Yeni Üyelik
23.
Bölüm

•XXIII•

@meelcnmel

"Konuşmuyorsunuz yani?"

Olcay'ın sorduğu soru, başımı kaldırıp ona bakmama neden olurken onu başımı iki yana sallayarak onaylamıştım.

Dakikalar önce dersten çıkıp birer kahve içmenin bize iyi geleceğini düşünerek kafeteryaya geçip oturmuştuk fakat moral bozukluğumu hiçbir şey düzeltemez gibi görünüyordu.

"Konuşmuyoruz demeyelim de," dedim, masadaki karton bardağı elime alarak. "Telefonlarıma bakmıyor diyelim."

Sözlerimin ardından bunu sesli bir şekilde dile getirmek acayip derecede canımı sıkarken bir yudum bile almadığım kahveyi tekrar bırakıp elimi çeneme yaslamıştım. İçimdeki sıkıntı büyüyor, beni rahatsız hissettiriyordu.

Dün geceki patavatsızlığım sonucu Kenan, tüm gün boyunca beni aramamış, mesaj dahi atmamıştı. Ondan tipik bir kız gibi mesaj beklemeyi bırakıp ben onu arasam da telefonlarıma çıkmamıştı. Açık olmak gerekirse erkek tribi de hiç çekilmiyordu! Sonuç olarak ona hiçbir şey söylememiş, genel anlamda fikrimi belirtmiştim ve bu gayet normal bir olaydı. Onu kırdığımı düşünmüyordum ama bu tavrına da anlam veremiyordum.

Bana, konuyu kapatmak istediğini söylediğinden beri bir daha konuşmamıştık, ki buna fırsat da olmamıştı. Dün gece yemekten sonra kalkmışlardı ve o esnada bile benimle vedalaşma gereği duymamıştı. Bunu, her ne kadar babamın varlığına yorsam da yine de emin olamıyordum. Şu anda da telefonlarıma yanıt vermemesinin nedenini sadece meşgul olduğuna bağlamak istiyordum.

Neredeyse tüm gece bunu düşünmekten uyumamıştım ve bunu acilen çözmeliydik.

"Evlilik konusunda erken olduğuna ben de katılıyorum," diyen Olcay'a baktım. Kahverengi gözleri, güneşten dolayı hafifçe kısılmıştı. "Yine de senin kararın bu tabii ki ama ben, onun da sana hak verip seni anladığını düşünüyorum. Bence olay şu an evlilik düşünüp düşünmemen değil, öyle konuşman olmalı." Omuz silkti. "Bağlı kalmak falan. Bir de ailesinin yanında!" Güldü. "Kafayı mı yedin kızım?"

"Ne var ya?" dedim, kaşlarımı çatıp. "Kötü bir şey söylemedim ki!"

"Kendini doğru açıklayamamışsın ama," Çenesiyle telefonumu gösterdi. "Ara, buluşun konuşun. Lütfen düzgün konuş ama olur mu?" dediğinde bir telefonuma bir de ona baktım. "Hadi, Maran!"

Olcay'ın baskıları altında masada duran telefonumu elime alıp son saatlerde oldukça arama yapmış olduğum o numarayı tuşlayıp telefonu kulağıma yasladım. Ben açmayacağını düşünürken üçüncü çalışın ardından telefonun diğer ucunda sesi duyulmuştu.

"Efendim?" Sesini duyduğum an yerimde heyecanla kıpırdandığımda Olcay da sırıtarak bana bakıyordu.

"Ne yapıyorsun?" dedim, birden ne söyleyeceğimi bilemeyerek. Saatlerdir onu arıyordum ve o telefonlarıma yanıt vermiyordu. Fakat şu an beklemediğim bir anda aramalarıma yanıt vermişti.

"Şirketteyim, çalışıyorum. Sen?"

"Dersten çıktım şimdi ben de," derken bu sefer yerimde rahatsızca kıpırdanmıştım. Bir anda neden böyle aptallaştığım konusunda hiçbir fikrim yoktu. "Aradım seni ama açmadın."

"Toplantıdaydım açamadım, şimdi çıktım arayacaktım seni."

"Bilerek açmamazlık yapmadın yani?" dediğimde Olcay bana göz devirip elini alnına vurmuştu.

"Neden öyle bir şey yapma gereği duyayım?" dedi, garip bir tonda.

"Bilmem, küsüz ya?" Sözlerimle birlikte telefonun diğer ucundan derin bir soluk verdiğini duymuştum.

"Küs değiliz, nereden çıkarıyorsun bunları?" dediğinde sanki görecekmiş gibi omuz silktim.

"O zaman buluşalım, bana küs olup olmadığını bu şekilde anlayamıyorum." Bu hınzır tavrım, bu sefer de erkeksi kıkırtısının kulaklarıma ulaşmasına neden olurken benim de dudaklarım yukarı kıvrılmıştı.

"Olur, babanla konuştun mu?" Gözlerimi devirdim.

"Konuştum merak etme," diyerek küçük bir yalan söylediğimde beni onayladı.

"Okulda mısın? Gelip alabilirim seni." dediğinde buna gerek olmadığını söyleyerek onu reddetmiştim. Bununla birlikte onunla vedalaşarak telefonları kapattığımızda telefonumu masaya bırakıp dakikalardır içmekten keyif alamadığım kahve bardağını tekrar elime aldım. Tabii bunu yaparken de ona bir konuda yalan söylediğim hemen aklıma gelmiş ve bıraktığım telefonumu alıp babama mesaj atmaya koyulmuştum.

"Ne diyor?" diyen Olcay, sigara paketine uzanırken bana bir bakış attı.

"Toplantıdaymış, o yüzden açamamış telefonu."

"Ben sana dedim," dedi, bana dik dik bakarak. "Dinlemiyorsun ki!" Burnumu kırıştırdım.

"Ay aman! Ne yapayım, merak ettim?" Bakışlarımı ondan çekip telefonumun eknranına çevirdim ve babamdan gelen mesajı kontrol ettim.

Ahu Maran KAYA: Babacığım,

Adnan KAYA: Ne isteyeceksen iste kızım, işlerim var.

Babamın ben daha hiçbir şey söylemeden bir şey isteyeceğimi anlaması kısa bir an duraksamama neden olsa da onu sinirledirmemek adına parmaklarımı klavyenin üzerinde hızlıca hareket ettirdim.

Ahu Maran KAYA: Kenan'la görüşmek için izin alacaktım,

Ahu Maran KAYA: LÜTFEN İZİN VER BABA LÜTFEN.

Adnan KAYA: Daha dün bizde akşam yemeğindelerdi, bilmem farkında mısın?

Adnan KAYA: Hem neden kendisi benden izin almıyor da sen alıyorsun? Az önce beraberdik.

Ahu Maran KAYA: İzin veriyor musun?

Adnan KAYA: Eğer okuldaki derslerin bittiyse ancak o şekilde görüşebilirsin,

Ahu Maran KAYA: Merak etme bitti,

Ahu Maran KAYA: Şirkete geleceğim, yanına uğrarım.

Adnan KAYA: Eve geç kalma sakın.

Ahu Maran KAYA: Merak etme babiş, öpüyorum kocamannn.

Babama son mesajımı da gönderip telefonumu kapattığımda elimdeki kahveyi bırakıp eşyalarımı toplamaya başladım. Babamın kararı değişmeden hızlı davransam iyi olacaktı, çünkü bu sefer iyi tarafına denk gelmiştim.

"Gidiyor musun?" Olcay'ın sorusuna başımı sallayarak yanıt verdiğimde somurttu. "Enişte yüzünden görüşemiyoruz resmen!"

"Kızım sen demedin mi, git adamla konuş diye? Gidiyorum işte!" dediğimde bir yandan da şaşkınlıkla ona bakıyordum. Bu aralar bir tuhaftı.

"Sen de dememi bekliyormuşsun," diyerek laf soktuğunda gözlerimi bayarak güldüm. "Ay git hadi, Allah aşkına!" derken elini havada savuşturmuştu. Ona cevap vermek için dudaklarımı araladığım sırada boynunda asılı olan kulaklığını, bana gıcık bir bakış atarak başından geçirdi ve müziğin sesini sonuna kadar açtı.

Onun bu regl tribine karşılık, iflah olmazmış gibi bir bakış attığımda ayaklanmıştım. Buna rağmen yine de yanından ayrılmadan önce yanağına bir öpücük bıraktım.

Hızlı adımlarıma yön verip otoparktaki arabama doğru ilerlediğimde çok geçmeden arabama atlayıp kampüsten çıkmıştım.

Onun bana kırgın olup olmadığını anlayamıyordum ve buna, daha fazla zaman geçmeden bir son vermemiz gerekiyordu. Bu konu nasıl oldu da açılmıştı bilmiyordum ama bundan sonrasında bu tarz soruları duymak istemiyor, kimsenin aramıza sırf bu yüzden girmesini istemiyordum. Fakat öncesinde onun bu konu hakkındaki fikrini öğrenmem gerekiyordu.

Kaşlarım bu düşünceyle birlikte hafifçe çatılırken zihnimde, dün geceki Kenan'a ait görüntüler belirmişti. Birden o tavıra bürünmesi tabii ki beni şaşırtmıştı ama bu tavıra bürünmesinin nedeni söylediklerimi yanlış anlaması olduğunu düşünmüştüm. Peki ya olay, benim kendimi yanlış açıklamam değil de bu konudaki fikrimse, o zaman ne olacaktı?

Pekâlâ, bunu gerçekten öğrenmem gerekiyordu.

Aklımdaki düşüncelerle gaza daha çok bastığımda yaklaşık yarım saatin sonunda şirketin otoparkında kendimi bulmuştum. Emniyet kemerimi hızla çıkarıp yan koltukta duran çantamı aldım ve arabadan indim. Ardından şirkete girip asansörlere doğru ilerlediğimde tam o an asansörün kapıları açılmış, içerisinden Gediz abi inmişti.

Onun kardeşinden birkaç ton daha koyu olan gözleri beni bulduğunda elindeki telefonunu ceketinin iç cebine yerleştirip gülümsedi ve asansörden indi.

"Naber fıstık?" Dudaklarımda oluşan geniş gülümsemeyle ona baktığımda elimdeki çantayı koluma astım. Bu sırada o da asansörün kapanmakta olan kapılarını benim için tutmuştu.

"İyiyim abi, sen nasılsın?"

"İyidir," Gözleri arkamdaki bir noktaya kaydıktan sonra tekrar bana döndü. "Kenan'a mı geldin?"

"Evet," dedim, başımı sallayarak. "Odasında mı?" Başını ağırca salladı.

"Odasında ama biraz huysuz. Dikkat et derim," Bu söylediğine güldüğümde onun da dudakları yukarı doğru kıvrılmıştı. Gerçekten onunla müthiş bir benzerliği vardı. Özellikle gözlerini gözlerime dikip baktığında tüylerim diken diken oluyordu.

"Tamam, ederim," dediğimde geçmem için elini çekti ve ben asansöre binmeden önce benimle vedalaşıp yanımdan ayrıldı. Asansöre binip tuşa bastığımda sadece saniyeler içerisinde istediğim kata ulaşıp tekrar asansörden inmiştim.

Günlerdir uğramadığım şirketin temposu bir anda beni karşıladığında bir an bunu özlediğimi fark ettim. Başlarda burada çalışmaya başladığımda pek hoşnut olmasam da zaman geçtikçe alışmış, gecemi gündüzümü burada geçirmeye başlamıştım. Umuyordum ki babamın bana verdiği ceza bir an önce son bulurdu da kendi hayatıma kaldığım yerden devam ederdim.

Adımlarım beni direkt olarak Kenan'ın odasına yönlendirdiğinde düşüncelerimden hızla sıyrılıp parmaklarımın tersiyle kapıyı tıklattım. Eş zamanlı olarak ondan bir geri dönüt aldığımda içeriden gelen bir çığlık sesi de ona eşlik etmişti. Bu duyduğum çığlık tabii ki de Eftal'e aitti.

Havadaki elimi indirip kapıyı açtığımda tahmin ettiğim üzere masanın üzerinde oturan Eftal beni karşılamıştı. Sırtı kapıya dönük olsa da tam karşısında oturan Kenan, abisinin dediği gibi fazlaca huysuz görünüyordu.

"Yapma," Büyük bir ciddiyetle Eftal'i uyardığında kıkırdamama engel olamayarak içeri doğru bir adımımı atmış ve kapıyı arkamdan kapatmıştım.

"Selam," diyerek de o ikisinin dikkatini çekebildiğimde yeşil gözleri kısaca üzerimde dolanmış, ardından ona doğru ilerlediğimi görerek ayağa kalkmıştı.

"Hoş geldin," dedi, tam ortada buluştuğumuzda. Bu esnada parmak uçlarımda yükselip yanağını öptüm.

"Hoş buldum," Bakışlarım, omzunun üzerinden Eftal'e kaydığında masanın üzerinde duran kaleme doğru uzandığını fark etmiştim. "Abin huysuz olduğunu söylemişti, sebebini şimdi anlıyorum." Bu söylediğime göz devirip masanın önündeki koltuklardan birini oturmam için gösterdi.

"İşleri var ama Firuze gelir birazdan," derken o da kendi yerine geçmişti. "Yani, öyle umuyorum." Bu söylediğine gülerken elimi uzatıp Eftal'in tombul yanağını mıncırdım. Bununla birlikte elimden kurtulmaya çalıştığında ağlamaması için ondan uzaklaşmak zorunda kalmıştım. "Bir şey içer misin?"

"Yok, iyiyim böyle." dediğimde gözleri bir kez daha yüzümün etrafını turladı.

"Ee?" dedi, sağ gözünü hafifçe kırpıp. "Hayırdır, çok mu özledin beni?"

"Özleyemez miyim?" dedim, oyunbaz bir tavırla. "Sen özlemedin mi?" Güldü.

"Daha dün birlikteydik," Kaşlarımı çattığımda ekledi. "Çatma o kaşlarını, bir şey demedim."

"Babamla bu kadar benziyor olman beni korkutmaya başladı," dedim, başımı hafifçe iki yana sallayarak. "Onunla konuştuğumda o da aynı şeyi söylemişti."

"Doğal olarak," dediğinde baş parmağımı omzumun üzerinden arkaya doğru tuttum.

"E ben gideyim o zaman?" dedim, alıngan bir ifadeyle. "Baksana istenmiyorum."

Az önceki gülüşünden arta kalan gülümsemesiyle gözlerini baydığında, "Saçmalıyorsun, şaka yapıyorum sadece."

"Konuşmaya geldim ben," diyerek alınganlığımı sürdürdüğümde, "Gideceğim yani." Bu tavrıma yine de gülüp beni ciddiye almamayı tercih etti.

"Ne hakkında?" derken Eftal'in elindeki kalemi almış ve ondan uzak bir noktaya koymuştu. Bu da Eftal'in bir çığlık koparmasına neden olmuştu. Bununla birlikte de ağlamaya başladığında gülmeme engel olamadım.

"Niye ağlatıyorsun çocuğu?" dediğimde şirket telefonuna doğru uzandığını görmüştüm.

"Ben ağlatmadım," diyerek bana yanıt verdikten sonra Aslı'yı aramış ve onun gelip Eftal'i almasını söylemişti. Tabii bu arada da Eftal çığlıklarıyla ortalığı birbirine katmıştı. Onun susmayacağını anlayan Kenan da az önce onun elinden aldığı kalemi tekrar ona vermişti ve tam o anda da Eftal ağlamayı bırakmıştı. Onun ardından bir sessizlik oluştuğunda içimden çocuk yapmayacağım konusunda kendime sözler veriyordum. Böyle sürekli ağlayan bir şeyi kim isterdi?

Çok geçmeden odanın kapısı önce tıklatılmış ardından da Aslı içeri girmişti. O, Eftal'i alıp odadan çıkarken bu sefer de o, benimle aynı şeyi düşünmüş olacak ki derin bir nefes vermişti.

"Evet," dedi, kollarını masaya yaslayıp ilgiyle bana bakarken. "Seni dinliyorum." Bu bir anda konunun bana yönelişi kısa bir an gerilmeme neden olsa da bunu konuşmadan buradan gitmeyeceğim konusunda kararım netti.

"Dün gece," dedim, en sonunda konuşarak. Bu esnada gözleri gözlerimden ayrılmıyor, bu da benim daha çok gerilmeme neden oluyordu. "Saçma sapan konuştum, yanlış anlaşılmalara yol açtım. Annenlere de ayıp oldu, bildiğin patavatsızlık ettim!"

Söylediklerim onun bakışlarında hiçbir değişikliğe gitmezken aynı şeyin duygularında da olmasını umuyordum.

"Bu konuyu kapattığımızı sanıyordum," dedi, sadece. Başımı iki yana salladım.

"Hayır," dedim, baskın bir tonda. "Hiçbir şeyi konuşmadan konuyu kapatacağımı sanıyorsan yanılıyorsun. Her şey netliğe kavuşsun, aramızda saçma sapan bir mesafe olmasın."

"Aramızda bir sorun yok zaten," dediğinde durup ona baktım. "O senin fikrindi ve benim sana saygı duymaktan başka çarem yok. Seni bu konuda zorlayacak hâlim de yok, üstelik bunu konuşmak için bence de henüz erken."

"O zaman neden söylediklerime alındın?" dedim, bir çırpıda. "Böyle bir isteğin mi var?" dediğimde de öylece bana baktı. Sadece doğrudan gözlerime hem de.

Bu bakışları, gayet sakin bir şekilde kendi yerinde takılan kalbimin yerinden hoplamasına neden oldu.

"Eğer ilişkimiz dinamizmini kaybetmezse ve iş ciddiye binerse," dedi ve gözlerimde bir cevap ararmışçasına bir süre daha bana baktı. "Neden olmasın?"

"Evlenmek mi istiyorsun yani?" dedim, yaşadığım o şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırıp.

"Bu senin için bir sorun mu?" diyerek bana soruyla karşılık verdiğinde ilk defa bakışları karşısında gerim gerim gerilmiştim. Tabii ki daha önce de bu bakışlarıyla beni germişliği olmuştu fakat bu bambaşkaydı.

"Okulum henüz bitmedi," dedim, gözlerimi ondan kaçırarak. "Yani kendimde o kumaşı göremiyorum da açıkçası. Evlilik kim ben kim?" derken ortamı yumuşatmak adına gülmüş, onun bu bakışlarından kaçmaya çalışmıştım fakat o bakışları olduğu yerde, eve çatkapı gelen misafir gibi kalkmak bilmiyordu.

"Peki."

Dün geceden beri aklımda toparlayıp kendimi deli ettiğim cümleleri, tek bir kelimesiyle yutmak zorunda kaldığımda o gözlerini dakikalar sonra ilk kez üzerimden çekmişti. İşte bu, dakikalardır yaşadığım gerginliği ikiye katladığında parmaklarımı birbirine geçirdim.

Resmen az önce bana dolaylı yoldan evlenme teklifi etmişti ve ben onu kolayca reddetmiştim.

Evet, bakıldığında çok saçma bir durum gibi görünüyordu. Hatta görünmüyordu, öyleydi.

Onun bakışlarını üzerimden çekmesinden istifade ederek elimi kaldırıp alnımı sertçe ovuşturdum ve kendime içimden tonlarca küfrü etmeye başladım. Buraya, onunla aramızdaki sorunu kaldırmak için gelmiştim fakat ters tepmişti.

"Bir şey söylemeyecek misin?" dedim, o rahatsız edici sessizliği bozarak. Bununla birlikte yeşil gözlerinin gözlerime değmesini bekledim ama bunu yapmamayı tercih etti.

Sikeyim, her şeyi mahvetmiştim.

"Saygı duyuyorum sadece," dedi, umursamaz bir tonda. Fakat bunu içten içe umursadığına emindim. "Seni hiçbir şeye zorlayamam sonuçta, değil mi?" derken bakışlarını tekrar bana çevirmişti.

"Sadece bunları konuşmanın henüz erken olduğunu düşünüyorum. Sırf bu yüzden aramızda gerginlik olmasını da istemiyorum tabii ki." dediğimde ellerini, ne var dercesine hafifçe iki yana açtı.

"Aramızda bir gerginlik yok,"

"Şimdilik," diyerek onu düzelttiğimde birkaç saniye bana baktı.

"O zaman konuyu kapatalım?" Kaşlarını kaldırdı. "Bence konuşulacak her şeyi konuştuk zaten."

"Bu tavrın sırf istediğin olmadığı için mi?" diye saçma bir cümle kurduğumda anında pişman olmuştum fakat bir kez dudaklarımdan dökülmüştü işte.

Bu sözlerimle birlikte bir süre aramızda sessizlik yaşandığında konuştu.

"Bence git, Maran," dedi, gözlerimin içine bakarak. "Biz daha fazla ileri gitmeden gerçekten gitsen iyi olur."

Bu söylediği kaşlarımın çatılmasına neden olurken masaya bıraktığım çantamı elime aldım. Buraya geldiğime gerçekten pişmandım.

"Babaannen sana istediğin kızı bulur, onunla evlenirsin!" diyerek son lafımı da soktuğumda ayaklanmıştım. Bu esnada onun da kaşları çatılmış, bakışları delici bir hâl almıştı. "Gerçi o çoktan bulmuştu birini." dedim, sahte bir unutkanlıkla.

"Konuyu nereye getirdin Maran, Allah aşkına!" derken sesinde o şaşkınlığı yakalamıştım. "Seni hiçbir şeye zorlamıyorum, hatta seninle aynı fikirde olduğumu belirtiyorum ama sen bana çıkışıyorsun. İnanamıyorum sana."

"Resmen bana kırıldın Kenan," dedim, hiddetle. "Ama sen hiçbir şey söylemiyorsun, konuşmuyorsun. Dün gece uyumadım, seni defalarca aradım hatta kalkıp buraya geldim, sırf bunu konuşmak için. Yine de kapalı bir kutu gibisin, duygularından bahsetmiyorsun ki! Konuyu kapatıp beni geçiştiriyorsun sen sadece."

"Ne söylememi bekliyorsun anlamıyorum," dediğinde yavaştan gerilmeye başladığımızı hissetmiştim. "Seni zorla nikah masasına oturtmuşum gibi davranıyorsun ama halbuki ortada hiçbir şey yok!" dediğinde normalde bu söylediğine gülebilirdim fakat normal bir anda olmadığımız aşikârdı. "Konuyu kapatalım diyorum, onu da yapamıyoruz. Sana istediğini veriyorum ama yine olmuyor. Ne yapmam gerekiyor, söyle bana."

"Bir şey istemiyorum!" diyerek çıkıştığımda öylece bana baktı. "Sadece açık açık konuşmak istiyorum ama sen duygularını gizlemeyi tercih ediyorsun! Peki ne demek ya?" Gitgide yükselen sesim, çığrından çıkarken kendime bir türlü engel olamıyordum.

"Senin gibi bağırıp çağırmadığım için yani bu tepkin?" dediğinde öfkeyle güldüm. "Ya da ayaklarına kapanmadığım için belki de."

Söyledikleri sinirlerimi bozarken bunu söylediğinde benim sistemimi altüst edeceğinin farkında olarak bu kelimeleri sarf etmişti.

"Sen şımarıksın, bundan anlarsın diyorsun yani?"

"Nasıl anladıysan," dedi, müthiş bir soğukkanlılıkla. Bu tavrı sinirlerimi hoplatırken elimi uzatıp masada duran metal kalemliği ona doğru fırlattım fakat isabet ettirememiş, onun yere düşmesini sağlamıştım. Bu esnada da aynı soğukkanlılıkla beni izliyordu.

"Siktir git, gerizekalı!"

Bu kaba tavrım onda mimik oynatmazken adımlarıma yön verip hızla odasından çıktım ve kapıyı çarparak kapattım. Tam o anda da bütün çalışanların gözlerinin burada olduğunu fark etmiştim. Hatta babam bile odasından çıkmış, buraya bakıyordu.

Bu kısa bir an duraksamama neden olduğunda babamın tek bakışıyla herkes işinin başına dönmüş, o da bana doğru ilerlemeye başlamıştı. Bu esnada da gerçekten o kadar bağırıp bağırmadığımın muhakemesini yapıyordum.

"Ne oluyor?" dedi, o mavi gözlerini üzerime dikerek. Omuz silktim.

"Bir şey yok." diyerek onu yanıtladığımda bana inanmış gibi durmuyordu.

"Niye kavga ediyordunuz?" diyerek az önceki sorusuna açıklık getirdiğinde derin bir soluğu dudaklarım arasından bıraktım.

"Annem yüzünden," dedim, kollarımı göğsümde birleştirip. "Taktı kadın, illa evlendirecek beni!" dediğimde bu söylediğime gülmüş, kolunu omzuma atarak beni oradan uzaklaştırmıştı.

"Şu mesele," dedi, başını sallayarak. "Annen merak ediyor Kenan'la olan ilişkinin nereye gittiğini. Tabii ben de öyle ve o da bu yüzden öğrenmeye çalışıyor. Bunda kötü bir şey yok." dedi ve başını eğip bana baktı. "Sen istemiyorsun ama o," Onun sözünü başımı sallayarak kestiğimde adımlarımız kısa bir an durmuştu.

"İstiyor," dedim, sıkıntıyla. "O da tıpkı benim gibi henüz bunun için erken olduğunu düşünüyor ama ileride de fikrimin değişmeyeceğini tabii ki anladı! Kırıldı işte," diyerek omuzlarımı düşürdüğümde az önce odada sert çıkıştığım kişinin aslında o olmadığını fark etmiştim. O tepkim ona değil kendimeydi.

Sırf bunu halledebilmek adına buraya kadar gelmiş ama her şeyi daha beter etmiştim.

"Kırıldı ya da kızdı bilmiyorum, hiçbir şey söylemiyor ki! Sadece gözlerinden anlamaya çalışıyorum ama tüm duygularını o kadar iyi gizliyor ki ne hissettiğini bilmiyorum!" dediğimde babam iki eliyle omuzlarımı sarıp hafifçe sıvazlamıştı. Mavi gözleri ilgiyle gözlerimde dolaşıyordu.

"Bence bunları konuşmak için çok erken, sırf bu yüzden birbirinizi kırmanın bir anlamı yok." dediğinde yine kahrolası gözlerim dolmuştu. "Kenan'la ben konuşurum, üzme kendini." dedi ve sulanan gözlerimi usulca sildi.

"Üzerine gitme, boşver," dedim, omuz silkerek. "Biraz zaman geçsin, konuşurum ben onunla."

"Seni kıracak bir şey söylemedi değil mi?" dedi, gözlerini yüzümde dolaştırarak. O gözlerinde şefkat vardı fakat ona vereceğim olumlu bir cevapla anında bu şefkati dağılabilirdi. "Doğru söyle bana."

"Hayır, hayır," dedim, başımı iki yana sallayarak. "Asıl ben onu kırdım." dediğimde birazdan ağlamaya başlayacağımı anlamıştım bile. Bunun için de bir an önce yanından ayrılmam gerekiyordu.

"Sen eve git, ben Kenan'la konuşacağım," dedi, kesin bir dille. "Siz halledemiyorsunuz belli." dediğinde kurumuş dudaklarımı birbirine bastırdım. Kesinlikle haklıydı, biz hiçbir şeyi halledemiyorduk.

Onun yanından zar zor ayrılabildiğimde kendimi asansöre atmış, direkt otoparka inmiştim. Babamın yanından ayrılabildiğim o ilk an tahmin ettiğim üzere ağlamaya başlamıştım. Şu an ağlamamın sebebi o değil, kendimdi. Bir kere olsun şu boşboğazlığımı bir kenara bırakamıyor, kahrolası dilime bir çözüm üretemiyordum.

Sikeyim, bu konuya nasıl varmıştık onu da bilmiyordum!

İçimden tonlarca küfür savurarak çantamın içerisindeki arabamın anahtarını çıkarıp otoparktaki arabama atladığımda tek isteğim eve gidip odama kapanmaktı.

🧸🧸🧸

Elimdeki telefonun ekranı kendi kendine kapandığında sıkıntıyla ofladım ve gözlerimi, bahçesinde bulunduğum eve çevirdim.

Tamı tamına bir saattir onun evinin bahçesinde, arabamın içerisinde oturuyor, onu arıyordum fakat aramalarımı meşgule atıyordu. Neredeyse bir haftadır görüşmüyorduk ve şu an olduğu gibi yine bir haftadır ne mesajlarıma dönüyor ne de aramalarımı yanıtlıyordu.

Bakışlarımı bahçede kısaca gezdirdiğimde burada durup beni aramasını beklemektense kapısını çalmayı deneyebilirdim ama tepkisinden de korkmuyor değildim. Gerçi bana bir haftadır hiçbir şekilde dönüş yapmamasına bakılırsa kızgın değil, kırgındı. Üstelik kırgınlığının bu saçma evlilik konusu olduğunu düşünmüyordum. Kesinlikle ona olan tavrım onu kırmıştı, buna emindim.

O, böylesine saçma bir konu yüzünden bana tavır alacak biri değildi.

Bir kez daha dudaklarım arasından derin bir soluk bıraktığımda emniyet kemerimi çıkarıp arabadan indim. Kapıyı çalmaktan kimseye bir zarar geleceğini düşünmüyordum.

Arabamın anahtarını hırkamın cebine koyup geri geri giden adımlarımı evin kapısına doğru ilerlettim. Burada beklemek yerine buradan gidebilirdim fakat günlerdir içim içimi kemiriyordu. Onunla bu sefer doğru düzgün konuşmaktan başka çarem yoktu.

Eve doğru birkaç adımım kala evin kapısı Bige tarafından açılmış, kulağına yasladığı telefonla konuştuğunu görmüştüm. Onu gördüğümde de abisinin evde olduğunu böylelikle anlamıştım. Bu, beni az da olsa mutlu ederken Bige de evden çıkıp kapıyı arkasından kapattı. Tam o anda da kulağındaki telefonu indirdiğini gördüğümde onun gözleri beni bulmuştu.

"Maran?" derken dudakları yukarı doğru kıvrıldı ve aramızdaki birkaç adımı hızla kapattı. "Naber?"

"İyi," dedim, tıpkı onun gibi gülümseyerek. Kızıl saçlarını at kuyruğu şeklinde toplamış, ev haliyle olmasına rağmen güzelliğinden hiçbir şey kaybetmemişti. "Senden naber?"

"İyidir," dedi ve parmağıyla arkasında kalan evi gösterdi. "Abime mi geldin?" Onu sadece başımı sallayarak onayladığımda birkaç saniye bana baktı. "Küs müsünüz?" dediğinde durup öylece ona baktım. Çok mu belli oluyordu?

"Nereden anladın?" Güldü.

"Bir haftadır haddinden fazla gergin de ondan," derken onun o halleri gözümün önünde kısa bir an canlanmıştı. Kesinlikle onların yerinde olmak istemezdim. "Biz hep akşam yemeklerini birlikte yeriz ama kaç gündür gelmiyor. Hâl böyle olunca seninle ilgili bir sorun olduğunu anlamak zor olmadı." dediğinde bu sefer gülen bendim.

"Senin abin normalde de gergin yalnız, nasıl ayırt edebiliyorsunuz?" Dolgun dudakları iki yana çekilirken dudaklarından ince bir kıkırtı döküldü.

"O zaman yine bir nebze çekilebilir oluyor aslında," dedi ve gözleri hafifçe kısılırken ekledi. "Böyleyken kapısını çalmaya bile korkuyoruz diyebilirim." dediğinde başımı iki yana sallayarak güldüm.

"Evde mi şu an?" diye sorduğumda başını salladı.

"Bahçedeydi," dedi, beni yanıtlayarak. "Arkadan dolan, açmaz şimdi kapıyı uyuz!"

"Bilmez miyim?" dediğimde bu söylediğime gülmüş ve benimle vedalaşarak kendi evine doğru ilerlemişti.

O yanımdan ayrıldıktan sonra bir kez daha bakışlarımı karşımdaki eve çevirdim. Bige'nin söylediği gibi eğer bu kadar gerginse kimseye kapıyı açmazdı. Hem de o kapıyı çalan bensem hiç açmazdı.

Bunu düşünerek arka bahçeye doğru adımladığımda ne tepkiyle karşılaşacağımı az çok tahmin ediyor ama yine de korkmama engel olamıyordum.

Açık teras kapısının önünden de geçtiğimde onun havuzda olduğunu görmüştüm. Sırtı bana dönük bir şekilde kollarını havuzun kenarına yaslamıştı. İki omzunun tam arasındaki kartal dövmesi direkt olarak gözüme çarparken bu görüntüye bir o kadar yakın bir o kadar da uzak sayılırdım. Ona şu an fiziken değil de ruhen uzak olmam da bunu açıkça belli ediyordu.

Aradan dakikalar geçerken orada öylece durup sadece aklımdaki düşüncelerle onu izlemiş, ne bir adım ileri ne de bir adım geri gidebilmiştim. Tam bu esnada da o yerinden hareketlendiğinde kolunu kaldırıp elini ıslak saçlarından geçirdi ve yaslandığı yerden usulca bana doğru döndü. Yemyeşil gözleri sanki orada olduğumu biliyormuşçasına direkt olarak gözlerimi bulduğunda bir an ne yapacağımı şaşırarak bocaladım.

Onun o delici etkiye sahip gözleri şu an tüm bedenimi delik deşik ederken de tamamen yerimden kıpırdayamaz hâle gelmiştim.

Birazdan beni buradan kovacağı konusunda yemin edebilirdim.

Tek kelime bile etmeden havuzdan çıktığında fırsat bilerek ona doğru adım atma cesareti göstermiştim. Bu esnada o da havuzdan çıkmış, tabii ki bakışları bu aralıkta hiç değişmemişti. Üzerindeki mavi renkteki şortu, ıslak olduğundan dolayı daha da koyulaşmıştı ve ıslak vücudu da şu an yeri olmadığı hâlde aklımı bulandırmaya yetmişti.

"Ne işin var burada?" dedi, hiç olmadığı kadar kaba bir tavırla. Bu tavrı benim tahminlerimi doğrularken dudaklarımı ıslattım.

"Konuşmak için geldim." Kaşları alayla havalandı.

"Ya?" dedi, normal bir zamanda olsak onu ısırabileceğim bir tatlılıkla. "Konuşmaya mı geldin yoksa kafama bir şeyler mi fırlatacaksın?" dediğinde dik olan omuzlarım düştü ve aramızda kalan iki adımlık mesafeyi kapattım.

"Kenan," dedim, yalvarır gibi. "Özür dilerim gerçekten."

"Özrünü kabul etmiyorum maalesef," dediğinde ellerim ona doğru hareketlenmişti fakat ona dokunmama müsaade etmedi. Resmen bana trip atıyordu. "Kafana göre çekip gidiyorsan kafana göre de yanıma gelemezsin, bunu da kabul etmiyorum." dedi, keskin bir tavırla. Yeşil hareleri de sözleri gibi bir o kadar keskindi fakat bu kadar otoriter davranması, şu an karşımdaki çıplak ve ıslak Kenan'a normalde olduğundan fazla yakışmış, beni cezbetmeye yetmişti.

Hem de böyle bir anda.

"Şu an seni ciddiye alamıyorum," dedim, gözlerimi zorlukla vücudundan uzaklaştırarak. Ardından bu arsızlığım karşısında yüzümü buruşturup elimi hafifçe havada salladım. "Git üstüne bir şeyler giy, sinirlerim bozuldu!"

Bu arsızlığım onun göz devirmesine neden olurken şezlongta duran gri bornozuna uzanıp onu üzerine geçirmişti. Ben de bu sırada havuza atlayıp biraz serinlemeyi düşünüyordum fakat hava bugün biraz soğuk olduğundan buna cesaret edemiyordum.

"Özür dilerim," dedim, tekrar ona dönerek. "O tepkim sana değildi, kendime olan öfkemi senden çıkardım sadece." diyerek bir çırpıda kendimi açıkladığımda düz bakışlarla beni izliyordu. "Ama sen de bana hiçbir şey anlatmıyorsun, ben zaten aptalım hiçbir şey anlamıyorum! Sen de bana yardımcı olmuyorsun."

"İstediğin zaman her şeyi anlıyorsun aslında," dediğinde dudaklarımı birbirine bastırıp o yeşil gözlerine baktım. "Sadece konu biz olunca o güzelim aklın duruyor."

"Bu iyi bir şey değil mi işte?" dediğimde bana bir süre deliymişim gibi baktı ve ardından ellerini sabır dilercesine iki yana hafifçe açtı. "Ne?" dedim, şapşal bir tavırla. "Konu senken aklım duruyor işte!"

"Duş alacağım," dedi, kovar gibi. "Kapının yolunu biliyorsun," diyerek yanımdan ayrıldığında söylememe gerek var mıydı ama peşine takılmıştım.

"Ya Kenan," diyerek peşinden gittiğimde merdivenleri tırmanmaya başladı. "Gitmeyeceğim, buradayım. Hiçbir yere gitmiyorum!" dedim, ayaklarımı yere vura vura. Buna rağmen beni umursamamış ve çok geçmeden gözden kaybolmuştu.

Oflayarak arkamdaki kanepeye oturduğumda orada uyuklayan Azman'ın gözleri de yavaşça açılmış, beni kontrol etmişti. Sanırım onu da uykusundan etmiş olmalıydım fakat o da beni umursamamış ve gözlerini aynı yavaşlıkla tekrar kapatmıştı.

O da tıpkı babası gibi beni yapayalnız bıraktığında hırkamın cebindeki telefonumu çıkarıp arkama yaslanmış, bir süre o şekilde oyalanmaya çalışmıştım. Fakat aradan geçen birkaç dakikanın ardından ondan da sıkılıp Azman'ı uyandırmış ve onunla babasının dedikodusunu yapmıştım.

"Meow,"

"Koskoca adamdan trip yiyorum resmen, düşünebiliyor musun?" dedim, o sarı gözlerine bakarak. O bana, 'beni rahat bırak' bakışlarını atarken bense onun tüylerini okşayıp ona dert yanıyordum. "Bir de fazla inatçı sanki?"

"Meow,"

"Bak, seninle de aynı fikirdeyiz." dediğimde birden yerinde doğrulup tırnaklarını elime geçirmişti. Bununla birlikte küçük bir çığlık attığımda beni umursamayarak kanepeden inip yanımdan uzaklaştı. "Ya," dedim, ağlamaklı bir sesle. Resmen küçücük kediden dayak yemiştim!

Bakışlarımı Azman'ın tırnaklarını geçirdiği elime indirdiğimde sadece parmağımın kanadığını görmüştüm. Çok büyük bir şey değildi ama canımı acıtmıştı.

"Ne oldu, ne bağırıyorsun?" diyen Kenan'ın sesi kulaklarıma ulaştığında merdivenlere doğru döndüm. Tam o anda da son basamağı inip yanıma doğru ilerlemişti.

"Kedin beni dövdü!" diyerek çirkefleştiğimde eş zamanlı olarak da elimi kaldırıp oğlunun şaheserini gözüne gözüne sokmuştum. Bununla birlikte bakışları, oluk oluk kanayan parmağımı buldu.

'Oluk oluk mu? Senin şımarıklık bayağı üst seviyeye ulaştı cidden!'​​​

İç sesimin söyledikleriyle birlikte bir kez daha parmağıma baktığımda söylediği gibi abarttığımı fark etmiştim fakat umurumda değildi. Şu an naz yapmak istiyordum.

"Kolay kolay saldırmaz o," dedi ve gözlerime baktı. "Ne yaptıysan artık."

"Aman, ne yapacağım senin kedine?" dedim, burnumu kırıştırarak. "Kendisi de senin gibi işte!" dediğimde kaşları havalandı.

"Benim gibi?" dedi, alayla. Ardından da kanayan elime bir bakış atıp mutfağa doğru yönelmişti. O, çekmecelerden birini açıp bir şey çıkardıktan sonra tekrar yanıma gelmişti. Elindeki şeyin yara bandı olduğunu anladığımda yanımdaki boşluğa oturdu. "Uzat elini,"

"Barıştık mı?" derken elimi ona doğru uzattım. O, kanayan parmağımı önce silip ardından da yara bandını yapıştırdığında ondan bir cevap bekliyordum.

"Hayır," dedi, en sonunda. Suratım asılırken avucunun içerisine hapsolmuş olan elimi kaldırıp yara bandı sardığı işaret parmağımın üzerine bir öpücük bırakmıştı. Bu öpücüğü de aynı hızla ruh halimi değiştirirken gülümsememek adına çene kaslarımı bayağı bir zorluyordum.

"Öpemezsin de o zaman," diyerek sahte bir tepkiyi ortaya koyduğumda elimi de elinden kurtarmıştım.

"İstediğimi yaparım," dediğinde ona kirpiklerimin altından bir bakış gönderdim. O, getirdiklerini alıp ayağa kalkarken de gözlerim onun üzerindeydi. "Bir şey içer misin?"

"Şu meşhur bitki çayından alırım," Sözlerim onu ilk kez güldürürken ellerini yıkamış, kahve makinesini çalıştırıp dolapları kurcalamaya koyulmuştu. O esnada çalan telefonu, bakışlarımın önümdeki sehpaya düşmesine neden olurken, "Telefonun çalıyor,"

"Kim?" derken omzunun üzerinden bana bir bakış attı. Uzanıp sehpadaki telefonunu aldığımda Firuze'nin görüntülü aradığını görmüştüm.

"Firuze." diyerek onu yanıtladığımda elini dercesine hafifçe salladı. Onu geri çevirmeyerek aramayı yanıtladığımda önce Eftal'in tombul suratını görmüştüm. Bu da kıkırdamama neden olurken görüntüye bu sefer Firuze girdi. Ekranın üst sağ köşesinin diğer yarısında da Bige'nin görüntüsü mevcuttu. O da bir şeylerle uğraşıyor gibi görünüyordu fakat onun da ağzı kulaklarına varmıştı.

"Ay, Maran!" dedi, büyük bir coşkuyla. Yüzünde koca bir gülümseme hakimken aynı gülümsemeden bende de vardı. "Nasılsın?"

Gediz abiyle Firuze, birkaç gün önce İtalya'ya dönmüşlerdi ve açık olmak gerekirse onları da Eftal'i de şu kısacık sürede çok özlemiştim.

"İyiyim," dedim, onunkiyle tıpatıp aynı coşkuda. "Siz nasılsınız? Eftal ne yapıyor?" dedim ve yavru köpek bakışlarımı atmaya başladım. "Özledim onu!" Bu söylediklerimle birlikte Firuze, kamerayı kucağındaki Eftal'e doğru hafifçe indirdiğinde onun o koca gözleriyle karşılaşmıştım.

"Kuduruyor," dedi, gülerek.

"Ne zaman döneceksiniz?" dediğimde Firuze bana gözlerini açarak baktı.

"Daha yeni geldik ayol!" diyerek bir tepki verdiğinde Bige gülmüş, ona ben de ortaklık etmiştim. "Yeni yıla kadar buradayız gibi görünüyor, yani oralarda önemli bir gelişme olmazsa!" dedi, imalı bir şekilde. Bu anlamlandıramadığım imasıyla birlikte Kenan yanımda bittiğinde elindeki kupayı da elime tutuşturup yanıma oturmuştu. Kamerayı direkt ona doğru çevirdiğimde Firuze'ye ters ters baktı.

"Niye aradın?" dedi, kaba bir tavırla. Kıkırdayarak ona sokulduğumda fırsattan istifade etmiş sayılırdım.

Onun bu kaba tavrına karşılık Firuze, sahte bir tavırla kaşlarını çattığında, "Abin burada, haberin olsun!" Bunu söyledikten sonra da hemen arkasında Gediz abi görünmüştü.

"Çok da umurumda," dedi, abisine bakarak. Gediz abi ona gülüp bana el salladığında ekledi. "Siz aramazsınız beni, ne haltlar yediniz yine?" dediğinde Firuze'yle Gediz abi arasında kısa bir bakışma geçmiş, diğer bir görüntüdeki Bige de sırıtmaya başlamıştı. Onların bu tavrı, Kenan'la bakışmamıza yol açarken iyiden iyiye neler olup bittiğini merak etmeye başlamıştım.

"Kıskanmayacaksan söyleyeceğiz," dedi, Gediz abi.

"Ne kıskanacağım be seni?" diyerek onunla inatlaşan Kenan'a gülüp hafifçe göğsüne vurdum.

"Sus da söylesinler, merak ettim!" dediğimde ikimizin de bakışları ekrandaki sırıtan suratlara döndü.

"Hamileyiz!"

Birden çok sesin ağzından aynı anda çıkan tek kelimelik cümle, gözlerimin irileşmesine neden olurken aynı şok ifadesi Kenan'ın yüzünde de yer edinmişti.

"Oha!" Dudaklarımdan dökülen şaşkınlık nidası, onları daha çok keyiflendirirken Bige bunu, bizimle birlikte öğrenmemişti. Telefonu açtığımdan beri yüzündeki kocaman gülümsemesinden bile her şey belliydi.

"Hanginiz?" diyen Kenan, şaşkın bakışlarımın ona dönmesini sağlarken üçü çoktan kahkahalara boğulmuştu.

"Ben!" diyerek aynı coşkuyla ona yanıt veren Firuze, saniyeler içerisinde şok ifademi bir kenara bırakıp kocaman gülümsememe neden oldu. "Hamileyim diye çocuğumun pabucunu dama atmayın sakın! Şimdiden uyarıyorum." derken Eftal de tekrar kadraja girmişti.

Kısa sarı saçları tepesinde toplanmış, ela iri gözleriyle şaşkınca bize bakıyordu.

"Ay kardeşi olacak, Kenan," Benim bu çocuksu tepkim, onun gözlerinin bana dönmesine neden olurken ifadesi, geldiğimdeki halinin aksine yumuşacık olmuştu. Yeşil gözleri, hiç olmadığı kadar sıcak duygularla harmanlanmıştı. "Ne kadarlık?" dedim, ondan gözlerimi kaçırıp aynı heyecanla onlara dönerek.

"Bir buçuk aylık," dedi ve ardından ekledi. "Darısı başınıza!" diyen Firuze, gözlerimi kısa bir an ekrandaki Kenan'a çevirmeme yol açtı. Bu konuları biz her konuşmaktan kaçtığımızda bir şekilde ortaya çıkıyordu ve bu can sıkıcıydı.

Onun bakışları hâlâ yumuşacıkken gözlerini bana bir kez bile çevirmemiş ve Firuze'yi duymamazlıktan gelmişti. "Hayırlı olsun," dedi, o tatlı gülümsemesiyle. "Ama hiç kimse benim prensesimin yerini tutamaz!" dediğinde Eftal, sanki ne söylediğini anlamış gibi kıkırdamıştı. Onun bu tatlı hâli, dişlerimi kamaştırırken şu an burada olsa yanaklarını mıncıracağımın garantisini verebilirdim.

"Oğlumu sevmeyecek misin?" diyen Gediz abi bunu söyledikten sonra kısa bir an duraksadı ve karısıyla birbirlerine şok içerisinde baktılar. "Oğlum dedim, duydun mu?"

"Duydum," Firuze'nin yüzünde oluşan koca gülümseme, istemsizce dudaklarımın yukarı kıvrılmasına neden oldu. "Erkek diye diye en sonunda çocuk erkek doğacak!"

"Ay erko olmasın," diyerek ilk kez konuşma fırsatı edinen Bige'nin bu tepkisi beni güldürdü. "Bizim ailede öküz çok zaten, bu da kız olsun!" dediğinde hepimiz onun bu söylediğine gülmüştük. Abilerine ettiği o hakarete rağmen herkesin neşesi gayet yerindeydi.

"Annemlerin haberi var mı?" dedi, Kenan.

"Aslında doğurana kadar söylememeyi tercih ederim. Sürpriz olsun!" Firuze'nin söyledikleri, dudaklarımdan bir kahkahanın dökülmesine yol açarken Kenan kıkırdadı.

"Saçmalamayın, kadının kalbine indireceksiniz." dediğinde Gediz abi, karısına iflah olmazmış gibi bir bakış atıp başını hafifçe iki yana salladı.

"Tabii ki şaka yapıyor," dedi, o yeşil gözlerini devirerek. Ardından Kenan'a bakıp, "Onu bunu boşver, sen ne zaman geliyorsun?"

Onun bu aniden açtığı konu, bir an kalbimin sıkışmasına sebebiyet verirken tam o an kurtarıcım olan kişi onu cevaplamış, yüreğime su serpmişti.

"Gelmiyorum," Onun bu tek kelimelik olan cümlesi, kalbimin ağzıma tırmanmasına neden olurken başımı hızla ona çevirdim.

"Ne?" dedim, hayretle. Onun da bakışları bana dönerken diğerleri de aynı hayret içerisindelerdi.

"Gitmiyorum," dedi, bir kez daha. "Gitmeyeceğim, buradayım."

Benim ondan haftalardır duymayı beklediğim bu şey, suratımda şapşal bir ifadenin oluşmasını sağlarken onun o inançla parıldayan yeşil harelerinde boğulmaya hazırdım bile. Bu bakışları ve kendinden emin sözleriyle bana güven aşılıyordu.

"Babamla konuştun mu?" diyen abisini başını sallayarak onayladığında onların da benim gibi şaşkın olduğunu görmüştüm. Bu konuyu benimle konuşmadığı gibi hiç kimseyle konuşmamıştı.

"Burada, Bodrum'da açılacak olan otelle ilgileneceğim," dedi ve ardından ekledi. "Şu anlık dönme gibi bir planım yok ama bir ara gelip evi toparlayacağım."

"Ha sen bayağı bayağı dönmeyeceksin yani?" diyen Bige de şaşkınlıkla abisine bakarken elimdeki dumanı tüten bitki çayından küçük bir yudum aldım.

"Sen bundan pek hoşnut olmadın anlaşılan," Kenan'ın imalı sözleri, Bige'nin yanaklarının kızarmasını sağlarken dudaklarını birbirine bastırıp konuşmamayı tercih etmişti.

"Oğlum bize niye söylemedin?" dedi, Gediz abi.

"Söyledim işte." diyerek umursamazca omuz silktiğinde onun görüntüsünü izlemekle meşguldüm. Onun da gözleri, ekrandaki görüntümdeydi ve ben bunun farkındaydım.

"Bizi aşk uğruna yarı yolda bırakman biraz şova giriyor artık!" Firuze'nin söyledikleri, dudaklarımın yukarı kıvrılmasına neden olurken gözlerimin takılı kaldığı kişi de sıcacık gülümsemesini benden önce bahşetmişti bile. "Ay Gediz şu masaya vur, nazar değmesin çocuklarıma." Gediz abi karısını ikiletmeyerek dediğini yaptığında gülmeme engel olamadım.

"Trip atıyor bana," dedim, omuz silkerek. "Ama halledeceğim."

"Trip falan atmıyorum," dedi, baskın bir tonda. Başımı ona doğru çevirdiğimde bakışları beni buldu. "Ben trip atmam." Alayla güldüğümde bana katılan üç kişi daha vardı.

"Tabii," dedim, başımı sallayarak. "Geldiğimden beri bir kovmadığın kaldı." Göz devirdi.

"Kovdum aslında," dediğinde ona teessüf eder gibi baktım.

"Maran'a iyi davran," diyerek aramıza giren Firuze'ye baktığımda elini, kocasıyla kendi arasında hafifçe salladı. "Yoksa karşında bizi bulursun, söyleyeyim."

"Aynen öyle," Gediz abi, karısını desteklercesine konuştuğunda Kenan ona dik dik baktı. "Daha iyisini mi bulacaksın?"

"Ona da aynısını söylemelisiniz bence," dediğinde kıkırdadım.

"Ben bunu biliyorum zaten," dedim, ona dönerek. Yüzünde alaylı bir ifade oluştu.

"Hadi oradan," dediğinde bir kez daha gülmüştüm.

"Kurban olurum sana, barışalım hadi," dedim, yine ona yanaşarak.

"Yalvarırsan olabilir," diyerek bana karşılık verdiğinde diğerleri bizim bu halimize gülmeye başlamıştı. Bakışlarımı onlara çevirdiğimde bir hayli eğlenmiş görünüyorlardı.

"Tamam kapatın," dedim, elimi geçiştirircesine sallayarak. "Bu ana şahit olmanızı istemiyorum!"

"Bu ilişkide hanginiz dominantsınız karar veremiyorum," diyen Bige'yle birlikte Gediz abiyle Firuze de onunla aynı fikirde olduklarını belli etmiş, ardından da bizimle vedalaşarak telefonu kapatmışlardı.

Ekranı kararan telefonu ona uzatıp tekrar ona yanaştığımda, "Barışalım, uzatma hadi,"

"İyi tamam," dedi, omuz silkip telefonunu masaya bırakırken.

"Ay," dedim, burnumu kırıştırarak. "Yerler senin tribini." derken elimi uzatıp yanağını mıncırmaya başlamıştım bile. O, elimden kurtulma çabası içerisindeyken dudaklarında da o tatlı gülümsemesi yer edinmişti. "Kenan," dedim, gülüşüm bir gülümsemeye dönüşürken. O, ellerimin işkencesi arasındayken yeşil gözleri gözlerime kilitlenmişti. "Konuşmamız lazım, biliyorsun değil mi?"

İma ettiğim şey, gözlerime birkaç saniyeliğine bakmasına neden olurken yanaklarındaki ellerim usulca aşağı doğru indi. Bu esnada da az önceki tatlı ifadesi yok olmuştu.

"Hemen öyle asma suratını!" diyerek ellerimi hafifçe salladığımda bakışlarını benden çekip dudakları arasından bir nefes vermişti.

"Neyi konuşacağız?" dedi ama biliyordu. Hatta bunu konuşmaktan ölesiye nefret ettiğini gözlerinde görebiliyordum.

"Şu evlilik mevzusunu," dedim, oldukça çekingen bir tavırla. Gözlerimi kısa bir an ondan kaçırdığımda delici bakışlarını yüzümde hissediyordum.

"Maran," dedi, sabırla. Bununla birlikte de gözlerimi ona çevirme cesareti gösterdiğimde gözleriyle tekrar karşı karşıya kalmıştım. "Ortada hiçbir şey yok, neyi konuşuyoruz biz hâlâ?" dediğinde yanağımın içini hafifçe dişledim.

"İyi ama-"

"Ama ne?" diyerek lafı ağzıma tıktığında bu konu hakkında ne kadar keskin olduğunu da böylelikle anlamıştım. "Sana evlenme teklifi etmedim, sen de beni reddetmedin. Sadece bu konu hakkındaki fikrini öğrendim ve sana saygı duyuyorum," dedi, tamı tamına bir hafta önce söylediği şeyleri tekrar ederek. Evet, tabii ki bunu ben de biliyordum ama benim öğrenmek istediğim şey bu değildi.

"Ben," dedim, kurumuş dudaklarımı ıslatarak. Şu an onun o bakışları altında konuşmak hiç olmadığı kadar zordu. "Senin bu konudaki düşüncelerini merak ediyorum sadece. Bu söylediklerini daha önce de dile getirdin, ki öyle olmasa bile bana her halükârda saygı duyacağını biliyorum. Ama," dediğimde gözlerimi bu sefer ondan kaçırmamıştım. "Benim, senin ne hissettiğini ya da ne düşündüğünü öğrenmeye ihtiyacım var." Başımı hafifçe iki yana salladım. "Bunu şu an çözmezsek bu konu tekrar gündeme geldiğinde yine tartışacağız ve ben bunun yaşanmasını istemiyorum."

"Sana bu konu hakkında ne düşündüğümü söylemiştim," dediğinde yanaklarım tıpkı o günkü gibi cayır cayır yanmaya başlamıştı bile. "Söylediklerimin arkasındayım, hiçbir şey değişmedi ama senin düşüncelerin benim için daha önemli." Bu söylediği, yine başımı iki yana sallamama neden oldu.

"Sırf ben istemiyorum diye böyle söyleme," dedim, yumuşak bir tonda. "Bu ilişkiyi tek başıma yaşamıyorum sonuçta, değil mi? Bana göre kararlar almanı istemiyorum."

"İstemiyorum, demiştin değil mi?" dediğinde gözlerimi birkaç kez kırpıştırdım. "Sen sadece şu an için değil, ilerisi için de böyle bir şeyin yaşanmasını istemiyorsun." diyerek doğru bir tespit yaptığında almak üzere olduğum nefes boğazıma takılmıştı.

"Öyle bir sorumluluğun üzerinden gelebileceğime inanmıyorum," dedim, bir çırpıda. Kaşlarını kaldırdı.

"Sebep?" Sorgulayan bakışları altında omuzlarımı kaldırıp indirdiğimde gerim gerim gerildiğimi hissediyordum.

"Bilmem," dedim, mırıldanarak. Ardından tekrar gözlerine bakabilme cesaretinde bulunduğumda az önce alamadığım nefesi usulca geri vermiştim. "Ben yemek yapamam mesela?" dediğimde dudaklarının hafifçe yukarı doğru kavislendiğini görmüştüm fakat yanıldığımı düşünerek buna takılmadım. "İşten yorgun argın gelip ev işi de yapamam, niye benimle evlenesin ki? Aç kalmak için mi?" Bu sözlerimden sonra gözlerimi hafifçe büyüterek ona baktım. "Ya çocuğumuz olursa ne yapacağız? Ben emziremem ki!" dediğim an, dudaklarından bir kıkırtı düşmüş, başını iki yana sallayarak bana bakmıştı.

"Bunları mı düşünüyorsun gerçekten, Maran?" dedi, dudaklarından silinmeyen o gülüşle.

"Bunları düşünmem gerekiyor!" dedim, birden çıkışarak. "Sen emzirmeyeceksin sonuçta, ben emzireceğim!" dediğimde de o gülüşü olduğu yerdeydi. "Göğüslerim sarkacak düşünsene, Kenan."

"Çocuk da istemiyorsun yani," dedi, soru sorarcasına.

"İstiyorum," dedim, oflayarak. "Ama nasıl emzireceğim?" Aynı şeyi bir kez daha söylediğimde yine güldü. "Ekmek hamuruna döneceğim!" Bu sözlerim, o güzel dudaklarından tınısı hoş bir kahkahanın yükselmesini sağlarken endişeli gözlerimle ona bakıyordum. "Kaç çocuk istiyorsun?" Bu sorumla birlikte bana deliymişim gibi baktı.

"Bunu mu düşüneceğiz şimdiden?" dedi, hayretle.

"Evet," dedim, elimi ne var dercesine sallayarak. "Kendimi buna hazırlamam gerekiyor."

"Bilmem," dedi, sorumu yanıtlayarak. "Belki üç... Ya da dört olabilir?" dediğinde gözlerimi irileştirerek ona baktım.

"Ne?" diye carladığımda dudaklarını birbirine bastırdı. "Delirdin mi sen? Dört ne?"

"Bir tane mi çocuğumuz olacak?" dediğinde en az o da benim kadar şaşkın duruyordu.

"Sen gerçekten kafayı yemişsin," dedim, şaşkınlıkla. "Ben de seni ilk gördüğümde çapkın falan sanıyordum, sen bayağı evli ve çocuklu biri olmak istiyormuşsun halbuki!"

"Aslında her kadın böyle bir erkek ister ama sen onlardan değilsin," dediğinde sesinde yakaladığım o alaylı tını gözlerimi devirmeme neden oldu. "Sana, kalk evlenelim demiyorum. Lütfen sakin ol." derken masadaki kupaya uzanmıştım.

"Korkuyorum ben galiba," dedim, hâlâ sıcacık olan bitki çayından bir yudum almadan hemen önce. "Ne bileyim, ya mutlu olamazsam? Ya da karşımdaki kişiyi mutlu edemezsem ne olacak? Tüm o büyü bozulacak diye korkuyorum. Mesela şu an gayet mükemmel ilerleyen ilişkim, böyle bir şeye kalkıştığımızda puf olacakmış gibi geliyor, bunu istemiyorum ki!" dediğimde gözlerinden akan sıcacık duygular, kalbimi ısıtmaya başlamış ve iyiden iyiye beni rahatlatmaya başlamıştı. "İkimiz de evden işe koşturan bireylerden olacağız, birbirimize doğru düzgün vakit ayırmayacağız belki de. Üstelik ortada bir de çocuk olursa sürekli kavga edeceğiz, onun istediği oyuncağı aldığın için seninle tartışacağım mesela, düşünsene. Onunla benden daha çok ilgileneceksin ve ben kendi çocuğumuzu kıskanacağım."

Tek nefeste sarf ettiğim kelimeler, sırf bunları düşündüğüm için bile kalbimin ritmini bozarken onun o güzel gözlerinin anlayışla gözlerimin en içine bakması benim bu korkularımı yıkmaya yetiyordu.

Eli, yüzüme doğru tırmanırken tüm bu söylediklerimin teker teker yaşanacağına hiç olmadığım kadar emin olsam da bir yanım, onunla böyle bir şeyi paylaşmak için can atıyordu.

"Maran," dedi, uğruna her şeyimi feda edebileceğim o tonda. "İnan bana, seninle yaşayacağım bu olası tartışmalar için bile her şeyimi ortaya koyabilirim." Yeşil hareleri mavi gözlerimin en içerisindeyken başını ağırca salladı söylediklerini desteklercesine. "Tüm bu anlattıklarının kulağa ne denli güzel geldiğini bilemezsin ama sen ne istiyorsan," derken yüzümdeki eli, önüme düşen perçemlerimi geriye doğru ittirmişti. "Ne zaman istiyorsan, hatta istemiyorsan bile ben burada olacağım bunu bil."

Doğrudan kalbime işleyen sözleri, dudaklarımı harekete geçirirken saçlarımdaki parmakları usulca çenemi kavradı. Yeşil hareleri, günlerdir uzak kaldığı dudaklarıma düşerken hâlâ söylediklerinin etkisi altındaydım. Kalbim delicesine çarpıyor, nefes alış verişlerim git gide sıklaşıyordu.

Sanırım bundan korktuğum kadar, aynı zamanda yaşanmasını da istiyor ama buna cesaret edemiyordum. Onunla aynı evi, aynı yatağı paylaşmak kulağa haddinden fazla güzel geliyordu ve bu beni korkutmuyor değildi. Şu ana kadar aklından böyle bir düşüncenin geçmediği bir kıza göre şu an bunu düşünmem saçmalıktı.

Korkarım ki bir gün, ona bu söylediklerimi teker teker yutacaktım.

🧸🧸🧸

Etraftaki koşuşturma başımı döndürürken elimi alnıma götürüp hafifçe ovuşturdum. Dakikalardır bu hengamenin içerisinde olmak beni bunaltmış, en ufak bir şeyde buradan kaçmak için fırsat kollar olmuştum.

İşte tam o an, kahramanım sanki nasıl zor bir durumda olduğumu hissetmişçesine beni aradığında çantamın içerisindeki telefonumun melodisi kulaklarıma ulaştı. Eş zamanlı olarak aceleci bir tavırla çantamdan telefonumu çıkardığımda oturduğum yerden de kalkmış, çift kanatlı cam kapıdan dışarı çıkmıştım.

"Hissettin mi?"

Telefonu açar açmaz söylediğim ilk şey bu olurken gözlerim de kısa bir an, arabasını park etmekte olan kişide takılı kalmıştı.

"Neyi?" dedi, cıvıl cıvıl sesiyle. Sesini duymak bile beni, bulunduğum bu curcunadan çekip almış, adeta bir çiçek bahçesine ışınlamıştı. Dudaklarım bu düşünceyle yukarı doğru kavislendiğinde dakikalardır oturduğum için dile gelen ayaklarım da birkaç küçük adımı hak etmiş görünüyordu.

"Annemle moda evine geldik de," dedim, geçiştirircesine. "Fazla yoğun burası sanki, başım döndü!" Hayıflanmam onu güldürürken mavi gözlerim, az önce arabasını park etmekte olan o kadını bulmuştu. Kestane rengi saçları, üzerindeki elbisesinin açıkta bıraktığı bronz teninde bukleler halinde dökülürken upuzun bacakları da sanki bana inatmış gibiydi. Bakışlarımı ondan çekip kendime kısa bir bakış attığımda yaptığım sporun bana hiçbir faydası olmadığını da böylelikle anlamıştım.

"Hafta sonu defile varmış, o yüzden yoğun olsa gerek," dediğinde görecekmiş gibi başımı sallamıştım. Annemin ısrarlarıyla Defne teyzenin yanına, moda evine gelmiştik fakat beni neden buraya kadar bir kahve için sürüklediğini bilmiyordum. Birkaç elbiseyle beni kandırabileceğini düşünmüştü ama içerideki mankenleri gördükten sonra tüm moralim yerle bir olmuştu bir kere.

"Öyleymiş," dedim, onu onaylayarak. Bakışlarım yine ve yine o kadına dönerken upuzun bacaklarının üzerinde topuklularını yere vura vura tam önümden geçip içeri girdi. Sanki evrenin bana yaptığı bir nispetti de, tüm iştahım kaçmıştı.

"Şirketteki işim bitti," Kenan'ın sesi dikkatimi tekrar ona vermemi sağlarken ekledi. "Madem o kadar bunaldın, gelip seni alayım. Yemek yiyelim, ne dersin?"

"Ben hiçbir şey yemesem iyi olur bence," dediğimde bunu içimden söylediğimi düşünmüş fakat dışımdan söylemiştim.

"Yine mi şu mevzu?" dedi, bıkmış bir tonda. Tabii ki o da kilomla kafayı yediğimi düşünüyordu. "Maran, gayet iyisin. Saçmalama lütfen." dediğinde dudaklarım arasından bir nefes verdim.

"Burada psikolojim bozuldu, herkes ip gibi." dedim, onu umursamayarak. "Gel al beni ama yemek yemeyelim, olur mu?"

"Kafayı yedin iyice," dediğinde dudaklarımı birbirine bastırdım. "Çıktım şimdi, yoldayım."

"Çabuk gel," diyerek suratına kapattığımda içeri girmeye cesaret edememiştim. Sırf bu yüzden dışarıda biraz yürüyüş yapmış, bu esnada da telefonumda bizimkilerin grupta yaptıkları şamataya ortak olmuştum.

Bu şekilde akıp giden kısa bir sürenin ardından dakikliğiyle de kalbimi kazanmış olan sevgilimin sesi kulaklarıma ulaşmıştı.

"Hoş geldiniz Kenan Bey," diyen Zeynep'in sesini, onun sesinden önce duyduğumda telefonumu kapatıp başımı oraya doğru çevirdim. Zeynep, Defne teyzenin asistanıydı fakat bundan çok ona kızı gibi davrandığına şahit olmuştum.

"Naber, Zeynep?" dediğinde çoktan ona doğru ilerlemeye başlamıştım. O ikisi arasında da kısa bir sohbet geçerken onun etrafta gezinen gözleri de beni bulmuş, Zeynep yanından ayrılırken aramızdaki birkaç adımlık mesafeyi aşıp ona sarılmama izin vermişti.

"Oy," dedim, içli bir şekilde. Bununla birlikte erkeksi kıkırtısı dudaklarından melodik bir şekilde döküldüğünde elleri de belime dolandı. Tam o anda da kokumu derince soluyarak yanağıma bir öpücük bıraktığında gülümsememe engel olamamıştım.

Saniyeler içinde kolları arasından istemeyerek de olsa çıkarken yeşil irislerinde onu en son bıraktığımdaki gibi parıltılar yatıyordu.

"Ne güzel olmuşsun sen böyle," derken ellerimi avuçlarına hapsetmesine hiçbir itirazım olmamıştı. Üstelik o güzel gözleri böylesine gözlerimde dolaşırken tabii ki buna itirazım olamazdı.

"Ya," dedim, a harfini uzatarak. Ardından cilveyle ona sokulduğumda yanağına koca bir öpücük bırakmayı ihmal etmemiştim. Bu öpücüğümle beraber tıraş losyonunun o ferah kokusu ciğerlerime dolarken geri çekilip sadece birkaç saniye onu inceledim.

Yine tıraş olmuş fakat yine kirli sakal bırakmıştı. Ona, her ne kadar sakallarını kesmemesini söylesem de yine beni dinlememişti.

"Sakallarını kesmişsin," dedim, parmaklarımı yanağına hafifçe dokundurarak.

"Seni öpemiyordum öyle," diyerek beni yanıtladığında ona bir gülümseme bahşetmek için can atan dudaklarımı dişlemem gerekti. Şu an ofisin tam ortasında herkesin gözü önünde cilveleşmemiz pek etik olmasa da ikimiz de bir türlü kendimize hakim olamıyorduk. "Beğenmedin mi yoksa?" dediğinde ses tonunda oyunbaz bir tını yakalamıştım.

"Yoo," dedim, ona ayak uydurarak. Ardından gözlerimi bir kez daha o kusursuz yüzünde gezdirdiğimde ona, istisnasız her şeyin yakışabileceğini bir kez daha fark etmiştim. "Beğenmemem gibi bir şey söz konusu olamaz,"

"Bak sen?" dediğinde aramızdaki elektrik yine yoğun bir hâle gelmiş, yer ve zaman kavramı bizim için önemsiz olmuştu.

Onun gözleri çok kısa bir an dudaklarıma inerken bunu yapmamak için bile dakikalardır fazlasıyla direniyordum. İşte tam o an, beni bu işkenceden bir şey kurtarabilmişti.

"Kenan?"

Defne teyzenin kulaklarıma ulaşan sesiyle birlikte hemen birbirimizden uzaklaşmış, az önce bahsettiğim etrafımızdaki o kalkan görevi gören elektrik dalgası birden yok olmuştu.

Onun bakışları, birkaç adım ötemizde bize doğru ilerleyen annemlere dönerken benim de yanaklarım yine devreye girmişti.

"Ne zaman geldin sen?" derken aramızdaki mesafe kapanmış, oğluna doğru uzanarak az önce benim öptüğüm yanaklarına birer öpücük bırakmıştı. Üstelik şunu da fark etmiştim ki Defne teyzenin yüz ifadesi, bundan memnun olmadığını haykıra haykıra söylüyordu.

"Az önce," diyerek annesini yanıtladığında onun, bunu fark etmediğini o tatlı ifadesinden anlamıştım. "Yanına gelecektim şimdi ben de," dediğinde Defne teyzenin yemyeşil gözleri, gözlerime tereddütle uğradı. Bu da anneme kısa bir bakış atmama neden olduğunda o da bu tavrının nedenini anlamamış gözüküyordu. "Nasılsın Yıldız teyze?" diyerek anneme döndüğünde bu sorusuyla bile annemi adeta kalbinden vurmuş, koca bir gülümsemeyle yüzünün aydınlanmasını sağlamıştı.

"İyiyim Kenan'cığım," dediğinde benim de gözlerim hoşnutsuzca etrafı tarıyordu. Etrafta bu kadar çok manken varken onun burada olmasından tabii ki hoşnut değildim! "Sen nasılsın?"

"İyiyim," diyerek annemi yanıtladığında sohbetleri daha çok uzar gibi duruyordu fakat Defne teyze, buna müsaade etmemişti.

"Sen gelmezdin buraya," dedi ve ardından gözleriyle etrafı tarayarak tekrar ona döndü. "Niye geldin?" Kenan, annesinin bu tavrına anlam verememişçesine hafifçe güldü.

"Anneciğim," dedi, tatlı bir tınıda. "Ben hep geliyorum buraya, farkında mısın?"

Defne teyze, onun bu söylediğine karşılık umursamazca omuz silkip güldüğünde neler olup bittiğini merak etmeye başlamıştım. "Senin sağın solun belli olmuyor ki canım," dedi, abartılı bir tepki vererek. "İşlerim var benim, hadi git sen. Maran'la yemeğe falan gidin. Sıkıldı kızcağız burada." dediğinde resmen kovulduğumuzu fark ederek Defne teyzeye şaşkınlıkla bakmıştım.

"Ben de Maran'ı almaya gelmiştim zaten," derken annesinin ifadesini bir süre incelemiş, tekrar anneme dönmüştü. "Müsaadeniz varsa tabii," diyerek de eklediğinde aslında buna gerek yoktu. Çünkü annem, o izin almasa da benim onunla gitmeme her türlü göz yumacaktı.

"Tabii," dedi, tam da tahmin ettiği gibi. "Gidin kuzum ama geç kalmayın olur mu?" dediğinde kuzum diye hitap ettiği Kenan'a kirpiklerimin altından bir bakış atmak zorunda kalmıştım.

"Siz merak etmeyin," dedi ve başını hafifçe çevirip göz göze gelmemizi sağladı. Bu, ona bir gülümseme sunmama neden olurken onun da gözlerinin güldüğünü açıkça görmüştüm.

Onun bu içimi ısıtan bakışları arasında bir kez daha Defne teyze aramıza girdiğinde gözlerimizin teması bıçak gibi kesildi.

"E gidin siz o zaman," dediğinde Kenan, ona gözlerini kısarak baktı. "Maran da eve geç kalmamış olur."

"Neyin var senin?" diyerek annesine yönelttiği soruyla, Defne teyze birkaç saniye duraksamıştı.

"Buranın temposundandır," diyen anneme baktım. "Vallahi benim bile başım döndü," derken gülmüştü. Onun bu her an gitmeye hazır hâli, dikkatimi çekerken ona doğru döndüm.

"Sen çıkıyor musun?" dediğimde onun o bakışları bana döndü ve başını salladı.

"Birkaç işim var, onları halledeceğim." derken Defne teyzeye dönüp onunla samimi bir şekilde vedalaşmış, Kenan'la da aynı kucaklaşmayı yaşadıktan sonra benim de yanağıma bir öpücük kondurmuştu. "Hava kararmadan evde ol, babanın nutuklarını çekmeyelim ikimiz de." diyerek de kulağıma fısıldadığında göz devirmemek için bayağı bir çaba göstermem gerekmişti.

"Tamam," dedim, o yanımızdan ayrılmadan hemen öncesinde.

"Senin neyin var?" diyen Kenan'la birlikte yine tüm dikkatim Defne teyzede yoğunlaşırken, "İşle alakalı bir şey mi oldu?"

Defne teyze, onu omuz silkerek yanıtladığında, "Her şey yolunda, bir sorun yok. Dikkatli bakarsan haddinden fazla yolunda olduğunu anlarsın ama sen bakma oğluşum, olur mu?" dediğinde kıkırdadım. "Hadi git sen n'olur, yerler seni burada."

"Bence de," dedim, başımı Kenan'a doğru çevirerek. "Gidelim biz o yüzden." Defne teyze bu söylediklerimden memnun kalmışçasına başını salladığında Kenan onun kadar memnun görünmüyordu.

"Evde görüşürüz o zaman," derken elini belime atmış, bu ani temasıyla tüm bedenim karıncalanmıştı.

Gözlerimi birkaç kez kırpıştırıp kendime gelmeye çabaladığımda onun bu hareketlerine artık alışmam gerektiğinin farkındaydım.

"Dışarıda çok yemeyin, senin sevdiğin yemeklerden yaptırıyorum," dediğinde onun bu tatlı hâli beni güldürmüş, Kenan'ın kaşlarının şaşkınlıkla havalanmasına neden olmuştu. "Maran'ı da getir, konuşurum ben Yıldız'la."

"Sende kesin bir şey var," dedi, başını ağırca sallayarak. "Beni korkutmaya başladın, o yüzden söyle ne söyleyeceksen."

"Aa," dedi, gözlerini açıp Kenan'a bakarak. "Yok bir şey diyorum, oğlum. Bak kız bekliyor, gidin hadi!" diyerek bizi açıkça postaladığında eliyle de naş yapmıştı.

Kenan ona göz devirdiğinde ben de Defne teyzeye doğru uzanıp onunla kısa bir vedalaşma yaşadım.

"Görüşürüz Defne teyzeciğim," dediğimde gözleri kısıldı, dudakları genişçe yukarı doğru kıvrıldı.

"Akşam bekliyorum bak,"

"Babamla konuşmam lazım," dedim, mahcupca gülümseyerek. "Söz veremiyorum o yüzden,"

"Hayatta olmaz," diyerek itirazlara başlayacağı sırada Kenan beni kurtarmıştı.

"Anne," dedi, uyarıcı bir tonda. "Rahat bırak kızı," dediğinde kıkırdayarak annesinden uzaklaşmış, onun el mahkum benim bu halimi maruz görmesini sağlamıştım. "Görüşürüz fıstık," diyerek bir kez daha annesini öptüğünde çok geçmeden önce onun yanından ayrılmış, ardından da ofisten çıkmıştık.

"Annen çok tatlı," diyerek düşüncelerimi sesli bir şekilde dile getirdiğimde arabanın kapısını binmem için açmıştı.

"Bir şeyler var onda, buna eminim." dediğinde arabaya binmiştim bile. O da kapıyı kapatıp arabanın etrafından dolaşarak yan koltuğuma geçtiğinde o söylemeden emniyet kemerimi taktım.

"Ne gibi?" dedim, merakla.

"Bilmem, normal değildi."

"Çok yoğun, belki o yüzdendir," dedim ve ardından ekledim. "Ama bana da bir şey varmış gibi geldi, tuhaftı." dediğimde bu onun için yetmiş olacak ki kaşları yine hafifçe çatılmıştı. "Çatma o kaşlarını, belki kuruntu yapıyoruz?"

"Bilmiyorum," dedi, bir kez daha. O, arabayı çalıştırırken, "Baksana, sen bile fark etmişsin."

"Bir şey olmadığını söyledi ama sonuçta, bence bize öyle geldi." dediğimde bana inanmıyormuş gibi bir bakış atmıştı. "İçin rahat etmiyorsa akşam konuşursun, dert etme bu kadar."

"Öyle diyorsan öyledir," dediğinde aslında içten içe bundan rahatsızlık duyduğunu biliyordum. Açıkçası bunda haklıydı da, çünkü Defne teyzede bir şeyler olduğunu ben de sezmiştim fakat onun, bunun için kendini yiyip bitirmesine izin vermeyecektim.

"Ee," dedim, dikkatini dağıtmayı umarak. "Nereye götürüyorsun beni?"

"Yemek yiyeceğiz tabii ki," dediğinde gözlerimi baydım. "Sahilde bir yer var, oraya götüreceğim seni."

"Ben zayıflayacağım diyorum, sen beni yemeğe götürüyorsun Kenan ya!" diyerek ona çıkıştığımda bana ters bir bakış attı.

"Zayıfladın iyice zaten, Maran," dedi, o da benden geri kalmayarak. "Hiç hoş karşılamıyorum bu durumu, umarım farkındasındır." dediğinde tabii ki onun bu durumdan hoşnut olmadığını biliyordum fakat yine de bana engel olmuyor, sadece konusu olduğunda lafını esirgemiyordu.

Tam bir kez daha konuyu değiştirme çabası içerisine gireceğim sırada onun telefonunun melodisi arabanın içerisine dağılmıştı. Ben buna sevinirken o da arabaya bağlamış olduğu telefonuna doğru yöneldi. Bakışlarım telefonunun ekranına dönerken babaannesinin arıyor olduğunu görmüştüm.

"Boncuğum," diyen sesi, sadece ikinci çalışta kulaklarıma ulaştığında göz devirmemek için zor durmam gerekmişti. Bu tavrım, sadece benden hoşlanmadığı için değildi. Orada kaldığım süre boyunca Kenan'a uyguladığı o evlilik baskısından kaynaklanıyordu. Koskoca adam, istediği kişiyle evlenebilirdi sonuçta!

"Babaannem," Kenan'ın, sadece onun sesini duyduğu an dudakları yukarı kıvrılırken bense, babaannesinin bana istemeden de olsa böyle bir görüntü sunmasından oldukça memnundum. "Nasılsın, iyi misin?"

"Uy, yenu mi geldum aklina hayirsuz?" Onun o tatlı şivesi, az önceki suratsız halimi saniyeler içerisinde değiştirirken onda bir şeytan tüyü olduğunu düşünüyordum. Ben aramasam hiç aramaysun!"

"Olur mu öyle şey sultanım?" dedi, teessüf eder gibi. "Ben seni hep arıyorum, istediğin cevapları vermiyorum diye böyle söylüyorsun şimdi." dediğinde kıkırdayarak bakışlarımı yola çevirmiştim. O bile babaannesini çok iyi tanıyordu.

"Ha o kizla misun yine?" Hoşnutsuz sesi, beni zevkten dört köşe yaparken Kenan'ın bu durumdan zevk alan gözleri kısa bir an bana dönmüştü. "Birak şu kizi, hiç yakişmayi sana!" dediğinde gözlerimi kısarak telefonun ekranına bir bakış attım. Ona tam cevap vermek için dudaklarımı araladığımda Kenan'ın elini dizimde hissederek açmadığım ağzımı kapatmam gerekmişti.

"Babaanne," diyen Kenan'la birlikte kollarımı göğsümde birleştirdim. Uyarıcı tınısının bu kadına işleyeceğini sanmıyordum.

"Aman," dedi, aynı hoşnutsuzlukla. "Diba celmiş, cit bir gör. Ha ayip olmasun kiza.."dediğinde gözlerimi devirdim.

"Tamam," diyen Kenan'ın bıkmış ifadesinden çok söylediği şey, bakışlarımın hızla ona dönmesine neden olduğunda o da başını bana doğru çevirmiş, göz göze gelmemizi sağlamıştı.

"Dalga geçiyorsun herhalde?" dedim, dudaklarımı oynatarak.

"Ne yapayım?" diyerek o da bana aynı şekilde karşılık verdiğinde somurtarak önüme döndüm. Çok geçmeden de babaannesiyle olan telefon konuşmasını bitirdiğinde dayanamayarak konuşmak zorunda kalmıştım.

"Fazla alttan alıyorsun," dediğimde bana bir bakış attı. "Ne bakıyorsun öyle? Doğru söylüyorum! Her dediğine tamam dersen bu saçmalık son bulmayacak."

"Ne yapmamı bekliyorsun, Maran?" dedi, az önceki ifadesini sürdürerek. "Yaşlı kadın, nasıl tersleyeyim?"

"Bu kadar saygılı olmana gerek yok en azından," dediğim sırada araba, sahilde bir mekânın önünde durmuştu. "Sırf onu kıramadığın için, bundan cesaret alıyor anlamıyor musun?"

"Onu reddetmemiş olmam, söylediği her şeyi yapacağım anlamına gelmiyor." dedi, tane tane. "Diba'yı görmeye falan gitmeyeceğim yani, rahat ol. Keyfimizi kaçırma."

Kaşlarım havalanırken dudaklarımdan bir kıkırtı döküldü. Bu esnada emniyet kemerini çıkarmış, arabadan iniyordu. "Ben senin keyfini mi kaçırıyorum yani?" dedim fakat beni dinlediği söylenemezdi. Resmen beni takmıyordu! "Sana diyorum," dedim, hiddetle. Ardından bakışları bana döndüğünde dikkatini çekebilmiş görünüyordum. "Keyfini mi kaçırıyorum ben, anlamadım?"

Yeşilleri gözlerimde usulca gezinirken, "Ne demek istediğimi çok iyi anladın bence," dedi, sakinlikle. "Sadece şu an tartışmak için yer arıyorsun resmen."

"Sen gerçekten çok tehlikelisin," dediğimde gözlerimi hafifçe kısarak onun yeşillerine baktım."Bir laf ortaya atıp geri çekiliyorsun sonra olay yaratan ben oluyorum. Şeytansın sen."

Sözlerim, onun ifadesinin iyiden iyiye değişmesine neden olurken dudakları belli belirsiz yukarı kıvrılmış, ardından da bir kıkırtı dökülmüştü. İfadesi alaycı mıydı yoksa ciddi miydi bilmiyordum fakat eğleniyor gibi bir hâli vardı.

"Evet öyleyim," dedi, uzlaşmaya varmak istercesine. "Lütfen artık bu saçmalık üzerine tartışmayı bırakıp inelim olur mu?" dediğinde birkaç saniye ona bakıp çatık kaşlarımı düzelttim. Bakışlarımı ondan uzaklaştırıp emniyet kemerimi çıkarırken o benden önce inip kapımı bile açmıştı. Onun bu aşırı (!) kibarlığı karşısında arabadan inip saçlarımı savurarak yanından geçip gittiğimde arkamdan söylediklerini duyuyordum.

"Savurma şu saçlarını," dedi, bundan yakınırcasına.

Onu duymazdan gelerek topuklularım üzerinde ilerlemeye devam ettiğimde bana ayak uyduran adımlarını duyabiliyordum. Çok geçmeden de mekâna girdiğimizde cam kenarındaki bir masayı tercih etmiş ve oturmuştuk. Bu süreç içerisinde de, oturduktan sonraki uzun bir sürede de ikimiz tek kelime etmemiştik. Açıkçası bundan ilk kez memnuniyet duyuyordum da. Nasıl olsa birazdan bana sırnaşacağını, attığı o kaçamak bakışlardan anlamıştım. Birkaç kez gözlerimiz kesişse de ona yüz vermedim.

"Okulun ne zaman bitiyor?" dediğinde gözlerimi ona çevirdim.

"Önümüzdeki hafta diplomamı alacağım," diyerek yanıtladım onu. "Son sınavlarımı da verdim, benim için bitmiş sayılır."

"Sonrasında ne yapmayı planlıyorsun?" derken arkasına yaslanmış, tüm ilgisini bana yönlendirmişti.

"Açıkçası," dedim, başımı hafifçe omzuma doğru eğerek. Bununla birlikte esen ılık rüzgâr saçlarımı savuşturmuş, onun gözlerinin oraya dönmesine neden olmuştu. Yeşil harelerindeki parıltıları görmek, beni hiç olmadığı kadar iyi hissettiriyordu. "Kendi şirketimi kurmak istiyorum. Kimseden yardım almadan her şeyi tek başıma, en baştan inşa etmek istiyorum."

Konuşurkenki hâl ve tavırlarım, bu konuyu konuşmaktan ne kadar hoşnut olduğumu açıkça belirtirken o da tüm ilgisiyle beni dinliyor, sanki gözünü kırpsa çok şey kaçıracakmış gibi bunu yapmayı bile erteliyordu.

"Ben de babam gibi ya da senin gibi olabilirim belki?" dediğimde güldü.

"İşkolik yani?" Bu söylediğine karşılık gülerek gözlerimi baydım.

"İşkolik ya da değil," dedim, omuz silkerek. "Benim de toplumda bir yerim olsun istiyorum.. Saygı görmek istiyorum en basitinden ve bunun, Adnan Kaya'nın kızı olduğum için olmasını istemiyorum. Bunu yapamayacak kadar da beceriksiz değilim bence. Ama işte her şey bununla bitmiyor," derken elimi hafifçe havada salladım. "Tüm bu başarıları elde etsem bile yine kiminle, nerede ne yaptığım merak edilecek. Babamın kızı olmasam kimsenin yüzüme bile bakmayacağı beş para etmez güzelliğim konuşulacak... Kısacası, bir gün o hayal ettiğim zirveye ulaşsam da yine tüm insanların gözünde Adnan Kaya'nın kızı olarak kalacağım." dedim, sesim yavaşça bir mırıltıya dönüşürken.

Gözlerim, onun gözlerinde takılı kalırken aramızda kısa bir sessizlik oluşmuş, gözlerimi kısaca etrafta gezdirdikten sonra tekrar ona dönmüştüm. "Çok konuştum değil mi?"

Ben konuşurken dirseğini oturduğu sandalyenin kolçağına, elini de çenesine yaslamıştı. Bakışlarımı ona çevirdiğim an dudağını hafifçe büzüp çenesine yasladığı elini hafifçe salladı. "Hayır," dedi, yumuşacık bir tınıda. "Seni dinlemeyi seviyorum," derken yaslandığı yerden doğrulup masadaki elime uzanmıştı. Sıcacık parmakları, benim ellerimle buluştuğunda dudaklarım yukarı kıvrıldı. O, elimi tutup dudaklarına doğru yaklaştırarak avucumun içerisine tenimi karıncalandıran bir öpücük bırakırken de o gülümseme olduğu yerdeydi. "Bahsettiğin o beş para etmez güzelliğin için tüm mal varlığımı ortaya koyabilirim,"

Sözleri de tıpkı öpücüğü gibi kalbimin orta yerinde bir yangın başlatırken başımı omzuma doğru eğip mahcup bir tavırla gözlerimi kaçırmıştım. Beni o kadar güzel utandırıyordu ki ona kızamıyordum bile.

"Çok güzelsin," dedi, baskın bir tonda. Yeşil harelerinde gördüğüm siluet bana birçok şeyi açıklarken bakışlarımı ondan kaçırmama gibi bir lüksüm yoktu. Çok yoğun bakıyordu ve bu, bana da kalbime de iyi gelmiyordu. Genç yaşımda beni kalp krizinden öldürebilirdi! "Duydun mu beni? Sakın bir daha öyle söyleme." dediğinde gözlerimin önü buğulanmış, gözlerimi kırpıştırarak bundan kurtulmaya çalışmıştım. "Hayalini kurduğun tüm o anlarda da yanında olacağım.. Sen çok başarılı bir iş kadını olacaksın, sana olan inancım da güvenim de sonsuz."

Gözlerimdeki yaşların aksine dudaklarımdaki o gülümseme benim bu halimde bir zıtlık yaratırken gözlerime bu kadar dikkatli bakan Kenan'ın bunu fark etmesi de tabii ki uzun sürmemiş, elini uzatarak yaşlarımı silmişti.

"Merak ediyorum," dedim, o gözlerimi silerken.

"Neyi?" dedi, gayriihtiyari.

"Seni hak etmek için ne gibi bir sevap işlediğimi," Sözlerim, onun dudaklarının yukarı doğru kıvrılmasını sağlarken beni utandırmasının karşılığını da böylelikle ona vermiştim. "Sana nikâhı basmak şart oldu."

Alaycı tavrıma karşılık kaşlarını kaldırdı. "Kararından vazgeçmeyeceksen ben tamamım."

"O kadar deli miyim ben?" dediğimde gülmüş, o esnada da bu hoş sohbetimizi bölen şey onun telefonunun çalması olmuştu. O, telefonunu göz ucuyla kontrol edip sessize alırken, "Kim?"

"Çağan," dedi, hoşnutsuzca.

"E açsana," dediğimde ellerimiz zorlukla ayrılmış istemeyerek de olsa Çağan'ın aramasını yanıtlayıp telefonunu kulağına yaslamıştı. Beraber olduğumuz zamanlarda telefonuna bakmaktan kaçınıyor, tüm ilgisini bana yöneltmek istese de o telefonu bir türlü susmuyor ve onun keyfinin kaçmasına neden oluyordu. Böyle olunca da onu arayan her kimse, önce telefonuna yanıt verip o kişiyi aradığına bin pişman ediyordu.

"Ne var?" dedi, kabaca. Bu gülmeme neden olurken kollarımı kendime doğru çekip dirseklerimi masaya yaslamıştım.

O, çok geçmeden kaşlarını çattığında da yine öyle anlardan birinde olduğumuzu anlamam uzun sürmemişti.

"Ne anlatıyorsun oğlum?" dediğinde yerinde doğrulmuş, meraklı bakışlarımı ona yöneltmeme neden olmuştu. "Neredeysen kal orada, geliyorum."

"Ne olmuş?" dedim, o telefonu kapattığı ilk an.

"Kalkalım mı?" dediğinde daha o ayaklanmadan masadaki telefonumla çantama uzanmış, o yerinden kalkarken ben de peşine takılmıştım bile. "Çok özür dilerim gerçekten." dedi, mahcup bir ifadeyle.

"Neler olduğunu anlatırsan özrünü kabul edeceğim," derken adımlarına ayak uydurmakla meşguldüm. O kadar hızlı ilerliyordu ki sadece birkaç adımda mekandan çıkmıştık.

"Salak herif, kız kaçırmış." dediğinde gözlerimi irileştirerek ona baktım. Bu esnada adımlarım yavaşlamış, onun gerisinde kalmıştım. Bunu fark ettiğim anda da şaşkınlığımı bir kenara bırakmaya çalışarak neredeyse koşarak koca adımlarına yetişmeye çalıştım.

"Ne?" dedim, şaşkınlıkla. "E ben bu salaklığı Çağlar'dan bekliyordum?"

"Ben de." diyerek beni yanıtladığında arabaya binip aceleyle arabayı çalıştırdı.

"Niye kaçırmış kızı, manyak mı bu?" dediğimde o, böyle bir anda bile henüz takmadığım emniyet kemerimi kontrol etmişti. Bununla birlikte hızla emniyet kemerimi taktığımda beni yanıtladı.

"Bilmiyorum ama halam öldürecek onu," Başını hafifçe iki yana salladı. "Sike sürülecek akıl yok, yemin ediyorum."

Ettiği küfürler sadece bu kadarıyla sınırlı kalmazken benimse tek yaptığım onu sakinleştirmeye çalışmaktı. Çünkü şu an onu sakinleştirmezsem gittiğimizde Çağan'ı kendisi öldürecekti.

Böyle sürüp giden yolculuğumuz Farah halanın onu aramasıyla devam ederken Kenan da bir süre onu sakinleştirmeye çalışmıştı. O kadar çok bağırmıştı ki onun sesini ben bile duymuştum. Kenan, onunla uzunca bir süre konuşup sinirini yatıştırmayı başardığında bu sefer de Turgay amca aramıştı. Onun da öfkesi benzer nitelikteyken Kenan'ın bu fevriliğinin nereden geldiğini anlamam kolay olmuştu.

Yaklaşık yarım saatlik gibi bir yolculuğun ardından onların otellerinden birinin önünde durduğumuzda elindeki telefonunu aramızdaki o bölmeye bıraktı.

"Özür dilerim," dedi, bir kez daha. "Tüm ambiansı bozduğum yetmiyormuş gibi bir de seni buraya kadar sürükledim." Bu söylediğine karşılık gülerek elimi ona doğru uzatıp çenesine yerleştirdim.

"Saçmalama," dediğimde onun da eli belimi kavramış, hafifçe okşamıştı. "Seni sakinleştirecek biri lazımdı ve bu görevi ben üstlendim." dedim, bilmiş bir ifadeyle. Bu, onu güldürürken parmakları çenemi yumuşak bir hareketle kavramış ve dudaklarıma tatlı bir öpücük bırakmıştı.

"Görev başarılı." derken başımı hafifçe oynatıp yanağımı öpmüştü. "Telafi edeceğim, söz."

Onunla aramızda geçen sohbet, her geçen saniye daha cilveli bir hâl alırken amacım onun içinde bir yerlerde kalmış olan o kıvılcımı da yok etmekti fakat dakikalar sonra otelden çıkan Çağan'la, boşu boşuna uğraş gösterdiğimi anlamıştım.

Yanındaki kıvırcık saçlı kıza gözüm takıldığında birkaç saniye o ikisini inceleme gereği duydum. Orada kaldığım bir haftalık süreçte Çağan'ın bir ilişkisi olduğunu tabii ki öğrenmiştim fakat onun bu kadar ciddi olduğunu bilmiyordum. Kenan, buraya gelirken aramızda yaşanan o konuşmada, onların böyle bir isteği olduğunu sadece söylediğinde öğrenmiştim. Üstelik ikisi birlikte okuyorlardı ve daha okulu bitirmeden böyle bir şeye kalkışmaları sadece benim gözümde değil, onun anlattığına göre iki aile için de aptallıktan başka bir şey değildi. Üstelik Kiraz babaanne bu durumdan bihaberdi, çünkü onun öğrenmesi sağlığı açısından pek iyi olmayacaktı.

"Sakin ol, Kenan olur mu?" dedim, yalvarırcasına bir tonda. "Kızın yanında da bir şey söyleme sakın." dediğimde göz devirdi.

"O kadar da değil, Maran."

"Of ne bileyim ben?" diyerek ona çıkıştığım esnada arka koltuğun kapısı açılmıştı. Önce Çağan'ın yanındaki o tatlı kız bindiğinde ardından da Çağan tam arkamdaki yerini almıştı. Onun yeşil gözleri mavi gözlerime tutunduğunda kısaca Kenan'ı kontrol etti.

"Selamlar," diyerek saçma bir giriş yaptığında onun bu haline gülmemem gerektiğinin farkındaydım. Kenan, ona dikiz aynasından ters ters baktığında hemen bakışlarını bana çevirdi. "Naber yenge?"

"İyidir," dedim, ona doğru dönüp. Gözlerim, bir kez daha yanındaki kıza kaydığında onun, bu durumdan hoşnut olmadığını görebiliyordum. Bir de bunun üstüne Kenan'ın tavrı hiç hoş olmuyordu.

İşte tam bunu düşündüğüm anda sanki hissetmiş gibi başını arkaya doğru çevirdi. "Naber Balca?" dediğinde dudaklarına o tatlı gülümsemesini yerleştirmişti.

Adının Balca olduğunu öğrendiğim kız, gergince gülümsediğinde ona karşı saçma bir yakınlık hissetmiştim.

"İyiyim abi," derken yüzünün iki yanında duran kıvırcık tutamları kulağının arkasına sıkıştırdı. Bembeyaz tenine hoş bir uyum sağlayan ve neredeyse kusursuz diyebileceğim yüzü, onun bir oyuncak bebek olduğunu bana düşündürmüştü.

"Bu kızı kaçırırken utanmadın mı gerçekten?" diyerek Çağan'a döndüğümde bunu fısıltıyla söylemiştim. Bu esnada da Kenan, Balca'yla ilgileniyordu.

Çağan'ın gözleri beni bulurken, "Sende mi yenge?" dedi, sitemle. Ona göz devirdim.

"Seni destekleyeceğimi mi sanıyordun oğlum?" derken ona, ciddi misin der gibi bir bakış atmıştım. "Annen çok sinirli valla, bittin sen." diyerek de onun moralini daha çok bozduğumda bana ters ters baktı.

"Ne güzel moral veriyorsun ya," dediğinde kıkırdadım. Bu sırada Kenan arabayı çalıştırmıştı. Bundan istifade ederek bakışlarımı sessizce oturan Balca'ya çevirdim. Çağan bunu fark ederek hemen bizi tanıştırma girişiminde bulundu. "Balca," dedi ve onun ürkek ceylan bakışları bana dönerken ekledi. "Maran, Kenan abimin kız arkadaşı." dediğinde Balca'nın bal rengi gözleri, tatlı bir gülümsemeyle aydınlandı. Bu gülümseme bulaşıcı olmalıydı ki anında benim de yüzümde bir gülümseme oluşmuştu. Diğer bir adımı atarak elimi ona doğru uzattığımda onun ince parmakları da benim elimi karşıladı.

"Memnun oldum Balca," dedim, gözlerine dikkatle bakarak. Gözlerindeki bu tona bugüne kadar hiç rastlamamıştım. "Ne güzel gözlerin var." dediğimde yanakları hafifçe kızardı.

"Teşekkür ederim," dedi, dakikalardır sürüp giden o mahcup ifadesiyle.

Ellerimiz birbirinden ayrılırken Çağan'a yandan bir bakış attım. "İşini biliyorsun," Sözlerim o ikisinin -özellikle Balca'nın- utanmasına sebebiyet verirken önüme dönmüştüm.

"Annen yoldaymış," diyen Kenan, benim yerime kendisi Çağan'a bulaştığında Balca'yla kısa bir an birbirlerine baktıklarını görmüştüm. "Balca'nın ailesi de geliyor, daha fazla bu saçmalığı uzatmayın o yüzden." dediğinde tabii ki de bu tepkisinde haklı olduğunun farkındaydım.

"Ben gayet kararlıyım," Çağan'ın kendinden emin sözleri, arkama dönüp ona uyarıcı bir bakış atmama neden olduğunda Kenan'ın o kaşları yine çatılmıştı bile.

"Çağan," dedi, sabırla. "Siktirtme kararlığını."

"Kenan!" diyerek ona çıkıştığımda çatık kaşları usulca düzeldi ve dudakları arasından yine sabır dolu bir soluk bıraktı.

"Affedersin, Balca." diyerek de onun küfrüyle dumura uğramış olan Balca'dan böylelikle özür dilemişti. Onun sesi, Çağan'ın aksine hiç çıkmıyordu. Açıkçası onu ilk gördüğüm an, bu durumdan memnun olmadığını ama Çağan'ı sevdiği için burada olduğunu düşünmüştüm. Tabii ki onun böyle düşünüp düşünmediğini bilmiyordum fakat bana öyle bir enerji vermişti.

"Açıkçası," dedi, ilk kez konuşarak. "Kenan abi haklı," Bakışlarını usulca Çağan'a doğru çevirdiğinde bu sefer onun kaşları çatılmıştı. Sanırım birazdan bir çiftin tartışmasına şahit olacaktım. "Sonuçta şu an onlar senin söylediğin gibi bizim ne kadar kararlı olduğumuzu görmüyorlar, aksine daha çok tepki gösterecekler ama biz bunu düşünmeyip aptal gibi hareket ettik."

Onun sözleri, usulca tekrar önüme dönmeme neden olurken Kenan'la bakışlarımız kısa bir anlığına kesişmiş, onun da geri kalan yolculuğumuzda sus pus olmasına yol açmıştı. Bu sürede de ne Çağan ne de Balca tek bir kelime etmemişti. Sadece üçünün de sık sık telefonları çalmış ve uzun bir telefon trafiğine takılmışlardı.

Sessiz yolculuğumuz, koca araziye girmemizle son bulurken babamın arabası da dahil birçok arabanın bahçede sıra halinde dizili olduğunu görmüştüm. Büyük ihtimalle birazdan büyük bir kıyamet kopacaktı ve buna hazır mıydım bilmiyordum.

Biz arabadan inip eve doğru ilerlemeye başladığımızda henüz bir saat önce yanından ayrıldığım annemin arabasına bile rastlamıştım. Onunla buraya gelirken mesajlaşmış, istersem eve geçebileceğimi söylese de Kenan'ı bir de bununla uğraştırmak istememiştim.

Evin kapısı, bir çalışan tarafından açılıp biz içeri girene kadar arabadaki o sessizlik devam etmişti fakat birazdan tüm aile bu sessizliği bozacak gibi görünüyordu.

"Geldiniz mi?" Defne teyzenin sesi önce kulaklarıma ardından da görüntüsü, koridorun sonunda göründüğünde onun ifadesinde de bir telaş, tedirginlik sezmiştim. "Çocuklar," dedi, Balca'yla Çağan'a teessüf edercesine bakıp. "İnanamıyorum size."

Çağan, Defne teyzenin yanına birkaç adımda ulaşıp onunla kucaklaştığında henüz ortamda bir gerginlik hissetmemiştim. Defne teyze Balca'yla da aynı samimiyetle kucaklaştığında çok geçmeden onları azarlamaya başlamıştı. Bu esnada da Kenan, elini belime koyarak beni salona yönlendirmişti bile.

Salona girdiğimiz ilk an, o benden uzaklaşırken kanepede oturan babamla Turgay amcanın bakışları bizi bulmuştu. Annemse ortalıkta görünmüyordu.

"Hoş geldin Maran," dedi, böyle bir anda bile sevecenlikle. Ona karşı ben de aynı tavrı takındığımda önümdeki iki basamağı indim.

"Hoş buldum," dedim, gülümseyerek. "Nasılsın, Turgay amca?"

"İyi olmaya çalışıyoruz," diyerek klasik bir cevap verdiğinde, "Sen nasılsın, neler yapıyorsun? Seni artık şirkette göremiyorum." dediğinde güldüm.

"Vizelerim vardı, onlarla meşguldüm." derken kanepelerden birinin ucuna oturmuştum. Kenan da aynı koltuğun diğer ucunda, benden epey uzakta oturmayı tercih etmişti.

"Öyleyse bundan sonra hep şirkette olacaksın," dedi, soru sorarcasına.

"Öyle görünüyor," diyerek Turgay amcayı yanıtladığımda babam, sohbete dahil olmuştu.

"Aslında Kenan'a, Bodrum'da açılacak olan otel için yardım edebileceğini düşünüyorum," dedi ve ardından ekledi. "Hem daha fazla deneyim edinir, bu sırada Kenan da ona yardımcı olur." dediğinde bunu söylerken Kenan'a doğru dönmüş ve ondan bir onay beklemişti.

Kenan, onun bu isteği üzerine başta afallasa da bana kısa bir bakış atıp tekrar babama döndü. "Tabii," dedi, onu onaylayarak. "Önümüzdeki hafta sonu Bodrum'a gideceğim zaten."

"Tamam," derken babam, başını hafifçe salladı. "Ahu'nun okulu da bitiyor, otel açılana kadar bir süre gidip geleceksiniz artık." Ardından durup Kenan'ın o yeşil gözlerine uzunca baktı. "Kızım sana emanet ama, haberin olsun."

Bu sözleri, dudaklarımın yukarı kıvrılmasına neden olurken Turgay amca tekrar söze dahil olmuştu.

"Merak etme sen," dedi, babama dönüp. "Kenan, ona kendinden daha iyi bakar."

"Ona şüphem yok." diyen babamla birlikte Kenan'la bakışlarımız kesişirken gözleri, dudaklarımdaki gülümsemeye kaymış ardından onun da dudaklarında aynı sıcaklıkta bir gülümseme oluşurken sağ gözünü hafifçe kırpmıştı.

Ben ondan utanarak gözlerimi kaçırdığımda tam o esnada Dene teyze salona girmişti fakat Balca'yla Çağan yoktu.

"Turgay," diyen Defne teyze, Turgay amcanın başını arkaya doğru çevirmesine neden olurken, "Çocuklar çalışma odasına geçti. Farah'la da konuştum, uçaktan inmiş. Birazdan burada olur."

Turgay amca, onu başıyla onaylarken ardından babama dönüp aynı anda da ayaklanmışlardı. Sadece tek bir bakışla anlaşmaları, bana oldukça havalı gelirken bu sistemi bir an önce çözüp Kenan'la aramızda geliştirmemiz gerektiğini düşünüyordum fakat biz, zaten bakışlarımızdan haddinden fazla sonuç çıkarıyorduk.

"Siz niye öyle oturuyorsunuz?" Defne teyzenin anlamsız bakışları ikimizin arasında gidip gelirken aramızdaki koca boşluğa baktım. "Küstünüz mü yoksa?"

"Adnan amca rahatsız oluyor," diyerek benden önce annesini yanıtladığında Defne teyze aynı anlamsız bakışları atmaya devam etti. "Muhafazakârmış, ben de bilmiyordum." dediğinde bu şapşal tavrına güldüm.

"Babam muhafazakâr değil,"

"Seküler de değil." dediğinde elimi hafifçe havada salladım.

"Tam ortası." dediğimde annesine döndü.

"Öyleymiş," O, arkasına yaslanıp rahat bir pozisyon almadan hemen önce gri takımının ceketini çıkardı ve sanki üstünden büyük bir yük kalkmış gibi derin bir nefes aldı.

"Kenan, seninle konuşmamız lazım." Defne teyzenin bizim şapşallığımızı umursamadan sarf ettiği sözlerle birlikte henüz yeni rahata kavuşmuş olan Kenan, annesine öylece baktı.

"Konuşalım," dediğinde Defne teyze başını hafifçe omzuna doğru eğdi.

"Mutfağa gel iki dakika."

Bu sözleriyle birlikte bakışlarımı hemen ona çevirdim. "Ben sizi baş başa bırakabilirim," dediğimde Defne teyze gülümseyerek başını iki yana salladı.

"Otur sen güzelim, rahatını hiç bozma."

"Geliyorum," diyerek ayağa kalkan Kenan, bir cevap vermemi beklemeden annesiyle birlikte mutfağa geçtiklerinde gözlerim, ileride duran konsolun üzerindeki fotoğraflara takılmıştı. Salona girmeden önceki o merdiven boyunca da duvarda asılı olan birden fazla fotoğraf görmüş fakat bakabilme fırsatı henüz elde edememiştim. Şu anda da kimsenin olmayışından faydalanarak merakıma yenik düşüp oturduğum yerden kalktım ve konsola doğru yanaşıp üzerindeki fotoğraflara baktım.

Çerçevelerden birinde tüm ailenin bir araya toplanmış olduğu bir fotoğraf varken daha ilk saniyeden gözlerim de o bakmaya doyamadığım bir çift yeşili aramaya koyulmuştu.

Aradığım gözlere kavuştuğum ilk an, ifadem bir gülümsemeyle aydınlanırken onun genişçe gülümsemiş olduğu fotoğrafa uzunca bir süre baktım. Yanında oturmuş olan Bige'yi kollarıyla sarıp sarmalarken bir diğer tarafında oturan abisi de eşini aynı şekilde kucaklamıştı. Onların tam ortasında oturan Defne teyze ve Turgay amca da oldukça huzurlu ve mutlu görünüyorlardı.

Bakışlarımı onun o oldukça sevimli olan görüntüsünden alıp diğer bir fotoğrafa yöneldiğimde küçük, iki erkek çocuğunun olduğu bir kareyle karşılaşmıştım. Biri, diğerine göre daha büyükken onun kucağında da küçücük bir bebek vardı. Sadece birkaç saniye içinde o bebeğin Bige, diğerinin ise Gediz abi olduğunu anlayarak fotoğrafa daha dikkatli bakmaya başladım. Onun elinden tuttuğu bir çocuk daha vardı ve onu tanımam daha kolay olmuştu. Güldüğü için kısılan yeşil gözleri, parıl parıl parlarken işaret parmağımı onun olduğu o kareye hafifçe dokundurmuştum. Onun bunca yıla rağmen değişmeyen gülüşü, aynı sıcaklıkla sol tarafıma işlerken dişlerimi hafifçe alt dudağıma geçirdim. Şu anki hâlinin aksine yanakları tombul tombulken dudaklarımdan bir kıkırtı düşmesine engel olamamıştım.

"Maran?" diyen ince ses, kulaklarıma ulaşırken hızla başımı sesin geldiği yöne çevirdim. Bige'ydi. Elindeki çantasından ve dosyalarından anladığım üzere okuldan gelmişti. "Sen de mi bir aile krizinin tam ortasına düştün yoksa?" diyerek bu durumla alay ettiğinde güldüm ve elimdeki çerçeveyi bıraktım. O da bu arada elindekileri bırakıp birkaç adımda yanıma gelmişti.

"Öyle oldu galiba," diyerek onu yanıtladığımda bıraktığım çerçeveye bir bakış attı.

"Naber?" dedi, gözlerini tekrar bana çevirerek.

"İyidir," Omuz silktim. "Sen?"

O da tıpkı benim gibi omuz silkerken, "Bildiğin gibi," Yeşil gözlerini salonda gezdirip bana döndü. "Herkes merede? Niye tek bırakmışlar seni?"

"Babanlar çalışma odasına geçti," dediğimde Kenan salona girmişti. "Abin de geliyor." O da bakışlarını abisine doğru çevirdiğinde birazdan ona sataşacağını anlamam zor olmamıştı.

"Neredesin sen?" dedi, sahte bir çıkış yaparak. "Kızı tek bırakmışsın."

Bige'nin bu tavrına güldüğümde Kenan ona ters ters bakmış ve ellerini belime dolayıp arkamdan bana sarılmıştı. Ardından da yanağımı öptüğünde bunu Bige'nin yanında yapması, yanaklarımın kızarmasına neden oldu.

Tüm yüzüm alev alev yanmaya başlarken, "Geldim," dedi, bakışlarının aksine yumuşacık bir sesle. "Annem seni çağırıyor, git bir bak hadi." dediğinde Bige, ona inanmamış gibi baktı.

"Annem geldiğimi bile görmedi!"

"Kızım gitsene," Kenan'ın onu yanımızdan göndermeye çalışmasıyla Bige bir bana bir de ona baktı.

"Tamam be," dedi, çirkef bir tavırla. Bu, beni güldürürken arkasına bile bakmadan salondan çıktı. Bundan istifade eden Kenan da belimdeki elini hareketlendirip beni kendine doğru çevirmişti. Ellerim, onun omuzlarına tutunurken hâlâ yanaklarımın kızarık olduğuna emindim.

"Yapma bir daha öyle," dedim, az önceki öpücüğüne karşılık.

"Neyi yapmayayım?" derken neyden bahsettiğimi anlamış fakat anlamak istememişti. Bu çocukça tavrı, dudaklarımdaki gülümsemeyi değiştirmezken benim inadıma yanağıma bir öpücük daha bıraktı.

"Bunu." dediğimde bu sefer de dudaklarıma kapanmıştı. Ben, ondan beklediğim bu hareketle birlikte omuzlarına yasladığım ellerimin yardımıyla onu kendimden uzaklaştırmaya çalıştım. "Kenan!" dedim, fısıltıyı andıran bir tonda.

Dudaklarımız kısa bir süreliğine ayrılırken, "Ne?" dedi, e harfini uzatarak. Ardından bir kez daha beni öptüğünde kıkırdadım.

"Yapma," Sözlerimi umursamayıp beni öpücüklere boğmaya devam ettiğinde bir yandan ona karşılık vermeme engel olamıyor ama bir yandan da onu kendimden uzaklaştırmaya çalışıyordum. "Biri görecek şimdi, rahat dur iki dakika!"

"Gel odama çıkalım," dediğinde dudaklarımdan şaşkınlık dolu bir nida döküldü.

"İyice kudurdun sen," dedim, onaylamaz bir bakış atarak. Açıkçası bu hâlleri oldukça hoşuma gidiyor fakat bu deliliğinin de bir gün başımıza iş açacağını biliyordum. "Evin yanıyor diyorum, sen odaya çıkalım diyorsun ya!"

"Yansın," derken tekrar bana doğru eğilmişti ama bu sefer elimi göğsüne bastırarak ona engel oldum. "Yemeğe kadar kimse görünmez ortalıkta, gel hadi." dedi ve itirazlarıma aldırmayarak az önce koltuğa bıraktığı ceketini, ardından da benim eşyalarımı alıp beni merdivenlere sürükledi.

"Yanlış anlayacaklar, Kenan." diyerek mızmızlandığımda beni umursamadı.

"Hiçbir şey olmaz, güven bana."

"Sana böyle konularda güvenemiyorum maalesef!" dediğimde gülmüştü. Bu sırada hızla merdivenleri çıkmış ve üst kata ulaşmıştık. Geniş holün diğer tarafında da bir merdiven varken beni, holün sağ tarafında kalan odaya doğru çekiştirdi.

Odaya girdiğim an ciğerlerime dolan o kokusuyla birlikte derin bir nefes alma ihtiyacı hissettiğimde kapıyı kapatmamış, aksine benim rahat hissetmem için sonuna kadar açık bırakmıştı. O, balkon kapısına doğru ilerlerken ben de etrafı inceleme fırsatı edindim.

Bu eve daha önce kahvaltıya davet edilsem de ilk defa böylesine dikkatli davranıyordum.

Gri tonlarda dekore edilmiş geniş odanın bir köşesinde ona ait olan yatak varken kendi evinden farklı olarak giyinme odası yoktu. Büyükçe bir dolabı vardı ve onun üzerinde ütülenmiş bir şekilde duran Trabzonspor forması vardı. Bu görüntüyle karşılaştığım ilk an gözlerimi devirdiğimde adımlarımı odanın içerisinde ilerleterek duvarda asılı olan birkaç çerçeveyi incelemeye koyuldum.

Birinde aşağıda gördüğüm o üç çocuğun fotoğrafı varken bir diğerinde ise Defne teyzeyle Kenan'ın bir fotoğrafı vardı. Küçük bedeni annesinin kolları arasındayken bugün bu dozu fazla aldığımın farkındaydım. O ufacık Kenan, bünyemde hiç beklemediğim bir duygusallık yaratmıştı.

Gözlerimi o fotoğraftan zorlukla alarak odanın diğer köşesine çevirdiğimde geniş bir koltukla bir oyun konsolunun olduğunu görmüştüm. Üstelik bir çalışma masası da vardı ve üzeri sayamayacağım kadar kitapla doluydu. Masaya yaklaştığım anda bu kitapların yarısından fazlasının üniversite sınavlarına hazırlanırken kullandığı o kitaplardan olduğunu anlayarak bakışlarımı usulca diğer tarafa çevirmiştim. Odanın köşesinde gördüğüm elektrogitar, muzip bir şekilde gülümsememe neden olurken sanki ne söyleyeceğimi anlamış gibi konuştu.

"Çalmayacağım boşuna heveslenme," dediğinde başımı ona doğru çevirdim. Balkonda oturmuş ve sigarasını çoktan yakmıştı.

"Hayır çalacaksın," diyerek ısrara başlarken ben de balkona çıkmış ve tam karşısına oturmuştum.

"Uzun zamandır çalmıyorum," dedi, sigara paketini bana doğru uzatırken. Onu geri çevirmeyerek paketten bir dal çıkarıp dudaklarım arasına sıkıştırdığımda benim için sigaramı yakmıştı. "Büyük ihtimalle beceremem, o yüzden unut onu."

"Not ettim bile," Omuz silktim. "Kaçışın yok." Güldü.

"Hiç mi?" Cıkladım. "Pekâlâ, bana biraz zaman vermelisin o hâlde. O şeyi kolayca çalabileceğimi sanmıyorum."

"İyi bakalım," dedim, sigarayı dudaklarım arasına sıkıştırmadan hemen önce. "Unutursan fena olur ama."

"Unutmam," dediğinde gözlerimi bahçede gezdirmeye başladım. Buradan tüm arazi olmasa da büyük bir kısmı net bir biçimde görünüyordu. Henüz batmayan güneşin o tatlı ışığı ağaçların üzerine düşerken bahçenin her bir köşesinde renk renk çiçekler olduğunu fark etmiştim. Bunlardan ön bahçede de vardı fakat bu kadar fazla olduğunu tahmin etmemiştim. Bu kadar çok çiçeği bir arada görmeye annem sayesinde alışıktım.

"Annem ilgileniyor hepsiyle," diyerek bakışlarıma bir yanıt verdiğinde kısa bir an gözlerimi ona çevirmiştim. "Çiçeklere büyük bir ilgisi var."

"Çok güzeller," dedim, bakışlarımı tekrar bahçeye çevirmeden. "Kadınların ortak yönü bu galiba.. Annem de çok seviyor." dediğimde dudaklarında iç yakan bir gülümseme oluştu.

"Sen," dedi, soru sorarcasına. "Seviyor musun?"

Bu sorusu, yüzümde bir sırıtış oluşmasına neden olurken, "Neden soruyorsun? Yine evime bir kamyon dolusu çiçek mi göndereceksin yoksa?" diyerek aylar öncesini ona hatırlattığımda sanki yıllar öncesinden bahsediyormuş gibi hissetmiş, tüylerimin ürpermesine engel olamamıştım.

Tam o zamanlar, Uraz'ın bana gönderdiği o güllere savaş açarak evime bir zarf tohum gönderdiğini oysaki daha dün gibi hatırlıyordum. Önce o tohumları özenle ekmiştim ve her sabah onları sulamadan evden ayrılmama alışkanlığı edinmiştim. İlk defa çiçeklerle ilgileniyordum ve buna rağmen bu, bana zor gelmemişti.

"Kim bilir?" dedi, sigarasından derin bir nefes çektikten sonra.

"Resmen bana gönderilen çiçekleri kıskandın," Gözlerimi bayıp başımı iki yana salladım. "Çok kıskançsın."

"Evet öyleyim," diyerek ithamlarımı kabul ettiğinde güldüm. "Sen de benden geri kalmıyorsun."

"Ne kıskançlığımı gördün?" dediğimde bana, başını hafifçe omzuna doğru eğip bakmıştı. Bu bakışlarına karşılık, "Of tamam, bakma öyle." Elimi ikimiz arasında salladım. "Daha bir şey görmeden böyle diyorsan yandık yani." Kaşlarını kaldırdı. "Arıyor mu o yelloz hâlâ seni?" dediğimde kimden bahsettiğimi anlayarak güldü.

"Aramıyor, ne dediysen artık kıza." Ona, kirpiklerimin altından bir bakış attım.

"Sen de bayağı üzülmüşsün anlaşılan," Bu söylediğim onun göz devirmesine neden oldu ama o gülümsemesi hâlâ olduğu yerdeydi.

"Başlama Maran," dediğinde ikimiz de aynı anda sigaralarımızı söndürmüştük. "Çekemem şimdi Esvet'i falan."

"Ne yaşadınız siz?" diyerek merakıma yenik düştüğümde bana o meşhur bakışlarından attı. "Sana bu kadar takıntılı olması normal gelmiyor, sevgili de değilmişsiniz? Amma drama yarattı yahu!"

"Bir şey yoktu aramızda," dedi, dirseklerini trabzanlara yaslarken. "Seninle olduğu gibi değildi, bunu merak ediyorsan."

"Benimle nasıl ki?" diyerek yine o muzip ifademi takındığımda erkeksi kıkırtısı dudaklarından melodik bir şekilde döküldü ve ardından elini çenesine yaslayıp bana döndü.

"Seni seviyorum," dedi, bir çırpıda. Yeşil gözleri yine yoğunlaşırken bakışları her hücremde usulca hareket ediyordu. "Hiçbir şeyi düşünmeden ilk dakikadan sana teslim oldum. İlk gördüğüm an, aklımı başımdan almıştın zaten.. İşte tam o an elimi ayağımı her şeyden çekmeme neden oldun." dediğinde parıldadığına emin olduğum gözlerimi birkaç kez kırpıştırmam gerekmişti. Yeşil gözleri iki gözüm arasında gidip gelirken topuklu ayakkabılarım içerisindeki ayak parmaklarım bükülmüş ve tüm varımı yoğumu onun tek bir sözünü kaçırmamak için ortaya koymuştum. "Tabii sen bana pek inanmamıştın ama," dediğinde benden bağımsız dudaklarımdan minik bir kahkaha düştü, onun dudakları yukarı doğru hareketlendi. "Çok güzeldin, Maran." dedi, sanki bahsettiği o geceyi tekrar yaşıyormuşuz gibi. "Beni elimden tutup başka bir boyuta sürükledin sanki, ne için orada olduğumu unuttum ben o gece. O güzel gözlerinle zehirledin beni."

Sözleriyle birlikte üzerimden ayrılmayan o duygu yüklü gözleri beni renkten renge sokarken bunun farkında mıydı bilmiyordum ama olsaydı iyi olurdu, çünkü bu hâlleri bana pek iyi gelmiyordu.

"Bir gün," dedi, beni sarhoş eden o sesiyle. "*Kalbimin üzerinde tepinsen bile yine eninde sonunda sana geleceğim, buna eminim."

Altında birçok anlam barındıran bu sözleri son sözleri olurken batmak üzere olan güneş ışığı ikimizin yüzüne vurmuş, onun o yeşil gözlerinin ortaya çıkmasına neden olmuştu. Orada gördüğüm ifade tüm bu söylediklerini desteklerken kalbim deli gibi göğüs kafesime çarpıyordu.

Eğer birgün kalbimin üzerinde tepinse bile eninde sonunda ona gidecektim.

🧸🧸🧸

Loading...
0%