@meelcnmel
|
Elimdeki çatalın tabağa sürterek bıraktığı o tiz ses, masadaki bakışların bana dönmesine neden olurken kendimi toparlayıp salata kâsesine yöneldim. Kalbimdeki ve midemdeki o tuhaf ağrı, günlerdir bana hiçbir şey yedirmese de annemle babamın tam karşısında oturuyor olmam kendimi zorlamama neden oluyordu. "Ahu," diyen babamın sesiyle beraber başımı tabağımdan kaldırıp dudaklarımdaki sahte gülümsemeyle ona baktım. Deniz bakışları üzerimde huzursuzca gezinirken annemle aralarında bir bakışma geçmişti. "Efendim babiş?" dedim, her zaman takındığım o sevecenlikle. Günler önce bahsi geçen ve babamın Kenan'la bana yaptığı yemek teklifinde işte bugün tek başımaydım. Buraya gelirken ağlaya ağlaya hazırlanmış, ağladığım için defalarca akan makyajımı zar zor toparlamıştım. Duşta, kendime giyecek kıyafet ararken, yolda buraya gelirken sürekli ağlamıştım ve buraya geldiğimde de kapıda yaklaşık yarım saat gibi bir süre kendimi toparlamaya çalışıp göz altlarıma kat kat kapatıcı sürmüştüm. Genelde bu kadar çok makyaj yapmadığımı bilen annem de başta şüphelense de ne yazık ki o şüpheyi yok edememiştim. O gün mahzenden ayrıldığımdan beri olan tavırlarıma bakılırsa galiba depresyondaydım. Hiçbir şey yemiyor, evden dışarı bile çıkmıyordum. İki gün önceki mezuniyetime bile Olcay'ın ısrarıyla gitmiş, sadece bir saat sonrasındaysa tekrar onunla beraber eve dönmüştük. Olcay tabii ki her şeyi biliyordu ve o gün eve gidip her şeyi anlattığımda önce bana bir güzel fırça çekmiş, ardından da dizinde ağlamama izin vermişti. O gece defalarca Kenan'ı aramama rağmen telefonunu açmamış en sonunda da telefonu tamamen kapatmıştı. O günden sonra düzenli olarak onu arasam da telefonlara bakmadığı için Kılıç'ı aramıştım. O da bana, Kenan'dan haber alamadığını söylese de tabii ki ona inanmamıştım, arkadan onun sesinin geldiğini duymadığımı falan düşünüyor olmalıydı fakat bu aptal yalanıyla beni kandıramamıştı. "Neyin var senin?" dedi, şüpheyle gözlerini kısarak. "Hem Kenan niye gelmedi? Gelmek mi istemedi yoksa?" Duyduğum bu isim bile kalbimin acıyla kasılmasına neden olurken dolu gözlerimi saklama gereği duyarak ondan bakışlarımı çektim ve çatalıma batırdığım yeşillikleri ağzıma tıktım. "Ayrıldık biz," dedim, dolu ağzımla. Söylediklerim net çıkmadığında ikisi de kaşlarını çatmıştı. Keşke ben de o gün bunları duymayabilseydim, her şey daha güzel olurdu. "Ayrıldık." diyerek söylediğimi tekrar ettiğimde annemin kaşları şaşkınlıkla havalandı. "O yüzden gelemedi kendisi." "Ayrıldınız mı?" dedi, annem hayretle. "Neden? Gayet iyiydiniz, bir sorun yok gibi görünüyordu." Vardı, ona güvendiğimi söyleyememiştim bile. "Anlaşamıyorduk," Omuz silktim umursamazca. "Zorlamayalım dedik." "Kavga mı ettiniz yine?" diyen babamla beraber annemin şaşkın bakışları bu sefer ona döndü. Şirkette aramızda geçen o tartışmanın hâlâ sürüp gittiğini düşünüyor olmalıydı ama alakası yoktu. "Yine?" dedi, annem. "Ne zaman kavga ettiler ki?" "Önemli değil anne boşver," dedim, çatalımı hafifçe sallayarak. "Ayrıldık işte bitti. Konuşmanın bir anlamı yok." "Sen o yüzden ağlamışsın," Annemin çıkarımları, dudaklarım arasından bir nefes vermeme neden olurken babamın yumuşak bakışları da onun tıpatıp aynısı olan gözlerimde dolandı. "Konuşmak ister misin?" Başımı iki yana salladım. "İstemiyorum baba gerçekten," dedim, sesimin titrememesine özen göstererek. "Hem kapatalım bu konuyu, yemeğimizi yiyelim." "Onu da yapmıyorsun ki, dakikalardır tabağındakilerle oynuyorsun Maran." Annemin bu sözleriyle birlikte onu tiye alarak dediğinin aksine yemeğimi yemeye koyulduğumda bir süre öylece beni izleseler de sohbetlerine kaldıkları yerden devam etmişlerdi. Sürekli beni dahil etmeye çalışmalarına karşılıksız kalmayıp onlara eşlik ettiğimde biraz daha kafamı dağıtmış sayılırdım. Annem ara ara konuyu tekrar aynı yere getirmeye çalışsa da ona tepki göstermem, bir süre sonra pes etmesine neden olmuştu. "Bu hafta sonu için Bodrum işini iptal edebiliriz," Babamın söylediğiyle birlikte koltukta arkama yaslanıp annemin elime tutuşturduğu tatlı tabağına bir bakış attım. Yemeyeceğim dedikçe sürekli elime bir şeyler tutuşturuyordu. "Ben senin için deneyim olacağını düşünüyordum ama gitmek zorunda değilsin... Kenan orada olacak zaten." "Hayır gideceğim," dedim, başımı iki yana sallayarak. "Aramızdaki sorun, işimizi etkilesin istemiyorum." "Sen nasıl istersen," dedi, önündeki sehpada duran kahve fincanını eline alarak. "Ben senin için söylemiştim." "İyiyim ben," derken elimdeki çatalı yine ağzıma tıkıştırmıştım. Sporu da böylelikle ciddi anlamda siktir etmiş sayılırdım. Normalde olsak buna en çok sevinen Kenan olacakken şu an hayatımda öyle biri yoktu. Bu düşünce boğazımın düğüm düğüm olmasına neden olurken ağzımdaki lokmayı zar zor yutabildim. Eş zamanlı olarak yemekten önce şarja takıp bir daha kontrol etmediğim telefonum çalmaya başladığında hızla elimdeki tabağı bırakıp ayaklanmıştım. "Yavaş kızım," dedi, annem. Ben, günlerdir çalmayan telefonumun heyecanıyla birkaç büyük adımda konsola doğru ilerlediğimde kalbim de heyecanla çarpmaya başlamıştı. Daha kimin aradığını görmeden türlü türlü senaryoları aklımdan geçirirken ekranı yanıp sönen telefonumu şarjdan çekip elime aldım. İşte tam o an, heyecanla çarpan kalbim müthiş bir yavaşlıkla eski ritmine kavuşurken suratım da aynı hızla asılmıştı. Olcay arıyordu. "Efendim?" dedim, neşeli çıkarmaya çalıştığım bir sesle. Annemler de bu hızlı ruh hâli değişimimi fark etmişti tabii ki. "Bırak şovu," diyen Olcay, rol yaptığımı kolayca anladığında konsolun aynasından kendimi incelemiştim kısaca. Yüzüm, yaptığım makyajdan dolayı oldukça normal görünse de pek normal olduğum söylenemezdi. "Neredesin sen?" "Yalıdayım," derken annemlere doğru döndüm. Onların sohbet ettiklerini gördüğümde rahatsız etmeyerek açık kapıdan bahçeye çıkmıştım. Serin hava bana iyi gelirken bahçedeki koltuk takımına ilerledim. "Ne oldu ki?" "Kaçabiliyorsan sahilde buluşalım," dediğinde kısa bir an bu teklifini düşünmüştüm. "Koşuya çıkıyorum, sen de gel hadi." "Olur," dedim, karşımda uzanan denizi izlerken. Buradan bile sahilde yürüyüş yapan insanları görebiliyordum. "Babamlara söyleyeyim, çıkarken sana haber veririm." "Okay," dedi, enerjik bir tonda. "Sakın beni ekmeye kalkma, gelirim oraya." Güldüm bu söylediğine. "Biraz hava almaya ihtiyacım var, o yüzden geleceğim." diyerek bu tehditlerinin önüne geçtiğimde bu telefon konuşmamız çok uzun sürmemiş, sadece birkaç dakika içerisinde sonlanmıştı. Kapanan ekranı aydınlatıp birçok bildirimin bulunduğu ekranda gözlerimi kısaca gezdirdiğimde aradığım şeye rastlayamayarak sıkıntılı bir nefes verdim ve telefonumu avucum içerisine sıkıştırıp tekrar içeri geçtim. "Baba," dedim, onlara doğru ilerlerken. Babamın bakışları bana dönerken, "Olcay'la sahile gideceğiz, çıksam bir sorun olur mu sizin için?" derken bakışlarımla annemi de kontrol etmiştim. "Hayır kızım," dedi, sevecen bir şekilde. "Git hava al biraz ama Bora'yı da al yanına." dediğinde onu başımla onaylayıp yanağına bir öpücük bıraktım. "Selam söyle Olcay'a, öp onu benim için." diyen annemin de yanaklarını öpüp onu onayladıktan sonra salondan çıkıp odama çıkan merdivenleri hızla tırmanmıştım. Merdivenlerin sonu odamın önünde biterken odama girip dolaptan kendime koyu mavi renkte bir tayt ve siyah bir sporcu sütyeniyle koşu ceketlerimden birini çıkarmıştım. Ardından onları hızla üzerime geçirip yüzümdeki kat kat olan makyajı silmekle dakikalarca uğraştıktan sonra saçlarımı at kuyruğu şeklinde topladım. Odadan çıkmadan önce de spor ayakkabılarımı ayağıma geçirip telefonumla kulaklığımı aldım ve hızla aşağı indim. Boynumdaki kulaklığı başımdan geçirip playlistten güzel bir müzik aramaya koyulduğumda evden de çıkmıştım. Bahçedeki Bora'yı kısa bir an gözüm arasa da o çoktan hazır hâle gelmiş, beni bekliyordu. "Bu kılıkta mı geleceksin benimle?" dedim, üzerindeki takıma bir bakış atarak. Yukarı kıvrılan dudaklarımı fark ettiğinde kahverengi gözleri gözlerimden ayrıldı ve kendi üzerini kontrol etti. "Neyse," Telefonumu cebime koyup kulaklığımı tekrar indirdim. "Biz de yürürüz diyeceğim ama yine tuhaf olacak." "Siz nasıl isterseniz," diyerek beni yanıtladığında bu şapşal tavrı, başımı hafifçe iki yana sallayarak gülmeme neden oldu. Ondan önce davranıp bahçenin arka kapısına doğru patika yolda ilerlemeye başladığımda o da bir iki adım arkamdan geliyordu. Arka kapıdan çıkarsam sahil yolu direkt olarak beni karşılayacaktı. Üstelik o yol daha sessiz ve sakindi. "Neler yapıyorsun görüşmeyeli?" Ona, omzum üzerinden bir bakış attığımda yüzünde donuk bir ifade hâkimdi. Kumraldı ve iri yarı bir vücuda sahipti. Gerçekten koruma denen şeyin vücut bulmuş hâliydi. "İşimi yapıyorum." dediğinde burnumu kırıştırdım. "Ne kadar sıkıcısın," dedim, tekrar önüme dönerek. "Yok mu sevgilin falan?" "Hayır," Ona şaşırmış bir şekilde baktım. "Nasıl ya?" Bora, gerçekten karizmatik bir adamdı ve ben, onun bu soruya olumlu yanıt vermesini beklemiştim. "E normal bir yerde, sürekli iş olur mu canım?" "Haklısınız," diyerek dakikalardır süregelen ciddiyetini yine bozmadığında, "Yanımda yürüsene, sevmem ben öyle." demiştim. O, bu isteğimi ikiletmeyip yanımdaki yerini aldığı sırada Olcay'a da kısa bir mesaj atmıştım. Ardından da mesaj kutusundan çıkıp aramalara girdiğimde aramak istediğim kişi belliydi. Bugün onu hiç aramamıştım ve belki şu an arasam açabilirdi. "Açar mı sence?" dedim, gözlerim isminin yanındaki fotoğrafında dolaşırken. "Anlamadım, Maran Hanım?" diyerek beni yanıtladığında ona baktım. "Açar mı, açmaz mı diyorum?" dediğimde bana anlamsızca bakıyordu fakat yine de yanıt verdi. "Açar." "Açmazsa babama seni kovduracağım," Bu sözlerim onun ifadesinin korkuyla büyümesini sağlarken güldüm. "Şaka şaka." O bana bir süre deliymişim gibi bakarken bense onun numarasını tuşlayıp telefonu kulağıma götürmüştüm. "Sizi yalnız bırakabilirim," dediğinde başımı iki yana salladım. Bu sırada telefon hâlâ çalıyordu. "Açmayacak zaten boşver." "Beni kovacak mısınız?" dedi, çekinerek. Bununla beraber asılan suratımla telefonumu cebime sıkıştırıp omuz silktim. "Kovmayacağım, senin suçun değil ki." dedim, mırıldanarak. "Benim suçum." derken bakışlarımı ona doğru kaldırmam gerekmişti. Benden bir hayli uzundu ve ben, onun omzuna bile gelemiyordum. "Sen hiç aşık oldun mu? Ya da bir ilişkin olmadı mı hiç?" diyerek soruları ardı ardına dizdiğimde neden bu soruları sorduğumu anlayamamış gibi duruyordu. "Neden bunları soruyorsunuz anlamıyorum," dedi, aynı çekingenliği sürdürerek. "Sana kız ayarlayacağım," dediğimde bakışlarını bana doğru eğdi. "Öncesinde kalite kontrol yapmam gerek." "Mesai saatleri içerisinde-" Ofladım, yüzümü buruşturarak. "Siktir et mesai saatlerini," Elimi hafifçe salladım. "Konuşuyoruz işte, arkadaşın gibi düşün. Vallahi eve göndereceğim şimdi seni, bu ne ya?" "Affedersiniz, Maran Hanım." Başımı salladım. "Affederim canım tabii," Patika yolu bitirip büyük demir kapıya ulaştığımızda kapıdaki güvenlik elindeki kumandayla kapıyı bizim için aralamıştı. "İyi akşamlar Maran Hanım." dediğinde ona gülümsedim. "İyi akşamlar," Açılan kapıdan Bora'yla beraber çıkıp boş yolda ilerlemeye başladığımızda yolun sonundaki denizi buradan bile görebiliyorduk. Sakinlikle dalgalanıp kıyıya vururken yanımdaki Bora'yı konuşturmaya çalışıyordum. Ona sorular soruyor ama maalesef ki zar zor yanıt alıyordum. En sonunda ona kızdığımda bana cevap vermediği için dolan gözlerimi fark ederek sorularıma yanıt vermeye başlamıştı. Böylelikle onu kolayca manipüle edebildiğimi fark etmiş, bunu da aklımın bir köşesine not etmiştim. Yaklaşık on dakika süren bu kısa yürüyüşümüz sahilde son bulurken her zaman oturduğumuz bankta oturup elindeki telefonuyla ilgilenen Olcay'ı gördüm. Üstelik yanında hiç aklıma gelmeyecek bir ikili vardı. Olcay bankta tek başına otururken o ikisi de tam karşısındaki o bariyerde oturuyordu. Kılıç ve Yiğit. Kaşlarım bu görüntüyle hafifçe çatılırken onların Olcay'ın yanında ne işleri olduğunu merak ediyordum. "Siz ne alaka ya?" dedim, yanlarına vardığımızda. Bora, evden çıkarkenki gibi yine birkaç adım gerimdeki yerini almıştı. Onların bakışları beni bulurken Yiğit'le Kılıç, Olcay'ın aksine gayet mutlu görünüyorlardı. "Yengecan," diyen Kılıç'la birlikte göğsümün üzerine bir şey oturmuştu. "Öyle söylemesene gerizekalı," dedi, Yiğit ona ters ters bakarak. Bunu fısıltıyla söylemişti ama hepimiz duymuştuk. "Evet, pardon." Kılıç'ın bu şapşal tavrı Olcay'la aynı anda göz devirmemize neden olurken kara gözlerini bana çevirdi. "Nabersin görüşmeyeli?" "Ne işiniz var sizin burada?" dedim, bu sorusunu es geçerek. "Tamamen tesadüf," dediğinde sorgulayan bakışlarımı Olcay gözleriyle onaylamıştı. "Yiğit'le yürüyüşe çıkmıştık, karşılaştık." Bakışlarım o ikisi arasında bir süre gidip geldikten sonra, "Hadi Olcay," "Otursana," Yiğit'in bu teklifiyle beraber onlara olan düz bakışlarım değişmedi. Kenan'ı aradığım gibi onları da defalarca aramıştım ama onlar bile telefonuma bakmamıştı. Baksalar da bana yalan söyleyip beni geçiştirmişlerdi. "Olcay," dedim, bir kez daha. Bu tavrımın nedenini onlar benden daha iyi biliyorlardı ve şu an mahcubiyet dolu ifadelerine bakılırsa bu tepkimde haklıydım. Olcay yerinden kalkarken, "Görüşürüz Yiğit," Bu, Kılıç'ın kaşlarının çatılmasına neden olurken, "Benimle görüşmeyi düşünmüyor musun?" "Hayır," dedi ve benim adımlarıma ayak uydurarak onların yanından uzaklaştık. Bora da peşimizden ilerlerken ellerimi cebime koyup sahil yolunda ne yavaş ne de hızlı olan adımlarla ilerlemeye başladık. Fakat bu sessizlik sadece saniyeler sürmüş, adımlarımıza iki çift adım daha eklenmişti. "Yenge," diyen Kılıç yanımda, Yiğit de Olcay'ın yanındaki yerini aldığında ona bakmıyordum bile. "Yapma böyle ya oturup konuşalım iki dakika." "Sizinle konuşacak hiçbir şeyim yok," dediğimde Yiğit'le birbirlerine bakmışlardı. "Kızı rahat bırakın, konuşmak istemiyor işte." Olcay'ın bu sözlerine katıldığımı belli edercesine başımı salladım. "Ama konuşmamız lazım." dedi, Yiğit. "Onu, kızın telefonlarına yanıt vermediğinizde düşünecektiniz." Olcay'ın beni sürekli olarak savunmasıyla benim konuşmama hiç gerek kalmıyordu. Üstelik bu işi de öyle güzel yapıyordu ki babasının kızı olduğunu çok belli ediyordu. Olcay'ın babası Sedat Amca, ünlü avukatlardandı. "Sana sormadık avukat," dedi, Kılıç alayla. "Hadi git ötede koş biraz sen," dediğinde yürek yediğini düşünmüştüm. Tahmin ettiğim üzere Olcay'ın da kaşları çatılırken ona ters bir bakış attı. Bu bakış da Kılıç'ın susması için yeterli olurken adımlarımı durdurdum. Benim adımlarımın durmasıyla birlikte onlar da durmuştu. "Tamam," dedim, bu didişmeye son vererek. "Sadece beş dakika sizi dinleyeceğim, ne anlatıyorsanız anlatın." "Oturalım ama," dedi, Yiğit bir kez daha. "Ben bayağıdır yürüyüş yapmıyorum ya hamlamışım galiba." diyerek bizden önce bir banka ilerlediğinde Kılıç ona göz devirdi. O ikisi bir banka oturup tam ortalarına da beni oturttuklarında Bora'ya olan ısrarlarım sonucu o da Olcay'la beraber denizle sahil yolu arasında sınır oluşturan o duvarın üzerine oturmuştu. Üzerindeki takımıyla aramızda kendini açıkça belli ederken onunla her göz göze gelişimizde gülesim geliyordu. "Konuşun," dedim, bir Kılıç'a bir de Yiğit'e bakarak. "Ne yumurtlayacaksınız bakalım." "Seninki depresyonda," Yiğit'in sözleriyle birlikte bakışlarımı ondan çektim. "O, telefonlarına çıkmamızı istemedi ama evet haklısın, her şeye rağmen sana böyle davranmamamız gerekiyordu." dediğinde bu sözlerine karşılık burnumu kırıştırdım. "Seni de pek iyi görmedik biz açıkçası," diyen Kılıç, sigara yakmakla meşgulken hem bana hem de Yiğit'e birer tane çıkarmıştı. Bu sırada sohbet eden Bora'yla Olcay'a teklif bile etmemiş sadece onlara ters ters bakmıştı. "Sen nasılsan o da öyle. O da çok üzgün, tanıdığımız gibi değil... Kimseyi ne evine alıyor ne de kendisi evden dışarı çıkıyor." dediğinde dolan gözlerimi kırpıştırdım. "O gün sen gittikten sonra dağıttı ortalığı," Yiğit'in sözleri, bu sefer de başımı ona çevirmeme neden olurken ikisi arasında bumerang görevi görüyordum. "Zar zor sakinleştirdik." "Daha doğrusu Esvet sakinleştirdi," diyen Kılıç'a doğru hızla başımı çevirdim. O, Yiğit'e bakıp omuz silkerken güldüm alayla. "Fırsatçı karı," derken sigaramdan derin bir nefes çekmiştim. "Hoşuna gitmiştir tabii onun da." "Onu bilemem ama Kenan'ın o hâline gerçekten üzüldü, eskisi gibi değil artık o da. Her şeyin farkında bence." Kaşlarım havalandı. "Defalarca aradım ama açmadı," dedim, sırtımı banka yaslayarak. Dizlerimi de kendime doğru çekip rahat bir pozisyon yakalamıştım. "Az önce de aradım, çalmasına rağmen bakmadı bile." "Daha fazla kalp kırılsın istemiyor çünkü," Bunu söyleyen Yiğit de tıpkı benim gibi arkasına yaslandığında, "Çünkü biliyoruz ki o telefonu açmaya kalkarsa geri dönüşü olmayan yollara girilecek." "Şu an geri dönebiliyor muyuz ki?" dedim, alayla. "Biraz daha batalım dibe, ne olacak? Sesini duymak istiyorum sadece, bari bunu esirgemesin benden." "Defne Teyze'yle konuşmayı denesene," Kılıç'ın bu fikriyle beraber başımı iki yana salladım. "Belki o Kenan'la konuşursa-" "Onunla da konuşmak istemiyorum, herkese kırgınım." dedim, net bir sesle. "Ne olduysa o siktiğimin defilesi yüzünden oldu zaten." dediğimde henüz bitmemiş olan sigarayı söndürdüm. "Ayrılık iyidir ya," Bunu söyleyen Kılıç'a baktım ters ters. Aynı bakışları Yiğit de atarken dudaklarım arasından bir nefes verdim. "Özlersiniz birbirinizi, ilişkiye heyecan katar." "Başlatma heyecanına istersen," dedi, Yiğit. "Aslında haklı," İlk kez konuşan Olcay'a bakışlarımı çevirdiğimde omuz silkti. "O beraberlik bir süre sonra sıkar insanı, daralırsınız vallahi. Biraz nefes alın, illa ki barışacaksınız... Barışmazsanız da boşver, bir sürü çıtır var etrafta." dediğinde elimi alnıma götürüp ofladım. "Verdiği akıla bak," dedi Kılıç, Yiğit'e dönerek. "Aynı fikirdeyiz yalnız, gerizekalı," dedi, Olcay da. "Barışırlar onlar, bunun şerefine de güzelce sev-" Onun bu ayarsız sözlerini kaşlarımı çatarak kestim. "Olcay!" diye bağırdığımda etraftaki birkaç göz bize döndü. "Kapa çeneni, sus ya!" Kılıç'la Yiğit, Olcay'ın bu sözlerine karşılık gülerken bense kaşlarımı çatmış ona dik dik bakıyordum. Olcay'ın da bu bakışlarımı umursadığı söylenemezdi zaten. "Biriniz arasanıza," dedim, kaşlarım normal halini alırken. "Sizin telefonunuzu açar, ben ararsam yine açmayacak şimdi." "Beni de açmayabilir ama deneyelim," diyen Kılıç, cebinden telefonunu çıkardığında çenemi dizlerime yasladım. O, Kenan'ın numarasını tuşlayıp onun açmasını bekleyene kadar saniyeler geçmişti fakat sadece üçüncü çalışta telefonun ucundan sesi duyuldu. Duyduğum sesi, kalbimin ağzıma tırmanmasına neden olurken günler sonra kulaklarımın işittiği bu sesi heyecanlanmama neden olmuştu. "Efendim Kılıç?" dedi, yorgun çıkan sesiyle. Büyük ihtimalle uyuyor olmalıydı ya da çalışıyordu, bilmiyordum. "Uyuyor muydun?" dedi, o da benim düşündüğümü dile getirerek. Gözlerim, telefonunun karanlık ekranında özenle geziniyor, ağzından çıkacak bir kelimeyi bekliyordum. "Az önce uyandım," Demek ben aradığımda uyuyordu. "Ne oldu, niye aradın sen?" dediğinde Kılıç'la birbirimize baktık. "Yiğit'le sahildeyiz," derken sigarasını söndürmüştü. "Sen de gel de geçenki maçın rövanşını alalım." dediğinde onun bu söylediğine gülmüştü. Melodik gülüşü, dudaklarımın yukarı kıvrılmasına neden olurken şu an o güzel yüzünü görmek isterdim. "Çalışacağım biraz," dedi, onu reddederek. "Yoksa yenildiğini görmek isterdim." "Bırak şovu," dediğinde Olcay'la ruh ikizi olduklarını bir kez daha anlamıştım. "Çık gel hadi bekliyoruz, sonra çalışırsın." Ben, onun ne cevap vereceğini merakla beklerken arkadan duyduğum başka bir ses, heyecanla çarpan kalbimin durmasına neden oldu. Bu ses Esvet'e aitti. "Kiminle konuşuyorsun?" diyen ince sesini duyduğum an gözlerim telefonun ekranında sabit kalmıştı. Bu esnada Kılıç da şaşırmış olacak ki kısa bir an bana baktı. "Kılıç'la," diyerek onu yanıtlarken konuşulanlar kulağıma bir uğultu halinde gelmeye başlamıştı. "Bekle geliyorum yarım saate." Kılıç daha fazla uzatmadan telefonu kapattığında dolan gözlerimi karşımdaki denize çevirip yerimde doğrulmuştum. "Ben nasılsam o da öyle," dedim, az önce Kılıç'ın Kenan için söylediklerini tekrar ederek. "Çok üzgün, tanıdığımız gibi değil... Kimseyi ne evine alıyor ne de kendisi evden dışarı çıkıyor." diyerek son kelimelerime vurgu yaptığımda gözlerimde akmak için bekleyen gözyaşlarıma sahip çıkmaya çalışıyordum. "Çok güzel," Başımı salladım ağırca. "Herkes gayet keyfine bakıyormuş aslında, sorun bendeymiş." "Bence hemen yargılamayalım ya," dedi, Yiğit. Bununla birlikte ona ters bir bakış attığımda sustu. "Adam uykudan uyanmış, üstelik o kadın evinde.." Güldüm öfkeyle. "Benim telefonlarıma cevap vermemesinin nedeni anlaşıldı." "Bence abartıyoruz," Olcay'ın temkinli sözleriyle ona baktım. "Yani enişteden bahsediyoruz sonuçta, yapmaz öyle şey." "Ben, onun benden ayrılacağını da düşünmemiştim ama." dediğimde dudaklarını birbirine bastırdı. "Gidelim hadi, gelir şimdi." diyerek ayağa kalktığımda Kılıç da Yiğit de ne yapacağını şaşırmış gözüküyorlardı. "Arayan parmaklarımı sikeyim," dedi, Yiğit'e. "Sen bir şey yapmadın Kılıç," dedim, ona bakarak. "Ben aramanı istedim, iyi de oldu. Boşu boşuna üzüldüğümü anlamış oldum işte." "Kenan yapmaz öyle şey Maran," dedi, ilk kez ciddiyetle. "Önceden Esvet'le bir şeyler yaşamış olabilir ama sonrasında tekrar aynı kişiye dönmez o." dediğinde Yiğit ona uyarıcı bir bakış attı. "Sıçtın sıvadın şu an amına koyayım," dedi, sertçe. "Başka biriyle yatıyor olabilir yani?" dedim, gülerek. Bu, Kılıç'ın şapşal ifadesini iyiden iyiye değiştirirken Olcay'la Bora da ayağa kalkmıştı. "Hadi gençler.. Görüşürüz." diyerek son kez onlara bakıp yanlarından ayrıldığımda onların Olcay'la vedalaştığını duymuştum. Bu esnada Bora da peşime takılmıştı tabii ki. "İyi misiniz Maran Hanım?" dediğinde gözlerimden çoktan yaşlar akmaya başlamıştı. "Hanım deme bana," dedim, kısık çıkan sesimle. "Ne diyeyim peki Maran Hanım?" diyerek tekrar aynı şeyi tekrar ettiğinde gözyaşlarım arasında dudaklarımdan bir kıkırtı dökülmüştü. Şu an bir duygu cümbüşü yaşıyordum. Bir yandan kalbim yine ilk günkü gibi acıyla kasılıyor, nefes almakta bile zorluk çekiyordum. Bir yandan ağlıyor, bir yandan da gülüyordum ama en net hissettiğim canımın acısıydı. O kadınla nasıl olabilirdi de aynı evin içerisinde aynı havayı soluyabilirdi? Ben, burada bizim için üzülürken o üzgün değildi. Hatta öyle ki bana kalırsa aklına bile gelmiyordum. Ben, yediğim yemekten içtiğim suya kadar onu hatırlarken onun umurunda bile değildim. Yanına yaklaştırmasına bile izin vermediğim kadın şu an evindeydi ve bu, içimde bir yerlerde gizlenmiş olan o ateşi harlasa da kalbimin ortasındaki yangının yanında sönük kalıyordu. Ona güvendiğimi söylememiştim ve şu an neden söylemediğimi çok net anlıyordum. Bunu yaparken bir gün o kadına döneceğini asla aklımın ucundan geçirmemiştim ama bunu yapmıştı. Üstelik bunu yaparken ona beslediğim o saf duyguları birer birer yok etmişti. ✨✨✨ "Adama bak ya," dedim, elimi hafifçe havaya kaldırarak. "Benimle uyuyup uyandığı yatağa başka hatunu almış." derken kısa bir an duraksadım. "Hatunları da olabilir." "Yok artık," Olcay'ın sözleriyle beraber elimi bıra bunları dercesine hafifçe sallamıştım. Elimdeki kadehten bir yudum alıp arkama yaslandığımda salonda yayılan kısık sesli müziği dinliyor, ara ara boşalan kadehimi dolduruyordum. Olcay ve Bige'nin ısrarlarıyla bu geceyi kızlar gecesine çevirmiştik fakat onlar bu gecenin amacını doğru dürüst gerçekleştirirken bense onları dinlemiyordum bile. Ara ara yükselip Kenan'a küfür etmelerim dışında yaptıkları dedikodulara cevapsız kalıyordum. O gün sahilden ayrılıp direkt eve gelmiş ve kendimi odama kilitleyip sabaha kadar ağlamıştım. Annemle babam bu melankolik hâllerim karşısında çok üzülseler de saat başı gelip beni kontrol etmişler, hatta bir ara babamın kolları arasında küçük bir kız çocuğu gibi ağlayarak uyuyakalmıştım. Babam bu hâllerimden dolayı Kenan'a oldukça öfkelense de ayrılmamızın temel sebebinin ben olduğumu bilmediği için onu yalvar yakar Kenan'ı aramaması konusunda ikna etmiştim. Ne kadar başarılı olduğumu bilmiyordum ama sonuç olarak Kenan'ı aramamıştı. Ve tabii ki ben de bir daha onu ne aramış, ne de ona mesaj atmıştım. Aramayacaktım da. "Yengecan?" diyen Bige'ye doğru başımı çevirdim. Hâlâ Kılıç, Yiğit ve o, bana böyle hitap ediyorlardı. Üzerinde bana ait saten puantiyeli pijama takımı varken saçlarını at kuyruğu yapmıştı. Bir yandan delicesine dedikodu yapıyor, bir yandan da Olcay'a oje sürdürüyordu. "Efendim?" dedim, kanepede tamamen ona doğru dönerken. "Sen," dedi, yavaşça. Ardından bir süre ifademi kontrol ettikten sonra, "İlk ilişkini anlatsana?" Olcay ona salakmış gibi baktı. "İlk kiminle yattığını soruyor prenses," diyerek onu düzelttiğinde o ikisine baktım. "Bunun kibarcası yok Bige'ciğim." dediğinde Bige'nin kızaran yüzüne birkaç saniye bakıp güldü. "Ay ne var?" dedi, çemkirerek. "Bir o anlatmadı," dediğinde bu sorusuyla birlikte zaten hiç aklımdan çıkmayan abisi tekrar zihnimdeki yerini almıştı. Tanıştığımız olaylı (!) gecenin görüntüleri bir bir zihnime üşüşürken doldurduğum kadehimi elime alıp bağdaş kurarak koltukta arkama yaslandım. BİRKAÇ AY ÖNCE (+18) "Maran," diyen yumuşacık sesi, dudaklarım arasından bir nefes vermeme neden olurken karnımdaki rahatsız edici ağrı gitgide artıyordu. Pekâlâ bu benim ona yaptığım bir teklifti. Şimdi neden bu kadar gerilmiş, heyecanlanmıştım? "Evet," dediğimde erkeksi kıkırtısının hoş melodisi kulaklarıma doldu. Aramızda sallanan zincirine parmaklarımı geçirdiğimde yeşil gözleri gözlerimden ayrılmıyordu. "İyi misin?" dedi, yüzümü inceleyerek. "İstersen devam etmeyebiliriz." "Hayır, iyiyim," dedim, ellerimi bu sefer de omuzlarına yaslayarak. Beyaz ve pürüzsüz teninde ellerim öyle güzel kayıyordu ki bu his, ilk andan beri beni tetiklemişti. Onu ilk gördüğüm an tişörtünün açıkta bıraktığı dövmeler dikkatimi çekse de az önce daha fazlasının vücudunda yer kapladığına şahit olmuştum. "Devam etmek istiyorum," dediğimde karanlık olduğu için bu kadar rahat konuşabiliyordum fakat camdan sızan ay ışığı bile utançtan kızarmama neden oluyordu. Ay ışığının aydınlattığı yeşil gözlerinden birden fazla ifade geçerken gözleri kısa bir an dudaklarıma kaydı. Dakikalardır sadece dudaklarımı öpüyor, benim iznimi almadan başka hiçbir şey yapmıyordu. "İlk kez mi," dedi, temkinli bir tonda. Bu da yanaklarımın alev alev yanmasına neden olurken dilimle dudaklarımı hafifçe ıslattım. Buraya gelirken ona ilk kez bu anı yaşayacağımı belli etmemek için kendime söz vermiştim fakat vücudum dokunuşlarına öyle tepkiler veriyordu ki anlamaması imkansızdı. "Yanlış anl-" "Çok mu belli ettim?" diyerek lafını kestiğimde yine güldü. "Anlamayacağımı mı düşünüyordun?" dedi, üzerimdeki ağırlığını azaltarak. "Neden böyle bir teklifte bulundun?" "Bilmiyorum," diyerek onu yanıtladığımda gülecek gibi oldu. Onu bu gece gerçekten çok güldürmüştüm. "Maran," dedi, tekrar. Gözleri iki gözüm arasında gidip gelirken, "Bilemiyorum, böyle bir şeyi aşık olduğun biriyle yaşamak istemez misin? Beni tanımıyorsun bile sonuçta." dediğinde kısa bir an duraksamıştım. Gerçekten bunları mı söylüyordu? Yerinde başka biri olsa bir dakika bile durmazdı ama o, her hareketinde benden izin almadan hiçbir şey yapmıyordu. Açıkçası bu, hoşuma gitmişti. "Beni tavlamaya mı çalışıyorsun?" dedim, gözlerimi kısarak. "Ben o erkeklerden değilim diyerek beni kandıracak mısın?" "Seni kandırmayacağım," dedi, yavaşça. "Seni nasıl kandırayım ki?" derken dakikalar önce rahatlamam için doldurduğu kadehi elime tutuşturdu. "Yatağımda bir melek yatıyor." "Saatler önce şeytan olduğumu düşünüyordun ama," derken şarabımdan büyük bir yudum aldım. "İkisinin ortası olmayı nasıl başarıyorsun anlayamıyorum," dediğinde güldüm ve kadehimi yere bıraktım. "Devam et," dedim, net bir tonda. "Aşk saçmalığına inanmıyorum, bari yakışıklı bir herifle yaşayayım şu anı." Bu sözlerim, onun dudaklarında başka bir gülüşün belirmesini sağlarken elimin altındaki bedenini hafifçe okşamıştım. "Emin misin?" dedi, kararsız bir tavırla. Bu, durup ona bakmama neden oldu. "Sorumluluk yüklemeyeceğim sana," dedim, anlayışla. "Merak etme." "O yüzden değil," dediğinde onu pür dikkat dinliyordum. Konuşurken kelimelerini güzelce seçiyor, onu yanlış anlamamı engelliyordu. "İlk kez böyle bir şey yaşıyorsun ve pişman olmanı istemiyorum." "Her iki türlü de bir daha görüşmeyeceğiz zaten," dedim, umursamazca. "O yüzden bunu hiçbir zaman bilemeyeceksin." "Birkaç hafta daha buradayım, illa ki karşılaşacağız." diyerek beni yanıtladığında gerginliğim gitgide azalıyordu ya da bana öyle geliyordu, bilmiyordum. "Olabilir," Gözlerim pembemsi dudaklarına kayarken üzerimdeki bedenine alışmış sayılırdım. "Bunu o zaman düşünürüz." dediğimde uzanıp komodinin üzerinde duran kadehini almıştı. Benim rahatlamam için o şarabı getirmişti ama şimdi kendisi içiyordu. Güldüm bu hâline. "Sana ne oluyor?" "Galiba hazır olmayan benim," dediğinde dudaklarımdan bu sefer bir kahkaha yükselmişti. Gerçekten beni rahatlatma konusunda başarılıydı. "Kenan," dedim, dirseklerim üzerinde doğrulurken. İkimizde de sadece tek bir parça vardı ve o, elbisemi çıkarırken bile beni germemek adına çok fazla vakit harcamıştı. Neredeyse bir saattir burada bu hâldeydik. "Kimseyle bu kadar ileri gitmedim sadece, bunda hiçbir şey yok... En başta biraz gerildim ama şu an iyiyim. Lütfen devam edelim, olur mu?" dediğimde bir süre sadece gözlerime baktı. Uzunca bir süre. "Tamam," dedi, en sonunda. O, kadehinde kalan şarabı tek dikişte içip kadehi bırakırken tekrar uzanmıştım. "Benim seni rahatlatmam gerekirken sen beni rahatlatıyorsun," Başını hafifçe iki yana salladı. "Aklımı başımdan aldın resmen." Bu sözleri, saatlerdir hızla çarpan kalbime iyi gelmezken güldüm. Bu esnada tekrar eli çıplak belime dolanırken ellerinin vücudumdaki varlığına az da olsa alışmış sayılırdım. "Merak etme, yavaş olacağım." derken giydiğim tanganın iplerine uzanmıştı. "Canını acıtırsam söyle," "Tamam," O, yavaşça üzerimde kalan son parçayı saniyeler içerisinde çıkarırken karşısında tamamen çırılçıplaktım fakat gözlerini gözlerimden bir saniye olsun ayırmıyordu. Bense onun aksine vücudunu hafızama kazımak istercesine özenle her zerresine kadar inceliyordum. Beyaz tenine yakışan dövmelerini şu an deli gibi incelemek istesem de buna fırsatım yok gibiydi. Saniyeler sonra ikimiz de çırılçıplak kaldığımızda nefes alış verişlerim sıklaşmaya başlamıştı. Kalbim, göğüs kafesimin içerisinde deli gibi çırpınıyor, kendini ayaklarımın dibine bırakmak istiyordu. Bir eli bacağımı kavrarken hafifçe aralayıp gözlerini gözlerimden çekti. O dakikalardır gözlerime bakan gözleri, iki bacağımın arasındaki noktaya kaydığında tüm vücudum heyecanla kasıldı. Hava soğuk olmasına rağmen burada öyle terler döküyordum ki bu gerçekten inanılmazdı. "Siktir," dedi, kısık sesle. Yeşil harelerine çöreklenen şehvet duygusunu çok net gördüğümde diğer eli de çok geçmeden o noktaya ulaşmıştı. Bununla birlikte belim, yatağın yumuşak yüzeyinden ayrılıp kavislendiğinde, "Şşh," Yüzünü yüzüme doğru eğip dudaklarıma tutku dolu bir öpücük bıraktı. Gözlerimi kırpıştırıp yakınımdaki gözlerine baktığımda tekrar dudaklarıma kapanması uzun sürmedi. O esnada da parmakları yavaşça klitorisimde gezinmeye başladığında dudaklarımdan anlamsız bir kıkırtı dökülmüştü. Bunu ilk kez kendim değil de bir erkeğin yapmasına izin veriyordum. İçime gönderdiği parmakları, dudaklarımdan minik bir çığlık kopmasına neden olurken ıslaklığımı net bir şekilde hissediyordum. "Benim için mi böyle ıslandın?" Edepsiz sözleri kulaklarıma her ulaştığında tüm vücudum kasılırken bir yandan da yumuşak öpüşlerine karşılık vermeye çalışıyordum. Öyle hareket ediyordu ki eli kolu her yerdeydi. Dudaklarımdan ayrılan dudakları tenimle olan temasını kesmeden ıslak öpücüklerini göğüslerime doğru sürüklediğinde dudaklarım hafifçe aralandı, başım geriye doğru düştü. Göğüs uçlarımdaki piercing'i önce dişleriyle usulca çekiştirdiğinde iniltim odanın duvarlarında yankılanmıştı. Elim, ensesindeki saçlara uzanırken başını iyice göğüslerime bastırdım. İnsan olup olmadığından şüphe duymaya başlamıştım. İçimde hareket eden parmakları, ben en zirve noktaya ulaştığım an içimden çıktığında komodinin çekmecesini açtığını duymuştum. O, üzerinde kalan kumaş parçasından kurtulurken ben de kendime nefes almak için zaman tanıdım. Saçlarım terden alnıma yapışmıştı ve bacaklarım titremeye başlamıştı. O, tekrar üzerime doğru eğildiği sırada bacaklarımı onun için daha fazla aralamıştım. Bir an önce içime girmesini istiyordum. Gözlerim onun çıplak bedenine kayarken yanağımın içini usulca dişlemiştim. Damarları belirginleşmiş, dokunsam patlayacakmış gibi bir izlenim uyandırmıştı. O, ıslaklığını girişime yasladığı an içimden bir şeylerin akıp gitmesine neden olurken onu nasıl içime alacağımın muhakemesini yapıyordum. Yavaşça içime girdiğini hissettiğimde boynuna doladığım kollarımı sıkılaştırdım. Gözleri, bu hareketimle birlikte gözlerime tırmandığında, "İyi misin?" dedi, fısıltıyı andıran ses tonuyla. "İyiyim," dedim, nefes nefese. O, bu sefer dudaklarımı es geçip sol yanağıma nahif bir öpücük bıraktığında daha birkaç saat önce tanıştığım bir herifle bu kadar duygu yüklü bir anı paylaşmamın ne kadar akılsızca olduğunu fark etmiştim fakat umurumda değildi. İçimdeki hareketleri yumuşak ve haddinden fazla dikkatliyken onun dudaklarını az öncekinin aksine hırçınca öpüyor, altında inliyordum. Henüz tamamen onu içime almış bile sayılmazdım fakat bir kere yoldan çıkmıştım işte. O içime gömüldüğü an dudaklarımdan güçlü bir inilti koptuğunda dudaklarımız birbirinden ayrılmıştı. Vücudum onun vücudu altında hareketsiz kaldığı an seri hareketlerle içime girip çıkmaya başlamış, hareketleri eski yumuşaklığını yitirmişti. Az önce onu nasıl içime alacağımı mı söylemiştim? Unutun gitsin. "Ah," Tırnaklarımla sırtında bıraktığım izler, onu etkilemezken altımızdaki yatak da gıcırdamaya başlamıştı. "Galiba yatak kıracağız." Boğazının gerisinden bir kıkırtı yükselirken kalçamı yataktan ayırarak kendimi ona doğru ittim. Hareketleri tam olarak sert değildi ama eskisi kadar yavaş da davranmıyordu. Bu ritmi sevmiştim, eşsiz bir melodiyle eşdeğer nitelikteydi. "Bir daha istiyorum," dedim, dudaklarına doğru. "Sabaha kadar istediğini yapabilirim." "Ne kadar edepsiz bir kadın olduğunu öğrenmiş olduk ikimiz de," dediğinde iniltilerim arasında bir gülüş koyvermiştim. "Seni nasıl bırakacağım bilmiyorum." diyerek kulağıma fısıldadığında aynı duyguları paylaşıyor olmamız benim için bir nimetti. O gece benim isteğimi geri çevirmemiş, hava aydınlanana kadar söylediğimin aksine ben değil o benim isteklerime uymuştu. GÜNÜMÜZ "Ben biliyorum!" diyen Olcay'la birlikte bakışlarımı daldığı noktadan çekip başımı hafifçe iki yana sallayarak silkelendim. Tam da o gece olduğu gibi tüm vücudum yine kasılmış, kalbim deli bir ritme tutulmuştu. Kadehimdeki şarabı tek dikişte içip yerimden ayaklandığımda meraklı bakışlar üzerimdeydi fakat bir şey söylemeden sigara paketimle telefonumu alıp bahçeye çıktım. O yatakta şimdi belki de başkasıylaydı. Yine ve yine dolan gözlerimi silip paketin içerisinden bir dal çıkardığımda onu yakmam dakikalarımı almış, söz konusu bir sigara için epey uğraşmıştım. En sonunda sigaramı yakabildiğimde elimdeki telefonum da titremeye başlamıştı. Arayan kişinin babam olduğunu görüp aramasını hızla yanıtladım. "Efendim baba?" "Ahu," dedi, yorgun gelen o sesiyle. Ardından kısa bir an duraksadı. "Neden uyumadın hâlâ?" "Olcay'la Bige bende, sohbet ediyoruz öyle." diyerek onun sorusunu yanıtladıktan sonra ekledim. "Senin sesin niye öyle geliyor?" "Az önce iş yemeğinden geldim," dediğinde görecekmiş gibi başımı sallamıştım. "Ne diyecektim? Yarın sabah erkenden uçağınız var, Kenan'la Bodrum'a gideceksiniz... Unutmadın değil mi? Ya da kararını değiştirmedin?" Evet, geçen hafta babamın yaptığı teklifi seve seve kabul etmiştim ve bundan cayacak da değildim. Sırf aramızda bir sorun olduğu için yapmak istediğim işimi ihmal etmeyecektim tabii ki. "Hayır hayır," dedim, hızla. "Unutmadım, kararım da değişmedi. Sabah havaalanında olacağım, bavulumu bile hazırladım." "Süper," dediğinde o yorgun olan sesine şimdi bir neşe gelmişti. Her şeye rağmen içimdeki bu iş aşkı onu mutlu eden şeylerden biriydi. "İstersen Bora'yı da seninle gönderebilirim, nasıl rahat edeceksen bana söyle. Senin için sabaha kadar her şeyi ayarlarız." Bu teklifiyle beraber dudaklarım yukarı kıvrıldı. En başta bana bu fikri sunarken beni Kenan'a emanet etmişti fakat şimdi yanımda Bora'yı isteyip istemediğimi soruyordu. "Olur," dedim, sigarayı dudaklarım arasına sıkıştırmadan hemen önce. "Bora gelsin benimle, senin gibi işkolik adamın yanında sıkılmıştır çocuk." dediğimde güldü. "İstediğin başka bir şey var mı?" "Yok babacığım," dedim, yumuşacık bir sesle. "Yıldız Hanım'cığımı öp benim için, sizi seviyorum." "Biz de seni seviyoruz birtanem, dikkat et kendine. Bir şey olursa direkt bana haber ver, baban halleder." Babamla olan ve sonlara doğru gittikçe duygusallaşan konuşma, dakikalar sonra sonlandığında sigaram bitmişti. Bir tane daha yakmayı reddederek orada oturmaya bir süre daha devam ettim. Kızlar salonda otururken içeri girip odama çıkamazdım, ne olursa olsun bu çok ayıp bir davranış olurdu. En azından bu ruh hâlimi bildiklerinden dolayı burada biraz daha oturabilirdim. Sonrasında da odama çıkıp eksiklerimi halleder, sabah erken çıkacağım için de güzel bir uyku çekerdim. En azından uyku konusunda böyle düşünmüştüm fakat öyle olmamıştı. Bir saat gibi bir sürenin ardından içeri geçtiğimde onların koltukta sızmış olduklarını görmüş, onların üstlerini örterek odama çıkmadan önce biraz etrafı toparlamıştım. Önce masada duran bitmiş içki şişelerini toplayıp ardından da doğru düzgün içmediğim, neredeyse hâlâ dolu olan o şarap şişesini alarak lavaboya dökmüştüm. Artık şarap içmek bile istemiyordum. Salondaki masanın üzerini ve mutfağı toparlayıp ışıkları söndürdükten sonra odama çıktım. Öncelikli olarak bavulumu kontrol edip hiçbir eksiğim olmadığını gördüğümde banyoya geçerek dişlerimi fırçalamış, tekrar odama geçmiştim. O aklımdaki uykuyu çekmek için yatağa uzanıp komodinin üzerindeki alarmımı kurduktan sonra telefonumu, rahatsız edilmemek adına sessize aldım. Bunları yaparken amacım gerçekten iyi, sağlam bir uyku çekmekti fakat istediğim gibi olmamıştı. Tüm bu uğraşların sonucu olarak o gece sabahlamıştım. ✨✨✨ "Bodrum'a gidiyoruz Bora," dedim, gözlüklerimin arkasından onu süzerek. "Takım giymişsin ya kafayı yersin, kaç derece hava bir fikrin var mı?" Sözlerimi can kulağıyla dinleyip bana ciddiyetle cevap verirken gerçekten çok gıcık görünüyordu. En sonunda onu umursamayarak pistteki uçağa bindiğimde benden önce binen başka biri vardı. Sabahın erken saatlerinde zaten uyuyamadığım için kalkıp ılık bir duş almış, saatlerce cilt bakımı yaparak kendimi oyalamıştım. Ardından da rahat, keten bir pantolon giyip üzerine beyaz crop'larımdan birini de giydiğimde bu sıcakta makyaj yapma gereği bile duymayıp yüzüme sadece nemlendirici sürmüştüm. Tüm gece uyumadığım için kızaran gözlerimi de gözlerimdeki pembe camlı güneş gözlükleriyle gizlemekle yetinmiştim. Bora gelip beni evden alırken Olcay'la Bige hâlâ bıraktığım yerde uyuyorlardı fakat gideceğimi bilmelerine rağmen onlara bir not bırakmayı ihmal etmemiştim. Bora, ben ve Güneş beraber uçağa bindiğimizde hâlâ ona laf yetiştiriyordum fakat o hâlâ ciddiyetini koruyordu. Söylediğim tüm şeylere, yaptığım esprilere bile karşılıksız kalıyor ve tabii ki beni deli ediyordu. "Seni bir ilişki içerisinde düşünemiyorum," dedim, uçağın merdivenlerini çıkarken. "Gülmeyi biliyor musun bari?" Bu sorumla birlikte ilk kez dudakları yukarı kıvrıldığında kahverengi gözleri mavi gözlerime değdi. Gözlerim, gülüşünde kısaca oyalanırken dudağımı vay be dercesine büzmüştüm. "E biliyormuşsun işte." derken ilerideki koltukta, cam kenarında oturan Kenan'a kısa bir bakış atmıştım. Yanında Aslı vardı. Elindeki tabletiyle meşgulken üzerinde tıpkı Bora gibi bir gömlek ve her zaman giydiği o kumaş pantolonlarından vardı. Gözündeki siyah çerçeveli kemik gözlükleri yine olduğu yerdeyken onu yaklaşık olarak ne zamandır böyle görmediğimi de kafamda ölçüp biçmeye başlamıştım. Tabii ki havaalanına geldiğimde onu burada görmüştüm fakat konuşmamıştık. Sadece aramızda bir günaydın faslı geçmiş, onda da yüzüme dahi bakmamıştı. Açıkçası bakmasındı, Esvet'in onun evinde olduğunu duyduktan sonra tüm her şeyi rafa kaldırmıştım. Pekâlâ, her şey olmasa da belki bir kısmı? "Günaydın Maran Hanım," diyen sarışın hostese baktım. "Günaydın." diyerek onu yanıtladığımda Bora da elini uzatarak cam kenarındaki koltuğa oturmama müsaade etmişti. Çünkü buraya gelirken onunla cam kenarına oturma konusunda tartışmıştık. "Kahvaltı için ne alırsınız?" derken Bora da Güneş'in yanıma oturması için yolu açmıştı. Onu, başımı iki yana sallayarak reddettim. "Bir şey almayacağım, orta şekerli bir kahve alırım ama." dediğimde başıyla beni onayladı. "Bir şeyler ye bence," dedi, ilk kez konuşarak. Bu beni şaşırtırken gözlüklerimi de çıkarmak istemiştim ama bunu yapıp kendime eziyet etmek istemedim. Onunla göz göze gelmek istemiyordum. "Direkt otele gideceğiz çünkü, yoğun bir gün olacak." Kenan'ın Bora'ya dönen bakışlarını yakaladığımda Bora da koridorun diğer tarafında olan ve bizden çok uzakta sayılmayan bir diğer koltuğa oturmuştu. Onun gözleri çok uzun olmayacak şekilde onun üzerinde oyalandıktan sonra bana doğru döndü ve pembe gözlüklerime bir bakış attı. "Kahve." diyerek tekrar hostese döndüğümde bakışları usulca profilimde geziniyordu. Bu saatten sonra anca bakardı da zaten. Sarışın ve çıtır hostes isteğimi ikiletmeden arka tarafa doğru ilerlediğinde Güneş de ben de kemerlerimizi takmıştık. Masada duran bilgisayarımı açıp hiç uyumamama rağmen dinç bir şekilde işlerime koyulurken Bora da bu esnada elindeki kitabı okumakla meşguldü. Onun benimle birlikte gelmesi benim açımdan iyi olmuştu, çünkü onunla konuşup eğlenebiliyor, ciddi anlamda kafamı başka şeylerle meşgul edebiliyordum. Çok geçmeden kahvelerimiz geldiğinde o esnada çoktan uçuşa geçmiştik bile. Hatta ben de pembe camlı güneş gözlüklerimi çıkarmış, Kenan'ın gözlüğüyle tıpatıp aynı olan optik gözlüğümü takmıştım. Yaklaşık kırk dakika süren yolculuğumuz böyle sessiz devam ederken ne o bir kez bile kafasını kaldırıp bana bakmış ne de ben ona bakmıştım. İkimiz de sadece işimizle ilgilenmiştik ve güzel, sakin bir yolculuk geçirmiştik. "Ayrılmışlar mı?" Aslı'nın sesi dikkatimi dağıtırken başımı hafifçe oynatarak arkamda konuşulanlara kulak kabarttım. Yalnızca beş dakika önce uçaktan inmiş, pistin diğer ucundaki lüks, siyah otomobile doğru ilerliyorduk. İki siyah araba arka arkayayken bu tabii ki benim fikrimdi. Biri bana aitken diğeri de Kenan'ındı. "Bilmiyorum, Maran Hanım böyle şeylerin konuşulmasından hoşlanmıyor." diyerek net ve kesin bir cevap veren Güneş'le birlikte aralarındaki sohbet son bulurken elimdeki anahtarı havadan Bora'ya doğru fırlatmıştım. O havalı bir şekilde anahtarı yakalarken, "Sen kullan," demiştim. Kenan ve Aslı arabaya bindiklerinde Güneş ve ben de Bora'nın sürücüsü olacağı arabaya binmiştik. Kenan'ın arabası önümde ilerlerken emniyet kemerimi taktım. Resmen ikimiz de hiçbir şey olmamış gibi davranıyorduk. Hatta birbirimizi tanımıyormuş gibi. "Mimar otelde mi?" dedim, Güneş'e doğru dönerek. Beyaz saçlarını kulağının arkasına sıkıştırıp gözlerini elindeki tabletinden ayırdı. Beyaz tenine yakışan ela gözlerini beyaza boyadığı saçları destekliyordu. O, benden bir iki yaş büyüktü ama buna rağmen bana büyük bir saygısı vardı. "Evet," dedi, beni onaylayarak. "Az önce görüştüm kendisiyle, sizi heyecanla beklediğini söyledi." Burnumu kırıştırarak baktım. "O niye?" dediğimde bu tavrım Bora'nın hafifçe gülmesine neden oldu ama başını çevirerek bunu gizlemeye çalışmıştı. "Adnan Kaya'nın biricik kızısınız sonuçta," diyen Güneş'e baktım. "Sektördeki herkes sizi tanımak istiyor doğal olarak." Bu söyledikleri göz devirmeme neden olurken hiçbir şey söylemeyip önüme döndüm ve bakışlarımı dışarı çevirdim. İlk işimde bu muameleyle karşılaşmayı tabii ki bekliyordum ama ilk andan bu kadar sıkılmam, arkama bakmadan kaçıp gitmem gerektiğini belli ediyordu. Böyle anılmaktan kesinlikle nefret ediyordum. "Şu mimarı görmedim ben daha önce," derken Güneş'ten tabletini istemiştim. O tableti elime tutuştururken, "Babam da bahsetmedi, bir araştıralım.. Ne bunun adı?" "Oktay Uçar," diyerek beni yanıtladığında arama motoruna ismini yazmıştım. Daha önce bu ismi duymuştum fakat kendisiyle tanışma fırsatımız henüz olmamıştı. Genç görüntüsü koca ekranı doldururken kısaca onu inceledim. Siyah saçları ve tıpkı Güneş gibi ela gözlere sahipken fotoğrafı kaydırmıştım. Bunlar beni ilgilendirmiyordu, yaptığı işlere bakacaktım. Daha önce de ülkenin birçok yerinde otel ve çeşitli eğlence merkezlerinin mimarisini üstlenmiş, açıkçası iyi işler de çıkarmıştı. Büyük bir titizlikle işini icra ediyordu ve açık olmak gerekirse bunu sevmiştim. "Güzel," dedim, tableti kapatıp tekrar Güneş'e uzatırken. "Aslında daha önce de beraber çalışmıştık ama sizin tanımıyor olmanız çok normal," dediğinde kaşlarım şaşkınlıkla havalandı. "Öyle mi?" dedim, hayretle. "Daha önce ismini duymuştum ben de ama babam hiç bahsetmedi." diyerek az önce zihnimden geçen düşünceleri onunla paylaşmıştım. "Kendisi de sizi çok iyi biliyor ama karşılıklı olarak henüz bir tanışma gerçekleşmedi." "Fanım olduğunu az önceki sözlerinden anladım zaten," diyerek yine yüce gönüllülük yaptığımda Güneş bu sözlerime hafifçe gülmüştü. İnşaat hâlindeki otele kadar olan yolculuğumuz da benim bu mütevazı davranışlarımla (!) sürüp giderken Bora'yı da kalacağımız otele göndermiştim. Sonuçta burada yapabileceği bir şey yoktu ve adamın bu sıcakta üzerindeki o takımla burada dikilmesine izin veremezdim. Onu otele gönderip Güneş'le beraber inşaat alanına doğru yürüdüğümüzde daha ilk dakikadan sıcaktan bayılacak hâle gelmiştim. Bu kadar insan haftalarca burada nasıl çalışacaktı? Yakamdaki güneş gözlüğümü çıkarıp gözlerime taktığımda önümde yürüyen Kenan'ın bakışları birden bana doğru dönmüştü. "İyi misin?" dedi, birazdan eriyecek olan hâlime bakıp. Ben bu hâldeyken onu düşünemiyordum, o gömlekle nasıl bu kadar rahattı? Üstelik onun normal zamanda bunu giymekten ne kadar nefret ettiğini, içinde rahatsız hissettiğini biliyordum. "Sıcak," diyerek onu yanıtladığımda adımları yavaşlamış, yan yana yürür pozisyona gelmiştik. "İstersen ofise geçebilirsin," dediğinde onu olumsuz bir şekilde yanıtlamıştım. "Boşuna gelmedik herhalde buraya," dedim, elimi hafifçe sallayıp kendime hava yapmaya çalışarak. "Mimarı görmem lazım, benimle tanışmak için buralara kadar gelmiş." "Öyle miymiş?" dedi, alaylı bir tonda. Bu, gözlüklerimin ardındaki bakışlarımı ona çevirmeme neden oldu. "Öyleymiş," dedim, aynı alayla. Resmen benimle dalga geçiyordu! "Güneş," diyerek ona seslendiğimde bana baktı. "Neydi bu herifin ismi ya?" Bu, Kenan'ın alaylı ifadesinin büyümesine neden olurken ona ters ters bakıyordum. "Oktay," diyen yabancı bir ses kulaklarıma ulaşırken bakışmamız kesilmek zorunda kaldı. Sesin geldiği yöne başımı çevirdiğimde az önce Güneş'in tabletinden stalkladığım o herifle karşılaşmıştım. Gülen karizmatik yüzü tam karşımdayken bakışları üzerimde geziniyordu. "Oktay Uçar," dedi, aramızdaki mesafeyi kapatırken. Ben, utançtan hafifçe kızarırken bir yandan da Kenan'ı bozduğum için seviniyordum. O, elini bana doğru uzattığında, "Sanırım bahsettiğiniz mimar benim, Maran Hanım." "Kusuruma bakmayın Oktay Bey," dedim, mahcup bir şekilde. Ardından ciddiyetsiz duran pembe camlı gözlüklerimi çıkarıp bana doğru uzattığı elini kavradığımda birkaç saniye mavi gözlerime baktı. "Maran Kaya, çok memnun oldum." "Ben de öyle." dedi ve henüz bırakmadığı elime bir öpücük bıraktı. Bu, kaşlarımın havalanmasına neden olurken ellerimiz ayrılmıştı. "Gözüm yollarda kaldı, ben de sizi bekliyordum." "Öyle mi?" derken Kenan'a yandan bir bakış atmıştım. Gözlerindeki güneş gözlüklerinden ifadesini tam göremiyordum fakat sorun değildi. "Kenan Bey," derken gözlerini zorlukla benden ayırıp Kenan'a doğru bu sefer de elini uzattı. "Siz de hoş geldiniz." dediğinde Kenan'ın dudakları yukarı kıvrıldı. "Asıl siz hoş geldiniz Oktay Bey," dedi, onun elini kavrarken. Benim yaptığım gibi onunla kısaca tokalaşmamış, uzun ve sert bir tokalaşma yaşanmıştı aralarında. Hatta öyle ki elini tuttuğundaki o ses bile çok net duyulmuştu. Onunla Oktay arasında bir bakışma geçerken Oktay'ın eğer beni bu kadar yakından takip ediyorsa onunla aramdaki ilişkiyi biliyor olması gerekiyordu. Eminim ki biliyordu da. Son zamanlarda çıkan haberleri de gördüyse ayrıldığımızı da biliyordu. Bu kadar rahat davranmasının da bu yüzden olduğunu düşünüyordum, çünkü aksi takdirde beni tanıdığı gibi Kenan'ı da çok iyi tanıyordu. O, bana bir kez baksa bile ortalığı yakacağını bilmeliydi. Tabii bu günler öncesindeydi. "Çalışmalar ne alemde?" diyerek aralarına girdiğimde elleri nihayet ayrılmıştı fakat Kenan'ın bakışları bir kere onun üzerinde takılı kalmıştı işte. Oktay, çok büyük hata yapmıştı. "Her şey sorunsuz ilerliyor," dediğinde bir adım yana doğru çekilip geçmem için elini uzattı. "Buyrun, beraber bakalım." "Hay hay," diyerek açtığı yoldan geçtiğimde Kenan'ın Aslı'yla konuştuğunu duyabiliyordum. "Arabada güneş kremi olacak, onu Güneş'e ver." dedi ve ardından ekledi. "Maran ister şimdi." Bu sözleri dudaklarımın yukarı kıvrılmasına neden olurken kalbim de yine kıpır kıpır olmaya başlamıştı. Ne istediğimi, neyi nasıl sevdiğimi, nelerden hoşlanıp hoşlanmadığımı en iyi bilen oydu ve bunu en ufak şeyde bile belli etmekten çekinmiyordu. Mesela birazdan güneşten şikâyet etmeye başlayacağımı, yirmi dakika arayla sırf yanmamak için güneş kremi süreceğimi en iyi o biliyordu. 'Ama o, o gece Esvet'i evine almıştı..' Diyen iç sesimle beraber dudaklarımdaki gülümseme hızla silindi, omuzlarımı dikleştirip aklımdaki bu masum düşünceleri yok ettim. Evet, birinin ara ara bana bunu hatırlatması gerekiyordu. Hâlâ inşaat hâlinde olan koca otele girdiğimizde duvarların boyanmakta olduğunu görmüştüm. Etrafta hâlâ inşaat malzemeleri vardı ama birkaç hafta içerisinde her şeyin tamamen halledilebileceği kanaatindeydim. "Ustalar dün boya işine başladı," dediğinde gözlerimle etrafı tarıyordum. Daha dün bu işe girişildiği belliydi çünkü hâlâ sıva hâlindeydi. "Yetişecek mi?" dedim, gözlerimi kısarak. "Sonuçta hâlâ ufak tefek şeyler var, mobilyaları da halletmemiz gerekiyor." "Birkaç gün içerisinde boya faslını bitireceğimizi düşünüyorum ben," diyen Oktay'a doğru başımı hafifçe çevirdim. "Sonrasında da inşaat hâlinden kurtulup mobilyaları hallederiz. Ben yetişeceğini düşünüyorum, siz de geldiniz ne de olsa." dediğinde hafifçe güldüm. "İlk işimde beni acımasızca çalıştıracak mısınız?" dedim, teessüf eder gibi. Bu tavrım onu güldürdüğünde gözlerim bir süre gülüşünde takılı kalmıştı. "Hayır tabii ki," dedi, başını hafifçe iki yana sallayarak. "Öyle söylemek istemedim." "Pekâlâ," dediğimde Kenan'ın ters bakışlarının esirindeydim. Bana ve Oktay'a, en çok da Oktay'a hoşnutsuz bakışlar atıyordu. "Sen ne düşünüyorsun, Kenan?" "Ben de seninle aynı fikirdeyim," dedi ve gözleriyle tıpkı benim yaptığım gibi etrafı inceledi. "Belirlediğimiz tarihe kadar halledemeyecekseniz başka mimarlarla da anlaşabiliriz." dediğinde bu kaba tavrı karşısında dudaklarım hafifçe yukarı kıvrıldı. Oktay'ın kaşları havalanırken bir gülüş koyvermişti. Bu gülüş biraz alaycıydı. "Elbette düşüncenize saygı duyuyorum fakat proje benim, Kenan Bey." dediğinde dudaklarım o şeklini almıştı. Kenan'ın alev alev yanan yeşil gözleri onun ela gözlerine tutunurken onun da dudaklarından alay dolu bir gülüş döküldü. Onu sevmemişti ve bunu belli etmekten çekinmiyordu. "Otel benim," derken ona açıkça meydan okuyordu. Üstelik bu egoist tavırları inanılmaz derecede hoşuma gidiyordu. "Neyin yapılıp yapılmayacağına ben karar veririm ve," dedi, Oktay'a üstten bir bakış atarak. "Birkaç gün içerisinde boya işlemi bitmezse babamla bu konuyu görüşeceğim.. Sözleşmeyi de henüz imzalamadığınıza göre bir sorun teşkil etmeyecektir eminim ki." "Sözleşme bende aslında," diyerek aralarına girdiğimde Kenan'ın o yakıcı bakışları bana döndü. "Akşam yemeğinde imzalarız diye düşünmüştüm." "Bence aceleci davranıyorsun," dediğinde ona baktım. "Henüz bir marifetini görmedik." diyerek Oktay'a yine laf soktu. "Turgay Amca projeyi beğenmişti, o yüzden bu işe başladık." dediğimde birkaç saniye gözlerime baktı. "Önemli olan icraate geçirmek," Onun bu sözleri, başımı iki yana sallayarak gülmeme neden olduğunda eliyle etrafı gösterdi. "Ve daha hiçbir şey görmedik." "Peki," dedim, bu atışmaya bir son vererek. "Nasıl istersen." O, küçük ve inatçı bir çocuk gibiydi. Onunla çok uğraşmam gerekecekti. ✨✨✨ Elimde duran şampanya kadehinin yüzeyindeki su damlası aşağı doğru süzülüp elimi ıslattığında dudaklarımın arasındaki sigaradan derin bir nefesi içime çektim. Müzik sisteminden yayılan klasik müzik kulaklarıma ulaşırken gözlerimi etraftaki kalabalıkta gezdiriyordum. Bir kısım bar kısmında delicesine dans ediyor, bir kısım da keyifli olduğu buradan bile belli olan bir sohbetin içerisindeydi. Diğer kısım da... Bendim. Karşımda oturan Kenan'la akşam yemeğine çıkmıştık fakat sanki başka masalarda oturuyor gibiydik. Hiç sesi çıkmıyor, ara ara yanında oturan Aslı'yla iş konusunda tartışıyorlardı. Fakat ben de buradaydım ama o görmemeyi tercih ediyordu. Elimdeki kadehi masaya sertçe bırakıp sigaramı söndürdüğümde bakışları bana döndü. Aynı zamanda Aslı'yla Güneş'in de öyle. "İş mi konuşacağız?" dedim, ters bir tavırla. "Tüm gün eşek gibi çalışıyoruz ya hani?" Bu ters tavrımla birlikte Kenan, Aslı'ya kalkması için izin verirken Güneş de bana sorgulayan bakışlarla bakmış, ben de ona odaya gitmesi için müsaade etmiştim. O ikisi bize iyi geceler dileyerek yanımızdan ayrıldıklarında masada baş başa kalmıştık. Yeşil bakışları yüzümde gezinirken elimdeki kaşığı önümdeki sütlü tatlıya batırdım. "Ee?" derken az önceki ters tavrımdan eser kalmamıştı. O, bana deliymişim gibi uzun uzun bakarken az önce sipariş ettiğim tatlıyı yemekle meşguldüm. "Güzelmiş bu," Bakışlarımı ona çevirdim. "Sana da söyleyelim mi?" "Afiyet olsun, iyiyim ben böyle." dediğinde gözlerim onun gözlerinde takılı kaldı. Resmen benimle konuşmamak için sürekli kısa cevaplar veriyor, bazen onu bile yapmıyordu. Masanın altında salladığım bacağım onun bacağına sertçe temas ettiğinde kaşları çatıldı. "Ne yapıyorsun Maran?" Omuz silktim. "Yanlışlıkla oldu," dedim, umursamazca. "Kusura bakma." O, bana düz bakışlarla bakarken kadehime uzanmıştım ki masada duran telefonuyla sigara paketini alarak kalkmaya yeltendi. "Nereye?" "Otele geçeceğim, yoruldum bugün." dediğinde güldüm. "Seninle baş başa kalmak istemiyorum desene sen şuna," dedim, elimi ne var dercesine sallarken. "Niye yalan söylüyorsun?" Bu sözlerim, gözlerinin iki gözüm arasında gidip gelmesine neden olurken bakışlarını usulca benden uzaklaştırdı ve etrafa göz attı. "Sıkıldın mı?" dedi, en sonunda. "Sağa sola sataştığına göre belli, sıkılmışsın." diyerek de kendi sorusuna kendi cevap verdiğinde hâlâ karşımda oturuyordu. "Bora yok," dedim, gözlerimi ondan çekerek. "Beni tek bırakamazsın, tatlımı bitirmemi bekle en azından." Bu konu değişikliğim iyice gözlerinin gözlerime sabitlenmesine neden olurken kollarını masaya yaslayıp başını ağırca salladı. "Tamam," Ona kirpiklerim altından bir bakış atarken tekrar tatlı kaşığıma uzanmıştım. Kaşığı tatlıya batırıp ona doğru uzattığımda bana baktı. "Al, ağzın tatlansın.. Çok gergin görünüyorsun." Bu sözlerim onu güldürdü fakat bu samimiyetsiz bir gülüştü. Oysaki ben, onun gülünce kısılan gözlerini görmek istiyordum. "En çok senin ihtiyacın var bence, gergin olan sensin çünkü." dediğinde kaşlarım havalandı, dudaklarımdan melodik bir gülüş döküldü. "Tabii canım," dedim, alayla. Ardından kaşığı ona uzatmayı bırakıp tabağa bıraktım. "Tüm gün kaşları çatık bir şekilde etrafta dolanan sen değilsin zaten." O çoğunlukla ofiste çalışıyordu fakat ara ara gelip beni ve Oktay'ı kontrol etmediğini de söyleyemezdim. Ofis, otelin tam karşısında olduğu için de bunu fırsat biliyordu. "Mimarı da sevmedin," diyerek ona alttan bir bakış attığımda bakışları düzdü. O bakışlarından bir anlam çıkarmamam için her şeyi yapıyordu, bunu başarıyordu da. "Sözleşmeyi imzalatmadın değil mi?" dediğinde kollarımı tıpkı onun gibi masaya yaslayıp yüz yüze gelmemizi sağladım. "İmzalatmadım," dedim, cıklayarak. "Ama istersem imzalatabilirim." "Bana sormadan öyle bir şey yapamazsın," dedi, keskin bir tonda. Bakışları da aynı sözleri gibiydi. "Ya?" dedim, soru sorarcasına. Gözleri, yukarı kıvrılan dudaklarıma kaydığında bu çok uzun sürmemiş, bakışlarını hızla benden uzaklaştırmıştı. "Ama imzalatmamız gerekiyor, bunun için geç bile kaldık." dediğimde kaşlarını kaldırdı ve elini hafifçe havaya kaldırdı. "Kime göre, neye göre geç?" Dudağımı büzüp omuz silktim. "Bu işin adabı bu," dediğimde beni pür dikkat dinliyordu. "Önce imzalatmamız gerekiyordu ki inşaata başlayalım.. Turgay Amca nasıl böyle bir şey yaptı?" "Bilmem," dedi, ciddiyetle. "Sözleşmenin sende olduğunu bile bilmiyordum." Başımı salladım. "Babam, Oktay'ın imzalaması için gönderdi. Turgay Amca'nın da haberi var." Gözleri gözlerime tutunduğunda birden gülmeye başladı. "Oktay mı?" dedi, dizginlemeye çalıştığı belli olan bir tonda. "Samimiyeti epey ilerlettiniz yani?" "Cazibeme karşı koyamadı diyelim," diyerek ona karşılık verdiğimde gülüşü dudaklarında asılı kalmıştı. Çok tepki vermek istiyor ama bunu yapmıyordu. "Boya işlemini bitirdi mi o?" dedi, birden konuyu değiştirerek. "Birkaç gün müsaade etmiştim, unutmuş olamaz." "Az kaldı, hafta bitmeden biz de bitirmiş oluruz." dediğimde bir süre bana baktı, ardından da çenesiyle tatlımı gösterdi. "Tatlını bitir, kalkalım." "Bir şeyler içmeyecek miyiz?" dedim, başımı hafifçe omzuma doğru eğerken. Duştan çıkıp direkt yemeğe indiğim için hâlâ ıslak olan saçlarım, bu hareketimle omuzlarımdan aşağı doğru döküldü. "Daha saat çok erken." Bakışları saçlarıma uğrarken bundan hoşnut olmadığını bir kez daha görmüştüm. Odaya gelip beni yemeğe çağırdığı an bile ıslak saçlarımı kurutmak isteyip istemediğimi sormuş ama ben onu olumsuz yanıtlamıştım. "Yeterince içtiğini düşünüyorum," derken önümdeki kadehe bir bakış attı. "Yetmez mi bu kadarı?" "Dedemle Bodrum'a gelmiş gibi hissediyorum sayende," dedim, göz devirerek. "İş için geldik okay falan da şu denizde azıcık yüzmeyelim mi? Azıcık kokteyl içip dans etmeyelim mi yani?" Sözlerim, onun dudaklarının belli belirsiz yukarı kıvrılmasına neden olurken sanırım onu ilk defa gerçek anlamda güldürebilmiştim. "Ne yapmak istiyorsun?" dediğinde elimi çeneme yasladım. "Sahile inip yürüyelim biraz. Deniz de güzeldir şimdi." "Tamam," dedi, hiç itiraz etmeden. O, hesabı isterken gözlerim yan profilinde gezinmeye başlamıştı. Bu kadar güneşe rağmen hâlâ beyaz tenine bir yanık bile düşmemiş, o karizmatik yüzünü korumuştu. Bu konuda ikimiz de hassastık, ben güneş kremi sürmeden güneşe çıkmıyorsam o da mutlaka arabasında taşıyordu. Üzerindeki mavi, salaş gömleğine uyum sağlayan krem rengi keten bir pantolon giymişti ve o işkolik görüntüsünden sıyrılmıştı. Gerçi dakikalardır oturduğu masada, bu görüntüsünden pek sıyrılabilmiş gibi durmuyordu. "Kalk hadi," diyen sesi düşüncelerimi bölerken telefonuyla sigara paketini alıp benden önce ayaklandı. Ben de aynı hızla telefonumu alıp masadan kalktığımda garsondan bir şal istediğini duymuştum. Adımlarımı durdurup bakışlarımı ona çevirdiğimde bakışlarım sorgulayıcıydı. "Hava serin, üşürsün." dedi ve ıslak saçlarıma baktı. "Saçlarını da kurutmadın hem." derken genç çalışan da elindeki siyah şalla gelmişti. "Teşekkürler." "İyi akşamlar Kenan Bey," "İyi akşamlar," diyerek genç çalışanın bu nezaket dolu tavırlarını aynı nezaketle karşılarken elindeki şalı da omuzlarıma bırakıp yanımda yürümeye başlamıştı. "Sağ ol," dedim, gülümsememek için dudaklarıma sahip çıkarken. O, kibar bir adamdı ve bunu herkese yapardı. Bu, bana özel bir davranış değildi. Beraber restorandan çıkıp sahile inerken aramızdaki sessizlik hâlâ sürüyordu. Bazen ben konuşup saçma sorular soruyor, o da kısa cevaplar veriyordu. Fakat maalesef ki bu bana yetmiyordu. Onunla uzun uzun sohbet etmeyi özlemiştim. Sahile inmeden önce çıkardığım topuklu ayakkabılarımı elime aldığımda nihayet kumlara ayak basabildim. Yaklaşık dört gündür buradaydık ve henüz yeni sahile inebilmiştik. Günlerdir yoğun tempoda çalışıyor, bazen öğle yemeğine çıkmayı bile erteliyordum. Onda da Oktay bana hatırlatıcı oluyor, beraber yemeğe çıkıyorduk fakat onun başka bir işi olduğunda Kenan beni arayıp yemek saatini hatırlatmayı ihmal etmiyordu. Esen rüzgârla birlikte neredeyse bir haftadır ciğerlerimden esirgediği o okyanus, iç ferahlatıcı kokusu burnuma doldu. Gözlerim, onun kokusunu soluduğum an usulca kapandığında birkaç saniye de olsa bu anın tadını çıkarmak istemiştim. Bir ilişkiye başladığımızdan beri ilk defa ondan bu kadar uzak kalıyordum ve bu, benim için hiç olmadığı kadar zor bir durumken buna alışmaya, aklımı başka şeylerle meşgul etmeye çalışıyordum. Onunsa ne hissettiğini, ne düşündüğünü bilmiyordum çünkü öyle bir davranıyordu ki dışarıdan gören bir göz onunla sadece iş arkadaşı olduğumu söylerdi. Gözlerimi açtığım an etrafı buğulu görmeye başlamıştım bile. Gözlerimi birkaç kez kırpıştırıp bu lanet histen kurtulmaya çalıştığımda yanından geçmekte olduğum küçük bara baktım. Sadece içkiler diziliydi ve barın arkasında hiç kimse yoktu. "Maran sakın," dediğinde düşündüğüm şeyi düşündüğünü anlamıştım. Ona sadece gülümseyerek karşılık verdiğimde dudakları arasından bir soluk bırakmış ve adımlarını durdurmuştu. Adımlarıma yön verip barın arkasına geçtiğimde o da etrafı kontrol ediyordu. "Bir tanecik içki alacağım alt tarafı, sakin ol ya." dedim, bu tavırlarına karşılık. Ardından rafta duran küçük bir tekila şişesini aldığımda adım sesleri kulaklarıma ulaşmıştı. Bununla birlikte bakışlarımı hızla Kenan'a çevirdiğimde o da aynı şeyi duymuş olacak ki bana baktı. Adım seslerinin yaklaştığını duyduğum an kalbim küt küt atarken barın arkasından hızla çıkmış, Kenan'ın uzattığı elini tutarak koşmaya başlamıştık. "Hey!" diyen yabancı ses kulaklarıma ulaşırken kısa bir an peşimizden gelen adımlarını duymuş ama ondan uzaklaştığımızda ses kesilmişti. "Manyaksın sen gerçekten," Kenan'ın sözleriyle birlikte dudaklarımdaki anlamsız kıkırtılar büyürken adımlarımı da durdurmuştum. O da benden önce durmuş, beni azarlamak için susmamı bekliyordu. Üstelik hâlâ el ele tutuşuyorduk. Bunu fark ettiğim an kıkırtılarım arasında kalbimin gümbürtülerini de duymaya başlamıştım. Sıcacık eli avucumun içerisindeydi ve birkaç gün öncesine kadar bu hissi bile özleyeceğimi asla tahmin etmemiştim. Yeşil gözleri gözlerimde dolaşırken az önceki ufak koşuşturmadan dolayı ikimiz de nefes nefeseydik. Yüzlerimiz günler sonra birbirine bu kadar yakınken hatırladığım tek şey o günkü kavgamızdı. Çünkü yeşil harelerinde o günkü kızı görmüştüm. O bağırıp çağıran, ara sıra gözyaşı döken o kızı. Esen rüzgârın uğultusu kulaklarımdayken sıcak parmaklarının avucumdan usulca ayrıldığını hissettim ve bu, yavaşça kendime gelmemi sağladı. "Ne yapıyorsun sen?" derken kaşları çatıktı. Gözlerim, onun yeşillerinde kaybolurken ne yaptığım önemli değildi, şu an sadece onu öpmek istiyordum. Bunu özlemiştim. Yumuşacık dudaklarını dudaklarımla kavramak için şu an istekle kavruluyordum fakat o, küçük bir çocukmuşum gibi beni azarlamak istiyordu. "Kenan," dedim, kısık çıkan sesimle. O, sesimi duydu fakat bana cevap vermek istemedi. "Küçük bir çocuk gibisin," dedi, acımasız bir tavırla. "Kimseyi dinlemiyorsun, bir durma noktan bile yok." "Kenan," dedim, bir kez daha. Dolu gözlerimle onu görmeye çalışırken o, bir kez daha beni yanıtlamamayı tercih etti. Sanki ne istediğimi biliyor, sırf bunun için bana cevap vermekten kaçınıyordu. "Ya beni duysana," diyerek bağırdığımda gözleri gözlerime kilitlenmişti. Dakikalardır kalbim onun için atıyordu ve asıl duymadığı ben değil, kalp atışlarımdı. "Beni bir gör, bak artık gözlerime! Kenan, diyorum," dedim, çaresizce. Aynı çaresizlikle gözlerimden yaşlar akmaya başladığında öylece bana bakıyordu. O yeşil gözlerinde bir duygu kırıntısı aramaya koyuldum fakat bulamadım. "Belki sana ihtiyacım var? Belki bir yerim acıyor Kenan, niye duymuyorsun beni? Niye görmezden geliyorsun, canım acıyor benim!" Bağırarak sarf ettiğim sözlerin ardından aramızda bir sessizlik oluştuğunda kulaklarımıza ulaşan tek melodi, dalgaların sesiydi. Hoyratça kıyıya vuruyor, gözüne kestirdiği o kum taneciklerini beraberinde sürüklüyordu. İşte o da bizi duymuyor, kaldığı yerden hayatına devam ediyordu. "Seni öpmek istiyorum ben," dediğimde az önceki gibi bağırmıyordum. Boşta olan elimi kaldırıp çenesini kavradığımda ona dokunmak, bir ateşe dokunmuşum gibi hissettirdi. Elim yandı, canım bir kez daha yandı. "Özledim," dedim, gözyaşlarım arasında. "Bırak öpeyim, dinsin acım." Bakışları yaşlı gözlerimden bir kez daha ayrıldığında dudaklarımdan bir hıçkırık döküldü. "Sana çok içme demiştim," dedi, sanki konumuz buymuş gibi. "Hadi, otele dönüyoruz. Yeter bu kadar." "Ya sikeyim oteli," diyerek bir kez daha bağırdığımda elini kaldırıp alnını sıvazlamıştı. "Sarhoş değilim ben, aptal!" "Bağırma Maran," dedi, sakinlikle. "Ne istiyorsun anlamıyorum?" dediğinde ona daha çok yaklaşmıştım. Artık bedenlerimiz tek bir beden, aldığımız nefesler tek bir bedene ait olmuştu. Burunlarımız birbirine sürttüğünde geriye doğru çekilmek istedi ama gömleğinin yakalarına tutunmamla beraber hareket alanı kısıtlandı. Aslında bu zayıf hareketim normal bir zamanda ona etki etmezdi fakat şu an bana izin veriyordu. "Seni," dedim, parmaklarım çenesini hafifçe okşarken. "Seni istiyorum." "Ben istemiyorum," diyerek beni acımasızca yanıtladığında güldüm. "Yalancı," dedim, ı harfini uzatarak. Elimi gömleğinin sardığı göğsüne indirdiğimde hızla çarpan kalbi avucumda izler bırakmaya başlamıştı. "Niye böyle çarpıyor kalbin o zaman?" "Maran," dedi, mayışmış bir tonda. Yeşil gözleri usulca kapandı ve başını hafifçe geriye doğru atıp dudakları arasından derin bir nefes verdikten sonra o gözlerini araladı. "Gidelim, geç oldu hem. Sabah çok işimiz var." "Beni affedecek misin?" derken verdiğim nefes usulca dudaklarına çarpıyor ama hâlâ benden uzaklaşmıyordu. "Seni affetmeli miyim?" dediğinde gözlerine bakarak başımı salladım. "Affetmelisin," dedim, hiç düşünmeden. "Seni affetmek istemiyorum ama," dediğinde dolu gözlerimi kırpıştırdım. Topuklu ayakkabılarımı çıkardığım için boyum ondan epey bir kısalmıştı ve ona alttan bakmak zorunda kalmıştım. "Maran," dedi, yorulmuşçasına. "Bu affedip affetmeme meselesi değil ki.. Sen bana güvenmiyorsun," Başımı hızlıca iki yana salladığımda gözlerinde artık bir yumuşama ifadesi yakalamıştım. "Güveniyorum," dedim, bir çırpıda. "Güveniyorum Kenan, yemin ederim." "Neden o gün bana cevap veremedin o hâlde?" dediğinde ona bir şey söyleyememiş, sadece gözü yaşlı bir kız çocuğu gibi ona bakmakla yetinmiştim. "Sana kırgınım, kızgınım.. Bir süre böyle devam etsek iyi olur, lütfen sen de zorlama." Bu sözleri, gözlerimden yaşların daha hızlı akmasına neden olurken gayet ılımlı yaklaştığı söylenebilirdi ama şu an ben, ılımlı yaklaşmasını falan istemiyordum. "Ben de sana kırgınım," dedim, gözlerimi kırpıştırarak. "Kızgınım da." Bu çocuksu tavrım onun dudaklarından erkeksi bir kıkırtının dökülmesine neden olduğunda ondan uzaklaşıp şezlonglardan birine kendimi bırakmıştım. Ardından da elimdeki şişeyi açmaya koyulduğumda bir süre o şekilde beni izlemiş. ardından da yanımdaki bir başka şezlonga oturmuştu. "Bana kırgın ve kızgın olacağın hiçbir şey yapmadım Maran," dediğinde ona baktım. "Esvet'le yattığını biliyorum," Omuz silktim. "Yalan söyleme bana o yüzden." Bu sözlerimle beraber kaşları hafifçe çatılırken tekila şişesini dudaklarıma yaslamıştım. Acı tadı boğazımı yakarken bundan rahatsızlık duymuyordum. "Ne?" dedi, hayretle. Bu da bakışlarımı ona çevirmeme neden olurken bir hayli şaşırmış gözüküyordu. "Onu nereden çıkardın? Yok öyle bir şey." "O zaman onun senin evinde ne işi vardı?" dedim, ellerimi hafifçe iki yana açarak. "Gecenin o saatinde hem de.. Seni aradığımda da uyuyordun, telefonlarıma cevap bile vermedin. Kılıç aradığında da o kadının sesini duydum, kiminle konuştuğunu soruyordu." Bu söylediklerim onun duraksamasına neden olurken, "O gece sen de mi oradaydın?" dedi ve gözlerimin onayından sonra başını hafifçe iki yana salladı. "Kılıç'a sen arattırdın yani?" "Sorun bu mu?" dedim, gülerek. "Kadınla yatmışsın diyorum-" "Esvet'le aramda bir şey geçmedi," diyerek beni böldüğünde gözlerimin içerisine bakarak ekledi. "Kılıç aradığında henüz yeni gelmişti ve o gece beraber evden çıktık. O gece evimde on dakika bile kalmadı Esvet, inan bana." dediğinde inançla bakan gözlerine baktım bir süre. "Başka biriyle-" Tekrar lafımı kesti. "Hayır Maran," dedi, sabırla. "Kimseyle aramda bir şey olmadı, evden bile çıkmadım ki ben." Birkaç saniye yeşil gözlerine baktım. "Nasıl böyle bir şey düşünebilirsin, inanamıyorum sana." "Sen de olsan aynı şeyi düşünürdün Kenan," dedim, birden çıkışarak. "O kadının evinde olması normal miydi yani? Bana hiç normal gelmedi çünkü o an." "Beni tanımıyormuş gibi konuşuyorsun," dediğinde sesindeki o alınganlığı yakalamıştım. "Seni tanıyamıyorum zaten," dedim, profilini incelerken. Bu sözlerimle birlikte bakışları bana döndü fakat ikimiz de daha fazla konuşmadık. "Ver," dedi, usulca elini bana doğru uzatırken. Dakikalar süren sessizliğini bozmuş, elimdeki yarıladığım şişeyi istiyordu. Hiç düşünmeden şişeyi eline tutuşturduğumda o da tıpkı benim yaptığım gibi şişeyi kafasına dikmişti. "Öpüştük," dedim, sırıtarak. Bu, onun kıkırdamasına neden olurken şezlonga uzanıp vücudumu ona doğru çevirdim ve dizlerimi kendime doğru çektim. O da elindeki şişeyi iki şezlongun arasına, kuma bırakıp benim gibi uzandığında onu izliyordum. "Özlemedin mi beni hiç?" Sesim ona ulaştığında bakışlarını gökyüzünden ayırıp bana baktı. Gözleri, kızarmış olduğuna emin olduğum gözlerimde dolaşırken bana bir cevap vermemeyi tercih etmişti. Bu, gözlerimden bir damla yaşın akmasına neden olurken sırtımı ona doğru dönüp üzerimdeki şala daha çok sarıldım. Dakikalarca orada, o şekilde hiç durmadan ağladığımda ne o sesini çıkarıp bir şey söylemişti ne de ben daha fazla kalbimi kıracak soruları ona yöneltmiştim. Bir süre sonra ağlamalarım iç çekişlere dönüştüğünde serin hava beni üşütse de gözlerim yorgunlukla kapandı. Aradan ne kadar zaman geçmişti bilmiyordum ama uykuyla uyanıklık arasındaki o noktadayken yan tarafımda bir hareketlilik hissetmiştim. Önce onun kokusu burnuma dolmuş, ardından da ellerini vücudumda hissetmiştim. "Özlemedin değil mi?" dedim, uykulu bir sesle mırıldanarak. Onun bir eli belimi sararken diğer elini de bacaklarımın arasından geçirmişti. Bedenimin havalandığını hissettiğim an bir rüzgâr üzerime doğru estiğinde başımı boyun girintisine yaslayıp kollarımı boynuna doladım. O, kucağındaki benle ilerlerken o şekilde ne kadar süre beni kucağında taşıdığını bilmiyordum. Sadece bir süre sonra, önce bir kapının açılma sesini duymuş, ardından da bedenimin yumuşacık bir yüzeyle buluştuğunu çok net hissetmiştim. Üzerimin örtüldüğünü, nemli saçlarımın okşandığını.. Bunları çok net hissetmiştim. "Özledim," diyen yumuşacık fısıltısını duyduğum an, saçlarımın diplerine aynı narinlikte bir öpücük bıraktığında uyku hâlinde olsam bile kalbimin delicesine çarptığını duymuştum. Ben o gece, günler sonra onun kokusunu soluyarak deliksiz bir uyku çekmiştim. ✨✨✨ Çalan alarmın sesi kulaklarıma ulaşırken yerimde huysuzca kıpırdandım fakat o ses kesilmemiş, uzunca bir süre de çalmaya devam etmişti. Bununla beraber artık o güzel uykumdan uyanmış sayılırken kapalı gözlerimi daha sıkı yumup ne sarılmış olduğum yastıktan ne de o yastıktan yayılan kokudan uzaklaşmak istemiştim. Telefonumdan yayılıp odayı dolduran ses bir anda kesildiğinde uykuma kaldığım yerden devam etmeyi planlıyordum ama öyle olmamıştı. Önce kapanan klimanın sesini duymuş, ardından da odada dolaşan adım sesleriyle gözlerimi zorlukla aralamak durumunda kalmıştım. Kapalı perdeler, tanıdık bir beden tarafından açılıp ardından balkon kapısını da açtığında güneş direkt olarak gözlerime vurmuş, aynı hızla gözlerimi kapatmama neden olmuştu. "Of," dediğimde başıma giren ağrıyla elimdeki yastığı kafama bastırmıştım. Şiddetli bir baş ağrısına tutulmuş olmam olasıydı. "Maran," diyen sesini duyduğum an duraksarken az önceki bedenin de ona ait olduğunu anlamam çok uzun sürmemişti. Pekâlâ, şu an onun odasında mıydım? Kaşlarımı hafifçe çatıp dün geceye gittiğimde neler olup bittiğini hatırlamak için zihnimi epey bir zorluyordum ama onunla sadece sahilde tartıştığımı hatırlıyordum. Daha fazlasını hatırlamaya çalıştıkça başımdaki ağrı gitgide artıyor, ona ait olan yataktan kalkmamı zorlaştırıyordu. Üstelik şu an buradan kalkmak benim için gerçekten zordu. "Kalk hadi, geç kalıyoruz." dediğinde çok kısa bir an dün gece, onunla aramda bir şey geçip geçmediğini merak etmeye başlamıştım. Bu düşünceyle bile kalp atışlarım deliye dönerken bir an önce gece neler olduğunu hatırlamam gerekiyordu. Yanımda mı yatmıştı yoksa buna tenezzül bile etmemiş miydi? Aklımdaki birçok soru yanıtsız kalırken en mantıklı olanının şu yastığı yüzümden çekip bir an önce bu yataktan kalkmam gerektiği olduğunu biliyordum. Tam da bunu düşündüğümde ellerimle sıkı sıkıya tuttuğum yastık, onun tarafından yavaşça çekildi ve ben, direkt olarak yeşil hareleriyle karşılaştım. Uzun bir zamandır uyanır uyanmaz gördüğüm şey gözleri değil de sadece odamın tavanı oluyordu fakat bu görüntü heyecanlanmama neden olmuştu. "Günaydın," dedi, elindeki yastığı yanımdaki boşluğa bırakırken. Bununla beraber ben de ona, hülyalı bir tavırla bakmayı bırakıp yavaşça yerimde doğrulduğumda çalan alarmımı onun kapattığını anlamıştım. "Günaydın," dedim, dipten gelen bir sesle. Ardından birbirine karışmış olduğuna emin olduğum saçlarımı ellerimle düzeltme girişiminde bulunduğumda benden uzaklaşmıştı. "Neden buradayım?" diyerek ilk soruyu yönelttiğimde omzu üzerinden bana bir bakış attı. "Sarhoş olup sahilde sızdığın için ben de seni buraya getirdim," dediğinde onu inceliyordum. Siyah bir polo yaka tişört giymişken beyaz, kumaş bir pantolonu da üzerine geçirmişti. Sağ tarafımdaki komodinde bulunan kahve kupasından onun elinde de varken siyah çerçeveli gözlüklerini düzeltip kahve olduğunu düşündüğüm içeceğinden bir yudum aldı. "Oda kartını da odada unutmuşsun galiba, çantan falan da yanında olmayınca o an aklıma başka bir şey gelmedi." Bu söyledikleriyle beraber yine komodinde duran telefonumu elimle gösterdim. "Kılıfın arkasına koymuştum aslında," dediğimde kaşları havalandı. "Aklıma gelmedi," Omuz silktim. "Sorun değil," Gözleri, yüzümde kısaca dolaştığında bacaklarımı yataktan sarkıtıp telefonumdan saati kontrol ettim. Henüz geç kalmış sayılmazdım. "Başın ağrıyor mu?" dedi, ilgiyle. "Feci hem de," diyerek onu yanıtlarken ayağa kalkmıştım bile. "Kahvenden birkaç yudum al, ağrı kesici de bırakmıştım oraya." dediğinde başımı ona doğru çevirdim. Bu esnada balkonun önündeki berjere oturup küçük sehpanın üzerindeki tableti eline aldı. "Gece sana çok zorluk çıkardım mı?" derken bileğimdeki tokayla saçlarımı topladım. Ardından da arkamda kalan aynaya dönüp kendimi kontrol ettiğimde dün gece makyaj yapmadığım için şu anda da gayet iyi görünüyordum. "Hayır," dedi, aynadaki yansımamı incelerken. Aynadaki gözlerim, onun gözleriyle buluşurken önüne döndü. "Uyuyakalmıştın zaten." "Hiçbir şey hatırlamıyorum," dedim, tekrar arkama dönerken. Ardından komodinde duran ağrı kesiciyi alıp içtiğimde beni yanıtlamıştı. "Hatırlayacağın bir şey olmadı," dediğinde söylediği gibi kahveden sadece bir yudum aldım. "Öpüşmedik mi yani?" diyerek dün geceye gönderme yaptığımda gözleri beni buldu, birkaç saniye bana baktıktan sonra dudakları yukarı kıvrılır gibi oldu. "Öpüşmedik," deyip ayağa kalkarken elindeki tableti bıraktı ve masada duran telefonuyla arabasının anahtarını aldı. "Aslı'yla Güneş'i ofise gönderdim, sen hazırlanana kadar aşağıda bekleyebilirim istersen." "Açıkçası," dedim, elimdeki kupayı komodine bırakırken. Ardından da yerde duran topuklu ayakkabılarımla telefonumu aldığımda o can alıcı kelimeler dudaklarımdan dökülmüştü. "Ben bugün biraz geç geleceğim," Kaşları havalanırken bir kez daha beni süzdü. "Sebep?" dedi, sorgulayan bakışlarla. "Hasta falan mısın?" "Hayır," dedim, omuz silkerek. "Oktay Bey'e bir kahvaltı sözüm var, o yüzden geç gelebiliriz." İşte bu sözlerim, kaşlarını çatmasına neden olurken koca odaya ilk kez korkunç bir sessizlik çökmüştü. Yeşilleri alev alev yanmaya başlarken o gözlerini gözlerimden neredeyse bir dakika boyunca ayırmadı. Evet, kendi ölüm fermanımı imzalamış sayılırdım. "Anlamadım?" dedi, gözlerini birkaç kez kırpıştırarak. "O herifle kahvaltıya mı gideceksin yani?" Yukarı kıvrılmak için can atan dudaklarıma hafifçe dişlerimi geçirdiğimde bir an önce bu odadan çıkmam gerektiğini biliyordum. Aksi takdirde gerçekten aramızda kötü şeyler yaşanabilirdi. "Evet," dedim, başımla onu onaylarken. "Birbirimizi daha yakından tanırız diye-" Sözlerimi sert bir tonda kestiğinde ona öylece baktım. "Ne gerek var buna?" dedi, ellerini hafifçe iki yana açarak. "Tüm gün beraber çalışmıyor musunuz siz zaten? Nereden çıktı bu kahvaltı faslı?" derken oldukça öfkelenmiş görünüyordu ama bunu çok güzel gizliyordu. "Allah aşkına, Maran.. Sen kahvaltı yapmazsın ki!" "Aslında bugün bir değişiklik yapabilirim," dediğimde bana öylece bakıyordu. "Akşama da hep beraber bir yemek yeriz, şu sözleşmeyi de imzalatalım artık. Adama ayıp oluyor, biliyorsun." Bu sözlerimin ardından komodine bıraktığım kupayı gösterdim. "Kahve için teşekkürler, ofiste görüşürüz." Ona bir kez bile bakmadan odadan çıktığım an, arkamda bir gürültü koparken dudaklarımdaki sırıtışı gizlememe gerek kalmamıştı. O heriften ilk dakikadan itibaren hoşlanmadığını biliyordum, sırf bu yüzden bile onun bu kahvaltı teklifini de kabul etmiştim hatta. Bana, bir süre böyle devam etmek istediğini söylediyse eğer; buna katlanmak zorunda olan ben değil kendisi olacaktı. Onun hemen yan tarafında kalan odama, elimdeki kartı okutarak girdiğimde öncelikli hedefim keyifli bir duş almaktı. En azından bunu hak etmiştim. ✨✨✨ |
0% |