıyorum. Bu benim suçum değil ki." Masum ifadem ve kelimelerim, onun çatık kaşlarının düzelmesini sağladığında bu sefer de göğsünü okşamaya başladım. Sakinleşmesi için her yolu deniyordum. "Bana söyleyebilirdin." dedi, aynı sert ifadeyle. "Ona bir şey yapmanı istemiyorum, Kenan." dedim, fazlasıyla dürüst davranarak. "Üstelik benim yüzümden." "Seni rahatsız ediyorsa kim olduğu umurumda olmaz, Maran. Eğer seni aradığını görmeseydim bana söylemeyecektin bile." Omuz silktim. "Bunları konuşmak istemiyorum. Sen de lütfen bir şey yapma, olur mu? Lütfen, Kenan." Bakışları, beni dinlemeyeceğini adeta haykırırken ona karşı gelecek gücümün olmadığını da biliyordum. Bana her ne kadar bir şey yapmayacağını söylese de yapardı, buna emindim. Bana hiçbir cevap vermeyerek odadan çıktığında derin bir nefes aldım ve ben de kendi parfümümden birkaç fıs sıkarak biraz daha odada oyalandım. Bu sırada eşyalarımı toplamış, ıslak saçlarımla da bir süre uğraşmıştım. En sonunda eşyalarımı alarak odadan çıktığımda Kenan'ın geri dönüş yolunda olduğunu görmüştüm. Kıyıya fazla uzak değildik ve akşama kalmadan İzmir'de olacağımıza emindim. Çantamı masanın üzerine bırakıp ona doğru yanaşmaya başladığımda onun o yeşil gözleri de bana dönmüş, çok geçmeden yine benden uzaklaşmıştı. Tam o esnada elimdeki telefondan açmış olduğum müzik, tekneyi doldururken bana bakmamakta ısrarcıydı. "Hadi gel dans edelim," dedim, ellerimi ona doğru uzatırken. Bu, göz ucuyla bana bakmasına neden olurken başımı hafifçe yana doğru eğip ona baktım. Esen rüzgâr ıslak saçlarımı hoyratça savururken elimi kaldırıp onlarla baş etmeye çalıştım ama rüzgâr buna elverişli değildi. "Ne nazlı herifsin ya!" diyerek onu elinden tutup kendime doğru çektiğimde dakikalar sonra gülebildi. "Dur," dedi, onu çekiştirmeme karşılık. Onun isteği üzerine sadece elini tutmakla yetindiğimde o da motoru kapatmış, kendi ayağıyla yamacıma kadar gelmişti. O güven verici elleri belime dolanırken ben de parmaklarımızı kenetleyip bir elimi de boynuna dolamıştım. Telefonumdan yükselen şarkının ritmiyle olduğum yerde salınırken aynı zamanda onun o büyüleyici bakışlarının esiriydim. Yemyeşil harelerine düşmüş olan o duygu yüklü ifade, kalbimin ritmini bozsa da bundan delicesine bir memnuniyet duyuyordum. "Dil yetmeyince, göz görmeyince," Avaz avaz bağırarak eşlik ettiğim şarkı, onun az önceki keyifsiz ifadesinin dağılmasında büyük bir etkiye sahip olurken tuttuğum elini kaldırıp kendi etrafımda döndüm. Rüzgârdan dolayı elbisemin etekleri uçuşuyor, ortaya izlenilesi bir görüntü çıkarıyordu. Bir elim sırtına yaslıyken gömleğinin üzerinden ara ara tenini okşuyor, onun belime dolanmış parmakları da tenimi gıdıklarcasına hareket ediyordu. İkimiz de şarkının ritmine göre olduğumuz yerde salınırken ben bağırarak şarkıya eşlik ediyor, o da beni parıl parıl parlayan gözleriyle izliyordu. Dudaklarındaki içimi yakan gülümseme, şu an tenime çarpan rüzgârı bile etkisiz hâle getirecek cinstendi. "O zaman şarkı söylemek lazım avaz avaz.." Parmak uçlarımda ilerleyip aramızdaki kısa mesafeyi kapattığımda elini bırakmış, kollarımı onun boynuna dolamıştım. Eş zamanlı olarak da dudaklarına tatlı mı tatlı bir öpücük bıraktığımda şu an etrafımızda hayali konfetilerin patladığını hissediyordum. Kendimi ilk kez onun yanında bu kadar huzurlu hissetmiyordum ama bulunduğum an, eskiden tanıdığım Maran'a bir hayli uzaktı. Ben, ilk defa birinin yanında bu kadar mutluydum. İlk defa kalbim böyle çılgınca çarpıyordu. İçimde bir şeyler koparken dudaklarımın üzerindeki baskısı da olduğu yerdeydi. Onu, yarım saat öncesinin aksine hırçınca öpmüyor olsam da kalbimin orta yerindeki zelzeleye bir çözümüm yoktu.
🧸🧸🧸 "Ahu, bu ne?" Babamın hiddet dolu sesi, yüzümü buruşturmama neden olurken annemle göz göze gelmiş, onun bir şeyler söylemesi için yalvarırcasına gözlerine bakmıştım ama o, utanmasa babama destek çıkacaktı. Birkaç saat önce İzmir'e varmıştık ve daha evimin kapısından içeri adımımı attığım an babamın ısrarlı telefonları beni karşılamıştı. Onun aramasını gördüğümde beynimde adeta şimşekler çakmış, girdiğim kapıdan geri çıkarak arabama atlamıştım. Zaten bu esnada da telefonum bildirim yağmuruna tutulmuştu. Kenan'la teknedeyken gizlice çekilmiş olan fotoğraflarımız basın tarafından magazine sızdırılmıştı. Onunla çılgınlar gibi dans ettiğim ve onu öpücüklere boğduğum anlar da bu fotoğrafların içerisine dahildi. Babam, değil Kenan'ı vurmak ikimizi gömüp üstümüze toprak atabilirdi. "Fotoğraf," dedim, omuz silkerek. Bu, babamın mavi harelerinin ateş saçmasına sebebiyet verirken annem de bana uyarıcı niteliğinde bir bakış attı. "Onu görüyorum, maalesef!" derken gür sesi geniş salonun duvarlarında yankılandı. "Hani Antalya'daydın sen? Bana nasıl yalan söyleyebilirsin?" Bu sözleri karşısında masum (!) bir ifadeyle başımı öne eğmiş, küçük bir çocuk gibi karşısında ellerimle oynamaya başlamıştım. "Özür dilerim," dedim, mırıltıyla. "O nerede?" Az da olsa yumuşamasını beklediğim ifadesi kendinden taviz vermezken sorduğu soruyla başımı kaldırıp ona baktım. Boş bakışlarımı gördüğünde, "Kenan nerede?" diyerek sorusunu tekrar etmişti. Bununla birlikte annemle bakışlarımız bir kez daha kesiştiğinde nihayet olaya el atabildi fakat söylediklerinden sonra atmasa daha iyi olacağını fark etmiştim. "Kenan'ı ne yapacaksın, hayatım? Senin kızın rahat durmamış, çocuğun ne suçu var?" Annemin söyledikleriyle gözlerimi yumup başımı bir kez daha eğdiğimde birazdan yok olacağımı hissediyordum. Resmen üst üste tokat yemekten burada küçülecektim! "Ara gelsin," diyerek annemin üzerindeki kötü bakışlarını bana doğrulttuğunda annemin onu rahatlatmayı bırakın, daha da öfkelendirdiğini anlamak zor olmamıştı. "Ne?" dedim, gözlerimi irileştirerek. "Ahu, beni ikiletme!" Keskin sözlerini otoriter tavrı desteklerken korkuyu adeta iliklerime kadar hissediyordum. Ne yapacağımı bilemeyerek masada duran telefonumu alıp mutfağa yöneleceğim esnada sözleriyle beni durdurmuştu. "Burada," dedi, geniş camın önünden ayrılıp kanepeye ilerlerken. Yine aynı çaresizlikle anneme baktığımda bana, 'bunu hak ettin' dercesine baktığını görmüştüm. Zaten şu an beni desteklese kendimi üst kattan atacaktım. El mahkûm adımlarımı durdurup telefonda onun numarasını tuşladığımda onun uyanık olup olmadığını da kendi kafamda tartıyordum. Çok yorgun olduğunu ve eve gidip dinleneceğini biliyordum, şu anda da telefonun uzun uzun çalmasından onun bir uykuda olduğunu anlamıştım. Üstelik fotoğraflar yayınlandığından beri beni aramamasından belliydi. Şu an babam beni öldürse ruhu duymayacaktı! "Çocuk açmıyor işte, rahat bırakın." diyen anneme kötü kötü baktığımda babam da ona aynı bakışları göndermişti. Resmen beni değil Kenan'ı savunuyordu. Babam, hoparlöre almamı istediği anda onun o güzelim sesi tüm salonu doldurmuştu. "Efendim?" Ses tonu, yeni uykudan uyanmış olduğunu bas bas bağırsa da ona şu soruyu sormaktan çekinmedim. "Uyuyor muydun?" "Bizim kızın salak olduğu buradan belli işte, Adnan." Annemin babama dönüp kısık sesle söylediği şey, gözlerimi devirmeme yol açtığında babamın bakışları da elimdeki telefondaydı. "Hayır," dedi fakat hiçbirimiz buna inanmamıştık. Emindim ki o gözleri hâlâ kapalıydı. Tam o an babamın elini bana doğru uzatmasıyla yanağımın içini dişleyerek telefonumu ona uzattım. "Kaçıncı rünyanızdasınız bilmiyorum, Kenan Bey ama bir an önce kalkıp buraya gelseniz iyi olur." Babamın alaylı sesine eşlik eden öfkesi benim her geçen dakika gerilmeme yol açarken bir süre telefonun ucundaki Kenan'dan çıt çıkmamıştı. Hatta öyle ki onun babamın suratına kapattığını bile düşünmüş, babam ekrana ters bir bakış atmıştı. "Adnan Bey?" dedi, hayretle. Sesi az öncekinin aksine daha dinç geliyordu. Tabii ki onu uykusundan uyandıracak olan kişinin babam olmasını beklemiyordu. "15 dakikan var," Babamın son sözleri bunlar olurken telefonu onun suratına kapatmış ve telefonumu masanın üzerine bırakmıştı. Şu an Kenan'a nasıl bir korku saldığını az çok tahmin edebiliyordum. "Beyefendiye bak, uyuyor bir de." "Baba, abartmıyor musun?" dediğimde bakışları hızla bana döndü. "Tamam bir hata yaptım, kabul ediyorum ama Kenan'ın bir suçu yok! Ona böyle davranma, lütfen." "Gençler onlar," diyen annem bana destek çıktığında bu gece ilk defa rahat bir nefes alabilmiştim. "Bırak ne yapıyorlarsa yapsınlar, Kenan'ı tanımıyor musun sen?" "Çok yakından tanıyoruz diye bu, bizden gizli iş çevirecekleri anlamına mı geliyor, Yıldız?" Babam, bir kez daha celallendiğinde az önce verdiğim rahat nefesi tekrar alamamıştım. "Aralarında ciddi bir şey yokken bu kadar rahat davranıyorlar, biz böyle miydik?" Babamın, 'eskiden böyle miydi' içerikli fırçalarını dinlemeye başladığımda annem de benim gibi baygınlık geçiriyordu. Sürekli olarak babamı yatıştırmaya çalışsa da o bir türlü yatışmıyordu. Ayakta dikilip onun bu sözlerini dinlerken aradan 15 dakika geçmese de Kenan'ın salona girdiğini göz ucuyla görmüştüm. Işınlanmayı bulmuş falan olmalıydı ya da babam, ona gerçekten büyük bir korku vermişti. Az önce telefonun ucundan uykulu gelen sesinin aksine şu an gerçekten kendine çeki düzen vermiş görünüyordu. "İyi akşamlar," dedi, babamın o öfkeyle yanan harelerine rağmen büyük bir sevecenlikle. "Hoş geldin, kuzum," Annemin de aynı sevecenlikle onu karşılaması, babamın kaşlarının çatılmasına yol açarken, "Seni de uykundan ettik ama engel olamadım işte." dedi, gülerek. Annem, ortamı yumuşatmak için elinden geleni yapsa da babam onun aksine bunun için çabalamıyordu. "Estağfurullah," Kenan'ın annemin bu söylediklerine karşılık söylediği şey, onun bakışlarının yine babama dönmesine neden oldu. "Görüyor musun, ne kadar efendi bir çocuk?" Babam, anneme çatık kaşlarının altından bir bakış gönderdikten sonra oturduğu yerden ayağa kalkıp Kenan'a başıyla, salonun bahçeye çıkan kapısını gösterdi. Kenan, onu ikiletmeden babamın peşine takıldığında beraber salondan çıkmışlardı. "Bence öldürüp bahçeye gömecek," derken bakışlarımı onlardan çekip anneme baktım. "İyi çocuktu," "Yakışıklıydı da, yazık olacak." Annem, bu arsız sözlerime karşılık gözlerini bayarak güldüğünde dakikalardır ayakta olmaktan usanmış bir şekilde kendimi kanepeye bırakmıştım."Onu kıracak bir şey söyler mi sence?" Annem, başını hafifçe iki yana sallayarak beni yanıtladı. "Yapmaz öyle şey, baban çok seviyor Kenan'ı." dedi ve ardından ekledi. "Konuşacaklar işte erkek erkeğe, bir şey olmaz merak etme." "Babama pek güvenemedim şu an," Sözlerim onu güldürürken gözlerimi de bahçe kapısına dikmiştim. Ne bir şey görünüyordu ne de onları duyabiliyordum. Yarım saat gibi bir süre, aradan geçip giderken babam tek başına kapıda görünmüş, benim merakla yerimde doğrulmama neden olmuştu. Aynı şekilde annem de meraklı bir tavırla ona doğru döndüğünde gözlerim aradığım kişiyi bulamamıştı. "Kenan nerede?" diyen annem, benim dile getirmekten çekindiğim soruyu sorduğunda babam onu yanıtladı. "Gitti." Kaşlarım şaşkınlıkla havalanırken annem güldü. "Kaçırdın mı çocuğu yoksa?" Babam, annemin bu söylediğine güldüğünde o öfkeli ifadesinden eser kalmadığını fark etmiştim. "Ne konuştunuz?" "Anlatacağım ama öncesinde Ahu Hanım'ın icabına bir bakalım," derken bana doğru yaklaşıp masanın üzerinde duran telefonumu aldı. Ben, ona şaşkınlıkla bakarken çoktan ayaklanmıştım bile. "Bir süre burada kalıyorsun," "Ne?" Bağırışım duvarlarda bir yankı bırakırken babamın az önceki sevecen ifadesi de hızla dağılmıştı. Sanırım bu pek uzun sürmemişti. "Telefonun da aynı şekilde bir süre bende kalıyor," dediğinde kaşlarım çatılmış, aynı şaşkınlığımla onu izliyordum. Bir külkedisi gibi eve mi kapanacaktım? "Odandaki bilgisayarınla tabletini de bana getiriyorsun yatmadan önce. Bir süre sevgilinle görüşmezsen sorun olmaz herhalde?" "Kenan'ın haberi var mı bundan? Ona ne diyeceğim?" dedim, ellerimi iki yana açarak. Bu da babamın kaşlarının alayla havalanmasına yol açtı. "Evet, haberi var. Bundan sonra benim iznim olduğu sürece görüşebileceksiniz, o da belli saatler içerisinde. Bunu ona söylediğimde de çıtı çıkmadı, seve seve kabul etti hatta." Bu sefer alayla gülen ben olurken ellerimi saçlarımdan geçirip sakin kalmayı denedim bir süre. "Nasıl korkuttun çocuğu, kim bilir?" Sözlerim onu daha da keyiflendirirken kanepedeki yerine kurulmuştu. "Sizin bu başına buyrukluğunuza bir çözüm gerekiyordu, kendi kendini bu noktaya getiren sensin kızım, şimdi ağlama." Onun bu kelimeleri beni daha da delirtirken annemle göz göze geldik ve bana, bir şey söylememem için uyarıcı bir şekilde baktı. Fakat babamın da dediği gibi ben, başıma buyruktum. "Telefonumu alıp beni eve kapattığında onunla görüşmeyeceğimi mi sanıyorsun sen? Kaçıncı yüzyıldayız 18 falan mı? Mağarada mıyız?" "Maran," Annemin araya girmesiyle birlikte dolduğunu bile yeni fark ettiğim gözlerimi kırpıştırdım. Bu esnada annem de babama dönmüştü. "Abartmadın mı biraz, Adnan? Bir hata yapmışlar işte niye uzatıyorsun bu kadar?" "Senin kızın fazla şımardı sadece, üstelik bunu çoktan hak etmişti." Babamın bu sözleri, ona dair duyduğum tek şey olurken hızlı adımlarla yukarıya çıkan merdivenleri tırmanmaya başlamıştım. "Beni uğraştırmadan odandaki her şeyi getiriyorsun, duydun mu beni?" Onun sert sesi kulaklarıma ulaştığında gözlerimden bir damla yaş düşmüş, odama girerek kapıyı sertçe kapatıp ardından kilitlemiştim. Koskoca kızını hâlâ küçük bir çocukmuş gibi azarlamaktan çekinmiyordu ve ben bundan sıkılmıştım. Gözlerimdeki yaşlarla birlikte burnumu çekerek balkon kapısına ilerlediğimde tanıdığım o heybetli bedenle karşılaşmış, adımlarımı büyüterek onun o güven veren kolları arasına kendimi bırakmıştım. Güçlü kolları beni sarıp sarmalarken parmak uçlarımda yükselip onun boynuna sarıldım. Tabii ki beni bırakıp gitmemiş, burada beni beklemişti. Gözlerimden akan yaşlar, onun tenini ıslatırken parmakları saçlarıma temas etti. "Şşh," Geri çekilip parmaklarıyla çenemi kavradığında o yeşil gözleri odağımdaydı. "Ağlama bebeğim, yok bir şey." "Ne demek yok bir şey?" diyerek ona sessiz bir şekilde çemkirdiğimde o da gözyaşlarımı silmekle meşguldü. O sildikçe ben bir yenisini daha ekliyordum. "Görmüyor musun, çocuk gibi eve kapatıldım resmen! Delireceğim yemin ederim." Şefkatin çöreklenmiş olduğu gözleri gözlerimden ayrılmazken bir an onun bu şefkatin birazını da babama vermesini dilemiştim. Belli mi olurdu, belki duam kabul olurdu da babam insafa gelirdi. "Haksız sayılmaz sanki," Söyledikleriyle birlikte bakışlarımı hızla ona çevirdiğimde birazdan bağıracağımı anlayarak elini dudaklarıma örttü. "Tamam," dedi, başını hafifçe iki yana sallayarak. "Demedim bir şey." "Sen de bir alemsin vallahi," dedim, alayla. "Beni göremeyecek olmak seni hiç etkilememiş anlaşılan!" Kaşları çatıldı bu söylediklerime karşılık. "Saçmalama, ne alakası var?" Onun kollarından çıktığımda tüm sinirlerimin gerildiğini hissediyordum. Beni sakinleştirmesini umarken o, beni daha da delirtmişti. "Sevgilim," dedi, o tatlı sesiyle. Ardından da ona arkamı döndüğüm için elini bileğime sararak beni kendine doğru çevirdi. "Dinle beni," Elleri yüzümü avuçladığında çatık kaşlarım normal haline gelmiş, ağlamama kaldığım yerden devam etmeye başlamıştım. "Tabii ki sana da hak veriyorum ama babanın yerine de koy kendini, onun biricik ve tek kızısın sen. Bu kadar tepkisi öfkesinden kaynaklı değil, koruma içgüdüsü." Gözlerim, onun yeşil harelerinin hapsindeyken akan yaşlarımdan hiç ama hiç hoşlanmadığını da orada görebiliyordum. Bu yüzden de bıkmadan usanmadan yaşlarımı silmekten çekinmiyordu. "Onu da anla, olur mu? Bu tepkisi çok sürmez zaten, sana kıyamadığını az önce aşağıdayken çok net anladım." derken söylediklerini desteklercesine ağırca başını sallamıştı. "Üzme kendini, böyle de ağlama. İçim gidiyor." "Kuzum," Annemin sesini duyduğum an, kapı önce tıklatılmış ardından da kapının kolunu usulca indirmişti fakat kilitlediğim için açılmamıştı. "Aç kapıyı birtanem, konuşalım bir anne-kız." Kenan'ın bakışları arkamdaki kapıdan bana döndüğünde ikimiz de aynı şeyi düşünmüşüz gibi dudaklarıma derin ama bir o kadar da narin bir öpücük bırakmıştı. "Seni seviyorum," dedi, fısıltıyla. Islak kirpiklerimi kırpıştırarak onun o güzel çehresine baktım bir süre. "Ben de seni seviyorum," Yanımdan ayrılmadan önce son bir kez daha gözlerimi sildiğinde onun balkon kapısından çıkışını izlemiş, gittiğinden emin olana kadar kapıyı açmamıştım. "Maran," diyen anneme kapıyı açtığımda, "Ne bu böyle ergen gibi kapıyı kilitlemeler? Yakışıyor mu hiç sana?" Göz devirip içeri geçtim ve masanın üzerinde duran, sadece buraya geldiğimde kullandığım bilgisayarımla tabletimi alıp annemin eline tutuşturdum. "Hayır, çocuğum ben. Baksana şu halime!" diyerek çemkirdiğimde dudaklarını birbirine bastırıp bana baktı. "Sadece onun izni olduğunda görüşebilecekmişiz, o da belli saatler içerisindeymiş." Babamın sözlerini tekrar ettiğimde sinirlerim daha da bozulmuştu. "Oldu olacak muhallebi yemeye de gidelim! 70'lerde miyiz bu ne ya?" Benim bu sözlerim, annemin gülecek gibi olmasına neden olduğunda durup ona baktım. Bunu fark ettiğinde de gülüşünü bastırmaya çalışmıştı. "Sen de hiç bana destek olmuyorsun, teşekkür ederim anne." dediğimde gözlerini baydı. "25 yıldır babana söz geçiremiyorum ben, şimdi mi lafımı dinleteceğim adama?" Oflayarak makyaj masasının önündeki kırmızı pufa oturduğumda kendimi hiç olmadığım kadar halsiz hissediyordum. Üzerimde yol yorgunluğu yokmuş gibi bir de babamın başıma sardığı bu şeylerle uğraşacaktım! "Okula da mı gidemeyeceğim?" dediğimde annem de önümdeki yatağa oturdu. "Gideceksin," dedi, başını sallayarak. "Bora götürüp getirecek, arabanı da kullanamayacakmışsın." dediğinde sıkıntılı bir nefes verdim. "Benim notlarıma ihtiyacım var," Omuz silktim. "Madem burada kalmamı istiyor, gidip eşyalarımı almamda da bir sakınca olmamalı bence!" "Onun için Bora'yı gönderdi şimdi," diyen annemle birlikte öfkeden gözlerim bir kez daha dolduğunda sertçe saçlarımı çekiştirdim. "Kuzum sakin olsana sen, babanı tanımıyor musun? Sadece birkaç gün sürer bu öfkesi, rahat ol biraz." dediğinde oturduğum yerden kalkıp ona doğru ilerledim ve önünde çöküp ellerimi dizlerine yasladım. Yaşlı gözlerle bir çocuk gibi ona baktığımda elini kaldırıp saçlarımı okşamaya başlamıştı. "En azından babamdan telefonumu alamaz mısın?" dediğimde bir süre gözlerime bakıp dudakları arasından bir soluk bıraktı. "Lütfen anne!" "Tamam, halletmeye çalışacağım ama şimdi değil," derken az önce Kenan'ın sildiği gözlerimi kendisi silmişti. "Sakinleşsin biraz, sen de çocuk gibi ağlama. Sanki bilmiyorsun babanı da, adama yalan söyleyip tatillere gidiyorsun!" diyerek de lafını soktuğunda burnumu çekip oturduğum yerden kalkmıştım. O da, oturduğu yatağımdan kalkıp başıma bir öpücük bıraktı. "Uyu sen, hadi." dedi, bu sefer de yanağımı okşayarak. "Yarın konuşacağım babanla, merak etme sen tamam mı?" Başımı usulca sallayarak onu onayladığımda yanağımı öpüp iyi geceler dileyerek odamdan çıkmıştı. Bense bir süre daha yatağımda oturup sinir krizleri geçirmiş, en sonunda da yorgun düşerek giyinme odama geçip pijama takımlarımdan birini üzerime geçirmiştim. Ardından banyoya geçip birkaç işimi de hallettikten sonra uzun bir aradan sonra yine ilk kez Kenan'sız uyuyacağım bir uykuya kendimi hazırlamaya çalışmıştım.
🧸🧸🧸 "Geldim, arka sokaktayım," Olcay'ın cıvıl cıvıl sesini duyduğumda ona hiçbir şey söylemeden telefonu suratına kapattım. Hayır, tabii ki hâlâ kendi telefonumu babamın elinden kurtaramamıştım. Annem bunun için çabalasa da babamın inanılmaz bir inadı vardı. Bu yüzden de annem, dün sabah bana bir telefon almış ve bunu babama yakalatmamamı (!) tembihlemişti. Şimdi de gecenin bir yarısı onlar uyurken biricik kızları evden kaçacaktı. Buna beni kendileri zorlamıştı ve yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Neredeyse günlerdir yalıdaki odama kapatılmıştım ve okul dışında hiçbir yere gidemiyordum. Okula gittiğimde de Bora yanımdan bir saniye bile ayrılmıyor, ben dersteyken koridorda beni bekliyordu. Hâl böyleyken babam beni daha da yoldan çıkarmıştı. Elimdeki telefonu, giydiğim deri pantolonun arka cebine koyarken aynada son kez kendimi kontrol edip masanın üzerinde duran çantamı elime aldım. Bu evin havasından birkaç saatliğine de olsa kurtulmayı planlıyordum. Yerde duran topuklu ayakkabılarımı da elime alıp balkon kapısına ilerlemeden önce odamın kapısının kilitli olduğuna bir kez daha emin olmuş, ardından da balkon kapısından çıkmıştım. İlk defa böyle bir delilik yapacaktım ve umarım başıma bela açmazdım. Gözlerim, kısaca bahçede dolaşırken bir sürü korumanın etrafta olduğunu görmüş, çıplak ayaklarımla trabzanlara doğru ilerlemiştim. Geniş balkonumun bahçenin karanlık tarafına baktığı kısımdan aşağı ulaşabilirsem hiç kimseye görünmeden bu işin üstesinden gelebilirdim. Ellerimi trabzanlara yaslayıp aşağı doğru bakmaya cesaret edebildiğimde ilk kez, ne kadar yüksekte olduğumu da böylelikle fark etmiştim. "Oha," Dudaklarımdan bir fısıltı halinde dökülen şaşkınlık nidasıyla birlikte bir kez daha bakışlarımı kısaca etrafta gezdirdim. Kenan bunu her seferinde nasıl yapıyorsa ben de yapabilirdim herhalde? Yani.. Galiba. Dudaklarımdan derin bir soluk bırakıp elimdeki çantamla ayakkabılarımı aşağı doğru bıraktığımda onlar benden önce yemyeşil çimenlere kavuşmuştu. Bunun birinin dikkatini çekip çekmediğini merak ederek yine, bahçenin diğer tarafında kalan korumaları kontrol ettim. Evet, şu anlık bir sorun yok gibi görünüyordu. Bacağımı, trabzanların diğer tarafından sarkıtıp aşağı bakmamak için direnirken derin bir nefes daha almıştım. Burası nasıl bu kadar yüksekti ve ben, nasıl oluyor da bunu yeni fark ediyordum? Nihayet diğer bacağımı da trabzanların öbür tarafına atabildiğimde sadece ellerimle oraya tutunuyordum. Bakışlarımı eğip aşağıya baktığımda tutunabileceğim hiçbir şeyin olmadığı gerçeğiyle de yüzleşmiştim. Fakat yapacak hiçbir şey yoktu, buradan dönüşüm yok gibiydi. "Başıma ne işler açtın, baba!" Ben, kendi içimde babama söylenmeyi bırakabildiğimde cebimdeki telefon titremeye başlamıştı. "Patladı sanki." Elimi trabzanlardan çekip arka cebime attım ve sessizde olan telefonumu yanıtladım. "Geliyorum, bekle iki dakika!" "Maran, Topkapı Sarayı'ndan mı kaçıyorsun anasını satayım, hadi lan!" Olcay'ın az önceki cıvıltısının aksine şu anki kaba tavrı, oflamama neden olurken eş zamanlı olarak da kendimi bir cesaretle aşağı bırakmıştım. Ben, her ne kadar bunu korkarak yapıp, içimden türlü senaryolar geçirsem de kötüye hiçbir şey olmuyordu. Aslına bakılırsa o kadar yüksekte de değilmişim. Çıplak ayaklarım çimenlere gömüldüğünde, "Geldim," diyerek telefonu suratına bir kez daha kapatmış, eğilip yerdeki eşyalarımı alarak adeta koşar adımlarla oradan uzaklaşmıştım. Sadece iki dakika içerisinde de patika yolu bitirip arka kapıdan çıktığımda Olcay'ın arabasını da görmüştüm. Yine hızlı adımlarla arabaya doğru ilerleyip yolcu kapısını açtığımda Olcay göz devirdi. "Sonunda!" Bu sefer ona göz deviren ben olurken arabaya binmiştim. "Sür hadi," dedim, elimi hafifçe sallayarak. O, arabayı çalıştırırken ben de topuklu ayakkabılarımı giymekle meşguldüm. "Kenan hiç hoşlanmayacak bundan." "Haksız değil bence," diyen Olcay'a içten içe katılsam da ona ters bir bakış atmıştım. Akşam yemeğinden sonra odaya kapanıp Kenan'la konuşmuştum ve o, telefon konusunda bile bana kızmışken şu an yaptığım şeye ne gibi bir tepki verebileceğini oldukça merak ediyor ama bir yandan da korkuyordum. O, Kılıç ve Yiğit'le dışarı çıkacağını söylediğinde onun gecenin bir vakti dışarı çıkmasının ne gibi bir tehlike arz ettiğini bilerek hızla Olcay'ı arayıp onunla konuşmuştum. O da çocuklarla beraber olacağını söylese de ısrarlarıma dayanamayıp gelmişti. "Neredeler bunlar?" dedi, ters ters. Bu tavrı da Kılıç'ı görmek zorunda olmasından kaynaklanıyordu. "Bizim hep gittiğimiz yer işte," diyerek onu yanıtladığımda başıyla beni onayladı. "Ufuk'la Onur da orada," "Tamam işte! Bak, bozulmadı planın." dediğimde kısa bir an bana baktı. "Kılıç'ı görmek zorunda kalmayacaksın." "Aynı mekândayız ya hani," Omuz silktim. "Görmezden gel o zaman." "Ay," dedi, burnunu kırıştırarak. "Ne görmezden geleceğim be? Şimdi kendini önemli biri sanacak!" Kıkırdadım bu söylediğine. "Kılıç öyle biri değil," "Gördük nasıl biri olduğunu!" Başımı iki yana hafifçe sallayıp gülerek başımı yola çevirdiğimde yolculuğumuz çok uzun sürmemişti. Saat gece yarısına geldiği için çok yoğun bir trafik olmadığından dolayı çok geçmeden kendimi mekânın önünde bulmuştum. Led ışıklarla aydınlatılmış tabela gözümü alsa da Olcay'ı beklemeden arabadan inmiştim bile. Günlerdir görmediğim Kenan'ı, şu an bana ne tepki verecek olursa olsun görmek için can atıyordum. Olcay, arabayı valeye teslim edip peşime takıldığında kapıdaki korumaları da kolayca geçmiş, gürültülü müzik kulaklarıma dolmuştu. "Nerede şimdi bunlar?" "Resmen koskoca herifin peşine düştün gecenin bir vakti, inanamıyorum sana." Olcay'ın söylediklerini umursamayarak bakışlarımla bir yandan etrafı tarıyor, bir yandan da kalabalığın içerisinde ilerlemeye çalışıyordum. "Düşeceğim tabii," "Ruh hastası," Olcay'ın hakaretlerini işiterek geçirdiğim birkaç dakikanın sonunda bar taburelerinden birinde oturup başını telefonundan kaldırmayan o beden dikkatimi çekmişti. Arkası bana dönük olsa da onu tanımam zor olmamış, üstelik diğer tarafında oturan Yiğit'le Kılıç da bana oldukça yardımcı olmuştu. Fakat bir şey daha vardı ki Kenan'ın yanında oturup ona hararetle bir şeyler anlatan Ufuk'la birlikte bundan daha da emin olmuştum. O, Kenan'a ne anlatıyordu bilmiyordum ama sevgilimin dikkatini çekemediği aşikârdı. "Geco!" Sesimi onlara duyurabildiğim an, Kenan'ın tüm odağı saniyeler içerisinde ben olmuştum. Yeşilleri birkaç saniye üzerimde kısaca dolaştıktan sonra kaşları hafifçe çatıldı. İşte ben de bunu bekliyordum. "Firari olmuş birileri," diyen Ufuk'a yapmacık bir şekilde gülümsediğimde Kenan'ın çatık kaşları hâlâ yerinde duruyordu. Biraz daha böyle bakarsa gecemiz hoş bitmeyecekti. Onun şu bakışlarını yumuşatmayı dileyerek aramızdaki birkaç adımı kapatıp yanağına koca bir öpücük bıraktığımda pek etkili olabildiğim söylenemezdi. "Adnan amca yakında zindana kapatacak," diyerek Ufuk'a katılıp benimle alay etmeye başlayan Olcay da onun yanına geçerken hepsi sırıtarak bir bana bir de Kenan'a bakıyordu. Birazdan kopacak olan kıyametin düşüncesi onları cezbetmiş olmalıydı. "Of ne bakıyorsunuz, dağılın hadi. Biraz özel hayata saygı!" diyerek de onların bu bakışlarına çirkef bir şekilde karşılık verdiğimde yerine oturmayan Olcay, çoktan Ufuk'u çekiştirmeye başlamıştı. Bu sefer de beklentiyle Yiğit ve Kılıç'ın gözlerinin içine baktığımda Kenan'ın onlara olan tek bir bakışıyla içkilerini alarak yanımızdan uzaklaştılar. Kenan'la baş başa kaldığımız o an, nefesimi tuttuğumda bir süre daha gözlerime aynı ifadeyle bakmıştı. "Öyle bakma, korkuyorum," dedim, çok masum bir şekilde. Bu, kaşlarının alayla havalanmasına neden oldu. "Bu korktuğun halin mi?" dedi, alayla. "Eğer öyleyse diğer türlüsünü düşünemiyorum çünkü." "Kenan ya," derken çantamla telefonumu tezgâha bırakarak yanına oturmuştum. "Özledim seni işte, ne yapayım?" "Babanın haberi yok değil mi?" dediğinde başımı iki yana sallayarak onu onaylamıştım. Bununla birlikte dudaklarından bir nefes bırakıp bir süre daha bana baktı. "Baban bunu bilse daha dışarı adımını atamazsın, umarım bunu biliyorsundur." Göz devirdim. "Atamıyorum zaten!" Sözlerimin ardından barmenden bir içki istediğimde bu rahat tavırlarım onu sinirlendirmişti. "Babam seni bayağı korkutmuş anlaşılan. Ben de seni cesur sanıyordum." dediğimde güldü. "Sen kendini cesur mu sanıyorsun şimdi?" dedi ve gözlerimde gördüğü o onayın ardından ekledi. "Üzgünüm ama seninkisi cesaret değil, gerizekalılık." Kaşlarım çatılırken elimdeki kadehi tezgâha bırakmak zorunda kalmıştım. "Ne oluyor sana? Sadece seni görmek istediğim için mi bu öfke?" "Hiç kimseyi dinlemeyip başına buyruk davranman," dedi, tıpkı babam gibi konuşarak. "Beni öfkelendiriyor, evet." "Ya kimse görmedi işte, sakin ol!" "Tamam, Maran," diyerek susmam gerektiğinin sinyalini verdiğinde dudaklarımı birbirine bastırıp ona baktım birkaç saniye. "Sen sadece beni görmek istemiyorsun bence," dediğimde ben gelmeden önce yakmış olduğu sigarasını dudakları arasından çekip bana salakmışım gibi baktı. "Aramadın, gelmedin bile! Unuttun resmen beni." "Telefonuna baban el koymuştu ya hani?" derken gerçekten bir gerizekalıyla konuşuyormuş gibiydi. Bir bakıma da öyleydi. "Gelmedim, çünkü babana yakalanmak istemedim. Bu, senin düşündüğünün aksine korktuğum için değildi, daha fazla zor durumda kalmanı istemediğimdendi." diyerek kendini açıkladığında çoktan dolmuş olan gözlerimi kırpıştırıp önüme döndüm. "Üstelik seninle görüşmek için babanla konuştum ve müsaade etmedi. O yüzden beni dinlemeden saçma sapan konuşma." "Hiç konuşmuyorum işte," dedim, dirseklerimi tezgâha yaslayıp bakışlarımı karşı duvarda rafta duran içkilere dikerek. Bununla birlikte sabır dilercesine elini havaya kaldırdığında göz ucuyla bunu görmüştüm. "Bir saat, Maran," dedi, başını hafifçe omzuna doğru eğip görüş açıma girmeye çalışarak. Yeşil gözleri gözlerime tutunduğunda kaşlarını kaldırdı. "Daha fazlası değil, o yüzden şimdilik tadını çıkar." Islanan kirpiklerimi kırpıştırıp söylediği gibi bu anın tadını çıkarmayı hedefleyerek önümdeki kadehi tek dikişte içmiştim. Bu esnada da çok içmemem konusunda küçük bir uyarıda bulunmuş, ardından da sessizce sigarasını içmeye devam etmişti. Pekâlâ, onu özlemiştim ama o, beni özlememiş gibi duruyordu. Resmen geldiğimden beri bana nutuk çekip tıpkı babam gibi kızıyordu. Babamla bu kadar çok ortak yönünün olması da kısa bir an beni korkutmamış değildi. Aradan ne kadar geçmişti bilmiyordum ama bu süre boyunca neredeyse hiç konuşmamış, ben de böylelikle kendimi içkiye vermiştim. Bir yandan ona çaktırmadan ara ara gözyaşlarımı akıtıyor, bir yandan da ona kaçamak bakışlar atıyordum. "Özlemedin mi şimdi sen beni?" dedim, burnumu çekerek. Üzerimde olan bakışları, bir süre yaşlı gözlerimde takılı kalırken bakışlarını yumuşatmayı başarmış gibi görünüyordum. "Öyle bir şey demedim," dedi ve uzanıp önümdeki kadehi aldı. "İçme daha fazla, yeter bu kadar." "Özlediğini de söylemedin," "Özledim," En sonunda tek kelimelik cümleyi onun dudaklarından duyabildiğimde bu iyi miydi kötü müydü bilmiyordum ama kalbim yine güm güm atmaya başlamıştı. "Sana kızmamın sebebi, gecenin bir yarısı burada olman. Babanın bunu öğrendiğinde ne gibi bir tepki vereceğini en iyi sen biliyorsun ama buna rağmen böyle çocukça davranışlarda bulunuyorsun," dedi ve dolu gözlerime daha fazla dayanamamış olacak ki elini kaldırıp gözlerimi sildi. "Benim seni özlemediğimi mi sanıyorsun sen? Özledim tabii ki ama kendime engel olmaya çalışıyorum, babanı daha fazla kızdırıp seni üzmesini istemiyorum. Anlıyor musun beni?" Fazla uzağımda sayılmayan çehresi, tüm dikkatimi haddinden fazla dağıtırken söylediklerini pek algılıyor olduğum söylenemezdi. Sürekli olarak kıpırdayan pembemsi dudakları ve gözlerimden ayrılmayan yeşil hareleri beni yangından yangınlara sürüklüyordu. "Sana gidelim mi?" Çakırkeyif kafamla ona bulunduğum edepsiz teklif, oldukça ciddi olan ifadesini dağıttı ve bir süre ciddi olup olmadığımı anlamak istercesine yüzüme baktı. "Ben ne diyorum, sen ne diyorsun?" dedi, başını hafifçe iki yana sallayarak. Ardından dönüp barmenden benim için bir kahve istediğinde ben de genç barmene doğru dönmüştüm. "Sert olsun ama," dedim, genç çocuğa bakıp. "Ben sert seviyorum." Bu sözlerimle birlikte barmen, anlamsızca bana bakıp kahve makinesine yönelmişti ve bu sırada Kenan da eliyle alnını ovuşturup bana bakmıştı. "Kapa çeneni, Maran," dediğinde elimi ne var dercesine salladım. "Ne oldu ya?" O, bana dik dik bakarken ben de başımı hafifçe yana eğdim. "Sana gitmeyecek miyiz şimdi?" Bu sorumla birlikte az önce genç çalışandan istediği kahveyi iptal etmesi için eliyle bir işaret yapmış, ardından tezgâhta duran telefonuyla sigara paketini alarak ayaklanmıştı. "Kalk," dedi, söver gibi. Bu isteğiyle salak salak sırıtarak yerimden kalkmaya çalışmıştım fakat bu çabamla sendelemiştim. Beni düşmekten son anda kurtaran kişi yine o olurken eli belime sarıldı. "Sana, bu kadar içme dedim." dediğinde başım dönmüş, onu çift görmeye başlamıştım. "Beni azarlaman çok hoşuma gidiyor," diyerek salak bir cümle kurduğumda beni umursamayıp tezgâhın üzerinde duran çantamla telefonumu aldı. Ardından da diğer elini bacaklarım arasından geçirip beni kucağına aldığında kollarımı onun boynuna dolayıp başımı göğsüne yasladım. Başım inanılmaz bir şekilde dönüyor, midem bulanıyordu. O, kucağındaki benle kalabalığı adeta yarıp geçerken, "Midem bulanıyor," dedim, hayıflanarak. "Anahtarın var mı?" dediğinde başımı hafifçe kaldırıp ona baktım. Bu esnada temiz hava yüzüme çarpmış, içerinin boğuk havasından onun sayesinde kurtulmuştum. "Yok galiba," Bu gece ilk kez, söylediğim bir şeye güldüğünde valenin arabasını getirmesini bekliyorduk. "Var mı yok mu, Maran?" "Bilmiyorum," diyerek bir kez daha onu yanıtladığımda çok geçmeden vale arabasını getirmiş, ben de kucağından inmek zorunda kalmıştım. Arabaya binmeme yardımcı olduktan sonra çantamla telefonumu kucağıma bırakıp kapıyı kapatarak arabanın etrafından dolandı ve sürücü koltuğuna geçti. Ardından arabayı çalıştırmadan hemen önce tekrar çantama uzanıp onu açmıştı. "Kadınların çantası kurcalanmaz," dedim, kaşlarımı çatarak. "Ne kadar kabasın!" dediğimde bana yandan bir bakış atıp çantamı kurcalamaya devam etti. "Anahtarını arıyorum ama yok," derken çantamı yine kucağıma bıraktı. "Tak kemerini," O, kemerini takarken ben de isteğini yerine getirmek üzere emniyet kemerini takmaya koyulmuştum fakat başaramamıştım. "Takamadım," dediğimde arabayı çalıştırmadan önce takamadığım emniyet kemerimi de takmış, bana ters ters baktıktan sonra arabayı çalıştırarak barlar sokağından çıkmıştı. "Nereye gideceğiz?" dedim, büyük bir coşkuyla. "Anahtarın olmadığına göre bana gidiyoruz," dediğinde ellerimi sevinçle çırptım. Bu tavrıma, o korkunç ifadesine rağmen güldü ve bir süre, daha dün onun için boyatmış olduğum siyah saçlarıma baktı. "Beğendin mi?" dedim, saçlarımı savurarak. "Senin için yaptım ama sen yeni fark ediyorsun," diyerek o coşkulu ifademi bir kenara bırakıp yine somurttuğumda iflah olmaz biri olduğumu düşünüyor olmalıydı. "Fark etmiştim," dediğinde başımı çevirip ona baktım. Yan profilini aydınlatan kırmızı ışık sayesinde o kusursuz çehresinden mahrum kalmıyordum. "Çok güzelsin," dedim, hülyalı bir şekilde. Bu, onu bir kez daha güldürürken benim de yüzümde salak bir sırıtış oluşmuştu. "Güzel miyim?" derken ses tonundaki şaşkınlığı yakalamıştım. "E güzelsin tabii," dedim, onu çapkınca süzerek. "Evlensene benimle." Bu sözlerim, dudaklarından erkeksi bir kıkırtının dökülmesine neden olurken, "İstersen evleniriz ya da bir daire tutarım size, annenle kardeşini alırız size bakarım. Azman'a da bakarım." O, bu sözlerimle bir süre yüzüme bakakaldığında yeşil ışık da yanmıştı. "Ne anlatıyorsun, Maran?" dedi, dudaklarındaki o minik sırıtışla. "Sen içince bayağı sapıtıyormuşsun," dediğinde araba durmuştu. Bakışlarımı ondan alıp dışarı çevirdiğimde evin bahçesinde olduğumuzu gördüm. "Aa," dedim, şaşkınlıkla. "Geldik mi?" "Geldik," derken emniyet kemerini çıkarıp benimkine yöneldi. Benimkini de çıkardıktan sonra arabadan inmişti. O, arabanın etrafında dolaşıp tekrar benim kapımı açtığında dizlerimin üzerinde duran çantamı elime alıp kollarımı ona uzatmıştım. O da beni arabadan indirip bir kez daha kucağına alırken kucağındaki rahat pozisyonumu yakalamıştım bile. "Ben bunu bayağı sevdim," dedim, mırıldanarak. "Böyle sürekli bebek gibi taşıyorsun beni," "Koca bir bebeksin zaten," diyerek bana karşılık verdiğinde kıkırdadım. "Ama senin bebeğin," "Benim bebeğim," O, kucağındaki bebeğiyle birlikte koca bahçede ilerlerken elimi kaldırıp yanağına dokundum. Onu sadece birkaç gün görmemiştim ama içimde haddinden fazla büyük bir özlem vardı. Bu, ona bağımlı hâle geldiğimin bir göstergesiyken bundan korkmamam da ayrı bir delilikti. Dakikalar sonra beni kucağından indirip anahtarını çıkardığında, bundan hiç ama hiç hoşlanmamıştım. Hatta öyle ki kısa bir an dengemi sağlayamamış, omzumu kapının pervazına yaslamak zorunda kalmıştım. "Geç bakalım," diyen sesi, bakışlarımı daldığım boşluktan çekmemi sağlarken bir ona bir de açtığı kapıya bakmış, ardından da içeri doğru bir adımımı atmıştım. O da peşimden içeri geçtiğinde ışıkları açıp kapıyı arkasından kapattı. Açtığı ışık kısa bir an gözlerimi kısmama neden olsa da kısa süre içinde buna alışmıştım. Ben adımlarıma yön verip içeri doğru adımlayacağım esnada adımlarım birbirine karışmış ve tökezlemiştim. Fakat beni yine kurtaran bir kahramanım vardı. Eli, belimi bir kez daha sarıp beni düşmekten kurtardığında, "Yavaş," "Superman gibi adamsın vallahi," dediğimde gülmüş, bakışlarım da o güzel gülüşüne kaymıştı. Dudaklarının yukarı doğru kavislenmesi kalbimin orta yerindeki ateşi her seferinde aynı şiddette harlıyordu. Gözlerim dudaklarında takılı kalırken elimi kaldırıp çenesine yerleştirmiş ve o, daha ne olduğunu anlamadan dudaklarına kapanmıştım. Sıcacık dudaklarına günler sonra kavuşabilmemin verdiği hyecanla kısa bir an ne yapacağımı şaşırmıştım. Bir süre, sanki birbirimizi duyabilmek için sadece öylece kalmış, ardından buna karşı koyamayarak dudaklarının tadını bir an önce almak istemiştim. Alt dudağını dudaklarım arasına aldığımda belimdeki elinin gevşediğini de hissediyordum. Bundan güç alarak kollarımı boynuna doladığımda o eşsiz tadı damağımla buluşturabilmiştim. "Egzotik bir meyve gibisin," Dudaklarından ayrıldığım an söylediğim bu saçma şey, kaşlarının hafifçe çatılıp dudaklarından bir kıkırtının dökülmesine yol açtı. "Ne?" dedi, hoş bir tınıda. Onun o yeşil gözleri, iki gözümün arasında kısaca dolaştığında sanırım kendi içinde deli olup olmadığımın muhakemesini yapıyordu. "İyi misin sen?" Başımı iki yana salladım. "Değilim," dedim, elimin altındaki bedenini hafifçe okşayarak. "Yanıyorum," "Sen iyice edepsizleştiğine göre uyku vaktin gelmiş demektir," dediğinde dudaklarında benim eserim olan minik bir gülümseme vardı. "Gel, odaya çıkarayım seni," derken boynuna doladığım kollarımı usulca indirip bu sefer belime daha sıkı sarılmıştı. Beni bu sefer kucağına almadan yukarı çıkardığında bir tık bundan hoşlanmasam da ona bir şey dememiş, bu esnada aklımdan geçen edepsiz düşünceleri ona da açmıştım. Oysa beni umursamamış, beni yatağa oturtup topuklu ayakkabılarımı çıkarmaya koyulmuştu. "Önümde diz çökmüşken-" "Maran," diyerek uyarıcı bir tınıda lafımı kestiğinde söyleyeceğim şeyleri geri yutmak zorunda kalmıştım. "Bilinçaltın ne kadar pismiş senin," "Hoşuna gitti," derken işaret parmağımı ona doğru kaldırmıştım. "Bak, gülüyorsun!" "Senin şapşallığına gülüyorum, aptal." dediğinde beni yukarı çıkarırken nereden bulduğumu hatırlamadığım koca, peluş ayı kafasını başımdan geçirip ona bakmaya çalıştım. "Seni görmüyorum," dediğimde sesim boğuk çıkmış, onun bir kez daha gülmesini sağlamıştım. Bu esnada da ellerimi ona doğru uzatmış, onu aramaya koyulmuştum. İçerisi karanlıktı ve hiçbir şey göremiyordum. "Neredesin?" "Buradayım," derken ellerim onun ellerini bulmuş, ardından da bedenine tutunmuştu. İkimizden de çıt çıkmadığı bir anda o, başımdaki şeyi çıkarıp bana baktı. "Çocuk gibisin," dedi, gülerek. Ardından elindekini berjerin üzerine bırakıp beni omuzlarımdan nazikçe ittiğinde uzanmak durumunda kalmıştım. "Uyu çabuk," dedi, otoriter bir tonda. "Birkaç saat sonra uyandıracağım, eve götüreceğim seni." Onu başımı sallayarak onayladığımda, "Sana bir şeyler getireyim, üstünü değiştirelim. Ben gelene kadar uyuma." derken çoktan yanımdan ayrılıp giyinme odasına geçmişti. Bundan istifade ederek ona ait olan yastığı başımın altından çekip ona sarıldığımda göz kapaklarım ağırlaşmıştı bile. Yastığına bulaşmış olan ferah kokusu ciğerlerime dolduğu an, onunla süslenmiş olan rüyalarımı daha fazla bekletememiştim. 🧸🧸🧸 Uyuduğum ve son derece huzurlu olan uykumdan beni uyandıran şey, tenime çarpılan buz gibi su olurken gözlerimi hızla aralayıp yerimde yavaşça doğruldum. Karşımdaki beden, en başta beni şaşırtsa da çok geçmeden dün gecenin görüntüleri zihnime doluşmuş, olan biteni hatırlamıştım. "Ne oluyor be?" dedim, çirkef bir şekilde. O, elindeki bardağı komodine bırakıp bir süre bana baktı. "Kalk," dediğinde kaşlarım çatılmış, bununla birlikte de başıma bir ağrı saplanmıştı. "E size de günaydın, Kenan Bey?" Alaylı ses tonum, yeni uykudan uyanmış, üstelik birazdan migreni tutacağına emin olduğum bir kıza göre fazlaydı. Büyük ihtimalle o da bunu fark etmiş olacak ki kaşları alayla havalandı. "Sen misafirlerine böyle mi davranıyorsun?" "Çok konuşma da kalk," dedi, berjerin üzerinde duran takımının ceketini alırken. Bununla birlikte onu, bayık bakışlarıma rağmen alıcı gözle incelemiştim. Giydiği siyaha yakın bir renkte olan mavi gömleği, geniş omuzlarını sarmış, siyah kumaş pantolonuyla müthiş bir uyum yakalamıştı. Üstelik hava hâlâ tam olarak aydınlanmamıştı ve bu saatte bu kadar düzenli görünmesi bir an kendimden utanmama yol açtı. Bir dakika, havanın henüz aydınlanmadığını söylemiştim, öyle değil mi? "Yuh," dedim, bunu fark ettiğim anda. "Bu saatte niye uyandırdın beni?" "Kaçaksın ya?" Az önce benim ses tonumda kullandığım alaylı tınıyı bu sefer de o kullanırken, "Kahvenden birkaç yudum al ve şu tipine çeki düzen verip aşağı in, bekliyorum." Kaşlarımı çattım. "Sen kendi tipine bak be!" diyerek arkasından bağırdığımda beni duymuştu fakat duymamazlıktan geldi. "Nereden buldum bu hayvanı?" "Seni duyuyorum!" "Duy diye söylüyorum zaten!" Bağırışım duvarlarda yankılanırken söylenerek yataktan kalkmış ve odanın içerisindeki banyoya girmiştim. Banyoya girdiğimde aynada karşılaştığım görüntüm, az önce onun söylediğine hak vermeme yol açarken yüzümü yıkayıp dağılmış olan makyajıma çeki düzen verdim. Ardından dağılmış saçlarımı da ensemde gevşek bir şekilde toplayıp banyodan kısa süre içerisinde çıktığımda önce yerde duran topuklu ayakkabılarımı, ardından da komodine bırakmış olduğu kahveyi alarak aşağı indim. Merdivenleri, ağır adımlarımla inip aşağı ulaştığımda onun, ada tezgâhın etrafındaki taburelerden birinde oturmuş ve elindeki tabletle ilgilendiğini görmüştüm. "Kahvaltı hazırlamadın mı bana?" dediğimde bana, kirpiklerinin altından bir bakış gönderdi. Bu bakışları altında elimdeki kupayı dudaklarıma yasladığımda bana, iflah olmazmışım gibi bakıyordu. "Annenle konuştum," dedi, bakışlarını tekrar elindeki tablete çevirirken. Bununla birlikte bir kez daha kaşlarımı çattığımda devam etti. "Okul için seni uyandırmaya, odana gitmiş ve seni bulamayınca bana mesaj atmış. Aradım, konuştum ve yanımda olduğunu, birazdan da seni eve bırakacağımı söyledim." derken elindekini kapatıp tezgâha bıraktı. "Beni zor durumda bırakıyorsun, Maran. Ne kadar mahcup olduğumdan haberin var mı?" dediğinde boşta olan elimi ne var dercesine salladım. "Sen niye mahcup oluyorsun?" Güldü bu söylediğime. "Birimizin bunu yapması gerekiyor bence," diyerek alttan alttan bana yine laf soktuğunda üstüme alındığım söylenemezdi. "Annem, senin ne kadar efendi biri (!) olduğunu biliyor, o yüzden mahcup olmana gerek yok, sevgilim," dediğimde bu iğneleyici konuşmam kaşlarının havalanmasına neden oldu. "Ben onların şımarık kızlarıyım, alıştılar yani." "Bir daha istemiyorum böyle bir şey," dedi, oldukça keskin ve net bir şekilde. Bu otoriter tavrı, kısa bir an duraksamama sebebiyet verirken elimdeki kupayı aramızdaki tezgâha bırakıp kollarımı da oraya yasladım. "Masaya da vuracak mısın?" Sözlerimle birlikte gözlerini devirdiğinde, "Sikeyim, çok çekici oluyorsun böyle konuşunca!" "Maran," dedi, bıkkın bir ifadeyle. Hiçbir şeyi ciddiye almamam onu bu hâle sokuyordu. "Seninle alt tarafı birkaç gün görüşmedik, ne bu böyle?" dedim, şaşkınlıkla. "Haddinden fazla efendi olmuşsun. Babam mı etkiledi yoksa seni?" "Ne istiyorsun?" dedi, gözlerini gözlerime dikerek. Kaşlarımı kaldırdım. "Gerçekten söylememi ister misin?" Sözlerim, onun ciddi ifadesine gölge düşürürken dudaklarının kenarı hafifçe yukarı kıvrılmıştı. "Hazır mısın?" dedi, onun üzerinde olan dikkatimi dağıtmaya çalışarak. "Çıkalım hadi, annen bekliyor." derken daha cevap vermemi beklemeden telefonuyla arabasının anahtarını alarak ayaklanmıştı. "Çantamla telefonum nerede?" dediğimde arkamda, iki kanepenin arasında duran sehpayı göstermişti. Bununla birlikte adımlarımı oraya yöneltip sehpanın üzerinde duran eşyalarımı almış, onun adımlarına ayak uydurmuştum. "Şirkete niye bu kadar erken gidiyorsun?" dediğimde çoktan evden çıkmış, arabasına doğru ilerlemeye başlamıştık. "İstanbul'a gideceğim," diyerek beni yanıtladığında bunu dün gece, babamın bir telefon konuşmasına kulak misafiri olduğumda öğrenmiştim fakat bu kişinin Kenan olduğunu şimdi öğreniyordum. "Çok kalacak mısın?" "Akşama buradayım," derken başını çevirip bana baktı. "Annen yemeğe çağırdı." Kaşlarımı kaldırdım. "Vay," Bu tepkim onu güldürürken arabaya binmiştim. "Samimiyeti ilerletmişsiniz," "Sayende." Bir kez daha konuyu bana getirdiğinde göz devirdim. "Sen böyle uyuzluğa devam mı edeceksin bütün gün?" dediğimde bana yandan bir bakış attı. "Haksız sayılmam sanki, ha?" Sayılmazdı. "Tamam tamam," dedim, elimi sallayarak. "Şu gerginliği bırak ve bana birazcık sevgi göster. Uzun zaman oldu, hatırlatmak isterim." Bu sözlerimle birlikte -sanki bunu söylememi bekliyormuş gibi- eli, dizlerimin üzerinde duran elimi bulmuş ve avucum onun sıcacık eliyle temas etmişti. Bu küçük hareketi, kalbimin ağzıma tırmanmasına neden olurken her seferinde bunu hissetmekten yorulmamıştım. Hatta öyle ki her seferinde, onunla girdiğim en ufak temas için gereğinden fazla heyecan duyuyordum. Elimi hafifçe kaldırıp avucuma içimi yakan bir öpücük bıraktığında da aynı şeyleri hissediyordum. "Şöyle yola gel," dedim, parmaklarımın tersiyle yanağını okşayıp. "Gerginlikten kırışacaksın yakında," O, bu sözlerime karşılık dudaklarını araladığında ona müsaade etmeyerek ben konuştum. "Evet biliyorum, 28 yaşındasın!" "Yaşımla alıp veremediğin ne?" dediğinde omuz silktim. "Senin alıp veremediğin var, tipik yaşlılık kompleksi." derken kısa bir an bana bakmış, ardından tekrar yola dönmüştü. "Takılma ya, boşver!" dedim, buna çok üzülüyormuş gibi. "Maran," dediğinde başımı ona çevirdim. "Sus istersen." Kıkırdadım. "İyi tamam, kızma." Yol boyunca, başımdaki o migren ağrısına rağmen onunla uğraşıp durmuş onu sinirlendirmiştim. Fakat buna rağmen bana çıkışmamış, onunla uğraşmama izin vermişti. Kısa süren yolculuğumuzun sonunda bahçenin sur gibi kapılarının önünde arabası durduğunda başımı hafifçe eğip bahçeye göz atmıştım. Görünürde kimse yoktu. "Anahtarın yok, nasıl gireceksin eve?" dediğinde omuz silktim. "Gelirken anneme mesaj attım, kapıyı açacak bana," "Anneni kızdırma," dedi ve ardından ekledi. "Hatta mümkünse babanı da." dediğinde ona doğru uzanıp yanağını öptüm. "Merak etme," "Etmemeyi ben de tercih ederdim ama konu sensen merak etmemek mümkün olmuyor, Maran." diyerek yine lafını esirgemediğinde onu umursamadım. "Görüşürüz, bebeğim." diyerek de umursamazlığımı ortaya koyduğumda gözleri hafifçe kısıldı fakat bir şey söylemesine müsaade etmeden arabadan indim. Çünkü bekleseydim o nutuklarından birini dinlemek zorunda kalacaktım. Bana nutuk çekerkenki hâli oldukça çekici olsa da birazdan yeterince fırça yiyeceğimden buna engel olmuştum. O, ben bahçeye girene kadar beklemiş ardından da evin önünden uzaklaşmıştı. Ben de bu esnada annemin azarlarıyla şimdilik uğraşmak istemediğimden ön taraftan bahçenin arka tarafına dolanmış ve dün gece evden nasıl kaçtıysam aynı yöntemle de tekrar eve girmiştim. Bu, fazlasıyla yorucu ve meşakkatli olsa da uzun süren uğraşlarım sonucu başarmıştım. Açık balkon kapısından içeri girdiğimde hızla ayağımdaki topuklularımı çıkarıp kendimi banyoya attım. 🧸🧸🧸 "Dokunma, Maran!" Annemin bağırışı duvarlarda yankılanırken önce elimi, uzatmak olduğum tatlı tabağından çekmiş, ardından da yemek masasından usulca uzaklaşmıştım. Yaklaşık iki saat önce okuldan gelmiş ve saatler önce annemden yiyemediğim o fırçayı bir güzelce yemiştim. Ardından ondan özür dilemiştim fakat hâlâ bana trip atıyordu. Üstelik yemekler için ona yardım etmem bile ona sökmemişti. "Tamam ya," dedim, kanepeye ilerlerken. Bu esnada çalan kapının zili kulaklarıma ulaşmış, ikimizin de bakışları oraya dönmüştü. "Ben bakarım!" "Babandır, o kadar sevinme," Bu söylediğine gülerek salondan çıktığımda mutfaktan çıkan Nermin abla, benden önce kapıya ulaşmıştı. "Koşma!" diyerek arkamdan geldiğinde kendimi küçük bir çocuktan farksız hissediyordum. Büyük ihtimalle annem de öyle düşünüyordu ki şu an bana deliymişim gibi bakıyordu. Nermin ablanın açtığı kapıya doğru ilerlediğinde adımlarım yavaşlamış, onun gerisinde kalmıştım. "Hoş geldiniz," diyen annemin cıvıltılı sesine eşlik eden Defne teyzenin tatlı gülümsemesi olurken omzunun üzerinden geriye doğru bakmıştım. Turgay amcayla babam, süs havuzunun önüne park edilmiş olan arabadan inerken gözlerim de asıl görmek istediği kişiyi arıyordu. Onun arabası da babamın arabasının hemen arkasındaydı. "Hoş bulduk," Defne teyzeyle annem arasında sıcak bir kucaklaşma gerçekleşirken onun oğluyla tıpatıp aynı renk olan yeşilleri de beni bulmuştu. "Maran'cığım," dedi, annemden ayrılırken. Eş zamanlı olarak kolları bana doğru uzandığında genişçe gülümseyip ona sarılmıştım. "Nasılsın kuzucuğum?" "İyiyim, siz nasılsınız?" Sırtımı hafifçe sıvazlayan elleri, içimi sıcacık ederken çok geçmeden ondan uzaklaşmıştım. "Ben de iyiyim," dedi ve ardından ekledi. "Ne zamandır görmüyorum seni." "Cezalıyım, ondandır." dediğimde annem bana ters ters bakmış, Defne teyze de şaşkınlıkla bir ona bir de bana bakmıştı. Annem, durumu toparlamak adına konuştuğunda o da benim patavatsızlığım üzerinde çok durmadı. Babamla Turgay amca da kapıda göründüklerinde aynı şekilde onunla da tıpkı eşiyle olduğu gibi sıcak bir selamlaşma yaşamış, bu esnada o da bana aynı soruyu sormuştu. Fakat bu sefer, az önceki patavatsızlığı yapmamayı tercih etmiştim. Onlar içeri geçerken bakışlarımı tekrar bahçeye çevirmiş, aradığım kişiyle nihayet karşılaşmıştım. Aramızdaki birkaç adımlık mesafeyi kapatmadan önce elindeki telefonunu cebine koydu. Ben, onu büyük bir heyecanla beklerken bu şapşal tavrım tabii ki annemin gözünden kaçmamıştı. "Hoş geldin, Kenan," diyen annem, ona benden önce sarıldığında yeşilleriyle olan kısacık temasımız kesilmek zorunda kaldı. "Hoş bulduk," Onların kucaklaşması bir türlü bitmek bilmezken gözlerimi irileştirerek anneme baktım. "Anne," dedim, uyarıcı bir tonda. "Bırak bize de kalsın!" Bu söylediğim onu güldürürken bunu bilerek yaptığını anlamam zor olmamıştı. Onlar birbirlerinden nihayet uzaklaşırken o, elindeki karton poşeti anneme uzattı. "Niye zahmet ettin, kuzum?" dediğinde kuzum diyerek nitelendirdiği adama bir süre baktım. Hiç kuzuya benzer bir hâli yoktu açıkçası. "Olur mu öyle şey, ne zahmeti?" derken annem, elindeki tatlı poşetini alıp Nermin ablaya uzatmıştı. Nermin abla mutfağa geçerken ben de kapıyı kapatıp dakikalardır yapmak için sabırsızlandığım şeyi yaptım. Parmak uçlarımda yükselip kollarımı onun boynuna doladığımda yanımızda annemin olması, onun aksine benim umrumda olmamıştı. Onu daha bu sabah görsem de bunu en son ne zaman yaptığımı hatırlamıyordum bile. Onu haddinden fazla özlemiştim. Sarıldığım için burnumdaki o kokusu daha da yoğunlaşırken onun da eli belime dolandı. Elinin belimi sarmasını bile özlemiştim! Yaptığı en ufak şey bile olsa bende farklı hisler uyandırıyordu. "Hoş geldin," diyerek ondan istemeye istemeye uzaklaştığımda annemin göz hapsindeydik. Bana ima dolu bakışlar atıyor, annemin yanında bunu yapmış olmamdan zaten hoşlanmayan Kenan'ı daha da utandırıyordu. "Hoş buldum," dediğinde de o delici bakışlarıyla karşılaşmıştım fakat umursamayıp omuz silktim. "E hadi bakalım, geçin içeri," diyen annemle birlikte önde o, arkasından da annem ve ben içeri geçtiğimizde kalbim de az önceki kucaklaşmanın verdiği hissiyatla hâlâ pır pır atıyordu. Annem, Defne teyzenin yanına geçip oturduğunda babamla Turgay amca da direkt çalışma odasına geçmişlerdi. Bundan istifade ederek Kenan'ın yanındaki boşluğa oturduğumda gözlerini, elindeki telefondan bana çevirdi. Ona, başımla dışarıyı işaret ettiğimde o da sadece gözleriyle beni reddetmişti. Bu, omuzlarımı düşürmeme neden olurken, "Lütfen," dedim, dudaklarımı oynatarak. Ardından da gözlerimi kırpıştırarak ona baktığımda gözlerini devirip ayağa kalktı. Bu, hararetli bir sohbete girmiş olan annemlerin dikkatini çekmezken önce o bahçeye çıkmış, hemen arkasından da ben gitmiştim. "Ne istiyorsun?" dedi, ters ters. Bu ters tavrı yine de arsızlığıma söz geçirmezken onu arka bahçeye doğru çekiştirmiştim. "Baban gerçekten seni zindana kapatacak," diyerek de dün gece Olcay'ın söylediklerini tekrar ettiğinde kıkırdayıp adımlarımı durdurdum. Bahçenin ön tarafına göre burası daha karanlıktı ve burada kimse yoktu. Babam, onlar geleceği için bahçedeki korumaları azaltmıştı. "Seni feci özledim," dedim, gözlerimi kusursuz çehresinde usulca gezdirirken. Karanlığa rağmen o yeşil gözleri kendini nasıl oluyor da ele veriyordu anlamıyordum fakat bu mükemmeldi. Aramızdaki yarım adımlık mesafeyi kapatıp elimi çenesine yerleştirdiğimde adeta çıtı çıkmıyor, sadece yaptıklarımı izliyordu. En sonunda dayanamayarak dudaklarımı dudaklarına örttüğümde o da sanki bunu bekliyormuş gibi az öncekinin aksine ellerini sıkıca belime dolamıştı. Bahçeye çıkmak istediğimde beni reddeden adam, saniyeler içerisinde bambaşka birine dönüşmüştü. Dudaklarımızın hırçın hareketleri, ikimizi daha da alevlendirirken boğazımın gerisinden bir mırıltının düşmesine engel olamadım. Özlediğim şeyler arasında beni böyle perişan etmesi de vardı. Sırtım bahçe duvarına yaslanırken çenesindeki elim boynuna doğru ilerlemiş, diğer elim de göğsüne tırmanmıştı. Şu an ikimizin de gözü kararmıştı. Onun bile şu an babama yakalanmamız umurunda değilse başımıza taş yağacaktı! Üst dudağımı sertçe kavradığında bu işin sonunda dudaklarımdaki rujdan eser kalmayacağını biliyordum. Belimdeki eli usulca kalçama indiğinde de buradan dönüşümüz yokmuş gibi geliyordu. "Evimin bahçesinde beni becermeni isteyeceğim aklımın ucundan geçmezdi," Nefes nefese sarf ettiğim sözler, yeşillerinin alev alev yanmasına sebebiyet verirken bedenimdeki ellerinin varlığını görmezden gelemiyordum. "Beni çok zor bir duruma soktun şu an," dediğinde gülerek dudaklarına derin bir öpücük bıraktım. Bu şehvet dolu öpücüğümle gözleri usulca kapanırken şu an bazı şeyler için ona yalvarabileceğim bir noktadaydım. "Kimse yok," Birdenbire büründüğüm o edepsiz kişilik, onun gözlerinin açılmasına neden olurken gömleğinin sarmış olduğu göğsünü hafif hafif okşuyordum. "Sadece beş dakika." Sözlerim, sanki ona nerede olduğunu hatırlatmış gibi vücudumu saran ellerini benden uzaklaştırdı. "Saçmalama," dedi fakat bunun aklına yattığını gözlerinde görebiliyordum. Şu an sadece durumumuzun uygun olmadığını düşünüyordu. "İçeri git Maran, lütfen." Onun yalvarır tondaki sesi, gülmek istememe neden olurken o gözlerimin içine bu şekilde bakarken bunu yapamamış, dudaklarımı birbirine bastırmakla yetinmiştim. "Hadi," dedi ve ardından ekledi. "Uzak dur benden," "Tamam," dedim, ondan uzaklaşırken. "Gidiyorum," Gözlerim, dudaklarına bulaşmış ruja kaydığında elimi kaldırıp o noktayı temizledim. Bu esnada da o da taşmış olduğuna emin olduğum rujumu temizlemiş ve beni adeta yanından kovmuştu. Onun yanından ayrıldığım anda alev alev yanmaya başlayan tenim kendini göstermiş, direkt mutfağa geçerek kendime buz gibi bir su doldurmuştum. Onu kana kana içerken en az onun da benim kadar kötü bir durumda olduğunu biliyordum. Birbirimizde öylesine delice hisler uyandırıyorduk ki bu çok tuhaftı. Elimdeki su bardağını ada tezgâhın üzerine bırakıp dudaklarımdan derin bir soluk bıraktığımda az öncekine kıyasla daha iyi hissediyordum. Kendime biraz daha zaman verip mutfaktan ayrıldığımda babamların çalışma odasından çıkmış ve salonda oturduklarını görmüştüm. Hatta Kenan da az önce benim onu kaldırdığım koltuğa tekrar oturmuştu. Ben, tam koltuğa oturacakken babamın isteği üzerine herkes ayaklanıp yemek masasına geçmişti. Böylelikle ben de onlara ayak uydurmak durumunda kaldığımda yine Kenan'la bir şekilde karşı karşıya gelmiş, onun tam karşısındaki yerimi almıştım. Bu sırada ise onun bakışları büyük bir özenle bana değmiyordu bile. "Çocuklar niye gelmediler?" Annemin sorusuyla birlikte Defne teyze hızla ona yanıt verdi. "Bige biraz rahatsız, o yüzden ısrar etmedim ona." dedi ve ekledi. "Gediz'le Firuze de bu hafta sonu İtalya'ya dönüyorlar, gitmeden önce de buradaki işleri toparlıyorlar işte." dediğinde açılan bu rahatsız edici konu bakışlarımın Kenan'a dönmesine neden olmuştu ama onun bakışları da masanın altındaki telefonundaydı. "Kenan dönmeyecek mi bu sefer?" diyen babam ilk kez bu konu hakkında konuştuğunda ismini duyduğu an başını kaldırıp babama baktı. "Bir süre daha buradayım ama yakında dönmem gerekecek," dediğinde bunu benimle hiç konuşmadığını fark ederek suratımı asmamak için büyük bir çabaya girişmiştim. Trabzon'dan döndüğümüzden beri ona bu konuyu açtığımda beni bir şekilde geçiştiriyor, bana hiçbir şey söylemiyordu. "Onun gitmeye niyeti yok, öyle söylediğine bakmayın siz," Turgay amcanın sözleri, adeta içime su serperken yine de asıl duymam gereken kişiden bir şey duymadığım için kesin karara varmamayı tercih etmiştim. "Alıştım buraya," dediğinde göz göze geldik. Gözlerinden bir şelale gibi akan duygular direkt olarak sol tarafıma işlerken bu söylediğinin bana yönelik olduğunu anlamam zor olmadı. "İzmir'e mi yoksa Maran'a mı?" diyen Defne teyze aramızda geçen bu bakışmayı fark etmiş olacak ki söylediği şey bakışlarımızın birbirinden ayrılmasına neden oldu. Ve tabii ki benim de utanmama. Cayır cayır yanmaya başlayan yanaklarım, bende masanın altına girip yok olma isteği doğururken masadaki herkesin dikkatini çekmiştik. Onların da beni utandırmaya ant içmişçesine bu durumdan zevk alır gibi bir hâlleri vardı. "Kısacası dönmek istemiyorum," diyerek annesine uyarıcı bir bakış atan Kenan, üzerimdeki bakışların saniyeler içerisinde dağılmasını sağlarken ona minettardım denilebilirdi. "Defne haklı, sizi konuşalım biraz da." Annemin bize yönelik söylediği şey, bu gece konunun biz olacağını açık açık ortaya koyarken gerçekten bunalmaya başladığımı hissediyordum. "Sizin yok mu geleceğe dair bir planınız?" Onun sorduğu sorunun altında yatan şey, bakışlarımın anneme dönmesine neden olurken ona, bu konuyu açtığı gibi hızla kapatmasını istercesine bir bakış atmıştım. Fakat o, bu bakışlarımı görmezden gelmeyi tercih etti. "Ne gibi, anneciğim?" dediğimde de aynı bakışları atıyordum. "Evlilik gibi mesela?" dedi, müthiş bir soğukkanlılıkla. O bunu her ne kadar soğukkanlılıkla söylese de ben, bu konu açıldığı için o kadar sakin değildim. Herkesin odağı yine ben olurken Kenan, annemle benim arama girip bir şey söylemeyi düşünmüyor olacak ki ondan ses çıkmıyordu. Halbuki iki çift laf etse çok güzel olacaktı. "Ne evliliği?" dedim, gülerek. "Daha okulum bitmedi benim, ayrıca evlilik müessesesinin bana uygun olduğunu da düşünmüyorum zaten." Bir çırpıda söylediğim şeyler bir an önce konunun kapanmasını istediğimi belirtirken bu sefer bana susmam için bakan kişi annemdi. Neden böyle bakıyordu anlamıyordum ya! "Evlilik sandığın kadar zor ya da ürkütücü bir olay değil, Maran'cığım," Defne teyzenin benimle uzlaşmaya çalışır nitelikteki konuşması, söylediklerimin onlara işlemediklerini belli ediyordu. "Bazı zorluklar olabilir ama bu zorluklarla her halükârda karşılaşacaksın," "Anlıyorum, Defne teyzeciğim," diyerek tekrar konuştuğumda annem susmam için birazdan yalvaracaktı. "Ama ben evlenmek istemiyorum." Omuz silktim. "Saçmalıktan başka bir şey değil, neden bir eve, bir adama bağlı kalayım? Hem de kendi isteğimle?" dediğimde dakikalardır çıtı çıkmayan Kenan'ın bakışlarıyla karşılaşmıştım ve o an ilk kez konuştu. "Sen evliliği haberlerde okuduğun gibi sanıyorsun herhalde?" dedi, alaylı bir tonda fakat bakışları ses tonu gibi alaylı değildi. Aksine oldukça ciddi duruyordu. "Daha iyi ya," dedim, kaşlarımı kaldırarak. "Onlar bizim bilmediklerimizi yansıtıyor." Onun yeşil harelerinde saklamaktan çekinmediği birtakım duygular varken o duyguların ne olduğuna karar veremiyor, bu ciddi ifadesinin neden kaynaklı olduğunu merak ediyordum. Bana mı kırılmıştı? Pekâlâ ama ben, genel fikrimi söylemiştim. Gözlerimden ayrılmayan gözleri, annemin tekrar konuşmasıyla benden ayrılırken bense hâlâ ona bakıyordum. "Yemekler nasıl olmuş?" diyerek ortamın havasını dağıttığında onların da aramızda birden oluşan bu şeyi fark etmiş olduğunu anlamıştım. Hatta annemin susmam için bana attığı bakışlar da bu yüzdendi. Bunu anladığım an, gözlerimi kısa bir an utançla yumduğumda içten içe yine kendime bir savaş açmıştım. 'Senin bu aptallığın beni yormaya başladı artık!' Emin ol beni de. İç sesime hak verdiğim nadir anlardan biriyken onlar sohbetlerine kaldıkları yerden devam etmiş, ben de sessiz ama bir o kadar da sıkıntıyla yemeğimi yemeğe koyulmuştum. Yemek faslı bittiğinde herkes tekrar kanepelere geçerken o da müsaade isteyerek sigara içmek için bahçeye çıkmıştı. Bunu fark ettiğim anda da daha oturmamın nasip olmadığı koltuğa oturmayı bırakıp onun peşinden gittim. Bahçeye çıktığım an tenime çarpan ılık rüzgâr, bana kendimi bir nebze olsun iyi hissettirirken biraz ilerimde sigarasını yakmakla meşgul olan Kenan'a doğru adımlarımı yönlendirmiştim. Havuzun ışıkları onun yüzünü aydınlatırken sigarasını yakıp derin bir nefesi içine çekti. "Bana da versene, benimkini içeride unuttum," diyerek dikkatini çektiğimde birkaç saniye gözleri yüzümde dolaşmış ardından da elindeki sigara paketiyle çakmağını elime tutuşturmuştu. Onun elime tutuşturduğu paketten bir dal çıkarıp yaktığımda çakmağın çıkardığı cılız ses aramızdaki sessizliği kısa bir an bozdu. Dudaklarım arasındaki sigarayı yakmayı başardığımda paketi tekrar ona vermiştim. "Küs müyüz?" dedim, onun bakışlarının yine bana dönmesini sağlayarak. Geldiğim andan beri yüzüme neredeyse hiç bakmıyordu. Sorumla birlikte ifadesi alaylı bir hâl alırken bana yandan bir bakış attı. "Hangi konuda?" Omuz silktim. "İçerideki patavatsız konuşmam, belki etkili olmuş olabilir." "Evlilik konusunda ne düşündüğün umurumda değil, Maran." dediğinde dudaklarım arasındaki sigarayı çekip ona baktım. "Hiç öyle görünmüyor," dedim, alayla. "Benimle evlenmek mi istiyorsun sen yoksa?" dediğimde dudaklarım alayla değil gerçek bir gülümsemeyle yukarı kıvrılmıştı. Bu da onun bakışlarının dudaklarıma düşmesine neden oldu. "Ne alakası var?" dedi fakat çok alakası vardı. "Bozuldun resmen!" dedim, coşkulu bir şekilde. Dudaklarımdaki gülümseme her geçen saniye daha da genişlerken onun kaşları çatıldı. "Bozulmadım, niye bozulayım?" Sözlerinin ardından durup birkaç saniye ona baktığımda ona cilve dolu bakışlar atmaya başlamıştım. "Evlenme teklifi eden sen olursan niye evlenmeyeyim?" dedim, olduğum yerde bir ileri bir geri sallanırken. İkimiz de şu an küçük birer çocuk gibiydik. O bana trip atıyor, ben onun gönlünü almaya çalışıyordum. "Bana bağlı kalmak isteyeceğini sanmıyorum," diyerek yine lafı koyduğunda dudaklarım arasından bir nefes verdim. Söylediklerim onu gerçekten kırmıştı, şu an yüzüme bile bakmamasından bu anlaşılıyordu. "Sen cidden bozuldun bana," dediğimde de yaktığım sigaradan keyif almamaya başlamıştım. O da keyif almıyor olacak ki sigarasını söndürmüştü. "Kapatalım mı konuyu?" derken içeriye doğru bir bakış attı. "Ayıp oluyor herkese." "Kenan," dedim fakat beni beklemeden yanımdan ayrılmıştı bile. Bu, kendime öfkelenmeme neden olurken elimdeki sigarayı söndürüp hırsla elimi saçlarımdan geçirdim. Düşünmeden ağzına geleni söylemek bazen böyle kötü sonuçlanabiliyordu işte! "Bir kere de kapat şu çeneni, her konuda fikrin olmasın!" diyerek kendime çıkıştığımda havuzun diğer tarafında duran Bora'nın bakışları bana dönmüştü. Kendi kendime konuşmam ona deli olduğumu düşündürmüş olmalıydı fakat ne o beni ne de ben onu daha fazla umursadım. Biraz kendime zaman tanıyıp derin soluklar alarak kendimi sakinleştirdikten sonra içeri geçip kanepelerden birindeki yerimi aldım. 🧸🧸🧸 |
0% |