@meelcnmel
|
Mavi gözlerimin izlediği deniz, dalgalarını ona yakışan bir sakinlikle kıyıya vururken ılık bir meltem de yüzüme doğru esip tenimi gıdıklıyordu. İçimde bastırılması imkânsız o heyecan duygusu, tüm bedenimi istila etmişken saatlerdir engel olamadığım gülümseme de dudaklarımdaki yerini almıştı. Önümde çarşaf gibi uzanan Ege'nin tatlı suları, benim heyecanıma ortaklık ediyor gibi öyle güzel salınıyordu ki gözlerimi ondan alıp içeri girmek benim için oldukça zordu. Üstelik hâlâ hazırlanması gereken birine göre fazla miskin hareket ediyordum. "Maran!" diyen Olcay'ın sesini bir kez daha işittiğimde gözlerimi bayarak güldüm. "Damadın ailesi seni böyle çirkin görürse almaz, biliyorsun değil mi?" Onun bu sözleri, üstümdeki kıyafetlere bakmama neden olurken açıkçası bu mobbing'lerine alışmış sayılırdım. Üzerimdeki beyaz, saten pijama takımıma saatlerdir etmediği laf kalmamıştı zaten. "Geldim," diyerek hafifçe sesimi yükseltip onu yanıtladığımda beni duymuş olacak ki daha fazla çığrınmayı bırakmıştı. O, sabah erkenden gelip beni yatağımdan kaldırmıştı ve saatlerdir benim etrafımda pervane gibi dönüyordu. Heyecandan doğru düzgün yapamadığım kahvaltımı bana zorla yaptırmış, annemin kuaföründen gelen onlarca çalışana rağmen ojelerimi bile kendi elleriyle sürmüştü. "Sen de gelinin kız kardeşi olarak epey çirkin gözüküyorsun," dedim, içeri girdiğim ilk an. "Hâlâ hazırlanmamışsın!" "Beni mi isteyecekler ayol?" dedi, şakacı bir tavırla. Onun bu hâlleri beni güldürürken makyaj masamın önündeki renkli pufa oturmuştum. Oturduğum an etrafıma üşüşen ve oldukça da yakından tanıdığım çalışanlar, kafamdaki bigudileri çıkarmaya başlamışlardı. Onlar dakikalarca saçlarımla ilgilendiğinde ben de Olcay'la laflıyor, onun kolay kolay kimseye dokundurmadığı o sarı saçlarını yaptırması için neredeyse yalvarıyordum. Fakat o, öylesine inatçıydı ki sadece saçlarındaki tokayı çıkarmakla yetinip elleriyle dalgalı saçlarını dağıttı. Gerçi onun hiçbir şeye ihtiyacı yoktu, sarı saçları tek başına yetiyordu. En sonunda siyah saçlarım, bigudilerden kurtulduğunda Olcay'ın ısrarlarıyla önce üzerimi değiştirmeye karar vermiştim. Üzerimi değiştirdikten sonra saçlarıma son dokunuşlar yapılıp makyajıma başlanacaktı ve açıkçası bu fikir de kafama yatmıştı. Onlar dışarı çıktıktan sonra ben de yerimden kalkıp yatağın üzerinde duran elbiseme doğru ilerlemiştim. Neredeyse haftalarca kendime uygun bir şey bulabilmek için çırpınmıştım ve en sonunda da bulabildiğim en sade elbiseyi almıştım. Üzerimdeki pijama takımını çıkarıp elbiseyi, saçlarımı bozmamaya dikkat ederek giydiğimde Olcay da elbisemin yakalarını düzeltmekle ilgileniyordu. Bu esnada ben de aynadaki görüntümü incelemekle meşguldüm. Giydiğim beyaz elbisenin V şeklinde bir yakası olsa da abartı sayılacak bir dekoltesi yoktu. V yakası aynı şekilde sırtıma kadar da uzanırken elbise genel olarak pileli bir kumaşa sahipti. Kolları pileli bir şekilde aşağı doğru dökülürken bu elbiseyi ilk gördüğümde de kol detayı oldukça hoşuma gitmişti. Her hareketimde kolları bir kuğu gibi salınıyor, kumaşı tenimi yakmıyordu. Dizlerimden yaklaşık bir karış yukarıda biten elbisenin beli, vücuduma tam otururken denediğim elbiselerin içinden üzerime yakıştırdığım tek elbise buydu. "Çok güzel oldun," diyen Olcay, saçlarımı elbisenin üzerine doğru bırakıp elleriyle düzelttiğinde gülümsüyordum. "Doğruyu söyle." dediğimde güldü. "Doğruyu söylüyorum," dedi, bir kez daha beni süzerek. Ardından dolan gözlerini gördüğümde duraksadım. "Ne oldu?" derken kaşlarım hafifçe çatılmış, onun gözlerine daha dikkatli bakmaya çalışmıştım. "Duygulandım," dedi, umursamazca. "Çocukluk arkadaşım evleniyor kızım, tabii ağlayacağım!" Onun bu melankolik hâlleri, benim de gözlerimi doldururken bunu fark etmiş fakat bir şey söylemeyip kendini hızlıca toparlamıştı. Çünkü biliyordu ki eğer ben ağlarsam kimse susturamazdı. Sırf bu yüzden de hemen şakalar yapmaya başlamış, benim ağlamamam için elinden geleni yapmıştı. Böyle geçen dakikalarımızın ardından ikimiz de üzerimizdeki o saçma hissi atabildiğimizde çoktan tekrar makyaj masamın önüne oturmuştum. Makyaja başlamadan önce saçlarımı bir engel oluşturmaması için iki mandal tokayla iki yandan tutturmuş, ardından da nemlendirici sürerek ağır olmaması için çokça tembihlediğim o makyaja başlamaya koyulmuşlardı. Bu sırada da Olcay, benim makyaj konusundaki hassasiyetimle alâkalı nutuk çekiyordu. Benim beğenmeyeceğim şeylere benden önce o müdahale edip, onlara yön veriyordu. En sonunda ona hazırlanması gerektiğini söyleyerek yanımdan kovduğumda odaya giren annem de ona aynı şeyleri söyleyip zorla odadan çıkarmıştı. "Saçlarını toplasa mıydık acaba?" diyen anneme bir bakış attım. O çoktan hazırlanmış, ona yakışan takımlarından birini giyip dalgalı sarı saçlarını omuzlarından aşağı doğru savurmuştu. Onunla, o günden beri aramızdaki mesafeyi koruyordum ve bunun farkındaydı da. Neler olup bittiğini soruyor ama benden bir yanıt alamıyordu. Bu konu hakkında onun ağzından laf almaya çalışsam da hiçbir sonuç elde edememiş, hatta yatak odasını kurcalayarak o saati aramıştım. Fakat ne o saati aldığına dair herhangi bir belge, ne de o saate ulaşabilmiştim. O saati babama almamıştı. "Toplayacağız zaten," dedim, gözlerimi telefonuma doğru çevirerek. Onun bakışları üzerimde uzun bir süre dolaştığında bu bakışlarını hissettim fakat ona bakmadım. "Dikkat et," diyerek yüzüme kontür uygulayan Efe'yi uyardığında, "Dökülmesin üzerine, cinnet geçirir şimdi." dediği sırada bakışlarımı Efe'nin elindeki palete çevirdim. "Ay evet," dedim, telaşla. "Onunla da uğraşmayalım şimdi," derken aynadaki görüntüme bakmıştım. Tam istediğim gibi, sade ve yüzümdeki o parıltıyı değiştirmeyen bir makyajdı. "Hem yeter bu kadar, sevmem ben öyle." Efe, benim bu söylediklerimi hemen onaylayarak elindekileri bıraktığında sadece bir kat daha kirpiklerime rimel sürmüş, ardından da kalemle dudaklarımı çerçeveleyerek aynı sadelikte bir ruju dudaklarımla buluşturmuştum. Onlar da bu sırada saçlarımdaki tokaları çıkarıp istediğim gibi sıkı olmayacak bir at kuyruğu şeklinde saçımı toplamışlardı. Saçlarımın dalgalarının bozulmaması için ayrı, makyajımı sabitlemesi için ayrı spreyleri saçlarıma ve yüzüme sıktıklarında da bir nevi hazır sayılırdım. Herkes odadan çıktıktan sonra sadece Olcay ve annem kalmıştı. Bu esnada da hiddetle kulağıma yasladığım telefonla konuşuyor, bir yandan da ipli topuklu ayakkabılarımı giymeye çalışıyordum. "Kenan, babam Beşiktaşlı diyorum sana!" dediğimde telefonun ucundan derin bir nefes aldığını duymuştum. "Bak o formayı giyersen seni yalının bahçesine bile aldırmam, delirtme beni. Adam akıllı giy gömleğini gel!" Dakikalardır onunla telefonda tartışırken annemle Olcay gülmemek için zor duruyor, benim bakışlarımı fark ettiklerinde de ciddiyetle benimle ilgileniyorlardı. Bugün, Beşiktaş'ın maçı vardı ve babam, koyu bir Beşiktaşlı olarak oldukça heyecanlıydı. Kenan'ın babamın hangi takımlı olduğunu nereden bildiğini bilmiyordum ama sırf ona inat Trabzonspor forması giyip geleceğini söylerken ona çemkirmekten yorulmamıştım. Eğer öyle gelirse babam, gerçekten onu evin salonuna bile almazdı. "On dakikaya oradayım, sevgilim." Duraksadım. "Ne giydin?" "Canımdan çok sevdiğim formamı tabii ki." dediğinde elimi hafifçe alnıma vurup derin bir nefes aldım. "O hâlde gelme," dedim, tek seferde. Bu, Olcay'ın bana şaşkınlıkla bakmasına neden olurken telefonun diğer ucunda bir sessizlik olmuştu. "Eğer gerçekten öyle geleceksen gelme Kenan, istemiyorum. Duydun mu beni?" diyerek bir şey söylemesini beklemeden telefonu yüzüne kapattığımda diğer ayakkabıyı da sağ ayağıma geçirmeye koyuldum. Ben söylediklerimde gayet ciddiydim ve o da bir şeyi söylersem arkasında duracağımı çok iyi biliyordu. "Adnan Amca'yla araları iyiydi diye hatırlıyorum ben," dedi, Olcay masanın üzerindeki takılarımı benim için ayırırken. "Niye böyle inatlaşıyorlar?" "Araları iyi zaten de," derken bana uzattığı küpeleri elinden almıştım. "Şu fotoğraf meselesinden sonra eskisi kadar yumuşak davranmamaya başladı. Kenan'ın, onun bu tavırlarından güç alarak böyle rahat davrandığını düşünüyor ama alakası yok!" "Tatlı tatlı atışıyorlar sadece," diyen annem, küpelerimi takmama yardımcı olurken öfkeden yerimde duramıyordum. Eğer gerçekten o formayla gelirse onu kapıdan içeri almayacaktım. "Ben çıkayım, bir aşağıyı kontrol edeyim. Babaannen de müsait olduğunda yanına çıkmak istiyordu zaten." Babaannemin bu sabah hediye ettiği bilekliği de Olcay'ın küçük yardımıyla bileğime takarken başımı salladım. "Hiç çıkmasın kadıncağız, ben iniyorum onun yanına şimdi." diyerek onu yanıtladığımda önce o, odadan çıkmıştı. Annemin ardından da son kez kendimi kontrol ettiğimde boynumda o safir taşlı kolye dışında başka bir şey yoktu. Açıkçası böylesi daha çok hoşuma gitmiş, daha fazla bir şey takıp takıştırmayarak parfümümden birkaç fıs sıkıp Olcay'la beraber odadan çıkmıştık. O, babasıyla konuşacağını söyleyerek bahçeye çıktığında ben de salonda oturan babamla babaannemin yanına geçmek için oraya doğru adımlamıştım. Tabii bu sırada Kenan'dan gelen mesajlara bakmayı reddediyordum. "Tomris'ciğim," diyerek babaannemin arkasından boynuna sarıldığımda önce o bembeyaz elleri, onun boynuna dolanan kollarımı sardı. Ben, onun tonton yanağına bir öpücük bıraktığımda gülüyordu. "Gel sana şöyle bir bakayım," derken elimi tuttu ve ben de ona kolaylık sağlayarak arkasından çıktım. O, salondaki geniş kanepede otururken babam da onun çaprazındaki berjerde oturuyordu. Ben de o ikisinin arasına girdiğimde ikisinin de duygu yüklü bakışları üzerimde gezinmeye başlamıştı. "Nasıl olmuşum?" dedim, kendi etrafımda dönerken. "Kuğu gibi olmuşsun," diyen babaanneme, başımı omzuma eğerek baktığımda gülen mavi gözleriyle baştan aşağı beni inceliyordu. Bu, saniyelerce sürerken o ikisinin gözleri de dolmaya başlamış tehlikeli sulara giriş yapmıştık. "Daha dün minicik kuzuydun sen." diyerek de ağlayacağının sinyalini verdiğinde kaçışım yok gibiydi. "Sakın ağlamayın," dedim, elimi hızla sallayarak. "Ben de ağlarım, ağlarsam makyajım akar. Sonra çirkin bir gelin adayı olurum ve ömür boyu sizin yanınızda kalırım." dediğimde puslu gözlerimi kırpıştırıp ortamın havasını değiştirmeye çalıştım. Onlar da bu söylediklerime güldüklerinde biraz olsun o havayı dağıtmayı başarabilmiş gibiydim. "Baba?" diyerek bakışlarımı babama çevirdiğimde sulanan gözlerini silip bana baktı. "Güzel olmuş muyum?" "Çok güzel olmuşsun," derken o mavi gözleri, beni duygusal bir topa çevirmişti. Ben, ona baktıkça sulanan gözlerimi ondan kaçırarak yanına doğru ilerlediğimde gözlerindeki gözlüğü çıkarıp onun beline dolanmak için hazır hâle gelen kollarımı aynı hevesle karşıladı. Kollarımı onun göbekli beline doladığımda başım boyun girintisine yaslanmış, makyajımın akmaması için içimden dua etmeye başlamıştım. Yukarıda, Olcay'ın duygusallığından zar zor kaçarak aşağı inmiştim fakat burada da beni aynı manzara karşılamıştı. "Benim küçük kızım ne ara büyüdü?" dediğinde ağlamamak için gözlerimi tavana dikmiştim. "Büyümedi, hâlâ küçük ve oldukça da şımarık." diyerek onu yanıtladığımda babaannemle o gülmüş, saniyeler sonra da başını geriye doğru çekerek benden ayrılmıştı. Emindim ki normal bir zamanda olsak bırakmazdı fakat şu an ağlamamam için bu seremoniyi daha fazla uzatmamaya çalışıyordu. "Geldiler!" Annemin sesi, kapıdan yükselirken babam önce benim gözlerimi dikkatle silmiş ardından da kendine çeki düzen vererek ayaklanmıştı. Babaannem de oturduğu kanepeden kalkarken babam kolunu onun omzuna atıp hafifçe sıvazlamış ve onlar önde ilerlerken ben de bir adım gerilerinde ilerlemeye başlamıştım. Bu esnada gözlerim bahçe kapısında gezinip Olcay'ı kontrol ederken o da içeri girip hemen yanıma gelmişti. Birden o heyecanım yine nüksederken Olcay'ın yaptığı şakalarla biraz olsun kendime geliyor fakat sonrasında da heyecanıma yine yenik düşüyordum. Evin duvarlarında yankılanmaya başlayan kahkahalarla birlikte titreyen ellerimi birbirine kenetlediğimde o geniş holü geçip nihayet kapıya varmıştım. Kapıda görünen Defne Teyze ve Turgay Amca, annemlerle kucaklaşırken Bige ve Firuze de onların arkasında belirmişti. Bahçede sıra sıra dizili hâlde olan arabalardan inen Gediz abiyle Yiğit'i gördüğümde heyecanım daha da artmış, beni sonu olmayan bir yola sokmuştu. "Maran'cığım," Defne Teyze'nin sesi, kulaklarıma ulaşırken dudaklarımdaki geniş gülümsemeyle ona doğru döndüm. O, kollarını bedenime dolarken bu tatlı kucaklaşmasına aynı şekilde karşılık vermiştim. "Peri kızı gibi olmuşsun!" dediğinde dudaklarımdan çocuksu bir kıkırtının dökülmesine engel olamadım. "Teşekkür ederim," dedim, mahcubiyet dolu bir gülümsemeyle. O, benden uzaklaşıp Olcay'a da aynı samimiyetle sarıldığında birbirlerine yağdırdıkları övgüler kulaklarımdaydı. Tabii bu sırada da önce Turgay Amca'yla, sonra da Bige ve Firuze'yle benzer kucaklaşmaları yaşamıştım. Bige, elindeki şık çikolata kutusunu Olcay'ın eline tutuşturduğunda Olcay da her şeyi bırakıp kutuyu açmaya koyuldu. "Abin cimrilik mi yaptı?" diyerek de sorduğunda çoktan bir çikolatayı ağzına atmıştı. "Olcay, o kutuyu bırak." dedim, kaşlarımı çatarak. "Benim o!" "Sen de biraz cimrisin," derken gözlerini kısarak bana baktı. "Bir çikolatanın lafını yapıyorsun, inanamıyorum sana." "Aslında Kılıç da sana almıştı," diyen Bige, Olcay'ın bakışlarının hızla ona dönmesine neden olurken kaşlarım normal halini aldı. "Bir kız için onca yolu boşuna gitmeyelim; Olcay'ı da bana isteyelim, dedi, babama." Bu söylediği, dudaklarımdan bir kıkırtının dökülmesine neden olurken Olcay'ın da iştahı kaçmış olacak ki elindeki kutuyu kapatıp mutfaktan çıkan Nermin ablanın eline tutuşturdu. "Manyak mı ne?" dedi, hayretle. "Valla söylerken çok ciddiydi," Bige'nin sözleri, beni bir kez daha güldürürken Olcay'ın kaşları da çoktan çatılmıştı. Onu, o çatık kaşlarıyla yalnız bıraktığımda başımı tekrar kapıya doğru çevirip dakikalardır kulaklarıma ulaşan o sesin sahibine baktım. Kenan yüzündeki o tatlı gülücükleriyle beraber babaannemle konuşurken kolları arasında pembe şakayıkların olduğu o koca buket, benim bir gülümsememle yüzümü aydınlatmaya yetmişti. Bu çiçekleri çok sevdiğimi bilerek böyle koca bir buketle gelmesi oldukça hoşuma gitmişti ama onda bir değişiklik vardı. Sakallarını kesmişti. Onu ilk kez böyle görmenin verdiği hafif şaşkınlık, gözlerimi kısmama neden olurken bunun ona yakıştığını tabii ki inkâr edemezdim. O kemikli yüzü ortaya çıkmış, bu da onu haddinden fazla çekici göstermişti. Gözlerimi zorlukla onun yüzünden alabildiğimde kısaca onu süzdüm. Tabii ki söylediğim gibi jilet bir takım giymiş, o takmaktan nefret ettiği kravatını da takmıştı. Herhangi bir sorun yok gibi görünüyordu ve bu, rahatlamam için yetmişti. Bakışlarımı tekrar o güzel yüzüne çıkardığımda tam o an, yeşil hareleri benim mavi gözlerime tutunup beni adeta parçalara ayırdı. Gözlerimiz arasında yine aşılması zor bir elektrik dalgası oluşurken kulaklarıma ulaşan tek şey kalp atışlarımın sesiydi. Göğüs kafesimin içerisindeki kelebek her kanat çırptığında o bana daha çok yaklaşıyor, gözlerimiz arasındaki o mesafe azalıyordu. Her seferinde de kalbim daha hızlı çarpıyordu. "Hoş geldin," Dudaklarımdan ilk çıkan kelime bu olurken ellerimi uzatıp kolları arasındaki şakayık buketini aldım. "Hoş buldum," dediğinde diğer kolumu da onun boynuna dolayıp diğerlerinin aksine onunla daha sıcak bir sarılma faslı yaşamıştık. Elleri öyle bir yavaşlıkla belime dolanmıştı ki adeta içimden bir şeyler akıp gitmişti. O güzel kokusu burnuma dolarken tıraş losyonunun kokusunu derin bir nefes alarak ciğerlerime doldurdum. "Ne güzel olmuşsun sen böyle." dedi, fısıltıyı andıran bir tonda. "Sen de epey bir yakışıklı olmuşsun," dediğimde yanağıma bir öpücük bırakıp başını hafifçe geriye doğru çekti. Yeşil gözleriyle yine doğrudan temasa geçtiğimde dudaklarını bu sefer de sol yanağıma bastırmıştı. "O benim normal hâlim," dediğinde gülerek ondan uzaklaştım. "Giymemişsin," diyerek dikkatini başka bir yöne çektiğimde Kılıç'ın beni es geçerek elindeki çikolata kutusuyla Olcay'a doğru yanaştığını görmüştüm. Bu adam gerçekten manyaktı! Ciddi ciddi Olcay'ı istemeye gelmişti. "Gelme, dedin." dediğinde boşta olan elimi nazikçe kavrayıp dudaklarına doğru yaklaştırdı. "Eğer giyseydin seni içeri almayacağımı biliyordun," dedim, kararlılıkla. "Bana çemkirip telefonu suratıma kapatman aşırı hoşuma gitti," diyerek beni yanıtladığında onun bir ruh hastası olduğu konusunda kesin karara varmıştım. Resmen ona çıkışmam hoşuna gidiyordu. "Senin söylediğini yapmak zorundaydım, başka seçeneğim yoktu." dediğinde de dudaklarım memnuniyetle yukarı kıvrılmıştı. "Fingirdeşmeniz bittiyse," diyerek araya giren Yiğit, aramızdaki bu cilveleşmeyi bölerken babamın üzerimize dönen bakışlarıyla da Kenan elimi bırakmak zorunda kalmıştı. "Olcay'ı, Adnan Amca'dan mı istemem gerekiyor?" dedi, Kılıç. "Adnan Amca bir kızı zor verecek, bu ikinciyi istiyor." diyen Ufuk'un bu sözleri beni güldürürken Kılıç da bakışlarıyla Olcay'ı arıyordu fakat Olcay korkmuş olmalı ki ortalıktan bir anda kaybolmuştu. "Olcay, senin onu istemeye geldiğini duyduğu için kaçtı," dedim, alayla. Onun suratı asılırken, "Kızı sürekli kaçırıyorsun be oğlum!" "Abi hakikaten ya," dedi, beni onaylayarak. "Ben nerede yanlış yapıyorum acaba?" "Çok peşinden koşuyorsun, kız milletinin peşinden bu kadar koşulmaz!" diyerek konuşan Yiğit, Bige'nin ters bakışlarına maruz kalırken onlar salona doğru ilerleyerek gözden kaybolmuşlardı. Ardından da ben de elimdeki çiçekleri bırakmak için mutfağa uğradığımda Ocay, Ufuk ve Onur'u da orada görmüştüm. Ada tezgâhın önündeki taburelerden birine oturmuş ve üçü de benim çikolatamı yiyordu! Üstelik Onur'la Ufuk'un hangi ara mutfağa geldiğini bile bilmiyordum. "Adama cimri dedik ama çikolata bayağı iyiymiş," dediğinde elimdeki buketi tezgâha bıraktım. "Cimri deme şu adama," dedim, göz devirerek. "Gayet cömert bir kere!" "Sevgilisine de laf söyletmiyor!" diyerek alayla konuştuğunda önündeki çikolata kutusunu kapatıp dolaba koymadan önce ona ait olan başka bir çikolata kutusunu önüne bırakmıştım. "Olcay'ın çikolatasından yiyebilirsiniz, benimkine dokunmayın!" dediğimde Olcay da hiç itiraz etmeden kendi kutusunu açmıştı. "Ben dedim size, çifte düğün yaparsınız diye." Onur'un bu söyledikleri, geçmiş görüntülerin zihnime doluşmasına neden olurken gülümsedim. "Bence," dedim, Olcay'ın önünden bir çikolata alıp ağzıma atarken. "Gerçekten çifte düğün yapacağız!" Bu sözlerim Onur'la Ufuk'u güldürürken Olcay da o biçimli kaşlarını yine çatmış, bize ters ters bakmaya başlamıştı. "Kılıç'la evlenmeyeceğim tabii ki!" dedi, bir çırpıda. "Hem herifi doğru dürüst tanımıyorum bile, ne evlenmesi yahu?" "Sorun buysa tanışırsınız canım, ne olacak?" dedim, omuz silkerek. "Ne tanışması, Allah aşkına?" diyen Onur, Olcay'ın çikolatalarını götürürken Olcay onun eline vurup kutunun kapağını kapattı. "Gayet tanıyorlar birbirlerini, bu naz yapıyor işte.. Neymiş? Adam zamparanın tekiymiş." "Ama herifin içine düşüyor," Olcay, bunu söyleyen Ufuk'a ada tezgâhın üzerinde duran bardağı fırlatmak için eline aldığında Ufuk da benim arkama saklanmıştı. "Ne? Yalan mı?" "Şu an hepiniz üstüme oynuyorsunuz," dedi, Olcay alınmış bir tonda. "Bunları hak etmiyorum." "Tamam," diyerek ellerimi kaldırdığımda Olcay usulca elindeki bardağı bıraktı. "Yeter bu kadar, içeri geçelim hadi!" derken yerinden kalkma konusunda pek de hevesli olmayan Olcay'a doğru ilerleyip elini tutarak oturduğu yerden kaldırdığımda siyah elbisesinin içerisinde çok güzel görünüyordu. Onu zorla peşimden salona doğru sürüklediğimde salondaki aileler de bol kahkahalı bir sohbetin içerisindelerdi. Onlar, Bige'yle Yiğit'in yanına doğru geçerken ben de Kenan'ın yanındaki bir sandalyeye oturmuştum. "Bebeğin cinsiyetini öğrendiniz mi?" diyen annem, yüzündeki gülücüklerle Firuze'yle konuşurken babam, babaannem ve Turgay Amca da bambaşka bir sohbet içerisindelerdi. "Evet," dedi, Firuze heyecanla. "Erkek olacak." Evet, bu Kenan'la benim için bir yıkım olsa da onlar adına sevinmiştik. Tamı tamına iki hafta önce tüm aile, onlarla beraber hastaneye gidip bebişin cinsiyetini öğrensek de annemler bundan bihaber oldukları için bunu sorma gereği duymuştu. "Doğumu orada mı yapacaksın?" "Eftal de orada doğmuştu," diyen Firuze'nin bu heyecanlı hâllerini büyük bir zevkle izlerken, "Hem dönmemiz de gerekiyor, işler çok yoğun.. Bu durumda da doğum orada olur gibi görünüyor." "İsim konusunda da kararsızsınızdır siz şimdi," Firuze'nin o kahverengi gözleri irileşirken güldü. "O konuda Gediz'le anlaşamıyoruz çoğunlukla," "Biz de anlaşamayız gibi geliyor," diyerek Kenan'a doğru bakışlarımı çevirdiğimde başını hafifçe oynatarak bana baktı. "Ben Ece'yi sevdim aslında," dedi, bana geçmişi hatırlatarak. Bu, dudaklarımın yukarı kıvrılmasına neden olurken hatırladığım o konuşmayla birlikte yine zihnim hayallere dalmıştı. Şirketin partisinden kaçıp baş başa kaldığımızda aramızda geçen bir konuşmaydı bu. Eğer bir gün kızım olursa ona bu ismi vereceğimi söylediğimde gülse de aklına yatmış gibi görünüyordu. "Unutmamışsın," "Unutmadım." Başımı iki yana salladım hafifçe. "Burada seni öpemem galiba," dediğimde güldü. "Galiba," Gözlerim, onun güzel çehresinde uzun uzun gezindiğinde ona karşı olan hisler de kalbimin etrafını yine çevrelemişti. Midemdeki o tatlı sızı ve kalbimin küt küt atışı, bedenime bir dinçlik kazandırırken şu anın bir an önce bitmesini istiyordum. Bir an önce ona rahatça sarılmak, onu öpmek istiyordum. Şu an ona sarılamadığım için bedenimi saran o heyecan dalgası da her geçen saniye şiddetleniyordu. "Maran," Annemin sesi, uzun bir aradan sonra kulaklarıma ulaştığında bakışlarımı usulca ona doğru çevirdim. O, bana başıyla mutfağı gösterirken, "Hadi sen kahveleri yap," "Tamam," diyerek onu onayladıktan sonra yerimden kalkıp adımlarımı mutfağa doğru yönlendirmiştim. Olcay da bana yardım etmek için peşimden gelirken sadece o değil, Bige de onun peşine takılmıştı. Bu, biraz daha heyecanımı bastırmamı sağlarken bir anlığına ne yapmam gerektiğini unutmuştum. Ardından da bu heyecanın gereksiz olduğunu düşünüp öncesinde bir bardak su içerek tezgâhın üzerinde duran o aparattan cezveyi aldım. Sadece Kenan'ın kahvesini cezvede yapacaktım, çünkü onunki özel bir karışım olacaktı. Kahve makinesini çalıştırıp fincanların olduğu tepsiyi ada tezgâhın üzerinden alarak kahveyi yapmaya koyulduğumda Bige de abisine yapacağım şeyler için şaşkındı. "Öldürecek misiniz abimi?" dedi, şaşkınlıkla. Olcay, cezveye koyduğum kahvenin içerisine mutfakta gördüğü her şeyi bol kepçe koyarken ona engel olmuyordum. "Yuh!" dedi, Olcay'a. "Ölmez abiciğin, merak etme." dedi, gıcık bir tavırla. "Belki gıda zehirlenmesinden hastaneye götürürüz en fazla." dediğinde onun elindeki değirmeni alıp kenara koydum. "Kız haklı, abartmayalım." dedim, gülerek. "Yeter bu kadar, yazık çocuğa." derken bir kaşık yardımıyla kahve olduğundan şüphelendiğim şeyi karıştırıp ocağa koydum. Bu sırada da küçük su bardaklarına, sürahideki soğuk sudan dolduruyordum. Eş zamanlı olarak kahve makinesinin sesi mutfağı doldurduğunda onu kapatıp kahveyi, tepsideki fincanlara doldurmaya başlamıştım. Fincanları doldurduğum sırada ocaktaki kahve de pişmiş, onu da Kenan'ın fincanına doldurup küçük bir su bardağına da su yerine içki dolabındaki votkalardan birini koyduğumda Bige dehşete düşmüş gibiydi. Bize şaşkınlıkla bakıyor, kaçacak yer arıyordu. Onun bu hâli, Olcay'ı kahkahadan kahkahaya sürüklerken yüzü en sonunda gülmekten kıpkırmızı kesilmişti. Onların bu hâllerine gülmemek için epey direnirken o fincanı da tepsiye koymuş ve mutfaktan çıkarak salona geçmiştim. Bu esnada onlar da arkamdan gelirken Olcay hâlâ gülüyordu. "Eline sağlık, kızım." diyen Turgay Amca'ya öncelik olarak kahvesini verdiğimde yanında oturan Defne Teyze de başka bir fincanı almıştı. "Afiyet olsun," Dudaklarımdaki gülümsemeyi bir türlü engelleyemezken sırasıyla önce babaanneme, ardından da babamla anneme kahvelerini vermiştim. Kenan'dan önce de Gediz abiyle Firuze'ye kahvelerini verirken Kenan'a ait olan fincanla su bardağını almamalarına oldukça dikkat ettim. Bu esnada da diğer tepsideki kahveleri de Olcay, diğerlerine dağıtıyordu. O dağıtırken, Kılıç'ın "Benimki tuzlu mu?" dediğini tabii ki duymuştum. Bununla birlikte de onlardan büyük bir kahkaha yükselmiş, salonun havasını birden değiştirmişlerdi. En sonunda tepside kalan son kahveyle Kenan'a doğru döndüğümde yeşil bakışlarıyla karşılaştım. O, tepsideki fincanı alarak önündeki küçük sehpaya bıraktığında ben de votka dolu bardağı önüne koyarak ona yardımcı olmuştum. "Teşekkür ederim," "Afiyet olsun." diyerek yanındaki yerime oturduğumda tepsiyi de kucağıma bıraktım. Onun kahveyi içerkenki tepkisini o kadar çok merak ediyordum ki gözlerimi ondan uzaklaştırmamaya özen gösteriyordum. Hatta sadece ben değil, başta Olcay'la Bige olmak üzere herkes onun tepkisini merak ediyordu. "Evet," dedi, Turgay Amca. Elindeki fincanı, diğer elinde kalan altlığa bıraktığında bakışları da ikimiz arasında kısaca mekik dokumuştu. "Senin elinden kahve içmek de varmış." dediğinde güldüm. "Kahve makinesinde yaptı aslında," diyen Olcay'ın mırıltısı, o kısa sessizlikte kolayca işitilirken uyarıcı bakışlarımı ona çevirdim fakat o, omuz silkmekle yetindi. Bu, salondaki herkesi güldürürken Turgay Amca da tekrar gülerek söze girmişti. "Sebebi ziyaretimiz belli aslında," dediğinde Olcay'ın üzerinde olan bakışlarımı ona doğru çevirdim. Bu sırada da Kenan, sehpada duran fincana doğru uzandı. İşte bu, heyecanla yerimde kıpırdanmama neden olurken, "Gençler zaten bir süredir de birlikteler," Gözlerim Kenan'ın üzerindeyken o, parmakları arasındaki fincanı dudaklarına yaklaştırıp sıcak kahveden küçük bir yudumu içti. Ben, onun tepkisini pür dikkat izlerken çok geçmeden o yüzünü hafifçe buruşturmuş ve elindeki fincana bir bakış atmıştı. Bu tepkisi, dudaklarımda bir sırıtışın olmasına neden olurken o da uslanmayarak tekrar kahveden bir yudum almıştı. "Siktir," diyerek bir tepkiyi ortaya koyduğunda tüm bakışlar ona döndü. Elindeki fincanı hemen sehpaya bırakıp su bardağına yöneldiğinde Olcay'la aramızda bir bakışma geçmiş ve gülmemek için başımı eğmek zorunda kalmıştım. Kenan eline aldığı küçük su bardağını dudaklarına yasladığında tek seferde o su sandığı votkayı içmiş, içtikten sonra bardağı bırakırken de o içtiği şeyin su olmadığını anlamış olacak ki dudakları arasından bir soluk bırakmıştı. Ardından elini kaldırıp kravatına götürürken bu hâlinden en çok babam mutluydu. "İyi misin, oğluşum?" dedi, Defne Teyze endişeyle. Bu esnada da herkes kıs kıs gülüyor, ben de kirpiklerim altından Kenan'ın bu tepkisini izliyordum. O, annesini başıyla onaylarken babaannemin mavi gözleri benim gözlerimi buldu. Onun bakışları, benim gözlerimde beni utandırmak istercesine dolaşırken neler olup bittiğinin tabii ki o da farkındaydı. "Müsaadenizle," diyen Kenan, oturduğu yerden ayaklandığında bakışlarımı sehpada duran kahveye çevirdim. Yarım bırakmamış, hepsini içmişti. O, aceleci adımlarla salondan çıktığında annem de elini dizime koyup bana doğru hafifçe eğildi. "Git bak, bir şey olmasın çocuğa." Güldüm. "Bir şey olmaz ona," dediğimde aramızdaki bu kısa konuşmayı kimse duymamıştı, çünkü herkes Kenan'ın tepkisine gülmekle meşguldü. Elimdeki tepsiyi, yemek masasının üzerine bırakıp ben de salondan çıktığımda koridoru aşarak diğer tarafta kalan lavaboya doğru adımlarken dudaklarımdan kaçan kıkırtıya engel olamamıştım. Lavabonun kapısını tıklatıp, "Kenan?" dediğimde ses gelmemişti. "İyi misin?" Yaklaşık iki dakika boyunca onu, kapının önünde beklediğimde en sonunda kapıyı açarak dışarı çıktı. Geriye doğru bir adım atarak onu incelediğimde gayet iyi görünüyordu. "İyi misin?" dediğimde bana üstten bir bakış attı. Bu esnada da ağzındaki sakızı döndürmekle uğraşıyordu. Onu ilk kez sakız çiğnerken görüyor oluşum, bir kez daha kıkırdamama neden olurken, "İyisin galiba." "İnsan sevgilisine nasıl kıyar?" dedi, cıklayarak. "Ya ölseydim?" dediğinde gözlerimi bayarak güldüm. "Abartma," Kaşlarını kaldırdı. "Abartma mı?" dedi, alayla. "Ölüyordum diyorum, abartma diyorsun. Mahcup olmak yerine hem de." Omuz silktim. "İçmeseydin," dediğimde ellerini kumaş pantolonunun ceplerine yerleştirip yeşil gözlerini gözlerime dikti. "Senin elinden zehir olsa bile içeceğimi anla diye içtim," dedi, tek seferde. Bu, dudaklarımda bir gülümseme oluştururken kollarımı da arkamda birleştirip bir çocuk gibi yerimde ileri geri sallanmaya başlamıştım. "İçtim ki bir daha böyle saçmalıklarla uğraşma." derken elini uzatıp yüzüme düşen perçemlerimi hafifçe geriye doğru ittirdi. "Beni seviyorsun yani," dedim, cilveli bir tavırla. Yerimde hafif hafif sallanırken yüzüm onun yüzüne yakınlaşmış, başını hafifçe bana doğru eğmişti. "Bunu mu anlamalıyım?" Güldü. "Bu zamana kadar anlamadın mı zaten?" dediğinde elimi kaldırıp pürüzsüz çenesine yasladım. Bunun verdiği his inanılmaz derecede hoşuma giderken yanağını da hafifçe okşamış ve ona doğru uzanarak dudaklarına bir öpücük bırakmıştım. Dudaklarından aldığım o naneli tadı bir kez daha almak için dudaklarına doğru uzandığım sırada koridordan yükselen annemin sesiyle birbirimizden uzaklaşmak zorunda kalmıştık. "Çocuklar," Elim ayağım birbirine dolanırken aramızdaki mesafeyi uzatarak kendimi geri çektim. Bu esnada Kenan da kendine çeki düzen vermişti. Eş zamanlı olarak annem de koridorun başında göründüğünde gözleri ikimizin arasında kısaca gidip geldi. "İyi misin, Kenan'cığım?" dediğinde bakışlarımı ona çevirdim. "İyiyim, bir sorun yok." dedi, bana bir bakış atarak. "Kahve o kadar iyi olmuş ki bünyemde yan etki yaptı." dediğinde de bu söylediği beni güldürmüştü. "İyi bari," dedi, annem de. "Ölme de." diyerek de bana laf soktuğunda, "Hadi içeri geçelim, herkes sizi bekliyor." Kenan, elini uzatarak annemin geçmesi için öncelik tanıdığında annem önden ben de arkasından ilerleyerek üçümüz de salona geçmiştik. Herkes yerlerine geçerken bu esnada da Kenan'a iyi olup olmadığı soruluyor, o da aynı cevabı vererek işin içerisinden çıkıyordu. "Evet, ne diyorduk?" diyen Turgay Amca, tekrar konuşmaya kaldığı yerden devam ettiğinde herkes de sus pus olmuştu. "Gençler bir süredir birlikteler, her ne kadar bizim önderliğimizde de olsa nihayetinde bir karar verdiler ve hepimiz de bunun için buradayız.." dediğinde az önce bastırdığım heyecanım yine nüksetti. Kalbim neredeyse ağzımda atarken ellerimi birbirine kenetleyip dizlerimin üzerinde birleştirmiştim. "Oğlumun sabırsız bakışları üzerimdeyken lafı daha fazla uzatmayacağım," dedi, gülerek. Bu, bakışlarımı Kenan'a çevirmeme neden olurken annemlerin gülüşleri de kulaklarımdaydı. Kenan, tam da Turgay Amca'nın söylediği gibi oldukça sabırsız bir tavırla bacağını titretiyor; ara ara da sıkıntıyla kravatını gevşetiyordu. Bu, onun sıkılıp sabırsızlandığı zaman sergilediği hâl ve hareketlerdi. "Allah'ın emri peygamberin kavliyle kızınız Maran'ı, oğlum Kenan'a istiyorum." Turgay Amca'nın son sözleri bunlar olurken bakışlarım bu sefer de tam karşımda oturan babamı bulmuştu. Onun da gözleri benim üzerimdeyken, "Annem buradayken laf bana düşmez, Ahu her ne kadar benim kızım da olsa onu büyüten benim annem.. O yüzden o ne derse o olur," dediğinde babaannem, böyle bir şeyi beklemiyor olacak ki bir an şaşırmış ve ne diyeceğini bilememişti. "Bir konuşma yapmam gerekiyorsa bana önceden söylemeniz gerekiyordu," diyen babaannem, bir kez daha gülmemize neden olduğunda kendisi de gülmüştü. "Ahu, bizim biricik kızımız." diyerek dudaklarında asılı kalan gülümsemeyle bir konuşmaya başladığında bunun sonunda duygulanıp ağlayacağımı şimdiden öngörebiliyordum. "Onun mutlu olması da üzülmesi de sadece onu değil, biz ailesini de aynı oranda etkiler.. Onun bu heyecanına saatlerdir hepimiz ortak olduk, mutluluğuna da olmak için buradayız. Açıkçası benim de bu durumda söyleyebileceğim pek bir şey yok. Kenan'dan hepimiz oldukça memnunuz, Ahu'yu üzmeyeceğine eminiz.. Ama hayat ya bu," dediğinde çoktan dolan gözlerimi kırpıştırdım. "Olur da bir gün kızımızı üzersen karşında belki beni bulamayabilirsin ama babası burada olacak. Sakın onu üzme, çünkü şu dakikadan sonra o sana emanet." Babaannemin bu sözleri, dolan gözlerimden bir damla yaşın akmasına neden olurken kalbimin ortasına bir burukluk oturmuştu. Saf mutlulukla çarpan kalbimde bu sefer bir burukluk hâkimdi ve bunu, babamın bana vermekten asla çekinmediği o deniz gözlerinde de görebiliyordum. O gözleri yine sulanmışken bu görüntü, gözlerimden arka arkaya yaşların akmasına sebebiyet vermişti. Kenan'ın bakışlarını kısa bir an üzerimde hissettiğimde Olcay'ın bana uzattığı peçeteyi elinden almıştım. Daha fazla ağlayıp makyajımı mahvetmemem için birinin beni durdurması gerekiyordu ve bu kişi de Olcay olmuştu. Fakat onun bile gözleri dolmuşken beni teselli etmeye çalışması biraz ironikti. "Ahu'ya, isteyip istemediğini sormamıza gerek yok," dedi, babaannem. "Her şey gayet ortada, küçük kızımızın büyüyüp aşık olduğunu biliyoruz.. Bu durumda söyleyecek pek bir şey kalmıyor," dediğinde gülücük saçan gözleri yine benim puslu gözlerimi bulmuştu. "Allah mesut etsin." Göğüs kafesimin içerisindeki kalbim birazdan ayaklarımın dibine düşebilecek bir ritimde çarparken dudaklarım arasından bir nefes verip elimdeki peçeteyle makyajımı bozmamaya özen göstererek gözlerimi sildim. Bu sırada da herkes yerinden ayaklanmış, Olcay da yüzüklerimizin bulunduğu tepsiyi alarak tekrar yanıma dönmüştü. Babaannem, her ne kadar babamın ısrarlarıyla da olsa yüzüklerimizi takmak için yerinden kalkarken Olcay da az önceki o duygusalığını bir kenara bırakmıştı. "Makas kesmiyor enişte," dedi, ona alttan bir bakış atarak. "Umarım haberin vardır." Ben, onun bu kurnazlığına gülerken yanımda duran Kenan'ın hareketlendiğini göz ucuyla görmüştüm. O, ceketinin iç cebinden çıkardığı iki adet yüzlük dolar banknotunu tepsiye koyduğunda Olcay, "Bu kadarcık mı?" demişti. "Olcay," diyerek onu uyardığımda omuz silkti. "Kızım seni veriyoruz herhalde, boru değil.. Değil mi Adnan Amca?" diyerek de babama doğru döndüğünde babam da onun yüzündeki kurnaz ifadenin aynısını takınmıştı. "Aynen öyle." dediğinde annem de uyarıcı bir tavırla elini onun omzuna koydu. Ben, başımı iflah olmazcasına iki yana hafifçe salladığım sırada babaannem de uzattığım sağ elimin yüzük parmağına, safir taşlı yüzüğün yanına iki hafta önce Kenan'la beraber seçtiğimiz alyanslardan birini takmıştı. Eş zamanlı olarak Kenan da Olcay'ın çenesini kapatmak adına yine dolar olan birkaç banknotu daha tepsiye bıraktığında Olcay şirince gülümsedi. "Bereket versin, enişteciğim." "Güle güle harca, baldız." dediğinde güldüm. "Biz bunu nasıl Olcay'a kaptırdık oğlum?" diyen Yiğit'in bu söylediği kulaklarıma ulaşırken babaannem, diğer alyansı da Kenan'ın parmağına takmıştı. Alyansları birbirine bağlayan beyaz tül kurdeleyi, az önce bahsi geçen makasla da kestiğinde dudaklarımda artık silinmesi zor olacak bir gülümseme oluşmuştu. "Çok mutlu olun, kuzucuklarım." Babaannemin bu sözlerine karşılık dudaklarımdaki gülümsemeyle birlikte elini tutup öptüğümde Olcay da Kenan'dan tırtıkladığı paraları alarak gözden kaybolmuştu. Benim ardımdan Kenan, babaannemin elini öpüp onunla kucaklaştığında ben de Turgay Amca'yla Defne Teyze'ye doğru ilerlemiştim. Onlarla da aynı seremoniyi yaşadığımızda az önceki yaşlarım tekrar gözlerimde birikmişti. "Bige'yle Firuze benim için nasılsa sen de öylesin artık," diyen Turgay Amca, yeşil gözleriyle dolu mavi gözlerime bakarken elleri de kollarımı hafifçe sıvazlıyordu. "Bundan sonra sen de benim bir kızımsın, ben de senin bir baban sayılırım.. Eğer Kenan seni üzerse karşısında Adnan'dan önce beni bulur." Dolu gözlerimden arka arkaya yaşlar süzülürken bu ağlak ifadem birkaç dakika daha sürmüştü. En sonunda babama ağlayarak sarılıp uzunca bir süre ondan ayrılmadığımda hem onu ağlatmış, hem de tüm makyajımı bozmuştum. Hatta sırf bu yüzden bu hâlimden dolayı bana sadece sarılmış, başka hiçbir şey söylememişti ama emindim ki her daim yanımda olduğunu belirteceği sözlerini sonraya saklamıştı. Ondan ayrılmam da biraz zor olurken bunu başarabildiğim ilk anda kendimi toparlayıp ortadan kaybolmayı tercih etmiştim. Öncesinde duygusallığımı bir kenara bırakıp banyoda, mahvolan makyajıma bir çeki düzen verdiğimde kendime biraz zaman tanıyıp ağlak ifademi de bir daha getirmemek üzere suratımdan silmiştim. En sonunda da iyi olduğuma kanaat getirerek salona doğru adımladım. "Çocuklar düğünü epey uzak bir tarihte yapmayı düşünüyorlar," diyen Defne Teyze, düğün konusunu annemlerle tartışırken Kenan'ı eski yerinde görememiştim. Hatta gençlerin hiçbirini salonda görememiştim, çünkü hepsi bahçedeydi. Onları gördüğümde hiç oturmadan ben de onların yanına, bahçeye çıktım. "Gelin hanımlar da geldi," Yiğit'in bu sözleri, dudaklarımın yukarı kıvrılmasına neden olurken bir el de belime dolanmıştı. Bu tanıdık dokunuşun ardından burnuma yükselen o kokusu, yüzümdeki gülümsemenin büyümesine sebebiyet verdiğinde eş zamanlı olarak yumuşacık dudaklarını da yanağıma bastırdı. "Gelin hanım," Onun fısıltısı tam kulağımın dibindeyken elimi, onun karnımın üzerinde birleştirdiği ellerinin üzerine koymuştum. "İyi misin?" dediğinde başımı usulca sallayarak onu onayladım. Bu esnada Bige'nin, hınzır bir çocuk edasıyla fotoğraflarımızı çektiğini görmüştüm. Bu, beni güldürürken onu fark ettiğimi böylelikle anlamıştı. "İyiyim," diyerek başımı hafifçe ona doğru çevirdiğimde yeşil gözleriyle karşılaştım. O güzel gözleri yine eşsiz duygularla gözlerimde dolanırken boşta olan elimi kaldırıp yanağına yaslamış ve Bige'nin bir kare daha yakalamasını sağlamıştım. Kenan da bunu fark ederek tatlı bir şekilde güldüğünde ben de gülüyordum. "Bige," dedi, yeter dercesine. "Anı bu anı," diyerek abisine çıkıştığında diğerleri de gülüyordu. "Çocuklarınıza gösterirsiniz ileride.. Çok güzel çıkıyorsunuz!" "Bir tane daha çek o zaman," dediğimde hevesle telefonunun kamerasını bize doğru tekrar çevirdi. Dudaklarımda sinsi bir sırıtış oluşurken, "Diba'ya yollayacağım!" "Asıl babaanneye yollaman gerekiyor," diyen Kılıç, sigarasını dudaklarına yaklaştırırken herkes onun bu söylediğine gülmüş, Kenan da ters ters bakmıştı. "Ona, kendi ellerimle götüreceğim!" dedim, gıcık bir tavırla. İşte bu, Kenan'ın erkeksi kıkırtısının kulaklarıma ulaşmasına neden olurken Bige'nin en iyi pozları yakalaması için elimden geleni yapıyordum. Tabii bu hâllerimizi ayrı bir şekilde videoya alan Ufuk'la Olcay'dan bahsetmiyordum bile. Onlar gayet eğleniyor, Kenan da bıkkınlık dolu ifadesiyle benden kaçmaya çalışıyordu. O, fotoğraf çekilmekten pek hoşlanmıyor ve bunu da her seferinde belli etmekten çekinmiyordu. "Yetmez mi?" diyerek benden uzaklaştığında kravatını da çıkarıp boynuna asmıştı. Ardından da bahçedeki koltuklardan birine kendini bıraktığında onu umursamadım. "Daha gece başlamadan hafızayı doldurdun yengecan," Yiğit'in sözleri, Kenan'ı bir kez daha güldürürken bana tatlı mı tatlı bakışlarından birini atmıştı. "Aman," dedim, burnumu kırıştırarak. "Ne kadar sıkıcısınız yahu?" "Sen gidip üstünü değiştirsene," dedi, Olcay. "Bu kadar insan, benim gibi seni saatlerce bekleyemez!" dediğinde omuz silktim. "Kenan bekler." Bakışlarım Kenan'a doğru dönerken kaşları havalandı. "O kadar emin olma bence." dediğinde gözlerimi devirerek omuzlarımı düşürmüştüm. "Pekâlâ," dedim, kaderime boyun eğerek. "Ben hazırlanıp geliyorum o zaman." "Yardım etmemi ister misin?" diyen Olcay'ı, başımı iki yana sallayarak reddedip tekrar içeri geçtiğimde onları çok bekletmemek adına hızlı adımlarla da merdivenleri tırmanıp odama çıkmıştım. Önce odama, ardından da giyinme odasına geçerek zaman kaybetmeden üzerimdeki elbiseyi yavaşça çıkarıp sabah dolabın üzerine asmış olduğum bir diğer elbiseyi alarak hemen onu üzerime geçirdim. Beyaz, saten mini elbisenin degaje yakasından dolayı göğüs kısmı biraz daha bol kalırken bel kısmı da aksine, ince belimi sıkıca sarmıştı. Bu elbise, diğerine göre daha salaş ve rahatken altına da onunla uyumlu olacak olan beyaz spor ayakkabılarımı giymeyi tercih etmiştim. Ardından da at kuyruğu olan saçlarımı açmadan önce safir taşlı kolyemin yanına bir de ince gold kolyelerimi taktım. Kolyeyle birer set hâlinde olan kelepçe bilekliği de bileğime taktığımda saçlarımı açıp onları da makyaj masamın üzerindeki fırçayla düzeltmiş, dalgalarını daha hacimli hâle getirmek için de masadaki saç wax'ını kullanmıştım. Gözlerim, kısaca aynadaki aksi görüntümde gezinirken üzerimdeki elbise dizimden biraz fazla yukarıda bitmişti fakat yine de kendimi rahat hissediyordum. Babamın bunu sorun etmeyeceği bir gündeyken Kenan'ın konuşmaya hiç hakkı olmadığını düşünüyordum. Saçlarımı elimle son kez düzeltip raftan seçmiş olduğum yağ yeşili bir Dior çantanın içerisine bana lazım olabilecek eşyalarımı da koyup odadan çıktım. Aynı hızla da merdivenleri inerken bizimkilerin de çoktan kapının önüne toplandığını görmüştüm. "Biraz daha gelmesen gidiyorduk," diyen Olcay'a göz devirdim. "Abartma," "Haklı," diyen Kenan'a bakışlarımı çevirdiğimde onun gözlerindeki hoşnutsuzluğu daha ilk dakikadan yakalamıştım. Gözleri, usulca üzerimde gezinirken o hoşnutsuzluk da artıyordu. "Babamlara bir bakayım geliyorum," derken adımlarımı salona doğru çevirecektim ki Kenan'ın söyledikleri bundan vazgeçmemi sağladı. "Ben konuştum babanla," dediğinde diğerleri de kapıyı açarak bahçeye çıkmışlardı. "Gerek yok yani." "Ne bakıyorsun bana öyle?" diyerek bu bakışlarına bir karşılık verdiğimde nihayet gözlerime bakabilmişti. Elleriyle boynunda asılı duran kravatını çekiştirirken dudağının kenarı hafifçe aşağı doğru hareketlendi, ifadesi memnuniyetsiz bir hâl aldı. "Bu," dedi, temkinli bir tonda. Bu tavrı hoşuma gitmezken ne diyeceğini çoktan anlamıştım. "Çok kısa değil mi? Yani bu elbiseyle nasıl rahat etmeyi düşünüyorsun?" Kaşlarım havalanırken elimdeki çantayı da omzuma asıp birkaç saniye onun memnuniyetsiz ifadesini süzdüm. "Ben rahatım," dedim, umursamazca. "Bir sorun çıkacağını düşünmüyorum." "Bence hâlâ bu elbiseyi değiştirmen için vaktimiz var," dediğinde bu emrivaki tavrı karşısında kaşlarımı çattım. "Sadece baş başa olabileceğimiz bir yere gidiyor olsak ne giydiğine karışmam ama-" "Anlamadım," dedim, gözlerimi kısarak. "Değiştir mi diyorsun şu an, doğru mu anlıyorum?" Kaşları havalanırken gözleri de usulca etrafta kısaca gezindi ve başını ağırca sallayarak beni onayladı. "Doğru anlıyorsun, maalesef." "Sebep?" dedim, sabrımın son damlalarında. Gerçekten böyle bir günde de mi bunu yapacaktı? "Çünkü elbisen haddinden fazla kısa," dedi, gayet öküzce. "Çünkü her hareketinde bacakların daha fazla açılıyor.. Çünkü dışarısı abaza dolu ve ben, senin daha doğru giyinmeni istiyorum." Güldüm alayla. "Daha doğru ne ya?" Bu tepkim, onun dudakları arasından bir soluk bırakmasına neden olurken arabalarına binmekte olan arkadaşlarımızın da bir sorun olduğunu anladıkları belliydi. "Ben hep böyle giyiniyordum zaten, daha doğrusu nasıl oluyor anlamıyorum şu an?" "Ne giydiğin umurumda değil Maran, emin olabilirsin." dedi, sabırla. "Ama baş başa olabileceğimiz bir yere gitmiyoruz bunu sen de biliyorsun. Bizim dışımızda başka insanlar da olacak ve ben, bu gecenin sorunsuz bitmesini tercih ediyorum." "Benim elbisem sorun yaratır yani, bunu mu anlamalıyım?" dediğimde duyduğum topuk sesleri söyleyeceklerimi engelleyememişti. "Eğer öyleyse sen git o hâlde, çünkü ben sorun yaratacak elbisemle gelmemeyi tercih ederim." "Saçmalıyorsun şu an," dediğinde tam dudaklarımı aralamıştım ki Defne Teyze'nin sesi kulaklarıma ulaştı. "Siz gitmediniz mi hâlâ?" dediğinde sesi arkamdan geliyordu ve ben, ona dönüp bakmamıştım. O da birkaç adım daha atarak yanımıza ulaştığında artık görüş açımdaydı. "Bu suratınızın hâli ne böyle?" "Kenan, elbisemi değiştirmem gerektiğini söylüyor." dedim, hiç düşünmeden. Bu, Kenan'ın gözlerinin üzerime sabitlenmesine neden olurken Defne Teyze de bir adım uzaklaşarak beni incelemişti. "O yüzden gidemiyoruz." "Abartıyorsun.. Ne söylemek istediğimi gayet iyi anladın ama sorun çıkarmak daha çok hoşuna gidiyor." dediğinde kollarımı göğsümde birleştirip ona dik dik baktım. "Gayet güzel olmuş kızcağız, neyi beğenmedin?" diyen Defne Teyze, elini omzuma sardığında Kenan'ın bizim gücümüze karşı gelebileceğini sanmıyordum. "Beğenmediğimi söylemedim," dedi, annesine dönerek. "Sadece fazla olduğunu düşünüyorum." "Kızın en mutlu günü, bırak ne istiyorsa giysin.. Sen ne zamandan beri böyle maçoluklar yapıyorsun bakayım?" dedi, sahte bir kızgınlıkla. "Ne alakası var maçolukla?" diyen Kenan, bıkkınlık dolu bir tavır takındığında, "Onun içinde rahat hareket edemeyeceğini bildiğim için değiştirmesi gerektiğini söylüyorum sadece." "Ben gayet rahatım," dedim, birden çıkışarak. "Üzerimi değiştirmeyeceğim, böyle geliyorum. Eğer sorun olacaksa burada, ailemle kalacağım." "Tamam," dedi, baskın bir tonda. Yeşil gözleri gözlerimde dolaşırken istediğimi kabul ettirmenin haklı gururunu yaşıyordum. "Tamam, değiştirme üzerini falan.." "Ha şöyle güzel güzel anlaşın işte," Defne Teyze, elini uzatıp oğlunun omzunu hafifçe sıvazladığında ikimizin gerginliğini fark etmiş olmalıydı. "Gidin güzelce eğlenin, geç olmadan da Maran'ı eve bırak. Adnan Amcan merak etmesin sonra, tamam mı?" Kenan, onu başıyla onaylarken ben de omzumdaki çantayı düzelterek ondan önce evden çıkmıştım. O esnada da Kenan, annesinin söylediği birtakım şeyleri dinlemiş, o yüzden de beni biraz bekletmişti. "Ne oldu?" diyen Olcay, merakla bana bakarken elimi hafifçe salladım. "Boşver," dedim, umursamazca. "Maçoluğu tuttu yine!" dediğimde Ufuk, Onur ve o, gülmüştü. "Aaa," dedi, uyarıcı bir tonda. "Böyle bir günde tartışmayacaksınız herhalde? Azıcık cilve yap adama, barışırsınız hemen." "O bana cilve yapsın," dedim, öfkeyle. "Öküz!" "Bunu, Kenan'a söyleyeceğim!" Kılıç'ın sözleri, göz devirmeme neden olurken omuz silkip kalçamı Kenan'ın arabasına yasladım. Bu esnada Yiğit'le Bige de Kılıç'ın arabasına binerken Olcay'la Ufuk, Onur'un arabasına binmişlerdi. Bahçede görünmediklerine göre de Gediz abiyle Firuze herkesten önce mekâna gitmişlerdi. Evin kapısının kapanma sesini duyduğum an, başımı çevirip Kenan'ı kontrol ettiğimde bana doğru ilerlediğini görmüştüm. Elindeki arabasının anahtarıyla kilitli kapıları açtığında hiç beklemeden kapıyı açıp ön koltuğa yerleştim. O da çok geçmeden arabanın etrafından dolanarak sürücü koltuğuna bindiğinde emniyet kemerimi takıyordum. Bu sırada da önce Kılıç'ın, ardından da Onur'un arabası koskoca bahçede ilerlemeye başladığında biz de onların peşine takılmıştık. "Konuşmuyoruz yani?" dedim, soğuk bir sesle. Bu,bakışlarının kısa bir an bana dönmesine neden olurken aynı soğukluk onda da vardı. "Konuşunca suçlu oluyorum, o yüzden çenemi kapatma kararı aldım." Göz devirdim. "Neden öküzlük yapıyorsun? Giydiğim kıyafet seni bu kadar ilgilendirmemeli bence!" "Beni ilgilendiren senin giydiğin kıyafet değil, insanların dikkatini çekecek olman beni ilgilendiriyor.. Neyi anlamıyorsun?" dedi, hiddetle. "Bunda kötü bir niyet yok, bu kadar fevri olma. Birinin sözünü dinlemek seni küçültmez, anla bunu." dediğinde çatık kaşlarım olduğu yerdeydi. "Böyle bir günde beni kırman ne kadar doğru?" dediğimde güldü alayla. "Daha doğru giyin, dedin resmen bana! Daha doğru giyinmek nasıl oluyor anlamıyorum ben?" "Tamam," dedi, bir kez daha. "Tartışmak istemiyorum, kapatalım konuyu." "Tamam," dedim, ben de. "O hâlde bütün gece benden uzak duracaksın, yanıma yaklaşmanı istemiyorum." Gözleri bana dönerken bakışlarımdan ne kadar kararlı olduğumu anlamış olması gerekiyordu. "Pekâlâ," diyerek kaşlarımı daha derin çatmama neden olduğunda bu tepkiyi beklemiyordum. Karşı çıkmasını, bir şeyler söylemesini beklerken o bunu kabul ediyordu. "Yaklaşmayacağım yanına." Geri kalan yolculuğumuz daha sessiz ve sakin geçerken ona yapacaklarımı biliyordum. Söylediğim şeyi hiç itiraz etmeden kabul etmesi o kadar sinirimi bozmuştu ki ona gününü gösterecektim. Bütün gece bana dokunmak için yalvaracaktı fakat o, henüz bunu bilmiyordu. Hoşnut olmadığım bir sessizlik içerisinde, arabayı bir mekânın önünde durdurduğunda ben ondan önce arabadan inmiştim. O da arabasının anahtarını valeye teslim ederek peşimden gelirken bahsettiğim mesafe gözle görülür bir seviyedeydi ve bizimkilerle karşılaştığımız an onlar da bunu tabii ki fark etmiş, kendi çaplarında bu durumu düzeltmeye çalışmışlardı. Fakat ben, onu pişman etmediğim sürece hiçbir şey hallolmayacaktı. "Yani ne söylemiş olabilir ki bu kadar astın suratını?" diyen Olcay'a bakışlarımı çevirirken elimdeki çantayı sandalyemin kenarına asmıştım. Mekânın içerisindeki masalardan birine oturmak yerine terasta oturmayı tercih etmiştik, açıkçası Kenan da bana fikrimi sorarak ona göre rezervasyon yaptırmıştı. "Elbisemi beğenmedi," dedim, bir çırpıda. "Çok kısaymış!" Olcay, bu söylediklerime karşılık göz devirdiğinde Ufuk, "Enişte ağır maçoymuş yalnız," "Maçonun Allah'ı resmen adam," dedim, onu onaylayarak. "Ama aşık olduk bir kere, ne yapacağız yani?" dediğimde bu söylediğime onlar gülmüştü ama ben aynı surat ifadesiyle gözlerimi etrafta gezdirmeye başlamıştım. Bu esnada bakışlarımı karşımda oturan Kenan'a çevirmemek için direnirken onun da somurttuğunu biliyordum. "Ay çocuk musunuz siz yahu?" dedi, Firuze. "Kendinize gelin, ne bu hareketler? Azıcık eğlenin, sizin için buradayız biz de!" "Aynen öyle," diyen Gediz abi, yanında oturan kardeşini dürttüğünde Kenan onu umursamadı. "29 yaşında herifsin, şu yaptığına bak! Çocuk gibi küsüyor musun?" dedi, alayla. "Küstüğüm falan yok," dediğinde bu sefer onu umursamayan bendim ama herkesin dikkati de bizdeydi. Üzerindeki ceketini çıkarmış, sadece beyaz gömleğiyle kalmıştı. Onun da ilk birkaç düğmesi açıkken yaklaşık bir saat sonra bu hâlinden de bunalacağını biliyordum. "İki dakika yalnız bıraktık alt tarafı amına koyayım," dedi, Yiğit de. "O sürede tartışmayı nasıl başardınız merak etmiyor değilim." "Yanındaki herif öküzün teki çünkü," diyerek ilk kez konuştuğumda Olcay da kolumu çimdiklemişti. Kenan'ın bakışları bana dönerken kaşları çatık değildi ama bakışları da kaşlarını çatmasıyla aynı denklikteydi. "Aynen öyleyim," dedi, keskin bir tonda. "Beğenmiyorsan bu senin problemin." diyerek de son kelimelerini sarf ettiğinde dudaklarımdan hah diye alay dolu bir nida dökülmüştü. Parmaklarım arasındaki sigarayı yakarken aramızdaki bakışma, her geçen saniye daha da alevleniyordu. Öyle ki diğerleri de aramızı düzeltmeyi bırakıp aramızdaki bu bakışmayı sonlandırmaya çalışmışlardı. "Bu ateşli kavganız yatakta son bulacakmış gibi geliyor," diyen Olcay, tüm dikkatimi dağıtırken bunu fısıldayarak söylemişti. "Yapma kızım, bu adam seni yer bak söylemedi deme!" "O benden korksun," dedim, omuz silkerek. "Ben niye çekiliyorum?" "Ben yine de inatlaşmamanı öneririm," Olcay, elindeki telefonu masaya bırakıp arkasına yaslanırken gözleri kısa bir an karşısında oturan Kılıç'a dönmüştü. "İnatlaşacağım," dediğimde iflah olmaz dercesine başını iki yana salladı. "Mahvolsun, bitsin! Göstereceğim ona." "Ay alt tarafı elbiseni değiştir demiş, ne abarttınız yahu?" dedi, gözlerini belerterek. "Bunu da ben söylüyorum yani, biraz feyz al." dediğinde çatık kaşlarım usulca normal halini aldı ve bir süre söylediklerini kafamda tarttım. "Abartıyor muyum yani?" "E biraz!" Bakışlarım usulca Kenan'a doğru döndüğünde onun da bir sigara yakmakla meşgul olduğunu görmüştüm. O, başını çevirip bana bakmadan önce tekrar hızla Olcay'a döndüm. "Aslında gayet kibar bir şekilde beni uyardı," diyerek omuzlarımı düşürdüğümde Olcay bana deliymişim gibi bakıyordu. "Yani öyle öküz gibi değil de gerçekten beni düşünerek söyledi.. Burada öküzlük yapan ben oluyorum galiba?" dediğimde bu birden değişen düşüncelerim, Olcay'ın bana gerçek bir deliymişim gibi bakmasına neden olmuştu. "Adama boşu boşuna hakaret ettin, git özür dile bari." dediğinde durdum. "Özür mü dileyeceğim?" "Öküz, dedin." Kaşlarını kaldırdı. "Abisinin yanında bir de!" Olcay'ın söyledikleri, yanaklarımın kızarmasına neden olurken sigaramdan derin bir nefesi içime çekmiştim. Abisinin önünde ona hakaret etmem tabii ki hoş değildi. "Bazen kendime hâkim olamıyorum," dedim, utançla. "Ben özür dileyeyim bence de." dediğimde bir zahmet dercesine başını salladı. "Biraz deli olduğunu düşünebilir ama dikkat et." "Deli olduğumu biliyor zaten." Bakışlarımı tekrar ona doğru çevirdiğimde kendimi gerçek bir deli gibi hissediyordum fakat Kenan, zaten bu deliliğimin farkında olduğu için yadırgayacağını düşünmüyordum. Yani umarım öyle olurdu. Umuyordum ki beni çok fazla süründürmez, hatta hiç süründürmezdi. Gerçekten söyleyeceklerimi bu kadar çabuk yutacağımı bilmiyordum. Gözleri, benim gözlerimi bulurken sigarayı dudakları arasına sıkıştırmıştı. Bu esnada da garsonlar masayı donatmakla uğraşıyorlardı. Aslında bu mekânı tercih eden bendim, çünkü oldukça sessiz sakin bir yerdi. Hem yemek yiyip hem de eğlenebileceğimiz bir yerken bu olayı çok da abartmak istememiştim fakat düğün için böyle mütevazı davranmayacaktım. "Bence uzatmayalım," diyerek ilk kelimeleri sarf ettiğimde kaşları usulca havalandı, gözleri yanımda oturan Olcay'a kısa bir an döndü. Sanırım o da söylediklerimden bu kadar çabuk dönmemi beklemiyordu. "Bu saçmalığı uzatan sensin," dediğinde bakışlarımı denize doğru çevirdim kısaca. "Özür dilerim," dedim, bir çırpıda. "Sana öküz dediğim için." dediğimde birkaç saniye bakışları gözlerimde gezindi. Yaşadığımız bu saçma an, ikimizden birinin gülmesiyle son bulacaktı ama şu an bunu yapabilecek olan kişi ben değildim. "İyi misin?" dedi, gözleri kısılırken. Parıltıların düştüğü gözleri, mekânın otantik bir hava katan sarı ışığıyla daha da güzel görünürken bakışlarım ara sıra gözlerinde dalıyordu. "Deli olduğumu düşünüyorsun," dediğimde oldukça yavaş bir şekilde dudağının kenarı yukarı doğru kavislenmişti. Bakışlarını benden uzaklaştırıp diğer insanların üzerinde gezdirirken, "Gerçekten öyle düşünüyorsun!" "Deli olduğunu düşünmüyorum," dedi, yavaşça. "Deli olduğunu biliyorum, Maran." "Barışmamız gerekiyor," dedim, omuz silkerek. Güzel gözleri, yüzümün en ücra köşlerine uğrarken aramızdaki buzların erimesi çok sürmezdi. "Küs değiliz," "Abinin yanında sana öküz demem ne kadar mantıklı bilmiyorum ama," dedim, bakışlarımı ondan kaçırarak. "Özür dilerim, patavatsızlığım tutuyor işte." "Emin ol, yadırgamamıştır zaten." diyerek beni rahatlatmaya çalıştığında dudaklarımda bir gülümseme peyda olmuştu. "Bunun için özür dileme." "Barıştık mı?" dedim, bir çocuk gibi. "Küs değiliz, dedim ya?" "O zaman barıştık!" dediğimde güldü. Ben, o güzel gözlerini izlerken elini uzatarak saçlarımı omzumdan geriye doğru itmişti. İçimdeki o kıpır kıpır duygularla elimi ona doğru uzattığımda eli, elimi nazikçe kavramış ve bugün içerisinde ikinci kez avucuma bir öpücük bırakmıştı. "Sizin şu inişli çıkışlı ilişkiniz beni gerçekten korkutuyor," diyen Kılıç, bakışlarımızın ona doğru dönmesine neden olurken herkes gülüyordu. "Siz az önce didişmiyor muydunuz?" "Ateşli onlar, sen anlamazsın." Olcay'ın sözleriyle birlikte ilk kez birebir bir sohbete girdiklerinde Kılıç da buna şaşırmış olacak ki bir süre konuşamamıştı. "Tıpta yeri var mı bunun?" diyen Yiğit, yine bir hınzırlık peşindeyken herkes onun neyi sorduğunu anlamıştı ama Kılıç, kaşlarını çatarak ona doğru döndü. "Neyin?" "Dilin tutuldu ya, onu diyorum." "Siktir git, hayvan herif." diyerek önündeki çatalı Yiğit'e doğru fırlattığında dudaklarımdan bir kahkaha yükselmiş, eş zamanlı olarak masadaki diğer kahkahalara ortak olmuştu. "Düğünü ne zamana planlıyorsunuz siz?" diyen Firuze'ye bakışlarımı çevirdiğimde elimdeki sigaranın külü de önümde duran kültablasına düşmüştü. "Bilmem," derken gözlerimi Kenan'a çevirdim. "Hiç konuşmadık bunu." "Konuşun bir zahmet," dedi, Bige. "Söylediğiniz gibi iki yıl da beklemeyeceksiniz herhalde?" dediğinde Kenan bu konuşmayı tamamen bana bırakmıştı. Hiçbir şey söylemiyor, sadece sigarasını içerek beni dinliyordu. "O kadar beklemeyiz ya," dedim, düşünceli bir tavırla. "Şu an ilgilenmem gereken bir projem var ama yıl sonuna teslim etmiş olacağım.. Okulum da bitti hem, belki önümüzdeki yıl yapabiliriz?" diyerek tekrar Kenan'a doğru döndüğümde sorgulayıcı bakışlarıma omuz silkerek yanıt verdi. "Sen ne zaman istersen," "Bilmiyorum," dedim, heyecanla yerimde kıpırdanarak. "Ama iki yıl da beklemeyiz tabii ki.." Ardından duraksayıp ekledim. "Bir dakika ya bekleyebiliriz aslında." dediğimde bu değişen tavrım onları güldürdü. "Benim hazır olmam için önce gelinliğime karar vermem gerekiyor, uzun sürebilir yani." "Bence sen bakmaya başla," diyen Olcay, kolunu oturduğu sandalyenin arkasına doğru atarken elindeki rakıdan bir yudum almıştı. "Anca karar verirsin sen." "Diktireyim diyorum," Bakışlarımı Kenan'a çevirdiğimde gözlerini telefonundan alıp bana çevirmişti. "Ne diyorsun?" "Sen bilirsin," dedi, ilgiyle. Ardından masada duran telefonunu kapatarak tamamen bana döndü. "Sana kalmış bir şey sonuçta." "Sen diktirmiş miydin, Firuz?" diyerek bu sefer de Firuze'ye döndüğümde elindeki meyve suyunu içmekle meşguldü. "Ben diktirdim," dedi, o da benimkiyle aynı heyecanla. "Defne anne dikmişti, dur göstereyim." derken telefonunu eline almıştı. Diğerleri apayrı bir sohbetteyken Firuze'yle ben de bambaşka bir sohbet içerisine girmiştik. Bige'nin ufacık sorusuyla birlikte yine saçma bir telaşa bürünmüş, kendimi birden gelinlik bakarken bulmuştum. "Ben de böyle sade bir şey istiyorum," derken Firuze'nin gelinliğine bakıyordum. Fiziği mükemmel olduğu için giydiği gelinlik de ona çok yakışmıştı. Saten bir kumaş tercih etmişti ve omuzları düşük olsa da gayet hoş bir gelinlikti. Gösterişten uzak, oldukça mütevaziydi. "Bunu çok beğendim, sana da çok yakışmış." dediğimde dudaklarım yukarı kıvrıldı. Gerçekten çok güzel bir gelin olmuştu. "Teşekkür ederim," derken onun da dudaklarında bir tebessüm oluşmuştu. "Ben de çok beğenmiştim... Sen nasıl bir şey istiyorsun, ona göre birkaç yere bakalım şimdiden." Onun bu sorusuyla birlikte gülüp Kenan'ın benim için doldurduğu kadehi elime aldım. "Nasıl bir şey istediğimi bilmiyorum, çünkü şu zamana kadar bir gün evleneceğimi hiç düşünmemiştim." dediğimde Firuze güldü. "Sen de bendensin aslında, genel olarak sadeliği seviyorsun." dediğinde başımla onu onaylamıştım. "Ve zor beğeniyorsun, Kenan söyledi!" Gözlerim kısılırken bakışlarımı yavaşça karşımda oturan Kenan'a doğru çevirdim. O, bir yandan rakısını içip bir yandan da oldukça keyifli bir şekilde bir şeyler anlatırken ne kadar tatlı göründüğünün farkında değildi. "Dedikodumu yapmaya bayılıyor," derken başımı hafifçe sola doğru eğip onun görüş açısına girmeye çalıştım. "Ben Kenan'ın evlenmek istediği kızın sen olduğunu ilk dakikadan anlamıştım aslında," Firuze, elini çenesine yaslarken ela gözleri de benim mavi gözlerime değmişti. Yanımda oturan Olcay'ı, kendisi masanın diğer köşesinde oturduğu için benden epey uzakta kaldığı gerekçesiyle Kılıç'ın yanına postalamıştı fakat onun ne yapmaya çalıştığını hepimiz anlamıştık. Söylediği şey dudaklarımda bir sırıtışın olmasına neden olurken, "Nasıl?" dedim, merakla. "Bilmem," dedi, dudağını büzerek. "İlk defa bir kadına böyle baktığını görmüştüm çünkü.. Kenan'ın takıldığı kızları tanıma fırsatım oldu, ben bu aileyi yıllardır tanıyorum çünkü. Ben de Trabzon'luyum ve bir nevi sıkı aile dostuyduk, Gediz'le de öyle tanıştık zaten. Sevgili olma sürecimiz epey uzun sürse de sevgililik sürecimiz de bir o kadar kısa olmuştu ama tabii ki hep bir aradaydık. Bu yüzden de Kenan benim küçük kardeşim gibidir, onu çok iyi tanıyorum," dediğinde merakla onu dinliyordum. Kenan'la alakalı şeyler beni o kadar çok içine çekiyordu ki sabaha kadar tüm bunları dinleyebilirdim. "Lise aşklarını bile bilirim ama en iyi tanıdığım Serafina olmuştu.. Ona gerçekten aşıktı, ilk olarak gelip abisiyle tanıştırmıştı hatta. İlişkileri her ne kadar uzun sürse de hiçbir zaman onunla evleneceğini düşünmemiştik mesela?" dedi, düşünceli bir sesle. Ben de tıpkı onun gibi elimi çeneme yaslarken Kenan'ın o kadınla olan ilişkisini ancak Firuze'den öğrenebilirmişim gibi geliyordu. Sırf bu yüzden daha da meraklandığımda, "Onunla olan ilişkisi nasıldı? Defalarca Kenan'a sordum ama ilişkileri hakkında sorduğum soruları hep yanıtsız bıraktığı için pek bir sonuca varamadım." dediğimde güldü. "Kenan kapalı bir kutu gibidir aslında," dedi, bu sözlerime karşılık. "Yani seni hiç tanımıyorsa onun hakkında bir şeyler öğrenmen imkânsızdır, onu tanıyorsan da hakkında bilgi edinebilirsin ama bu da kısıtlıdır.. Onu kolay tanıyamazsın, hakkında çabucak bir şeyler öğrenemezsin. Anlatmayı da sevmez zaten, karşısındakinin onu tanımasını ve anlamasını bekler. Bu, onu daha çok memnun eder yani." dediğinde bunları biliyordum. İlişkimizin en başından beri bunları açıkça belli etmişti zaten. "Serafina'yla olan ilişkisi de farklıydı, birlikte yaşıyorlardı. Kenan okulu bitirip İtalya'ya gittiğinde orada tanıştılar." "Evet," Başımı salladım. "Bunu söylemişti." "Nasıl tanıştıklarını bilmiyorum ama Serafina'nın Kenan'ın peşinden koşmaya başlamasıyla birlikte aralarındaki bu ilişki ilerlemişti.. Sonra Kenan'ın da ilgisini çekince bu sefer o, bir şeyler için çabaladı ve en sonunda da bir ilişkiye başladılar. Birkaç ayın sonunda Serafina, Kenan'ın evine taşınmıştı zaten." İçimdeki kıskançlık duygusu her geçen saniye körüklenirken bir yandan dinlemek istemiyor ama bir yandan da merakla dinlemekten kendimi alıkoyamıyordum. Eğer bunları bana Kenan anlatsaydı onu öldürebileceğimi göz önünde bulundurarak anlatmamayı tercih etmiş olmalıydı. Ki en doğrusunu yapmıştı, çünkü şu an ona ters ters bakmadan duramıyordum. "O kadar aşıklardı yani?" dediğimde Firuze de bu kıskançlığımı fark ederek güldü. "Sorduğun için anlatıyorum ama keşke anlatmasaydım!" derken elimi hızla salladım. "Hayır hayır, anlat." dedim, çatalımı elimde döndürürken. "Merak ediyorum." "İlişkileri iki yıl sürdü," derken Kenan'ı öldürmemden korkmuş gibiydi. Bir şeyi söylemeden önce dikkatlice ifademi süzüyor, sonrasında konuşuyordu. "Tabii Kenan da iki yıl boyunca İzmir'e dönmedi, orada onunla kaldı. Annemler de bu durumdan hiç hoşlanmadı tabii, çünkü Kenan birkaç günlüğüne bile olsa gelip annesini görmeden orada yapamazdı. Defne anne de öyledir, çok düşkündür çocuklarına.. O gelmeyince çok üzülüp bu sefer kendisi, Kenan'ın yanına gitmeye karar verdi ama gittiğinde de Serafina'yla gerçek anlamda bir tanışma faslı yaşandı aralarında. Kenan'a, Serafina'dan pek hoşlanmadığını söylese de açıkçası ben de ilk gördüğüm an ondan hoşlanmamıştım.. Ne bileyim," Omuz silkti. "Pek Kenan'a göre değildi sanki. Zaten biliyorsundur, orada çok ünlü bir markanın modelliğini yapıyor. Kenan'la da nasıl tanıştığını hâlâ anlamadım zaten. Çok farklı işlerle meşgullerken bir anda hayatına girmişti, dışarıdan bakıldığında çok tatlı bir çift olarak görünseler de ilişkileri öyle sürmedi." Damarlarımda kol gezinen o iğrenç duygu, dakikalardır dudaklarımı kemirmeme neden olurken boşalan kadehimi defalarca da doldurmuştum bu esnada. Beraber aynı evde uzunca bir süre yaşamışlardı. İki yıl boyunca hem de. Gözlerimi birkaç kez kırpıştırıp zihnimdeki bu düşünceleri kovmaya çalıştığımda asıl merak ettiğim şeyler başkaydı fakat bunları Firuze'ye soramaz, hepsini Kenan'dan öğrenmeliydim. Onu nasıl öpüp, ona nasıl sarıldığını merak ediyordum. Aynı evde yaşadıklarını söylemişti, her gece uyumadan önce sevişiyorlar mıydı yoksa sadece birbirlerine sarılarak uyuyorlar mıydı? Kesinlikle sadece uyuduklarını düşünmüyordum, çünkü sevgilimi tanıyordum. O, öylesine güzel bir kadını sadece uyuyarak harcamazdı. O kadın da bu fırsatı geri tepmezdi zaten! Elimdeki boş kadehi masaya bıraktığımda tak diye bir ses çıkmış ve Kenan'ın bakışlarının bana dönmesine neden olmuştu. Mavi gözlerim onun gülerken kısılan gözlerine değdiğinde şirin olduğunu düşündüğüm bir şekilde gülümsedim. Bu esnada da Firuze, benden korkmuş olacak ki daha fazla konuşmama kararı alarak eşine doğru dönmüştü. "Doldurayım mı?" diyerek boş kadehime bir bakış attığında gözlerim onun üzerinde geziniyordu. Benim dokunduğum bedenine daha önce başkaları da dokunmuştu ve bu,düşündüğüm zaman hiç hoşuma gitmiyordu. "Olur," dedim, kollarımı masaya yaslayıp ona doğru hafifçe eğilirken. Bu, onun da ilgiyle bana doğru yaklaşmasına neden olurken rakı şişesine doğru uzanıp boş kadehimi doldurmaya koyulduğunda onu izliyordum. Zihnimdeki rahatsız edici düşünceler, beni her saniye daha da öfkelendirirken tabii ki ona bunu belli etmemeye çalışıyordum. Eğer bir şey söylersem gecemiz mahvolacak ve bu sefer hepimiz erkenden evlere dağılacaktık. "Teşekkür ederim," dediğimde dudaklarımda hâlâ o gülümseme vardı. Bu gülümseme, ona yapacağım işkencelerin habercisiydi fakat o hiçbir şeyin farkında değildi. Bakışları yüzümde gezinirken bir rüzgâr da hafifçe saçlarımı uçuşturmaya başlamıştı. "Yaklaş, öpeyim seni." derken parmakları bana doğru uzandı. Ona kolaylık sağlayarak başımı hafifçe çevirip yanağımı ona doğru uzattığımda parmakları da çenemi nazikçe kavramış ve o tatlı dudaklarını yanağıma bastırmıştı. "Çok uzak kaldık böyle," dediğinde kıkırdadım. "Yanına mı geleyim?" dedim, anlamazdan gelerek. "Gel," dediğinde yerimden kalkıp onun yanındaki boş yere oturmuştum. Bununla birlikte o kolları bedenime dolanırken sırtımı onun göğsüne yaslayarak rahat bir pozisyon aldım. "Sen iyisin değil mi?" diyerek bir soru sorduğunda başımı hafifçe kaldırarak onun güzel gözlerine bakmıştım. "Harikayım," dedim, neşe dolu bir sesle. "Neden ki?" "Durgunlaştın birden," derken parmakları saçlarım arasında gezintiye çıkmıştı. Sevdiğim gözleri şüpheyle kısılmış bir vaziyette gözlerimde dolanırken omuz silktim. "Gelinliğimi düşünüyorum," dediğimde dudakları muhteşem bir yavaşlıkla yukarı doğru hareketlenmiş, dudaklarından melodik bir gülüş dökülmüştü. "Dalgın dalgın bunu mu düşünüyorsun?" dedi, dudaklarındaki gülüşle. "Tabii ki bunu düşünüyorum," Yalandı, onunla iletişime geçen kızları nasıl öldüreceğim konusunda cinayet planları yapıyordum fakat o bunu bilmese her şey daha iyi olurdu. "Sonuç ne peki?" dediğinde dudağımı büzdüm. "Henüz bir sonuca varamadım," dediğimde beni can kulağıyla dinliyordu. "Sade ama göz alıcı olsun istiyorum, o prenses tarzı modeller bana yakışmaz.. Hem kısayım, hem biraz etine dolgun bir hatunum." Bu sözlerim onu güldürürken benim de dudaklarımda bu sefer sahici bir gülümseme oluşmuştu. "Abartıyorsun," dedi, bu söylediklerime karşılık. "Sen azıcık olan kilondan hoşlanmıyor olabilirsin ama ben, o ayva göbeğine bayılıyorum. Onu ne yapacağız?" "Senin göbeğin yok tabii," Elimi hafifçe salladım. "Söylemesi kolay!" "Bir şey de yemiyorsun ki," dedi, şikâyet edercesine. "Hiçbir şeyin yok, sen fazla kafana takıyorsun." dediğinde dudaklarımı birbirine bastırıp düşünüyormuş gibi yaptım. "Öyle mi diyorsun?" Başını salladı ağırca. "Öyle diyorum." "Yarın sabah Çeşme'ye gidelim mi?" diyen bir ses, aramıza girerken ikimizin de bakışları bunu söyleyen Bige'ye dönmüştü. "Hep eşlerinizi mi gezdireceksiniz yahu, biraz da beni gezdirin!" diyerek de abilerine laf soktuğunda kıkırdadım. "Ben seni götürürüm bebeğim," Yiğit'in söylediği şey, masada bir sessizlik yaratırken Bige de tedirgince önce Gediz abiyi ardından da Kenan'ı göz ucuyla kontrol etmişti. Yiğit de aynı şeyi fark etmiş olacak ki çenesini kapatarak o ikisine bir bakış attığında ben de başımı Kenan'a doğru çevirip ifadesini kontrol etmiştim. Kaşlarını çatmış, Yiğit'e ters ters bakıyordu. Aynı ifade Gediz abinin suratında da hâkimken Firuze, Yiğit'e uyarıcı bir bakış atmıştı. "Abileri varken sen niye götüresin?" diyen Gediz abi bunu söylediğinde Yiğit de ağzını açmamak üzere kapatmaya karar vererek yerine sinmişti. "Bebeğim mi dedi o?" dedi, Kenan da başını hafifçe bana doğru çevirirken. Fakat hâlâ gözleri Yiğit'in üzerindeydi. "Demiş olabilir," dedim, temkinli bir tonda. "Galiba.. Tam da emin olmamakla birlikte." dediğimde bakışları usulca bana doğru döndü. "Dedi," "Sen de bana diyorsun," dedim, hemen savunmaya geçerek. "Çünkü sen bebeğimsin," "Bige de Yiğit'in bebeği olabilir o hâlde?" dediğimde bana ters bir bakış attı. "Ama abisi olarak hoşunuza gitmemesini normal karşılıyorum bir yerde." "Yarın sabah gideriz," diyen Gediz abi, çatık kaşlarıyla Yiğit'e ters bakışlar atarken Bige'nin bu teklifini de geri çevirmemişti. "Ben gelemem," Bunu söyleyen Kılıç'a gözlerim takıldığında sorgulayan bakışları hızla yanıtladı. "Nöbetim var." "Hastane sizin, Kılıç." Firuze'nin söylediği şey gülmeme neden olurken, "Hepiniz geliyorsunuz, bu ekiple muhteşem bir Çeşme turu yapıyoruz!" "Ya ben Trabzon'a da gitmek istiyorum!" diyerek ilk kez konuştuğumda Kenan'ın bakışlarının bana döndüğünü hissetmiştim. "Oraya da gideriz," dedi, Firuze. Ardından eşine dönerek, "Gideriz değil mi?" "Gideriz hayatım," diyerek onu yanıtladığında bir çocuk gibi ellerimi çırpmıştım. "Bakıyorum da çok sevmişsin memleketimi," Kenan'ın bana yönelik söylediği şeyler, başımı ona doğru çevirmeme neden olurken neredeyse ağzım kulaklarıma varmıştı. "Hayatım boyunca ilk kez Karadeniz'e gittim," dedim, heyecanla. "Onda da çok gezip görme fırsatım olmadı ama bu sefer beni gezdirirsin diye düşünüyorum.. Umarım doğru düşünüyorumdur!" dediğimde güldü. "Doğru düşünüyorsun," dedi, beni geri çevirmeyerek. "Çok istiyorsun, gidelim madem." "Siz niye orada yaşamıyorsunuz?" dedim, merakla. "Çok güzel bir yer, neden buraya geldiniz yani?" "Annem İzmirli, ailesi vefat edince de buradan kopmak istememiş.. Üstelik babamla da burada, üniversitede tanışmışlar. Babam da o ne derse yapmaya hazır olduğundan buraya tamamen yerleşmişler işte." diyerek kısaca açıkladığında kaşlarım havalandı. "Annenle babaannen çok fazla atışıyorlar, bu yüzden mi?" "Etkisi olabilir ama babaannem, annemi en başından beri kabullenememiş.. Yani eskiden görücü usulü daha yaygın olduğu için babaannemin de kafasında babam için yarattığı biri varmış," Göz devirdim. Bu kadın hiç değişmeyecekti. "Babam da istemeyip annemi tanıştırmak için konağa götürdüğünde babannem çekinmeden tepkisini ortaya koymuş ama dedem de onun aksine babamın arkasında durmayı tercih etmiş. Onlara epey destek çıkıp yardımda bulunmuş o dönemlerde.. Babam üniversiteyi bitirdiğinde de burada aylarca çalışıp çabalamış, sırf annemle bir hayat kurabilmek için. Dedemin onca yardımını geri çevirerek her şeyi kendisi inşa etmeye çalışmış yani." dediğinde dudaklarımda bir gülümseme oluşmuştu. "Babaannen hiç kimseyi beğenmiyor yani?" "Sadece kendisi beğenirse layık görebilir," dedi, alayla. "Ama annemle hâlâ atışıyor olmalarına rağmen onu sevdiğini biliyorum." Gözleri gözlerimde kısaca dolaşırken, "Seni de sevecek, göreceksin." "Benim pek umudum yok," dedim, gülerek. "Baksana gelmedi bile!" "Babaannem dışarıdan bakıldığında biraz sert görünebilir ama şeker gibidir, inan bana." dediğinde buna pek inanasım gelmemişti. "Sadece sana biraz alışması gerekecek, o kadar." "Ben dedenle tanışmak isterdim," dedim, çenemi omzuna yaslayarak. "Anlattığına göre bayağı anlayışlı ve şeker bir adammış.. Neden vefat etti?" "Yaşlılık, sevgilim." derken avucu içerisine hapsolan saçlarımı parmaklarıyla okşuyordu. "Çok da işkolikti, bu da onu yorup hasta etti." "Sana da bu iş aşkı genlerden geliyor yani ?" dedim, şakacı bir tavırla. Bu, onun gülmesine neden olurken, "Sen yine de çok abartma, sonra kocasız kalırım." Bu söylediğimle birlikte gözleri kısılırken, "Kocan seni yer," Kıkırdayarak başımı hafifçe ona doğru yaklaştırdım. Kısılan gözleri dudaklarıma düşerken yüzlerimiz yakındı. "O güzel ağzına nasıl yakıştı öyle?" "Kocam," dedim, bir kez daha. Çenemi hafifçe kaldırarak ona kur yaptığımda dudakları çeneme temas etmişti. O, bana bir öpücüğü bahşederken başım hafifçe omzuma doğru düştü. "Ah Maran," dedi, koyulaşan sesiyle. "Bitirdin beni." "Biz kalksak mı," dediğimde yoldan çıkmaya müsait olduğumuzu fark etmiştim. "Ne yapsak?" Bu sorum, ona sanki nerede olduğunu hatırlatmış gibi usulca benden uzaklaştığında boğazını hafifçe temizledi. Bu tavrı, dudaklarımın yukarı kıvrılmasına neden olurken, "Kalkamayız maalesef.." "O hâlde beni yoldan çıkarma," dediğimde kadehine doğru uzanmıştı. "Sen de aynı şekilde," "Pekâlâ," derken dudaklarımı birbirine bastırarak yüzümdeki sırıtışı yok etmeye çalıştım. Eş zamanlı olarak da tekrar eski pozisyonumuzu almak adına sırtımı göğsüne yasladığımda onun da kolu omzumu sarmıştı. Masada dönen sohbet aynı şekilde aynı enerjiyle devam ederken aramızdaki mesafeyi aşmamaya dikkat etmiştik. O, sıklıkla ben de ara ara sohbetlerine dahil olduğumda önümdeki kadeh de defalarca boşalıp tekrar dolmuştu. Bazen çalan şarkılara yerimde kıpırdanarak ritme göre dans ediyor, bazı şarkıları da yanımda oturan Kenan'a ithaf ediyorum. O da büyük bir zevkle beni izliyor, çoğunlukla da bu hâllerime gülüyordu. Böyle geçen saatlerin ardından üzerime çöken yorgunlukla birlikte en sonunda başımı onun göğsüne yaslamıştım. Bu arada da o, üşüdüğümü fark ederek ceketini omuzlarıma bırakmış,genç bir garsondan benim için şal isteyerek onu da bacaklarıma örtmüştü. Onun göğsünden yayılan kokusu ve bir anda bulduğum bu sıcaklık beni mayıştırırken göz kapaklarımdaki o ağırlık da beni zorluyordu. En sonunda tüm bunlara dayanamayarak gözlerim yorgunlukla kapandığında hissettiğim sıcaklık ve huzur da hiçbir yerde karşılaşmadığım türdendi. Belki de ben, sonsuza kadar bundan beslenecektim.
🗿🗿🗿 |
0% |