Yeni Üyelik
24.
Bölüm

•XXIV•

@meelcnmel

"Kılıç neymiş böyle ya?"

Olcay'ın söylediğine gülerek başımı iki yana salladım. Neredeyse saatlerdir buna benzer şeyler söyleyerek sahadaki Kılıç'ı kestiğinden bir süre sonra onu ciddiye alamamaya başlamıştım.

Saatler önce erkeklerin -benim de sevgilimin dahil olduğu o grup- iyice coşmuş, birbirlerini gaza getirerek hepimizi sahildeki geniş basketbol sahasına toplamışlardı. Açıkçası onlara akıl sır erdiremesem de Kenan'ın özellikle bana, kendini ispat etmeye çalışıyor olmasıyla dakikalar içerisinde kendimi burada bulmuştum. Bu tatlı ama bir o kadar da komik ısrarı karşısında da verebileceğim tek tepki gülmek olmuştu zaten.

Asfalt zemine çarpan basketbol topunun sesine karışan kadınların sesi, bir an yüzümü buruşturmak istememe neden olsa da kendime zar zor sahip çıkabilmiştim. Bu gecenin sonunda migrenimin tutacağına adım kadar emindim.

Bakışlarımı biraz ilerimdeki sevgilime çevirdiğimde ondan beklediğim bir performansla diğerlerinin canını okuduğuna bir kez daha şahit olmuştum. Hatta öyle ki o, elindeki koca basketbol topunu potadan geçirdiğinde bunu o kadar uzak mesafeden nasıl yaptığını anlayamayarak gözlerim hafifçe büyüdü, dudaklarım 'o' şeklini aldı. Neredeyse sahanın diğer ucundaydı!

Saatlerdir onu izliyordum ve sikeyim ki onda NBA oyuncusu performansı vardı.

"Oğlum burada bile hile yapıyorsun amına koyayım!" diyen Kılıç'a kıkırdayarak baktığımda kaşlarını çatmış, Kenan'a ters ters baktığını görmüştüm. Kenan da göğsü hızla inip kalkarken ellerini de terden yer yer ıslanmış olan saçlarından geçirip iki elini de beline yerleştirmişti.

"Beni kıskanıyorsunuz," dedi, kendinden emin bir tonda. Bir kez daha gülmeme engel olamazken karşı takımda olan Onur ve Ufuk da aynı şeyden şikayet etmeye başlamışlardı. Maç başlamadan önce Kılıç, Kenan'ın zaten müthiş oynadığını öne sürerek tüm oyuncuları kendi takımına toplamış, sadece Yiğit'in Kenan'ın takımında olmasına müsaade etmişti. Açıkçası büyük hata yaptığını söyleyebilirdim çünkü Yiğit'in de Kenan'dan geri kalır yanı yoktu. "Tüm herifleri topladın yanına hâlâ hile diyorsun, Kılıç! Siktirtme belanı." dediğinde artık gülmekten tüm yüzüm kıpkırmızı kesilmiş, zar zor nefes almaya başlamıştım. Bige'yle Olcay da tıpkı benim gibi kahkahalarla gülerken onlar da tartışmaya devam ediyorlardı. "Al şu topu, başla hadi." diyerek kolunun altına sıkıştırdığı topu Kılıç'a doğru attı ve Kılıç, havalı bir hareketle topu kavradı. Tabii bu sırada sevgilime ters bakışlar atmayı ihmal etmemişti.

Gözlerim Kenan'ı takip ederken terden sırılsıklam olmuş tişörtünü hafifçe kaldırdı ve terini sildi. Bir ara tişörtünü çıkarmaya kalkışsa da ona meşhur bakışlarımdan göndererek öyle bir şey yapmasınaengel olmuştum.

"At," dedi, potayı gösterirken kendine güvenen bir tonda. "İzin veriyorum." Kılıç, göz devirirken bakışlarını ondan uzaklaştırmadan elindeki topu potaya attı. Attığı top, filenin içerisinden geçip yerde sekerken gözlerimi irileştirerek Olcay'a baktım. O da aynı şeyi yaparak bana baktığında aynı şaşkınlıkla sahaya dönmüştük.

"At," dedi, elini hafifçe sallayarak. Kenan'ın dudakları yukarı kıvrılırken Kılıç ekledi. "İzin veriyorum bu seferlik."

Aralarındaki bu tatlı çekişme, gülmeme neden olurken herkes aynı derecede keyif alıyordu.

"Sikeceğim sizin atışmanızı," diyen Onur'un sabrı taştığında o da yere yorgunlukla çöken Ufuk'la Yiğit'in yanına oturdu. "Yorulduk artık yeto."

"Aynen öyle," dedi, Yiğit de. "Abartmayın artık."

"Kaşındı," Kenan'ın sözleri, Kılıç'ın gülmesine neden oldu. "Bu durumda bana düşeni bilirsiniz."

"Kenan," dedim, bıkkınlıkla mırıldanarak.

"Bu gece bitmez," dedi, Bige de. Bununla birlikte oturduğum yerden kalkıp telle çevrili sahaya yaklaşıp ellerimi oraya yasladım.

"Kenan!" dedim, bağırarak. Bununla birlikte hepsinin bakışları bana dönerken kızlar da gülüyordu. "Başlatma o inadına, gel buraya."

"Senin mesai bitti galiba," diyerek Kılıç, ona sataştığında göz devirdi.

"Kapa çeneni," dedi ve adımlarına yön verip bana doğru gelmeye başladı.

"Light'sın oğlum sen," Kılıç, Kenan'ın arkasından bu şekilde konuşmaya devam ettiğinde Kenan da elini sabır dilercesine iki yana hafifçe açmıştı. Onlar gülerken Kenan yanıma yaklaşmıştı bile.

"Ne oldu?" dedi, yeşil gözlerini gözlerimde kısaca gezdirerek.

"Çok terledin, hasta olacaksın," dedim, elimi tellerin arasından geçirip saçlarını geriye doğru atarak. "Uyma şunlara, gidelim artık!"

"Gidelim," diyerek beni yanılttığında diğerleri de toparlanıyordu. "Yoruldum zaten."

"Zahmet oldu," dediğimde güldü ve ben geri çekilirken o da diğerleriyle birlikte sahadan çıktı. Kızlar da ayaklanırken ben de telefonumla su şişesini alıp ona doğru küçük adımlarla ilerlemeye başladığımda aramızda çok kısa bir mesafe vardı. Yanındakilere sataşırken oldukça ısırılası duruyordu. Resmen küçücük bir çocuk gibiydi.

"Yeter bu kadar," diyerek araya girdiğimde aradaki iki adımlık mesafeyi kapatmış, elimdeki su şişesini eline tutuşturmuştum. "Amma uzattınız!"

"Senin sevgilin de rahat durmuyor ama yengecan," dediğinde Kılıç'a baktım. Sağ gözünü hafifçe kırpıp Kenan'ın elindeki su şişesini kaptı. "Onu ne yapacağız?"

"O benimdi," diyerek Kenan, ona doğru döndüğünde başımı iflah olmaz dercesine salladım.

"Artık benim," dedi, onu kışkırtarak. Bu, Kenan'ın ona dik dik bakmasına neden olurken boş şişeyi geri ona verip elindeki topu arabasının bagajına koymuştu.

"Götüne sok bunu," Kenan'ın küfürleriyle birlikte herkes dağılmaya başlarken güldüm. O küfür etmeye başladığında etrafımızdaki herkes bir anda çil yavrusu gibi dağılıyordu.

"Seni bırakmamı ister misin, Olcay?" diyen Kılıç, onu bariz bir şekilde umursamazken parlayan kara gözlerini Olcay'ın kahverengi gözlerine çevirmişti.

"Teşekkür ederim ama gerek yok," diyerek yanıtladı onu. Elindeki telefonunu ceketinin cebine koyup fermuarını çektiğinde ekledi. "Yürüyeceğim biraz."

"Beraber yürüyebiliriz istersen,"

Onun bu flörtöz tavırları kaşlarımın havalanmasına yol açarken Kenan'la birbirimize sırıtarak baktık. Olcay da bu esnada ona hafif bir şaşkınlıkla bakmıştı.

"Olur," dedi, başını sallayarak. Ardından Kılıç, bagajı kapatıp kapıları kilitlediğinde Kenan'a doğru dönmüştü.

"Eve geçince haber ver bana," diyerek onun beni kucaklamasına izin verdiğimde yanağına da bir öpücük bıraktım.

"Tamam," dedi ve ardından ekledi. "Sen de haber ver bana, telefonum açık."

"Detayı detayına istiyorum, haberin olsun!" dedim, fısıltı hâlinde. O, bana ters ters bakıp Kenan'la da vedalaştıktan sonra ikisi de sahil yolunu yürüyerek yanımızdan uzaklaşmaya başlamışlardı.

"Ne var bunların arasında?" dedim, merakla diğerlerine dönerek. Yiğit'le Bige kaşla göz arasında ortadan kaybolsalar da Ufuk'la Onur buradalardı.

"Bu oğlan bizim kıza aşık olmuş," diyen Ufuk'a baktım. Dirseklerini arabasının üst kısmına yaslamış, onların arkasından bakıyordu. "Bizimki de boş değil tabii." dediğinde güldüm.

"Olcay'ı da kaybediyoruz galiba," Onur'un söylediğiyle birlikte güldüm.

"Olcay, Kılıç'ın zamparanın teki olduğunu düşünüyor ama!"

"Yanlış düşünüyor," diyerek Kenan, konuya ilk kez dahil olduğunda ona doğru döndüm. "Olcay'dan hoşlanıyor."

"E onu anladık," dediğimde bana baktı. "Ama çok şapşal davranıyor, böyle olmaz. Kızı öpüp kendini geri çekti, şimdi de yine yakın davranıyor!"

"Biz karışmayalım sevgilim," dedi, eli belime dolanırken. "Ha yok eğer bir şey yaparsa onun a-"

Dudaklarından dökülmekte olan küfrünü, elimi ağzına kapatarak engellediğimde diğerleri güldü. "Anladım ben, yorma kendini."

Bu tavrım onu da güldürürken elimi ondan uzaklaştırıp çocuklarla vedalaştım.

"Dikkatli kullan," dedim, Ufuk'a doğru. O, beni eliyle onaylarken arabaya binip yanımızdan uzaklaştılar. Bu sırada biz de Kenan'ın arabasına doğru ilerlemeye başlamıştık.

"Bana gelmek ister misin?" dediğinde arabaya binmiştik bile. Onun bunu sorarkenki tavrı haddinden fazla flörtözken emniyet kemerimi taktım.

"Beni eve mi atmaya çalışıyorsun?" dedim, şüpheyle gözlerimi kısarak.

"Çabalamıyorum, istesem gelirsin zaten." dedi, kendinden emin bir tavırla. Bu, kaşlarımın havalanmasına neden olurken arabayı çalıştırdı.

"İstesem," dedim, onu düzelterek. "Gelirim," Bu, onun hoşuna giderken dudaklarındaki sırıtışı gizleme gereği duymadı. "Ve üzgünüm ki gelmiyorum, biriken işlerim var. Uyumayıp bütün gece onlarla uğraşacağım."

"Pekâlâ," dedi, bakışlarını bana çevirmeden önce. "Şu yemeğin telafisini yapabilir miyiz peki?" dediğinde gülmemek için yanağımın içini dişledim.

"Ne zaman?"

"Yarın akşam uygun mu?" diye sorduğunda kısa bir an düşünüp onu onayladım. "Yemekleri ben yapıyorum, evime davetlisin yani."

Sözleri, bir gülüş koyvermem için yeterli olurken açık camdan içeri giren rüzgârdan dolayı uçuşan saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdım. Resmen beni eve atmaya çalışıyordu.

"Tamam," dedim, başımı sallayarak. "Görelim marifetlerini."

"Marifetlerimi daha erken görmen için sana fırsat tanıyorum ama sen beni reddediyorsun," dediğinde sözlerinin altında yatan edepsiz imalar tenimin karıncalanmasına neden oldu. "Yarını bekleyeceksin mecbur."

"Saat gece yarısını geçince kuduruyorsun sen," diyerek bir tespitte bulunduğumda güldü. "Sapık mısın nesin?"

"Sana sapığım ben," Dudaklarımdan istemsizce bir kıkırtı döküldüğünde dudaklarında tatlı bir gülümseme oluşmuştu.

"Sizinkiler döndü mü?" dedim, merakla ona dönerek.

İki gün önce yaşanan o olayda, tahmin ettiğim üzere onların evinde bir kıyamet kopmuştu. Farah Hala eve fırtına gibi gelip önce Çağan'ı hırpalamış, bu süreç içerisinde de herkes onu sakinleştirmeye çalışmıştı. Onun bu olaylı gelişinin ardından da Balca'nın anne ve babası da olay mahallindeki yerini aldığında yaşadığım o kaosun aslında hiçbir şey olmadığını böylelikle anlamıştım.

Balca'nın anne ve babası önce Farah Hala'yı bu olaydan sorumlu tutup ardından da Çağan'a güzel bir fırça çektiklerinde Farah Hala da dahil olmak üzere babam bile Çağan'ın arkasında durmuşlardı. Bu tavırları, onun bu yaptığı şeyi savundukları anlamına gelmiyordu fakat onların bu haddinden fazla aksi tavırları gereksizdi.

"Bu sabah döndüler," dediğinde gözlerimi kısa bir an yola çevirmiştim.

"Farah Hala nasıl peki?"

"Daha sakin," diyerek beni yanıtladığında başımı iki yana sallayarak güldüm. "Bodrumdaki otelin açılışından sonra ben de gitmeyi düşünüyorum aslında."

"Diba'yı görmeye gitmiyorsun herhalde?" dediğimde güldü.

"Diba burada ya artık, sevgilim?" dedi, hatırlatma yaparak. Bu hatırlatmasıyla birlikte gözlerimi devirdim. "Kılıç'ların hastanesinde çalışıyor?"

"Başka hastane mi yok yani koskoca Trabzon'da?" dedim, alayla. "Sırf sana yakın olmak için geldi buraya, başka bir açıklaması olamaz."

"Olabilir," dediğinde ona öylece baktım. Kafayı yemiş falan olmalıydı, aksi hâlde bu cevabı kabul etmeyeceğimi biliyordu.

Bakışlarımı fark ettiği an, dudaklarından bir kıkırtı dökülürken ona dik dik bakmıştım. "Şaka yapıyorum," dedi, tekrar yola dönerken.

"Şaka yapmalısın zaten," dediğimde de hâlâ yüzünde o gıcık sırıtışı vardı. "Babaannen de niye bu kadar seviyor onu, anlamıyorum. Sevimli desen değil, kız gülmeyi unutmuş yahu! Sadece güzel o kadar."

"Çok hanımefendi," diyerek söylediklerime ekleme yaptığını sandığımda hızla ona dönmüştüm. Birazdan kendini bana parçalatacaktı. "Oturmasını kalkmasını bilen, kibar, naif, saygılı ve söylediğin gibi çok da güzel olduğu için babaannem onu beğeniyor." dediğinde ona attığım bakışlarımı fark etmiş ve sözlerine çeki düzen vermişti. "Babaannem böyle düşünüyor yani."

"O babaannen bir beni beğenmiyor," dedim, sitemle. Bununla birlikte ifadesi daha yumuşak bir hâl aldı. "Saydığın özellikleri içermiyor muyum ben?"

"Saçmalama," dedi, elini elimin üzerine koyarken. Avuçlarıma değen sıcak parmakları kalbimi yerinden hoplatırken gözlerimi kırpıştırarak ona baktım. "Sen annemleri hiç dinlemedin herhalde? Herkes sana bayılıyor, dillerinden düşmüyorsun."

"Babaannen sevmiyor ama."

"İnan bana, babaannemin ne düşündüğü umurumda değil," dedi, bakışlarını bana çevirirken. "O kolay kolay kimseden hoşlanmıyor zaten. Diba o evde büyüdü bir nevi, ona olan düşkünlüğü de bu yüzden."

"Peki," dedim, gözlerine bakarak. Trafik ışıkları onun o güzel gözlerini aydınlatıyor, yeşillerinde boğulmama neden oluyordu. "Ben olmasam," dediğimde dudakları yukarı kıvrılmış, gözlerini bayarak söyleyeceğim şeyi daha ben söylemeden anlamıştı. "Evlenir misin onunla?"

"Hayır Maran," dedi, hızla. "Evlenmezdim, evlenmeyeceğim de." diyerek keskin bir cevap verdiğinde içim kıpır kıpır olmuştu.

"Sence," dedim, ondan aldığım bu gazla devam ederek. O, bana ters bir bakış attığında omuz silktim. "Güzel mi peki?" dediğimde ona öyle bir bakmıştım ki vereceği cevabın olumlu olma ihtimali yoktu.

Onun gözleri benim mavi gözlerimde uzun uzun dolaştığında önceki soruma verdiği hızlı cevabı şimdi verememişti. "Kenan," dedim, uyarıcı bir tonda.

"Maran," dedi, trafik ışıklarını kontrol ederek. "Bir beş dakika sabret, kavga etmeden ayrılalım."

"Ha güzel yani?" dedim, hiddetle. Bununla birlikte o yoluna devam ederken, "Hayır diyemedin resmen ya, inanamıyorum sana!"

"Değil güzel falan," dedi, bu sözlerime karşılık. "Sen daha güzelsin, üstelik bunun farkındasın."

"Ben güzel olduğumu biliyorum zaten." dediğimde tatlı bakışları kısa bir an bana döndü. "Diba güzel mi?" dedim, sabırla.

"Değil," diyerek beni yanıtladığında derin bir nefes almıştım.

"Bu kadardı." dediğimde daha beş dakika geçmemesine rağmen evimin olduğu siteye giriş yapmıştık. Kapıdaki korumalar onu anında tanırken, "Çok zorlandın ama gözümden kaçtı sanma." Güldü.

"Ahiret soruların bitti mi, rahatladın mı yani?"

"Rahatladım," dedim, başımı sallayarak. "Bunu yapayım ben arada."

"Normalde de yapıyorsun aslında." diyerek bana laf soktuğu esnada patika yolu aşmıştı. Arabası evimin önünde durduğunda emniyet kemerimi çıkardım.

"Gel, kahve içelim?" diyerek ona bir teklifte bulunduğumda bakışları bana döndü.

"Eve geçip duş almam lazım, yetiştirmem gereken raporlar da var onları halledeceğim." dediğinde beni kibarca reddettiğini anlamıştım. "Seni yarın bekliyorum ama," Güldüm.

"Geleceğim," Elimi çenesine koyup yanağına tatlı bir öpücük bıraktığımda o da benim yanaklarımı öptü. "Bana güzel yemekler hazırla, beklentiyi yüksek tutuyorum çünkü."

"Sen hiç merak etme," Dudakları yanağımla olan temasını kesip dudaklarımla buluştuğunda çenesindeki parmaklarım da harekete geçmişti. "En lezzetli yemekleri benim ellerimden yiyeceksin."

"Vay," dedim, dudaklarından ayrılabildiğimde. Bu, zor da olsa başarabilmiştim. "İddialıyız da, ha?" O bu konuda iddialı olmayacaktı da ben mi olacaktım zaten?

"İddialı olup da beklentileri boşa çıkardığımı ne zaman gördün sen?" dediğinde kıkırdadım. Gerçekten öyleydi, o herhangi bir konuda kendine güveniyorsa konu kapanmış demekti.

"E sen benim için sürekli bir şeyler yapıyorsun ama," derken parmakları avucumun içerisine hayali daireler çiziyordu. "Ben de sana yemek yapayım?"

"Aman," dedi, bu sözlerime karşılık. Yeşil gözlerinde hınzır parıltılar varken göz devirdim. "Hiç gerek yok sevgilim, yorma kendini."

"Kenan," dedim, uyarıcı bir tonda. "Abartma istersen? Yemek yapmadığım, hiç mutfağa girmediğim anlamına gelmiyor!"

"Mutfakta kötü olduğunu söylediğini hatırlıyorum sanki?" dediğinde öyle bir şey söylediğimi ben de hatırlıyordum fakat mutfakta pek fazla vakit geçirmediğim için öyleydi. Onun için bir şeyler yapabilirdim sonuçta!

"Olabilir," Omuz silktim. "Senin için denerim."

Daha yeni öptüğüm dudakları, bu sözlerimle yukarı kıvrılırken parmaklarım çenesini usulca okşuyordu. "Bu güzel ellerinden zehir olsa bile yerim," dediğinde kıkırdadım. O, avuçları arasında olan ellerimi kaldırıp dudaklarına yaklaştırdığında içimdeki kelebek çırpınıyordu.

"Zehir olmayacak çünkü kendimi epey geliştireceğim," dedim, tıpkı onun gibi iddialı bir şekilde. Kaşları havalandı.

"Hadi bakalım," dedi, saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırırken. "Görelim marifetlerini."

"Gideyim artık," dediğimde gözleri dudaklarıma kısaca uğramış, istediği şeyi hemen anlamıştım fakat onun kıvranması oldukça hoşuma gidiyordu.

"Kalsaydın," dediğinde güldüm.

"Sabaha kadar bu arabanın içinde böyle oturacak mıyız?" Omuz silkti.

"Kulağa kötü bir fikir gibi gelmiyor," Başımı hafifçe iki yana sallayıp ondan uzaklaştığımda ellerimi bırakmaya niyeti yok gibiydi.

"Kenan," dedim, gülerek.

"Ne?" dedi, o da aynı tonda. Ardından birkaç saniye gözlerime baktığında, "Tamam tamam," Elleri arasındaki ellerimi dakikalar sonra bıraktığında önce boşluğa düşsem de önünde bulunduğum evime girmem için bunun gerekli olduğunu biliyordum.

"İyi geceler,"

"İyi geceler sevgilim," dedi, yumuşacık bir sesle. "Rüyanda beni gör."

Bu sözü beni güldürürken nihayet yanından ayrılıp arabadan inebilmiştim. Eminim biraz daha kalsaydım söylediği üzere sabaha kadar o arabanın içerisinde oturabilirdik.

Ben, ceketimin cebinden evin anahtarını çıkarırken de hâlâ oradaydı. Ben eve girene kadar da arabasının sesini duymamış, ancak eve girdiğimde o güçlü motor sesi kulaklarıma ulaşmıştı. Elimdeki anahtarı portmantoya bırakıp merdivenlere ilerlerken üzerimdeki koşu ceketimi çıkarmaya koyulmuştum bile.

Rahat bir uyku çekmeden önceki hedefim güzel bir duş almak olacaktı.

🧸🧸🧸

Dikiz aynasından kendimi son bir kez daha kontrol ettiğimde gayet iyi göründüğüme kanaat getirerek elimdeki ruju çantama attım. Ardından dalgalı saçlarımı da elimle düzeltip yan koltukta duran çantamla, az önce aldığım şarap şişesini elime almıştım.

Yaklaşık iki saat önce okuldan ayrılıp hemen eve geçmiş ve işlerimi hallederek Kenan'ın evine gitmek üzere tekrar evden çıkmıştım. Bu esnada da o beni hiç aramamış, gayet kendinden emin bir şekilde geleceğime inanmış olmalıydı. Onun bu kendine güvenen tavırları oldukça hoşuma gidiyordu ve ben buna engel olamıyordum. Bir erkekte aradığım tüm özellikler onda toplanmış gibiydi.

Arabadan inip kapıları kilitlediğimde anahtarı da çantamın içerisine atmış ve patika yolu birkaç küçük adımla bitirirerek kapısına tırmanan basamakları çıkmıştım. Beyaz ahşap kapının önünde durduğumda içeriden kısık bir tonda yükselen müzik sesini çok net duyabiliyordum.

Elimi kaldırıp kapıyı çaldım ve kapının onun tarafından açılmasını bekledim. Bu, çok uzun süreli bir bekleyiş olmazken kısa bir an onun kapıda beklediğini bile düşünmüştüm.

Yeşil gözleriyle direkt olarak temasa geçtiğimde dudakları keyifle yukarı kıvrılmıştı. "Hoş geldin," dediğinde aynı gülümseme benim dudaklarımda oluştu.

"Hoş buldum," dedim, aynı sevecenlikle. Ardından elimdeki şarap şişesini hafifçe havaya kaldırdığımda, "Bize şarap aldım."

"Niye zahmet ettin?" derken geçmem için yana doğru çekilmiş, ona uzattığım şişeyi aldığında da açtığı yoldan içeri geçmiştim. İçeri doğru adımımı attığım an güzel kokular beni karşılarken arkamdan kapıyı kapattı.

"Feci kokular geliyor," dedim, büyülenmiş bir tonda. İlk dakikadan bana bu sözleri sarf ettirmesi de onun bir başarısıydı. "Ne yaptın?"

Sözlerim onu güldürürken peşimden geldiğini biliyordum. Adımlarımı önce salona, ardından da mutfağa yönelttiğimde aldığım kokular yoğunlaşmış, derin bir iç çekmeme neden olmuştu. O, elindeki şişeyi ada tezgâhın üzerine bıraktığında hazırlamış olduğu masaya da kısa bir göz atmayı ihmal etmemiştim. Hâlâ bir şeylerle uğraşsa da gayet temiz çalışmış, müthiş bir masa hazırlamıştı.

"Seni gerçekten alacağım ben galiba," dediğimde yeşil gözlerinin odağı olmuştum. "Söylediklerimi yutacağımı biliyordum." dedim, mırıldanarak.

"Benim bunun için hazır olduğumu biliyorsun zaten," dediğinde güldüm.

"Bir kere de naz yap be adam," dedim, adımlarımı ona doğru yöneltirken. Dakikalardır burnuma gelen kokuların kaynağı fırın olurken onu es geçip oraya ilerledim. "Of," Fırında pişen ve oldukça güzel görünen yemek iştahımı açarken başımı ona doğru çevirdim. O, çıkardığı buzları kovaya boşaltırken onun bu kadar kusursuz olması hâlâ imkansız gibi geliyordu. "Oyun karakteri gibisin." Kıkırdadı.

"Niye öyle söyledin?" dedi, merakla. O, getirdiğim şarabı buz dolu kovaya koyduğunda onu izliyordum.

"Senin gibi erkek kalmadı da ondan," dedim, kalçamı tezgaha yaslarken. "Türünün son örneğisin."

"Ve sen beni kaptın," dediğinde başımı ağırca salladım. O yanıma yanaşıp ellerini belime doladığı an o güzel kokusu burnuma doldu. Geçen gün ona çok beğenerek aldığım o gömleği giymiş, üzerinde tahmin ettiğim üzere çok güzel durmuştu. Keten, beyaz bir gömlekti ve ben, bunu görür görmez ona nasıl yakışacağını düşünmüştüm.

"Öyle oldu galiba," derken kollarımı onun boynuna dolamış ve yanağına bir öpücük bırakmıştım. "Aldım seni." Parmaklarım ensesindeki saçları bulurken yüzünü yüzüme doğru yaklaştırmış, burnu burnuma hafifçe sürtmüştü.

"Öpeyim mi bir kere?" dedi, oldukça masum bir şekilde. Bu, alt dudağımı hafifçe dişlememe neden olurken dudaklarımdan bir kıkırtının düşmesine engel olamamıştım.

"İzin mi alıyorsun?" dedim, sahte bir şaşkınlıkla. "Sevgilime ne yaptın?"

"Sevgilini birkaç saatliğine bodruma kilitledim," diyerek beni yanıtladığında yeşil gözleri yoğunlukla gözlerimde dolaşıyordu. "Bu gece yanlış yapmaya çok müsaitti çünkü." dediğinde bedenim, tezgâhla onun bedeni arasında sıkışıp kalmıştı.

Gözlerim, pembemsi dudaklarına kayarken boynuna dolamış olduğum ellerimle onu hafifçe kendime doğru çekmiştim. "Ne gibi bir yanlıştan bahsediyorsun?"

Gözleri dudaklarıma düşerken ona fırsat vermeden dudaklarına bir öpücük bırakmıştım. Dudaklarımızın arasından çıkan ses, ikimizi de daha çok baştan çıkarırken bu sefer o dudaklarıma doğru atılmıştı fakat çalan telefonum, onun önünde bir engel oluşturmuştu.

Kulaklarıma ulaşan telefonumun melodisiyle birlikte onun birazdan küfür etmeye başlayacağını anlayarak yanağımın içini dişledim. Fakat o benim tahminlerimin aksine küfür etmemiş, sadece göz devirmekle yetinerek benden uzaklaşmıştı.

Ellerinin bedenimle olan teması kesilirken o, fırına yöneldi. Ben de içten içe küfrederek pantolonumun arka cebinden telefonumu çıkarmıştım bu esnada.

Yanıp sönen ekranda gördüğüm isimle birlikte aramasını yanıtlayıp telefonu kulağıma yasladım. Babamdı. "Efendim baba?"

Kenan'ın yeşil gözlerini üzerimde hissederken, "Neredesin, Ahu?" diyen sesini duymuştum.

"Kenan'layım," diyerek onu yanıtladığımda iyi mi kötü mü yapmıştım bilmiyordum fakat yalan söylemediğim için mutlu olması gerekiyordu. "Yemek yiyeceğiz beraber,"

"Benim niye haberim yok?"

"Adnan Reis, abarttın sen de ama artık." diyerek çıkıştığımda arkadan annemin sesini duymuştum.

"Annen yemeğe çağırıyordu seni," dedi, daha sevecen bir tonda. "O yüzden aradım."

"Daha hızlı davransaydınız şu an beraber olabilirdik," dediğimde güldü. "Ama maalesef bu hakka Kenan sahip oldu, üzgünüm."

"Problem yok, keyfine bak ama eve geç kalma." diyerek yine Adnan Kaya'lığını konuşturduğunda görecekmiş gibi başımı salladım. "Hafta sonu gelirsin sen de, telafi ederiz."

"Olur," dedim, yerimden hareketlenirken.

"Kenan'ı da çağır, hafta sonu yemek yiyelim beraber." diyerek bir teklifte bulunduğunda şaşkınlıkla kaşlarım havalandı.

"Vay," dedim, aynı şaşkınlıkla. "Adnan Bey'le mi görüşüyorum?" Güldü.

"Hemen bu fikirden vazgeçebilirim?" dediğinde güldüm.

"Hayır hayır," dedim, hızla. "Geliriz tabii, seve seve kabul eder o da."

"Harika," dedi, keyifle. Bu kadar keyifli olmasını, annemle baş başa bir yemek yiyecek olmasına bağlıyordum. "Afiyet olsun size, iyi eğlenceler."

"Sağ ol babiş," dedim ve ardından ekledim. "Size de afiyet olsun, öpüyorum kocaman."

Onunla olan telefon konuşmam saniyeler içinde sonlanırken telefonumu kapatıp ada tezgâhın üzerine bıraktım. Bu esnada Kenan da fırından çıkardığı yemekle meşguldü.

"Hissetti herhalde?" dedi, alıngan bir tonda. Kıkırdadım.

"E babamı tanımıyorsun sen hâlâ," dediğimde omzu üzerinden bana bir bakış attı. "Seni bu hafta sonu yemeğe davet ediyor."

"Tuhaf," dedi, şaşırmış bir şekilde. "Son akşam yemeğim olmayacağına emin olmam gerekiyor öncesinde."

"Babam seni çok seviyor merak etme, hiçbir şey olmaz." Ellerimi ada tezgâha yaslayıp gözlerimi etrafta gezdirdiğimde dakikalardır ortalıkta görünmeyen Azman aklıma gelmişti. "Oğluşun nerelerde?"

"Annemlerde, Bige götürdü onu." derken bana doğru dönmüştü. "Otursana," dedi, masayı göstererek.

"Yardım edebileceğim bir şey yok mu?"

"Hayır, otur sen." dediğinde masaya doğru ilerleyip söylediği gibi masadaki yerimi almıştım.

"Tatlı da yaptın mı bana?" dedim, elimi çeneme yaslarken. Güldü.

"Tatlı sensin," Bu sözleri gözlerimi bayarak gülmeme neden olurken o servis yapmaya başlamıştı.

"Çok arıyor musun bu lafları?" Cıkladı.

"Üzerine çok düşünmüyorum."

O, servis yapıp daha sonrasında da önce benim kadehimi ardından da kendi kadehini doldurduğunda da gözlerim onun üzerindeydi. Mutfakta adeta bir şef titizliğinde çalışıyor, kötü olabilecek hiçbir şeye ihtimal bile vermemeye çalışıyordu. Üstelik bunu başarıyordu da.

Son olarak kendi kadehini doldurup tam karşımdaki yerine oturduğunda gözlerimi onun üzerinden çekmek zorunda kaldım. "Bak bakalım, beğenecek misin?"

Önümdeki çatal bıçağa uzanırken, "Sen hep böyle İtalyan mutfağından gidip kalbimi mi çalacaksın?" dedim, tabağımda iştah açıcı bir şekilde duran makarnaya bakarak.

"Sen seviyorsun," dediğinde başımı kaldırıp ona baktım.

"Ben Türk mutfağını daha çok seviyorum ama," dedim, gıcıklık yaparak. Bunu fark etmiş olacak ki bir kez daha güldü. Bu esnada da tekrar tabağıma dönmüştüm. "Bir mantı aç da öyle görelim marifetlerini."

"Sıkıntı yok benim için,"

Bu iddialı sözlerine karşılık bıçak yardımıyla kestiğim lokmayı ağzıma attığımda ne kadar aç olduğumu tam o an fark etmiştim. Yaptığı yemeği daha önce birçok kez, birçok yerde yemiş, hatta asıl yerine gidip bile tatmıştım fakat bu nasıl oluyordu da onun yaptığı yemek daha lezzetli oluyordu?

"Of," İlk tepkim bu olurken elimdeki bıçağı tekrar harekete geçirmiştim bile.

"Beğendin mi?" Ona ciddi misin der gibi baktm.

"Deli misin?" dedim, yeşil gözlerine bakarak. "Bayıldım, harika olmuş." Başımı hafifçe iki yana salladım. "Orijinalinden daha iyi yapmayı nasıl başardın?"

Bu sözlerimle birlikte erkeksi kıkırtısı kulaklarıma ulaştığında o benim aksime gayet yavaş gidiyordu. "Sana, otelin mutfağında çalıştığımı söylemiştim."

"Evet söylemiştim ama ben seni basit bir çırak sanıyordum," dediğimde ona ne kadar haksızlık ettiğimi anlamıştım. Daha önce de bana mutfaktaki yeteneklerini göstermişti fakat şu an bambaşkaydı. "Neden aşçılık okumayıp da işkolik bir plaza adamı oldun anlamıyorum."

"Babam böyle olmasını istedi çünkü," diyerek beni yanıtladığında kadehime doğru uzanmıştım. "Ben aslında tıp okumak istiyordum ama o karşı çıktı." dediğinde ilk kez ondan duyduğum bu bilgi, kaşlarımın havalanmasına neden oldu.

"Gerçekten mi?" dedim, hayretle. O, beni başıyla onaylarken şarabımdan bir yudum almıştım.

"Annem çok destekliyordu ama babamın istekleri daha önemliydi tabii," dedi, gülerek.

"Neden karşı çıktı ki?" diyerek meraklı bir tavır takındığımda her geçen gün onun farklı yanlarını tanıyordum.

"Şirketin başına geçmemiz için böyle istedi," dedi, büyük bir ilgiyle beni yanıtlayarak. "Abim ona karşı çok direnmedi ama benimle bu konuda bayağı uğraştı diyebilirim."

Bu sözleri, dudaklarımın yukarı kıvrılmasına neden olurken bu konuda babasına ne kadar kırgın olduğunu fark etmiştim fakat şu an dudaklarındaki tatlı gülümsemesi, artık bunun bir öneminin olmadığını söylüyordu.

"Ne yaptın?" Omuz silkti.

"Sınava hazırlandım, kazandım da." dediğinde konu beni iyice içine çekmiş, elimi çeneme yaslayarak onu dinlemeye koyulmuştum. "O, ekonomi kazandığımı sanarken ben gidip tıp fakültesine kaydımı yaptırmıştım bile."

Söyledikleri dudaklarımdan bir kahkahanın dökülmesine neden olurken evinin duvarları benim bu melodik kahkahama şahit olmuştu. "Şaka yapıyorsun?" Başını iki yana salladı.

"Babam da bunu tercih ederdi ama hayır, şaka falan değil." dedi, tıpkı benim dudaklarımdaki gülüşün aynısı onun dudaklarında asılı kalırken. "Sadece birkaç ay onu kandırabilmiştim, sonrasında bir gün beni fakülteden çıkarken yakaladı." diyerek en heyecan verici kısma değindiğinde dişlerimi hafifçe alt dudağıma geçirdim. "Zaten bir gün öğreneceğini bildiğimden çok şaşırmamıştım ama o gün ondan çok güzel bir dayak yediğimi hatırlıyorum."

"Ya," dedim, sol tarafım hafifçe sızlarken. Elimi ona doğru uzatıp yanağını hafifçe okşadığımda kalbim, daha gencecik olan Kenan için üzüntüyle burkulmuştu. "Kıyamam sana." Elini elimin üzerine koyup parmaklarımızı kenetlediğinde dudaklarımda buruk bir gülümseme vardı. "Devam ettin mi sonra?"

"Kolay kolay vazgeçmem biliyorsun," dediğinde bu arsızlığı karşısında gözlerimi devirmiştim. "En sonunda pes etmek zorunda kaldım, tekrar sınava hazırlandım falan." dedi, geçiştirircesine.

"Keşke kendi istediğini yapsaydın," dedim, onun bu gerçekleştiremediği masum isteğine karşılık. "Turgay amcaya kızdım şu an."

"Neden İtalya'ya gittim sanıyorsun?" dediğinde zihnimde tüm parçalar birleşmişti. "Üniversiteyi bitirip kaçarcasına gittim, uzun bir süre de buraya gelmemiştim."

"Eğer okusaydın şu an Kılıç gibi intern bir doktor olacaktın," diyerek çıkarımda bulunduğumda yeşil harelerindeki kırgınlığı çok net görmüştüm.

"Onun yerine işkolik bir plaza adamı olmayı tercih ettim." dediğinde benim taklidimi yapması hafifçe gülmemi sağladı.

"Oraya çok yakışıyorsun ama onu ne yapacağız?" dedim, elimdeki kadehi hafifçe onun kadehine tokuştururken. "Ben plaza adamlarından hoşlanıyorum zaten," dediğimde kaşları havalandı, yeşil gözlerini gözlerime dikti.

"Ya?" dedi, tehlikeli bir tınıda. "Neden bundan haberim yok?"

"Sadece senden hoşlanıyorum, merak etme." dediğimde o bakışları olduğu yerdeydi. Sanırım onun dikkatini dağıtmaya çabalarken yanlış bir şey yapmıştım. "Başka yakışıklı plaza adamı tanımıyorum ki,"

"Ha tanısan,"

"Ben susayım bence," dedim, sözünü keserek. "Sen en iyisi bana daha bilmediğim neler var onları anlat." dediğimde çatalımı elime tutuşturmuştu. Ondan aldığım bu sinyalle birlikte tekrar tabağıma dönerken aynı zamanda tüm dikkatim de ondaydı.

"Neyi merak ediyorsun?" dedi, bitirdiğim kadehimi doldururken.

"Bilmem," dedim, düşünür gibi. "Ne zaman sigaraya başladın mesela? İlk aşkın, ilk öpücüğün falan işte.. Beni daha çok şaşırtacakmışsın gibi geliyor." dediğimde güldü.

"İlk öpücüğümü anlatırken dayanabilecek misin?" Ona dik dik baktım.

"Çok ayrıntıya girmeme şartıyla," dedim ve ardından hızla ekledim. "En iyisi sen ne zaman sigaraya başladığını anlat."

"Lisede başlamıştım," diyerek beni yanıtladığında bir yandan yemeğimi yiyor, bir yandan onu dinliyordum. "Lise ikideydim galiba başladığımda.. İlk annem öğrenmişti zaten, çok üzülmüştü." dediğinde gülümsedim.

"Nasıl öğrendi ki?"

"Balkonda içerken yakaladı." Güldüm.

"Sen de hiç profesyonel değilmişsin ama!" dedim, elimi hafifçe sallayarak. "Sürekli yakalatmışsın kendini." Bu söylediğime tıpkı benim gibi güldüğünde kadehine doğru uzandı.

"Çocuktum işte," dedi, umursamazca. "Zaten o öğrendiğinde babam onun bu melankolik hâllerini fark edip onu köşeye sıkıştırdı, böylelikle yine babamla ufak bir takışmamız oldu."

"Ufak bir takışmadan ilerisidir eminim ki," dediğimde güldü.

"Babam da annem de hoşlanmaz böyle şeylerden," diyerek açıklama yaptığında yeşil gözlerini bana çevirmişti. "Yanlarına gideceksem sigara içmemeye özen gösteririm, eğer içmişsem de salona adım attığım an bunu fark ederler zaten." dedi ve gözlerini gözlerime sabitlerken ekledi. "Sen ne zaman başladın?"

Bu sorusuyla birlikte kısa bir an düşünüyormuş gibi yaptım. "Ben de galiba lisede başlamıştım," dedim, uzun bir aradan sonra. "Babam öğrendiğinde karşılıklı içmiştik."

Bu söylediğim onu güldürürken kaşları hafifçe çatıldı. "Şaka yapıyorsun?"

"Şaka yapmıyorum," dedim, sırıtarak. "Çok kızmıştı ama biliyorsun, ben nadir içiyorum zaten. Yanında hâlâ içmemeye dikkat ederim, o da bu konuda çok hassastır."

"Kendisi de içiyor ama,"

"Evet ama biricik kızının içmesini hoş karşılamıyor yine de." Elimdeki bıçağı ona doğru hafifçe salladım. "Ee," dedim, kirpiklerimin altından ona bir bakış atarken. "Kimi öptün, anlat bakayım. Kim bu şanssız kız?" Şanssızdı çünkü benim gazabıma uğrayacaktı.

Bu sorumla birlikte elindeki kadehi bıraktığında gözlerim onun üzerindeydi. Onun da gözleri benim üzerimdeyken beni yanıtladı. "O da lisedeydi," diyerek beni kısaca yanıtladığında durup ona baktım.

"Kız kim?" dedim, meraklı bir tavırla. Güldü.

"Tanıdığını sanmıyorum, kendisi şu an yurt dışında yaşıyor, üstelik evli." diyerek de birazdan geçireceğim olası sinir krizini engellemişti. "Çocuğu da var."

"Görüşüyorsunuz yani?" dediğimde omuz silkti.

"İtalya'dan dönerken tesadüfen havalimanında karşılaşmıştık sadece," dedi, kısaca. "Eminim bunu hatırlamıyordur bile, o yüzden boşu boşuna kurulma, sevgilim." Tek kaşımı kaldırdım.

"Ama sen hatırlıyorsun?" Elini ne var dercesine salladı.

"İlk öpücüğüm çünkü,"

"Böyle şeyleri kızlar önemsiyor sanıyordum ben," dediğimde bana tatlı bir bakış attı.

"Çocuktum, Maran." dedi, dudakları yukarı kıvrılırken.

"Beni ilgilendirmiyor çocuk olup olmadığın."

"Birtanem sen soruyorsun ben cevaplıyorum işte," dedi, deliymişim gibi bakarak. "Yine suçlu ben oluyorum, nasıl iş bu?"

"Tamam tamam," dedim, tekrar çatalımı elime alırken. "Bir şey demedim." Ona tripli bir bakış attım. "Sen sormayacak mısın?"

O, neyden bahsettiğimi anlayarak kaşlarını hafifçe çattığında dudaklarım yukarı doğru hareketlendi. Bana diyordu ama kendisi daha büyük bir tepki verecekti.

"Merak etmiyorum," dediğinde ona teessüf eder gibi baktım. "Hangi lavuğu öptün?"

Dayanamayarak sorduğu soru, kıkırdamama neden olurken yeşil gözlerindeki ateş yanmaya başlamıştı bile. "Lisede bir sevgilim vardı," dediğimde kaşları mümkünmüş gibi daha da çatıldı. Üstelik henüz hiçbir şey söylememiştim! "Bir gün okula gitmedim diye yalıya kadar gelmişti ama senin kadar profesyonel değildi, babama yakalanmıştı. Üstelik ilk öpücüğümü verirken babama yakalanmıştık, düşünebiliyor musun?"

"İyi olmuş," dediğinde onun bu hâline güldüm. "Hani senin hiç sevgilin olmamıştı, kimseye daha önce aşık olmamıştın falan? Kimi kandırıyorsun sen?"

"Takılıyorduk öyle," Elimi onu geçiştirircesine salladım. "Ne demiştin.. Hah, çocuktum işte!"

İğneleyici sözlerim, onun kirpiklerinin altından bana bir bakış atmasına neden olurken dudaklarımda geniş bir gülümseme vardı.

"E sen devam et bakalım," dedi, yemeğine dönerken. "Daha neler öğreneceğim acaba?"

"Ne anlatmamı istersin?"

"İlişkilerini," diyerek beni yanıtladığında hınzır bir şekilde gülümsedim.

"Emin misin?"

"Maran," dedi, uzatarak.

"Tamam tamam," dediğimde bana ters ters bakıyordu. Onun bu bakışlarından keyif alarak kadehimi alıp arkama yaslandığımda, "Hangisinden başlasam ki?"

"Sinan'la olayınız ne tam olarak?" dedi, merakla. Az önceki o bakışları gitmiş, sadece kaşları ilgili bir tavırla çatılmıştı.

"Aşıktı bana," dedim, kolumu sandalyeye yaslayıp rahat bir tavır takınırken. "Biliyorsun, bana aşık olmayan yok zaten."

"Bilmiyorum Maran," dedi, hemen terslenerek. "Başka kim aşık sana?" Kaşlarımı kaldırdım.

"Sen?" Bu söylediğim kaşlarının daha normal bir hâl almasına neden oldu.

"Sen bana aşık değilsin yani?" dediğinde durdum. "Sen değilsin ama ben sana aşığım, öyle mi?" dedi, gülerek.

"Hiç aşık olmadım ki," dedim, gözlerine bakarak. "Nasıl olur bilmiyorum ama eğer söylediğin gibi o kelebek teorisi doğruysa," dediğimde ikimiz de hatırladığımız bu diyalogla birlikte güldük. İlk tanıştığımız dönem, birbirimizi doğru düzgün tanımak için bir şeyler içmeye çıktığımızda aramızda geçen tatlı bir konuşmaydı bu. "Vallahi kelebeklerin anasını bile sikiyorum ben."

Böyle bir şeyin ardından söylediğim aşırı romantik (!) sözler, onun dudaklarından tatlı bir kahkahanın dökülmesine neden olurken çenem gülümsemekten ağrımaya başlamıştı.

"Çok romantiksin," dediğinde elimi hafifçe kaldırdım.

"E sevgilim kim?" Başını iflah olmazsın dercesine iki yana hafifçe salladığında bu itirafımdan hoşnut gibi duruyordu.

"Üzerine biraz daha çalışmalısın," dedi, elini çenesine yaslarken. "Biraz daha törpülersen olacak bu iş."

"Bak bak bak," dedim, gülerek. "Sen onu da yapmadın, ne konuşuyorsun?"

"Aşk itirafı mı istiyorsun?" Dudağımı büzüp omuz silktim.

"Neden olmasın?" dedim, şarabımdan bir yudum almadan hemen önce. "Neyim eksik benim diğer kızlardan?"

"Fazlan var," Elini uzatıp oturduğum sandalyeyi kendine doğru çektiğinde dudaklarımdan küçük bir çığlık koptu. Bu beklemediğim hareketiyle birlikte beklemediği bir tepki verdiğimde birkaç saniye bana bakıp ardından güldü. "Ne bağırıyorsun, Maran?"

"Korktum düşeceğim diye," dediğimde boş kadehimi masaya koyup iyice ona yanaştım. O, bundan hoşnut bir şekilde elini çıplak belime sararken çenemi omzuna yaslayıp yeşil gözlerine daha yakından baktım. Basit bir renkti fakat öyle yoğun bakıyordu ki düz bir renk için bile içinizdeki kelebekler halaya duruyordu. "Bak," dedim, elimi kaldırıp ona göstererek. "Gözlerinin renginde oje sürdüm, güzel olmuş mu?"

Yeşil gözleri ellerime düşerken boşta olan eliyle onun elinin yanında küçücük kalan elimi avucuna hapsetti. "Çok güzel olmuş," dedi, ilgiyle. Baş parmağı nabzımın attığı yeri hafifçe okşarken elimi göğsüne yasladım. "Anlat, dinliyorum."

"Neyi?" dedim, anlamamazlıktan gelerek.

"Sinan'ı." Gözlerimi kıstım.

"Taktın sen bu herife," dedim, ellerimi ensesindeki saçlara koyarak. "Boşver işte, neyi merak ediyorsun ki?"

"Neden hâlâ peşinde dolandığını merak ediyorum?" dediğinde omuzlarımı kaldırıp indirdim.

"Takıntılı," dedim, umursamazca. "Benimle birlikte olsaydı Didem'i takıntı yapıp ona gitmek isteyecekti.. Öyle biri."

"Didem kim?" Çenemi omzundan çekerken okyanus kokusu hâlâ burnumdaydı.

"Sen tanımıyorsun tabii," dedim ve ardından meraklı bakışları eşliğinde ekledim. "Didem, bizim okuldan. Olcay'larla beraber takılıyorduk ama en başından beri ne o beni sever ne de ben onu!" Göz devirdim. "Sinan'la birlikteyken Didem'in gözü hep ondaydı, ben de bunun farkındaydım. Tabii bunun karşılıklı olduğunu ilk ben anlamıştım ve daha aralarında bir şey geçmeden ondan ayrılmıştım." dediğimde saçlarımın uçlarını okşadığını hissediyordum. "Açıkçası onunla birlikte olma sebebim biraz da kendimi düşünmemdi.. Mantık evliliği istiyordum ve onunla olmanın en mantıksız karar olduğunu sonradan anladım." dediğimde güldü.

"Bunu ilk defa duyuyorum senden," dedi, sesinde yakaladığım o meraklı tınıyla. "Mantık evliliği ha?" Başımı salladım.

"Aşk bitince ne olacak?" dedim, sorgulayan bakışlarla. "Tabii ki mantık evliliği düşünüyorum."

"Aşkın biteceğini nereden çıkardın?" derken boş kadehlerimizi doldurmaya koyulmuştu. "Sen gerçekten çok dizi izliyorsun galiba?" Kıkırdadım.

"Aradaki sevgiyi, saygıyı yitirince söz konusu aşkın bir anlamı kalmıyor," dediğimde doldurduğu kadehi elime almıştım. "O yüzden anlaşmalı evlilik, çocuk da yok."

"Çocuk istiyorsun sanıyordum," dediğinde durdum.

"Evet ama daha elini tutmadığım herifle çocuk da yapamam," dediğimde bir kez daha gülmek zorunda kalmıştı. Bu gece onu çok fazla güldürmüştüm. "Ten uyumu denen bir şey var herhalde." dedim, onun gülen yüzüne bakarak. "Onu da bir seninle yakaladım," Gömleğinin sardığı göğsünü hafifçe okşarken, "Galiba çocuk yapacağız." Kaşları havalandı.

"3-4 taneyi kabul ediyorsan," Hafifçe göğsüne vurdum gülerek.

"3-4 tane çocuğa nasıl bakacaksın?" dedim, hayretle. "Hepsinin ayrı bir isteği, ayrı bir sorunu olacak. Sıkılmayacak mısın hiç.. ya da ne bileyim, keşken olmayacak mı?"

"Maran," dedi, yumuşak bir tonda. Gözlerim onun yoğunlukla kavrulan bakışlarında ezilirken, "Benim en büyük hayalim bir aile kurabilmek." dediğinde eli yüzümü avuçlamıştı. Kalbim hızla göğüs kafesime çarparken burunlarımız birbirine hafifçe sürttü. "Sevdiğim kadınla," derken dudaklarımı yumuşakça kavradı. O an gözlerim kapanırken tatlı öpücüğünün bünyemde bıraktığı etkisiyle başa çıkmaya çalışıyordum. Tabii bunun yanında sarf ettiği kelimeler de vardı. "Ona benzeyen küçük bir kız çocuğu,"

İçtiği şarabın tadını dudaklarından bir kez daha aldığımda bu söylediği şeyler birazdan masaya yığılmama neden olacaktı. Açık açık bana söylemese de dolaylı yoldan bunu yapıyordu ve farkında olduğumu biliyordu.

Onun o güzel dudakları bir kez daha aralandığında buna hazır hissetmiyordum. Ne söyleyecekti?

Kalbim heyecanla ve bir o kadar da korkuyla kasılırken tam o an istediğim bir şey olmuş, ada tezgahın üzerine bıraktığım telefonum çalmaya başlamıştı. Bu, kurtarıcım olurken dudaklarım arasından usulca vermiş olduğum nefes onun yumuşacık dudaklarına çarptı.

"Özür dilerim," dedim, ondan aceleyle uzaklaşarak. Bu, bugün ikinci kez yaşanmıştı ve artık bozulmaya başladığını görebiliyordum. Fakat şu an onun söyleyeceği şeylerden dolayı bu durumdan ne yazık ki memnundum.

"Sorun değil, keyfine bak." dedi, ben yanından kalkarken. Ona arkamı dönüp tezgâha doğru ilerlerken göz ucuyla onun da yerinden kalktığını görmüştüm fakat umursamayıp derin bir nefesi içime çekmeye çalıştım.

Şu an beni bu durumdan kurtaran telefonumdu ve beni arayan kişiye minettardım.

Telefonumu elime alıp yanıp sönen ekrana bir bakış attım. Olcay'dı. "Efendim, Olcay?" dedim, boğazımı temizleyip. Onun burnunu çektiğini duyduğumda kaşlarım hızla çatıldı.

"Maran," dedi, ağlamaklı bir sesle. Bu, az önceki tüm hislerimi bir kenara bırakmama neden olurken bu sefer kalbim onun için endişeyle çarpmaya başladı.

"Ne oldu?" dedim, telaşla. Bununla birlikte kendisine bir sigara yakmış olan Kenan'ın bakışları beni buldu. "Niye ağlıyorsun sen?"

"Babamla tartıştık," derken dudakları arasından bir hıçkırık döküldü. "Yanıma gelir misin? Çok ihtiyacım var sana."

Bu sözleriyle birlikte hiç düşünmeden, "Gelirim tabii ki! Neredesin sen?" dediğimde telefonun diğer ucundan hıçkırık sesini bir kez daha duymuştum.

"Sahilde," diyerek beni yanıtladığında çatık kaşlarım çoktan gevşemişti. O çoğunlukla her şeyi içinde yaşayan bir kız olsa da söz konusu babası olunca her şey değişiveriyordu. O hiç ağlamayan kızı kimse susturamıyordu.

"Geliyorum hemen, ayrılma oradan."

Onun bir şey söylemesini beklemeden telefonu kapattığımda Ufuk'a kısa bir mesaj atmıştım. En azından o, sahile yakın bir yerde oturuyordu ve benden önce onun yanına varabilirdi.

Ufuk'a mesaj atıp telefonumu pantolonumun cebine koyduğumda Kenan da kalçasını tezgâha yaslamış, sigarasını içerek beni izliyordu.

"Bir sorun mu var?" dedi, ilgiyle.

"Olcay'ın sesi iyi gelmiyordu," derken az önce yaşadığımız andan dolayı gözlerine uzun uzun bakamıyordum. "Tüm geceyi mahvettim ama gitmem gerek." dedim, ona mahcup bir ifadeyle bakarak. Yeşil gözleri bundan memnun olmadığını belli edercesine gözlerimde birkaç saniye gezinirken dudakları farklı şeyler söylemişti.

"Problem değil," dedi, bir kez daha. Fakat problem olduğunu görüyordum. "Haber ver bana da merak ederim." dediğinde çoktan aramızdaki mesafeyi kapatıp yanağına bir öpücük bırakmıştım.

"Özür dilerim gerçekten, bunu telafi edeceğim." Bu sözlerime karşılık hafifçe güldü.

"Bu yemek bir telafi yemeğiydi zaten," diyerek sigarasını söndürdüğünde alındığını anlamam için çıkarım yapmama gerek kalmamıştı. "Düşünme bunu şimdi, git sen. Bir önemi yok sonuçta."

"Kusura bakma," dedim, çantamı omzuma takarken. Yeşil harelerine son kez baktığımda orada daha önce görmediğim duyguları görmüştüm. "Gerçekten özür dilerim."

"Özür falan dileme," dedi, başını hafifçe iki yana sallayarak. Ona öylece baktığımı görünce, "Git hadi, Maran."

Elimi kaldırıp yanağına yerleştirdim ve yanından ayrılmadan önce son kez o güzel dudaklarını öptüm. "Görüşürüz."

"Dikkatli git."

Onu orada bırakarak hızla önce yanından ardından da evden çıktığımda kalbim hâlâ deli gibi çarpıyordu. Hâlâ derin nefesler alıyor, hafifçe titreyen ellerimi görmezden gelmeye çalışıyordum.

Eğer telefonum çalmasa bana ne söyleyecekti? Bir yandan bunun cevabını deli gibi merak ediyor ama bir yandan da bunu merak eden kalbimi görmezden geliyordum.

Belki de düşündüğüm şeyi yapacaktı?

Yapar mıydı?

Bilmiyordum.

Arabama binip emniyet kemerimi taktığımda aklım hâlâ bu düşüncelerle boğuşuyordu. Gözlerim, sol tarafımdaki aynaya kayarken evin ışıkları bir anda sönmüştü.

Omuzlarım çökerken arabayı çalıştırıp bahçeden çıktım. Bir de tüm bunların yanında onun gönlünü almak için canla başla uğraşmam gerekiyordu. Açıkçası bu tepkisinde haklıydı da, onca saat benim için uğraşmıştı fakat benim ona ayırdığım zaman yarım saat gibi bir süreden ibaretti.

Bunu söylemekten hoşlanmıyordum ama bir yandan da onu ekmiş olmam işime gelmişti. Eğer Olcay aramasaydı belki de duymak istemeyeceğim şeyler söyleyecek, bu geceyi kötü bitirmemize neden olacaktı.

Dudaklarım arasından derin bir soluk bırakıp arabayı sahile doğru çektiğimde kısa yolculuğum içerisinde Ufuk aramış, onunla konuşmuştum. Tahmin ettiğim gibi Olcay'ın yanına benden önce Onur'la beraber ulaşmış, ben gidene kadar onu sakinleştirmişti. Onlar da Olcay'ın kolay kolay bu ruh hâline bürünmediğini bildiklerinden çok telaşlanmamışlardı fakat babasıyla arasında geçen bir sorun olduğunu anlamışlardı.

Olcay'ın annesi daha o çok küçükken vefat etmiş, babası onu büyütmüştü. Babasıyla arası önceleri çok iyi olmasa da annesinin vefatından sonra bu durum düzelmişti fakat babasının son zamanlarda başka bir kadınla evlenmek için onun karşısına çıkması, tekrar o buzları gün yüzüne çıkarmıştı.

Arabayı sahil yolunda park edip sadece telefonumu alarak arabadan indiğimde direkt olarak onların, her zaman bizim oturduğumuz o bankta oturduğunu gördüm. Eş zamanlı olarak hızlı adımlarla yanlarına ilerlediğimde beni fark eden ilk kişi Ufuk olmuştu.

"Sonunda," dedi, bundan hayıflanır gibi.

"Aşkım," Olcay'ın sulanan kahverengi gözleri beni bulurken kollarımı ona doğru uzatıp sarıldım. "İyi misin?" Ellerim onun o yumuşak, sarı saçlarını okşarken burnunu çekti. "Niye tartıştınız?"

"Kadını, kaynaşalım diye eve getirdi," derken benden uzaklaşıp üçümüze tek tek baktı. "Saçmalığı görüyor musunuz? Kaynaşalım diye! Küçük çocuk var sanki karşısında!"

"Kızım tamam," diyen Onur'la birlikte ona uzatmış olduğu peçeteyi elinden aldı. "Ağlama yeter artık."

"Ağlamazsa olay çıkar, bilmiyorsunuz sanki." dediğimde Onur bana hak vermiş olacak ki sustu.

"Kız," dedi, Ufuk. Geldiğimden beri kısık gözlerle beni izliyordu. "Neredeydin bakayım sen?"

"Ay sırası mı şimdi?" dedim, mavi gözlerine dik dik bakarak.

"Tabii ki sırası!" dediğinde beni süzdü. "Bizim için çok fazla süslenmişsin."

"Kenan'laydım," dedim, omuz silkerek. Bununla beraber Olcay'ın bakışları bana döndü.

"Bir şeyi böldüm ben," dedi, mahcup bir şekilde. Ardından gözlerini silip bana baktı. "Enişteden trip yiyeceksin benim yüzümden." Kaşlarımı çattım.

"Saçmalama," dedim, onu banka oturturken. Ardından ben de yanına oturduğumda, "Hem iyi oldu zaten." diyerek mırıldanmıştım.

"Ayrılıyor musunuz yoksa?" diyen Ufuk'a ters ters baktığımda Onur onun kafasına vurdu.

"Kenan biseksüel değil anla artık, Ufuk!" dediğimde Olcay, ağlamaktan kızarmış olan o gözlerine rağmen güldü. "Hem konumuz bu değil şu an."

"Anlat," dedi, Olcay. "Kafamız dağılsın biraz, konuşmak istemiyorum bu konuyu çünkü." dediğinde birkaç saniye kahverengi gözlerine baktım. O, beni ikna edercesine gözlerini kapatıp açtığında ellerim hâlâ saçlarında dolanıyordu.

"Galiba," dedim, en sonunda. Onların meraklı bakışları benim üzerimdeyken başımı hafifçe omzuma doğru eğdim. "Tam emin olmamakla birlikte," dediğimde Ufuk abartılı bir şekilde ofladı.

"Söyle artık!"

"Galiba evlenme teklifi edecekti,"

Dört kelimelik bu cümlem, onların dudaklarının şaşkınlıkla aralanmasına neden olurken Ufuk'un dünyası da başına yıkılmış gibi görünüyordu.

"Ne?" dedi, üçü de aynı anda. Onların bağırmasıyla birlikte etraftaki birkaç göz bize dönerken onların şaşkın ifadelerine uzun uzun baktım.

"Emin değilim," dedim, omuz silkerek. "Eğer Olcay aramasaydı ne diyecekti bilmiyorum, çünkü o an bir şeyler söyleyecekti.. Sanırım buraya kaçarcasına gelmemden de böyle bir şey istemediğimi anlamış olacak ki bozuldu."

"Yuh," diyerek ilk tepkiyi ortaya koyan Onur olurken diğerleri hâlâ şaşkınlıklarını üzerlerinden atamamıştı. "O herifte basbayağı bir ciddilik seziyordum ben zaten."

"Plaza adamı, ne bekliyorsun?" diyen Olcay'ın bu söylediğine hafifçe güldüm. "O adam ciddi olmayacak da bu mu olacak, Allah aşkına?" derken Ufuk'u göstermişti. Bununla beraber Ufuk ilk kez sohbete dahil oldu.

"Fena herif ama," dedi, sarı saçlarını geriye doğru atarak. Bu, ona dik dik bakmama neden olurken sustu.

"Yani en başından beri o adamın seni öylesine biri olarak görmediğinin farkındaydık," dedi, tekrar Onur. O, aramızda en mantıklı konuşan kişiydi. "Sana attığı küçücük bir bakış bile onu ele veriyor aslında, üzerine düşününce böyle bir şeye yeltenmesi tuhaf gelmiyor bu durumda."

"Doğru," diyen Olcay'a baktım. "Bahsi geçen bakışlara ben de şahit oldum defalarca, herif sana yanık."

Duyduğum bu sözler, kalbimin bahsedilen adam için hızla çarpmasına neden olurken Ufuk da söylenenlerden mutsuzdu. Onun bu hâline sadece gülmekle yetindim.

"Ondan şüphem yok," derken uzun tırnaklarımı hafifçe avucuma batırmıştım. "Çok net, ne istediğini bilen birisi o.. Kendine güveni tam, asla 'yapamam, reddedilirim' korkusu yok, ki bu ona dair en çok hoşuma giden şeylerden birisi ama," diyerek kelimelerimin arasına uzun bir boşluk koyduğumda meraklı gözlerde ağzımdan çıkacak kelimeyi bekliyordu.

"Ama?" dedi, Olcay.

"Ben evlenmek istemiyorum," dedim, tek nefeste. Bu, onları bile hayal kırıklığına uğratırken hızla ekledim. "Yani onu çok seviyorum, ilk defa böyle şeyler hissediyorum." derken ellerimi hafifçe salladım. "Bunun için de korkuyorum. Ya istediği gibi devam etmezse hiçbir şey? Ya aramızdaki o muhteşem çekim yok olursa? O zaman ne olacak?"

"Bu mu tek derdin?" dedi, Ufuk ters ters. "Brad Pitt gibi herifle evlenmen söz konusu şu an." Yüzümü buruşturdum.

"Kes sesini, Ufuk! Bir ciddi ol, bir şey konuşuyoruz şurada." diyerek ona çıkıştığımda ifadesine çeki düzen verdi. Onun ciddiyetsizliği de bizim en büyük sorunumuzdu.

"Böylesine hayatını etkileyecek bir şey için erken olduğunu düşünüyor, korkuyor da." Olcay, hislerimi açıkça dile getirdiğinde başımı salladım onu onaylarcasına. "Yani Maran'ın bu hayatta beklentileri var, hepimizin olduğu gibi... Hayalini kurduğu bir iş var ve bu önceliği. Henüz böyle bir şey için de çok erken. Kenan 28 yaşında, her şeye hazır hissediyor olabilir ama Maran hayata yeni başlıyor." dediğinde tüm düşündüklerimi onun dile getirmesi bile göğsümün üzerindeki o ağırlığı hafifletmişti.

"Bir dakika ya," dedi, Ufuk. "Hiçbir şey belli değil, belki başka bir şey söyleyecekti? Bunları düşünüp gerilmen çok gereksiz açıkçası." diyerek ilk defa ciddiyet kazandığında dudaklarım arasından bir nefes verdim.

"Doğru aslında," dedim, başımı sallayarak. "Bu konu hakkında düşündüklerimi biliyor ve bana, ben istemediğim sürece böyle bir şeyin olmayacağını söylemişti. Bunu söyledikten sonra gelip bana evlenme teklifi edecek hâli yok ya?"

"O zaman sen boşu boşuna gerilmişsin," Onur'un söyledikleri, bu sefer de ona doğru dönmeme neden oldu. "Ki eğer öyle olsa bile onu reddetmen kötü bir şey değil ki." dediğinde Ufuk'la Olcay ona ciddi misin der gibi baktı. "Ne?" dedi, ters ters. "Tamam azıcık kötü bir şey olabilir ama sen şu anlık böyle bir şey istemiyorsun."

"Bilmiyorum," dediğimde Onur bana öyle bir bakış atmıştı ki boşu boşuna gerilmediğimi anlamama neden olmuştu. "Tabii ki evlenecek olsam bu kişi Kenan olur,"

"Eee?" dedi, Ufuk. "Neyi konuşuyoruz?"

"Of tamam kapatalım bu konuyu," dedim, oturuşumu düzeltip. "Delireceğim yoksa."

"Çifte düğün yaparsınız belki, biraz daha bekleyin." Onur'un sözleriyle birlikte Ufuk güldü, Olcay'la ben de ona merakla baktık.

"O niye?" dedi, Olcay.

"Kılıç'la sen," dediğinde Olcay göz devirdi.

"Ay bırak onu," diyerek çıkıştığında ona baktım. "O bildiğin zampara!"

"Dün seni eve bırakmamış mıydı o?" dedim, sırıtarak. "Niye böyle söylüyorsun şimdi?"

"Sabah sen beni ekince burada karşılaştık, o beni görmedi ama ben gördüm. Yanında başka biri vardı." Biz, Olcay'la her sabah küreğe gelirdik fakat bu sabah uykuyu tercih etmiştim.

Bu sözleriyle birlikte üçümüz de aynı anda göz devirdik.

"Aman Olcay," dedi, Ufuk.

"Arkadaşı falandır," Onur'un söylediğini onaylarcasına başımı salladım.

"Ay yok ne arkadaşı?" dedi, kaşlarını çatarak. "Boş değil o."

"Bir şey mi gördün kız?" diyen Ufuk'a döndüm.

"Bir şey görmese de böyle söylüyor zaten." dediğimde ikisi de beni onayladı.

"Olcay'ın böyle yargılamadığı tek kişi Korhan'dı," dedi, Onur. Bu da bakışlarımı usulca Olcay'a çevirmeme neden olurken Onur'a öylece baktı. "Onunla güzel bir ilişkileri olurdu bence." dediğinde Ufuk da onu onaylayan şeyler söylemişti.

"Ama o kaçmayı tercih etmişti," Olcay'ın sözleriyle birlikte tekrar ona dönmek zorunda kaldım.

"Şimdiye bakarsak, senden bayağı hoşlanıyor." dediğimde o gözleri bana döndü. "İstersen bir şans verebilirsin,"

"Korhan'a, böyle yaptığı için en çok sen kızmıştın ama şimdi böyle mi söylüyorsun?" dediğinde dudağımı büzdüm.

"Evet ama Onur'un da söylediği gibi tek yargılamadığın kişi oydu, ona gerçekten güveniyordun. Üstelik aşıktın da."

"Güveniyordum," dedi, başını sallayarak. "Benimle kedinin fareyle oynadığı gibi oynayana dek tabii."

"Bu erkekler niye böyle abiciğim?" diyen Ufuk'a baktım.

"Bilmem, sana sormak lazım." dedi, Olcay da. Beni aradığı zamanki hâlinin aksine şu an bayağı iyiydi. "Sizi seven bir kadın görmeyin, hemen götünüz kalkıyor." dediğinde Ufuk'la Onur hiç üstüne alınmamıştı. Zaten ikisi de öyle insanlar değildi.

"Hadi bir yere gidip bir şeyler içelim, böyle devam edersek hiç iyi bir yere varmayacağız çünkü." diyerek yerimden ayaklandıktan sonra Olcay'ı da kaldırmıştım.

"Partileyecek miyiz?" dedi, Ufuk. Başımı salladım, Olcay'la beraber arabaya ilerlerken. Bu esnada da o ikisi Onur'un arabasına doğru ilerliyordu.

"Partileyeceğiz."

"Sabaha kadar mı?" Yine başımı salladım.

"Sabaha kadar."

🧸🧸🧸

​​​​​Galiba biraz abartmıştık.

Zonklayan başım ve akan makyajımla ciddi anlamda berbat gözüküyordum. Aynadaki iğrenç yansımama bakmayı bırakıp rafta duran makyaj temizleme suyumla bir pamuğu aldım ve dün geceden kalan makyajımı silmeye koyuldum.

Sabaha karşı evlere dağılmıştık ve Olcay'ı da buraya, kendi evime getirmiştim. O gerçekten kendini dağıtmış, daha arabadayken sızmıştı. Onu zar zor odaya çıkarsam da neyse ki hâlâ uyuyordu. Gerçi uyanıp saate baktığımda ikimizin de haddinden fazla uyuduğunu fark etmiştim fakat yine de onu uyandırmamaya özen göstererek ılık bir duş almak için direkt suyun altına kendimi atmıştım.

Çalan telefonumun melodisi kulaklarıma ulaşırken Kenan olabileceğini düşünerek hızla banyodan çıktım. Dün gece yanından ayrıldıktan sonra hiç konuşmamıştık. Sadece ona, eve geldiğime dair kısa bir mesaj atmıştım ve buna da işe gittiği o saatte cevap vermişti. Neden o saatte eve geldiğimi, neden ona haber vermediğimi sormuştu, üstelik eğer onu birazcık tanıyorsam kızmıştı da.

Elime aldığım telefonumun ekranına bir bakış attığımda arayan kişinin annem olduğunu görerek omuzlarımı düşürdüm. "Efendim anne?" dedim, aramasını yanıtlayıp telefonu hoparlöre aldığımda.

"Kuzum, neredesin?" dediğinde tekrar banyoya geçmiş, telefonumu tezgâhın üzerine bırakmıştım.

"Evdeyim, hazırlanıyorum. Çıkacağım birazdan." diyerek onu yanıtladığımda aşağıdan gelen tıkırtıları duyuyordum.

"Sesin niye öyle? Yeni mi uyandın yoksa?" dedi, şüpheyle.

"Evet," dedim, elimdeki pamuğu çöpe atarken. Makyajımı güzelce temizlemiştim. "Olcay dün gece bende kaldı, ikimiz de geç uyuduk."

"Anladım kuzucuğum," dediğinde bu sefer de temizleme jellerimden birini yüzüme sürmekle meşguldüm. "Çabucak hazırlan bak geç kalma sakın. Defne çok ısrar etti, biliyorsun."

Defne Teyze'nin bugün defilesi vardı ve annemle beni büyük bir ısrarla böyle bir geceye çağırmıştı. Ben, dün gece bunu unuttuğumdan dolayı kendi kafamda, dünkü yemeği telafi etmek amacıyla Kenan'la baş başa bir gece geçirmeyi planlarken annemin bu sabah attığı mesajlarla bu plan da çöp olmuştu.

"Tamam anneciğim, merak etme sen."

Annemle olan kısacık telefon konuşmam saniyeler içerisinde sonlanırken dayanamayarak Kenan'ın numarasını tuşlamıştım. Bu esnada da yüzüme sürdüğüm o jeli de temizlemiş, dünkü makyajımdan tamamen arınmıştım.

O, telefonuma yanıt verene kadar yüzüme bir nemlendirici sürmeye karar verdiğimde beni daha fazla bekletmeyip, ikinci çalışta aramayı yanıtladı.

"Efendim?" Buz gibi sesi kulaklarıma ulaştığında böyle bir tepkiyle karşılaşacağımı bildiğim için şaşırmamıştım. Dün onu ekmem yetmiyormuş gibi bir de o saatte mesaj atmam onu epey sinirlendirmişti.

"Aşkım," dedim, büyük bir sevecenlikle. "Ne yapıyorsun yavrucuğum?"

"Spordayım," dedi, bu sırnaşmalarımı tiye alarak. "Niye aradın?"

"Aşk olsun," derken klozetin üzerine oturup raftan aldığım bir diğer nemlendiriciyi bacaklarıma sürmeye başlamıştım. "Özledim, şöyle bir sesini duyayım dedim. Kötü mü yapmışım?"

"Ne söyleyeceksin, Maran?" dedi, bıkkınlıkla.

"Gel beni al, önce annenin defilesine gidelim. Sonra da beraber yemek yiyelim, ne dersin?" dediğimde beni reddeceğini tabii ki biliyordum!

"İşlerim var," dedi ve ardından ekledi. "Hem gitmiyorum ben defileye falan." Kaşlarımı çattım.

"Sebep?" dediğimde kısa bir an duraksadığını hissetmiştim.

"Sevmiyorum o tarz şeyleri, sıkılıyorum hemen." derken bu sefer duraksayan ben olmuştum. Pekâlâ, onda bir şeyler vardı.

"Yemek?"

"Mahzende olacağım, müsait değilim yani." Bu söylediğiyle birlikte yerimde doğrulup tezgâhın üzerinde duran telefonuma bir bakış attım.

"O kadın da mı orada olacak?" dedim, hoşnutsuz bir tavırla.

"İşi bu, ne yapacak başka?"

"Ben de geleceğim," dediğimde arkadan bir kapının kapanma sesini duymuştum.

"Ne yapacaksın sen orada?" dedi, bunu yadırgarcasına.

"Seni görmeye geleceğim işte," dedim, başımdaki havluyu çıkarırken. "Gönlünü almam gerek."

"Gönlümü alabileceğini sana düşündüren nedir?" dediğinde oturduğum yerden kalkıp aynanın karşısına geçtim. Duştan sonra saçlarım için kullandığım vitaminlere göz atarken onu yanıtlamıştım.

"Bilmem," dedim, tarağımı elime alırken. "Sadece baş başa bir gece geçirsek her şey hallolurmuş gibi geliyor."

"Dün gece o şansını kaybettin," diyerek beni huysuzca yanıtladığında göz devirdim. "Artık yemek falan yemek istemiyorum, sıkıldım."

"Biz de tatlı yiyip tatlı konuşuruz o zaman?" dedim, direterek. "Olmaz mı?"

"Bu gece olmaz," dediğinde ıslak saçlarımı omzumdan geriye doğru attım. "İşlerim var, dedim ya."

"İşlerin bitmiyor ki,"

"Senin bitiyor mu?" diyerek laf soktuğunda dudaklarımı birbirine bastırdım. Bu iş beni zorlayacağa benziyordu. "Pardon," dedi ve ekledi. "Senin genelde bana vaktin olmuyor."

"Kenan," dedim, yumuşak bir sesle. "Özür dilerim gerçekten, yapma böyle."

"Özür dileme lütfen," dediğinde o buz gibi tavrı hâlâ değişmemişti. "Kapatıyorum ben, hadi."

O, bir şey söylememi beklemeden birkaç saniye içerisinde telefonu suratıma kapattığında uzanıp telefonumu elime aldım ve karanlık ekrana bir süre öylece baktım.

Kesinlikle bu tavrında haklıydı, onu öylece bırakıp gitmiştim. Üstüne üstlük de sabaha kadar dışarıda eğlenmiş, ona vakit ayırmamıştım ve ona vakit ayrmadığım gibi de ona bunu haber verme gereği bile duymamıştım.

Dudaklarım arasından bir nefes verip telefonumu tekrar tezgâha bıraktım ve saçlarımı kurutmaya karar verdim.

En azından hâlâ gönlünü alabilirdim.

Saçlarımı iyice kurutup ardından da ısı uygulayarak siyah tutamlarımı düzleştirdiğimde banyodan çıkarak giyinme odasına geçmiştim. Önce giyeceğim birkaç parça kıyafeti çıkarıp ardından da makyaj masama oturduğumda sade ama etkili bir makyaj yapmaya koyuldum. Bu sırada Olcay da yukarı çıkmıştı.

"Günaydın," dedim, ona dönerek. Sarı saçlarını ensesinde gelişigüzel toplamış, uykusundan arınabilmiş gözüküyordu.

"Günaydın," derken kendini odanın diğer köşesindeki berjere bırakmıştı.

"Hasar tespiti," dedim, oturduğum yerden kalkarken. "Nasıl hissediyorsun?" Omuz silkti.

"İyi," dedi fakat ona inanmamıştım.

"İnanmış gibi mi görünüyorum?" Uzunca bir süre bana baktı.

"Görünmüyorsun," dedi ve ardından elini hafifçe salladı. "Aynıyım işte.. Kızgınım, kırgınım galiba. Bir şey de yapamıyorum." dediğinde onun yanına oturdum.

"Burada kalsana bir süre." Kızarık gözlerine baktım. "Kafan dağılır, babanla arandaki bu şey daha da büyümeden ikiniz sakinleşirsiniz."

"Bizimki çözüme kavuşacak bir mesele değil," dedi, bana bakarak. "Annemi unutmadığını, hâlâ onu sevdiğini tabii ki biliyorum ama o kadınla evlenemez, Maran." dediğinde tekrar o gözleri dolmuştu. "Evlenmemeli, bir kere ben istemiyorum böyle bir şeyi. Kadın sırf babamın itibarı için onunla birlikte ama o bunu görmek istemiyor."

"Emin ol yerinde olsam ben de aynı şeyleri hissederdim ama," dedim, dolan gözlerini silerken. "Babanın da artık biri tarafından sevilmeye ihtiyacı olduğunu düşünüyorum... Onu sevdiği için değil, belki de sevildiğini düşündüğü için onunla birlikte olmak istiyordur?"

"Ya bırak," dedi, alayla. "Ne sevmesi Allah aşkına? Babamı değil, parasını seviyor o."

"En iyisi biz bu konuyu kapatalım," dedim, ellerimi hafifçe sallayarak. Biraz daha konuşursak o kadına daha çok kurulup babasıyla bir kez daha tartışacaktı ve buna hiç gerek yoktu. "Dışarı çıkalım beraber, bir şeyler yapalım. Olur mu? Hem sana da iyi gelir." dediğimde başını iki yana sallayarak beni reddetmişti bile.

"Hiç canım istemiyor Maran, gerçekten." dedi, huysuzca. "Hem senin bugün işin vardı, git onu hallet."

"Annemle Defne Teyze'nin defilesine gideceğiz," dedim ve aklıma gelen şeyle birlikte durdum. "Sen de gelsene!"

"Hiç sevmem öyle ortamları, ben almayayım." diyerek bir kez daha kestirip attığında ona ters ters baktım.

"Kenan da böyle söyledi," dediğimde güldü. "Anlaştınız mı siz?"

"Aynı fikirde olduğumuz için söylemiyorum ama enişte haklı." derken yanından kalkmıştım.

"Ben de gitmek istemiyorum ama Defne Teyze çok ısrar etti, gitmezsem ayıp olacak şimdi."

"E git," dedi, omuz silkerek. "Niye gitmek istemiyorsun?"

"Orada çok güzel kızlar var çünkü!" dediğimde göz devirdi.

"Sen de güzelsin!"

"Uzun bacaklarım yok ama."

"Her şey uzun bacak değil ama." diyerek beni taklit ettiğinde güldüm. "Senin de onlardan bir farkın yok ki, fiziğin de çok güzel. Daha ne istiyorsun?"

"Kenan'ın eski sevgilisi de mankenmiş biliyor musun?" dedim, ona doğru dönerek. "Bu durumda onunla yarışamam." Burnunu kırıştırarak bana baktı.

"Ne bu özgüvensiz özgüvensiz konuşmalar?" dediğinde omuzlarım çökmüştü. "Yakışıyor mu sana kızım?"

"Yakışmıyor mu?" dediğimde cıkladı.

"Yakışmıyor."

Onunla olan bu atışmamız devam ederken odanın köşesindeki paravanın arkasına geçip çıkardığım beyaz, mini elbiseyi giymiştim. Yaklaşık olarak dizlerimden bir karış yukarıda biten elbisenin ince kumaşı tam yazlıktı. Beli bir korse şeklindeyken vücuduma tam oturmuştu.

Aynanın karşısında üzerimi düzeltirken açıkta bıraktığı gerdanımı da birkaç gold kaplama kolyeyle süslemiştim. Boynumdan hiç çıkarmadığım mavi safir kolyeyi yine çıkarmayıp halka küpelerimi de taktığımda Olcay'la dedikodu yapıyorduk. O, bana okulda ikimizin tanıdığı insanları anlatıp mahalledeki teyzeler gibi laf yetiştirirken bir yandan da beni övmekle meşguldü.

"Bebek gibi oldun," dediğinde ona öpücük atıp çıkardığım Saint Laurent imzalı chery tonlarındaki topuklu ayakkabılarımı ayağıma geçirdim. Ardından da çantalarımın olduğu raftan aynı renkte bir çantayı çıkarıp içerisine ihtiyacım olabilecek eşyaları koyduğumda artık hazır sayılırdım fakat Olcay'ı tek bırakıp gitmek hiç içime sinmiyordu.

"Sen de gel, Olcay." dedim, bileğime taktığım saati kontrol ederek. "Daha vaktimiz var, hazırlan hadi. Evde tek kalmanı istemiyorum."

"Ne yapacağım ben orada?" dedi, beş dakika önce yaktığı sigarayı dudakları arasına sıkıştırarak. Giyinme odasındaki balkona çıkmış, orada sigarasını içiyordu.

"Çok kalmayacağım zaten," dediğimde sigarasını söndürdü.

"E o zaman sorun yok, çabucak gelirsin işte." dediğinde elimi belime koyup ona baktım. İnadı inattı.

"Ne yapacaksın koskoca evde tek başına?" Omuz silkti.

"Film gecesi yaparım," Kaşlarımı çattım. Hadi ama bunu bensiz yapamazdı!

"Bensiz?" dedim, soru sorarcasına.

"Tamam o zaman, seninle başlamadığımız bir diziye başlarım?" dediğinde kaşlarım normal halini aldı.

"Kabul," dedim, çantamla telefonumu alırken. "Çok geç kalmam, istediğin bir şey var mı? Gelirken getireyim."

"Yok aşkım," dedi, bana havadan bir öpücük gönderirken. "Takıl sen."

"Sürekli seni kontrol edeceğim, telefonunu açık tut." derken ona doğru yaklaşıp yanağına gerçek bir öpücük bıraktım. "Görüşürüz."

"Görüşürüz bebişim,"

Onu orada bırakıp odadan çıktıktan sonra portmantodan arabamın ve evin anahtarını alarak evden çıktım. Ardından arabama atlayıp emniyet kemerimi taktığımda Kenan için tekrar şansımı denemiş ve evden ayrılmadan önce ona birkaç mesaj daha atmıştım. Her zaman anında mesajlarıma yanıt veren Kenan bu sefer mesajlarıma bakmamayı tercih etse de çoktan arabayı çalıştırmıştım.

Onun gönlünü almak gerçekten zor olacaktı.

🧸🧸🧸

Kulağıma dolan müzik sesi beni artık rahatsız etmeye başlarken elimdeki telefonu açarak ekranın aydınlanmasını sağladım.

Kenan hâlâ mesajlarıma cevap vermemişti. Üstelik üzerinden neredeyse iki saate yakın bir süre geçmişti. Dayanamayarak bir kez daha mesaj kutusuna girip parmaklarımı klavyede hareket ettirmeye başladım.

Açıkçası burada da sıkılmaya başlamıştım, böylesine incecik kızları görmeye alışık değildim.

Ahu Maran KAYA: Cevap versene,

Ahu Maran KAYA: Kenan!!!

Dudaklarım arasından sıkıntıyla nefes verdiğimde yanımda oturan Bige'nin bakışları bana döndü.

"İyi miyiz?" dediğinde başımı sallamakla yetinmiştim. Gözleri telefonumun ekranına kayarken harıl harıl mesaj yazıyordum. "Mevzu derin anlaşılan?"

"Kırdım onu galiba," dediğimde bana anlamsızca baktı. "Bakmıyor mesajlarıma."

"İnadı tutarsa bakmaz o," Haklıydı, bakmazdı.

Ama bakmıştı.

Kenan KESKİN: Ne var???

Ahu Maran KAYA: NİYE BAKMIYORSUN???????

Kenan KESKİN: Baktım işte??

Ahu Maran KAYA: Çok iticisin şu an biliyor musun?

Ahu Maran KAYA: Koskoca adamsın, trip atmaya utanmıyor musun ya?

Kenan KESKİN: Trip atıyor gibi mi duruyorum sence?

Kenan KESKİN: Kırgınım, arada dağlar kadar fark var.

Son mesajını birkaç kez daha okuduktan sonra telefonumu kapatıp başımı ortadaki platforma çevirdim. Aklımdan onun gönlünü almak için birçok düşünce geçirirken gözlerim sahnedeki kızlardaydı. Onları izliyor gibi görünüyordum fakat aklım başka bir yerdeydi.

Gözlerim başka bir kadını bulduğunda bu kişinin günler önce moda evinde karşılaştığım o kadın olduğunu fark etmem uzun sürmedi. Saçları bu sefer kıvır kıvırdı ve yüzünde keskin ama sade bir makyaj vardı. Üzerindeki uzun elbise muhteşem ötesi fiziğini gözler önüne sererken elbisenin sağ bacağını komple açıkta bıraktan bir yırmacı vardı. Zaten uzun olan boyu da giydiği topuklularla arşa ulaşmıştı.

"Şu kadın," diyen Bige'ye kısa bir an başımı çevirdiğimde onunla aynı kişiye baktığımızı anlamıştım. "Tanıyor musun?" Başımı iki yana salladım.

"Hayır, sadece geçenlerde moda evinde karşılaşmıştık." dedim, onu bir kez daha süzerek. "Hoş kadın."

O, bir kez daha koca alanı yürürken herkesin gözü onun üstündeydi. Flaşlar onun yüzünde daha fazla patlıyordu. Pekâlâ onu tanımayan tek kişi bendim sanırım.

"Bilmiyor musun yani?" dedi, şaşkınlıkla. Onun bu şaşkınlığı hafifçe kaşlarımı çatmama neden olurken, "Abimin eski sevgilisi o, Serafina."

Sözleri, damarlarımdaki kanın daha hızlı akmaya başlamasına neden olurken Bige ifademde ne görmüştü bilmiyordum ama kısa bir an duraksamıştı.

"Anlamadım," dedim, başımı hafifçe iki yana sallayarak. "Kimin dedin?" O, bana cevap vermekten çekinerek beni duymamazlıktan geldiğinde kaşlarım bu sefer derince çatıldı. "Bige!"

"Ben pot kırdım sanırım," dedi, bana kaçamak bakışlar atarak. "Boşver, unut sen. Ben bir şey söylemedim." diyerek yanımdan kalkıp hızla arkaya, annesinin yanına doğru koşar adımlarla gittiğinde gözlerimi kırpıştırarak bakışlarımı tekrar bahsettiği kadına doğru çevirdim ve bu kez onu alıcı bir gözle inceledim.

Demek kimsenin dilinden düşmeyen Serafina buydu.

Açık yeşil gözlerini ve küçük yüzünü daha dikkatli incelediğimde kalbimin orta yerindeki kıskançlık ateşi yanmaya başlamıştı.

Benim bundan neden haberim yoktu?

Dilimi hırsla dudaklarımdan geçirip çantamı alarak hışımla yerimden kalktığımda annemle birlikte birkaç göz bana dönmüştü fakat umursamayarak topuklu ayakkabılarım üzerinde hızlı adımlarla çıkışa doğru ilerledim. Annemin bana seslenişlerini duysam da ondan uzaklaştığımda bana seslenmekten vazgeçmişti.

Elimdeki telefonumu kaldırıp aynı hızla numarasını tuşlarken alandan çıkmış, valenin arabamı getirmesini bekliyordum. O esnada da bana doğru gelen gazetecileri gördüğümde orada beklemekten vazgeçerek adımlarımı aksi istikamete yönlendirdim.

"Bir kere de bak şu telefona!" Kulağıma yasladığım telefonu indirip bir kez daha onu aradığımda uzun çalışların ardından yine açmamıştı. "Açma bakalım, göstereceğim ben sana."

Valenin getirdiği arabama binip lastiklerin asfaltta bıraktığı o tiz çığlıkla oradan ayrılırken telefonum çalmaya başlamıştı ama arayan annemdi. Onun aramasını reddedip tekrar Kenan'ı aradığımda o telefonuna bakmadığı her geçen saniye kalbimin ortasındaki o küçücük ateş gitgide büyüyor, bir yangına dönüşüyordu.

Bana bunu neden söylememişti ki?

Kararmak üzere olan havaya kısa bir bakış atıp rotamı mahzene doğru çizdiğimde direksiyondaki parmaklarımın boğumları beyazlaşmıştı. Ona bunun hesabını tabii ki soracaktım!

Yolculuğum boyunca annem beni defalarca aramış, onun aramalarına yanıt vermeyip Kenan'ı aramıştım fakat o hiçbir aramama geri dönüş yapmamıştı. En azından buna tenezzül etmemişti.

Girdiğim orman yolunda ileride bir araba gördüğümde o arabadan inmekte olan Kılıç'la karşılaşmıştım. O da fazla uzakta sayılmayan arabamı fark ettiği an olduğu yerde durduğunda arabasının kapılarını kilitledi.

Sadece birkaç saniye içinde arabamı onun arabasının yanına park edip arabadan indiğimde benim aksime yüzü gülmeye başladı. "Yengecan?" dedi, tatlı bir tınıyla. "Naber?"

"Kenan içeride mi?" diyerek onun bu sorusunu es geçtiğimde duraksadı.

"Evet," dediğinde onun yanından geçerek hızla evin basamaklarını çıkmaya başladım. "Ne oldu ya? Kavga mı ettiniz siz?" derken o da peşime takılmıştı bile.

"Sen biliyor muydun?" diyerek birden ona doğru döndüğümde adımlarını durdurmak zorunda kaldı. Kara gözleri benim mavi gözlerimde kısaca oyalandığında neyden bahsettiğimi anlamamış gibi görünüyordu.

"Neyi?"

"Serafina'nın burada olduğunu." dediğimde çatık kaşları usulca normal halini aldı ve birkaç saniye gözlerime baktıktan sonra bakışlarını benden uzaklaştırdı.

Tabii ki biliyordu!

"Süper," Ona arkamı dönüp birkaç adımda kapıya ulaştığımda elimle kapıyı gösterdim. "Aç şunu."

"Maran," dedi, temkinli bir sesle. "Bence Kenan'la daha sonra konuşmalısın-"

"Onunla ne zaman konuşacağımı sana sormayacağım herhalde, Kılıç?" dediğimde bu öfkem karşısında duraksasa da en sonunda elindeki anahtarla kapıyı açmıştı. Beraber içeri girdiğimizde o bir adım önümde yürüyüp beni koridorun sonundaki odaya yönlendirmiş, ardından da mahzen olarak adlandırdıkları yere birlikte ulaşmıştık.

Taş duvarların çıkardığı ses içeride yankılanırken Kılıç önümüzdeki birkaç basamağı indi.

"Selamlar," dedi, az önceki neşesinden eser kalmayn bir tonda. Onun neşesini de ben alıp götürmüştüm. "Galiba misafirimiz var." dediğinde işte o zaman herkesin dikkatini çekebilmiş görünüyordu.

Tüm ekip yine onları tanıdığım hâllerinde bir arı gibi çalışırken bir kısım da goygoy peşindeydi.

Kısacası klasik hallerindelerdi.

Kılıç'ın bu sözleriyle birlikte üzerime sabitlenen gözleri umursamayarak aradığım o bir çift yeşili aramaya koyulduğumda bu sadece saniyelerimi almıştı. Ada tezgâhın önündeki taburelerden birinde oturmuş kahvesini içerken tam karşısında da Yiğit'le Esvet vardı.

"Hoş geldin yenge," Birden fazla ağızdan çıkan bu kelimeleri es geçerek basamakları sert adımlarla indiğimde söylememe gerek var mıydı bilmiyordum ama herkes donakalmış bir şekilde benim bu asabi tavrımı merakla izliyordu. Bu asabi tavrımın sebebi olan kişi de nihayet yerinden kalkıp bana doğru ilerlediğinde Kılıç'la aralarında bir bakışma geçmişti.

"Hoş geldin," dediğinde gözleri kısa bir an arkamda kalan Kılıç'a kaydı. Orada bir süre oyalandığında arkama dönüp Kılıç'a bakmıştım. Kenan'a kaş göz yaptığını anlamadığımı falan sanıyor olmalıydı.

"Konuşabilir miyiz?" dedim, tekrar ona dönerek.

"Dünkü mevzuysa," diyerek başlayan cümlesini aksi bir tavırla kestiğimde bana öylece baktı.

"Değil," dedim, sert bir tonda.

"Pekâlâ konuşalım," dedi ve elini aşağıya inen merdivenlere doğru uzattı. "Aşağı inelim."

"Hayır burada konuşacağız." dediğimde dudakları arasından bir nefes verip kollarını göğsünde birleştirdi ve tam gözlerimin içine baktı. Kollarını göğsünde bağlamasıyla birlikte giydiği polo yaka tişörtünün sardığı vücudu tam anlamıyla ortaya çıkmıştı. Fakat ilk defa bu, dikkatimi dağıtamadı.

"Tamam," dedi, başını sallarken. "Dinliyorum." Herkes bizi bir film izler gibi izlerken işlerini güçlerini bırakmış gibilerdi. Sadece ateşle barut gibi duran bizi merakla izliyorlardı.

"Neden bana söylemedin?"

Sakinlikle sorduğum bu soruya karşılık kaşlarını hafifçe çattığında, "Neyi?" dedi, anlamazdan gelerek. Güldüm öfkeyle.

"Herkes her şeyi biliyor ama böyle salağa yatıyor ya," dedim, aynı öfkeyle. Yükselttiğim sesim taş duvarlara çarpıp yankı oluştururken gülüşüm dudaklarımda asılı kalmıştı. "Eski sevgilinin burada olduğunu biliyordun ve bana söylemedin!" dediğimde tıpkı Kılıç'ın verdiği tepki gibi önce çatık kaşları normal hâlini aldı, ardından da bir kez daha arkamda kalan Kılıç'a bir bakış attıktan sonra elini kaldırıp yüzünü sıvazladı.

"Gerek duymadım." diyerek en sonunda umursamazca bir tavırla bunu söylediğinde kaşlarım havalandı.

"Gerek duymadın?" dedim, soru sorarcasına.

"Aynen öyle."

Bu rahat tavrı sinirlerimi bozarken içeride ölüm sessizliği oluşmuştu. Herkes, hatta Esvet bile merakla bizi izliyordu. İlk defa o mavi gözlerinde fesatlık sezmemiştim.

"Kenan," dedim, başımı hafifçe ona doğru yaklaştırarak. "Siktirtme gereğini! Neden bana söylemedin diyorum ya!"

"Gençler," diyerek bağırışımla birlikte Yiğit de yerinden kalktığında Esvet'le beraber aramıza girmişti. "Tamam, sakin olun biraz."

"Dışarı çıkıp öyle konuşalım," Kenan'ın bu isteğini sözsüz bir şekilde reddettiğimde birkaç saniye gözleri, gözlerim arasında gidip geldi. "Çıkın siz." diyerek diğerlerine dönmeden sadece gözlerimin içerisine bakarak onlara bariz bir şekilde emir verdiğinde geri kalan herkes ayaklanıp kapıya ilerlemişti. Hatta Kılıç, Yiğit ve Esvet de birbirleriyle kısa bir an bakışsa da onlar da ikiletmeden çıkmışlardı.

En sonunda içeride baş başa kaldığımızda duyulan tek şey nefes seslerimizdi. Sadece birbirimizin gözlerinin içerisinde boğuluyor, hiç konuşmuyorduk bile.

Böyle geçen saniyelerin ardından konuşan ilk kişi ben olduğumda sesimi de alçaltmıştım fakat hâlâ sakin değildim.

"Neden söylemedin?" dedim, tane tane.

"Gerek duymadım," diyerek az önceki kelimelerinin birebir aynısını sarf ettiğinde elimi kaldırıp yakasına yapışmam uzun sürmedi.

"Ne demek gerek duymadım?" derken deli bakan gözlerim onun gözlerine daha yakın bir hâle gelmişti. Şimdi nefesim onun nefesi, öfkem onun öfkesi olmuştu. "Söyleyecektin," dedim, neredeyse heceleyerek. "Aptal gibi kalkıp gittim ben oraya, hiçbir şeyden haberim yoktu ya! Nasıl hissetim, bir fikrin var mı?" Görüş açım bulanıklaşırken bana öylece düz bir ifadeyle bakıyordu.

"Maran bunun bir önemi var mı gerçekten?" dedi, benim bu tavırlarımın aksine muhteşem bir soğukkanlılıkla. "Bize ne, geldiyse geldi! Gider, gidecek de.. Niye tartışıyoruz bunun için?"

"Sırf onun için gelmedin değil mi?" dediğimde bana cevap vermemişti. Yakasındaki elimi çekip göğsüne sertçe vurduğumda bir adım geriledi. "Onunla karşılaşmak istemedin ama bana yalan söylemeyi tercih ettin."

"Sana yalan falan söylemedim ben,"

"Söyledin," diyerek bağırdığımda eminim ki sesim dışarı kadar ulaşıyordu. "Neden gelmeyeceğini sorduğumda bana doğruyu da söylemedin ki sen! Annen de hiçbir şey söylemedi bana," derken öfkeden ve aptal gibi hissetmemden dolayı dolan gözlerimden bir damla yaş akmıştı. "Resmen kandırdınız beni."

"Saçmalama," dedi, akan gözyaşlarıma bakarak. "Maran ağlama,"

"Ağlamıyorum!" diyerek ona çemkirdiğimde elimin tersiyle gözlerimi silmiştim. Şu an gerçekten saçma sapan bir durumun içerisindeydim. "O kadar ısrar boşuna değildi demek ki, görmem gereken bir şey varmış."

Sözlerim onun kaşlarının çatılmasına neden olurken ondan birkaç adım uzaklaşmıştım. Karşısında çocuk gibi ağlıyordum ama buraya gelirken amacım bu değildi. Onun da bağırıp çağırmasını, bir şeyler söylemesini istiyordum ama yapmıyordu.

"Annemin bir suçu yok, ona tavır alma." dediğinde iyiden iyiye öfkelenmeye başladığını görüyordum. "Anlaştığı moda evinin modelleri birkaç gün önce geldi ve aralarında onun olduğunu bilmiyordu. Onunla karşılaştığında da bana, bu işten vazgeçeceğini söyledi ama bunu da ben kabul etmedim." Ellerini hafifçe iki yana açtı. "Annemle alakalı bir durum yok ortada... Seni davet ettiyse de amacı kötü değildir, çok yanlış tanımışsın." dedi, sertçe.

Ona bağırıp çağırmam değil de annesi hakkında böyle söylemem onu öfkelendirmişti.

"Bana söylemen gerekiyordu!" diyerek ona çıkıştığımda ada tezgâhın üzerinde duran ve hâlâ üzerinde dumanı tüten kupayı elinin tersiyle devirip tuzla buz olmasını sağladı.

"Söylemedim işte!" Bir anda yükselttiği sesi ve yaptığı bu hareketi kısa bir an duraksamama neden olurken yeşil harelerinde cehennem ateşini görmüştüm yine. "Neyin kavgası bu şu an? Neden biz doğru düzgün, daha normal bir şekilde konuşamıyoruz? İlla bunu mu yapmam gerekiyor?"

Onunla aramızda saniyelik bir sessizlik yaşanırken tırnaklarımı hafifçe avuçlarıma batırmıştım.

"Onunla görüştün mü?" diyerek saniyeler sonra bu sessizliği bozduğumda bana öylece baktı. "Aradı mı?

"Görüşmedim," dedi, net bir sesle.

"Buraya geldi ama seninle iletişime geçmedi yani, öyle mi?" derken bu söylediğim bana bile mantıksız gelmişti. Daha önceleri onun Kenan'ı aradığına defalarca şahit olmuştum. "Üstelik burnunun dibinde, annenle birlikte çalışıyor!"

Gözleri mavi gözlerimden kısa bir an ayrıldığında almam gereken cevabı almış sayılırdım.

"Birkaç kez aradı," dediğinde yaşadığım hayal kırıklığıyla gözlerimi birkaç kez kırpıştırdım. Hafifçe titreyen çeneme, dışa doğru bükülmek için can atan dudaklarıma sahip çıkmam gerekiyordu.

"Neden," dedim, bir kez daha. Derin bir nefesi içime çekmeye çalıştım ama olmadı. "Neden bana söylemedin tüm bunları?"

"Tartışmak istemedim," Güldüm alayla. Sanki şimdi tartışmıyorduk.

"Ne yapıyoruz şu an gerizekalı?" dediğimde dudakları arasından derin bir soluk bıraktı sakinleşmek istercesine.

"Onunla görüşmedim, tek bir aramasına bile yanıt vermedim." dedi, daha sakin bir tavırla. "Bu durum karşısında ne yaptığım daha önemli değil mi senin için? Sırf her şeyi bildirmediğim için mi tartışacağız?"

"Eminim bunun altından da bir şeyler çıkar," dedim, elimi ikimizin arasında hafifçe sallayarak. "Baksana, bana en başından beri yalan söylüyormuşsun."

"Sana yalan söylemedim ben," dedi, sabrının son damlalarında. "Sana doğruyu da söylemedim ki! Sana hiçbir şey söylemedim."

"Sorun da orada ya, Kenan!" derken aramızdaki mesafeyi yarıya indirmiştim. Yeşil gözlerine baktım uzun uzun. "Sen bana hiçbir şey söylemiyorsun, biz anlaşamıyoruz seninle!"

"Öyle mi?" dediğinde omuzlarımı düşürüp birkaç saniye ona baktım.

"Öyle."

"Neden benimle birliktesin o zaman?" derken bakışları sorgulayıcıydı. "Madem anlaşamıyoruz, neden buradasın?" Başımı hafifçe iki yana salladım.

"Şu an konumuzun bununla bir alakası yok-"

"Bana güvenmiyorsun," diyerek sert bir tavırla lafımı kestiğinde ona öylece bakıyordum. "Senin aptal sorularına sabırla cevap veriyorum ama sen sürekli olarak altında bir şeyler arıyorsun," dedi ve gözlerimin içine bakarak ekledi. "Maran sen bana güvenmiyorsun ve evet," Başını ağırca salladı. "Biz gerçekten anlaşamıyoruz, haklısın."

"Kenan," dediğimde konuşmama müsaade bile etmedi.

"Maran," dedi, daha normal bir tonda. Bakışları sadece gözlerimdeyken avuçlarımdan sıcak bir sıvının aktığını hissetmiş ama başımı eğip bakma tenezzülü bile göstermemiştim. "Bana güveniyor musun?"

Kalbim ilk kez heyecan olmadan saf korku ve gerilimle göğüs kafesime çarparken gözlerinden gözlerime bir elektrik dalgası yayılıyordu. O, yeşil gözlerini bir saniye olsun kırpmadan gözlerime bakıp her hareketimi saniyesi saniyesine kovalarken sorduğu soru da zihnimde mekanik bir sesle yankılanmaya başlamıştı.

Ona güveniyor muydum?

İçimde bir yerlerde bu sorunun cevabını ararken onu yanıtlamak çok basitti ama şu an bunu neden yapamıyordum? Ona neden istediği cevabı veremiyordum?

'Konuş, bir şeyler söyle!'

Kurumuş dudaklarımı birbirine bastırıp gözlerimi ondan kaçırmamaya özen gösterirken midem bulanmaya başlamış, karnımda rahatsız edici bir sızı oluşmuştu. Normal zamanda onunla konuşurken de tatlı bir sızı oluşurdu ama şu an sadece beni rahatsız ediyordu.

'Güvenmiyor musun ona?'

Beni izleyen ve ağzımdan çıkacak olan en ufak şeyi merakla bekleyen bir çift göz ve içimde bir yerlerde sesini duyduğum o hayali varlık, tüm vücudumun gerilmesine neden olurken bakışlarım onun bakışlarından kaçmıştı.

İşte bunu yapmamam gerekiyordu, gözlerimi onun gözlerinden kaçırmamam gerekiyordu.

Gözlerimi kısa bir an yumduğumda onun o melodik ama keyifsiz gülüşü kulaklarıma doldu. Yerinden hareketlendiğini hissettiğimde başımı ona doğru çevirmiştim fakat keşke çevirmeseydim.

Aşkla baktığım yeşil harelerinde en yoğun duygu; hayal kırıklığıydı.

"Git," dedi, kısık bir sesle. Onun gözlerinin ince bir tabakayla kaplandığını gördüğümde dolan gözlerimi kırpıştırdım.

Onu böyle görmek canımı yakmış mıydı?

Evet.

Peki neden ona cevap verememiştim?

Az önce gerilimle çarpan kalbim, şimdi de onun için üzüntüyle çarpıyordu. Az önce zihnimde, beni harekete geçirmeye çalışan o ses de nefret dolu sözlerini bana haykırırken benden uzaklaşan bedenine doğru bir adım atmak istedim fakat o buna müsaade etmedi.

"Kenan," Buğulu bakışlarım onun gözlerindeyken beni duyuyor gibi değildi. Daha doğrusu beni duymak istemiyordu, çünkü ona bir cevap vermemiştim.

"Bana bir cevap veremiyorsan," dedi, bakışlarını bana doğru eğerek. Şu an görüş açımda yeşil gözleri yoktu, sadece koca bir hayal kırıklığı vardı ve bu, taze bir yaranın üzerine tuz basmışçasına canımı yaktı. "Bu ilişkiye devam etmemizin de bir mantığı yok o zaman."

Son sözleri bunlar olurken nefes almayı bir anlığına bıraktım. Yanlış anlamış olmalıydım, çünkü benim tanıdığım adam böyle bir şeyi söylemeyi bırak, aklından bile geçirmezdi.

"Ne?" dedim, hayretle. Gözlerim şaşkınlıkla onun yüzünde gezinirken aramızdaki mesafe daha fazla açılmıştı. Her ona yaklaştığımda daha fazla benden uzaklaşıyordu. "Saçmalama, Kenan... Çok mu kolay geldik biz bu duruma da böyle söylüyorsun?" dediğimde onun akmayan yaşları benim gözlerimden akmaya başlamıştı.

"Boşu boşuna gelmişiz biz bu duruma," dedi, hiddetle. Bağırışı yankı oluştururken boynundaki damarları belirginleşmişti. Öfkesinden beyaz teni yine kıpkırmızı kesilirken bu eser de bana aitti. "Boşu boşuna!" Ona öylece bakarken, "Git Maran," dedi, arkamda kalan kapıyı göstererek. "Git, görmek istemiyorum seni."

Net ve keskin tavrı, şu an buradan gitmem gerektiğini söylese de ne geriye doğru bir adım, ne de ona doğru bir adım atabiliyordum. Sözleri bir bir hafızama kazınırken gözlerimdeki yaşlar daha hızlı akmaya başlamıştı.

O, gözlerime kararlılıkla baktığında adımlarımı hareketlendirme girişiminde bulunarak ona arkamı döndüm ve hızlı, aceleci adımlarla yanından ayrıldım. Her adımımda ondan uzaklaşıyor, gözyaşlarım daha fazla akıyordu.

Ilık meltemli bir yaz gününde şiddetli bir fırtınaya tutulmuş gibiydim. Gözlerim bulut, gözyaşlarım da yağmur olmayı tercih etmişti bu fırtınada.

Topuklu ayakkabılarımın zeminde bıraktığı tok ses, koridordaki bakışların bana dönmesine neden olurken onlarla göz teması kurmayı reddederek hızla açık kapıdan çıkıp kendimi dışarı attım.

"Yengecan," Kılıç'ın sesi kulaklarıma ulaşırken söylediği şey bile canımı acıtmıştı.

O ve Yiğit peşimden gelirken onlara bir kez bile dönmeden çalışır vaziyette duran arabama atlayıp onlarca meraklı bakış eşliğinde orman yolunda ilerlemeye başladım. Gözyaşlarım dur durak bilmeden akıyor, önümü görmemi engelliyordu.

Oradan uzaklaştığımı anladığım ilk an, arabamı yolun ortasında durdurduğumda dudaklarımdan bir hıçkırık firar etti. Doğru duymuştum, her şeyin sonlanmasını istemişti değil mi?

O anki tavrı gözümün önünden, sözleri de kulaklarımdan eksilmezken ellerimle yüzümü kapattım.

Sanki dilime prangalar dolanmıştı da ben az önce konuşamamış, ona güvendiğimi bir türlü söyleyememiştim. İşte sırf bu yüzden bunun cezasını çekmek zorundaydım.

Bedenim ağlamalarımın şiddetiyle sarsılırken orada öylece, o arabanın içerisinde yapayalnız bir biçimde hıçkırarak ağlamaya devam ettim.

İşte asıl şimdi hangi yöne gideceğim önemliydi.

🧸🧸🧸

Loading...
0%