Yeni Üyelik
29.
Bölüm

•XXIX•

@meelcnmel

Suyun içerisindeki ayaklarımı hafifçe sallarken kulaklarıma ulaşan kahkaha seslerini duyabiliyor, denizin kayalıklara vuran dalga sesleriyle de müthiş bir huzuru bana vadediyordu.

Temiz rüzgâr esip çıplak tenimi usulca yalarken bulunduğum anda ömrümün sonuna kadar kalmak istiyordum. Tam şu an zamanı durdurmak elimde olsaydı bunu yapabilirdim. Şehirden uzak, denize bakan bir evde sevdiğim insanlarla beraber olmak bana hiç olmadığı kadar iyi gelmiş ve tüm yorgunluğumu atmama neden olmuştu. O yorucu tempodan biraz olsun kurtulabilmiştim.

Biraz ilerimde denizde yüzen bedeni büyük bir zevkle izlerken saçlarımdaki suyu sıkarak yanımdaki havluyla vücudumu kuruladım. Onunla mavi suların arasında olmak eşsiz duyguları bana hissettirse de ayağıma değen bir balıktan korkarak onun gülüşleri eşliğinde sudan çıkmıştım. Birkaç dakika boyunca sırf bu yüzden benimle dalga geçse de en sonunda tek başına yüzmeye devam etmişti.

O beyaz, heybetli bedeninin mavi sulara nasıl yakıştığını sadece ben gördüğüm için de hiç olmadığı kadar mutluydum.

O da beni daha fazla tek başıma bırakmamak için denizden çıkmaya karar verdiğinde kısık gözlerimle onu izliyordum. Bedeninden akan su damlalarını büyük bir dikkatle takip ederken ona ait olan havluyu da ona doğru uzatmıştım. Önce ıslak saçlarını hafifçe kurulasa da ardından vücudunu kurulamaya başladı. Tenine yapışmış olan su damlacıkları oradan süzülüp koyu mavi renkte olan şortunun içerisinde kaybolurken derin bir iç çekme gereği duymuştum.

"Yüzecek misin daha?" diyen sesi dikkatimi dağıtırken başımı hafifçe iki yana salladım. Onun gözleri benim üzerimde kısaca dolaştığında elindeki havluyu omzuna astı. "Duş alacağım ben, geliyor musun?"

Bu söyledikleri, dudaklarımda bir gülüşün belirmesine neden olurken utanıyormuş gibi başımı diğerlerine doğru çevirmiştim. "Nasıl yani?"

O, bu hâlimi fark ederek birkaç saniye daha gözlerime baktığında neyden bahsettiğimi anlamış olacak ki dudakları yukarı kıvrılmış ve bakışlarını etrafta gezdirmişti. "Eve geçiyorum, sen de geliyor musun diyorum?" dediğinde neyi kastettiğini de böylelikle anlamıştım.

"Haa," dedim, yüzümdeki o salak ifadeyi silerek. Yerimden aceleyle kalkarken o da beni aynı ifadeyle izliyordu. "Geliyorum."

Ben, eşyalarımı alarak onun peşine takıldığımda bu şapşallığıma bir yandan içten içe küfür ediyordum. Gerçekten kendimi rezil etme konusunda ihtisas yapmıştım.

"İstersen duş da alabiliriz tabii," dediğinde terliklerimi de ayağıma geçirmiştim. O da güneşten dolayı şapkasını takarken ben de ona ait olan güneş gözlüğünü taktım. Belki bu sayede utandığım belli olmazdı.

"Bence çenen çalışacağına elin çalışsın," dedim, ona bir bakış atarak. "Bugün yemekler senden ya hani?" dediğimde güldü.

Çeşme'de sadece üç gün kalıp sonrasında Trabzon'a gitmeyi planlıyorduk. Buraya geldiğimizde de ekip arasında iş bölümü yapma kararı alarak her gün kahvaltı ve akşam yemeği olmak üzere belirlenen çiftler bu görevi üstleniyordu. Temizlik de bu işe dahilken içeceğimiz kahvelere kadar güzel bir görev paylaşımı yapmıştık ve bugün Kenan'la ben yemek yapacaktık. Fakat öyle görünüyordu ki bütün işi ona yıkacaktım.

"Beraber yapacağız, unuttun herhalde?" dedi, alayla.

"Ben yemek yapmayı bilmiyorum," dediğimde gözlüğümü de düzeltmiştim. "Tatilimiz hastanede son bulmasın, o yüzden yemeği sen yapacaksın."

"Yemek yapma işini öğrensen daha iyi olur bence," dedi, başını bana doğru hafifçe eğerek. "O yüzden bana yardım edeceksin."

"Biz cilveleşmekten yemek yapamayız," diyerek bahane ürettiğimde amacım mutfağa gireceğim zamanda birazcık uyumaktı.

"Biz de öncesinde cilveleşiriz o hâlde," dediğinde ondan kaçışımın olmadığını anlamıştım. Bu yüzden de ona daha fazla itiraz etmediğimde evin bahçeye çıkan terasının basamaklarını tırmanmaya başlamıştık. Firuze ve Bige orada oturup yanındaki kızıyla ilgilenirken Gediz abi, Onur, Yiğit ve Ufuk da bahçede top oynuyor; Olcay'la Kılıç da bahçedeki salıncakta uyuyordu.

"Bunlar en son kavga etmemiş miydi?" diyerek elimi onlara doğru tuttuğumda Firuze güldü. O ikisi sabah kahvaltısını beraber hazırlamıştı ve bu esnada da bilmediğim bir sebepten dolayı da kavga etmeye başlamışlardı.

"Kılıç, Olcay'a bahçeden çiçek toplayıp gelince barışmak zorunda kaldılar (!)" Kıkırdadım. Bu esnada Kenan'ı gören Eftal de çırpınmaya başladığında Kenan onu büyük bir zevkle kucaklamıştı.

"Sevgili olup olmadıklarını anlayamadım hâlâ," dediğimde onları bir kez daha kontrol edip bakışlarımı Kenan'la Eftal'e doğru çevirdim. O, kolları arasındaki Eftal'i havaya kaldırırken Eftal de kahkahalara boğulmuştu.

"Sizin gibi inişli çıkışlı onlar da," diyen Firuze'ye güldüm. Doğru söylüyordu.

"Ben duşa giriyorum," dediğimde gözlüklerimi de çıkarmak durumunda kalmıştım.

"İlk ben söylemiştim," diyen Kenan, bana doğru döndüğünde omuz silktim.

"Hızlı olsaydın." diyerek hızla içeri geçtiğimde birazdan onun da peşimden geleceğini biliyordum.

"Çocuk gibisiniz!"

Firuze'nin sözleri beni güldürürken koşar adımlarla merdivenleri tırmanmış ve üst katta Kenan'la beraber kaldığımız odaya girmiştim. Bu esnada onun adımlarını da merdivenlerden duyarken eşyalarımı bırakıp ondan önce duşa girmek için aceleci davranıyordum. Önce banyoya geçip suyu ayarladıktan sonra bavulumdan kendime birkaç parça kıyafet çıkarmaya koyulmuştum. Çok geçmeden de o, odaya girdiğinde gülerek ona döndüm.

"Ben gireceğim,"

"Bence beraber girelim, böylelikle boşu boşuna tartışmamış oluruz." derken çıkarmış olduğu şapkasını ve elindeki havlusunu bir kenara bırakmıştı.

Söylediği şeyler tenimi karıncalandırırken eşyalarımı yatağın üzerine bırakıp duşa gireceğim için yüzüklerimi çıkardım. Onları komodine bırakırken, "Evlenmeden olmaz diyorum,"

Bu, onun bakışlarının yoğunlaşmasına neden olurken birkaç küçük adımda yanıma ulaşarak telefonunu komodine koydu. Bu sırada banyodaki su sesi kulaklarıma ulaşırken eli çıplak belime dolanmıştı. "Saçmalıyorsun," dedi, dudaklarıma doğru. O, başını hafifçe yüzüme doğru eğerken hâlimden memnundum ama bunu bilmesine gerek yoktu. "Daha önce aklın neredeydi?" dediğinde kıkırdadım.

"Olmaz diyorum, Kenan." diyerek ellerimi çıplak göğsüne yaslayıp onu kendimden uzaklaştırdığımda itiraz etmedi. "Sabret biraz." Kaşları havalandı.

"İki yıl boyunca?" Omuz silktim.

"Bunca yıl beklemişsin, biraz daha bekle."

"İlla ki pişman olup yamacıma geleceksin," derken benden tamamen uzaklaşmıştı. "O zaman ben yatağıma alır mıyım bilmiyorum."

"Dayanamazsın sen," diyerek yatağa bıraktığım kıyafetlerimi alırken, "Bana dokunmayacaksan gelebilirsin."

Adımlarımı banyoya yöneltirken onun homurtularını duyabiliyordum. Bu, dudaklarımda bir sırıtışın olmasına neden olurken eşyalarımı bir köşeye bırakıp hâlâ dolmayan küvete bir bakış atmıştım. O dolana kadar aynadaki görüntümü inceleme fırsatı bulduğumda güneşten dolayı çillerimin daha da çoğaldığını fark etmiştim. Bu görüntü hoşuma giderken hiç düşünmeden üzerimdeki leopar desenli bikiniyi çıkarıp henüz dolmamış olan küvetin içerisine kendimi bıraktım. Lavantalı köpüğün kokusu burnuma dolarken onu derin derin soluyup gözlerimi yummuş ve başımı küvetin kenarına yaslamıştım.

Sanırım biraz burada kestirsem kimseye hiçbir zararı olmazdı.

 

🐤🐤🐤

45 DAKİKA SONRA

Bavulumdan çıkardığım keten, beyaz bir pantolonu üzerime geçirirken aynadaki görüntümü inceliyordum. Küvette uyuyakaldığım için parmaklarım buruş buruş olmuş, gözlerimin içi azıcık kızarmıştı. Kenan, dakikalar önce gelip beni uyandırmasa biraz daha uyuyabilirdim ama ona, beni uyandırdığı için tabii ki kızamazdım.

Yine aynı renkte olan saten askılı bir bluzu da giydiğim sırada duştan çıkan Kenan da görüş açıma girmiş ve tüm dikkatimi bir anda dağıtmıştı. O, önce komodinde duran telefonunu alıp kısaca kontrol ederken giyinme odasına girerek onu çapkınca süzmeme neden oldu.

Üzerindeki bornozu ve ıslak saçlarıyla muhteşem görünse de gözlerimi onun üzerinden çekmem gerekiyordu. Bunu zorlukla başararak aynaya doğru döndüğümde rafta duran vücut losyonumu alıp usulca kollarıma sürmeye başlamıştım. Bu sırada da o, elindeki telefonu küçük makyaj masasının üzerine bırakıp dolaba yönelerek kendine birkaç parça kıyafet çıkardı. Onun muhteşem kokusu etrafımı sararken bir yandan losyonumu sürüyor, bir yandan da aynadan onu izliyordum.

Tam o esnada odanın kapısı biri tarafından tıklatıldığında ardından Bige'nin sesi duyuldu.

"Şefim, yemeği ne zaman hazırlamayı düşünürsünüz?" diyen alaylı sesi, kıkırdamama neden olurken krem rengi pufa oturarak yüzüm için uygun olan nemlendiriciyi elime aldım.

"Geliyorum beş dakikaya," diyen Kenan'ın sesi biraz yüksek çıkarken siyah tişörtünü üzerine geçirmişti. Ardından elini başımın üzerinden uzatıp kendine ait parfümünü alırken birkaç fıs sıkıp tekrar yerine bıraktı. Islak saçlarını eliyle düzeltirken tüm dikkatim ondaydı.

"Çabuk ol," dedi, Bige de. Ardından onun ayak sesleri uzaklaşırken Kenan da masada duran telefonunu alarak odanın kapısına doğru ilerledi.

"Sen de çabuk ol," diyerek bana da emir verdiğinde elimdeki nemlendiriciyi tekrar yerine bırakmıştım. "Daha çok işimiz var."

"Geliyorum şimdi," dediğimde önce giyinme odasından, ardından da odadan çıktı. Bu sırada da kirpiklerime bir rimel sürüp, kaşlarımı ince bir fırçayla taramış ve dudaklarıma bir gloss sürmüştüm. Islak saçlarımı da tarayıp yeşil mandal bir tokayla toplamış, banyoya girmeden önce tek tek çıkardığım kolye ve bilekliklerimi de geri takmıştım. Çıkardığım gümüş saati ve yüzüklerimi de taktıktan sonra siyah sandaletimi de ayağıma geçirip telefonumu alarak odadan çıktım.

Merdivenleri de aynı hızla inip aşağı ulaştığımda herkes hâlâ bıraktığım yerde, bahçedeydi. Sadece Kenan mutfaktayken bir yandan kulağına yasladığı telefonla konuşup bir yandan da dolaptan çıkardığı yeşillikleri ada tezgâhın üzerine taşımakla uğraşıyordu. Ona yardım etmek için mutfakta, askıda asılı olan yeşil bandanayı alıp başıma taktıktan sonra onun bana uzattığı malzemeleri elinden almaya koyulmuştum.

"Hafta başında oradayım," dedi, karşıdaki kişiye. "Önemli şeyleri bana telefonla rapor edebilirsin şimdilik."

O, telefonla konuşurken ben de çıkardığı sebzeleri yıkamaya başlamıştım. Bu esnada da o, kettle'a su koymuş ve bir tencere çıkarıp tezgâhın üzerine koymuştu. Dakikalar sonra telefon konuşması son bulduğunda gözlerimi ona çevirdim.

"Kiminle konuşuyordun?" dedim, merakla.

"Aslı," diyerek beni yanıtladıktan sonra dolaplardan birinden geniş, büyük bir salata kâsesi çıkarmıştı. "Hamile olduğu için izne ayrıldı, evden çalışıyor şimdilik ama benim bir asistana ihtiyacım var. O, benim için birini bulmuş da döndüğüm zaman bir görüşme yapacağız.. Onun için aramış." dediğinde kaşlarım havalandı.

"Ya?" dediğimde kalçamı tezgâha yaslayıp ona doğru dönmüştüm. "Cv'sini yolladı mı sana?" derken gözlerim kısılmıştı. Evet, yeni asistan fikri pek hoşuma gitmiş sayılmazdı.

"Evet ama bakma fırsatım olmadı daha," derken telefonunda bir şeyleri tuşluyordu. Başımı telefonuna doğru uzattığımda bahsettiği kişiye ait olan cv de görüş açıma girmişti. Ona fırsat tanımayarak elimi ekrana doğru uzattığımda ilk işim fotoğrafa bakmak oldu fakat karşılaştığım görüntü hoş değildi.

Sarı saçları omuzlarından aşağı dökülürken ela gözleri de objektifteydi. Dolgun dudakları ve küçük burnuyla gerçekten çok güzel bir kızdı ama ondan asistan falan olmazdı.

"Olmaz bu," diyerek kestirip attığımda o da benim aksime kızın bilgilerini okuyordu. O gözleri uzunca ekranda dolaşırken en sonunda kaşları beğeniyle havalanmıştı. "Hey!" dedim, öfkeyle.

Bakışları bana dönerken birkaç saniye ifademi inceledi. "Ne?" dedi, gayriihtiyari.

"Olmaz bundan asistan falan. Baksana," dedim, hiddetle. "Asistanlık için değil de mankenlik ajansına başvuru yapmış gibi duruyor!" dediğimde güldü.

"Network'ü iyi ama," dedi, oldukça masum bir şekilde. "Aslı'nın yerini dolduramaz ama daha iyisinin de olduğunu sanmıyorum. Hem staj yeri arıyormuş kızcağız," Burnumu kırıştırdım.

"Başlarım onun stajına," dedim, çıkışarak. "Ben sana çok daha iyisini bulurum, merak etme. Hafta başında işine bile başlamış olur." diyerek iddialı bir şekilde konuştuğumda telefonunu bırakmıştı.

"Peki madem," dediğinde kettle'daki su kaynamıştı. Onu kapatıp suyu tencereye boşaltırken, "Sana güveniyorum."

Bu sözleri karşısında dudaklarımda bir sırıtış oluşurken ellerimi arkamda birleştirip yerimde ileri geri sallanmaya başlamıştım. "Ben de sana," dedim, hülyalı bir tavırla. Bu, onun bana bir bakış atmasına neden olurken kıkırdamıştı.

"Teşekkür ederim hayatım,"

"Hayatın mıyım gerçekten?"

"Hayatımsın gerçekten," dedi ve yanımdan geçerken yanağıma bir öpücük bıraktı. Bu, gülümsememe neden olurken erzakların bulunduğu büyük raftan makarna kutusunu almıştı.

"Makarna mı yapıyoruz, şefim?"

"Çoğunluğun kararıyla," diyerek tekrar yanıma geldiğinde kaynar suyla dolu tencereye makarnaları boşaltıp tencerenin kapağını kapatmıştı. "Salatayı sen yapabilir misin?"

"Yaparım," dedim, hevesle. Ardından da az önce çıkarmış olduğu salata kasesiyle doğrama tahtasını alarak kalan sebzeleri yıkamaya kaldığım yerden devam etmeye koyulmuştum.

"Bıçaklar keskin ama dikkat et," diyerek de uyarılarını yaptığında onun bu söylediklerini dikkate alarak yıkadığım yeşillikleri güzelce doğramaya başladım. Zaten en fazla yapabildiğim şey buydu ve daha fazlasına kalkışırsam iyi sonuçlanmayabilirdi. Annem de bunu bildiği için ona yardım etmek dışında hiçbir zaman beni mutfağa sokmamıştı.

Ben salatayı yaparken o da mantar ve biberleri başka bir tahtanın üzerinde ince ince dilimlemiş, çıkardığı tavuğu da limon ve tuzla marine edip onu da aynı incelikte doğramıştı. Tabii o bunlarla uğraşırken tencerenin içerisindeki makarnalar da haşlanmış ve ben de ona yardımcı olarak makarnaları süzmüştüm. Süzdüğüm makarnaların üzerine soğuk su tutarken o da baharatladığı tavuk ve sebzeleri tavada çevirmekle meşguldü.

Çok geçmeden mutfağı çevreleyen güzel kokular beni kendimden geçirirken acıktığımı bile yeni fark edebilmiştim. Yaptığım salataya soslarını ekleyip karıştırırken bakışlarının ağırlığını ara ara üzerimde hissediyordum.

"Fena değilsin aslında," dediğinde güldüm.

"Salata yapma konusunda mı?" dedim, alayla.

"Genel olarak mutfakta çalışırken yabancılık çekmiyorsun," dedi, beni düzelterek. Elindeki tavayı ocağa bırakıp sebzelerin iyice kavrulmasını beklerken salata kasesini ada tezgâhın üzerine bırakıp salata için birkaç tane küçük kâse almak için dolaba yöneldim. "Sanki daha önce bu mutfağa girmişsin gibi."

"Annem pek izin vermezdi mutfağa girmeme," derken dolaptaki kâseleri almak için parmak uçlarımda yükseldiğimi görmüş olacak ki benden önce elini uzatarak birkaç kâseyi kolayca almıştı. "Evi yakacağımı düşündüğü için sadece ona yardım etmekle yetiniyordum. Mümkün olduğunca beni ocaktan uzak tutup salataları hep bana yaptırırdı. " Güldü.

"O kadar mı kötüsün?"

"Aslında hiç denemedim yemek yapmayı," dediğimde bu söylediğim onu şaşırtmıştı. "Zaten annem de bu yüzden beni mutfağa sokmazdı."

"Mutfağa girmezsen yemek yapmayı nasıl öğreneceksin?" dedi, haklı olarak.

"Çoğunlukla annem yapardı yemekleri, Nermin abla da ona yardım ederdi.. Bu yüzden de öğrenmeme gerek olmadığını söyleyip duruyordu ama bence yanlış düşünüyor." dedim, elimi hafifçe sallayarak. "Sonuçta illa ki bir gün tek başıma kalacağım,"

"Kalmayacaksın," dediğinde bakışlarımı ona doğru çevirmiştim. Kalçasını tezgâha yaslamış, kollarını göğsünde birleştirmiş bir şekilde beni can kulağıyla dinliyordu. Yeşil gözleri ilgiyle üzerimde gezinirken, "Bir anda beni nasıl unutabildin öyle?" dedi, sahte bir alınganlıkla. Bu, gülmeme neden olurken kollarını çözüp elini belime yaslayarak beni kendine doğru yavaşça çekti. Ellerimi göğüslerine yaslayarak burnumu hafifçe burnuna sürttüğümde arsız bir tutam da bandanamdan dışarı, yüzüme doğru dökülmüştü.

"Unutmadım," Başımı iki yana salladım hafifçe. "Mümkün mü böyle bir şey?"

"Değil," diyerek kendinden emin bir şekilde konuştuğunda bir kez daha gülmüştüm fakat tam o anda dudaklarıma bir öpücük bıraktığında gülüşüm öpüşmemiz arasında kaybolmuştu. Parmakları hafifçe belime gömülürken duyduğum ses, hızla ondan uzaklaşmama neden oldu.

"Bunca adam yemek beklerken siz de burada cilveleşiyor musunuz?" diyen Gediz abi, tatlı öpüşmemizin bölünmesine neden olurken uzun zamandır utanmadığımı fark ederek yanaklarım hızla kızardı. Gözlerimi ondan kaçırarak Kenan'ın küçük yardımıyla aldığım küçük salata kâselerini tezgâhın üzerinden alıp onlara arkamı dönmüştüm.

Sürekli rezil olmak benim doğamda vardı anlaşılan.

"Neredeyse hazır sayılır," dedi, Kenan da. Tavadaki sebzeler kavrulurken etrafa güzel kokular yayılmıştı.

"Yemeği yapabildiniz yani?" Gediz abinin alaylı sesi, gözlerimi utançla yummama neden olurken Kenan'dan çıt çıkmamıştı ama abisine uyarıcı bir bakış attığını tahmin edebiliyordum. "Eftal uyudu, onu odaya bırakacağım." diyerek merdivenlere yöneldiği sırada ben de kâselere salata koymakla uğraşıyordum.

En sonunda mutfaktaki işimi bitirip bahçedeki masayı hazırlamak için çekmeceden suplaları çıkardım ve mutfağın bahçeye çıkan kapısından geçerek terastaki geniş masaya elimdeki suplaları tek tek dizdim. Ardından tekrar içeri geçip çatal bıçak takımlarını ve kadehleri alarak tekrar bahçeye dönmüştüm. Onları ve kumaş peçeteleri de masaya büyük bir özenle yerleştirip salata kâselerini de masaya bıraktım. Bu esnada da Kenan mutfakta tabaklama işini hallediyordu. Onun hazırladığı tabakları da tek tek masaya koyduktan sonra dakikalar önce Kenan'ın buz dolu bir kovanın içerisine koymuş olduğu şarap şişesini alarak tekrar yanlarına dönmüştüm.

Herkes masanın etrafındaki yerlerine yerleşirken ben de kadehlere şarapları dolduruyordum. Sadece Firuzeye ait kadehe şarap yerine meyve suyu koyduktan sonra kendi yerime oturabilmiştim.

"Dünkü açlığımı ancak böyle bir yemek bastırabilirdi," diyen Yiğit, Bige'nin ona ters ters bakmasına neden olduğunda çatalımı elime aldım.

"Dünkü yemeği biz yaptık yalnız," dedi, çatalını ileri geri oynatırken.

"Yapamadık, demek istedin herhalde?" dedi, Yiğit de. Onların arasındaki bu gerginlik, kaşlarımın havalanmasına yol açarken Gediz abi de Yiğit'e uyarıcı bir bakış atmıştı.

"Bence sus, Yiğit." diyen Kenan, karşısında oturan kız kardeşini göz ucuyla kontrol ettiğinde onun iştahının kaçmış olduğunu görmek zor olmamıştı.

"Siz niye gergo takılıyorsunuz bugün?" diyen Olcay, benim merak ettiğim soruyu sorduğunda kulağım onlarda olsa da çoktan tabağımda muhteşem bir şekilde duran kremalı makarnayı yemeye başlamıştım.

"Diyene bak," dedi, Firuze de. Olcay, ona gözlerini kısarak baktığında Firuze de omuz silkti.

"Bu aralar çok gözüme batacak şeyler yapıyor," diyen Bige abisinin ısrarıyla, bıraktığı çatalını tekrar eline aldığında gerçekten mutsuz görünüyordu.

"Söyle, benim de gözüme batsın." Kenan'ın bu sözleri, kıkırdamama neden olurken Bige de daha fazla konuşmamayı tercih ederek usulca yemeğini yemeye başlamıştı.

"Ne yaptın lan kardeşime?" Gediz abi, Yiğit'e doğru döndüğünde tüm bakışlar da aynı anda Yiğit'in üzerine çevrilmişti. O, Bige'ye kaçamak bakışlar atarken omuz silkti.

"Hiçbir şey."

"Tüm ilgisini benden çekti," dedi, Bige hızla. "Sadece yemeklerde buluşuyoruz, Kılıç ne güzel Olcay'ın yanından ayrılmıyor.. Siz de öyle!" diyerek abilerine birer bakış attığında kadehime doğru uzandım.

"Biz sevgili değiliz yalnız," diyen Olcay'a göz devirdiğimde Bige de öfkeyle ona doğru dönmüştü.

"Sen onu benim külahıma anlat!" diyerek ona çıkıştığında Olcay çenesini kapatmıştı. Bu, kıkırdamama neden olurken Kılıç da hâlinden memnun görünüyordu. "Sizi kuytu köşede öpüşüp koklaşırken görüyorum, hâlâ bizi kekliyorsunuz!" dediğinde gözlerimi irileştirerek başımı, masanın diğer ucunda oturan Olcay'ı görmek için öne doğru uzatmıştım.

"Ne?" dedim, bağırarak. "Ben niye bilmiyorum bunları?" dediğimde Olcay'ın yanakları kıpkırmızı kesilmiş, sarı saçlarıyla yüzünü gizlemeye çalışmıştı. Kılıç da Bige'nin bu söyleyeceklerini tahmin etmemiş olacak ki şaşkındı. Hatta diğerleri de öyle.

"Ziyagil yalısına çevirdiniz iyice," dedi, Ufuk sitemle. "Ben Beşir olacağım ama baştan söyleyeyim."

"Beşir rolü şu an en çok Bige'ye yakışır bence," diyerek konuştuğumda Bige ve Yiğit hariç hepsi gülmüştü. "Baksanıza, nasıl gözetliyor insanları? Mobese Bige!" Burnunu kırıştırarak bana baktığında Kenan da gülerek onun yanağından makas almıştı.

"Yemeğini ye fıstığım hadi," dedi, ilgiyle.

"Yiğit'in icabına sonra bakacağız," dedi, Gediz abi de.

"Ben de buradayım yalnız," diyen Yiğit, o ikisine şok içerisinde bakarken Gediz abi ve Kenan'ın aynı anda ona attığı ters bakışlarla birlikte susup önüne dönmüştü.

"Sen de yemeğini yiyorsun," Kenan'ın bana dönen bakışlarına karşılık tekrar çatalımı kavradığımda kendimi bir çocuk gibi hissediyordum.

"Bana fıstığım demek yok mu?" dediğimde bu söylediğim hepsini güldürmüştü. Hatta Kenan da o huysuz ifadesini bir kenara bırakıp güldüğünde masadaki havayı değiştirmiş gibiydim.

"Fıstığım," diyerek isteğimi çevirmediğinde gülümsedim.

"Antep fıstığı mı yoksa yer fıstığı mı?" diye bir soru sorduğumda hâlâ devam eden o gülüşler şiddetlenmişti. Kenan'ın üzerimdeki bakışları kısılırken dudaklarında da tatlı bir gülümseme oluşmuştu.

"Bu kız yarım akıllı harbiden," Onur ve Ufuk'un bu mırıltıları kulaklarıma ulaşırken Olcay da onlara katılarak benzer şeyleri söylemişti fakat benim ilgim tamamen Kenan'daydı.

"İkisi arasındaki fark ne?" dedi, merakla.

"Antep fıstığı çok fazla yaygın değil, daha kaliteli ve daha güzel.. Üstelik daha pahalı." diyerek Olcay hızla açıkladığında benim bu tavırlarıma alışmış görünüyordu. Onlara da sürekli böyle saçma sorular sorduğum için bunu yadırgamıyorlardı.

"Yerinde olsam Antep fıstığı derdim enişte," Onur'un sözleriyle beraber ağzımdaki lokmayı yuttuğumda Kenan'ın bakışları kısa bir an bana dönmüştü.

"Peki yer fıstığı?"

"Klişe." Olcay'ın burun kıvırarak söylediği şey, Kenan'ın kaşlarının havalanmasına neden olurken bu ayrımımıza şaşırdığı belliydi.

"Yer fıstığı daha güzel bence," diyen Kılıç, Olcay'ın ona ters bir bakış atmasına neden olduğunda dudaklarını birbirine bastırarak yemeğini yemeye devam etmişti.

"Bu kadınlar birbirlerinin dilinden anlıyor hakikaten," Gediz abinin söylediği şeyle beraber güldüğümde hepsinde bir şaşkınlık yakalamıştım. Sanırım onların bu hallerime bir süre daha alışmaları gerekecekti.

"Yalnız benim fıstığa alerjim var," diyen Kenan, başımı hızla ona doğru çevirmeme neden olurken Onur'la Ufuk'un kahkahası tüm bahçeyi doldurmuştu. Hatta Olcay da onlara katılırken bu beklemediğim tepki karşısında şaşkındım.

"Gerçekten mi?" dedim, hayretle.

"Evet," dedi, büyük bir ciddiyetle. Ben, ona şaşkınlıkla bakarken gözleri birkaç saniye yüzümde gezinmiş ve ardından gülmüştü.

"Yine bahtsızlığım devreye girdi yani," diyerek homurdanmaya başladığımda Firuze konuştu.

"Bence daha romantik oldu," dediğinde çatalımdaki yeşilliği ağzıma tıkmıştım. "Cedric de üzüme alerjisi olsuğu için Chen'e üzümlü kekim diye hitap ediyor mesela?"

"Çizgi film o." dedim, huysuzca.

"Yine de romantik," diyerek direttiğinde dilimi dudaklarım üzerinde gezdirdim. Aslında doğru söylüyordu.

"Daha öğrenmediğim neler var acaba?" dedim, sitemle. "Beyefendinin bir şeye alerjisi olduğunu bile yeni öğreniyorum!"

"Sormadın ki," dediğinde ona dik dik baktım.

"Sen de anlatmadın," Omuz silkti.

"Konuşacak konularımız tükenmiyor işte," diyerek bu sözleriyle konunun kapanmasına yol açtığında bir süre masada, akşam ne yapılacağı konuşulmuştu. Herkes önündeki yemeğiyle ilgilenirken bolca sohbet etseler de ben onlara katılmayı reddedip sadece yemeğimi yemiştim. Ardından yemek faslı bittiğinde diğerlerinin de yardımıyla masa toplanmış, Kenan'la ben de mutfağı toparlayıp eski hâline geri getirerek son kez mutfaktan çıkmıştık.

Şimdi de yine verandada hep beraber oturuyor, yine onlar havadan sudan muhabbet ederken ben de saatlerdir kontrol etmediğim telefonumu elime almış, gizlice Kenan'ın fotoğraflarını çekiyordum. Rahat bir pozisyonda oturup arkasına yaslansa da güneş gözlüğünü takmış, elini çenesine dayamış bir şekilde karşısında hararetle bir şeyler anlatan Kılıç'ı dinliyordu.

Kadraja yansıyan görüntüleri, dudaklarımda bir gülümsemenin oluşmasına neden olurken birkaç kareyi o görmeden yakalamıştım bile.

"Akşam erkek erkeğe bir şeyler yapalım," Kılıç'ın onca söylediği şey arasında kulaklarım sadece bunu algıladığında kaşlarım havalandı, elimdeki telefonu kapatıp masaya bıraktım. "Ne zamandır bir araya gelemiyoruz."

"Bir aradasınız ya işte," dedim, gıcık bir tavırla. "Derdin ne senin?"

Kılıç'ın kara gözleri üzerime sabitlenirken ona dik dik baktım. Bu esnada Kenan'ın bakışları da usulca bana dönmüştü. "Kadınsız," dedi, üstüne basa basa. Bu, kaşlarımı çatmama neden olurken, "Adamı azıcık rahat bırak yengecan, nefes alsın yazık yahu! Evlenmeden böyleyse evlendikten sonra nasıl olur merak ediyorum doğrusu."

"O seviyor yanında olmamı," dedim, çıkışarak. Bu esnada Kenan da kıkırdamıştı. Onun için böyle tartışıyor olmam inanılmaz derecede hoşuna gidiyordu. "Kenan hiçbir yere bensiz gidemez, izin vermiyorum! Diğerleriyle gidin siz işte,"

Kenan, bu söylediklerime karşı çıtını çıkarmadığında Kılıç bakışlarını bu sefer ona çevirmişti. "Abiciğim sen de kılıbık mısın nesin?" dedi, hayretle. "Hatun sana yasak koyuyor bildiğin, sen de el pençe divan pozisyonundasın."

"Fena olmazdı aslında," diyerek Kenan, Kılıç'ın bu sözlerini duymazdan geldiğinde bakışlarım ışık hızıyla ona döndü. Onun da güneş gözlüklerinin ardındaki bakışları eş zamanlı olarak bana dönerken, "Siz de kızlarla takılırsınız işte evde."

"Evde?" dedim, alayla. O, başıyla beni onaylarken burnumdan sert bir nefes vermiştim. Bensiz gece dışarı çıkmasına, üstelik yazlık bir bölgede böyle bir plan yapmalarına müsaade edemezdim. Burada bir sürü bikinili kızlar dolaşıyordu ve ben, onu kurtların önüne atamazdım! "E siz evde takılın, biz kız kıza dışarı çıkalım? Nasıl fikir?" dediğimde o kaşları hızla çatıldı.

"Biz niye evde takılıyoruz?" Güldüm.

"Asıl biz niye evde kalıyoruz yahu?" dedim, çirkef bir tavırla.

"Ne oluyor ya?" diyen Firuze, elindeki bebek telsizini masaya bırakıp eşinin yanına oturduğunda diğerlerinin de dikkatini çektiğimizi böylelikle fark etmiştim. Onların meraklı bakışlarına karşılık ifademi değiştirmeden onlara döndüğümde elimle Kılıç'ı gösteriyordum.

"Bu serseri, sevgilimi yoldan çıkarmaya çalışıyor." dediğimde Kılıç göz devirip arkasına yaslandı.

"İdama da götür istersen," dedi, alayla.

"Onu da yaparım," dediğimde ifademdeki ciddiyeti fark etmiş olacak ki o alay dolu ifadesi hızla silinmiş, kolunu Olcay'ın omzuna atmıştı. "Akşam erkek erkeğe dışarı çıkacaklarını söylüyorlar, böyle bir şey mümkün mü?"

"Yuh ama ya," dedi, Olcay. Onun bu tepkisiyle birlikte başımı ona doğru çevirdiğimde bana şaşkınlıkla bakıyordu. "Bırak çıksınlar, ne olacak? Bunun için mi tartışıyorsunuz siz?" dediğinde Kılıç gayet memnun görünüyordu.

"Kızım sen harbiden gerizekalısın," dediğimde Olcay'ın kaşları çatılmıştı. Onun bu aptallığı karşısında göz devirmemek için zor dururken, "Çeşme'deyiz diyorum, etrafta bir sürü kız var diyorum.. Kafayı mı yedirteceksiniz bana?" diyerek carladığımda az önce bana karşı çıkan Olcay bile hızla söylediklerinden dönmüş, Firuze'yle Bige'nin bile huysuzlanmasına neden olmuştum.

"Bana ne kızlardan, Maran?" dedi, Kenan bıkkınlıkla. "Hava almak istiyorum biraz, anlasana.. Sadece birkaç saat dışarı çıkacağız hepsi bu."

"Aşkım hava almak istiyorsan bahçeye çıkarsın, olmadı odaya çıkıp terastan hava alırsın." dediğimde göz devirdi. "Hava almak istiyorsan yeterli alanımız mevcut, bunun için araba kullanmana değmez.. Hem beni tek mi bırakacaksın koskoca odada?" dedim, ona doğru yanaşarak. Bu, gözlüklerini çıkarıp birkaç saniye gözlerime bakmasına neden olduğunda onu kolayca kandırabileceğimi biliyordum.

Tabii onun aklına Kılıç girmeseydi!

"Uyursun," dediğinde gözlerimi süzerek ona bakıyordum.

"Bu gece başka planlarım vardı oysa," Bu söylediklerimle beraber yeşil gözleri yuvalarında usulca dönmeye başladığında bakışları yoğunlaşmış, o gözleri kısaca dudaklarıma düşmüştü. "Sana bir sürprizim vardı." Kaşları havalandı.

"Neymiş o sürpriz?" dedi, merakla.

"Kendime yeni şeyler aldım," derken sesim artık bir fısıltıya dönüşmüş, onu etkim altına almayı başarmış sayılırdım. Gözleri üzerimde böyle gezinmeye devam ederse onu evde tutmam kolay olacaktı. "Onları sana gösterecektim."

"Üzerinde mi?" dediğinde yeşilleri hafifçe kısıldı, koltuğun arkasına doğru uzattığı kolu gerildi. Siyah tişörtünün üzerinden belli olan vücudu da kasılırken dudaklarımda şeytani bir gülümseme oluşmuştu.

"Eğer istersen," dedim, cilveli bir şekilde. Göğsüne yasladığım elimle tişörtünün sardığı bedenini hafifçe okşarken onun süt dökmüş kediye döndüğünü anlamak zor olmamıştı. "Hepsini teker teker denerim, sonra istersen çıkarırım.. Belki de hiçbir şey giymem?"

"Beni nasıl yola getireceğini iyi biliyorsun," derken ses tonunda bir şaşkınlık sezmiştim fakat bu hâllerime alışması gerekliydi. "Ve bu beni korkutuyor."

Dudaklarımdan cilveli bir kıkırtı döküldüğünde, "Tabii eğer gidersen bu bahsettiklerimin hiçbirini düğüne kadar göremezsin," Gözleri, gözlerimde takılı kalırken onu çoktan ikna etmiş gibi duruyordum. Hem de bu kadar çabucak. "Bu sefer gerçekten göremezsin, bebeğim. Blöf yapmıyorum, beni tanıyorsun."

"Tanımaz mıyım?" dedi, iç geçirerek. Bu, dudaklarımda yapmacık bir gülümsemenin oluşmasına neden olurken bakışlarını benden çekip diğerlerine doğru dönmüştü.

"Siz ne kadar lite'sınız?" diyen Kılıç, hayretler içerisindeyken Olcay da dakikalar önce sevgili olmadıklarını iddia ettiği için ağzını açıp hiçbir şey söyleyemiyor sadece etrafa huysuz bakışlar atıyordu. "Gediz'in lite olduğunu zaten biliyorum da size ne oluyor oğlum?" dediğinde Gediz abi onu umursamamış, eşinin saçlarını okşamaya devam etmişti.

"Abiciğim Bige bana zaten hiçbir şey yapmasam da tripli," dedi, Yiğit. "O yüzden beni bulaştırmayın." dediğinde Bige sırıtıyordu.

"Ben de yokum," diyen Kenan, Kılıç'ın şok üstüne şok yaşamasına neden olurken, "Buranın havası da bayağı iyi sonuçta."

"Yuh," dedi, Kılıç. Kenan'ın bu ruh hâli değişimi, onu oldukça şaşırtsa da ben gayet memnundum. "İnanamıyorum size."

"Onur'la Ufuk da senin gibi bekar birer birey, onlar sana seve seve eşlik ederler." dediğimde bizden epey uzakta dedikodu yapan Onur'la Ufuk'a bir bakış atmıştım. Ne konuştuklarına dair bir fikrim yoktu ama bayağı hararetli bir şekilde sohbet ediyorlardı.

"Ben bekar değilim," dedi, bir çırpıda. Bu, Olcay'ın bakışlarının hızla ona dönmesine neden olurken sırıtıyordum. "Herkes manitasıyla takılıyorsa ben de manitamla takılırım o hâlde."

"Manitan kimmiş senin?" dedi, Gediz abi alayla.

"E biz-" Kılıç'ın lafını kesen şey Olcay'ın birden ayaklanması olurken bu sefer tüm gözler ona çevrilmişti.

"Şarap bitmiş."

O, kaçarcasına yanımızdan ayrılıp mutfağa geçtiğinde Kılıç da onun arkasından bakakalmıştı. Gediz abi Kılıç'ın bu değişen ifadesine gülerken, "Kızın haberi var mı bu durumdan?"

"Aramızdaki sorunu hallettiğimizi düşünüyordum," dedi, Kılıç da. Onun suratı asılmış, az önceki o zıpır hâllerinden eser kalmamıştı. Aslında ona üzülüyordum, Olcay ona hak etmediği bir şekilde davranıyordu.

"Olcay biraz zordur," diyerek konuştuğumda Kılıç da bunu biliyormuş gibi hafifçe başını sallamıştı. "İlgini azıcık üzerinden çeksen aslında her şey kolay olabilir." dedim, bir çırpıda.

Bu sözlerim, Kılıç'ın ifadesini değiştirmesinde pek etkili olmazken bu duruma canının epey sıkıldığını biliyordum. Bu hâl ve tavırları, diğerlerini de etkilemiş olacak ki onu neşelendirmeye çalışmışlar fakat başarılı olamamışlardı.

"Siz dışarı çıkın en iyisi," derken başımı Kenan'a doğru çevirdim. Bu söylediğim onun şaşırmasına neden olurken omuz silkmiştim. "Kılıç'ın canı sıkkın diye söylüyorum, biraz kafası dağılır."

"Biz ne olacağız?" dediğinde bahsettiği şeyi anlayarak güldüm.

"Kaçmıyorum ya?" dedim, başımı hafifçe omzuma doğru eğerken. Elimi kaldırıp yanağına yerleştirdiğimde koskoca adamın sadece ufacık dokunuşumla bir kedi yavrusuna dönüştüğüne gözlerimle şahit olmuştum. "Geldiğinde beni odamızda bulabilirsin."

"Siz ne konuşuyorsunuz öyle fısır fısır?" dedi, Bige. O, bugün tüm çiftlere salça oluyordu.

Kenan, onun aramıza giren sesiyle beraber kendine gelebildiğinde elimi onun yüzünden çekmiştim. "Biz dışarı çıkalım bence de," diyen Gediz abi, bana katıldığını belli ederken, "Bir hava alıp geliriz, çok geçe kalmayız zaten." diyerek Firuze'nin sorgulayıcı bakışlarına yanıt niteliğinde cevap vermişti.

"Sadece hava alın mümkünse." Bige'nin huysuz tavırlarına karşılık Yiğit de ayaklanırken sevgilisini peşinden sürüklemeyi ihmal etmedi. Bu esnada Gediz abi ve Firuze de kalkarak içeri geçmişlerdi. Kılıç da dakikalar önce yanımızdan ayrılıp Ufuk'la Onur'un yanına geçtiği için şu an Kenan'la baş başa kalmıştık.

Ben, sahildeki çocukları izlerken onun sıcak parmaklarının hafifçe yüzüme temas ettiğini hissederek huylandım. Dudaklarımdan bir kıkırtı döküldüğünde onun elindeki beyaz yapraklı çiçeği kulağımın arkasına sıkıştırdığını son anda yakalamıştım.

"Kenan," dedim, a harfini uzatarak. Dudaklarında benim eserim olan bir gülümseme oluşurken parmakları nazikçe çenemi kavramış ve başımı hafifçe yana doğru oynatarak yanağıma bir öpücük bırakmıştı.

"Çok geç kalmam," derken saçlarım arasındaki çiçeğe bir bakış attı. Ardından haftalardır kolundan çıkarmadığı ve benim doğum gününde ona hediye ettiğim saati göz ucuyla kontrol etmişti. "Sen ne yapmayı planlıyorsun?"

Dudaklarımı aşağı doğru hafifçe büzüp düşünüyormuş gibi gözlerimi ondan kaçırdığımda bu sefer de dudaklarımı öpmüştü. Bu, dudaklarımdan bir kıkırtının kaçmasına neden olurken, "Bilmem," dedim, bulabildiğim ilk boşlukta. "Olcay'a biraz ayar çekebilirim.. Onun dışında ortamım gayet güzel," derken şarap dolu kadehime uzanmıştım. "Biraz çalışırım belki?"

"Çok yorma kendini," derken bir kez daha yüzünü yüzüme doğru yaklaştırdı fakat bu sefer başımı hafifçe geriye doğru atarak ona nazlanmayı tercih ettim. "Enerjini bana sakla."

"Sen de," derken yeşil harelerine baktım. "Uslu dur, sadece beni düşün."

"Ah güzelim," dedi, içli bir şekilde. Bu, yanağımın içini dişlememe neden olurken yüzlerimiz birbirine yakındı. Yeşil hareleri yine okyanusuma karışmış, deli bir yangına tutulmuştu. "Seni düşünmediğim bir zaman dilimi yok ki.."

Dudaklarım yukarı kıvrılırken onun bir an önce arkasına bakmadan gitmesi gerekiyordu. Aksi takdirde kararımdan dönüp onu odamıza çıkarabilirdim.

"Git hadi," Dudaklarım hizasında olan dudaklarına kısa ama şehvetli bir öpücük bıraktığımda dudaklarındaki şarabın tadı beni mest etmişti. Bu kendime yaptığım kötülük, dudaklarından ayrılmamı zorlaştırırken alt dudağını emerek tadını sonuna kadar almaya çalıştım.

Eli, ensemi kavrarken öpüşlerime aynı denklikte karşılık veriyordu. "Nasıl gideyim ben şimdi?" Boğuk sesi öpüşmemiz arasına girerken o yumuşacık dudaklarına derin bir öpücüğü bahşederek ondan uzaklaşmıştım. Bu biraz daha sürerse hiç iyi şeyler olmayacaktı.

"Kenan!" Gediz abinin içeriden yükselen sesiyle beraber elimle dudaklarına bulaşan gloss'u silmeye yeltenmiştim fakat buna müsaade etmedi. Çok belli olmasa da dikkatli bakıldığında dudaklarının parıl parıl parladığı görülebilirdi. "Hadi oğlum, seni bekliyoruz."

"Geliyorum!" O, dilini dudaklarının üzerinden geçirdiğinde bu hoşuna gitmiş gibiydi. "Güzelmiş bu," Kıkırdadım.

"Serseri," Elimi peş peşe hafifçe göğsüne vurdum. "Hadi git, bekletme daha fazla."

Kenan, beni geri çevirmeyerek abisi ona bir kez daha seslenmeden önce masada duran telefonunu ve sigara paketini alıp elindeki güneş gözlüğünü de takarak yanımdan kalkmıştı.

"Geç kalma sakın!"

"Kalmam," diyerek yüzündeki o şapşal sırıtışla yanımdan ayrılıp içeri geçtiğinde aynı sırıtış benim de dudaklarımda yer edinmişti. Başımı hafifçe iki yana sallayarak bundan kurtulmaya çabaladığım sırada sahildekiler de dahil olmak üzere hepsi arabalarına binerek evden ayrılmışlardı.

Onlar gittikten sonra ben de içeri geçip odama çıkmış, bilgisayarımı alarak tekrar aşağı inmiştim. Verandaya geçip eski yerime oturduğumda tıpkı Kenan'a söylediğim gibi amacım bir saat de olsa biraz çalışmaktı. Ardından da Olcay'la konuşup onun sorununun ne olduğunu çözmeye çalışacaktım.

Bilgisayarımı açıp öncesinde gelen mailleri kontrol ettiğimde telefonuma gelen bir aramayla birlikte uzun bir sohbetin içerisine böylelikle çekilmiştim.

 

🐤🐤🐤

"Kahretsin," diyerek elimde duran telefonumun ekranına ters bakışlar atarken gördüğüm görüntüler hiç hoş değildi.

Hatta öyle ki şu an kör olmayı bile dileyebilirdim.

Gözlerimi kırpıştırarak telefonumun otomatik olarak tekrar tekrar oynattığı on beş saniyelik videoyu bir kez daha dikkatle izlemeye koyulduğumda sadece ben değil, herkes kendi telefonunu kontrol ediyordu. Dakikalardır salonda çıt çıkmazken ortamdaki tek ses, yarım saat önce izlemeye karar verdiğimiz bir romantik komedi filmine aitti.

Birkaç saat önce, verandada bir saat kadar çalışmayı planladığımda önce beni arayan babamla uzun bir sohbet etmiş ve ardından da planladığım üzere verimli bir çalışma gerçekleştirmiştim. Daha sonrasında da Olcay'la konuşmak için odasına çıktığımda uyuyor olduğunu görerek onu rahatsız etmemeye karar vermiş, tekrar aşağıda oturan kızların yanına inmiştim. Onlarla da uzun bir süre keyifli bir sohbet içerisine girdiğimiz sırada karanlık da çökmüş, Olcay uyanmıştı. Bu esnada ara ara Kenan'a mesaj atsam da o da aynı dakika içerisinde mesajlarıma dönmüştü fakat dakikalar önce Onur'un bana attığı videoyla tüm keyfim kaçmıştı.

Ekrandaki videoyu gözümü kırpmadan izlerken birden fazla çıplak kadın da dans ediyordu. Sarışın, esmer, kızıl.. Resmen bizden gizli harem kurmuşlardı ve şimdi de epey eğleniyorlardı!

Kadraja giren Kenan, elindeki telefondan başını kaldırmazken Ufuk'un bu olanları çektiğini tabii ki görmüyordu fakat dansöz kızlara bakmaktan kaçındığı belliydi. Hatta Gediz abi ve Yiğit de öyleydi. Şu an tek mutlu görünen Kılıç, Onur ve Ufuk'tu.

Ufuk, kızıl olanla karşılıklı dans ederken Kılıç da sarışın olanın göğsüne para sıkıştırıyordu. Biz, onun üzgün olduğunu düşünerek iyilik yapmıştık ama o, hepsini yoldan çıkarmaya çalışıyordu.

Bir kez daha başa saran videoyu kapatıp Kenan'ın numarasını tuşladığımda oturduğum yerden kalkmıştım. Telefonu kulağıma yaslayıp onun açmasını beklerken olduğum yerde volta atıyordum.

"Alt tarafı birkaç saat izin verdik, onların şu yaptığına bak!" diyen Firuze de telefonunda bir şeyleri tuşlarken epey öfkeli görünüyordu.

"Bir tane sarışını bırakıp bir diğerini bulmuş işte," dedi, Olcay da. O, telefonunu kapatıp kenara koyarken kaşları çatıktı.

Dudaklarımı aralayıp ona bir şey söyleyeceğim esnada telefonun ucunda tanıdık olduğum o ses duyuldu. "Efendim bebeğim?"

Onun bu hitap şekli, daha da öfkelenmeme neden olurken daha rahat konuşabilmek için bahçeye çıkıp biraz uzaklaşmıştım. "Neredesin sen?" dedim, hiddetle. Bu ses tonum, onun bir süre duraksamasına yol açarken gürültülü müzik bu sessizliği doldurmuştu.

"Neden öfkelisin?" derken o gürültülü müzik azalmıştı. Büyük ihtimalle dışarı çıkmıştı.

"Öfkeli değilim," dedim, yalana başvurarak. Elimi belime koyup ileride dalgalanan denize bir göz attığımda Bora da dahil olmak üzere birkaç koruma evin etrafında dolanıyordu. "Ne yapıyorsunuz, eğleniyor musunuz?"

"Pek değil," dediğinde bu cevabı alacağımı biliyordum, çünkü videoda da pek eğleniyor gibi görünmüyordu. "Kılıç iyi ama, döneriz birazdan. Sıkıldım zaten."

Pekâlâ, bayağı dürüst davranıyordu.

Kaşlarım normal hâlini alırken, "Ne zaman döneceksiniz?" diye sormuştum.

"Çok mu özledin beni?" dediğinde ses tonundan eğlendiği belliydi. En azından benimle konuşurken daha fazla eğleniyordu.

"Çok," dedim, o harfini uzatarak. Öfkem, onun bu dürüstlüğü karşısında azalırken videodaki hâlinden farkı yoktu. Ona kızamayacağım aşikârdı fakat bunun hesabını tabii ki soracaktım. "Hadi gel artık, bekliyorum seni."

"Geliyorum," dedi, yumuşacık bir sesle. "Yirmi dakikaya oradayım."

"Çabuk gel yoksa ben gelirim," dediğimde söylediklerimde ciddiydim fakat o gülmüştü.

"Merak etme," derken ses tonu beni az da olsa rahatlatmayı başarmıştı ama bu, geldikleri zaman Kılıç'ı öldürmeyeceğim anlamına gelmiyordu.

Onunla olan telefon konuşmam saniyeler içerisinde sonlanırken bahçeye çıkarkenki tavrımdan eser yoktu. Hatta öyle ki içeri geçtiğimde Firuze ve Bige'nin de epey sakin olduğunu görmüştüm. Sadece Olcay huysuzca yerinde kıpırdanıyor, kucağındaki mısır dolu kâseye bir hışımla elini daldırıp mısırları ağzına tıkıştırıyordu.

"Geliyorlarmış," dedim, rahat bir tavırla az önce kalktığım yere otururken. "O Kılıç'a yapacaklarımı biliyorum ama."

"Ben biliyordum böyle olacağını," dedi, Bige. "Kılıç'ın can sıkıntısı sadece beş dakika sürüyor zaten!" dediğinde Olcay başını hızla ona doğru çevirmişti.

"Olcay az bile yapıyor." diyen Firuze de Olcay'ın çatık kaşlarının usulca düzelmesine neden olurken saatler önce Kılıç'a öyle davrandığı için pişman olmaktan vazgeçmiş gibi görünüyordu. Oysa daha bir saat öncesinde onunla konuşup biraz yumuşamasını sağlamıştık fakat Kılıç, kendi ayağına sıkmıştı.

"Ben size diyorum bu adam zampara diye," diyerek hemen kendinin haklı olduğunu ispat etmeye koyulduğunda ona yandan bir bakış attım. "Sadece iki dakika bizsiz dışarı çıktılar ve şu olanlara bakın! Bence sen de boşanmalısın." dediğinde Firuze ona ters ters baktı.

"Saçmalama istersen," dediğinde güldüm. "Kızım benim kocam gayet uslu uslu oturuyor orada, onun tek suçu Kılıç'a üzülmek."

"Doğru söylüyorsun," dedi, Olcay. Düşünüyormuş gibi yaparken avucundaki mısırı da ağzına tıkmıştı. "Abarttım biraz galiba."

"Biraz," dedi, Firuze de.Tam o esnada elimdeki telefonum titrediğinde arkama yaslanıp dizlerimi kendime çekmiştim.

Kenan KESKİN: Çıktık, yoldayız.

Yüzümde memnuniyet dolu bir ifade oluşurken mesaj kutusundan çıkıp telefonumu kapattım. "Yoldalarmış, gelirler birazdan."

"Gelsinler," dedi, Olcay başını sallayarak. Fakat ağzı dolu olduğu için söylediğini biraz zor anlamıştık. "Gelsinler, göstereceğim ben ona."

"Size kolay gelsin o hâlde," diyerek oturduğum yerden ayaklandığımda uzanıp Olcay'ın kucağında duran kâseden mısır almıştım. Onları ağzıma atarken, "Ben yukarıdayım, Kenan'ın yatağına çivi döşeyeceğim."

"Az bile." diyen Olcay, Firuze'yle Bige'nin şaşkın bakışlarının ikimiz arasında gidip gelmesine neden oldu. Galiba biraz fazla psikopat olduğumuzu düşünüyor olmalılardı.

Ben, onları orada bırakıp merdivenleri tırmanarak odama ulaştığımda kapıyı da arkamdan kapatmıştım. Telefonumu komodinin üzerinde şarja bırakıp makyajımı temizlemek adına banyoya geçtiğimde rafta duran jellerimden birini ve bir adet pamuğu elime alarak yüzümdeki makyajı temizlemeye koyuldum. Dakikalarca cildime bakım yapmakla uğraştıktan sonra en sonunda dişlerimi fırçalayarak banyodan çıkmıştım. Banyodan çıkıp giyinme odasına geçtiğimde üzerimi değiştirmeden hemen öncesinde kolumdaki saati ve bilekliklerimi çıkarıp makyaj masasının üzerine bıraktım. Boynumda yer alan safir taşlı kolye dışında diğerlerini de çıkardıktan sonra saçlarım arasındaki tokayı da çıkarıp dolaba yöneldim.

Dolaba eşyalarımın hepsini yerleştirmesem de bavulumu yerde dağınık bir şekilde bırakmamak adına birkaç parça kıyafetimi elimin altına koymayı tercih etmiştim. Elime gelen ilk kumaş parçasını aldığımda üzerimdekilerden hızlıca kurtuldum. Çıkardığım beyaz, saten geceliği üzerime geçirirken boy aynasında kısaca kendimi incelemiştim.

İp askılara sahip olan geceliğin göğüs kısmı dantelken sadece dizlerimden biraz yukarıda bitiyordu. Ona ait olan beyaz sabahlığı da alıp berjerin üzerine bıraktıktan sonra pufa oturup gece yatmadan önce kullandığım kremlerimden birini alarak önce kollarıma, ardından da bacaklarıma sürmeye başlamıştım. Bu esnada odanın kapısı biri tarafından açıldığında onun bu kadar çabuk gelmesi beni şaşırtmıştı.

"Kenan?" derken beni duyması için hafifçe sesimi yükselttim. Gözlerim aynadaki aksimde olsa da bir yandan da bacaklarıma krem sürüyordum.

"Benim," diyen sesini duyduğumda bakışlarımı kapıya doğru çevirdim. Çok geçmeden o, giyinme odasının kapısında göründüğünde loş ışık direkt olarak yeşil gözlerine vuruyordu. Dudaklarımda bir gülümseme oluşurken o güzel gözleri usulca üzerimde gezinmekle meşguldü. Bakışları, tenimde yakıcı etkiler bırakırken elimdeki kremi masaya bırakmıştım.

"Hoş geldin," dedim, sahte bir neşeyle.

Birazdan onu sorguya çekeceğimden habersiz bir şekilde adımlarını bana doğru yönelttiğinde bu sefer de fırçayla saçlarımı tarıyordum.

"Çok hoş buldum," dediğinde elleri omuzlarımı yumuşak bir hareketle kavramış, saçlarımın açıkta bıraktığı boynuma hafif bir öpücük bırakmıştı. Gözlerim aynadan onu takip ederken geri çekilmeden önce yoğun olan kokumu derince içine çekti, ılık nefesi boynuma hoyratça çarptı.

"Çabuk geldin," dedim, masada duran el kremime uzanırken. Elleri omuzlarımdayken onun da gözleri, aynadan benim hareketlerimi dikkatle izliyordu.

"Çabuk gel, dedin."

"Sözümü dinliyorsun yani?" Güldü.

"Yine yaranamadım mı sana?" dedi, alayla. Ardından benden uzaklaşarak üzerindeki tişörtünü yavaşça üzerinden sıyırdığında hareket etmeyi bırakmıştım. Sadece onu izliyor, loş ışığın vurduğu kıvrımlarını hiç çekinmeden inceliyordum.

"Nereye gittiniz?" derken gözlerimi ondan uzaklaştırma gibi bir girişimde bulunmamıştım. Usulca kremin kapağını açıp elime sürmeye başladığımda gözlerim çıplak vücudunda geziniyordu. Bu sırada dolaba yönelmiş, kendine giyecek bir şeyler çıkarmıştı.

"Sahil yolu tarafında yeni bir mekân açılmış, oradaydık." diyerek beni yanıtladığında kolundaki gümüş saati çıkarıp masaya koydu.

"Sesin sıkılmış gibi geliyordu," dedim, merakla. "Pek eğlenememişsin belli."

"Sıkıldım çünkü," dediğinde kaşlarım havalandı.

"Neden?" Onun bakışları bana dönerken birkaç saniye bu merakımı sorgularcasına yüzümü incelemişti.

"Benlik bir ortam değildi," dedi, sıkılgan bir tavırla. "Ben duşa giriyorum, çıkınca sorularına cevap veririm olur mu?"

Onu sadece başımı sallayarak onaylamakla yetindiğimde suratım asılmıştı. Onun için hazırlanmıştım fakat o, nasıl göründüğüm konusunda tek kelime etme gereği duymamıştı!

Kenan, hiç düşünmeden giyinme odasından çıkıp odanın içerisindeki banyoya girdiğinde sıkıntıyla ofladım. Bu esnada da az önce taradığım saçlarımı örmeye koyulduğumda masada duran bir tokayı da elime almıştım. Saçlarımı örüp ışığı kapatarak giyinme odasından çıktıktan sonra yatak odasını aydınlatan ışığı biraz kısarak onun da sadece loş bir şekilde odayı aydınlatmasına izin verdim. Komodinde duran bardağa sürahideki suyu doldurup soğuk sudan birkaç yudum aldığımda bardağı tekrar komodine bırakmıştım.

Yatağa oturup şarjda olan telefonumu çıkarırken terastan esen sert rüzgâr da içeri doğru esiyordu. Açıkçası bundan rahatsız değildim, çünkü hava hiç olmadığı kadar sıcakken buna ihtiyacım vardı.

Telefonumun ekranını aydınlatıp yatağa uzandığımda amacım birazcık sosyal medyada gezip neler olup bittiğine bakmaktı. Bu esnada da Kenan'ın öküzlüğünü düşünmemeye çalışıyordum.

Dakikalarca telefonumla uğraşıp sıkıldıktan sonra uyumaya karar vererek telefonumu kapatıp komodine bıraktım. Esen sert rüzgârlardan dolayı biraz üşüyerek yorganı belime kadar çektiğimde banyonun kapısının açıldığını duymuştum fakat buna rağmen gözlerimi kapatıp uyku moduna geçmiştim.

Onun kokusu saniyeler içerisinde odanın her köşesine yayıldığında nefes almamaya çalışıyordum. Onun kokusu, sesi, öpüşü ve o can alıcı sözleri benim ona olan kızgınlığımı da kırgınlığımı da bir anda yok ediyordu. Sırf bunun için kokusunu solumamaya dikkat ederken bu pek mümkün değildi.

"Fıstığım," diyen o yumuşacık sesi kulaklarıma ulaştığında sesi bir fısıltı hâlindeydi. Uyuyor olma ihtimalime karşı tavırları oldukça nazikti.

Yatağın sağ tarafı bir ağırlıkla yavaşça çöktüğü sırada gözlerimi daha sıkı yummuştum. Şu an ona hesap sormak bile istemiyordum.

"Uyudun mu?" diyerek kulağıma fısıldadığında eli de belime dolanmış, ince kumaşın üzerinden tenimi hafifçe okşamaya başlamıştı. Naneli nefesi tenimi yalarken onun o okyanus kokusunu da her ne kadar karşı çıksam da çoktan ciğerlerime doldurmuştum.

Ona ses vermemeye devam ettiğimde dudaklarının baskısını önce saç diplerimde, ardından da omzumda hissettiğimde parmaklarının ucuyla kolumu okşuyordu. Uyumadığımın farkındaydı ve ona karşılık vermem için elinden geleni yapıyordu. "Bana birtakım sürprizlerinin olduğunu sanıyordum." dediğinde ses tonu tenimi gıdıklamıştı.

"Hakkını kaybettin," dedim, daha fazla dayanamayıp ona cevap vererek. Bu, bir süre aramızda sessizliğin yaşanmasına neden olurken gözlerim hâlâ kapalıydı.

"Ne yaptım yine?" dedi, ses tonundaki o merak tınısıyla. Bununla beraber hızla gözlerimi aralayıp yerimde doğrulmadan hafifçe başımı ona doğru çevirdiğimde elini çenesine yaslamış, beni izliyordu.

"Senin için hazırlandım o kadar ama sen bir iltifat bile etmedin," diyerek bir çırpıda bu kelimeleri sarf ettiğimde kaşları hafifçe çatılmış, gözleri kısaca üzerimdeki geceliğe uğramıştı. "Tabii etmezsin, taş gibi hatunların yanından geldiğini unutmuşum çünkü!" dediğimde o gözleri gözlerime değdi, birkaç saniye gözlerime baktıktan sonra elini yavaşça çenesinden çekti. Büyük ihtimalle bunu nereden bildiğimi kendi içinde sorguluyordu.

"Sen,"

"Nereden bildiğimin bir önemi var mı sence?" diyerek lafını kestiğimde yerimden de doğrulmuştum. Kaşlarım çatılmış, bedenimi kalbimdeki o küçük sıyrık yönetmeye başlamıştı. "Dansöz kızlar artık ne kadar ilgini çektiyse gözün beni bile görmedi."

"Ufuk'un işiydi," dedi, o da yerinde doğrulurken. Benim aksime kaşları normal hâlini almış, daha ılımlı bir tavra bürünmüştü. "Onun dışında kimsenin haberi yoktu, yemin ederim.. Bir anda oldu her şey zaten."

"Kapa çeneni," derken arkasında kalan yastığı uzanıp almış ve onu sertçe göğsüne bastırmıştım. "Başka yerde yat, istemiyorum yanımda uyumanı."

Az önce normal hâlini alan kaşları aynı hızla çatılırken söylediklerimde ciddiydim. "Ne?" dedi, hayretle.

"Duydun," Omuz silktim. "Git, kanepede mi yatıyorsun ne yapıyorsan yap. İlgilenmiyorum."

"Şaka yapıyorsun herhalde?" derken gözleri de yüzümün en ücra köşelerine uğruyor, tepkimi ölçmeye çalışıyordu. "Maran, hiçbirine bakmadım bile! Beni böyle yargılayamazsın ki sen."

"Yargılarım," dedim, birden çıkışarak. "Git, beni fark edene kadar da gözüme görünme!"

"Maran," dedi, bir kez daha.

"Defol, Kenan." dediğimde dudaklarını birbirine bastırıp bir süre daha gözleriyle ciddiyetimi ölçmüştü. Ardından da göğsüne bastırdığım yastığını alıp ayaklandığında kendi tarafındaki komodinden telefonunu da aldı. "Siz erkekler ne kadar öküzsünüz yahu? Hiçbir şeyin değerini bilmiyorsunuz."

"Bu lafları hak edecek ne yapmış olabilirim?" dedi, ellerini iki yana açarak.

"Senin için hazırlandım ve sen fark etmedin!" diyerek carladığımda dudakları arasından bir soluk bırakmıştı.

"Fark ettim," dedi, o da bana bağırarak. "Çok güzel olmuşsun dememe gerek var mı? Bunların zaten farkındasın sen?"

"İnsanın sevdiği birinden duyması çok farklı bir şey ama!" dediğimde gözlerimin önü puslanmıştı. Regl dönemim oldukça yakındı ve bu duygusallığımı normal karşılıyordum. "Siktir git, görmek istemiyorum seni."

"Siktir olup gidiyorum ben de o hâlde," deyip arkasına bile bakmadan odadan çıktığında kapıyı sertçe arkasından kapatmıştı.

"Gerizekalı!" derken gözlerim beyaz boyalı kapıdaydı. Biraz yalvarabilirdi ama o, gitmeyi daha kolay bulmuştu.

Omuzlarım çökerken dolu gözlerimi kırpıştırıp tekrar başımı yastığa yasladığımda bu gece yalnız uyumaya alışmam gerekiyordu. Şu an onun gitmesini ben istesem de bundan memnuniyet duymuyor, hatta geri gelmesini istiyordum. Ona gitmesini söylüyorsam kalmalıydı ama biz bir türlü anlaşamıyorduk.

Aradan geçen uzun dakikaların ardından bir türlü uyumayı beceremediğimde artık bunun için çabalamayı bırakmıştım.

Sanırım bu gece uyuyamayacak olmayı kabullenmeliydim.

 

🐤🐤🐤

"Barışmadınız mı hâlâ siz?" diyen Gediz abinin sesi kulaklarıma ulaşırken üzerimdeki beyaz elbiseyi düzeltip son basamağı da indim.

"Yok," dedi, Kenan da.

Sabaha karşı zar zor uyuyakaldığım için anca öğlene uyananilmiştim. Bu yüzden de kahvaltıyı kaçırmıştım fakat bu umrumda değildi, ben zaten kahvaltı yapmaktan hoşlanmıyordum. Hayal meyal Bige'nin gelip beni uyandırmaya çalıştığını hatırlasam da uyumaya kaldığım yerden devam ettiğimi de hatırlıyordum.

Dakikalar önce uyanabilmiş, kendime çeki düzen vererek aşağı inme kararı vermiştim.

"Günaydın aşkım," diyen Olcay, beni fark eden ilk kişi olurken ona aynı sevecenlikle karşılık verdim.

Diğerleriyle de aynı şekilde selamlaştıktan sonra cevap vermemeyi tercih ettiğim tek kişi vardı. Bakışlarının ağırlığını üzerimde hissederken oturduğu yerde elindeki havluyla ıslak vücudunu kuruladığını göz ucuyla görmüştüm. O, her sabah yüzüyordu ama bu sefer bu aktiviteyi bayağı geçe bırakmıştı.

Bakışlarımı ona çevirmemeye özen göstererek büyük, geniş salıncağa oturduğumda elimdeki bilgisayarı kucağıma bırakıp daha kontrol etmeye fırsatımın olmadığı telefonumu kontrole koyuldum. Gelen mailler, mesajlar ve bildirimlerle dakikalarca ilgilendiğimde Firuze ara ara beni sohbetin içerisine dahil etmeye çalışıyordu.

Ama boşa uğraşıyordu.

Onların bu sohbetine Firuze'nin bu uğraşları sonucu katılsam da genel olarak kucağımdaki bilgisayarımla meşguldüm. Zaten akşamüstü Trabzon'a gitmek için yola çıkacaktık, en azından birkaç saatlik zamanımı dolu dolu kullanabilirdim. Öncesinde biraz çalışıp sonrasında yüzmeyi planlıyordum fakat şu an güneş tepede olduğu için bir süre bu salıncaktan kalkmamayı düşünüyordum. Salıncağın tepesi güneşi engellerken bulunduğum yerden oldukça rahattım.

"Git kızın gönlünü al, öküzlük etme." diyen Firuze'nin çemkirmesi kulaklarıma ulaşırken sanırım onları duymadığımı düşünüyor olmalıydı.

"Gönlünü almam gerekecek herhangi bir şey yapmadım," Kenan'ın keskin ses tonu kaşlarımın havalanmasına yol açarken klavyenin üzerinde gezinen ellerim kısa bir anlığına durdu. "O kızların hiçbirine bakmadım bile, boşu boşuna trip atıyor şu an."

"Demek ki bir yanlış yapmışsın," dedi, Firuze. "Dün gece odaya çıkarken yüzünde güller açıyordu kızın, ne yaptın kim bilir?"

Firuze'nin bu sözlerine sessiz kalırken bu sessizlik birkaç dakika sürmüştü. Sadece kuşların ötüşü ve dalgaların sesi kulaklarıma ulaşırken ara sıra buna, Eftal'in kıkırtıları ekleniyordu. Onun gülüşleri ilgimi çeken tek şey olurken en sonunda onu annesinin kolları arasından almıştım. Konsantrasyonumu bozan bu tatlı sebep, o huysuz ifademi bir kenara bırakmama neden olurken kucağımdaki tombul kız çocuğuyla beraber bulunduğum yerde yavaşça volta atmaya başladım. Üzerinde benim elbisemin aynısı varken bugün pişti olduğumuzu çok geçmeden fark etmiştim.

Onunla dakikalarca bahçede dolaşıp eğlenceli vakitler geçirirken artık bana alışmış gibi görünüyordu. İlk tanıştığımız zamanlarda da kucağıma geliyordu fakat o zamanlar amacı saçlarımı çekiştirmekken şimdilerde bunu yapmıyordu.

Havuza soktuğum ayaklarımı ileri geri hafifçe sallarken bir yandan da onun tombik ayaklarını mıncırıyordum. Onları tıpkı benim gibi suyun içerisine sokarken soğuk su onun kıkırdamasına neden oluyordu. Ela gözleri limon yemişçesine kısılıyor, henüz çıkmış olan iki dişini bana göstererek gülüyordu. Onu severken dişlerimin kamaşmasına da engel olamıyordum tabii ki.

"Nasıl tatlı bir şeysin sen yahu?" diyerek onun yanaklarını sıktığım esnada bir anda pembe şakayıkların olduğu bir buket de arkadan bana doğru uzatıldı. Onun kokusunu buram buram içime çekerken gözlerim de önüme uzatılan bukette uzunca gezinmiş, dudaklarım muhteşem bir yavaşlıkla yukarı doğru kıvrılmıştı.

Pekâlâ, beni böyle kolayca kandırabilirdi.

Elimi kaldırıp onun elindeki buketi aldığımda eş zamanlı olarak o dudakları yanağıma temas etmiş, içimden bir şeylerin akıp gitmesine neden olmuştu. İşte Kenan Keskin böyle tehlikeli bir adamdı. Yaptığı en ufak şey ve küçücük bir öpücüğüyle her şey sütliman olabiliyordu.

"Özür dilerim," diyen o yumuşacık sesi tenimi gıdıklarken dişlerimi hafifçe alt dudağıma geçirip yüzümdeki bu şapşal gülümsemeyi engellemeye çalışmıştım fakat nafileydi. "Çok güzelsin ve ben, bunu gerekirse ömrümün sonuna kadar söyleyebilirim."

Mahcubiyetin kokusunu alabildiğim sözlri, başımı hafifçe ona doğru çevirmeme neden olurken yeşil gözleri oldukça yakınımdaydı. "Dün gece öyle demiyordun ama?"

"Bu sefer gerçekten öküzlük ettim," dediğinde elimdeki çiçekleri burnuma doğru yaklaştırıp o güzel kokuyu tekrar ciğerlerime doldurmuştum. "Affedecek misin beni?" Omuz silktim.

"Bakacağız,"

"Yani?" dedi, gözlerini kısaca havuzun yüzeyine çevirdiğinde. "Affettim mi demek oluyor bu?"

Yeşil gözleri bir kez daha üzerimdeki yerini aldığında ona yandan bir bakış attım. "Sayılır,"

Bu, ifadesinin değişmesine yol açarken benim de dudaklarımda bir gülümseme oluşmuş, onun bakışlarının kısaca dudaklarıma düşmesine neden olmuştu. Kalbim deli gibi çarparken onunla olduğum zamanlarda olduğu gibi yine yer ve mekân kavramını yitirmiş, Eftal'in kıkırtıları kulaklarıma uğultu şeklinde gelmeye başlamıştı.

Güneşten dolayı kısılmış olan yeşil gözleri olduğundan daha açık bir renge bürünürken elimdeki çiçekleri bırakmadan başımı ona doğru yaklaştırdım. Bu hamlem, onun başını hafifçe omzuna doğru eğip bana yaklaşmasına yol açarken gözlerim pembemsi dudaklarındaydı.

"Şu bahsettiğin sürprizi ne zaman görebileceğim?" dediğinde dudaklarımdan bir kıkırtı döküldü.

"Odada görebilirsin ancak," dediğim esnada dudakları usulca yanağıma sürtmüş, ardından önce yanağıma daha sonra da dudaklarıma bir öpücük bırakmıştı.

"Ne bekliyoruz o hâlde?" dedi, koyulaşan sesiyle. Dudakları bir kez daha dudaklarıma kapandığında bu biraz daha uzun sürmüştü. "Gitmeyelim mi?"

"Bu kadar insan varken mi?" dediğimde omuz silkti.

"Bize ne onlardan," Gözlerimi açarak ona baktığımda bu sefer de sol yanağıma bir öpücük bırakmıştı.

"Ayıp olur," dedim, bir çırpıda. O, dudaklarını aralayacağı sırada Eftal'in çığlığı yüzünü buruşturmasına neden olmuştu. Başımı hızla Eftal'e doğru çevirdiğimde üstünü ıslatmış olduğunu gördüm. "Eftal," Elimdeki çiçekleri Kenan'ın eline tutuşturup Eftal'e doğru uzandığımda kaşlarım çatılmıştı. "Senin yüzünden çocukla ilgilenemedim!"

"Ben ne yaptım şimdi?" diyen Kenan, çöktüğü yerden kalkıp önce Eftal'i kucağına almış, ardından da elimi tutup benim kalkmama yardımcı olmuştu.

"Üstü başı ıslandı, hasta olacak sonra." dediğimde az önce eline tutuşturduğum çiçekleri elinden aldım.

"Bir şey olmaz," derken Eftal bir kolunu onun çıplak omzuna atıp başını yana eğerek bana baktı. Küçücük bebe resmen bana nispet yapıyordu. Üstelik sevgilimin kollarında!

"Şuna bak ya," dedim, hayretle. Kenan, Eftal'in bu tatlı hareketlerine gülerken ben de ona kötü bakışlar atıyordum. Onunla aramız, o Kenan'ı görene kadar iyiydi. "Cimcime," derken elimi uzatıp o tombul kolunu mıncırdım.

Birlikte bahçenin arkasından dolaşıp verandaya ulaştığımızda kimse yoktu. Büyük ihtimalle herkes içerideydi. "Sen al Eftal'i, ben ona giyecek bir şeyler getireyim." diyerek Eftal'i kollarım arasına bırakacağı sırada dakikalar önce kalktığım salıncağa tekrar oturmuş, elimdekileri de masaya bırakmıştım. O, içeri geçerken ben de ıslanmış olan elbiseyi Eftal'in üzerinden çıkarmaya koyuldum.

"Ayye,"

"Anne nerede, hiçbir fikrim yok." diyerek küçücük çocuğa cevap verdiğimde bir yandan da ayağımla yerden destek alarak salıncağın hafifçe sallanmasını sağlıyordum.

"Baba?"

İri ela gözleri merakla bahçede dolaşırken çıkardığım elbisesini kenara koydum. "Baba nerede?"

"Gitti," diyerek kelimeleri ağzında yuvarladığında dudaklarımdan bir kıkırtı yükseldi. O kadar tatlıydı ki şu an onu ısırmak istiyordum.

Onunla olan bu tatlı sohbetimiz dakikalarca sürerken bir yandan da sapsarı saçlarını okşuyor, onun söylediklerini anlamaya çalışıyordum. Bu, zor olsa da onun dilini bir şekilde çözeceğim kesindi.

Çok geçmeden Kenan, Eftal'e ait birkaç parça kıyafetle geldiğinde onun da üzerine bir tişört geçirmiş olduğunu görmüştüm. "Uyku saati yaklaşıyor onun," derken elindekileri aldım.

"Uyuyacak mısın kız?" diyerek Eftal'e doğru döndüğümde o da başını bana doğru kaldırıp anlamsız bir bakış atmıştı. Az önce Ufuk'un gelerek onun eline tutuşturduğu havucu kemirirken hiç de uyuyacak gibi bir hâli yoktu.

"Seni onaylamasını mı bekliyorsun?" dedi, Kenan alayla.

"Ne var? Gayet güzel konuşuyor, bu soruya da cevap verebilir herhalde?" dediğimde dudakları yavaşça yukarı kıvrıldı, ardından da başını diğer tarafa doğru çevirerek güldü. Gözlerim, gülüşünde takılı kalırken onun bu kadar mükemmel olması için ne yiyip içtiğini merak ediyordum. Vicdansızın oğlu çok güzel gülüyordu.

"Çok tatlısın," dediğinde şirin olduğunu düşündüğüm bir şekilde gülümsedim. Bu sırada da Eftal'in üzerini giydirmekle uğraşıyordum.

Eftal'in üzerini büyük zorluklarla giydirip onu kucağıma aldığımda artık sessizleşmişti. Sadece elindeki havucu kemirirken sesi çıkmıyor, ara sıra gözleri dalıyordu. O, en sonunda başını göğsüme yaslarken oturduğum salıncağı da hafifçe sallıyordum. Eş zamanlı olarak ben de başımı Kenan'ın omzuna yasladığımda şu an hiç olmadığı kadar rahattım. Bir elimle onun sırtına hafifçe vururken ılık bir rüzgâr da bize doğru esiyor, ikimizi de mayıştırıyordu.

"Benim de seni uyutmamı ister misin?" diyen o fısıltısı kulaklarıma ulaştığında dudaklarımdan minik bir kıkırtı döküldü.

"Çok isterdim ama çalışmam gerek," diyerek onu mırıldanarak yanıtladığımda başımın üzerine bir öpücük bırakmıştı. Bir eliyle dakikalardır saçlarımı okşarken göğsünden yayılan o ferah kokusunda uyuyakalmamaya çalışıyordum. "Sen de uyumadın değil mi?"

"Uyumadım," dediğinde gözleri kapanan Eftal'e bir bakış atmıştım. "Seninle küs uyumak hoşuma gitmiyor ama bir daha kovarsın diye yanına da gelemedim." dedi, masum bir tavırla. Bu, gülmeme neden olurken dudaklarım hizasında olan omzunu öpmüştüm.

"Sana git dediğimde gitmemen gerekiyor," derken başımı kaldırıp göz göze gelmemizi sağladım. "Git diyorsam, beni sakinleştirmeni istiyorum demektir.. Beni öpmeni, bana sarılmanı istiyorum yani. Gerçekten gitmeni değil."

"O zaman neden git diyorsun? Çok saçma bence," dediğinde kıkırdadım.

"Naz yapıyorum, anlasana.. Bir şey yaptığında hemen seni affedemem, kusura bakma." Kaşları havalandı.

"Bak sen şu işe,"

"Aynen öyle," derken bir kez daha mışıl mışıl uyuyan Eftal'i kontrol ettim. Dudakları hafifçe öne doğru büzülmüş, düzenli nefes alışverişleriyle küçücük bedeni hafifçe inip kalkmaya başlamıştı. Onu rahatsız etmemeye özen göstererek parmaklarımın ucuyla saçlarını okşadığımda dudaklarımda minik bir gülümseme olmuştu."Çok güzel değil mi?" dedim, mırıltı hâlinde.

"Öyle," diyerek beni yanıtladığında onun da dudaklarında hoş bir tebessüm vardı. "Kimsenin kucağında böyle huzurlu uyumaz bu arada." derken bakışlarını usulca bana çevirmişti. Yeşil hareleri aynı yavaşlıkla gözlerimde dolanırken sol elimi kaldırıp parmaklarımla çenesini kavradım.

"E senin kadar olmasak da biz de küçük çocukların gözdesi olmayı başarabiliyoruz," dedim, ukala bir tavırla. Bu, onun melodik bir gülüşü dudaklarından bırakmasına neden olduğunda dudağının kenarını öptüm. "Sen uyu biraz, bütün gece de uyumadın zaten. Saatlerce araba kullanacaksın, git dinlen.. Ben de geleceğim yanına."

"Peki madem, kalk bakalım." diyerek kolunu arkamdan çekip kalkmam için yardımcı olduğunda masada duran Eftal'in emziği ve biberonunu alarak içeri geçmiştim. O da arkamdan gelirken salonda ve mutfakta hiç kimse yoktu. Ya odalarındalardı ya da denize gitmişlerdi.

Merdivenleri tek başıma çıkmaya başladığımda Kenan da su alacağını söylerek mutfağa geçmişti. Bu esnada da ben, merdivenleri hızlıca bitirdiğimde Firuze'lerin odasının kapısının ardına kadar açık olduğunu görmüştüm. Demek ki denize gitmişlerdi ve bu yüzden de ev sessizdi. Kapı açık olsa da öncesinde parmaklarımın tersiyle kapıyı tıklatmış, bir ses çıkmasını beklesem de sonuçsuz kalmıştı. Bununla beraber de Eftal'i koskoca odada tek bırakamayacağımı bilerek kapıdan geri dönmek zorunda kalmıştım.

Kucağımdaki Eftal hareketlenirken hemen sırtındaki elimi, hafif vuruşlarla harekete geçirdim. "Pışh, pışh, pışh.."

Elimdeki süt dolu biberonu aralık dudaklarına yaklaştırdığım an sanki bunu bekliyormuş gibi hemen sütü içmeye başlamıştı. Ara ara gözleri çok az aralanıyor, ardından usulca geri kapanıyordu. Onu bu güzel uykusundan daha fazla etmemek adına Kenan'la kaldığımız odaya geçtiğimde kapıyı kapatmamış, hafif aralık bırakmıştım. Yatağa doğru ilerleyerek Eftal'i kucağımdan bırakacağım esnada homurdandı, yerinde rahatsızca kıpırdanmaya başladı. Bununla beraber onu bırakmaktan vazgeçerek teras kapısının önünde küçük adımlarla volta atmaya başladığımda bir yandan sırtına vuruyor, bir yandan da sütünü içiriyordum.

"Uyumadı mı?" diyen Kenan'ın bu sessiz sorusuyla birlikte başımı kapıya doğru çevirdim. O, pervaza yaslanmış ve kollarını göğsünde birleştirmiş bir şekilde Eftal'in iyice uykuya dalması için çabalayan beni izliyordu.

O yeşil gözlerinde, daha önce de gördüğüm birtakım duyguları görmüştüm. Parmaklarımızda olan yüzükler, günlerdir birlikte kaldığımız yatak odamız ve kucağımdaki dünyalar güzeli kız çocuğu, onunla aynı şeyi aklımdan geçirmeme neden olmuştu.

Kalbim zihnimdeki bu düşüncelerle adeta bir kelebek gibi çırpınmaya başladığında bu anın gerçekliğini sorguluyordum.

"Uyudu da," dedim, silkelenerek. "İnmiyor kucağımdan, bırakamadım."

"Ver bana istersen," derken yerinden hareketlenerek bana doğru ilerlemiş, birkaç büyük adımda aramızdaki mesafeyi kapatmıştı. İtiraz etmeden Eftal'i onun kolları arasına yavaşça bıraktığımda elimdeki biberonu da onun eline tutuşturdum. Eftal, yerini hiç yadırgamadan Kenan'ın kucağına kıvrıldığında başını da onun sıcacık olduğuna emin olduğum o göğsüne yaslamıştı.

Bu görüntü, dudaklarımın yukarı kıvrılmasına neden olurken elimde kalan emziği de komodinin üzerine bırakıp bir süre onları izlemiştim. Onun o kollarında bir çocuk hiç eğreti durmuyor, aksine o güçlü kollarına oldukça yakışıyordu.

"Ben üzerimi değiştirip geliyorum," dediğimde beni onaylamış, ardından giyinme odasına geçerek üzerimdeki elbiseden kurtulmuştum. Bol bir tişörtle saten pijama takımlarımdan birine ait olan şortlardan birini çıkarıp hızla üzerime geçirdiğimde aşağıda kalan bilgisayarımla telefonumu almak için odadan çıktım. Eğer telefonum çalarsa duymayabilirdim.

Merdivenleri bitirip bahçeye çıktım ve verandadaki masada duran bilgisayarımla telefonumu alarak tekrar yukarı çıktım. Odaya girdiğimde Kenan da Eftal'i yatağa bırakıyordu. İçeride çalışan klimadan dolayı da yorganı onun üzerine çektiğinde ben de bilgisayarımla telefonu komodine bırakmıştım. Telefonumu bırakmadan önce de onu titreşime almayı ihmal etmedim. Çalma gibi bir durumda Eftal'in uyanmasını istemezdim.

Ben yavaşça yatağa oturduğumda telefonuma gelen bildirimleri kontrol ediyordum. Bu esnada da Kenan, giyinme odasına geçmişti. Çok geçmeden o, yanıma geri döndüğünde ben de Eftal'in yanına kıvrılmıştım. O, yatağın tam ortasında mışıl mışıl uyurken Kenan da onun sol tarafına o koca bedenini sığdırmaya çalıştı. O güzel gözleri uykusuzluktan kızarmış, bedenini yorgunlukla yatağa bırakmıştı.

"Seninle yaşamak da hiç fena değilmiş," dedim, fısıltıyı andıran bir ses tonuyla. Bununla beraber başını hafifçe bana doğru çevirdiğinde elimi kaldırıp saçlarına dokundum. "Sürekli yanımdasın falan."

"Sıkılmıyor musun yani?" dediğinde kaşlarım hafifçe çatıldı, dudaklarımdan bir kıkırtı döküldü.

"Niye sıkılayım?" dedim, gayriihtiyari. "Aksine hoşuma gidiyor," derken parmaklarım arasındaki yumuşacık saçlarını okşuyordum. Aramızda uyuyan Eftal varken şu an onun göğsüne sokulamıyordum. "Sen sıkılır mısın peki?"

"Senden sıkılmam mümkün değil," derken o yeşil gözlerine yine parıltılar düşmüştü. "Evleneceğim kızım seninle, ne sıkılmasından bahsediyorsun?" dediğinde güldüm.

"İleride benden kaçıp arkadaşlarınla gecelere akmaya kalkıştığında bunu hatırlatacağım sana," dediğimde bu sefer o gülmüştü.

"Öyle bir şey olmayacak," dedi, kendinden emin bir tonda. "Ben yine burada, senin yanında olacağım çünkü."

"Hatırlatırım bunu ama?"

"İnan bana, buna gerek kalmayacak."

Bu sözleri, dudaklarımdaki gülümsemenin gemişlemesine yol açarken söylediği her kelimenin doğruluğuna tüm kalbimle inanıyor ve bu söylediklerinin arkasında duracağını biliyordum. O, bir konuda kendine güvenip beni de kendine inandırıyorsa bunu asla boşa çıkarmıyordu.

Kalbim, bu sözünü ettiğimiz günlerin yaşanma olasılığıyla bile hızla çarpmaya başlarken saçları arasındaki elim usulca hareket ediyordu. Şu an onun göğsüne sokulamasam bile o sıcaklığı hissediyor, kokusunu ciğerlerime dolduruyordum. Aramızdaki kısacık mesafeye rağmen bile bana sunduğu o huzuru tüm hücrelerime kadar hissediyordum.

İşte tam olarak bu, daha önce yaşamadığım ve kimsenin bana hissettiremediği duyguların bir kısmıydı. Bu zamana kadar sadece onun yanında böyle huzura kavuşmuş, sadece onunla bu duygulara erişebilmiştim. Bana daha fazlasını yaşatacağına bir o kadar eminken bu söylediklerini teker teker bana sunacağından da bir o kadar emindim.

 

🐤🐤🐤

Loading...
0%