@meelcnmel
|
"Duyduğuma göre Kenan Bey'le olan ilişkiniz-" diyerek başlayan cümleyi başımı sallayarak kestim. "Bitti." Oktay'ın güneş gözlüklerinin ardından bana attığı bakışları şu an göremesem de çapkın bakışlarının üzerimde olduğuna emindim. Verdiğim cevap, onu hiç etmediği kadar mutlu etmişti, bunu görebiliyordum. Neredeyse iki saat önce Kenan'ın odasından ayrılıp kendi odama geçmiş ve hızlı bir duş alıp üstümü giyinerek otelden ayrılmıştım. Otelden çıkarken ne ona ne de arabasına dair bir ize de rastlamamıştım. Söylediklerimin onu öfkelendirdiğini, ben odasından ayrıldıktan sonra bir şeyleri kırıp dökmesinden tabii ki anlamıştım. Onu deliye çevirmiştim. Üstelik bundan pişmanlık duymuyordum. Pişmanlık duymuyordum fakat burada olmaktansa otelde, onun kontrolcü tavırları eşliğinde çalışmayı yeğliyordum. Gidip gelip beni kontrol etmesini, sürekli olarak bana bir şeyler yedirmeye çalışmasını istiyordum. Daha onun yanından ayrılalı henüz iki saat bile olmamıştı ama onu özlemiştim. Ve bundan nefret ediyordum. Dudaklarım arasından bir nefes verip önümdeki portakal suyu bardağını elime aldığımda gözlerim telefondaydı. Bir mesaj bile atmamıştı, bu tavırlar da az önce ortalığı yakıp yıkan adama göre oldukça fazlaydı. "Açıkçası aranızda bir sorun yok gibi görünüyordu," Oktay'ın merak barındıran ses tonu, bakışlarımın ona dönmesine neden olurken o da kahvesinden bir yudum almıştı. Dakikalardır bunları sormak için kıvranıyordu zaten. "Anlaşamadık ve en iyisinin güzelce ayrılmak olduğuna karar verdik," dedim, onu geçiştirircesine. Bu tavrım da bu konuyu konuşmak istemediğimi açıkça belirtirken daha fazla bu soruları sormayıp konuyu kapatmıştı. Bununla birlikte gözlüklerimin ardından göz devirdiğimde sıkılmaya başladığımı da hissediyordum. Şimdi karşımda oturan o değil de Kenan olsaydı birçok şeyden bahseder, aramızdaki sohbet öylesine derin bir hâl alırken bu masadan da akşam karanlığını etmeden kalkmazdık. Keşke şu an o karşımda oturuyor olsaydı. Tüm bunları düşünürken çalan telefonumla beraber onun da masada duran telefonu çalmaya başladığında kaşlarım havalandı, elim masadaki telefonuma gitti. Yanıp sönen ekrana bir bakış attığımda Güneş'in aradığını görmüştüm. Onu bekletmeden aramayı yanıtlarken Oktay da kendi telefonunu açmıştı. "Efendim, Güneş?" dedim, elimdeki bardağı masaya bırakırken. Tıpkı Kenan'ın dediği gibi hiçbir şey yememiş, sadece portakal suyumu içmiştim. "Maran Hanım, galiba bir sorunumuz var." dediğinde kaşlarım çatıldı. "Neler oluyor?" "Kenan Bey, oteldeki çalışmaları durdurdu." Güneş'in söyledikleri, kaşlarımın hafifçe çatılmasına neden olurken yerimde doğrulmuştum. Yüzümdeki ifadenin aynısı karşımda oturan Oktay'da oluşurken gözlüklerini çıkardı ve kısa bir an bana baktı. Ben, ne yapacağımı bilemeyerek gözlerimi birkaç kez kırpıştırdığımda Güneş'in sesini bir kez daha duymuştum. "Siz gelene kadar kimsenin hiçbir şey yapamayacağını söyleyip ustaları da gönderdi.. Ne yapmamı istersiniz?" "Bir şey yapma, geliyorum ben hemen." derken çantama uzanmıştım. "Kenan ofiste mi?" "Hayır, kendisi de çıktı." "Nereye gitti?" dedim, merakla. Bu sırada Oktay telefonunu kapatmış ve ayaklanmıştı bile. Ben de çantamı alıp ayağa kalktığımda Oktay, onu tanıdığım zamanki uysallığından sıyrılmıştı. "Bilmiyorum ama isterseniz öğrenebilirim." dediğinde onu onaylamış ve telefonu kapatıp bu sefer de Kenan'ın numarasını tuşlamıştım. Fakat açan olmamıştı. Oktay, birkaç telefon ederken ondan önce mekândan çıkmıştım bile. O, arkamdan gelirken ben de Kenan'ı arıyordum ama açmamayı tercih ediyordu. İşte şimdi başa dönmüştük. Sırf Oktay'la dışarı çıktığım için mi bu kadar tantana yapmıştı? Ben de saatlerdir neden ondan ses seda çıkmadığını merak ediyordum ama o, bunlarla uğraşıyormuş! "Delirtecek bu adam beni," derken arabama doğru ilerliyordum. "Ben aylardır bu otel için çalışıyorum, bir günde tüm çalışmaları durduracak hakkı kendinde nasıl görebiliyor bu adam?" Oktay'ın hiddet dolu sözleri kulaklarıma ulaşırken adımlarımı durdurup ona doğru dönmüştüm. Dakikalardır telefonda böyle konuşuyor, bağırıp çağırıyordu. Açıkçası biraz haklı olabilirdi de. Arabaya doğru yaklaştığımı gören Bora, arabanın kapısını benim için açtığında Oktay da telefondaki konuşmasına saniyeler içinde son verip yanıma ulaşmıştı. "Bu konuyu Turgay Bey'le görüşeceğim," dedi, telefonunun ekranına ters bir bakış atıp bana dönerken. "Büyük oğlunun daha aklı başında davrandığına eminim." Gediz abiden bahsediyordu. Bu söyledikleri içimdeki gülme isteğini arttırırken şu an böyle bir krizin ortasında bunu yapmamam gerekiyordu. Üstelik o bu kadar öfkeliyken hem de. "Kenan biraz fevridir ama eminim ki bildiği bir şey vardır," diyerek onu savunmaya geçtiğimde onu boşu boşuna savunduğumu biliyordum. Kenan'ın oteldeki çalışmaları durdururken düşündüğü tek şey bu adamla baş başa bir kahvaltıya gitmemdi, buna emindim. "İlk günden beri kendisiyle bir türlü anlaşamıyoruz," dediğinde ondan hoşlanmadığını biliyordu fakat bu hoşnutsuzluk karşılıklıydı, görebiliyordum. "Bana ait projede başka mimarların çalışabileceğini dile getiren bir adamın benimle ciddi problemleri olduğunu düşünüyorum." Evet, doğru düşünüyordu. Onunla ciddi problemleri vardı. "Bence bugünü off ilan edelim," dedim, onunla uzlaşmaya varmaya çalışarak. "Zaten ustalar da yok, yarın kaldığımız yerden devam ederiz.. Siz de sakinleşin, dinlenelim bugün." Bu sözlerim onu sakinleştirmese de bu teklifimi geri çevirmemiş ve burnundan soluyarak arabasına binip yanımdan uzaklaşmıştı. Bununla birlikte onun ardından ben de Bora'nın açtığı kapıdan arabaya bindiğimde o da arabanın etrafından dolaşarak yanımdaki koltuğa bindi. O esnada da Güneş'in telefonuma attığı mesajı kontrol ediyordum. Kenan'ın otele geçtiğini söylemişti. "Nereye gidiyoruz, Maran Hanım?" diyen Bora'ya baktım. "Otele gidiyoruz," dediğimde beni başıyla onaylayıp arabayı çalıştırdı. O esnada Kenan'ı birkaç kez daha aramış ve en sonunda telefonunu tamamen kapatmasıyla bundan vazgeçmek zorunda kalmıştım. Sanırım onu epey bir sinirlendirmiştim. Telefonumu kapatıp kısa yolculuğumun bir an önce bitmesini dileyerek bakışlarımı yola çevirdiğimde babamların bundan haberleri olup olmadığını düşünüyordum. Fakat eğer bu durumdan haberdar olsalardı babam beni çoktan arayıp, neler olup bittiğini sormuş olurdu. Demek ki onların hiçbir şeyden haberleri yoktu ama eğer Oktay, Turgay Amca'yı ararsa işler karışabilirdi. Oktay, böyle bir şeye kalkışmadan ona engel olmam gerekiyordu. Kucağıma bıraktığım telefonumu elime alıp Oktay'a kısa bir mesaj yazmaya koyulurken içten içe Kenan'a tonlarca küfür ediyordum. Hepsi onun yüzünden olmamış mıydı zaten? 'Eğer o gün ona güvendiğini söyleseydin tüm bunlar yaşanmayacaktı aslında.' Ha suçlu ben miyim yani? 'Yani..' İç sesimin bana olan düşmanlığı, göz devirmeme neden olurken Oktay'a kısa ama öz bir mesaj atıp telefonumu kapatmıştım. Yaklaşık yirmi dakika gibi bir süre sonra araba otelin önünde durduğunda Bora'yla beraber arabadan inmiştik. O, benim hızlı adımlarıma yetişmeye çalışırken ben çoktan otele girip asansörlere ulaşmıştım bile. Bu hızlı hareketlerimin amacı bir an önce onu bulup bu konuyu sakince konuşmaktı. Saniyeler süren asansör yolculuğum da ikimizin odasının bulunduğu katta son bulurken hızlı ve aceleciydim. Umuyordum ki odasındaydı. Odasının önünde durduğumda elimi kaldırıp kapısını birkaç kez tıklattım. Kulağımı da kapıya doğru yaklaştırıp içeriden bir ses gelip gelmediğini kontrol ettiğimde ne bir ses gelmiş, ne de o kapı açılmıştı. "Nerede bu herif?" dedim, öfkeyle. Ardından tekrar onu aramaya yeltenmiştim fakat telefonunu kapatmış olduğunu hatırlayarak bundan vazgeçtim. "İsterseniz etrafı kontrol edebilirim," Bora'nın bu teklifiyle beraber başımı iki yana salladığımda, "Sağ ol Bora, sen odana geçebilirsin. Onu ben bulacağım." "Emin misiniz?" diyerek direttiğinde onu onaylamış ve odasına gitmesine izin vermiştim. Ardından da adımlarıma yön verip tekrar asansörlere bindiğimde onun şu an aşağıda olduğunu tahmin ediyordum. Sonuçta Güneş, onun otele geçtiğini söylemişti ve odasında olmadığına göre ya havuzda ya da barda olmalıydı. Kenan, sadece öfkeli olduğunda yüzerdi. 'Ve şu an öfkeli.' O hâlde havuzda ya da denizde olmalıydı. Fakat nedense şu an onun barda içtiğini düşünüyordum. Aklımdaki ihtimalleri tartıp bir sonuca ulaşırken asansörle lobiye inmiştim. Asansörden inip direkt otelden çıktığımda aklımdaki şey, öncesinde barı kontrol etmekti. O, henüz öğlen bile olmamışken içecek bir adam değildi ama nedense adımlarım beni oraya yönlendirmişti. Hızlı adımlarımla önce plaja ulaştığımda gözlerimle etrafı tarıyordum. Birçok insan denizdeyken biraz ötedeki barı kontrol etmiştim. Orada, denizdekinin aksine tek tük insan varken onu bulmak benim için daha kolay olmuştu ama.. Gözlerim yanındaki yabancı kadına kayarken kaşlarım eş zamanlı olarak çatıldı. Islak sarı saçları omzundan dökülürken üzerinde sadece siyah bikinisinin olması, üstelik sevgilimin yanında olması beni çileden çıkarmaya yetti. 'Eski sevgilin.' Eski falan değil, alt tarafı ayrılalı bir hafta oldu! İkisinin kahkahası kulaklarıma ulaştığında gözlerimi yumup derin bir nefes aldım fakat yetmedi, bir kez daha aldım. Ardı ardına defalarca derin nefesler alıp verdiğimde orada dikilmek yerine yavaşlayan adımlarımı hızlandırdım. Birazdan o kadının upuzun bacaklarını kırıp ağzına sokacaktım. Hadi ama bu kadar gülecek ne konuşuyor olabilirlerdi? Sarı saçlı yellozun başı hafifçe geriye doğru düşerken gülerek elini Kenan'ın omzuna yaslamıştı. Pekâlâ, onu öldürecektim. "Kenan," dedim, yüksek çıkmasına engel olamadığım sesim onlara ulaşırken. İkisinin bakışları, henüz onlardan uzak sayılan bana döndüğünde aramızdaki birkaç adımlık mesafeyi hızla kapatmıştım. Onun yeşil hareleri bir süre üstümde oyalansa da dudaklarında asılı kalan gülüş, bir gülümsemeye dönüşmüştü fakat bu gülümsemeyi bahşettiği kişi ben değildim tabii ki. "Niye açmıyorsun telefonlarımı?" diyerek hiddetle konuştuğumda yanındaki sarışın hatun da beni süzmekle meşguldü. Onun sorgulayıcı bakışları Kenan'a dönerken, "Kız kardeşin mi?" demişti. Bu sorusu Kenan'ı bariz bir şekilde keyiflendirirken dudaklarında serseri bir sırıtış oluştu. Bense daha da öfkelenmiş, kaşlarımı çatarak bu kıza bakmaya başlamıştım. Demek ki ne onu ne de beni tanıyordu. Eğer öyle olsaydı böyle bir soruyu sormayı cesaret etmeyi bırak, onun yanına yaklaşamazdı bile. "Aynen canım," dedim, yapmacık bir tavırla. "Uza hadi." Kız, bu tavırlarıma gülüp, "Ay çok da sevimli bir şey ya," dediğinde Kenan dayanamamış olacak ki gülmeye başlamıştı fakat ben komik bir şey göremiyordum. Damarlarımda gezinen kıskançlık, dudaklarım arasından derin bir soluk bırakmama neden olurken dayanamayıp elimdeki çantamla telefonumu tezgâha bıraktım ve ikisinin arasındaki o boşluğa girip kızla yüz yüze gelmemizi sağladım. Gerçi hem boyu uzun olduğu için hem de yüksek taburede oturduğu için bana üstten bakıyordu fakat sorun değildi. "Bana bak, lahana bebek kılıklı," diyerek onun üstüne yürüdüğümde kaşları çatıldı. "Kalkıp gitmen için beş saniyen var. Aksi hâlde şu güzelim saçlarını yolmak zorunda kalacağım, duydun mu beni?" "Manyak mısın sen ya?" dediğinde kaşlarım havalandı. "Öyleyim bebeğim, hadi," dedim, tezgâha yasladığım elimi kaldırıp ona naş yaparken. "Yürü git, saçlarına bir zeval gelmesin." Adını bile bilmediğim paçoz kılıklı kız, tezgâhta duran içkisini alıp bir bana bir de Kenan'a bakarak yanımızdan hızla uzaklaşmıştı. Onun arkasından ters bakışlar atarak arkamda oturan Kenan'a doğru döndüğümde hâlâ gülüyor olduğunu gördüm. "Benim telefonlarıma bakmak yerine bu orospularla mı oynaşıyorsun?" dediğimde sesim biraz fazla yüksek çıkmış olacak ki birkaç göz bize döndü. "Telefonlarına bakmak zorunda değilim," diyerek beni yanıtladığında yeşil gözlerine bir süre baktım. Birazdan o gözlerini oyacaktım ama haberi yoktu. "Öyle mi?" dedim, onun gözlerine bakarak. Başını ağırca sallayarak beni onayladı. "Öyle." "O zaman," derken tezgâhta duran telefonunu elime alıp önündeki viski kadehinin içine atmıştım. Bu fevri hareketim onun kaşlarının çatılmasına neden olurken, "Sonuçlarına da katlanacaksın." O, çatık kaşlarıyla neler olup bittiğini anlamaya çalışırken kendimi deşarj olmuş gibi hissetmem gerekiyordu fakat o kadını bulup öldüresiye dövmedikten sonra deşarj falan olmayacaktım. "Manyak mısın kızım sen?" diyerek bana sesini yükselttiğinde artık herkes bizi izliyordu. Aramızdaki o gerilim elle tutulur cinstendi. "Öyleyim, dedim ya?" dedim, soğukkanlılıkla. Bu, tezgâha yaslamış olduğu elini kaldırıp yüzünü sertçe sıvazlamasına neden olurken bakışları sertti. "Derdin ne, Maran?" dediğinde alayla güldüm. "Ne istiyorsun?" "Asıl senin derdin ne?" derken ona doğru yarım adım atmış ve burun buruna gelmemizi sağlamıştım. Ilık nefesi dudaklarıma çarparken bu yakınlığımızı görmezden gelmeye çalıştım. "Ne demek, koskoca otelin inşaatını durdurmak? Hangi akılla ya? Kim sana bu hakkı veriyor?" Bu şiddetli hâl ve tavırlarımın nedeni onun zaten bildiği bir şeyken gözleri, az önce gördüğüm manzaradan dolayı yanan gözlerimdeydi. Şu an o kokusunu solumamak için nefes bile almamaya çalışıyor, öfkemin dinmesini istemiyordum. "Koskoca iki mimar," dedi, baskın bir tonda. "Koskoca otelin inşaatında bulunmayıp saatlerce ortadan kayboluyorsa o inşaatı durdururum da," derken başını hafifçe bana doğru yaklaştırmıştı. Bu, kalbimin bir anda ağzıma kadar tırmanmasına neden olurken, "O oteli istersem yakarım da.. Duydun mu beni?" Keskin ve bir o kadar ciddi olan sözleri, gözlerimi kırpıştırmama neden olurken dudaklarımı birbirine bastırdım. Bu söylediklerini yapar mıydı? Yapardı. Peki yapmış mıydı? Yapmıştı. Saniyeler süren fakat bana dakikalar gibi gelen bakışmamızı ben böldüğümde geriye doğru iki adım atıp ondan uzaklaşmıştım. Nerede olduğumu ve ona ne kadar kızgın olduğumu unutmamam için bu gerekli bir hareketti. Onun yeşil gözleri benim gözlerimde gezinmeye devam ederken elimi kaldırıp siyah tutamlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdım. Sanırım ben de bir içki almalıydım. "Oktay çok sinirlendi," dedim, daha dingin bir şekilde. "Turgay Amca'yla bu konuyu görüşeceğini söyledi ve ben onu, kimseye bundan bahsetmemesi konusunda zar zor ikna ettim." "Boşuna uğraşmışsın," dedi, rahat bir tavırla. "Çünkü onu göndereceğim." Bu sözlerine gülmeye başladığımda beni izliyordu. "Pardon ama nasıl olacak o? Adam aylardır çalışıyor, üstelik üzülerek söylüyorum ama söylediği gibi proje ona ait.. Bu kadar yol kat etmiş bir adamı işinden edersen şirket açısından kötü sonuçlar elde ederiz. Seni dava etmeyecek mi sanıyorsun?" dediğimde o kadar rahat görünüyordu ki söylediklerim ve söyleyeceğim her şey boşuna gibi geliyordu. "Ben geri kalanına senin devam etmeni istiyorum," İşte bu can alıcı sözleri dudaklarından döküldüğünde şaşkınlıkla ona bakıyordum. Doğru mu duymuştum? "Nasıl?" dedim, başımı hafifçe iki yana sallayarak. "Anlamadım?" "Duydun," Omuz silkti. "Sen de böyle çalışmak istemiyor muydun zaten? Al sana fırsat işte." "Kenan," Yaptığı teklif, normal bir zamanda olsak boynuna atlayacağım bir teklif olabilirdi fakat bu proje Oktay'a aitti ve onun çalışması tabii ki daha doğruydu. "Olmaz, unut onu." "Sebep?" dedi, meraklı gözleri üzerimde dolaşırken. "Proje adama ait yahu," dedim, elimi hafifçe sallayarak. "Adamı gönderip ben mi çalışacağım yani? Hayır, kabul etmiyorum böyle bir şeyi." "Elinin tersiyle itiyorsun yani?" dediğinde ona baktım. Yeşilleri bu kararımdan memnun olmamıştı. "Çok ayıp olur," Bu sefer de elimi olmaz dercesine salladığımda dudakları arasından bir nefes verdi. "Üstelik ben de böyle bir başarı istemiyorum.. O gördüğün otel, inşaat hâlinde bile olsa onun eseri ve ben, onu kendi başarım olarak kabullenemem. Sen de onun çalışmalarını göz ardı etmesen iyi olur." diyerek de ona laf soktuğumda gözlerini devirip barmene döndü ve viskisini yenilemesini istedi. Bu esnada da kadehindeki telefonuna ters bir bakış atmıştı. "Başka bir mimar getireceğim," dediğinde onun bu çocukluğu karşısında göz deviren bu sefer ben olmuştum. "En azından ikisi beraber çalışır. Seni de ofise, yanıma alırız." "Otelde kalmak istiyorum, son hâline kadar." diyerek onu net bir şekilde reddettiğimde sıkıntıyla ofladı. Ardından kadehin içerisindeki telefonunu çıkarıp tekrar tezgâha bıraktığında ben de arkamda kalan tabureye oturmuştum. "Benim buraya ne için geldiğimi unuttun herhalde?" "Unutmadım," dedi, elini çenesine yaslarken. "Ama o herif ne için geldiğini unutuyor." "Adam işiyle ilgileniyor işte, daha ne istiyorsun?" "Hayır Maran," dedi, çıkışarak. "Adam seninle ilgileniyor!" Gözlerim onun gözlerinde takılı kalırken dudaklarım da yavaşça yukarı kıvrılmış, onun ifadesini hızla toparlamasına neden olmuştum. Aramızda saniyelik sessizlik yaşanırken önüne dönüp artık çalışmayan telefonunu kontrol etti. "Yani?" dedim, dirseklerimi tezgâha yaslarken. "Bu seni neden bu kadar ilgilendiriyor?" dediğimde bana kirpikleri altından bir bakış atmakla yetinmiş, daha da keyiflenmeme yol açmıştı. "Telefonum açılmıyor," diyerek dakikalar sonra sessizliği bozduğunda daha az önce söylediğim kokteylden bir yudum aldım. "Sana yenisini alabilirim," dediğimde bana ters ters baktı. "Ne?" dedim, omuz silkerek. "Konuşma bence Maran," dedi, huysuzca. "Telefonunu versene." deyip elini bana doğru uzattığında kaşlarım sorgulayıcı bir şekilde havalandı. Bu da o ters bakışlarının sürmesine neden olurken, "Senin yaptığını yapmayacağım, merak etme. Babamla konuşacağım." Kaşlarım normal hâline dönerken tezgâhta duran telefonumu alıp ona uzattım. O, telefonumu alıp ayaklanacağı sırada elimle onu durdurup ben kalktım. "Sen kal, ben yukarı çıkıp üzerimi değiştireceğim zaten." derken çantamı da elime aldım. "Sonrasında bir şeyler yiyelim mi?" diyerek bir teklifte bulunduğumda gözleri hafifçe kısıldı ve beni süzdü. "Kahvaltıya gitmedin mi sen?" Omuzlarımı kaldırıp indirdim. "Acıktım, ne yapayım?" "Tamam," dedi, beni onaylayıp. "Git sen, buradayım." "Çok bekletmem," diyerek yanından ayrıldığımda gözlerimle etrafı kolaçan ediyordum. Az önce onun yanından gönderdiğim o paçoz karı ortada görünmüyordu ama onun gibi birçok kadın etraftaydı. Sırf bu yüzden sadece iki dakika içinde otele ulaşıp asansörle odama çıkmış ve koca dolabı açıp içerisinden giyebileceğim birkaç parça kıyafeti çıkarmıştım. Elimden geldiğince hızlı davranıyor, bir kez daha onun kurda kuşa yem olmaması için elimi çabuk tutuyordum. Üzerimi değiştirip çıkardığım siyah beyaz Dior baskılı bir bikiniyi giydikten sonra sabah çıkarken topladığım saçlarımı açtım ve az önce çıkarmış olduğum beyaz kimonoyu üzerime geçirip küçük, hasır bir çantaya güneş kremimle bana lazım olabilecek birkaç eşyamı da koymuştum. Üstelik komodinin üzerinde duran tabletimle güneş gözlüklerimi de aldığımda daha fazla oyalanmadan tekrar odadan çıktım. Hayatımda ilk kez bu kadar hızlı hazırlanmıştım. Aynı aceleci tavırlarla da asansöre binip tekrar lobiye indikten sonra otelden çıktım. Elimdeki güneş gözlüklerimi de takıp plaja indiğimde Kenan'ın hâlâ aynı yerde, tek başına oturup telefonla konuştuğunu görmüştüm. O, oldukça hararetli bir şekilde telefonda konuşurken yeşil gözlerinin beni bulması uzun sürmedi. Onun bu bakışlarına, elimle arka tarafta kalan restoranı göstererek yanıt verdiğimde başıyla beni onaylamıştı. Adımlarımı hareketlendirerek gösterdiğim restorana doğru ilerlemeye başladığımda ne olmuştu bilmiyordum ama yerinden kalkmış, hâlâ telefonda babasıyla konuşmasına rağmen peşime takılmıştı. Omzumun üzerinden ona bir bakış attığımda çatık kaşları altındaki bakışlarını etrafta gezdiriyor olduğunu gördüm. "Bu herifle çalışmak istemiyorum baba," dedi, hiddetle. Ardından bir sessizlik olduğu sırada, "Sorun ne mi?" Bu öfkesinin her geçen gün Oktay'la yakınlaşıyor olmamdan kaynaklandığına adım kadar emindim. "Adamın hiçbir halttan anladığı yok, koskoca otelin dekorasyonunu da ona yaptıracak değiliz herhalde? Her gördüğü kadına da asılıyor zaten, hiç hoşlanmam bilirsin!" dediğinde kulak kesilmiş, sadece onların telefon konuşmasını dinliyordum. Bu esnada da restorana ait olan fakat dışarıda, gölge bir yerde bulunan bir masaya oturmuştum. "Bir iç mimar istiyorum en azından," diyerek konuşmaya devam ederken oturmadan önce eliyle bir işaret yaparak bir garsonun benimle ilgilenmesini sağladı. Genç çalışan, adımlarını hızlandırıp elindeki menüyle masaya yaklaşırken onun konuşmasını pür dikkat dinlemeye çalışıyordum. "Hoş geldiniz Maran Hanım," dediğinde gülümseyerek elindeki menüyü aldım. "Hoş buldum," "Yarın sabah," diyen Kenan'a bir bakış attığımda hâlâ gözleri üzerimdeydi. Neden böyle bakıyordu, anlamıyordum. "Oteldeki çalışmaları durdurdum çünkü, o yüzdendir." Gözlerim, menüde dolaşırken bir yandan onu dinliyor bir yandan da sipariş veriyordum. Oktay'la kahvaltıya gitmiş olabilirdim fakat ben normalde de kahvaltı yapmaz, kahvaltıyı birkaç saat ileri alarak öğlen yemeği yerdim. Şu anda da hiç olmadığım kadar aç hissediyordum. "Mimar olan ben miyim ki, ustaların başında duracağım?" dediğinde ikimiz için de sipariş vermiş, arkama yaslanarak gözlüklerimi çıkarmıştım. "Ne anlarım ben inşaattan, baba?" Sözleri, dudaklarımdan istemsizce bir gülüşün dökülmesine neden olurken bakışları bana döndü. "Tamam," dedi, Turgay Amca'nın uzun bir konuşmasının ardından. O konuşurken ara ara sıkılmışçasına gözlerini bayıyor, bacağını titreterek sıkıldığını açıkça belli ediyordu. Bu tavırları da beni fazlasıyla eğlendirirken dakikalar sonra telefonu kapatıp bana uzatmıştı. "Küçük çocuk gibisin," dedim, elinden telefonumu alırken. "Amma tantana yaptın, otelin inşaatı birkaç haftaya bitecek zaten." dediğimde önünde duran su şişesine uzandı. "Birkaç haftada neler yapar o pezevenk," diyerek beni asabi tavırla yanıtladığında siparişlerimiz gelmişti. "Birbirinizden neden hoşlanmadığınızı hâlâ anlayamadım," dediğimde güldü. "Benden hoşlanmadığını mı söyledi?" "Açıkça belli ediyor, söylemesine gerek yok." derken genç çalışana teşekkür etmiştim. "Eski sevgilin olduğum için benden hoşlanmıyor," dedi, bundan memnuniyet duyarcasına. "Sana yanlıyor çünkü, sen de farkında değilsin." diyerek sokak diline geçtiğinde kaşlarımı çattım. "Düzgün konuş," dediğimde beni umursamamıştı. "Hem eski sevgilim falan değilsin.. Daha ayrılalı ne kadar oldu ki hemen eski oldun?" Sözlerimle birlikte gözleri üzerime sabitlenirken tabağımda iştah açıcı bir şekilde duran sıcacık patatesi ağzıma atmıştım. "Çabucak ye yemeğini, işlerimiz var." dediğinde ona baktım. "Ne işimiz var?" "Otele geçeceğiz, şu kalan boya işini halledelim en azından. Daha fazla görmek istemiyorum bu adamı." Gözlerimi irileştirerek ona baktım. "Beraber mi bitireceğiz boyayı?" Başını salladı. "Ay yok artık Kenan! Ne anlarsın sen boya badanadan?" dediğimde yüzünde alaylı bir ifade oluşmuş, çatal ve bıçağını eline almıştı. "Sen öyle san," "Yemekten sonra biraz yüzeceğim, kusura bakma." dedim, ağzımdaki lokmayı yutarken. "Onu, oteldeki çalışmaları durdurmadan önce düşünecektin." Bardan yükselen müzik sesi kulaklarıma ulaşırken, "Tamam Maran," dedi, bıkkınlıkla. "Uzatma artık, telefonumu da bozdun zaten. Daha ne istiyorsun?" Bıçağımı hafifçe salladım. "Telefonunu o yüzden bozmadım ki," dediğimde başını tabağından kaldırıp bana bakmıştı. "O yelloz karıyla oynaştığın için şu an bir telefonun yok, hatırlatırım." "Oynaşmıyordum," dedi, savunmaya geçerek. Başımı aynen dercesine salladığımda bana ters ters baktı. "Hem seni neden ilgilendiriyor ki?" "Benimsin çünkü," dedim, hiç düşünmeden. Yeşil bakışları yine gözlerime kilitlenirken bu kadar açık konuşmamı beklemiyor olmalıydı. "Ayrılmış olabiliriz ama bu, göz göre göre başka hatunlarla fingirdeşeceğin anlamına gelmiyor. Aksi takdirde seni de o kadınları da şu denizde boğarım, beni tanıyorsun." Bu sözlerim onun önce dudaklarının yukarı kıvrılmasına, ardından da erkeksi bir kıkırtının dudaklarından dökülmesine neden olurken bana herhangi bir şey söylemeyip yemeğiyle ilgilenmeye devam etti. "Buranın yemekleri de güzelmiş, havasından mıdır suyundan mıdır?" derken bir yandan yemeğimi yiyor, bir yandan da bardan yükselen pop şarkılar eşliğinde yerimde kıpırdanıyordum. Kenan da bu hareketlerimi, çaktırmamaya özen gösterse de bayıla bayıla izliyor; sırf bu yüzden yemeğini yemeyi bile ihmal ediyordu. "Burada bir mekan var, oranın yemeklerini de beğeniyorum ben." dediğinde elimi çeneme yaslayıp ona baktım. "Sen de beğenirsin bence, İzmir'e dönmeden götüreyim seni oraya." "Olur," dedim, dudaklarım yukarı kıvrılırken. "Seninle restoran restoran gezip yemek yemeyi özledim ben de. Bayağıdır yapmıyoruz." En son onunla bir restorana gidip yemek yiyeceğimiz esnada Çağan'ın olayı olmuş, o yüzden apar topar kalkmak durumunda kalmıştık. Ardından bunu telafi etmek için bana kendi elleriyle yemek yapmıştı fakat bu sefer de onu ben sabote etmiştim. "Yaparız," dediğinde güldüm. "Sevgiliyken bu kadar vakit ayırmıyordun bana," dediğimde bu patavatsız sözlerim onu da güldürdü ama alaylı bir tavır takınmıştı. "Asıl sen bana vakit ayırmıyordun," diyerek de lafını soktuğunda dudaklarımdaki gülümsemem yavaşça silinmişti. Evet, illa ki bana laf sokacaktı. "Kenan," "Maran," dedi, söyleyeceğim kelimeleri ağzıma tıkarak. "Yemeğini ye, sonra da git biraz yüz. Çok işimiz var daha." Sıkıntıyla nefesimi verdiğimde daha az önce yaktığı sigarasını dudakları arasına sıkıştırdı. "Ya ben çalışmak falan istemiyorum bugün.. Kaç gündür çalışıyoruz, hem cumartesi bugün yahu! Gel beraber yüzelim işte." derken gözleri yine oturduğum andan beri olduğu gibi üzerimdeki kimonoya kaymıştı. "Yeni mi aldın sen bunu?" dediğinde başımı eğip kendime baktım. "Evet," dedim, saçlarımı savurarak. "Güzel mi?" "Sana yakışmış," diyerek beni cevapladığında sırıtmakla yetinmiştim. "Ne diyorsun?" Başını salladı ne var dercesine. "Neye, ne diyorum?" Göz devirdim. "Gitmiyoruz işe falan, değil mi?" O, bu sorumla birlikte dudakları arasından bir nefes verip sadece bir süre bana baktığında onun bunu kabul etmesi için şekilden şekile girmem gerekmişti. Gözlerimi kırpıştırıp başımı omzuma doğru eğerek ona sevimli bakışlar atıyor, resmen ona yalvarıyordum. "Tamam," dedi, en sonunda. Bununla birlikte ellerimi çırptığımda, "Yarınki tatilini kullanmak zorunda kalacağım ama." demiş ve omuzlarımı düşürmeme neden olmuştu. "Olsun," dedim, omuz silkerek. "Denizin tadına bakacağım en azından." "E git bak bakayım," diyerek bana karşılık verdiğinde, "Sen de gel." demiştim. "Hayır Maran," dedi, masada duran tabletine yönelirken. "Git gir denize işte, çalışacağım." derken gözündeki gözlüğünü düzeltti. Üzerini değiştirip deniz şortunu ve ona yakışan keten gömleklerinden birini giymiş olsa da kemik gözlükleri olduğu yerdeydi. "Sen gerçekten işkoliksin," dedim, gözlerimi hafifçe kısarak. "Abin de böyle mi?" "Değil," dedi, gülerek. "Şu an burada olsa senin teklifini geri çevirmezdi." "Yanlış kişiyle gelmişim resmen," dediğimde gülmeye devam etti fakat ben, ona ters ters bakıyordum. "Bora'yı arayayım, o bana eşlik etsin bari." Masada duran telefonumu elime aldığımda bakışları muhteşem bir yavaşlıkla bana döndü. "Pardon?" dedi, gözleri üzerimde gezinirken. "Bora, sana hangi konuda eşlik edecek?" "Yüzeriz işte," Omuz silktim. "Güneş kremi de sürer bana.. Biliyorsun, ben-" "Abartma istersen," diyerek lafımı kestiğinde amacıma ulaşmış sayılırdım. Gözleri elimdeki telefona kaydığında tekrar masaya bırakmam gerektiğini anlamıştım. "Yani," dedi, sırıttığımı fark ederek. "Yorma şimdi adamı, git yüz işte tek başına Maran.. Çocuk musun sen?" "Boyum geçiyor ama Kenan," dedim, başımı hafifçe omzuma doğru eğip. "Tek başıma yüzemiyorum, bilmiyor musun beni?" Daha önce de herkesten gizli baş başa bir tatile gittiğimizde orada da yine aynı sorunu yaşamış fakat bunu söylediğimde benimle denize girmek zorunda kalmıştı. En sonunda beraber denize girdiğimizde benim yoldan çıkmalarım sonucu daha fazla yüzememiştik. Sanırım o da aynı şeyi hatırlamış olacak ki şu an benimle birlikte o denize girmek istemiyordu, çünkü onu nasıl baştan çıkaracağımı biliyordu. "Söyleyeyim, tekneyi hazırlasınlar." derken gözlerini üzerimden çekip önündeki tabletine doğru dönmüştü. "Tekneyle açılırız, burada yüzmene izin vermem." dediğinde kaşlarımı kaldırarak ona baktım. O da bu bakışlarımı fark ederek hızla toparladı. "İzin veremem, bir sürü abaza var görmüyor musun?" "Anladık seviyorsun," dedim, arkama yaslanıp kolumu da oturduğum sandalyeye yaslayarak. Bir dizimi de kırıp kendime doğru çektiğimde gözlerim usulca etrafta geziniyordu. "Şekilden şekile girdin, beni kıskandığını belli etmemek için." "Maran," dedi, uyarıcı bir tınıda. Bakışlarım etrafta gezinirken güldüm. Resmen kıskandığını düşünmemem için elinden geleni yapıyordu fakat ilk kez bir konuda bu kadar başarısızdı. İkimiz de aramızda neler olup bittiğini biliyor, hatta açıkça da dile getiriyorduk ama o, ne yaptığını bilmiyordu. "Kalk hadi," dedi, tabletini kapatırken. "Limana gidiyoruz." "Süper," diyerek yerimden kalktığımda o da biten sigarasını söndürüp ayaklanmıştı. Eşyalarımı alıp onun önünde ilerlemeye başladığımda bundan memnundu. Böyle yerlerde onun önünde yürümem, ona göre daha sağlıklı ve daha tehlikesizmiş, yani o öyle söylüyordu. Dakikalarca tam bir adım gerimde yürümüş, ara ara ona doğru dönsem de elini belime koyarak önüme dönmem gerektiğinin sinyalini vermişti. Hatta bir ara da sırf bana dokunması için yürümeyi bile bırakmıştım. "İki adımlık mesafeyi sayende yarım saatte yürüdük," dediğinde kıkırdadım. Yol boyunca böyle atışıp durmuştuk zaten. O, benden önce tekneye binip bana elini uzattığında gözlerim teknenin içinde kısaca gezindi. Bir çalışan bile yok gibi görünüyordu. Tıpkı ilk geldiğimdeki gibi. Onunla ilk ve son kez tekneyle açıldığımızda yaşananlar aklıma geldiğinde kalbim hızla çarpmaya, midemde de tatlı bir sızı oluşmaya başlamıştı. Pekâlâ, alt tarafı açılacaktık. Sadece bir saat sürecek bir şeydi ve bu kadar anlam yüklememeliydim. En azından kendi iyiliğim için. Bana uzattığı elini tutup beni yukarı çekmesine izin verdiğimde bu düşündüklerime inatmış gibi bedenlerimiz yakın bir temasa geçmişti. Vücudum onun vücuduna yaslanırken yüzlerimiz arasındaki o mesafe de bir anda sıfırlanmıştı. Gözlerim, onun yeşillerine tutunurken avucum içerisindeki elini ve şu an bedenime değen bedenini görmezden gelmem gerekiyordu. Onun bakışları çok kısa bir an dudaklarıma düşerken kalbim tam da şu an ayaklarımın dibine kendini bırakacakmış gibiydi. Hadi ama, sadece yüzmek istemiştim! "Sağ ol," dedim, gözlerimi kırpıştırıp hızla ondan uzaklaşırken. Eli, avucumdan kayıp giderken bedenim de onun bedeninden uzaklaşmış ve boşluğa düşmeme neden olmuştu. Sadece saniyeler süren bu yakınlığın vücudumda bir bağımlılık yaratması da onun nasıl bir adam olduğunu gösteriyordu. Ben, her adımımda ondan uzaklaşıp güverteye ilerlerken esen rüzgâr bile vücudumdaki o ateşi dindiremiyordu. O ateş sinsice vücudumda geziniyor, en ufak bir durumda da kendini gösteriyordu. Eşyalarımı bırakıp dudaklarım arasından bir soluk bıraktığımda onun vücudumdaki etkisinden kurtulmaya çalışıyordum fakat şu an öyle bir durumun içerisindeydik ki baktığım her noktada onunla olan bir anı zihnimde canlanıp beni, çıktığım o buhrana geri sokuyordu. Tam bu noktada ona yaptığım o şımarıklıkları hatırladıkça bunun çok uzun zaman önce yaşanmadığını fakat o ana eskisi kadar da yakın olmadığımızı biliyordum. Bu teknenin her bir köşesinde defalarca seviştiğimizi benim gibi o da hatırlıyordu. En başında, onunla buraya baş başa gelmemem gerekiyordu. O, dakikalar sonra dümenin başına geçtiğinde kıyıdan usulca uzaklaşmaya başlamıştık ve bu, benim için tehlike çanlarının çalması demekti. Onunla, denizin tam ortasında baş başa kalmak şu an kulağa pek iyi gelmiyordu. Özellikle de kalbime iyi gelmiyordu. Vücuduma basan sıcaklıkla beraber üzerimdeki kimonoyu çıkarıp attığımda başımda duran güneş gözlüğümü indirip taktım. Şimdi, burada bir sebepten tartışsak ne onun gidebileceği bir yer, ne de benim öfkelenip ağlayacağım bir yer vardı. 'Bu iyi bir şey değil mi? Barışırsınız işte!' Ölse de barışmaz o, en fazla kavga ederiz. 'Sevişirsiniz siz de.' İç sesimin edepsiz fikirleri, kendi kendime göz devirmeme neden olurken duyduğum ve ona ait olan ses, beni daldığım yerden çekip almıştı. "Az önce yüzeceğim diye kıyameti koparan kız sen değil miydin?" diyen sesi, başımı ona doğru çevirmeme neden olurken elimdeki güneş kremini de bırakmıştım. "Bir duruldun," "Yo," dedim, dakikalar önceki ruh hâlime hızla bürünerek. O, gömleğinin düğmelerini açarken gözlerimi gövdesine indirmemek için zor duruyordum. Ah, bilerek mi yapıyordu? "Durulmadım, sana öyle gelmiştir." Yeşil gözleri üzerimde gezinirken başını hafifçe oynatarak aşağıya inen merdivenleri gösterdi. "Gel hadi," "Nereye?" dediğimde güldü. Güneşten kısılan gözleriyle sadece bir süre beni incelerken, "Denize girmek istiyorum, demiyor muydun Maran?" demişti. "Aa," dedim, onun bana attığı garip bakışlar eşliğinde. "Evet, deniz.. Denize gireceğim." O, bana deliymişim gibi bakarken havlumla güneş kremimi alıp hızla onun yanından geçmiş ve merdivenleri inmeye başlamıştım. Onun bakışlarının ağırlığını sırtımda hissederken çoktan merdivenleri bitirip aşağı inmiştim. Dalgalanan deniz teknenin yüzeyine çarparken güzel bir ritim oluşturuyordu ve ben, buna bayılıyordum. Elimdekileri bırakıp ayağımla suyu kontrol ettiğimde, "Soğuk sanki?" "Hava sıcak demiyor muydun zaten?" diyerek bir kez daha beni, benim laflarımla vurduğunda dilimi hafifçe ısırdım. İşte bazen böyle çok konuşabiliyordum. Ben, oturup ayaklarımı suya soktuğumda dalgalanan deniz de dizlerime kadar ulaşıyordu. "Senin sevdiğin gibi işte," dedi, eliyle suyu kontrol ederken. "Yanmam değil mi?" dedim, çocuk gibi. "Yanmazsın Maran," diyerek bıkkınlıkla konuştuğunda ofladım. "Ben sana güneş kremini de süreceğim, merak etme." "Gerçekten mi?" "Gerçekten." Başımı salladım, elimle yerden destek alırken. "Sen de gel, ben de sana güneş kremi sürerim merak etme." dediğimde bir kez daha gülmüştü. O, ben kendimi suya bırakmadan önce düğmelerini açmış olduğu gömleğini omuzlarından sıyırırken çaktırmadan onu dikizliyordum. Alt tarafı onu bir haftadır görmüyordum ama sanki spora daha fazla gitmeye başlamıştı. Benimle beraberken aksattığı spora sağlam bir geri dönüş yaptığı belliydi. 'Ağzını kapat ve kendini toparla!' İç sesimin söylediklerine uyarak dudaklarımı birbirine bastırdım ve bakışlarımı ondan hızla uzaklaştırdım. Keşke yanımıza Güneş'le Aslı'yı da alsaydık da şu an onunla baş başa kalmasaydım. Geçen sefer onu yoldan çıkaran bendim fakat şu an beni yoldan çıkarmayı başaran oydu. "Sen gir önce," dedim, suyla oynarken. Su, o kadar soğuk geliyordu ki şu an girmeye hazır değildim. O, beni geri çevirmeyerek benden önce Ege'nin soğuk sularına kendini bıraktığında bir film izler gibi gözümü kırpmadan onu izliyordum. Koyu kahve olan saçları, ıslandığı için siyaha dönüşmüş, o güzel ve gür kirpiklerine birkaç su damlacığı takılmıştı. İri yarı, kaslı vücudu da tuzlu sudan nasibini alırken elini kaldırıp alnına yapışan saçlarını geriye doğru itti. 'Kütür kütür gibi erik..' "Cidden," dedim, hülyalı bakışlarım her santiminde dolaşırken. Onun bakışları usulca bana dönerken tavırlarıma çeki düzen vermem gerekmişti. "Ne dedin?" Pekâlâ, düşüncelerimi sesli mi dile getirmiştim? Yaptığım bu aptallık, içimden lügatte olmayan tüm küfürleri sıralamama neden olurken, "Su nasıl diyorum?" "Güzel," diyerek beni yanıtladığında iç geçirip başımı hafifçe iki yana salladım. "Senin gözlerin kadar olduğunu sanmıyorum," "Anlamadım?" dediğinde silkelenip kendime gelmeye çalışmıştım. "Ben de gireceğim," dedim, gözlüğümü çıkarıp yanıma koymadan önce. "Yardım etsene." diyerek kolllarımı ona doğru uzattığımda ellerini belime dolayıp kalbimin hızla çarpmasına neden oldu. O, beni de kendi yanına doğru çekerken soğuk su da tüm bedenimi istila etmişti. Bu soğuklukla beraber dudaklarımdan anlamsız bir kıkırtı dökülürken kollarımı sıkıca boynuna doladım. "Çok soğuk," Gözleri gözlerimde dolaşırken başını ağırca sallayarak beni onaylamıştı. "Girdikçe alışıyorsun." Ama ben hâlimden gayet memnundum. Boynuna doladığım kollarımı hafifçe gevşetirken ikimizin kalp atışları da birbirimizin bedenine çarpıp tuhaf bir ritim oluşturuyordu kendince. Onun o yeşil bakışları benim okyanusumda gezinirken gözlerinden bir anlam çıkarmaya çalışıyor fakat başarılı olamıyordum. "Sen alıştın mı?" dedim, uzun bir sessizliğin ardından. Ne o gözlerini gözlerimden çekiyordu, ne de ben bundan vazgeçebiliyordum. "Alışamadım," dediğinde bahsettiğimiz şey, denizin sıcaklığı falan değildi. Aramızdaki bu konuşmanın nereye gittiği ve nereye varacağı belliydi aslında. "Sen?" Başımı iki yana salladım. "Alışmak istemiyorum, iyiyim böyle." Bu sözlerim, onun gözlerini bayarak gülmesine neden olurken bundan cesaret alarak boynuna dolamış olduğum ellerimi hareketlendirdim ve hafifçe onun tenini okşamaya başladım. "En başından beri bunu yapmaya çalışıyordun zaten." "Madem farkındaydın, neden izin verdin?" Su, belime kadar yükselip saçlarımın uçlarını ıslatırken her dalgaya yakalanmamızda tüm bedenimin ıslanmasını sağlıyor, bu vesileyle suyun soğukluğunu bahane ederek ona daha çok sokuluyordum. O da bunu fark ediyor fakat sadece gülmekle yetiniyordu. Yüzlerimiz arasındaki mesafe yine sıfırlanırken burunlarımız birbirine hafifçe sürttü, onun gözleri usulca kapandı. "Senden uzak durmak istedikçe nasıl oluyor da yine burun buruna geliyoruz?" dedi, hayıflanırcasına. "Yapamıyoruz, görmüyor musun?" derken bacaklarımı da onun beline dolamış, tamamen bir bütün hâline gelmemizi sağlamıştım. "Bırak şimdi, öpeyim seni." diyerek dün geceyi bir kez daha ona hatırlattım. "Olmaz," dedi, gözlerini açarken. Bu cevabıyla beraber yüzümü ondan uzaklaştırdığımda bundan memnun olmadığını güzel gözlerinde görüyordum. "Yeni gelin gibi naz yapıyorsun Kenan," dedim, birden çıkışarak. "Delirteceksin beni!" "Benden bir özür dilediğini hatırlamıyorum," dedi, bu sözlerime karşılık. "Ya da gönlümü aldığını?" "Sen de benden özür dilemedin," dedim, gözlerim dudaklarına düşerken. "Senden neden özür dilemem gerekiyor?" dediğinde düz bakışlarla ona baktım. "O kadının seni arayıp görüşmek istediğini, üstelik burada olup annenin defilesinde yer alacağını bana söylemediğin için," dedim, bir çırpıda. "Benim aptal gibi oraya gitmeme izin verdiğin için Kenan," Başımı salladım. "Özür dilemen gerekiyor." "Başa dönmek istemiyorum," diyerek benden uzaklaştığında suratım asıldı. "Konuyu kapatalım, çok bile konuştuk bence." "Sana güvendiğimi söylemediğim için üzgünüm," dedim, güneşten dolayı gözlerimi kısarak. Bunu fark ettiğinde de güneşin bana gelmemesi için vücudunu hafifçe bana doğru çevirmişti. "Bu konuda gönlünü alabileceğimi de düşünmüyorum açıkçası. Zamana ihtiyacımız olabilir ama bu şekilde olmasın bu Kenan.. Seni özlüyorum." Aramızda açtığı mesafeyi ona doğru ilerleyerek kapattığımda ellerimi bu sefer omuzlarına yasladım. Bir kez daha ellerini bedenime dolamaktan çekinmezken bakışları yumuşacıktı. "Sınırlarımı çok iyi kullanıyorsun," dedi, bu hareketime karşılık. "Daha kullanmadım," Başımı hafifçe iki yana salladım, yüzümü yüzüne doğru yaklaştırırken. Bu, teninden yayılan o kokusunun ciğerlerime dolmasına neden olurken hafifçe omzunu okşamaya başlamıştım. "Beni buraya getirip baş başa kalmamızı sağlayan sensin," dedim, kısık bir sesle. "Üstelik buraya gelirken seni köşeye sıkıştıracağımı da biliyordun." Gözleri, dudaklarıma kayarken başıyla beni onaylamıştı. "Biliyordum." "Ve ona rağmen şu an burada," Dudaklarım, günler sonra onun dudaklarına kavuştuğunda bir süre sadece öyle kalmıştık. İkimiz de nefes almıyor, çıt çıkarmıyorduk. Sadece dalgaların sesi kulaklarımıza ulaşırken tuzlu su da tenimizi ıslatıyordu. "Baş başayız." Kalbim özlemle çarparken onun hızla atan kalbi de benim göğsüme çarpıyordu. Tam o an tekrar onun dudaklarını kavramak için bir hamle yaptığımda buna müsaade etmeyerek bir kez daha benden uzaklaştı. İşte bu da az önce çırpınan kalbimin yavaşlamasına neden olmuştu. "Ben yukarıda olacağım," dediğinde ne ara dolduğunu bilmediğim gözlerimi ondan uzaklaştırdım. "Sıkıldığın zaman söylersin, döneriz." derken yanımdan geçip denizden çıkmıştı. Resmen benden kaçıyordu. "Yok ol, Kenan." dedim, mırıltıyla. O, beni duymuş muydu bilmiyordum ama uzaklaşan adım seslerine bakılırsa duymamıştı. "Salaklık bende zaten," derken ben de denizden çıkıp yine aynı yere oturdum. Ayaklarım suyun içerisinde kalırken saçlarımdaki fazla suyu sıkıp dolan gözlerimden bir yaş akmaması için boş bir çabaya girişmiştim. Nasıl oluyor da iradesine bu denli sahip çıkabiliyordu? Bu, gerçekten şaşırtıcıydı. Onu öpmemi benden daha çok arzuluyor fakat her seferinde kendini geri çekerek yanımdan kaçarcasına uzaklaşıyordu. O, gerçekten çok pişman olacaktı. Ona gününü gösterecektim. 🤡🤡🤡 "Günaydın Kenan Bey," diyen Aslı'yla beraber başımı, dakikalardır okuduğum haberlerden kaldırmam gerekmişti. Kenan, ileride duran arabasından inmiş buraya doğru ilerlerken Aslı da onu görür görmez hızla yanına koşturmuştu. Bugün nedense geç gelmişti ve bunun sebebini merak falan etmiyordum! Dün, yaşadığımız o saçma andan sonra tabii ki eski hevesimle yüzmeye devam etmeyip hazırlanmıştım ve tekrar yukarı çıkarak ona, dönmek istediğimi söylemiştim. O da bu isteğimi geri çevirmediğinde kıyıya varır varmaz onun yanından hızla ayrılmıştım. Aynı yere gidiyor olsak bile ondan ayrı yürümüş, tek kelime bile etmemiştik. Sanırım yine en başa dönmüştük fakat umurumda değildi. Benden vazgeçmiş gibi görünüyordu ve onu, daha fazla zorlayamazdım. Gözlerim, telefonumun ekranında gezinirken dünden beri ikimiz hakkında atılan tweet'leri okuyordum. Adam erik gibi. Bu kız kadar şanslısını görmedim yahu, kaptı herifi! Aşırı yakışıyorlar bence.. Hatun fena. İkisinin de uç seviyede karizmatik olması aklımı başımdan alıyor. Bunlar barıştı mı şimdi -,- Kenan'ın daha iyilerine layık olduğunu düşünüyorum. "Daha iyisi kim?" dedim, burnumu kırıştırarak. "Sen misin? Paçoza bak ya," diyerek kendi kendime söylenirken bir yandan da gelirken aldığım soğuk kahveyi içiyordum. Dakikalardır bunları okuyup tanımadığım insanların bir kısmına kin güdüyor, bir kısmına da sevgi besliyordum. Tabii tüm bunların yazılmasının bir sebebi vardı ve o da dün, denizde çekilen fotoğraflarımızdan kaynaklanıyordu. Uzaktan gören bir göz, onunla aramızda tatlı bir sohbetin geçtiğini düşünebilirdi. Özellikle suyun soğukluğunu bahane ederek ona sokulduğum o anlar, onun gülerek gözlerimin içine bakması güzel görüntüler oluşturmuştu fakat benim için görüldüğü kadar romantik anlar olmamıştı. Otele gidip sabaha kadar ağladığımı kimse bilmiyordu tabii. "Günaydın, Aslı." diyen Kenan'a bakmamak için telefonuma iyice gömülmüştüm. Ses tonuna bakılırsa bugün neşesi yerinde gibi görünüyordu. "Hadi bana güzel bir haber ver." Onun küçük bir çocuk gibi sabırsız hâlleri Aslı'yı güldürürken başımı hafifçe iki yana salladım. O, elindeki tabletten notlarına göz gezdirirken yeni bir mimarın geldiğini biliyordum ama onu, buraya geldiğimde görememiştim. Üstelik Oktay da yukarıda, ustalarla ilgileniyordu. Kenan'la dünkü konuşmamıza göre onu göndermeyecekti ama yeni bir mimar getirerek baş başa kalmamızı engelleyecekti kendince. "Beklediğiniz gibi yeni iç mimar geldi," diyerek onu istediği gibi mutlu ettiğinde ekledi. "Hatta kendisi birazdan burada olur." "Süper," Görüş açıma giren lüks bir arabayla birlikte gözlerim orada takılı kalırken, "Bizim şirketin mimarlarından değil mi?" "Hayır, Turgay Bey size bir bilgi vermedi mi?" Kaşlarını çattı. "Hayır," Onun bu sözlerinin ardından iyice meraklandığımda onun da en az benim kadar meraklı olduğunu görebiliyordum. Tıpkı benim gibi gözlerini etrafta gezdiriyor, Aslı'nın söylediği kişiyi arıyordu. "Kim bu gizemli mimarımız?" Gözlerim park edilen gri arabanın üzerinde dolaşırken arabanın kapısı içindeki kişi tarafından açılmış ve içerisinden hiç ummadığım biri inmişti. "Benim!" Duyduğum ses, beynimde bir şimşek çakmasına neden olurken karşılaştığım manzarayla birlikte kaşlarımı çatıp elimi kaldırdım ve gözümdeki güneş gözlüğünü çıkardım. Hadi ama, bunun burada ne işi vardı? Damarlarımda gezinmeye başlayan kıskançlık, dilimi hafifçe ısırmama sebebiyet verirken Kenan da şaşkındı fakat benim aksime kaşları çatık değildi. Ben, telefonumu kapatıp hızla oturduğum yerden kalktığımda onlara doğru adımlamaya başlamıştım.. Bu esnada Güneş de peşime takılmıştı. "Esvet?" dedi, hayretle. Bu esnada da Esvet, elindeki anahtarla kapıları kilitleyip topuklu ayakkabıları üzerinde adımlayarak aramızdaki mesafeyi kapattığında gözleri benim mavi gözlerime kısaca uğradı. "Selam," dedi, onda ilk kez gördüğüm bir neşeyle. Onu genellikle öfkeli gördüğümden dolayı bu tavrı şaşırtmıştı fakat şaşıracağım daha çok şey var gibi görünüyordu. "Geleceğini bilmiyordum," diyen Kenan'a çatık kaşlarım altından bir bakış gönderdiğimde kısa bir an bana baktı. "Haberim yoktu, babam bana herhangi bir bilgi vermedi çünkü." "Bana da sürpriz oldu, baban arayıp acil olduğunu söylediğinde kendimi burada buldum." dediğinde kaşlarım havalandı. "Biliyorsun, bu aralar yoğunum." Söylediği şeyle birlikte hızla başımı Kenan'a doğru çevirdiğimde o da bana doğru dönmüştü fakat gözlerini göremediğimden şu an aramızda bir iletişim gerçekleştiremiyorduk. "Öyle mi?" dedim, ondan önce davranarak. Ses tonumdaki o bariz öfke, Esvet'in bakışlarının ikimiz arasında gidip gelmesine neden olurken bedenimi hafifçe Kenan'a doğru çevirdim. "Konuşabilir miyiz, Kenan Bey?" "Geliyorum," diyerek başıyla beni onayladığında adımlarıma yön vererek onların yanından hızla ayrılmıştım. İstikametim arkamda kalan otel değil de tam karşımda olan şirketken Güneş de peşimden gelmeyi bırakmıştı. Hissettiğim öfke ve kıskançlık, tüm sinir sistemimi altüst ederken kafamdaki türlü türlü senaryolara da gerçeklik payı vermemeye çalışıyordum. Bu işkence gibi gelen saniyelerin ardından asansörlerin önünde durduğumda tuşa basıp beklemeye başlamıştım. Tam o an şirkete giriş yapan Kenan'la aramızdaki mesafeye rağmen göz göze geldiğimizde ona hoş bakışlar attığım söylenemezdi. Onunla aramızda birkaç adım kalırken açılan asansör kapısından kendimi içeri atmıştım. O da benim arkamdan bindiğinde odasının bulunduğu kata doğru çıkmaya başladık. "Maran," dedi, yumuşak bir tonda. "Haberim yoktu sana yemin ederim." Onun bu sözleri, bozulmuş olan sinirlerimi daha da bozarken elimi uzatıp bir tuşa bastım ve asansörün durmasını sağladım. "O kadını burada istemiyorum, duydun mu beni?" dediğimde hızla ona doğru dönmüş ve o yeşil gözlerinden bir onay beklemiştim. Hoş, eğer onay görmeseydim de istediğimi alacaktım. "Çok az zamanımız kaldı, küçük detaylara takılmayalım bence-" "Kenan!" diyerek bağırdığımda bunu bekliyor olacak ki hiçbir tepki vermedi. "Küçük detaylara takılan sensin! O adamı kendi keyfine göre göndermek istedin ama benim istediklerim küçük detaylara mı giriyor?" "İşini yapamıyor çünkü," dediğinde güldüm alayla. "Oktay işinde gayet iyi!" Sözlerim, onun kaşlarının çatılmasına neden olurken bana doğru birkaç adım attı ve bu, koca asansörde aramızda açtığım o mesafenin kapanmasına neden oldu. "Oktay mı?" dedi, hiddetle. "Ne ara bu kadar samimi oldunuz?" dediğinde çenemi hafifçe kaldırdım. "Sadece Oktay'la çalışmak istiyorum." Sözlerimin ardından başını hafifçe bana doğru yaklaştırdığında gözlerinde gördüğüm kararlılık, bu işi zorlaştıracağa benziyordu. "Siktirtme Oktay'ı." dedi, gözlerindeki öfkenin aksine sakinlikle. "Esvet de gayet başarılı bir iş kadını. Üstelik iş adabı da var!" diyerek yine Oktay'ı gömdüğünde takıldığım tek şey o kadını övmesiydi. "Sikerim Esvet'i de," dedim, yüzümü yüzüne doğru yaklaştırarak. Yüzlerimiz arasındaki mesafe gittikçe azalırken yine onunla bu kadar yakınlaştığım için de kalbim iyi durumda değildi. "Onun yapacağı işi de! İstemiyorum o kadını, anlamıyor musun sen beni?" dediğimde yeşil gözleri kısa bir an dudaklarıma düşmüştü. Bu yaptığı tehlike diye bağırırken başımı hafifçe geriye doğru çekerek daha uygun bir mesafeye geçmemizi sağladım. "Çalışıyoruz Maran," dedi, baskın bir tonda. "O herifin haftalarca uğraşacağı şeyi daha kısa sürede bitireceğiz işte! Derdin ne senin?" "Hoşlanmıyorum ondan!" diyerek çıkıştığımda dudakları arasından bir nefes vermişti. "Başka bir zaman diliminde olsak bu isteğimi koşulsuz yerine getirirdin buna eminim. Sırf beni kıskandırmak için yapıyorsun bunu." dediğimde kaşlarını kaldırıp bana baktı. "İnan bana, yine böyle tartışıyor olurduk." dediğinde ellerimi belime koyup ona dik dik baktım. Söyledikleri sinirlerimi bozarken dişlerimi gıcırdatmıştım. Birazdan burayı başına yıkacaktım ama o farkında değildi. "Göndermiyor musun şimdi o kadını?" dediğimde başıyla beni onaylamıştı. "Pekâlâ, bunu babamla konuşacağım." "Eminim o da sana aynı şeyi söyleyecektir," derken elini uzatıp tuşa bastı ve tekrar asansör hareketlendi. "Boşuna yoruyorsun kendini." "O kadınla çalışmayacağım!" "Çalışacaksın." "Çalışmayacağım yahu!" 🤡🤡🤡 İKİ SAAT SONRA Evet, o kadınla birlikte çalışıyordum. Elimdeki parkeleri hırsla yere çakarken ara ara gözlerin üzerime çevrilmesini sağlıyor, ardından herkes işine dönüyordu. Boya işlemi en üst kattan başladığı için şu an üst katlar hallolmuş sayılırdı ve ben de parkeleri takma işlemini üstlenerek onlarla ilgileniyordum. Benimle birlikte diğer katlarla ilgilenen birçok usta da vardı ama alt katta kalan bölümlerin boya işlemi hâlâ eksik olduğu için ustaların bir kısmı da orayla ilgileniyordu. Oktay'la Esvet de otel için belirlenen belli başlı mobilyalara bakmaya gitmişti. Şu an bir mimar olarak koskoca otelin inşaatında tek başımaydım ve bu, Kenan'ın oldukça hoşuna gidiyordu. "Ruh hastası," dedim, kendi kendime. "Hayvan herif." "Maran Hanım?" diyen sesi duyduğum an gözlerimi yumup derin bir nefes aldım. Bugün bunu duymaktan çok yorulmuştum! "Ne var?" dedim, Güneş'e doğru dönerek. O, bugün bu tavrıma alışmış olacak ki ifadesi değişmedi ve elindeki karton poşeti ileride duran masanın üzerine bıraktı. Karton poşetin üzerinde, benim çokça sipariş edip severek yediğim o salatacının amblemi vardı. "Kenan Bey, yemeğe çıkmazsınız diye düşünmüş." dediğinde çatık kaşlarım usulca normal hâlini aldı. "Size getirmemi istedi." Duyduklarım, aptal kalbimin yine onun etkisi altına girmesine neden olurken elimdekileri yavaşça bırakmıştım. Bu adamın, tam da ona öfkeli olduğum anlarda yaptığı ufacık jestler ona bağımlı olan bünyemi altüst ediyordu. "Herkes yemeğe çıkıyor, ben de çıksam sorun olur mu?" dediğinde onu, başımı iki yana sallayarak yanıtladım. "Çık sen," "Teşekkürler, afiyet olsun size." "Sana da." O ve diğer ustalar inşaattan ayrılırken ağrımaya başlayan dizlerimle beraber öyle durmaktan vazgeçip yere oturdum. Kalbim hâlâ aynı ritimde göğüs kafesimin içerisinde çarpıyor, benim öfkemi de yatıştırıyordu. Fakat bunun olmasını istemiyordum. Ona, öfkeli kalmak istiyordum. Dudaklarım arasından bir nefes verip önüme düşen saçlarımı geriye doğru attığımda bir yandan da acıyan dizlerimi ovuşturuyordum. Tam o esnada çalmaya başlayan telefonumu, üzerimdeki mavi inşaat tulumunun cebinden çıkarıp ekrana bir bakış attım. Olcay arıyordu. "Bana güzel bir haber vermen gerekiyor!" diyen sesi kulaklarıma dolduğunda kıkırdadım. Büyük ihtimalle o haberleri görmüş olmalıydı. "Maalesef," dedim, telefonumu kulağımla omzum arasına sıkıştırırken. Elimdeki eldivenleri çıkarıp kenara koyduğumda telefonu tekrar elime almıştım. "Güzel bir haber veremeyeceğim." "Dalga geçiyorsun," derken az önceki neşeli sesi birden yok olmuştu. "Nasıl ya? Çok iyi görünüyordunuz?" "Görünüyorduk, Olcay." diyerek onu düzelttiğimde sırtımı duvara yaslayıp ayaklarımı uzattım. "Barışmadık yani, aynıyız hâlâ.. Didişip duruyoruz işte." "Sizin azminize tüküreyim artık gerçekten," dedi, bu söylediklerime karşılık. "Nasıl dayanıyorsunuz böyle, anlamıyorum." "O dayanıyor bir şekilde," derken elimi uzatıp masanın üzerinde duran karton poşeti almıştım. "Bitirmiş kafasında, olmaz artık." "Hiç öyle görünmüyordu canım," dedi, alayla. "Öpüşüyordunuz yahu, nasıl oluyor o?" "Sonra kaçtı tabii," diyerek ekleme yaparken poşetin içerisinden siyah, plastik kutuyu çıkarmakla uğraşıyordum. "Sen kaçırmışsın oraları." "Trip atmaya çalışıyor işte, naz yapıyor kendince. Bilmiyor musun sen bu erkekleri?" dediğinde göz devirdim. "Bilmiyorum, Olcay. Bilmek istemiyorum ben bu erkekleri," dedim, telefonu hoparlöre alıp dizimin üzerine koyarken. Ardından siyah kutunun şeffaf kapağını açıp çatalımı da paketten çıkardığımda, "Ona güvendiğimi söyleyememiş olabilirim ama ben de ona kırgınım mesela? Neden tek suçlu ben oluyorum bu ilişkide?" Elimdeki çatalı, her seferinde bayılarak yediğim sezar salataya batırırken, "Siz doğru düzgün konuşamıyorsunuz, bayılıyorsunuz ateşli ateşli kavga etmeye.. Bir baş başa yemeğe gidin, oturup konuşun işte." "Sürekli yemek yiyoruz zaten," diyerek onu yanıtlarken bir yandan salatamdan atıştırıyor, bir yandan da ona laf yetiştiriyordum. "Denize girelim dedik, baş başa tekneyle açıldık ama o zaman da başaramadık ki konuşmayı? Aramızdaki ilişkiyi kavga etmeden konuşuyoruz, hatta yakınlaşıyoruz da ama kaçıyor sonra!" "Bir şey yapman lazım," dediğinde göz devirdim. "Yani onun gönlünü alman için ilk adımı senin atman gerek, Maran. Kabul edelim, senin bu soruya yanıtsız kalman daha yaralayıcı bir durum." "Farkındayım," dedim, mırıldanarak. O sırada hissettiğim bir hareketlilikle bakışlarımı telefondan alıp sesin geldiği yöne doğru çevirdim. Koridordaki Kenan'ı gördüğümde gözleri direkt olarak üzerime sabitlenmişti. Pekâlâ, konuşulanları duymuş olabilir miydi? Olabilirdi. Gözlerimi kırpıştırarak aceleyle yerimde doğrulurken, "Olmadı sevişirsiniz? Bak kesin çözüm bence, gördüğüm fotoğraflardan sonra daha da emin oldum-" Söyledikleri, içeride bir yankı oluştururken Kenan'ın sırıttığını gördüğüm an telefonumu elime alıp hızla hoparlörden aldım ve kulağıma yasladım. "Olcay, kapat." dedim, utançla. "Ne oldu ya?" "Kapat, Olcay!" diyerek onun suratına telefonu kapattığımda yanaklarımın alev alev yandığını hissediyordum. "Kapatmasaydın," diyen sesin sahibine bakmamaya özen göstererek telefonumu cebime sıkıştırdım. Bu sırada yavaşlayan adımlarını bana doğru yöneltmişti. "Seni kontrol edip gidecektim sadece." "Çalışıyorum işte tek başıma? Bunu istemiyor muydun zaten?" dedim, soğuklukla. Ardından bakışlarımı ona doğru kaldırdığım sırada tıpkı benim gibi yere, yanıma oturmuştu. "Hayır," dedi, bakışları üzerimde gezinirken. "Neden böyle bir şey isteyeyim?" "Doğru, benim için İzmir'den buralara kadar bir mimar getirmiştin." Başımı salladım. "Çok özür dilerim, haksızlık ediyorum sana." Güldü bu sözlerime. "Maran," dedi, yumuşak bir tonda. "Sırf Esvet'le çalışmak istemiyorsun diye onu, mobilyaları kontrol etmesi için gönderdim. Daha ne istiyorsun? Ne yapmam gerekiyor seni mutlu etmek için?" "Sen beni sadece sinir edebilirsin, Kenan. O yüzden çok zorlamamanı öneririm." "Pekâlâ," diyerek başını salladığında bakışlarımı ondan uzaklaştırıp salatamı yemeye devam ettim. "İşler ne âlemde?" Çenemle yerde duran parkeleri gösterdim. "Parkeler takılıyor işte," dedim, umursamazca. "Üst katları hallettik ustalarla ama daha çok işimiz var tabii. Alt katların boyası bile bitmedi henüz." "Yardımcı olabileceğim bir şey var mı peki?" dediğinde kısa bir an düşünüyormuş gibi yaptım. Ardından aklıma gelen şeyle birlikte ona doğru döndüm. "Var," O, bana bakarken çatalımla parkeleri gösterdim. "Kalk tak bakayım şunları, ben de o sırada birazcık dinleneyim.. Dizlerim acıdı yahu." O, birkaç saniye benim gözlerime baktıktan sonra başını çevirip yerde duran parkelere baktı. Mola vermeden hemen öncesinde bu kata geçmiştim ve bitmesine daha çok vardı. "Tamam," dedi, hiç tereddüt etmeden. Bu, içten içe şaşırmama neden olurken o da bileğindeki saati çıkarmaya koyulmuştu. Gerçekten bu işi yapabileceğini düşünüyorsa en iyi şekilde yapacağına emindim ve şu anda da onu izlemek için can atıyordum. "Plaza adamı kişiliğine zarar gelebilir," dedim, o ayağa kalkarken. Üzerindeki gömleğin kollarını sıyırırken bana bir bakış attı. "Üstün başın toz olur şimdi senin, arka tarafta tulumlar var.. İstersen onlardan giy." "İyi olur," diyerek arka tarafa kalan odaya yöneldiğinde göz devirdim. "Aman," dedim, burnumu kırıştırarak. "Milyonluk gömleğin toz olursa dünya başımıza yıkılır zaten!" Benim dakikalarca kendi kendime söylenmelerim sonucunda o üzerini değiştirip gelmiş ve ben de bilerek yemeğimi yavaş yavaş yemiştim. Tabii ki o, benim yerime çalışıp birazcık beni anlayacaktı. Bana karşı takındığı tavırlara karşı bunu çoktan hak etmişti de. Kirpiklerimin altından onu izlerken bir yandan yemeğimi yiyip bir yandan da telefonumla uğraşıyordum. Bu esnada da ondan çıt çıkmıyordu ve ona verdiğim işi, bir titizlikle hallediyordu. Babasıyla olan bir konuşmasında, inşaattan anlamadığını söylemişti fakat üzerindeki tulumu da yaptığı işi de hiç yadırgamamış, hatta bana o parkeler konusunda tek bir soru bile sormamıştı. "İnşaatta çalıştın mı daha önce?" dedim, merakla. "Evet," dediğinde buna şaşırmamıştım, çünkü belliydi. "Yani hemen hemen her yerde çalıştım ben, biliyorsun zaten." "İnşaatta çalıştığını şu ana kadar bilmiyordum." dediğimde güldü. "Babana, inşaattan ne anlarım ben falan diyordun ama anlıyormuşsun işte." "Parke döşemede inşaatlık bir şey göremiyorum," diyerek beni yanıtladığında elimdeki plastik kabı karton poşete koyup yanımda duran su şişesini elime aldım. "Boya gibi ufak tefek şeylerden anlıyorum sadece." "E bugün benimsin o hâlde," dedim, şeytani bir gülümsemeyle. Bununla beraber bakışları bana döndüğünde Bodrum sıcağından dolayı terlemeye başladığını görebiliyordum ve onu, çok iyi anlıyordum. "Alt katlardaki boya işlemi bitene kadar çabucak bitiririz burayı biz de. Bir kişinin zararı olmaz diye düşünüyorum açıkçası." "Rehin alıyorsun yani?" derken dudaklarında oluşan gülümsemeyi yakalamıştım. Ona cevap vermeden önce yanımdaki bir diğer su şişesini de ona doğru fırlattığımda o, attığım şişeyi havada yakalarken suyumdan birkaç büyük yudum aldım. "Plaja inip kızların sana asılmasına izin vereceksen gidebilirsin, işin olmadığını düşünmüştüm ben." Bu sözlerime bir karşılık vermeyip ona verdiğim su şişesini açtı ve tıpkı benim gibi sudan büyük yudumlar aldı. "İşim yok," dedi, keskin bir dille. "Anladım," dedim, başımı sallayarak. "Plaja inmeyeceksin yani." "Plajlardan hoşlanmadığımı biliyorsun." "Dün, hiç de öyle görünmüyordu." dediğimde bakışları ben de olmasa da başını, iflah olmazmışım gibi iki yana sallamıştı. "Dün ne gördün bilmiyorum ama yanlış gördüğüne eminim." Ona ters ters baktım. "Aynen ondan," dedim, alayla. "Bildiğin flörtleşiyordun kadınla, neye o kadar güldüğünü de anlamadım zaten." O, bana cevap vermemeyi tercih ederken ben de karton poşeti elime alıp ayaklanmıştım. Onu, kapının ağzında duran küçük çöp kutusuna atmayı düşünürken bugün ikinci kez çalan telefonumu yine cebimden çıkarıp kimin aradığına baktım. Pekâlâ, babam arıyordu ve bu, beni germeye yetti. Fotoğraflar yayınlandığından beri ilk kez beni arıyordu. Daha fazla düşünmeden aramasını yanıtlayıp telefonu kulağıma yasladığımda birkaç adım atıp Kenan'ın yanından ayrıldım ve elimdeki poşeti, çöp kutusuna attım. "Efendim babacığım?" diyerek sevecenlikle açtığım telefonu, umarım öfkeyle kapatmazdım. "Çalışmalar nasıl gidiyor, Ahu?" O, telefonu açar açmaz nasıl olduğumu sormuyorsa bir sorun var demekti. Tıpkı şu an olduğu gibi. Adımlarımı, odanın terasına yönlendirirken, "İyi," diyerek yanıtlamıştım onu. "Bir sorun çıkmazsa planladığımız tarihe kadar biter ama şimdilik bir sorun yok. Her şey gayet iyi ilerliyor." "Harika," dedi, memnuniyet dolu bir sesle. "Akşama Turgay'la beraber orada olacağız, şu otelin durumuna ben de bakmak istiyorum." Babamdan duyduğum bu kelimelerle birlikte kaşlarım şaşkınlıkla havalandı. Bunu, daha şimdi haber veriyor oluşu daha önce planlamadığını gösteriyordu. Babam, yapacağı hiçbir işi planlamadan adım atmazdı. "Neden daha önce haber vermedin?" dedim, boş bulunarak. Ardından birkaç saniye duraksadıktan sonra ekledim. "Yani, sen böyle plansız davranmazsın o yüzden soruyorum." "Gördüğüm şeylerden sonra rahat etmedim ve gelip kontrol etmek istedim kızım," dedi, iğneleyici bir tonda. "Bir sorun mu var?" "Hayır tabii ki," dedim, aceleyle. "Şaşırdım sadece." "Gelince konuşacağız, Ahu." "Konuşalım babacığım," O, telefonu suratıma kapatırken dudaklarım arasından sıkıntılı bir nefes verdim ve kulağıma yaslamış olduğum telefonu usulca indirip kapanan ekrana kısa bir bakış attım. Yeterince varoluşsal sancılar yaşamıyormuşum gibi bir de babamdan fırça yiyecektim. Telefonumu cebime sıkıştırıp tekrar içeri geçtiğimde Kenan da hâlâ bıraktığım yerdeydi. "Babamla Turgay Amca geliyormuş," dedim, yerde duran eldivenlerimi alırken. "Haberim var," dediğinde öylece ona baktım. "Benim neden yoktu peki?" "Bilmem," dedi, omuz silkerek. "Sadece birkaç gün kalacaklar zaten, otelin durumunu merak ediyorlarmış." "Babam sadece bunun için gelmiyor ama," dediğimde bakışları bana dönmüş, neyden bahsettiğimi de anlamıştı. "Bu sefer kesin öldürür mü beni yani?" Bu söylediği beni güldürürken, "Bilmem, akşam göreceğiz." Onun dudaklarında bir gülüş oluşmaya başlarken elimdeki eldivenleri takıp onu o odada yalnız bırakmış ve o kattaki diğer bir odaya geçip işimi, bıraktığım yerden yapmaya koyulmuştum. Bunu yaparken de akşam babamla yapacağım o konuşmayı da mümkün olduğu kadar düşünmemeye çalışacaktım. 🤡🤡🤡 "Bayağı olmuş ben buraya gelmeyeli," diyen babama usulca bakışlarımı çevirdiğimde keskin bakışlarıyla karşılaşmıştım. "Gençlik ne hâle gelmiş, burada daha iyi anladım şimdi." Babamın saatlerdir Kenan'la bana laf sokmalarını umursamamaya çalışarak yemeğimi yerken maalesef ki bu mümkün olmuyor, her geçen saniye yeni bir şey söyleyerek iştahımın arkasına bakmadan kaçmasını sağlıyordu. Saatler önce Turgay Amca'yla beraber gelmiş ve bizim kaldığımız otelden, özellikle benim odamın yanında kalan bir başka odayı kendisi için birkaç geceliğine kiraladığını öğrenmiştim. Bunu da ne için yaptığını tabii ki fark etmiş fakat bir şey söylemeye cesaret edememiştim. Zaten geldiğinden beri pek bir şey söyleme fırsatı da edinememiştim. Gelir gelmez ikisi de odalarına yerleşip biraz dinlenmişler, ardından da dördümüz akşam yemeği için otelden ayrılmıştık. Bakışlarım, karşımda oturan Kenan'a dönerken onun da benden bir farkı olmadığını fark ettim. Her ne kadar yemek yiyor gibi görünse de babamın bu lafları eşliğinde bu pek mümkün olmuyordu. Üstelik babamın ona ara ara attığı bakışlara bakılırsa bu sefer onu gerçekten öldürebilirdi de. Aramızdaki ilişkinin bittiğini öne süren bir çift olarak bu yaşadığımız aşırı ironik bir durumdu ve ben, bu hâlimize her ne kadar gülmek istesem de içimden ağlamak geliyordu. Bıçak yardımıyla kestiğim balığın yumuşacık etini ağzıma atarken babamı artık duymamaya başlamıştım. Evet, bu hepimiz için daha iyiydi. "Maran'cığım sen nasılsın?" diyen Turgay Amca'nın bu tatlı sorusunu, babamın iğneleyici lafları arasında zar zor ayırt edebildiğimde gülümsedim. "İyiyim Turgay Amca," dedim, sevecenlikle. Bu sırada da karşımda oturan oğlunun gözleri üzerimdeki yerini almıştı. "Siz nasılsınız, Defne Teyze nasıl?" "İyiyiz," diyerek beni yanıtladığında elindeki rakı bardağını bıraktı. "Adın, günlerdir Defne'nin dilinden düşmüyor. O da seni özledi.. Her görüşmemizde araya uzun bir zaman dilimi giriyor, sık görüşemiyoruz seninle." "E biz ayrıldık ya Kenan'la," dedim, elimi çeneme yaslarken. "Ondan eskisi gibi sık görüşemiyoruz galiba." Bu sözlerim, masada bir sessizlik yaratırken Turgay Amca susmuş ve oğluna kısa bir bakış atmıştı. Babamsa bu sözlerimi inandırıcı bulmamış olacak ki yemeğini yemeye devam etmişti. Üzerimde hissettiğim bakışların ağırlığıyla başımı hafifçe ona doğru çevirdiğimde bana düz bakışlarla bakıyordu fakat gözlerinden geçen ifadeler yoğundu. "Ne yapıyorsun?" dedi, dudaklarını oynatarak. Omuz silktim. "Ne? Ayrılmadık mı?" dedim, sesli bir şekilde. "Babam, seni eskisi kadar sık göremediklerinden bahsediyor Maran," dedi, açıklama yaparak. "Bunun benimle bir alakası yok yani." "Ne demek alakası yok-" "Buranın yemekleri güzelmiş," diyen babam, masada oluşan havayı dağıttığında Turgay Amca da ona katıldığını belli eden şeyler söylemişti. Fakat biz de sözlerimizle değil, bu sefer bakışlarımızla tartışmayı tercih etmiştik. Saniyelerce birbirimizin öldürücü bakışlarında boğulurken bundan vazgeçen ilk o olmuş, önüne dönerek yemeğine kaldığı yerden devam etmişti. Ya fazla iyi anlaşıyor, ya da böyle tehlikeli bakışmalar yaşayıp birbirimizle didişiyorduk. Açıkçası alışmış sayılırdım. "Açık konuşacağım," diyen babamla beraber saatlerdir beklediğim konuşmanın geleceğini anlayarak başımı hafifçe ona doğru çevirdim. "Şu fotoğraf meselesi canımı sıktı.. Ahu bilir, böyle şeylerden hoşlanmam." dediğinde Turgay Amca'yla bu konuyu daha önceden konuşmuş olduğunu anlamıştım. Eğer öyle olmasaydı Kenan'la baş başa kalmayı tercih edeceğini düşünüyordum. "Aslında," diyerek konuşmaya dahil olacağım esnada lafımı kesti. "Aslında ben sizin ayrıldığınızı sanıyordum," dedi, ikimize de kısa bir bakış atarak. Kenan da tıpkı benim gibi babamı can kulağıyla dinlerken babasının ters bakışlarının onun üzerinde olduğunu görmüştüm. Onun da bu durumu hoş karşılamadığı belliydi. "Şimdi Ahu söylemişken ben de konuşmadan edemeyeceğim... Göz önünde bir ilişki yaşıyorsunuz ve yaptığınız en ufak şey bile insanların konuşması için bir sebep doğuruyor ve bunun farkındasınız. Tüm bunlara rağmen böyle akılsızca hareket etmeniz benim canımı sıkıyor," dediğinde yanaklarımın kızarmaya başladığını hissedebiliyordum. Esen ılık meltem de şu an yanaklarıma toplanan sıcaklığı hafifletemiyordu. "Eğer ilişkinize bir son vermek istiyorsanız adam akıllı sonlandırın, hiçbirimizin de canı sıkılmasın. Ha yok biz böyle yapamıyoruz diyorsanız da böyle devam etmenize iki aile de müsaade etmez, birbirinize çok aşıksanız," dedi ve Kenan'a baktı. "Gelirsin oğlum, delikanlı gibi istersin kızımı. Bu saatten sonra bir ilişki yaşayacaksanız da bu, böyle olacak." Babamdan duyduğum bu sözler beni şaşkınlığa uğratırken duyduklarımı da algılamaya çalışıyordum. Gerçekten bunları mı söylemişti? İrileşen gözlerimin odağı babam olurken gözlerimi kırpıştırarak ona baktım. "Ne?" dedim, hayretle. "Hiç konuşma, Ahu." diyen babam bana ters bir bakış attı. "Hemen evlenin demiyorum ya? Alt tarafı bir yüzük takarsınız." "Açıkçası ben de Adnan'la aynı fikirdeyim," dedi, Turgay Amca da. "Tek ben değil, iki aile de böyle düşünüyor. Eğer ilişkinize kaldığınız yerden devam etmek istiyorsanız işi ciddiye bindirelim. Ne zaman evlenmek isterseniz de o zaman evlenirsiniz, bu konuda kimse sizi zorlamaz. Fakat sürekli olarak böyle görüntülerle karşılaşmaktan da hoşnut değiliz, bilin isterim." Turgay Amca'nın keskin sözleri de kısa bir an masada sessizlik yaratırken ne babama ne de Kenan'a bakma cesareti gösterebiliyordum. Kalbim bu düşünceyle bile kasılmış, yine hızla çarpmaya başlamıştı. Babam bir konuda böyle kararlı konuşuyorsa oradan dönüşü olmazdı ve eğer biz de Kenan'la devam etme kararı alırsak söylediğine uymak zorundaydık. Kalbim deli gibi çarparken önümdeki sudan birkaç yudum almıştım. Ben, böyle bir şeyi yapabilir miydim ki? 'Alt tarafı bir yüzük takacaksınız yahu!' Alt tarafı bir yüzük dediğin, ciddi bir işe atılan ilk adım olacak. 'Ben olsam Kena'a direkt nikahı basarım..Hatta yarın sabah falan.' İç sesimin yaptığı sululuklar karşısında sinirlerim iyice bozulurken derin bir nefesi içime çekip bakışlarımı kısaca denize doğru çevirmiştim. Masada konuşulanları duymuyor, sadece kafamın içerisinde boğuşan düşüncelerle uğraşıyordum. "Adnan Bey," diyen ses, dikkatimi dağıtırken başımı da usulca ona doğru çevirmiştim. O, ilk kez konuşuyordu. Yeşil gözleri, üzerindeki gömlekle aynı tonu yakalamışken bakışlarımı ondan uzaklaştırmak bu gece daha zordu. Buraya geldiğimizden beri sürekli bakışıyor, ara ara yine kaldığımız yerden tartışmaya devam ediyorduk. Fakat bu tartışma, tatlı bir didişme gibiydi. "Amca diyebilirsin, şu Bey'i bir kenara at artık." Babamın sözleriyle birlikte dudaklarım hafifçe yukarı kıvrılırken onun da gözleri kısaca bana uğramış, her şeyi darmaduman etmişti. "Eğer bir gün ilişkimize devam etme kararı alsak bile," dedi, baskın bir tonda. "Ben, kızınızın istemediği hiçbir şeyi yapmam." Onun bu sözleri, bakışlarımı usulca babama doğru çevirmeme neden olurken kendimi bu gece bir pinpon topu gibi hissediyordum. Bakışlarım sürekli üçü arasında dolaşıyor, çıtımı çıkarmıyordum. Babamın ifadesi iyiden iyiye değişirken kaşlarını hafifçe çattı. "Kızım neyi istemiyormuş?" "Böyle ciddi bir adım için henüz erken diye düşünüyorum," dedim, konuşmaya dahil olarak. "Ki öyle de.." "Çocuklar," dedi, Turgay Amca biz kez daha. Bu esnada da babamı epey öfkelendirmişiz gibi duruyordu. "Kusuruma bakmayın ama siz tam olarak ne istiyorsunuz?" "Siz sevmiyorsunuz birbirinizi o hâlde?" diyerek babam bir kez daha konuştuğunda ben artık susma kararı almıştım fakat Kenan biraz daha konuşursa hiç hoş şeyler yaşanmayacaktı. "Gönül mü eğlendiriyorsunuz, bunu mu anlamalıyım?" "Hayır tabii ki, ne alakası var?" dediğinde onun da gerildiğini görebiliyordum. Adnan Kaya'yla bir münakaşaya girmesi iyi bir şey değildi. "İş ciddiye binince korktun yani?" diyen babam, Kenan'ın gülmesine neden olurken benim de ifadem alaylı bir hâl almıştı. Hadi ama o, Kenan Keskin'di. "Korkmadım," dedi, başını hafifçe iki yana sallayarak. "Madem açık konuşuyoruz, ben de kızınızla evlenmek istediğimi söylüyorum o hâlde." Onun dudaklarından dökülen bu sözcükler, zaten hâlihazırda bildiğim şeylerdi fakat ilk kez ondan bu şekilde duymuş olmam kalp atışlarımı raydan çıkardı. Tüm bedenim dakikalardır heyecanla kasılıyor, kalbim göğüs kafesimin içerisinde bir kelebek gibi çırpınıyorken onun bu sözlerinin etkisinden kolay kolay çıkabileceğimi sanmıyordum. Sadece ben değil, babam bile çıkamayacak gibi görünüyordu. Babamın, onun bu cesareti karşısında oluşan memnuniyet dolu bakışlarının kısa bir an bana döndüğünü hissettiğimde dönüp onun bu bakışlarına karşılık verememiş, karşımda oturan adamın yeşil gözlerine dalmıştım. Ses tonunda bile hissedilen o istek ve sevgiyi kalbim çok net bir şekilde algılarken sırıtmaktan çenemin ağrımaya başladığını yeni hissetmiş, böylelikle de tavrıma çeki düzen verip ciddi bir pozisyona geçmeye çalıştım. "Tamam işte, ben de sana açık teklif yapıyorum. Gel kızımı iste," Babamın keyif dolu sözleriyle beraber onun o yeşil gözleri bana döndü ve mavi gözlerime bir süre baktı. "Maran istemediği sürece öyle bir şey olmayacak tabii ki." dediğinde elimi ne var dercesine hafifçe kaldırdım. "Biz ayrı değil miyiz yahu?" dedim, oyunbaz bir tavırla. "Nasıl gelip beni isteyeceksin ki?" Bu söylediklerim onun ciddi ifadesinin kırılmasını sağlarken Turgay Amca bu tavrıma karşılık güldü. "İhtimalleri konuşuyoruz ya hani?" dediğinde kaşlarım havalandı. "Eğer gelip isteyeceksen babam öyle kolay vermez beni, haberin olsun." "O da var tabii," dedi, babam da bana katıldığını belli ederek. "Bakalım, kızımı ne kadar seviyorsun? Onu mutlu edebilecek misin? Ahu'nun istekleri bitmez, hele bir de seviliyorsa illa ki bir kedi gibi şımarıklık yapacaktır sana.." Başımı salladım, babamın bu sözlerini desteklercesine. "Yapabilecek misin her istediğimi?" dedim, babamı devam ettirerek. Bu, onun dudaklarının yukarı kıvrılmasına neden olurken ikimiz de o gerginliği saniyeler içerisinde atmış, bulunduğumuz durumda keyif almaya başlamıştık. "Göreceğiz bunları." "Ben bu konuda kararlıyım, istediğimiz noktaya gelene kadar da bu konu kapanmayacak." dedi, babam aynı kararlılıkla. "İzmir'e döner dönmez bu işi hallederiz, umarım siz de o zamana kadar barışırsınız." diyerek de bizim bu durumumuza laf soktuğunda son anda gülme isteğimi bastırabilmiştim. "Hoş," diyen Turgay Amca da aramızdaki ilişkiye anlam verememiş gibi görünüyordu. "Nasıl ayrılık bu, ikimiz de anlayamadık doğrusu." Turgay Amca'nın bu sözlerine hak verdiğimi belli etmek istercesine bakışlarımı Kenan'a çevirdiğimde o da ona baktığımı hissetmiş olacak ki başını kaldırıp bana bakmıştı. Birkaç saniye gözlerime baktıktan sonra az önce yukarı kıvrılan dudaklarında tatlı bir gülüş oluştu. Gözlerim dudaklarındaki o gülüşe kayarken masada konuşulan hiçbir şey artık kulaklarıma ulaşmamaya başlamıştı. Aramızda geliştirdiğimiz o çağlar ötesi iletişim aktif hâle gelirken yeşil hareleri, mavi gözlerim arasında kısa bir an gidip gelmişti. Arka planda, mekânda çalan o gıygıy müzik bu sefer yoktu, duyduğumuz tek enstrüman sesi kalp atışlarımıza aitti. Pekâlâ, şu an ayrı sayılsak da bu adamla evlilik için bir adım mı atacaktım? Günler öncesine kadar deli gibi korkup bu konuyu konuşmasına bile müsaade etmezken şimdi de garip bir şekilde kalbim heyecanla çarpıyordu. Hâlâ korkuyor muydum? Tabii ki, deli gibi korkuyordum. Fakat o zaman da bu düşünceyle kalbim nasıl çarpıyorsa şimdi de öyle çarpıyordu. O saf korku yine olduğu yerde olsa da ona kulak asmamayı elbette öğrenecektim. 🤡🤡🤡 |
0% |