Yeni Üyelik
27.
Bölüm

•XXVII•

@meelcnmel

Çalan pop şarkılara bağırarak eşlik ederken karşımdaki yakışıklı herife kur yapıyordum. Onun o can alıcı yeşil gözleri, her defasında mavi gözlerimle temasa girdiğinde tüylerim diken diken oluyor fakat kalbim hızla atmaya başlayacakken onu bir şey durduruyordu.

Dakikalar önce barda bir şeyler içerken tanıştığım bu adam, bana inanılmaz derecede onu hatırlatsa da en çok yeşil gözleri beni içine çekmeyi başarmış fakat onda da gözlerinde eksik olan o pırıltılara rastlamamıştım. Onun gibi gözlerindeki ışıltılarla bana bakmıyordu, sadece o gözlerinde şu an beni yatağa atmak istediğini görebiliyordum.

Ritme göre kalçalarımı sallayıp kıvır kıvır yaptığım saçlarımı savurduğumda onun elleri belime dolanmış, vücudumun vücuduna yaslanmasına neden olmuştu.

Pekâlâ..

Gözlerim, onun çapkın bakan gözlerinden ayrılıp etrafta gezintiye çıktığı esnada çaktırmamaya özen göstererek başımı hafifçe onun oturduğu yere doğru çevirmiştim. Dakikalardır o yeşil gözleri üzerimden ayrılmıyor, benimle dans eden bu herife öldürecekmiş gibi bakıyordu. Yanında oturan Esvet'e kısa bir an baktığımda onun da elindeki o tabletle ilgilendiğini görmüştüm. Zaten geldiğinden beri işiyle ilgileniyor, gözüme batacak herhangi bir harekette bulunmuyordu. Benimle de ara ara iş konuşsa da genel olarak aramız birkaç ay öncesine kıyasla iyiydi. En azından artık onu öldürme planları yapmıyordum.

Bakışlarım bir kez daha Kenan'a doğru dönerken önündeki viskisini yudumluyor olduğunu görmüştüm. Hadi ama, onun çoktan yerinden kalkıp bu adama kafa göz dalması gerekiyordu! O ise sadece viskisini içip öldürücü bakışlar atmayı tercih ediyordu.

"Telefon numaranı alabilme ihtimalim nedir?" diyen o yabancı ses, onunla olan bakışmamı bölerken dudaklarımda sahte bir gülümseme oluşmuştu. Gözlerimi, onun gözlerine çevirdiğimde en başından beri olduğu gibi yine o çapkın bakışlarıyla karşılaştım.

"Telefon numaramı mı istiyorsun?" dedim, dudaklarımda oluşan o sırıtışla.

"Seni daha nerede göreceğim ki?" derken parmakları çıplak belime gömülmüştü. "Bu gece dönüyorum." dediğinde kollarımı usulca aşağı indirip gözlerimi etrafta gezdirdim. Aradığım şeyi bulmak üzere birkaç saniye oyalandığımda o esnada yanımdan geçen garsonu durdurup elindeki tepside duran kalemi almıştım. Ardından karşımdaki adamın düğmeleri açık olan keten gömleğinin yakalarından tutup iki yana doğru açtığımda sağ tarafımda bir hareketlilik hissetmiştim.

"Adın ne?" dedim, ona doğru yaklaşıp elimdeki kalemi hafifçe göğsüne bastırırken. O, bu yaptığım hoşuna gitmişçesine güldüğünde ona daha çok sokulmuştum.

"Cenk," dedi, başını hafifçe bana doğru eğerek. Bu, dudaklarımdan cilveli bir kıkırtının dökülmesine neden olurken, "Senin?"

"Şanslıysan öğrenirsin." dediğimde beni şimdilik tanımıyor olmasından dolayı büyük bir rahatlık duyuyordum.

"Ama istersen benimkini öğrenebilirsin." diyen tanıdık ses, kulaklarıma ulaştığında daha ben ne olduğunu anlamadan ikimizin arasına girip onun suratının ortasına kafasını gömmesi bir olmuştu. İşte bu, tam olarak istediğim şeyken dudaklarımdaki o sırıtış büyümüş, ilk kez keyifle onun bir kavgasını izlemeye başlamıştım.

Cenk'in yüzüne saniyeler içerisinde attığı onca yumruk, onun yüzünün kan içerisinde kalmasına neden olurken etrafta bir kargaşa olmuş ve çalan o müzik bile durmuştu. Mekânda çalışan bir sürü çalışan ve etraftaki mekânlardan çıkıp gelen onca insan onları ayırma çabası içerisine girerken buna Esvet de dahil olmuştu. O, geldiğinden beri kafasını işten kaldırmadığı için neler olup bittiğinden habersizdi fakat beni gördüğünde az çok neler olup bittiğini anlamıştı.

"Sen nasıl olur da benim kızıma öyle bakabilirsin?" Onun hiddet dolu sesi, yüzümü hafifçe buruşturmama neden olurken Cenk de neye uğradığını şaşırmıştı.

"Manyak herif," diyen o sesini, yüzüne atılan darbeler arasında zar zor seçebildiğimde onun için üzülmüştüm. Sonuçta onu, Kenan'ın önüne yem olarak atan bendim. Açıkçası Kenan da bu yaptığımı farkındaydı ama bu kadarına tahammül edememişti.

Günlerdir ona türlü türlü oyunlar oynayıp onu deli etmeye çalışsam da neyin peşinde olduğumu bildiği için oralı olmamaya çalışıyordu fakat şimdi oyunuma gelmişti işte!

Babamlar tamı tamına iki hafta önce gitmişlerdi ve o günden beri hiçbir yol kat edememiş, birlikte akşam yemekleri yememiz dışında hiçbir iletişimimiz olmamıştı. Buna rağmen babamların o gün söylediği şeyler ikimizin de aklında kalmış, uzun uzadıya da düşünmüştük. Bunu dile getirip açık açık konuşmasak da onu tanıyordum, aklından neler geçtiğini anlayabilirdim.

Benim kenarda dikilip onları izlemem Esvet'in gözüne battığı an bana ters ters baktığında onun bu bakışlarını umursamayıp bu sefer aralarına girmeye yeltendim, çünkü biraz daha buna devam ederse o adamı gerçekten öldürebilirdi.

"Senin sevgilin mi vardı?" Cenk'in şaşkın bakışları bana dönerken eliyle kaşından akan o kanı temizledi.

"Sana ne orospu çocuğu?" Kenan'ın küfürleri tüm plajı inletirken akşam haberlerine konu olacağımızdan neredeyse emindim.

"Ayrıldık biz," diyerek omuz silktiğimde Kenan'ın bakışları öyle bir hızla bana doğru dönmüştü ki tüm bedenim bu bakışlarıyla gerilmişti. Esvet, bana susmam için yalvarıcı bakışlar atarken gözlerimi ondan kaçırdım.

"Maran, beni delirtme," diyerek yine plajı inlettiğinde Esvet, kısa bir an onu uzaklaştırmayı başarmıştı. O, sağ elini kaldırıp işaret parmağını hafifçe salladığında gözüme inanılmaz derecede çekici geldiğinin farkında değildi. "Sana bunun hesabını soracağımı biliyorsun, kapa o çeneni!"

Onun bu sözleri zihnimde yankılanmaya başlarken gözüme değil korkutucu, daha da çekici geldiğinin gerçekten farkında değildi. Bu düşüncelerimi bilse bana deliymişim gibi bakacağından da hiç şüphem yoktu.

Elimi onun göğsüne yerleştirip bu sefer ben onu Cenk'ten uzaklaştırdığımda onca dokunuşun arasında benim dokunuşumdan etkilenip geriye doğru birkaç adım attı. "Tamam, yeter bu kadar. Uzatma daha fazla." dediğimde o alev alev yanan yeşil gözleri beni buldu.

"Sırf bu yüzden dakikalardır bu herifle oynaşmıyor musun zaten?" dediğinde kaşlarımı çattım. "Şimdi de bana engel olmaya mı çalışıyorsun?"

"Ağzını topla," dedim, öfkeyle. "Oynaşmak falan, nasıl konuşuyorsun sen benimle?" dediğim sırada elimi yavaşça göğsünden indirdim. Bu esnada da tüm gözler üzerimizde, hatta çekildiğine emin olduğum o videolar da hâlâ kayıttaydı.

Onun o yakıcı bakışları bir süre üzerimde dolandığında gerçekten onu epey öfkelendirmiş görünüyordum. Yine öfkeden bembeyaz teni kıpkırmızı kesilmiş, boynundaki o damarları belirginleşmişti. Bu bakışmamız birkaç saniyeliğine sürse de bize upuzun bir zaman dilimi gibi gelmiş, onun elimi tutup beni peşinden sürüklemeye başlamasıyla da o andan çıkabilmiştim.

"Kimse beni bulunduğum mekandan böyle elimi kolumu tutup çıkaramaz," derken o çirkef tavırlarıma kolaylıkla bürünmüştüm. Bir yandan onun hızlı ve büyük adımlarına ayak uydurmaya çalışıyor, bir yandan da ona böyle söyleniyordum.

"Ben çıkardım," dediğinde dudaklarım arasından sabır dolu bir nefes verdim. Bu esnada da o meraklı bakışları arkamızda bırakmış, çoktan otele giriş yapmıştık bile.

"Hayvan herif," diyerek söylendiğim sırada beni duyuyormuş gibi değildi. Sadece elimi sıkıca tutuyor ve beni peşinden sürüklüyordu. Elimi o kadar sıkı sıkıya tutuyordu ki sanki öyle tutmasa elinden kayıp gidecekmişim gibiydi.

Açılan asansör kapılarından içeri önce beni sokup ardından da kendisi girdiğinde asansör kapıları hızla kapanmış ve elini uzatıp tuşa basarak asansörün yukarı doğru hareketlenmesini sağlamıştı. Bu esnada da ben, üzerimdeki pareoyu düzeltmekle meşguldüm.

"Ne yapıyorsun sen?" dedi, öfkeyle. Vücudunu bana doğru çevirip gözlerini gözlerime sabitlediğinde başımı hafifçe ona doğru kaldırmam gerekmişti. "Kiminle dans ettiğinin gerçekten farkında değilsin sen, Maran." derken sakin olmaya çalıştığı belliydi.

"Aslında," dedim, sırtım asansörün duvarına yaslanırken. "Cenk'le dans ediyordum, eğer onu söylüyorsan.." dediğimde gözlerini kısa bir an yumdu.

"Siktirtme bana Cenk'i," diyerek yine celallendiği sırada çenemi hafifçe kaldırıp gözlerine baktım. Bu hareketim, gözlerinin dudaklarıma düşmesine neden olurken elimi kaldırıp gömleğinin eteklerine tutunmuştum.

"İstersen beni de-"

"Sus," dedi, sabırla. Ilık nefesi dudaklarıma çarparken tüm vücudum da alev alev yanıyordu. Bu, az önce içtiğim o içkilerden mi kaynaklanıyordu bilmiyordum ama ona ihtiyacım olduğunu biliyordum. "Sus, sakın konuşma."

"Seni özledim," dedim, omuz silkerek. Elim, gömleğinin altına sızarken bu temasım onun gözlerinin kısılmasına yol açtı. Onun bu bakışları eşliğinde dudaklarımı çenesine sürttüğümde kirli sakalları gıdıklanmama yol açtı. "İçime girmeni de öyle," diyerek onun sözlerini sarf ettiğimde gözlerindeki o ateşin harlanmış olduğunu gördüm. Az önce o yabancının gözlerinde rastlayamadığım tüm duygular şimdi bana bir ödül gibi sunulurken bakışlarında yatan o ateş bendim ve benim şu an litrelerce suya ihtiyacım vardı.

Fakat söndürülmek istemiyordum.

"Seni mahvedeceğim," Yeşil bakışları mavi gözlerimde dolanırken elim ipeksi teninde kayıp gidiyor, beni de beraberinde sürükleyip tehlikeden tehlikeye götürüyordu. "Ağlaya ağlaya altımda inleyeceksin." dediğinde bu sözleri sarf etmesi bile onun etkisinde olan bedenime iyi gelmemiş, daha da yoldan çıkarmıştı.

Asansörün açılan kapılarıyla beraber dudaklarımız birleştiğinde gömleğinin ucundan tutup kendime doğru çektim ve vücutlarımızın bir bütün hâline gelmesini sağladım. İşte bu temas, eksik bir yapboz parçası gibi hissettirirken o koca eli ensemi kavramış, benim adımlarıma kendisi yön vererek uzun ve boş koridorda o şekilde duvarlara çarpa çarpa ilerlemiştik. Bu ilerleyiş uzun sürse de dudaklarının dudaklarım üzerindeki baskısından sıkılmamış hatta büyük bir zevk duymuştum.

O yumuşacık dudakları öylesine sert hareket ediyordu ki dudaklarımı bile kıpırdatamıyor, zorlukla onun öpüşlerine karşılık vermeye çalışıyordum. Sadece bu öpücükleriyle bile tam burada boşalabileceğimi hesaba katmıyordu.

Arkamdaki kapı bir klik sesiyle açıldığı an belimdeki eli beni harekete geçirmişti. Yine adımları adımlarıma karışırken önce odaya giren ben olmuş, ardından da kapının kapandığını sadece çarpma sesiyle anlamıştım. Kalbim deli gibi çarparken bir an önce onunla buluşmak istiyor, kana kana su içmek istiyordum.

(+18)

Elleri bikinimin iplerini bulup hızla çözdüğünde ben de gömleğinin düğmelerini aynı aceleci tavırlarla çözmüştüm. Gömleğini geniş omuzlarından sıyırıp çıplak bedenlerimizin birbirine temas etmesini sağladığımda ikimizin de dudaklarından aynı anda güçlü bir inilti döküldü. Kalbim hızla çarpıp onun göğüslerine değerken onun da kalp atışlarının bedenime çarpışını çok net hissediyordum.

Sert öpücükleri beni kendimden geçirirken eliyle kıvırcık saçlarıma asılıp başımın hafifçe geriye doğru düşmesine neden oldu. İlk kez bana böylesine sert davranıyor ve bu da ilk kez bu denli hoşuma gidiyordu.

Beni itip yatağa oturmamı sağladığında, "Aç ağzını," dedi, otoriter bir tonda. O, keten pantolonunun düğmesiyle fermuarını açarken onun bu emrini büyük bir zevkle yerine getirmek için tam da istediği gibi dudaklarımı aralamıştım.

Erekte olmuş erkekliği gözlerimin önüne serilirken onu ne kadar sürede çıldırttığımı böylelikle anlamıştım. Yeşil gözleri gözlerime değdiğinde yüzüme düşen kıvırcık bir tutamı geriye itip parmaklarıyla çenemi kavradı ve hafifçe başımı ona doğru kaldırmamı sağladı. Bununla beraber hiç düşünmeden aletini dudaklarım arasından içeri doğru ittiğinde boğazıma kadar uzanıp beni zorlamış, bu da delicesine bir zevk duymama neden olmuştu.

Elimle onu dudaklarım arasından çıkarıp dilimi erkekliğinin başına değdirdiğimde onun nefes alış verişleri hız kazanmış, başı hafifçe geriye doğru düşmüştü. Bundan aldığım cesaretle aletini emmeye başlarken ara ara tamamını ağzıma alıyor, onu daha da delirtiyordum.

Edepsiz küfürleri tüm odayı doldurduğu an o koca aletini iri göğüslerim arasına sıkıştırmasına izin verdim. Bu görüntü ikimizi de çıldırtırken bacaklarım arasında bir ıslaklık hissetmiştim. Daha içime girmeden boşalmamı o da beklemiyor olacak ki en sonunda omuzlarımdan itip koyulaşan renkteki bikinimi parçalayarak bacaklarımdan sıyırdı.

Evet, gerçekten parçalamıştı.

Yine hiç düşünmeden, pervasızca içimdeki yerini aldığında dudaklarımdan bir çığlık koptu. Islaklığımda öylesine güzel hareket ediyordu ki delirmemek mümkün değildi.

Kenetlenen ellerimiz beyaz çarşafın üzerinde kayarken diğer elimi de onun sırtına yaslamış, tırnaklarımı beyaz tenine geçirmiştim. Aletinin baskısı karnıma kadar ulaşırken bir eli bacağımdaydı. Hareket alanımı kısıtlıyor, sadece kendine yetecek kadar alan açıyordu. "Sıcacıksın," dedi, koyulaşmış sesiyle. O yeşil gözleri yakınımdayken elimi yumuşacık teninde kaydırıp yanağına yerleştirdim. Dudaklarımız bir kez daha birleşirken dudaklarıyla üst dudağımı kavramıştı.

Saniyelerce hatta dakikalarca içimde gidip gelirken ikimiz de çıldırmış gibiydik. İlk kez böylesine yoldan çıkmışçasına sevişiyorduk ve bu, bana inanılmaz iyi hissettiriyordu.

Bir anda içimden çıkıp bacaklarımı hafifçe kaldırdığında o maharetli dili bacaklarımın arasında, tam da olmasını istediğim o yere değmişti. Bu, kendimden geçmeme neden olurken dilini boydan boya tüm mahremimde geziniyor ara ara dişleriyle klirtorisimi sıkıştırıyordu. Sikeyim, bunu ilk kez yapıyordu ve bundan sonrasında bunu yapmasını daha çok isteyeceğimin farkında değildi.

"Nasıl şişmişsin," Onun bu edepsiz sözleri, dudaklarımı dişlememe neden olurken bir kez daha dilini o noktaya sürttü.

"Kenan," diyerek inlediğimde ellerimi yumuşacık saçları arasına daldırmıştım. Onları çekiştirirken bacaklarım arasına gömülen o başı hafifçe sağa sola hareket ediyor, diliyle türlü şeyler yapıyordu.

Dakikalar süren bu işkencesinin ardından bir kez daha kendini içime doğru ittiğinde buğulanan bakışlarımla onu görmeye çalışıyordum. Gözlerimden akan yaşlara rağmen delirmişçesine ona ayak uyduruyor, ona itaat ediyordum. Bu, sadece onun değil benim de hoşuma giderken öpücüklerini vücudumun her noktasına bırakmaktan çekinmiyordu. Ara ara yanağıma, dudaklarıma öpücük bıraksa da asıl zevk aldığı nokta göğüslerimdi. Göğüs uçlarımdaki piercingle oynamaya bayılıyor, daha çok zamanını ayırıyordu.

"Kenan," diyerek bir kez daha inlediğimde o kadar sert olan hareketlerine rağmen akan yaşlarımı silmeyi ihmal etmedi.

"Ah güzelim," dedi, içimde gidip gelirken. "Uslu bir kız olsaydın bunların hiçbiri yaşanmayacaktı."

Beni gerçekten altında ağlatmış mıydı?

Pekâlâ, bunu yapmıştı ve pişman değildim. Uslu bir kız olmayı tercih etmediğim için mutluydum ve bundan sonrası için daha da haylaz bir kız olacaktım.

🗿🗿🗿

Yüzümde hissettiğim tüy hafifliğinde dokunuşlar burnumdan gülmeye benzer bir ses çıkarmama neden olurken bedenimi saran güçlü kollara daha çok sokuldum. Onun o ferah, okyanus kokusunun ciğerlerime dolmasına izin verdiğimde eliyle sırtıma peş peşe küçük vuruşlar bırakıyor; sanki küçücük bir bebekmişim gibi beni koynunda uyutmaya çalışıyordu.

İşte haftalar sonra hissettiğim bu huzurun tarifi şu anlık bende yoktu.

Dudaklarının baskısını, ona ait bir tişörtün sardığı omzumda hissettiğimde kolumu onun boynuna dolayıp başını göğsüme yaslamasını sağladım. Rolleri değişmiş, artık küçük bebeğim o olmuştu. Parmaklarım yumuşacık saçları arasında gezintiye çıkarken gözlerim de televizyonun ekranında oynayan çizgi filmdeydi. İkimizin ortak kararıyla izlemeye koyulduğumuz çizgi filmin henüz ortalarındayken adeta bir çocuk gibi uykum gelmiş ve tabii ki o da bunu fark ederek uyumamak için gösterdiğim direnci engellemeye çalışmıştı. Elleri ıslak saçlarımı okşarken uyumamak benim için oldukça zordu.

Tamı tamına koskoca iki günümüz böyle geçmişti. Ne işe gitmiş, ne de bu odadan çıkma gibi bir zahmette bulunmuştuk. Sadece bolca sevişmiş, ara ara beraber kitap okuyup film izlemiştik. Bu iki gün boyunca üzerinde bulunduğum bu yataktan sadece duş almak için defalarca kalkmış onun dışında da hiçbir şey yapmamıştım. Açıkçası böyle amaçsızca yatmayı da çok özlemiştim. Bu aktivitemizi daha fazla sürdürebilirdim fakat öncesinde iki gündür kapalı olan telefonlarımızı açıp aramalara geri dönmemiz gerekiyordu. En azından benim bunu yapmam gerekiyordu.

Biz bu odaya kapanmaya karar vermeden önce ikimiz de telefonları kapatmayı tercih etmiştik fakat öncesinde yayılmasını önlememiz gereken birtakım haberler olmuştu. Onun, benim yüzümden Cenk'e saldırdığı anlar tabii ki birkaç kameraya gözlerim takılmıştı ve bunu, Bora'nın halletmesini istemiştim. Onun ardından da çıkması olası olan haberleri de Kenan engellediğinde telefonumu kapatırsam mutlaka kalkıp buraya gelecek olan babama da benim adıma kendi telefonundan kısa bir mesaj atarak durumu tamamen toparlamıştı. Oteldeki çalışmaları da Esvet'le Oktay devam ettirirken ofiste olan işlerini de ben uyuduğum zamanlarda Kenan, buradan halletmişti.

Gözlerim ekrandaki animasyonda gezinirken dolan gözlerimi kırpıştırdım. "Yazık değil mi Güçlü Şirin'e? O, Şirine'ye aşıktı! Şimdi ne olacak?" dediğimde sesim fazla ağlamaklı çıkmış olacak ki Kenan'ın bakışlarını üzerimde hissediyordum fakat ekrana öylesine kilitlenmiştim ki şu an ona dönemiyordum. En sonunda onun göğsü hareketlendiğinde güldüğünü anlayarak başımı hafifçe ona doğru kaldırdım.

Odanın karanlığında sadece ekrandan yansıyan ışıkla o yeşil gözlerini seçebildiğimde, "Ne?" dedim, şapşal bir tavırla. "Ne gülüyorsun, ağlıyorum burada!"

"Çizgi film izliyoruz, Maran." dedi, ses tonunda yakalayabildiğim hayretle. "Neye ağlıyorsun tam olarak?"

"Duygusuz musun nesin?" dediğimde onun kolları arasından çıkmıştım. Bu esnada da gözlerimden yaşlar akıyor, söylediği gibi alt tarafı bir çizgi filmi çok kafaya takıyordum. "Ruhsuz herif!"

"Ben miyim duygusuz ve ruhsuz olan?" dedi, gülerek. Şu an resmen benimle dalga geçiyor, bu durumdan dolayı bayağı eğleniyordu.

"Evet, sensin." diyerek çemkirdiğimde burnumu çektim. Bununla beraber komodinin çekmecesinden çıkardığı peçeteyi bana doğru uzattığında elinden çekip almıştım.

"Beni her gün şaşırtıyorsun," derken kolunu bana doğru uzatıp beni tekrar kendine doğru çekti. Başım göğsüne denk gelirken kollarımı beline dolamaktan çekinmemiştim. "Ağlama sevgilim," dedi, yumuşacık bir sesle. "Bak, ölmedi Şirine." diyerek de benimle dalga geçtiğinde burnumdan bir nefes verip elimi kaldırdım ve göğsüne vurdum. Bununla beraber boğazının gerisinden bir kahkaha yükselirken ondan uzaklaşmıştım. Resmen benimle dalga geçiyordu!

"Siktir git, Kenan!" dediğimde gülüşü şiddetlenmiş, elindeki yastığı yüzüne bastırarak gülüşünü gizlemeye çalışmıştı fakat boşunaydı. Tam o an komodindeki telefonu çalmaya başladığında kolunu uzatıp telefonunu aldı ve dudaklarındaki o gülüşle aramayı yanıtlayıp telefonu kulağına yaslamıştı.

"Efendim anneciğim?" derken yüzünde benim bıraktığım tatlı bir gülüş vardı. Gözleri gözlerime değdiği an bakışlarım yumuşarken elindeki yastığı çekip aldım ve başımı televizyona doğru hızla çevirip elimdeki yastığa sarıldım.

"Sesiniz pek bir neşeli geliyor, Kenan Bey," diyen Defne Teyze'nin sesi kulaklarıma ulaşırken Kenan bir kez daha gülmüştü. "Hayırdır, mutluluğunuzun kaynağı nedir acaba?"

"Senin aradığını görünce yüzümde güller açtı," diyerek üçkağıtçı rolüne büründüğünde ona burnumu kırıştırarak bakmıştım.

"Geç bunları, Kenan'cığım."diyen Defne teyze de ona inanmamış olacak ki bu, ses tonundan bile belliydi. Günlerdir telefonlarıma dönüş yapmıyorsun, iki çift kelimeyle beni kandırabileceğini mi sanıyorsun sen?"

"Aşk olsun sultanım," dedi, alınmış bir tonda. "Yaralandım şu an kalbimin en orta yerinden." dediğinde bu tavırları, hafifçe gülmeme neden oldu. "İşlerim vardı, çok meşgulüm biliyorsun." Evet, meşguldü ama benimle meşguldü.

"Aşk olsun sultanım," dedi, alınmış bir tonda. "Yaralandım şu an kalbimin en orta yerinden." dediğinde bu tavırları, hafifçe gülmeme neden oldu. "İşlerim vardı, çok meşgulüm biliyorsun." Evet, meşguldü ama benimle meşguldü.

"Bırak yalanı," dedi, sitemle. "Utanmadan bir de beni hâlâ kandırmaya mı çalışıyorsun?" dediğinde gerçekten Kenan'a inanmamış gibi bir hâli vardı.

"Olur mu öyle şey, anne?" diyen Kenan, yattığı yerden doğrulduğunda gülüşümü bastırmak adına yastığı hafifçe başıma bastırmıştım. "Nasıl kandırayım ben seni?"

"Ne zaman dönüyorsun?" diyerek Defne Teyze konuyu değiştirdiğinde arkadan Azman'ın miyavlamalarını duyabiliyordum. "Bak Azman çok özledi seni, son zamanlarda fazla huysuz."

"Bu hafta sonu otelin açılışı olacak, hemen ardından da döneceğiz."

"Biz de babanla bu hafta Trabzon'a gitmeyi düşünüyoruz," dediğinde Kenan'ın kaşları havalanmıştı. "Babaannene çok sevineceği bir haber verip onları alarak geri döneceğiz." Alaylı sesi kıkırdamama neden olurken neden böyle söylediğini tabii ki biliyordum. Bizim ciddi bir adım atmamız babaannenin hiç hoşuna gitmeyecekti, sonuçta onun için bir Diba değildim.

"Ne haberi?" dedi, anlamamazlıktan gelerek. Bu, bakışlarımı ona çevirmeme sebebiyet verirken onunla gözlerimiz kesişmiş, elini uzatıp yanağımdan makas almıştı. Fakat ben, ona tripli olduğumdan dolayı dudaklarımdaki gülümsemeyle beraber başımı hızla televizyona doğru çevirdim.

"Maran'ı," dediğinde kısa bir an duraksamıştı. İstemeye gideceğiz ya? Yoksa siz hâlâ barışmadınız mı?" diyerek birden çıkıştığında eğer onu olumlu yanıtlamazsa kalkıp buraya gelerek ikimizi de azarlayacakmış gibi duruyordu. Kenan da bunu fark etmiş olacak ki onu daha fazla yanıtsız bırakmadı.

"Barıştık, anne," dedi, Kenan da. "Ama kimseye söyleme, darlamasınlar kızı şimdi." diyerek de önlemini aldığında, "Dönünce konuşuruz bunları."

"Aman," dedi, keyifli bir sesle. "Söylemem kimseye, merak etme.. Maran'ı çok öp, sakın üzme kızı." diyerek son kelimelerini sarf ettiğinde Kenan'a, çenemle telefonu göstererek duydun dercesine bakmıştım. Bu, onu güldürürken annesiyle bolca sevgi dolu sözcüklerle beraber vedalaşmış, saniyeler içerisinde telefonu kapatmıştı.

O, elindeki telefonu komodine bırakıp tekrar bana doğru yanaştığında eli belime dolandı ve beni kendine doğru çekip yanağıma koca bir öpücük bıraktı. "Duydun," dedi, serseri bir tınıda. "Seni öpmem gerekiyormuş." diyerek beni öpücüklere boğduğunda dudaklarımdan bir kahkaha yükselmiş, elim de az önce benim tıraş ettiğim çenesine yaslanmıştı.

"Kenan," dedim, kahkahalarımın arasında. "Fırsatçı herif." diyerek onu kendimden uzaklaştırmaya çalıştığımda beni zorlamamıştı. O tatlı öpücüklerini benden esirgemiş, tekrar beni göğsüne doğru çekerek dakikalar önceki o huzurlu pozisyonumuzu almıştık.

"Kenan," dedim, bir kez daha. Bununla beraber başımı hafifçe kaldırıp ona baktığımda sorgulayıcı bakışları üzerimdeydi.

"Söyle sevgilim," dedi, yumuşacık sesiyle. Bunu, aradan geçen o kadar zamandan sonra kullanıyor olması her seferinde kalbimin ritminin bozulmasına neden oluyordu.

"Acıktım," dediğim an gözlerimi hızla ondan kaçırmıştım. Günlerdir o kadar çok yemek yiyordum ki bu iştahım karşısında şaşıp kalıyordu.

"Sen bu aralar bayağı iştahlısın," dediğinde de utanmış, başımı iyice göğsüne gömmüştüm. "Daha bir saat önce yemek yedik ya Maran?" dedi, hayretle.

"Acıktım işte, ne yapayım?" dedim, bir çırpıda. "Bir şeyler söylesene odaya?" diyerek o masumiyet dolu bakışlarımı atmaya başladığımda gerçekten bana tuhaf bakışlar atıyordu.

"Tamam ama," derken göğsünden doğrulmuştum. "Aşağısı kapalıdır şimdi, epey geç oldu."

"O zaman burada iş sana düşüyor," dedim, bilmiş bir tavırla. Bununla birlikte kaşları havalandığında, "Acıktım diyorum yahu! Hadi kalk," dediğimde bana ikiletmemiş fakat bakışlarıyla da çok şey anlatarak yorganı attığında dirseğimden destek alarak doğruldum. O, yerinden kalkarken, "Baban çok haklıymış," demişti.

"Şımarık olduğum konusunda mı?" dediğimde dudakları yukarı kıvrılmıştı. Dışarısı biraz serin olduğu için berjerin üzerinde duran gri kapüşonlu hırkayı üzerine geçirirken komodinde duran telefonuyla cüzdanını almayı ihmal etmedi. Ardından yatağa oturup spor ayakkabılarını giymeye başladığında, "Çabuk gel, çok acıktım çünkü."

"Bugün herkes kendi odasına mı geçse acaba?" dedi, bu sözlerime karşılık. Bu söylediğiyle birlikte yerimde doğrulup kollarımı boynuna doladığımda ıslak saçlarım yüzüne doğru düştü.

"Bensiz ne yapacaksın?" Gülüp saçlarımı omzumdan geriye doğru itti.

"Balkona çıkarım en fazla, o mesafe bizim için gayet uygun." dediğinde kaşlarımı sahte bir öfkeyle çattım. Odalarımız yan yana olduğu için balkonlarımız da birbirine bakıyordu ve ben, balkona çıksam onu görebilirdim.

"Serseriye bak ya?" dedim, şaşkınlıkla. "Her odama geçmek istediğimde bileğime yapışıp gitme diyen sen değil miydin?"

"Sen hiç kalmak istemiyordun zaten," diyerek bana laf soktuğunda saçlarıma bir bakış atıp ayaklanmıştı. "Şu saçlarını da kurut." derken kumandayı da elime tutuşturdu. "Bekle beni burada, dışarı da çıkma. Gelirim hemen,"

"Tamam," dedim, ben de onunla beraber ayağa kalkarken.

Elimdeki kumandayı yatağa bırakıp onun peşinden ilerlediğimde odanın kapısını açıp odadan çıkmıştı. O, asansöre binip gözden kaybolana kadar kapıda beklediğimde en sonunda içeri girip kapıyı kapattım ve onun söylediğini yapmaküzere banyoya doğru adımladım.

🗿🗿🗿

"Maran!" Bir kez daha bana seslenen annemi duyduğumda elimdeki halka küpeleri takıp son kez aynadaki görüntümü kontrol ettim.

"Geliyorum!"

Giydiğim siyah keten bir pantolonun üzerine saten kumaş olan beyaz, ince askılı salaş bir bluz geçirmiştim. Göğüs kısmı dantelliyken pantolonumun kemer kısmına kadar salaş bir şekilde dökülüyor, sırtı da ipli geliyordu.

Gevşek bir şekilde topladığım at kuyruğu saçlarımdan alnıma dökülen perçemlerimi elimle düzeltip dudaklarımı birbirine sürterek dudaklarımdaki gloss'a çeki düzen verdiğimde hazır sayılırdım. Annem bana bir kez daha seslenmeden önce hafifçe çiseleyen yağmuru kontrol edip ince bir hırkayı almayı ihmal etmeyerek makyaj masamın üstünde duran Channel çantamı alıp odadan çıktım.

Yine aynı hızla merdivenleri inerken aşağıdan gelen kahkaha seslerini duyabiliyordum.

Birkaç gün öncesinde Bodrum'daki otelin açılışını yaparak Kenan'la beraber İzmir'e döndüğümüzde iki aile de daha biz gelmeden kendi aralarında bir yemek organizasyonu yapmış ve işin içerisine bizi de dahil etmişlerdi. Bu yemeğin amacı tabii ki onunla aramızdaki ilişkinin konuşulacak olmasıydı. Henüz oradayken babam, zaten bunu açıkça dile getirmişti. Buraya döner dönmez bu işin hallolmasını istemiş ve aksi takdirde aramızdaki ilişkinin devam etmesini onaylamayacağını söylemişti.

Pekâlâ, bunu söyleyen yalnız o değildi. İki aile de babamla aynı fikirleri paylaşıyordu ve ne benim, ne de Kenan'ın karşı gelebileceği bir durum vardı. Tabii o her şeye rağmen, ben istemediğim sürece böyle bir şey yapmak zorunda olmadığımızı söylese de ona karşı gelmeyi tercih etmiştim. Hâlâ evlilik konusunda tedirginliklerim vardı ve hâlâ yaşım, bunun için küçüktü. Fakat biliyordum ki eninde sonunda bu anı paylaşabileceğim kişi o olacaktı. Üstelik şu anlığına sadece bir yüzük takacaktık ve ben, kendimi hazır hissetmediğim sürece evlenmeyecektik.

Evet, bende büyük bir değişim vardı ve bunun farkındaydım.

Son basamağı da inerek annemlerin bakışlarının bana dönmesine neden olduğumda gülümsedim. Defne Teyze'yle Bige, yaklaşık olarak bir saat önce buraya gelmiş olsalar da Bige şu an bahçede telefonla konuşuyordu.

"Gidebiliriz," dedim, büyük bir coşkuyla.

"Kaç saattir seni bekliyoruz, Maran." diyen annem, Defne Teyze'nin gülmesine neden olurken elini hafifçe iki yana salladı.

"Hiç sorun değil, Maran'cığım. Rahat ol lütfen." dediğinde anneme doğru dönüp ona bir bakış atmış ve en sonunda da evden çıkıp hep beraber annemin arabasına binmiştik.

Bugün Kenan'ların kulüpte bir öğle yemeği yiyecektik ve şimdi de oraya gidiyorduk. Tabii babamlar ve o, neredeydi bilmiyordum çünkü kendisi saatlerdir ortalarda görünmüyordu. Telefonumu açıp arkama yaslandığım sırada ona bir mesaj atmak için isminin üzerine tıkladım.

Ahu Maran KAYA: Neredesin kurban olduğum 🥰

Kenan KESKİN: Babanın ahiret sorularına cevap vermekle uğraşıyorum,

Kenan KESKİN: Nereden aldıysam bu belayı başıma?

Onun bu yazdıkları, dudaklarımda bir sırıtışın olmasına neden olurken göz ucuyla annemleri kontrol edip bana bakmadıklarına emin olmuştum.

Ahu Maran KAYA: Ne söylüyor da seni böyle bıktırdı?

Kenan KESKİN: Bıkmadım tabii ki,

Onun bu küçük yalanı, elimi dudaklarıma yaslayıp gülmeme neden olurken bu hâlleri oldukça hoşuma gitmişti. Geldiğimizden beri babam onunla böyle uğraşıyor, onu köşeye sıkıştırıyordu fakat ben ona en başında söylemiştim.

Babam, beni ona kolay kolay vermeyecekti.

Ahu Maran KAYA: Ne söyledi yine sana?

Kenan KESKİN: Çok fazla dövmem olduğunu söyledi, bu da onu rahatsız etmiş.

Ahu Maran KAYA: Seni sınıyordur o,

Ahu Maran KAYA: Babam işte sevgilim, takma kafana onu.

Ahu Maran KAYA: Hem neredesiniz siz? Aradım açmadın,

Kenan KESKİN: Klüpteyiz,

Kenan KESKİN: Babanın gözü üzerimde olduğu için telefona bakamadım.

Ahu Maran KAYA: Babam seni bayağı korkutmuş anlaşılan.

Kenan KESKİN: Baban beni çileden çıkartmak dışında hiçbir şey yapmıyor güzelim, inan bana.

Ahu Maran KAYA: Geliyorum az daha dayan :*

Dudaklarımdaki gülümsemeye engel olamayarak mesaj kutusundan çıkıp telefonumu kapattığımda bana bakan iki çift gözle karşılaşmıştım. Bu, dudaklarımdaki gülümsemenin hızla yok olmasına neden olurken gözlerimi kırpıştırarak onlara baktım.

"Olcay," diyerek telefonumu hafifçe salladığımda bu kötü yalancılığım karşısında Bige gülmüş, Defne Teyze de beni daha fazla utandırmamak adına bakışlarını benden çekmişti fakat annemin bakışları hâlâ üzerimdeydi.

"Babanların nerede olduğunu öğrenebildin mi bari Olcay'dan?" dediğinde başımı salladım.

"Kulüptelermiş,"

İşte bu, onların kahkahalara boğulmasına neden olurken kendi kendimi böylelikle ele vermiştim. Ben, renkten renge girerken gülmeyip Bige'ye uyarıcı bakışlar atan tek kişi Defne Teyze'ydi. O da beni utandırmamak için elinden gelen her şeyi yapıyordu fakat beyaz tenim çoktan kıpkırmızı kesilmişti.

Geri kalan yolculuğumuzda onlar sohbetlerine kaldıkları yerden devam ederlerken ben de utancımdan ses çıkarmamış, ara ara benimle uğraşan Bige'ye öldürücü bakışlarımı atmakla yetinmiştim. En sonunda da bu işkence bitmiş ve araba, kulübün önünde durmuştu.

Bora tarafından açılan kapıdan inip onların arkasında ilerlemeye başladığımda babamların olduğu masaya kadar bir çalışan da bize eşlik etmişti. Önce beraber mekâna girmiş, ardından da yukarı çıkan merdivenleri tırmanmıştık. Bu esnada da buraya, o geceden sonra ikinci kez geldiğimi hatırlayarak etrafta bir şeyin değişip değişmediğini kontrol ediyordum. O gece geldiğimde de aynı düzen vardı ve şimdi de öyleydi. Tek fark, alt kattaki barın kapalı olmasıydı ve o da gündüz olmasından kaynaklanıyordu.

"Hoş geldiniz," Turgay Amca'yla babamın sesini duyduğum an, bakışlarımı etrafta dolaştırmayı bırakıp sesin geldiği yöne çevirdim. Onlar oturdukları yerden ayaklanmış, annemlerle ayaküstü bir sohbete koyulmuşlarken bunu fırsat bilen Kenan da bana doğru birkaç adım atmıştı.

Onun yeşil hareleriyle karşılaştığım an dudaklarım yukarı kıvrılırken onun da beni gördüğü için olsa gerek adeta yüzünde güller açıyordu. Az önce babamdan şikâyet eden o değilmiş gibiydi.

Onun güçlü kolları belime dolanırken dudaklarımdaki gülümseme büyümüş, kollarımı hafifçe kaldırıp bu tatlı kucaklaşmasına karşılık vermiştim. Bana sarılmak için yürek yemiş falan olması gerekiyordu, çünkü babamın bunu görmediğini düşünüyor olamazdı.

"Babam bakıyor," diyerek mırıldandığımda gömleğinden yayılan kokusunu derince soluyordum. Bu esnada babamın mavi gözlerinden itinayla kaçıyor, Kenan'ın kokusunu daha çok içime çekmek istiyordum.

"Bakabilir," diyerek kaba bir tepki verdiğinde babamın onu ne kadar deli ettiğini anlamam zor olmadı. O, burnunu saçlarıma gömüp kokumu içine çekerek yanağıma bir öpücük bıraktığında gülümsemekten çenem ağrımaya başlamıştı. "Özledim seni." dedi, neredeyse fısıltıyla.

"Ben de seni özledim," dediğimde burnumu hafifçe gömleğinin yakasına sürttüm. Elleri, hafifçe belimi okşarken bulunduğum durumdan memnundum fakat bize böyle bakan gözler olduğu sürece kendimi rahat hissetmeyecektim. "Ayrılmamız lazım galiba."

"Seni kaçırma işini ben bir düşüneyim en iyisi." diyerek benden saniyeler içerisinde uzaklaştığında mutlu göründüğünü söyleyemezdim. Üstelik bu söylediğinde de epey ciddi gibi duruyordu.

O, benden tamamen uzaklaşıp geçmem için de bir adım yana doğru çekildiğinde adımlarıma yön vermiştim.

"Nasılsın, Yıldız Teyze'ciğim?" diyen o tatlı sesi kulaklarıma ulaştığında omzumun üzerinden ona bir bakış attım. Anneme doğru uzanıp bu sefer onunla kucaklaştığında onları kıskanmamış değildim. Annemle bile sarılabiliyordu fakat benimle sarılamıyordu.

"İyiyim kuzucuğum, sen nasılsın?"

"İyiyim," diyerek onu aynı tatlılıkla yanıtladığında annemin oturması için bir sandalyeyi çekmişti bile. Bununla beraber kaşlarım havalandığında annem de ona övgüler yağdırarak yerine oturmuştu.

"Ay nasıl efendi bir çocuk bu?" diyen annem, Defne Teyze'nin sahte bir alınganlıkla oğluna bakmasına neden olurken ben de yerime oturdum.

"Sana efendi anlaşılan," dedi, alınganlıkla. "Benim sandalyemi çekmedi çünkü." dediğinde Kenan gülerek annesinin yanaklarına birer öpücük bırakmıştı.

"Kıskanç mıyız biraz bugün?" diyerek annesine takıldığında araya girdim.

"Benim de sandalyemi çekmedi," dediğim sırada annem bana uyarıcı bir bakış atmış, ben de omuz silkmiştim.

"Benim de," diyen Turgay Amca, masada kısa bir sessizlik yaratmasının ardından herkesi bir kahkaha tufanının almasına neden olurken bahsi geçen oğlu da tam karşıma geçip oturdu. Yanıma oturamazdı çünkü cam kenarında oturan benken babam da Bige'yi yanıma oturtmuştu. Yani resmen Kenan'ın yanıma oturmaması için elinden geleni yapmayı ihmal etmemişti.

"Paylaşılamayan erkek olmayı yine bir şekilde başardın, tebrik ediyorum abiciğim." Bige'nin bu sözleri beni güldürürken abisi de gülmüştü.

"Tavlamadığı bir annem kalmıştı zaten," dediğimde Kenan omuz silkti.

"Cazibeme karşı koyamıyorlar, benim bir suçum yok."

"Cazibeni yesinler senin." dedim, elimi çeneme yaslarken. Mavi gözlerim onun yeşil gözlerinde bir gezintiye çıkarken dudaklarında bir gülümseme oluşmuştu.

"Yesinler," dediğinde aramızda aşılması imkânsız bir elektrik dalgası oluşmuş, öyle ki bakışmamız bile bir gerilim hattı görevi görmeye başlamıştı.

Elimi indirip boynumdaki kolyeyle oynamaya başladığımda, "Ben de buradayım," diyen başka bir ses aramıza girmiş ve bu anı bozmuştu.

Tabii ki bu kişi Bige'ydi.

"Bige," dedi, Kenan. "Annem seni çağırıyor." Bu, kıkırdamama neden olurken Bige de ona burnunu kırıştırarak bakmıştı.

"Ben duymadım!"

"Kızım dönsene önüne," diyerek Kenan, onun abartılı bir tavırla oflamasına neden olduğunda gülüyordum. Bige, önüne dönüp bizi baş başa bırakırken ikimiz de şimdilik memnunduk fakat aramızdaki mesafe pek bize uygun değildi.

"Aramızdaki bu aşılması zor mesafeden hiç hoşnut değilim," dediğinde ses tonu bile hiç olmadığı kadar memnuniyetsizlik barındırıyordu.

"Babama alışman biraz uzun sürecek," dedim, bu hoşnutsuz tavırlarına karşılık. O, göz devirip kollarını masaya yasladığında masanın diğer ucunda oturan babama bir bakış attı.

"Delirtti beni," dedi, bıkkınlıkla. Bu, dişlerimi alt dudağıma geçirmeme neden olurken gülmemek için zor duruyordum. "En son askerlik yapıp yapmadığımı soruyordu-"

"Ee, Kenan?" diyen babam, onun lafını bilmeden kestiğinde Kenan kısa bir an gözlerini yummuştu. Başımı cama doğru çevirip dudaklarımdaki gülüşü serbest bıraktığım sırada o da bıkkınlık dolu ifadesini düzelterek babama doğru döndü. "Askerliğini yapmış mıydın sen?"

"Yaptım," dedi, söver gibi. Tabii bunu fark eden tek kişi bendim, çünkü Kenan öyle bir adamdı ki dudaklarındaki o tatlı gülümsemeyi gören biri onun gayet sevecen olduğunu düşünürdü.

Tıpkı şu an olduğu gibi.

"Bedelli herhalde?" diyerek babam, onu hafife aldığında bakışlarında bir alay hâkimdi.

"Hayır," dedi, Kenan da. Onun o kendinden emin ifadesi, babamın alay dolu tavrını yitirmesine neden olurken Turgay Amca olaya dahil olmuştu.

"Kenan, Doğu'da yapmıştı askerliğini." diyerek konuştuğunda Kenan da arkasına yaslanarak babama sevimli (!) bakışlarından göndermişti. Resmen birbirleriyle çocuk gibi didişiyorlardı ve bunu, çaktırmadan yapıyorlardı. "O askere giderken sen de vardın, Yıldız'la gelmiştiniz ya?" dediğinde babam kaşlarını hafifçe çatarak bir süre düşündü.

"Hatırlamıyor musun?" dedi, annem de.

"Nereden hatırlasın?" diyerek homurdanan Kenan'a gözlerimi irileştirerek baktığımda omuz silkti. Bu sırada Bige de gülüyordu.

"Şimdi hatırladım," diyen babam, Kenan'a olan ters bakışlarımı böldüğünde, "Ahu daha 14 yaşındaydı, onu zar zor evden koparıp gelebilmiştik." dediğinde herkes gülmüş, bu sefer tüm bakışların odağı ben olmuştum.

"Ya?" Kenan'ın gözleri bana dönerken böyle bir anıyı tabii ki unutmamıştım. Ağlaya ağlaya arabanın en arka koltuğuna oturduğumu daha dün gibi hatırlıyordum. "Ben seni görmemiştim,"

"Asosyal bir çocuktum," diyerek elimi hafifçe salladığımda güldüm. "Bir de şimdi bakın!"

"Ne zaman bir yere gidecek olsak ağlayıp kendini odaya kilitlerdi," dedi, annem gülerek. "Onu zorla bir yere götürmediğimiz sürece sorun yoktu sadece."

Kenan'ın bakışları üzerime kilitlenirken benim de dudaklarım yukarı kıvrılmış, bu ergenlik hâllerimi keyifle dinlemeye koyulmuştum. Gerçekten hiç olmadığı kadar asosyal bir çocuktum ve evden dışarı adımımı atmak, o dönemlerde benim için ölüm gibiydi. Aslında küçüklüğümden beri çok da popüler bir çocuktum fakat bu, benim pek umurumda değildi. Benimle arkadaş olmak isteyen onlarca yaşıtım olan insan vardı ama hiçbirinin samimi olduğunu düşünmüyordum. Sadece Olcay'la gerçekten dost olabilmiş, onunla her şeyimi paylaşabilmiştim.

"Aranızdaki yaş farkı ilk defa bu kadar korkutucu geldi," diyen Bige, bu düşüncelerimden sıyrılmama neden olduğunda gülmüştüm.

"Ben de kendimi ilk defa bu kadar yaşlı hissediyorum galiba," Kenan'ın Bige'ye katıldığını belirten bu sözleriyle beraber bakışlarımı ona çevirdiğimde gerçekten düşünceli bir tavra büründüğünü fark ettim.

"Bence ideal bir yaş farkı var aramızda," dediğimde yeşil gözlerinin odağı oldum. "Ben takılmıyorum, hatta hoşuma gidiyor."

"Hoşuna mı gidiyor?" dedi, Bige. "Nasıl yani?"

"Ben hâlâ çocuk gibi davranıyorum mesela," dedim, gülerek. "Ama abin nerede, nasıl davranması gerektiğini biliyor ve böylelikle de benim bu çocuksu hâllerimi toparlıyor.. Açıkçası bazen benimle çocuklaşmasını da seviyorum, bazen de bazı konularda hatta çoğu konuda tecrübeli olduğu için ona sorular sorup fikrini alabiliyorum. Beni yönlendirmesi hoşuma gidiyor."

Bige'nin saçlarıyla aynı tonda olan kaşları havalanırken, "Ama bazen anlaşamıyorsunuz," demiş ve Kenan'ın ona ters bir bakış atmasına neden olmuştu.

"Ben kavgalarımızı da seviyorum," dediğimde Bige bir bana bir de abisine baktı.

"Aldın cevabını, dön önüne." diyen Kenan, Bige'nin göz devirmesine neden olurken bir kez daha gülmüştüm. "Ben de seviyorum," derken az önce söylediğim şeyden bahsettiğini hemen anlamıştım fakat bunu sadece ben duymuştum, çünkü Bige abisini ikiletmeyip elindeki telefonuna geri dönmüştü.

Onun o yeşil gözleri üzerimde gezinirken masadaki elimin parmakları hafifçe onun sıcacık parmaklarına değiyordu. Bu temas bile benim için yeterliyken bakışlarıyla beni zaten kucaklıyordu.

"Özellikle de kavga anında birden se-" Söyleyeceği şeyi anlayıp ona uyarıcı bir bakış attığımda erkeksi kıkırtısı kulaklarımı şenlendirmişti.

"Böyle patavatsızlıklarını da seviyorum," dedim, işaret parmağımla elinin üzerine hayali daireler çizerken.

"Ben senin her zerreni seviyorum," dediğinde bunu söylemesine gerek yoktu. O güzel gözlerinden her şey açıkça belli oluyordu. "Saç tellerinden, sıklıkla kullandığın o kırmızı ojelerine kadar.. Her şeyine hayranım."

Dudaklarımdaki engelleyemediğim o gülümsemeye gözleri takıldığında aynısı kendi dudaklarında da hâkimdi. Resmen bulunduğumuz andan ve mekândan sıyrılmış, kendi ütopyamızda yine birbirimizi bulmuştuk. Şu an karşı karşıya oturuyor olsak bile parmaklarının sıcak varlığı avucuma her çarptığında onun huzurlu bedenine sırtımı yaslamış gibi hissediyordum. Gözlerine baktığım zaman aramızdaki o engeller kalkıyor, mesafeler sıfırlanıyordu.

Onun gözlerinde, bilmediğim bir sır vardı ve her seferinde beni bilmediğim gezegenlere sürüklüyordu.

🗿🗿🗿

"Beğenmedim," diyerek Olcay'ın gösterdiği elbiseyi denemeyi reddettiğimde göz devirerek elindeki elbiseyi geri yerine bırakmıştı.

Saatlerdir İzmir'de olan tüm alışveriş merkezlerini gezmiş, hatta daha önce alışveriş yaptığım moda evlerine uğrayıp oralarda da kendime uygun bir elbise aramış fakat istediğim şeyi bulamamıştım. Sade ama şık olan bir şey aramak, gerçekten hiç olmadığı kadar zordu.

Geçen hafta, aile arasında kararlaştırdığımız bir yemekle bir araya gelip tüm her şeyi konuşmuş ve isteme törenini iki hafta sonraya organize etme kararı almıştık. Tabii burada beni şaşırtarak Turgay Amca, direkt bana yönelik sormuş ve benim de kararım bu yönde olmuştu. Kenan'ın babasıyla konuşup özellikle benim fikrimi almasını söylediğine adım kadar emin olsam da ona hiçbir şey sormamış, açıkçası bundan hoşlanmıştım. Tabii ki onunla da bu konuda baş başa, özel konuşmalarımız çokça olmuştu.Bana tekrar tekrar isteyip istemediğimi sorup her seferinde aynı yanıtı aldığında bu durumdan ben sıkılmış ama o, sıkılmadan aynı soruyu tekrarlamaya devam etmişti. Bunu da ilişkinin başlarında, aramızda geçen evlilik konusundaki düşüncelerimden kaynaklandığını biliyordum. Her şeye rağmen temkinli yaklaşıp, her konuda fikrimi sormaktan asla kaçınmıyordu.

Açıkçası, bu tavırları hoşuma gidiyordu. Attığı her adımda bile bana haber vermesi, ona daha çok çekilmeme neden oluyordu.

"Yordun," diyen Olcay, bakışlarımı ona çevirmeme neden olurken birazdan beni dövecekmiş gibi bir hâli vardı. "Hiçbir şey beğenmeyeceksen ne diye getirdin beni buralara?" diyerek carladığında oturduğum yere sinmiştim.

"Ama her şey çok gösterişli," dedim, omuz silkerek. "İlk kez beni istemeye gelecekler herhalde! Güzel olmam lazım."

"Eniştenin yerinde olsam bu işten vazgeçerdim," dedi, gıcık bir tavırla. "Seninle uğraşılır mı bir ömür boyu? Bir de bunun gelinliği var!"

"Diktireyim diyorum," diyerek konuya hızlı bir giriş yaptığımda bana deliymişim gibi baktı. "Hiç gelinlik hayali kurmamıştım ama şimdiki gelinlikler bana çok demode geliyor.. Ayrıca ben tek bir gelinlik giymem, karar veremem ki!"

"Düğünü bir iki yıl sonrasına planlıyoruz demiyor muydun?" dedi, hayretle.

"Evet," Başımı salladım. "Anca yetişir, nasıl bir gelinlik giymek istediğimi bilmiyorum sonuçta."

"Kafayı yemişsin,"

Olcay'ın bu kırıcı sözleri karşısında ona öylece baktığımda gerçekten deli olduğumu düşünüyor olmalıydı fakat ben ciddiydim.

Bu konuyu kapatıp en sonunda mağazadan çıkmaya karar verdiğimizde acıktığımız için yemek yemeye karar vererek alışveriş merkezinden çıkmak için yürüyen merdivenlere doğru ilerlemiştik fakat benim burada ufak bir işim daha vardı.

Olcay'a beni beklemesini söyleyerek aynı kattaki bir mağazaya girdiğimde Olcay dışarıda kalmayı tercih etmişti. Girdiğim mağaza, annemin sıklıkla alışveriş yaptığı bir mücevherciydi ve günler öncesinde satın aldığım bir saati şu an almam gerekiyordu.

Geçen hafta yemek için Kenan'ların kulübe gittiğimizde Bige'yle konuşma fırsatı edinmiş ve ondan, yarın Kenan'ın doğum günü olduğunu öğrenmiştim. Bundan, daha geçen hafta haberim olmasına biraz kendi kendime içerlesem de onun için hemen bir hediye arayışına girmiş, onun bir saat koleksiyonu olduğunu bildiğimden dolayı da ona yakışacağını düşündüğüm bir saat almayı tercih etmiştim. Onun için bir doğum günü organizasyonu yapmak için hazırlandığımda güzel bir mekânda bunu yapmayı düşünmüştüm fakat Bige, abisinin doğum gününde Trabzonspor maçı olduğunu söyleyerek evde yapmak konusunda beni bir şekilde ikna etmeyi başarmıştı. Onların hepsi birer fanatik olduğundan bu teklifi beni tabii ki şaşırtmamış hatta güldürmüştü.

"Hoş geldiniz Maran Hanım," diyen çalışana gülümsediğimde elimdeki telefonu kapatıp giydiğim jean'in arka cebine yerleştirdim.

"Hoş buldum," dedim, gülümseyerek. O, arkasındaki standın başında duran başka bir çalışana başıyla ufak bir işaret verdiğinde diğeri hemen harekete koyulmuştu. "Buyurun oturun şöyle, paketiniz hazır olana kadar sizi biraz bekleteceğiz.. Bir şey içer misiniz?"

"Hayır, çok teşekkürler." derken elimi kaldırıp hafifçe salladım. "Çok sürer mi?"

"Hayır tabii ki, geleceğinizi biliyorduk." dediğinde buna memnun olup sadece birkaç dakika sürmesini umduğum bekleyiş süresini ayakta, standlardaki başka mücevherleri inceleyerek geçirmeye karar vermiştim. Bu sırada da dışarıda telefonla konuşan Olcay'ı ara ara kontrol etmiştim. Eğer onu biraz daha delirtirsem beni burada bırakıp gidebilirdi.

Çok geçmeden, tamı tamına iki dakika önce arka tarafa doğru ilerleyip gözden kaybolan çalışan elindeki markanın ambleminin baskılı olduğu o şık, karton poşetle bana doğru ilerlerken bu hızlı hizmetten büyük bir memnuniyet duymuştum.

O, elindeki karton poşeti bana uzattığında öncelikli olarak poşetin içerisindeki o kutuyu çıkarıp içindeki gümüş saati kontrol ettim. Herhangi bir sorun olmadığını gördüğümde de dudaklarımdaki gülümseme genişlerken onlara teşekkür ederek birkaç dakika içerisinde mağazadan ayrılmıştım. Hâlâ telefonla konuşan Olcay, beni görerek adımlarını hareketlendirdiğinde beraber çıkışa doğru ilerlemeye başlamıştık. Bu esnada çalan telefonumu cebimden çıkarıp kimin aradığına baktığımda midemdeki tenyalar da harekete geçmişti.

"Efendim?" dedim, cilveyle. Bu neşe dolu sesim, önce Olcay'ın bakışlarının usulca bana dönmesine ardından da telefonun diğer ucundaki adamın melodik ve eşsiz gülüşünün kulaklarıma dolmasına neden olurken iç geçirdi. Bununla beraber dişlerimi hafifçe alt dudağıma geçirdiğimde gülümsememi engellemeye çalışıyordum.

"Kurban olurum sana," diyen o sesini duyduğum an yüzümdeki gülücükler çoğalırken, "Neredesin, ne yapıyorsun?"

"Alışveriş merkezindeyim," dedim, otoparka inerken. "Şimdi çıktık, Olcay'la yemeğe gidiyoruz." dediğim sırada Olcay telefon konuşmasını bitirmişti. "Sen neredesin, ne yapıyorsun bakayım?"

"Havaalanındayım, abimleri bekliyorum." dediğinde telefonu, kulağımla omzum arasına sıkıştırıp önünde durduğum arabanın arka kapısını açtım.

"Ciddi ciddi geldiler yani?" dedim, şaşkınlıkla. Gediz abiyle Firuze, sırf yüzük takacağımız için İtalya'dan kalkıp İzmir'e gelmeye karar vermişlerdi.

"E bizim deliliğimize alışman gerekiyor artık," dediğinde dudaklarımdan dökülen kıkırtıya engel olamamıştım. Bu esnada elimdeki poşetleri arka koltuğa yerleştirmekle ilgileniyordum. Olcay da ondaki birkaç poşeti arabaya koyduktan sonra sürücü koltuğuna geçmişti. "Karadenizliyiz biz, hatırla."

"Karadeniz demişken," dedim, merakla. "Sizinkiler geliyor mu?"

"Babaannem rahatsızlanmış biraz, onu yalnız bırakıp da gelemezler. O yüzden gelemiyorlar." dediğinde duraksadım. Eş zamanlı olarak da Olcay'ın yanındaki koltuğa yerleştiğimde babaannesinin rahatsız falan olmadığını tabii ki ses tonundan anlamıştım. O soruyu sorduğumda bile birkaç saniye duraksayıp öyle açıklama yapmıştı fakat ben, babaannesinin beni onaylamadığı için gelmeyeceğini biliyordum.

"Yalan söyleme," dediğimde sesimin kırgın çıkmasına engel olamadım. "Onaylamadığı için gelmiyor desene, üzülmem merak etme."

Bu söylediklerim, telefonun ucundaki onun bile kırılmasına neden olurken tabii ki üzülmüştüm! Eminim ki o da üzülmüştü fakat belli etmeyerek bana yalan söylemeyi tercih etmişti.

"Maran," dedi, kadife gibi yumuşacık olan o sesiyle. "Söyleme öyle, ölürüm senin o titreyen sesine." dediği esnada daha az önce keyifle parlayan yüzüm düşmüş, denizlerimdeki gemiler batmıştı.

Babaannesinin en başından beri benden hoşlanmadığını biliyordum ve bunun kişisel bir sorunla alakası yoktu. Onun torunu için kafasında belirlediği bir aday vardı ve ben, onun için bir engeldim.

Puslanan bakışlarım, önümde akıp giden yoldayken Olcay da bu değişen ruh hâlimi fark edip biçimli kaşlarını çatmıştı.

"Beni sevmediğini biliyorum," derken görecekmiş gibi omuz silktim. "Ama senin için gelebilir sonuçta."

"Gelmesin kimse," dedi, o yumuşak tavrını sürdürerek. "İki aile arasında sade bir tören olmasını istemiyor muydun sen de?"

"Evet," diyerek onu onayladığımda burnumu çektim.

"O hâlde takma kafana bunları," dedi, umursamazca. "Üzme kendini, çünkü sen o güzel gözlerini doldurunca ben dayanamıyorum." dediğinde derin bir nefesi içime çekip camı hafifçe aralamıştım.

"Tamam," dedim, gözlerimi kırpıştırarak. Bu, gözlerimdeki yaşları geri göndermemi sağlarken, "Üzülmüyorum."

"Ne yaptın bugün, anlat bana hadi." diyerek konuyu kendince kapattığında kafamın dağılması için çabalamaya başlamıştı.

"Bir şeyler baktım kendime," derken uzun tırnaklarımı hafifçe dizlerime sürtüyordum. Belki de ojelerimi yenilesem iyi olacaktı. "İstediğim gibi bir şey bulamadım, yoruldum da hem.."

"Moda evine gitseydin," diyerek fikrini söylediğinde düşünüyormuş gibi yaptım. "Annem yardımcı olurdu sana."

"Yarın uğrarım belki," dedim, düşünceli bir sesle. "Hem belki beraber gideriz? Olcay benden bıktı çünkü." dediğimde ikisi de gülmüştü.

"Şanslısın ki yarın evdeyim," dedi, neşeli bir tınıda. "Olur, gelirim ama ben pek anlamam o tür şeylerden."

"Olsun," dediğimde Olcay'ın telefonu titremeye başlamıştı. Gözlerimi usulca ekrana doğru çevirdiğimde ekranda yazan isim, beni bulunduğum bu buhrandan çekip aldı.

Kılıç, Olcay'ı arıyordu!

Gözlerimi kısarak bir ona bir de telefonun ekranına baktığımda Olcay hiç düşünmeden aramasını reddetti. Bakışlarımı onun yüzüne sabitleyip ifadesini kontrol ettiğimde o yanaklarının kızardığını görmüştüm. Pekâlâ, Olcay'dan bahsediyorduk. Şu an bıkkınlıkla oflayıp göz devirmesi gerekiyordu fakat o, utanmıştı.

Peki ama neden utanmıştı?

"Maran?" diyen Kenan'ın sesi, bakışlarımı ondan çekmeme neden olurken başımı hafifçe iki yana sallayarak kendime gelmeye çalıştım.

"Ben seni sonra arasam olur mu, bebişim?" dediğimde beni onaylamış, onunla vedalaşarak hızla telefonu kapatmıştım.

Birden içimde oluşan o merak ve heyecanla Olcay'a doğru döndüğümde tabii ki bu tavırlarımın farkındaydı. Fakat farkında değilmiş gibi yapmayı tercih ediyordu.

"Ne oldu, çabuk anlat!" dedim, heyecanla. Bu, onun boş bakışlarla bana bakmasına neden olduğunda çok geçmeden yola döndü.

"Neyi anlatayım?" dedi, anlamazdan gelerek.

"Bırak şovu," diyerek ona inanmayarak baktığımda bir süre daha o tavrını sürdürdü fakat benim ısrarcı tavrım devam ettiğinde oflayıp bana bir bakış attı. Bu sırada o yüzü yine kızarmış, bakışlarını benden hızla kaçırmıştı. "Konuş, Olcay!"

"Arayıp duruyor işte," diyerek beni geçiştirdiğinde göz devirdim. "Açmıyorum ama o, aramaktan vazgeçmiyor!"

"Benim tanıdığım Olcay, çoktan o telefonu açıp ağzına geleni söylemişti." dediğimde gerçekten neler olduğunu merak ediyordum. Üstelik az önce ağlamak üzere olan ben değilmişim gibi heyecanlı ve haddinden fazla da meraklıydım.

"Yattık," dedi, bir çırpıda.

İşte bu tek kelimelik cümlesi, gözlerimin yuvalarından fırlamasına neden olduğunda trafikteki o korna sesleri kulaklarıma uğultu hâlinde gelmeye başlamıştı. Ne demişti?

Onun o kızaran yanaklarına bir süre bakakaldığımda bir kez daha o telefonu çaldı ve bu sefer de abartılı bir şekilde oflayarak telefonunu tamamen kapattı.

"Şaka?" dedim, hayretle. O kadar şaşkındım ki gözlerim birazdan canlanıp ona doğru koşacaktı.

"Değil ama olmasını isterdim," diyerek beni yanıtladığında şok olmuş bir şekilde onu dinliyordum.

"Ne zaman oldu, niye benim haberim yok yahu?"

"Sen Bodrum'daydın," dediği sırada yan şeridimizde siyah bir Range Rover belirmiş, kornaya adeta abanmıştı. Bu, ikimizin de kaşlarının çatılmasına neden olurken sadece birkaç saniye içerisinde Olcay'ın kaşları normal hâlini aldı. O esnada siyah arabanın camı aralandığı sırada bu arabanın Kılıç'a ait olduğunu anlamıştım. "Oha ama ya!"

"Yuh," dediğimde Kılıç, eliyle sağa çekmesi için bir işaret yapmıştı fakat Olcay daha çok gaza bastı. "Aşık bu sana vallahi," dedim, sırıtarak. "Takip mi ediyor o seni?"

"Haftalardır hem de," derken dikiz aynasından arkasında kalan arabayı kontrol etti. O an, viraja giriş yaptığımızda debriyaja sonuna kadar bastı. Ben onun ne yaptığını anladığım anda da arabayı, virajın içerisine yönlendirip el frenini çekmişti. Arabayı kendi etrafında döndürmeye başladığında arka kopmaya başlamıştı. Ben, adeta bir dejavu yaşarken kısa bir an bakışlarımı arkaya çevirdim fakat dumandan hiçbir şey göremeyerek Olcay'a baktım.

"Manyak mısın nesin?" dediğimde büyük ihtimalle aynı şeyi Kılıç da düşünüyordu. Öyle bir anda öyle bir delilik yapmıştı ki eminim Kılıç da şoka girmişti. "Adam akıllı konuşsanıza, niye böyle adrenalin yaşatıyorsunuz birbirinize."

"Konuşamam ben onunla," dedi, utançla. "Utanıyorum çünkü!"

"Kızım sevişirken utanmamışsın-" Bana attığı ters bakışlar, lafımı ağzıma tıkmasına neden olurken dudaklarımı birbirine bastırdım.

"Sevişmedik biz," dedi, gözlerini kaçırarak. "Duygusuz, anlamsız bir şeydi işte."

"Neden utanıyorsun o hâlde?" dediğimde sustu. "Eğer öyle olmasaydı şu an ondan kaçıyor olmazdın."

"Kaçmıyorum ki ben," dediğinde ona ciddi misin dercesine bakmıştım. Tam o an, yanımızdan hızla geçen araba önümüze kırdığında Olcay'ın kahverengi gözleri hafifçe irileşti, son anda arabayı durdurabildiğinde de önümüzdeki arabadan Kılıç inmişti.

"Hayda," dediğimde sırıtışım büyümüş, keyifle yerimde doğrulmuştum. Bu esnada Olcay'ın biçimli kaşları yine çatılmış, arabaya doğru yaklaşan Kılıç'a bakıyordu. Pekâlâ ben de onları bir film izler gibi izliyordum.

Üzerindeki beyaz, keten gömleği esmer tenine oldukça yakışmışken birkaç adımıyla mesafeyi kapatıp Olcay'ın camını tıklattı ve eliyle aç dercesine bir hareket yaptı.

"Şimdi ne yapacaksın acaba?" dediğim sırada Olcay camı indirip düz bakışlarla Kılıç'a baktı. Açıkçası ona bakabilmesi bile büyük bir adımdı fakat Kılıç'ın güneş gözlükleri olmasa ona böyle bakabileceğini düşünmüyordum.

"Ne var?" dedi, hiddetle. "Niye beni manyak gibi takip ediyorsun? Psikopat mısın oğlum sen?" diyerek de sözlerine devam ettiğinde kıkırdadım. Bununla beraber Kılıç'ın gözlüklerinin ardındaki bakışları bana döndüğünde elimi salladım.

"Naber yengecan?" dediğinde Olcay ona ters ters bakıyordu.

"İyidir," dedim, keyifle. "Sen?"

"İyi değilim," dedi, imayla. Ardından da Olcay'a bir bakış attığında Olcay da göz devirmişti.

"Geber,"

"O gece öyle demiyordun ama," diyen Kılıç, gözlerimi onlardan çekmeme neden olurken sanki onları duymuyormuş gibi davranıyordum. "İn, konuşalım.. Hem böylelikle utanmana da gerek kalmaz." dediğinde Olcay'ın şu an kıpkırmızı kesildiğine emindim.

"İstemiyorum," dedi, Olcay da. "Eğer konuşmak isteseydim-"

"Telefonlarıma cevap verirdin, evet biliyorum." diyerek onun sözlerini tamamladığında gülümsüyordum fakat bunu görmüyorlardı.

"Sen," dedi, Olcay hırsla. "Ne laftan anlamaz bir şeysin yahu? İstemiyorum seninle konuşmak falan, çek arabanı hadi!"

"Senin tavrın neye, kime tam olarak?" diyen Kılıç'ın öfkelendiğini anladığımda ortalığın karışacağını anlamam zor olmamıştı. Ne arabadan inebiliyordum, ne de kalabiliyordum. "İyiydik, bir sorun yoktu. Ne oldu birdenbire?" dediği sırada araya girmek zorunda kaldım.

"Gençler," dedim, bakışlarımı ikisi arasında gezdirerek. "Siz bir dışarıda konuşsanız mı? Kulak misafiri olmak güzel ama bir yerden sonra özele giriyor yani." diyerek de saçmalamaya başladığımda Olcay, bu söylediklerime katılmış olacak ki daha fazla utanmamak adına emniyet kemerini çıkarıp arabadan indi.

Onlar birkaç adım uzaklaşırken ben de derin bir nefes almış, onları biraz da uzaktan izleyerek aralarındaki çekimin içerisine iyice sıkışıp kalmıştım. Kılıç, gayet sakinlikle konuşsa da Olcay epey öfkeli duruyordu. Ben de Kılıç gibi neye ya da kime bu kadar tavırlı olduğunu anlayamıyordum fakat onun da bir bildiği vardır diye düşünüyordum.

O ikisi dakikalarca, hatta belki de saatlerce orada o şekilde tartışmaya devam ederken ben de arabanın içerisinde onları izlemekten ve bağırışlarını dinlemekten baygınlık geçirmek üzereydim. Başta bayağı beni içine çekse de onların dönüp dolaşıp amaçsızca aynı yere gelmelerinden bir süre sonra sıkılmış, hatta uyuklamaya başlamıştım.

Göz kapaklarıma çöken ağırlık ve üzerimdeki büyük yorgunlukla başım koltuğa yaslandığında kucağımda titreyen telefonuma bakacak gücü bile kendimde bulamamış, sadece saniyeler içerisinde gözlerim uzun bir uyku için kapanmıştı.

🗿🗿🗿

Aynadaki görüntümü kontrol ederken yüzümde memnuniyetsiz bir ifade hâkimdi. Üzerime giydiğim ve oldukça da beğendiğim beyaz elbiseyi elimle düzeltirken gözlerim, aksi görüntümde dolaşıyordu. Giymiş olduğum straplez elbisenin kumaşı ayak bileklerime doğru uzanırken vücudumu da sıkıca sarmış, fiziğimi tamamen ortaya çıkarmıştı.

Güzel, sade bir elbiseydi fakat nedendir bilinmez kendime hiçbir şeyi bir türlü yakıştıramıyordum.

Saatler önce Kenan beni evden alarak beraber annesinin moda evine gelmiştik ve buradaki herkes tüm işlerini bırakıp benimle ilgilenmeye koyulmuşlardı. Hatta Defne Teyze bile odasındaki tüm işini bırakıp yanıma gelmişti. Onlar bana çeşit çeşit elbiseleri sunarken aslında her şey çok güzeldi. Buradaki tüm kıyafetler Defne Teyze'nin imzasıydı ve hepsi mükemmeldi. Fakat dünden beri hangi elbiseye elimi atsam kendime yakıştıramıyor, hiçbir şeyden memnun olmuyordum. Hepsi benim bu memnuniyetsizliğime büyük önem vererek benimle ilgilenseler de beğenmediğim tek şey kendimdi. Kenan da bu hâllerimin farkında olduğu için her ona fikrini sorduğumda bu tür şeylerden anlamadığını söyleyen bir adama göre gayet iyi yorumlar yapıp beni aydınlatıyordu. Bunca yıldır ondaki bu ışığı fark edemeyen Defne Teyze de benim sayemde onu keşfetmiş, kısa bir an beni bırakıp Kenan'la ilgilenmeye başlamıştı. Tabii Kenan'ın rol çaldığını fark ederek ona çıkıştığımda da susup telefonuyla ilgilenmeye karar vermişti.

"Her şey çok güzel de," dedim, hoşnutsuzca. Bu esnada hafifçe yana doğru dönüp koca aynadan kendimi kontrol ettim. "Ben değilim galiba."

"Saçmalama kuzum," diyen Defne Teyze'ye baktığımda üzerimdeki elbisenin yakasını düzeltti. "İstersen başka renklerini de deneyebilirsin? Bu çok yakıştı sana," dediğinde onu onaylayan birkaç çalışan olmuştu. Bense kararsızca başımı Kenan'a doğru çevirdiğimde ona baktığımı hissetmiş olacak ki başını kaldırıp yeşil gözlerini gözlerime dikti.

"Sen ne diyorsun?" dedim, merakla. "Olmuş mu? Bunun bir de kırmızısını çok beğendim, deneyeyim mi sence?" diyerek arka arkaya soruları dizdiğimde telefonunu kapattı ve birkaç saniye yeşil gözlerini üzerimde gezdirdi.

"Çok iddialı olmaz mı?" dediğinde durup düşündüm. "Daha sade, şık bir şey giymek istediğini sanıyordum."

"Öyle," dedim, onu onaylayarak. "Aslında ben beyaz giymek istiyorum, daha şık duruyor bence.. Hem kendime de yakıştırıyorum."

"Bence bu size çok yakıştı," diyen Zeynep, dudaklarımda koca bir gülümseme oluşmasına neden olurken etraftaki hayran bakışları üzerime topladığım için utanmıştım. Onlar bana iltifat yağdırmaya, ben de bu beyazlığıma kırmızı bir renk katmadan hemen öncesinde aynanın önünden çekildim.

"Bu aklımızda bir fikir olarak kalsın, belki iki hafta içerisinde biraz zayıflarım." diyerek kendi kendime mırıldandığım sırada Defne Teyze hemen olaya müdahale etmişti.

"Senin kilon gayet ideal," dedi, hayretle.

"Alış buna anneciğim," dedi, Kenan da. "Maran'ın kilo takıntısı hayatımız boyunca devam edecek çünkü." dediğinde bundan yakınır gibi bir hâli vardı fakat onu umursamayarak peşimden gelen Zeynep'le beraber arka tarafta kalan kabine doğru ilerlemeye başlamıştım. Bu esnada da gözüme takılan elbiseleri Zeynep, benim için elinde biriktiriyordu.

Ben kabine girmeden önce elbiseleri kabine bırakıp üzerimdeki elbisenin de fermuarını açarak bana yardımcı olduğunda ona teşekkür edip kabine girdim. Bu sırada da o kapıda, bir ihtiyacım olması durumunda bekliyordu.

Üzerimdeki elbiseyi çıkaracağım esnada duyduğum ses duraksamama neden olurken, "Annem seni çağırıyor, Zeynep." diyen sesi kulaklarıma ulaştığında aynadan kendime bakıp üzerimi düzelttim. "Ona bir bakar mısın?"

"Peki, Kenan Bey." diyen Zeynep, çok geçmeden kabinin önünden uzaklaştığı sırada Kenan tarafından kapı ritmik bir şekilde tıklatılmıştı. Bu, kıkırdamama neden olurken elimi uzatıp kapıyı açtım ve ona gözlerimi açarak baktım.

"Ne yapıyorsun?" dedim, sahte olan uyarıcı bakışlarımı ona atarak. Bu sırada da içeri girerek küçücük alanda sıkışmamıza neden olmuş, sırtım duvara yaslanmıştı. O, kapıyı kapatıp kilitlerken dudaklarımda oluşan aptal sırıtışa bir çözüm yolu arıyordum. "Kenan!"

"Ne?" dedi, e harfini uzatarak. Eş zamanlı olarak o koca ellerini, elbisenin sıkıca sardığı bedenime doladığında ellerimi kaldırıp geniş omuzlarına yaslamıştım. "Çok yakıştı bu sana," derken tıpkı içerideki gibi bir kez daha beni uzunca süzmüştü.

"Bunu az önce de söylemiştin," dediğimde gözlerimi bayarak güldüm.

"Ama bunu sadece benim yanımda giyebilirsin," dediği esnada kaşlarım havalandı, çenemi hafifçe dikleştirip o güzel gözlerinde boğulacağımı bilerek ayaklarımı o bataklığına daldırmıştım.

"O niyeymiş?"

"Göğüslerin," dedi, o yasaklanması gereken ses tonuyla. Bu ses tonunu, aramızdaki o yoğun elektrik dalgası içerisindeyken çokça kullanıyor beni daha çok yoldan çıkarıyordu. "O yuvarlak kalçaların kendini nasıl belli ediyor, farkında değil misin sen?" derken belimdeki eli usulca kalçalarıma doğru hareketlenmişti ki elini tutup tekrar belime yerleştirdim.

"Evlenmeden olmaz," dediğimde kaşları çatıldı, dudaklarımdaki bakışları gözlerimi buldu.

"Ne?" dedi, yeşil gözlerini kırpıştırarak.

"Duydun," Başımı salladım. "Evlenmeden bana dokunamazsın."

Bu söylediklerimi öyle bir ciddiyetle söylemiştim ki kaşları neredeyse üst dudağına kadar çatıldı, bir süre sadece gözlerime baktı.

"Maran," dedi, sabırla. "Daha seni istemeye bile gelmedim, ne evlenmesinden bahsediyorsun?" dediğinde gülmemek için zor duruyordum. Onu çileden çıkardığım belliydi.

Omuz silktim. "Sınırları aşmayalım," dediğimde çatık kaşları altından bana tuhaf bir bakış attı.

"Sikmişim sınırları," dedi, kabaca. "Nereden çıktı bu saçmalık?"

"Olması gereken bu diye düşünüyorum," dediğimde bana ters ters baktı. "Enerjini düğün gecemize sakla."

"Maran," dedi, bir kez daha. "Düğünü bir iki yıl sonra yaparız diyordun ya?"

"Ne olmuş ki?" dedim, saf saf. Bu, onun gözlerini kısa bir an yummasına neden olurken duvara yasladığı elini hafifçe duvara vurup benden uzaklaştı. Bu hâlleri benim gülüşümü bastırmama engel olurken başımı eğip gülüşümü ondan saklamaya çalışmıştım. "Ama istersen doğum günün için sana bir güzellik yapabilirim," dediğimde bana yandan bir bakış attı. Elimi onun keten gömleğinin yakalarına koyarak kendime doğru çektiğimde çatık kaşları usulca gevşemişti. "Bir değil, birden fazla güzellik belki de?" Kaşları havalandı.

"Nasıl bir güzellikmiş bu?" dedi, merakla. Ona gözlerimi süzerek baktığımda gözleri hafifçe kısılmıştı.

"Sürpriz," dedim, kaçamak bakışlar atarken. "Akşamı bekleyeceksin artık."

"Akşam olmaz," diyerek kestirip attığında kaşlarımı çattım.

"Sebep?" dediğimde gözlerimin içerisine baktı.

"Trabzonspor maçı var," dedi, gayet normal bir şekilde. Bu, göz devirmeme neden olurken ona öylece bakmıştım.

"Bana ayırabileceğin birkaç saatin vardır en azından." dedim, soru sorarcasına.

"Maçtan önce mi yoksa sonrasında mı?" dediğinde ona ters ters bakmaya başlamıştım. "Ona göre cevaplayacağım."

"Şaka mısın Kenan ya?" diyerek onu kendimden uzaklaştırdığımda güldü. Öyle güzel güldü ki neye kızdığımı bile kısa bir anlığına unutmamı sağlamıştı. "Sana sürprizim var diyorum ve sen bana maç diyorsun! İnanamıyorum sana."

"Bana gel işte," derken saçlarımı omzumdan geriye doğru itmişti. "Hem senin için yeni şarap getittirdim," dediğinde bu huysuz tavrımı bu sözleriyle bir kenara bıraktım. "Sen onun tadına bakarken," Ilık nefesi tenimi yalayıp geçerken dudaklarım da belli belirsiz yukarı doğru kavislenmişti. O, boynuma doğru eğilip kokumu iyice içine çektikten sonra tatlı bir öpücüğü bana bahşetti. "Ben de senin keyfini çıkarırım."

"Doğum gününü kutlarız diye düşünüyordum," dedim, ağzından laf almaya çalışarak.

Tabii ki ona sürpriz bir doğum günü organizasyonu yaptığımızdan bihaberdi. Kılıç, Yiğit, Bige ve ben onun için güzel şeyler planlıyor, bu kutsal görev için de elimizden geleni yapıyorduk. Günler önce siparişini verdiğim pastayı birkaç saat içerisinde Yiğit'le beraber teslim almaya gidecektik ve akşama doğru da Bige, Kenan'ın evini süsleyecekti. Bu işten Kılıç'la Yiğit'in anlamayacağından emin olduğum için Bige'ye her şeyi emanet etmiştim.

"Ben doğum günümü kutlamıyorum pek," dedi, umursamazca. "Ama istersen pasta yiyebiliriz, çilekli seviyordun değil mi?" dediğinde bu tatlı sorusu gülümsememe neden oldu.

"Senin doğum günün, benim değil." dediğimde başını hafifçe ne var dercesine salladı.

"Ne fark eder?" dedi, gülerek. "Hem ben tatlı yemiyorum zaten." Gözlerimi kıstım.

"O muhteşem fiziğin bozulur diye değil mi?" dediğimde yine gülmüş ve bu gülüşünden de bir onay almıştım. "Bana spora gitme deyip kendin gidiyorsun, nasıl iş bu?"

"Sen abartıyorsun, sevgilim." dedi, bir çırpıda. "Yemeden içmeden kesiliyorsun resmen."

Evet, kesinlikle haklıydı. Ben, azıcık kilo alsam asla rahat edemezdim.

"Tekrar başlayacağım," dedim, elimi vücudumu saran elbisenin üzerinde gezdirirken. "Bunu çok beğendim, biraz zayıflasam daha güzel olur bence."

"Gayet iyi oldu, ben çok beğendim." dediğinde bir kez daha beni o güzel gözleriyle süzmüştü. "Ama istersen tabii ki spora giderken bana eşlik edebilirsin."

"Güzel fikir," derken gerçekten bu teklifi hoşuma gitmişti. Eğer onunla beraber spora gidersem olası bir durumda onu dikizleyen hatunlara ayar çekebilir, onları sevgilimden uzak tutabilirdim. Üstelik işin sonunda birkaç kilo da kaybedecektim! "Tamam," dedim, karar verdiğim an. "Kabul."

Tam o an, arkasında kalan kapı tıklatıldığında Defne Teyze'nin sesi de kulaklarıma ulaşmıştı. "Maran'cığım?"

Bununla beraber sanki görecekmiş gibi hızla birbirimizden uzaklaştığımızda Kenan, o uzun boyundan ve küçücük bir alanda olmamızdan dolayı başını arkasında kalan askıya çarpmış, dudaklarından acı dolu minik bir inilti dökülmüştü. Bu, dudaklarımı dişlememe neden olurken son anda elimi uzatıp hızla onun dudaklarına örtmüştüm. Böylelikle de o iniltisi avucum içerisinde kaybolmuştu.

Yüzündeki o acı ifade, benim canımı bile yakarken ani hareketinden dolayı Zeynep'in astığı elbiseler de yere düşmüştü. "Maran? İyi misin kuzum, bir sorun mu var?" diyen Defne Teyze'nin şaşkın sesini duyduğumda yine bir dejavu yaşamıştım. Üstelik bunu, bu aralar fazla yaşıyordum. Onunla Trabzon'dayken de böyle bir an yaşadığımızı çok net hatırlıyordum.

"Hayır," dedim, zorlukla. Bu esnada Kenan'ın yeşil gözleri gözlerimdeydi. "Evet.. Yani iyiyim, kolumu çarptım sadece." dediğimde diğer elimle de Kenan'ın başını vurduğu noktayı hafifçe okşuyordum. "İyi misin?" dedim, dudaklarımı oynatarak. O, sadece başını sallayarak bana cevap verebildiğinde bir süre daha onu incelemiştim.

"Bir sorun yok değil mi?" diyen Defne Teyze'yi bir sorun olmadığına ikna ettiğimde, "Sana birkaç elbise daha bırakıyorum, istersen onlara da bir bak. Ona göre karar verirsin, hayatım." dediğinde elimi Kenan'ın dudaklarından çekmiştim.

"Tamamdır, Defne Teyze'ciğim." dediğimde topuklu ayakkabılarının zeminde bıraktığı o tok ses bizden uzaklaşmaya başlamıştı. Bu sırada Kenan da elini, başının arkasına koyup ovuşturdu.

"Canın çok acıdı mı?" dedim, yüzümdeki o endişeli ifadeyle. "Kanamıyor değil mi, çok kötü çarptın?" dediğimde başını iki yana sallamıştı.

"İyiyim, merak etme." dedi, rahat bir tavırla. Ardından elini çekip bana bir bakış attı. "Ben çıkayım, rahat rahat giyin." dediğinde başımı salladım.

"Dikkat et, çarpma bir yere." diyerek patavatsızca konuştuğumda göz devirdi. Açıkçası biraz da benim yüzümden başını çarpmıştı, çünkü kapı çaldığı an refleksle onu kendimden uzaklaştırmıştım. Bu yüzden de dengesini sağlayamamış ve başını askıya çarpmıştı.

"Çarpmam," dedi, yine de.

O, çıkmadan kapıyı açıp etrafı kısaca kontrol ettiğimde kimsenin olmadığını görerek onun dışarı çıkmasına izin vermiştim. Mağazanın içerisinde ilerleyerek gözden kaybolduğunda Defne Teyze'nin kapının önündeki pufun üzerine bıraktığı elbiseleri de alarak tekrar kapıyı kapatıp üzerimdeki elbiseyi hızla çıkardım. Açıkçası sürekli elbise giyip çıkarmaktan çok yorulmuştum. Kabinin içerisindeki onlarca elbiseden sadece benim istediğim şekilde olanları deneyip aynadan kendimi kontrol ettikten sonra yine bir sonuca varamamış, karar verememiştim. Sırf bu yüzden de beğendiklerimi Zeynep'le beraber ayırıp kıyafetlerimi giydikten dakikalar sonra kabinden çıktım ve onların yanına doğru ilerledim.

"Tamam mısın?" diyen Kenan'ı başımla onayladığımda masada duran çantamla telefonumu alarak ayaklandı. "E gidelim o zaman." Defne Teyze'nin bakışları ikimiz arasında gidip gelirken o da ayağa kalkmıştı.

"Siz gelmiyor musunuz?" diye sorduğunda Kenan onu hızla reddetti. Gediz abi ve Firuze geldiği için bugün hep beraber ailecek bir brunch'a gideceklerdi fakat benim bugün çok fazla işim olduğu için onların bu davetine katılamıyordum.

"Biz yüzük bakmaya gideceğiz," dediğinde bakışlarım hızla ona doğru döndü. Kenan, gayet kendinden emin bir şekilde bunu söylediğinde benim böyle bir plandan haberim yoktu.

"İlker'e mi?" diyen Defne Teyze'nin yüzünde güller açarken benim de dudaklarımda bir gülümseme oluşmuştu.

"Evet," dedi, Kenan da gülümseyerek. "Konuştum, bizi bekliyor şu an." dediğinde Defne Teyze bir çocuk gibi ellerini çırptı.

"Maran'a en güzelini al," Defne Teyze'nin bu sözleriyle birlikte onun bakışları bana doğru dönerken bir kez daha utanmaya başlamıştım. Yeşil gözleri uzunca gözlerimde gezinirken tahmin ettiğim üzere renk değiştirmem uzun sürmemişti.

"Hiçbir şeyin onun güzelliğiyle yarışacak seviyede olduğunu düşünmüyorum," dediğinde utançla gözlerimi kaçırdım. Defne Teyze'nin tatlı bakışları ikimiz arasında mekik dokurken şu an utançtan arkama bakmadan kaçmak istiyordum. "Ama bu söylediğini aklımdan çıkarmayacağım tabii ki."

"Defne Teyze'ciğim," dedim, utancımı görmezden gelip ona doğru yaklaşarak. O, beni anında kucaklarken ben de kollarımı onun bedenine dolamış ve yasemin kokusunun ciğerlerime dolmasına izin vermiştim. "Teşekkür ederim her şey için, epey yordum sizi bugün." dediğimde saçlarımı hafifçe okşadı.

"Ben çok zevk aldım, sakın öyle düşünme." derken gülen gözleri yüzümün her köşesinde dolaşıyordu. "Sık sık gel, bekliyorum."

"Yarın tekrar uğrayacağım, merak etmeyin." dediğimde beni seve seve onaylamıştı.

Kenan da annesiyle vedalaştıktan sonra birlikte moda evinden ayrılıp onun arabasına binmiştik. O, arabayı çalıştırıp gideceğimiz yere doğru ilerlemeye başladığında uzun bir süre konuşmamış, aramızdaki sessizlik devam etmişti. Bu sırada da bahsettiği gibi babaannesinin gelip gelmeyeceğini düşünüyordum. O, gelmeyeceklerini söylemişti ama yine de merak etmiyor değildim. Dünden beri içim içimi yiyor fakat ona sormaya cesaret edemiyordum. Eğer sorsaydım beni bıkmadan yanıtlayacağını tabii ki biliyordum ama onu bu sorularla bunaltmak, kendimin de kalbini daha fazla kırmak istemiyordum.

Sonuçta babaannesi benden hoşlanmıyordu ve gelmeyecekti. Hepsi bu kadardı.

"Sen bugün evde mi olacaksın?" diyerek kendi dikkatimi dağıtmayı başardığımda onun ağzından laf almaya çalışıyordum.

Biz, yüzükleri aldıktan sonra ayrılacaktık ve o, ailesinin yanına dönecekti. Fakat sonrasında ne yapacağını öğrenmeliydim, çünkü akşama kadar onun eve girmemesi gerekiyordu. Pekâlâ, ona bir sürpriz hazırladığımı biliyordu ama ne yapacağımı bilmiyordu sonuçta!

"Seni bıraktıktan sonra annemlerin yanına döneceğim," dedi, tam da tahmin ettiğim gibi. "Sonrasında da abimleri Çeşme'ye götüreceğim, Firuze çok istedi."

"Ya?" dedim, adeta bir kedi gibi. "Ben de gitmeyi çok istiyorum, uzun zaman oldu."

"Sen de gel," diyerek aynı neşeyle bana bu teklifi yaptığında duraksamıştım. Güzel bir teklifti fakat şu an için kabul edemeyeceğim türdendi.

"Gelemem," dediğimde bakışları bana döndü. "Çok işim var bugün," derken yalan söylemiyordum. "Giovanni'yle online bir toplantım var, yıl sonunda buraya geliyormuş.. O yüzden şu projeyi artık hayata geçirmem gerekiyor."

"Bayağı yoğunsun yani?"

"Aynen öyle," dedim, onu onaylayarak. "O yüzden gelemem, belki başka zaman olabilir?"

"Peki," diyerek beni gayet memnuniyetle onayladıktan sonra geri kalan yolculuğumuzda onunla uğraşmış, ara ara cilveleşmiştik. Aramızdaki bu cilveleşme, tehlikeli bir boyut kazanmadan yaklaşık yirmi dakika gibi bir süre sonrasında arabayı bir mağazanın önünde durdurmuştu. Aslında dışarıdan bakıldığında daha çok iki katlı bir eve benzese de bir mücevherciye geldiğimizi biliyordum.

Emniyet kemerini çıkarıp onunla beraber arabadan indiğimizde önümüzdeki birkaç basamağı çıkarak onun açtığı cam kapıdan içeri girdim. İçeriye girdiğimiz an bizi güler yüzlülükle karşılayan birçok çalışan, Kenan'ın buraya daha öncesinde de geldiğini belli ediyordu. Ona, hiç olmadığı kadar yakın davranırlarken benden de aynı tavrı esirgememişlerdi.

Gözlerim etrafta gezinirken geniş holü gerimizde bırakmış, önümüzde ilerleyerek bize eşlik eden genç bir kızla beraber aynı genişlikteki ferah bir salona giriş yapmıştık. Salon diyordum, çünkü bir evin oturma odasından herhangi bir farkı yoktu. Aslında burası bir home office tarzında döşenmişti.

Geniş ahşap bir çalışma masasının arkasında deri bir koltuk varken önünde de iki adet deri koltuk ve ikisinin arasında da yine ahşap, şık bir sehpa vardı. Masanın tam karşısında da kahverengi deri, uzun bir kanepe varken odanın tek bir duvarını boydan boya kaplayan standlar mevcuttu. Standların üzerindeki mücevherler gözlerimi alırken koyu yeşil renkte döşenmiş bu ofisi oldukça beğenmiştim.

Ben etrafı incelerken yabancı olduğum bir ses kulaklarıma ulaştı. "Hoş geldin, Kenan," diyen adama doğru başımı hafifçe çevirdiğimde onun oldukça genç göründüğünü fark etmiştim. Genç görünse de orta yaşlarda olduğuna neredeyse emindim.

Üstelik bana bir yerden oldukça tanıdık geliyordu.

"Hoş bulduk İlker abi," Kenan, onun uzattığı elini tutup onunla tokalaştığında dudaklarında sahici bir gülümseme vardı. "Nasılsın, uzun zaman oldu görüşmeyeli?" dediğinde de onun daha önce buraya geldiği konusunda kesin kanıya varmıştım.

"Öyle," diyerek aynı sevecenlikle onu yanıtlayan İlker'in gözleri kısa bir an bana döndü. "O kadar uzun zaman oldu ki evlenmeye karar vermişsin," dedi, sahte bir sitemle. Bu, ikimizi de güldürürken bu sefer elini bana doğru uzattı. "Siz de hoş geldiniz küçük hanım."

"Hoş buldum," Gülüşüm bir gülümsemeye dönüşürken elimi uzatarak elini kavramıştım.

"Geçin oturun şöyle," diyerek bir adım yana doğru çekilirken masanın önündeki koltukları gösterdi. Bununla beraber Kenan, elini uzatarak geçmem için yol verdiğinde birkaç adım atarak koltuklardan birine oturmuştum. "Ne içersiniz çocuklar?"

"Kahve olur," Kenan'ın bakışları benden bir onay beklercesine bana dönerken onu gözlerimle onaylamıştım. Bu esnada da elimdeki telefonumla çantamı önümdeki sehpaya bıraktım.

İlker, az önce bize eşlik eden o genç kıza sadece başıyla ufak bir işaret verdiğinde o, odadan çıkarak gözden kaybolmuştu. Ardından masanın arkasındaki yerine oturduğunda bakışları kısaca ikimiz arasında gidip geldi. "Evleniyorsun ha?"

"Öyle görünüyor," diyerek Kenan, onu yanıtladığında onları sessizce dinliyordum.

"Kaçırma sakın bu kızı," diyen İlker, utançla gülümsememe neden olurken Kenan'ın tatlı bakışları da bana dönmüştü. "Düğününe de beni çağırmayı unutma."

"Unutur muyum hiç?" dedi, teessüf eder gibi. "Ama sen bize bir an önce şu yüzükleri göster," Çenesiyle beni gösterdi. "Çok zor beğeniyor."

"Telefonda söylemiştin," İlker'in gülerek söylediği şey, bakışlarımı Kenan'a çevirmeme neden olurken sahte bir kızgınlıkla ona baktım. Bu sırada da İlker ayaklanıp karşı duvarda dizili olan standlara doğru ilerlemişti.

"Dedikodumu mu yapıyorsun?" dediğimde güldü.

"Ama öyle," diyerek kendini savunduğunda ona dik dik bakıyordum. "Az önce de çok net gördük ya hani?"

Ona öldürücü bakışlarımı atarken bunu arabaya gittiğimizde konuşacağımızı aklımın bir köşesine not ederek İlker'in önüme dizmeye koyulduğu standlara doğru bakışlarımı çevirmiştim. Birden fazla pırlantanın süslediği yüzükler tek tek önüme serilirken dakikalar içerisinde kahvelerimiz de gelmiş, onların arasındaki sohbet daha da koyu bir hâl almıştı.

İlker'in yardımcısı önüme son kez bir stand daha koyduğunda oldukça şık bir şeye benziyordu ve dakikalardır ilgimi çeken tek parça bu olmuştu. "Kenan, bunu senin için beğenmişti." diyen İlker, önümdeki yüzüğe daha dikkatli bakmama neden olurken kalbim de pırpır atıyordu.

Safir yüzüğün koca, mavi ve baget şeklinde bir taşı varken kenarları da küçük pırlantalarla ince ince işlenmişti. Neredeyse gözlerimle aynı renkte bir taşı vardı ve bunun manidar olup olmadığını düşünmeye başlamıştım.

Gözlerimi Kenan'a doğru çevirdiğimde, "Tabii ki beğendiğim için bunu almak zorunda değiliz," dedi, az önce gelen kahvesinden bir yudum almadan önce. "Sen hangisini beğenirsen onu alacağız."

Bakışlarımı tekrar standa doğru çevirdiğimde bu sefer elimi de standa doğru uzatmış, yüzüğü çıkararak daha yakından kontrol etmiştim. Gerçekten bir yandan öyle gösterişli, öyle de sade bir yüzüktü ki beni kalbimden vurmayı ilk dakikadan itibaren başarmıştı. Elimdeki yüzüğü Kenan'a doğru uzattığımda, "Yardım eder misin?"

Onun bakışları üzerimde takılı kalırken birkaç saniye duraksasa da elindeki fincanı bırakıp yaslandığı yerden doğruldu ve bana doğru uzanarak elimdeki yüzüğü aldı. O, sağ elimi yumuşak bir hareketle kavrayıp bir kez daha bana bir bakış attığında bulunduğumuz an, kalbimin ortasında birkaç ayının tepinmesine neden olmuştu. Onlar her sıçrayışında kalbim de yerinden hopluyordu.

Elindeki yüzüğü sağ elimin yüzük parmağına yavaşça taktığında dudaklarımda benden bağımsız bir gülümseme oluşmuştu. "Tahmin ettiğimden daha çok yakıştı." dediğinde elimi uzatıp alıcı gözle parmağımdaki yüzüğün nasıl durduğuna bakmıştım. Tırnaklarımdaki mavi ojelerle büyük bir uyum sağlamış, oldukça da hoşuma gitmişti.

Pekâlâ, buna bayılmıştım.

"Çok güzel," dedim, hülyalı bir tavırla.

"Beğendin mi?" diyerek sorduğunda benim bu hülyalı tavırlarımdan olsa gerek onun da dudakları yukarı kıvrılmıştı. Başımı salladım onu onaylarcasına.

"Çok beğendim," dedim ve bakışlarımı ona doğru çevirdim. "Seni yalancı çıkarmış olacağım ama." dediğimde onu da İlker'i de güldürmüştüm.

"Bence acele etme," dedi, arkasına yaslanırken. "Diğerlerine de bir bak, hemen karar verme."

"Cimrilik mi yapıyorsun?" derken parmağımdaki yüzüğü çıkarıp geri yerine koymuştum. Kaşları havalandı.

"Buradaki en ucuz şey senin parmağında duruyor," dedi, çok bilmiş bir tavırla. Bakışlarım, İlker'e doğru dönerken dudaklarında bırakmış olduğum bir gülümsemeyle beni başıyla onaylamıştı.

"Onun kuvarsı da var," diyerek sağ tarafımda kalan standı gösterdiğinde aynı yüzüğün pembe taşlı olanıyla karşılaşmıştım. O da hoştu fakat bu, tam benlik duruyordu.

"Sen onu beğendin tabii," diyen Kenan'a, başımı omzuma doğru eğip baktığımda beğendiği bir oyuncağı annesine aldırmaya çalışan küçük bir kız çocuğu gibiydim.

"Bu olsun o hâlde," dediğinde başımızda duran çalışanlar hemen harekete geçmiş, çalışanlardan biri yüzüğün olduğu standı alarak arka tarafa doğru ilerlemişti. Sadece bir yüzük için bir kargaşa oluşmaya başladığında Kenan, alyanslara da bakmak istediğini söyleyerek bu sefer alyanslara ait standların önümüze dizilmesini sağlamıştı.

"Bana çok tanıdık geliyorsunuz," dedim, fincanımı elime alırken. Bununla birlikte önce Kenan'ın bakışları ardından da İlker'in bakışları bana döndüğünde gözlerimi kısmış onu inceliyordum.

"Geçenlerde bir mekânda karşılaşmıştık," dediğinde beynimde adeta bir şimşek çakmış, kısık bakışlarım yavaşça normal hâlini almıştı. Dakikalardır aklımı kurcalayan soruya şimdi bir cevap bulabilmiştim işte.

Söylediği gibi geçen aylarda Olcay'larla beraber gittiğimiz bir mekânda annemle karşılaşmıştım. Onu bir masada bu adamla otururken gördüğümde yanına gitmek istemiş fakat o kadar hararetle bir şey hakkında tartıştıklarını gördüğüm sırada bundan vazgeçmiştim. Sonrasında da ona bunu sormayı unutmuştum.

"Annenizle beraberdik, belki oradan hatırınızda kalmış olabilirim," dedi, kısaca. Demek o da beni hatırlamıştı, çünkü bunu sorduğumda hiç duraksamamıştı.

"Evet," dedim, onu onaylayarak. "Ama annem genelde Feridun abiden alışveriş yapar," dediğimde Kenan'ın bakışları adeta üzerime kilitlenmişti. "Yüksek ihtimalle sizden bir şey satın aldı, aksi takdirde annemle bir iş görüşmesi yaptığınızı düşünmüyorum.. Güzellik salonuna yazılmadıysanız tabii." Bu sözlerim, onu güldürürken beni de onaylamıştı.

"Evet öyle," dediğinde kaşlarım hafifçe çatılmıştı.

"Ne aldı?" dedim, merakla.

"Bir saat, özel yapımdı." Annem, babamın ona aldığı yüzükler ve setler dışında başka takı takmaz, saat takmaktan da pek hoşlanmazdı.

"Annem saat kullanmaz," derken bahsettiği saatin erkek saati olduğunu anlamam zor olmamıştı. "Erkek saati olmalı?" Başını salladığında kaşlarım mümkünmüş gibi daha da çatıldı, elimdeki fincanı usulca masaya bıraktım. "Şu saate bir bakabilir miyim?" dediğimde beni seve seve bir kez daha onaylayıp kendi tarafındaki çekmecesini açıp içerisinden bir katalog çıkarmıştı. Ben, merakla onu beklerken başımı hafifçe oynatarak Kenan'ın yeşil harelerine baktım.

"Babana almıştır," diyerek benim bu sorgulayıcı tavırlarıma bir yanıt verdiğinde gerildiğimin farkındaydı. "Gerilme böyle hemen."

"Annem başka bir yerden alışveriş yapmaz ki, Kenan." dedim, başımı iki yana sallayarak. "İlk defa karşılaşıyorum böyle bir durumla."

"Buydu," İlker'in bana uzattığı kataloğu elinden aldığımda bahsettiği saate alıcı gözle bakmaya başladım. Bakıldığında normal, gümüş bir erkek saatinden farkı yoktu fakat annemin buna milyonlar döktüğü belliydi.

Saniyelerce, belki de dakikalarca kataloğu incelediğimde içimde bir yerde sinsice oluşan o küçük sıkıntı da geçen dakikalarla birlikte büyümeye başlamıştı, çünkü böyle bir saati babamda görmemiştim.

"Babamda böyle bir şey görmedim," diyerek tekrar konuştuğumda kalbim az önceki o heyecanla çarpmıyordu. Kalbime sadece koca bir sıkıntı çökmüştü.

"Bakayım," diyen Kenan, yaslandığı yerden öne doğru eğildiğinde kataloğu ona doğru hafifçe çevirdim. O, kısılan gözleriyle saati incelerken masada olan telefonuma uzanmıştım. "Emin misin görmediğine?"

"Eminim," dedim, kendimden emin bir tonda. Açtığım kamerayla saatin fotoğrafını çektiğimde aldığım nefesler boğazıma takılıyordu. Kenan da bu değişen ruh hâlimi tabii ki fark etmiş, uzunca gözlerini üzerimde gezdirmişti.

"Kime alındığını öğrenebilir miyiz peki?" dedi, benim düşündüğüm şeyi dile getirerek. Onun bakışları İlker'e dönerken ben de merakla ona doğru başımı çevirmiştim.

"Özel yapım olduğu için daha kolay buluruz ama," dediğinde onun da bu konuda kararsız olduğunu görebiliyordum. "Ben araştırır, sana dönerim." dedi, en sonunda.

"Belki de baban çok sık kullanmıyordur," diyen Kenan, tekrar beni rahatlatmaya çalıştığında tüm keyfimin kaçtığını hissedebiliyordum. "Olamaz mı?"

"Bilmiyorum." diyerek yanıtladım onu.

Şu an aklım o kadar karışıktı ki ne üzerine düşünebiliyor, ne de onun sorularına cevap verebiliyordum. Sadece annemin o saati kime, niye aldığını merak edip kendi içimde bu iki soruya cevap aramaya çalışıyordum fakat babama alması dışında pek bir seçeneği yoktu. Babamda da böyle bir saate rastlamadığıma adım kadar emin olsam da yanılmak istiyordum. Eğer babama aldıysa ortada bir sorun kalmayacak, bu kadar gerilmeyecektim.

Fakat o saat babama alınmadıysa..

Göğsüme oturan bir şey, yüzümü hafifçe buruşturmama neden olurken sol tarafımda büyük bir ağrı oluşmuş, hayali parmaklar o küçük kalbimi avuçları içerisinde sıkmaya başlamıştı.

Elim, masada duran küçük su bardağına giderken ellerim bu sefer heyecan dışı bir duygudan dolayı titriyordu. Üstelik en büyük sorun da böyle bir duygunun adını bile bilmeyişimdi.

Adını bilmiyor ama verdiği acıdan da nefret ediyordum.

🗿🗿🗿

"Bu balonlar beyaz olacak demiştim, neden mavi?" diyerek carladığımda salondaki gözlerin hepsi bana dönmüş, saatlerdir bu agresif tavırlarıma anlam vermeye çalışıyorlardı. "Sünnet düğünü mü yapıyoruz yoksa koskoca adamın doğum gününü mü kutlayacağız?"

Bu sözlerim salonun duvarlarında yankılanırken dakikalardır söylediğim beyaz balonları şişirmeye çalışan Olcay'la Bige'ye bir bakış atmıştım. Firuze onlara yardım etmek istese de ona müsaade etmemiş, onun için sakıncalı olabileceğini düşünmüştüm. Bunu söylediğimde de benim abarttığımı dile getirse de kararımdan tabii ki dönmeyerek Yiğit'le Gediz abinin ellerine de beyaz balonlardan tutuşturmuştum. O ikisi, başta çok iş yaptıklarından şikayet etseler de bu agresif tavırlarımdan dolayı bu durumu pek uzatmamışlar ve söylediğimi yapmışlardı.

Onlar, kimin fikri olduğunu bilmediğim o koca afişi salonun bahçeye çıkan kapısının üzerine denk gelecek şekilde asmakla uzun süre uğraştıklarından dolayı bu kadar çok söylenmişlerdi. Bu da, evin duvarlarının fazlaca yüksek olmasından kaynaklanıyordu.

Mavi afişin üzerinde beyaz, büyük puntolarla yazan yazıyı okuduğumda çatık kaşlarım normal halini aldı, dudaklarımdan minik bir kıkırtı döküldü.

'30 değil, 29!'

Bu, Kenan'ın o meşhur sözlerinden sadece biriydi ve üstelik iki katlı pastanın üzerinde bile yazıyordu. Bu da Kılıç'ın fikriydi ve pastayı Yiğit'le beraber teslim almaya gittiğimizde bu kadar iyi olacağını tahmin etmemiştim. Pastayı gördüğüm an bastığım kahkaha, hâlâ kulaklarımdaydı.

Elimdeki buz dolu kovayı, salondaki koca masanın üzerine bırakıp aldığım şampanyaları kovanın içerisine koydum. Aslında masayı bahçeye kurup, büyük bir ses sistemi hazırlamayı düşünüyorduk fakat akşam birden yağmur bastırdığı için planlarımızı değiştirmek zorunda kalmıştık. Bu, zaten bozuk olan moralimi daha da bozduğunda kendimi banyoya kilitleyip ağlamış, ardından kendimi toparlayarak evi süslemek için onlara yardım etmiştim.

Saatler önce İlker'in mağazasında yaşadığım o saçma birkaç dakikayı her hatırladığımda kalbim aynı ağrıyla burkuluyor, nefes almamı zorlaştırıyordu. Sırf bu yüzden aklımı başka şeylerle meşgul etmeye çalıştığımda parmağımdaki yüzük bana oldukça yardımcı oluyor, yüzümdeki o ağlak ifadeyi silmemi sağlıyordu.

Buraya Yiğit'le beraber geldiğim ilk an, Bige'yle Olcay parmağımdaki o yüzüğü fark ederek birer çığlığı koyvermişlerdi. Onların bol tebrik içeren sözleri benim keyfimi getirmem konusunda işe yararken az da olsa kafamı dağıtmış sayılırdım.

"Enişte evlenme teklifi etmedi mi şimdi?" diyen Olcay'la beraber elimdeki balonla oynamayı bıraktım.

"Abim biraz öküzdür," dedi, Bige de.

"Adam kaç kez teklif etmek için organizasyon yaptı ama yengemiz her seferinde kaçtı." diyen Yiğit'i başımı sallayarak onayladığımda ekledi. "Bence gereksiz ya," dedi, şişirdiği balonu umursamazca havaya bıraktığında. Bununla birlikte Bige ona ters ters baktı. "Öyle şovlara gerek yok yani."

"Bence de," dedim, onu onaylayarak. "Gözlerimin içine bakarak sıcacık bir şekilde seni seviyorum demesi yetti mesela? Ayrıca herif beni istemeye gelecek yahu, hangi evlilik teklifinden bahsediyorsunuz?" dediğimde Firuze güldü.

"Keskin erkekleri biraz şeydir," dedi, elindeki kurabiyeyi kemirirken. "Gediz de öküz gibi beni direkt konsolosluğa götürmüş, nikâhı basmıştı mesela." dediğinde gözlerim irileşti.

"Haberin yok muydu?" Başını iki yana salladı.

"Benden gizli her şeyi halletmişti," derken dudaklarım yukarı kıvrılmıştı. "Bizim o sevgililik dönemimiz de çok uzun sürmedi ki, birkaç ay sürmüştür en fazla.. Değil mi aşkım?" diyerek eşine doğru döndüğünde o ikisini izliyordum.

"Aşkım diyen dillerine kurban olurum senin," Gediz abinin bu sözleri gülmeme neden olurken eşinin yanağına tatlı bir öpücük bıraktı.

"Ya Gediz!" Firuze'nin uyarıcı bakışlarını umursamayan Gediz abi, Yiğit'le beraber şişirmiş olduğu balonları bıraktığında Yiğit de telefonuna gelen mesajı okuyordu.

"Gelmişler," dedi, yerinden kalkıp.

O, evin ışıklarını kapatırken ben de pastanın mumlarını yakmış ve topuklu ayakkabılarım üzerinde adeta koşar adımlarla diğerlerinin yanına geçmiştim. Yiğit de sevgilisinin yanına geçtiğinde sanki kendi doğum günümmüş gibi bir heyecana kapılmış, yerimde duramıyordum.

Bahçeden gelen o araba sesi, kulaklarıma ulaştığında çok geçmeden onların sesini de boğuk bir şekilde duymaya başlamıştım.

"Maçı kaçıracağız sayende," Kılıç'ın bıkkınlık dolu sesi, gülmek istememe neden olurken, "Bir insan nasıl iki saat boyunca formasını arayabilir? Sanki sahada seni koşturacaklar amına koyayım, neyin tribi bu?"

Onun bu söyledikleri sadece benim değil, herkesin kıkırdamasına neden olurken bir yandan sessiz olmaya çalışıyor fakat Kılıç'ın bu söylediklerine de gülmemeye çalışıyorduk. Bu, öylesine zordu ki kahkahayı basmamak için zor duruyordum.

"Geldik işte ulan, ne konuşuyorsun hâlâ?" dedi, Kenan kabaca. Bu esnada da kapıdan anahtar tıkırtısı gelmeye başlamış, herkes sessizleşmişti. "Daha yarım saat var maçın başlamasına."

Onların sesleri daha yakından gelmeye başladığında önce kapının kapandığını, ardından da yaklaşan o adım seslerini duymuştuk. Tam o an, evin ışıkları Kenan tarafından açılırken herkes de olduğu yerden çıkmış, onun o ifadesinin şapşal bir hâl almasına neden olmuşlardı.

"Sürpriz!"

Birden fazla ağızdan çıkan bu kelime evin duvarlarında yankılanırken Yiğit'le yanındaki biricik sevgilisi de ellerine aldıkları konfetileri patlatıyorlardı. Kutudan fırlayan o küçük, renkli konfetiler havada uçuşurken onun o güzel kahverengi saçlarına dökülmüştü. Bu görüntü, gülmeme neden olurken gerçekten bunu beklemediğini böylelikle anlamıştım. İfadesi, o kadar şaşkındı ki onun kendine gelmesi biraz zamanımızı almıştı. Üstelik bu sırada elindeki formayı masanın bir köşesine bırakmayı ihmal etmedi.

Etraftaki o kargaşa ve gürültü tüm evi doldururken adımlarıma yön vererek aramızdaki mesafeyi aşmayı ve ona kocaman sarılmayı hedefliyordum. Saatlerdir mahrum kaldığım o dokunuşlarını hissetmek şu an bana iyi gelebilecek tek şey olacaktı.

Onun şaşkın bakışları üzerimdeki yerini alırken aramızda kalan o iki adımlık mesafeyi de nihayet aşıp kollarımı boynuna doladım. İşte tam olarak bunun verdiği his, göğüs kafesim içerisindeki o kelebekleri harekete geçirirken topuklu ayakkabılarıma rağmen o uzun boyuna yetişemeyerek parmak uçlarımda yükselmem gerekmişti. Göğsünden yayılan kokusunu derin bir iç çekerek ciğerlerime doldurduğum sırada elleri elbisemin sardığı belime dolandı.

"İyi ki doğdun sevgilim,"

Bir fısıltı hâlinde dudaklarımdan dökülen sözcükler, ona ulaştığında dudaklarının baskısını başımın üzerinde hissetmiştim. Bedenimi saran elleri, hafifçe belimi okşarken orada ne kadar süre ona sarıldığımı hesap edemedim.

"Senin bir şeyler karıştırdığını anlamıştım zaten," dediğinde birbirimizden uzaklaşmıştık. Bu söylediği kıkırdamama neden olurken bu sefer ellerimiz kenetlenmişti.

"Kaç oldun sen şimdi? Otuz mu?" diyen Firuze'nin bu soruyu sorma amacını hepimiz bilirken Kılıç'la Yiğit de çoktan kendilerini gülerek kanepeye atmışlardı. Onların gülüşleri eminim dışarıya kadar ulaşıyordu.

Kenan'ın bakışları onların üzerinde kısaca dolaşırken neler olup bittiğini anlamaya çalışıyor gibi bir hâli vardı.

"30 değil, 29." dediğinde aynı anda herkes kahkahalara boğulmuş, kanepedeki Yiğit'le Kılıç da gülerken kanepeden düşmüşlerdi. Bu sefer herkes Kenan'ı bırakıp onlara gülmeye başladığında ben de onların bu şapşallığını gülerek izliyordum.

"Neye gülüyor bunlar?" diyen Kenan, sağ tarafında kalan yazıyı hâlâ fark etmemiş olacak ki bana bu soruyu sormuştu. Parmaklarımı onun çenesine yaslayarak başını diğer tarafa doğru çevirmesini sağladığımda afişteki o yazıyı böylelikle görmüş oldu. Onun tepkisini yüzümdeki gülücüklerle izlerken, "Siz gerçekten delisiniz."

"Gel," diyerek onu masaya doğru çekiştirdiğimde ondan bir iki adım önde yürüyordum. "Mumlar eriyecek, üfle çabuk." Onlar içeri girmeden önce yaktığım mumlar, biraz daha o söndürmezse pastanın üzerinde eriyip bu kadar uğraştığımız organizasyon da elimizde patlayabilirdi. "Dilek dile!" diyerek de o mumları üflemeden önce bir hatırlatma yaptığımda güldü.

"Dileyecek bir şeyim yok," dediğinde bu sözleri, karnımın içerisindeki o tenyaların halaya durmasına neden olmuştu. Benim gözlerim parıl parıl parlamaya başladığında o yeşil gözlerini benden çekip pastanın üzerindeki mumları üflerken yüzümdeki gülücükler de olduğu yerdeydi.

Çenemin altında birleştirdiğim ellerimle başımı hafifçe omzuma doğru eğip ona baktığımda salondaki o kargaşa hâlâ devam ediyordu. "Doğum günün kutlu olsun," dediğimde o tatlı bakışlarının odağı olmuştum.

Yeşil gözlerinde küçük bir çocuğun mutluluğunu görüyordum ve bu görüntü, hiç olmadığı kadar hoşuma gitmişti.

"Teşekkür ederim," dedi, içime işleyen o sesiyle. Eş zamanlı olarak elini belime atarak beni kendine doğru hafifçe çektiğinde hiç düşünmeden, pervasızca dudaklarıma kapandı. Bu, tüm gözlerin üzerimize sabitlenmesine neden olurken tatlı öpücüğü sadece birkaç saniye sürmüştü fakat bunu öyle bir anda yapmıştı ki bugün kaçıncı kez olduğunu sayamadığım bir şekilde yine utanmıştım. Beyaz tenim yine kıpkırmızı kesilmiş, kalp atışlarım deliye dönmüştü.

O, benden uzaklaştığı an ben de hızla ondan uzaklaştığımda neyse ki diğerleri de bu anı görmemiş gibi davranmışlardı fakat birkaç fotoğrafın çekildiğini tabii ki biliyordum!

Kıpkırmızı olduğuna emin olduğum yüzümle beraber salonun en ücra köşesine geçtiğimde önce Gediz abiyle Firuze, onu kucaklayarak doğum gününü kutlamışlardı. Herkesle tek tek kucaklaşmış, hatta hediyeleri bile vermişlerdi. Ben, gelir gelmez direkt olarak hediyesini odasına bıraktığımda hediye verme faslını baş başa olduğumuz bir zaman dilimine ertelemeye karar vererek açılan şampanyadan Olcay'ın elime tutuşturduğu kadehi aldım. Bu esnada da ortadan hangi ara kaybolduğunu bilmediğim Kenan, merdivenlerde görünmüştü.

Üzerindeki gömleğini çıkarmış, o çok sevdiği formasını giymişti. Üstelik elinde başka bir forma daha vardı ki onun kime ait olduğunu bilmiyordum.

O, usulca bana doğru ilerlerken elimdeki kadehten küçük bir yudum aldım. Galiba o formanın sahibi bendim.

"Ne o?" dedim, merakla. Sorumla birlikte elindeki formayı iki yana açtığında sırtında koca harflerle yazan adımı da böylelikle görmüştüm. Onu gördüğüm an, futbolla alakam olmamasına rağmen dudaklarımda geniş bir gülümseme olmuş ve gözlerim kocaman açılmıştı. "Şaka yapıyorsun?" derken elimdeki kadehi masaya bırakıp formayı elime aldım.

"Ben beğenmezsin diye düşünmüştüm ama sen fanatikmişsin gibi bir tepki verdin şu an," dediğinde şaşırmış olduğunu görmüştüm.

"Birazdan 'bende niye yok?' diye ağlamaya başlayacaktım," dedim, tüm ciddiyetimle. Gerçekten de öyleydi, çünkü sadece bende yoktu! "Çok güzel,"

Buraya geldiğimde Yiğit ve Olcay dışında herkesin üzerinde aynı formayı görmüş kısa süren bir kıskançlık krizine girmiştim. Hepsinin formasının arkasında kendi isimleri yazarken küçük Eftal'de bile o formadan vardı. Üstelik Olcay'la Yiğit birer beşiktaşlı oldukları için onların üzerinde de forma vardı ve onların da isimleri yazıyordu. Kısacası onların arasında kensimi açıkça belli eden bendim ve Kenan bundan isteyeceğimi çok önceden tahmin etmiş olmalıydı.

"Nice maçlarımıza, sevgilim." dediğinde ona doğru uzanıp yanağına koca bir öpücük bırakmıştım. Rujumun izi yanaklarına bulaştığında parmaklarımla orayı temizledim.

"Teşekkür ederim," dedim, gülerek. "Artık tescilli bir Trabzonsporluyum sayende!" dediğimde o da gülmüş, benim isteğimle birlikte formayı elbisemin üzerine geçirmeme yardım etmişti. İçerisinde kalan saçlarımı çıkarıp elimle düzeltirken o da kendine ait kadehten şampanyasını yudumluyordu.

"Bu maç hangi kanaldaydı anasını satayım?" diyen Yiğit, elindeki kumandayla kanalları karıştırırken Olcay da aynı hevesle onun yanına, koltuğa oturmuştu. Ara ara elindeki telefonla ilgilense de genel olarak tüm ilgisi televizyondaydı. Onunla Yiğit birer Beşiktaşlı olarak iyi takım arkadaşı olmuşlardı.

"Beşiktaş yenilecek yalnız," Kılıç'ın bu sözleriyle birlikte Yiğit ona ters ters baktığında Olcay, fanatik olmasına rağmen hiç oralı olmamıştı. Onların arasında neler olup bittiğini hâlâ anlayamıyordum.

Dün, Kılıç arabayla yolumuzu kestiğinde Olcay inip onunla konuşmuştu fakat nereye vardıklarını kesinlikle bilmiyordum. Çünkü o sırada arabada uyuyakalmıştım. Ama şimdi bakıldığında pek bir yere varamamış gibi duruyorlardı. Kılıç yine onunla konuşmaya çalışıyor, Olcay yine ondan kaçıyordu.

"Bugün sevgilimin doğum günü, lütfen onunla ilgilenir misiniz?" dediğimde hepsi güldü.

"Bu adam 30 yaşında yengeciğim," dedi, Yiğit. "Pastasını da kestik, daha ne yapacağız?" dediğinde Kenan, elindeki yastığı Yiğit'e doğru atarak kafasına isabet etmesini sağladı.

"29!" dedi, oldukça öfkeli bir şekilde. Bu, yine bizi güldürürken benim pasta tabağımı alıp elimi tutarak beni kanepelerden birine doğru sürükledi. O, oturup beni de yanına çektikten sonra pasta tabağını elime tutuşturup kolunu koltuğun arkasına doğru atmıştı. Bu esnada elimdeki çatalı koca pasta dilimine batırıp ona doğru uzattım. O da bu tatlı teklifimi geri çevirmeyerek ona uzattığım küçük pasta dilimini adeta havada kaptığında gülmüştüm.

"Maç mı izleyeceğiz gerçekten?" dedim, gözlerimi televizyona çevirerek.

"Maç önemli bir detay," diyerek beni yanıtladığında başımı iflah olmazmışçasına iki yana salladım.

"Bebeğin cinsiyeti ne zaman açıklanacak?" diyen Bige şapşal bir cümle kurduğunda kıkırdadım.

"Evet," dedi, Olcay da onunla dalga geçerek. "Yurt çıkacak mı? E bunun bursu da var tabii." dediğinde boğazımın gerisinden bir kahkaha yükselmiş ve birkaç kahkahaya eşlik etmişti. "Şapşal mısın kızım? Sınav sonucu mu bu, ne zaman açıklanacak diyorsun?" diyerek o da güldüğünde Yiğit de sevgilisinin bu şapşallığı karşısında ona tatlı bir bakış atmıştı.

"Ne bileyim ben ya!" diyerek onlara çıkıştığında kaşlarını da çatmıştı.

"Yarın doktora gideceğim işte," dedi, Firuze de. "Gel sen de beraber gidelim." dediğinde yerimde heyecanla kıpırdandım.

"Ya!" diyerek ben de aralarına girdiğim sırada Kenan'ın bakışlarının bana döndüğünü hissedebiliyordum. "Ben de geleceğim, çok merak ediyorum!" Firuze, bu çocuksu tavırlarıma güldüğünde beni onaylamayı da ihmal etmemişti.

"Bir erkek bir kız olsun istiyorduk ama bakacağız artık," diyerek konuştuğunda Bige aynı heyecanla konuştu.

"Kız olsun," dediğinde ben de onunla aynı fikirdeydim.

"Bence de," diyen Kenan, ilk kez konuştuğunda Gediz abi ona dik dik baktı.

"Dost musun düşman mısın sen?" diyerek onu yanıtladığında Kenan güldü.

"Eftal var," dedi, Firuze de. "Biri de erkek olur işte. Çok istiyorsan sen yap, hazır evleniyorsunuz da hem." dediğinde kıkırdadım.

"Biz yüzük takacağız şimdilik," diyen Kenan'ı başımla onayladığımda ekledi. "Evlilik yakın değil yani."

"Yakın olsa da," diyerek konuya dahil olduğumda çatalımı hafifçe salladım. "Evlenir evlenmez çocuk yapmayacağım tabii ki!"

"Göreceğiz," Kenan'ın bu mırıltısı, kaşlarımın havalanmasına neden olurken sohbet dağılmış, onlar yine maç konusuna geri dönmüşlerdi. Ben de başımı çevirerek Kenan'a baktığımda bakışları bana döndü.

"Neyi?" dedim, merakla.

"Evleneceğiz," dediğinde onu onaylayan mırıltılar çıkarmıştım. "Zaten hemen evlenmiyoruz, önümüzde iki yıllık bir süre var gibi görünüyor.. Evlendiğimizde de uzun bir süre çocuk yapmak istemediğini söylüyorsun." dedi, bir çırpıda. "Saatler önce 29 yaşına girdim ve tüm bunlar olurken benim yaşım epey bir geçmiş olacak. O zaman da ben, bir çocuğumuz olmasını istemeyeceğim." dediğinde bu söylediklerini tabii ki ben de düşünmüştüm ve hak veriyordum da. Ben, yaşımın henüz böyle bir şey için küçük olduğunu düşünerek her adımımı ona göre atarken bazen onu düşünmüyordum.

"Adam haklı bu arada," diyen Kılıç, bakışlarımı ona çevirmeme neden olduğunda Kenan'ın yanında oturduğu için tüm her şeyi duymuştu. Elindeki telefonuyla ilgilenirmiş gibi yaparken hem de!

"Haklı olup olmadığımı duymak için söylemedim bunları," diyen Kenan'a baktığımda gözleri benim gözlerimdeydi. "Sen neyi, ne zaman istersen o zaman yaparız ama bazen sadece kendini merkeze koyuyorsun gibi geliyor." dediğinde bunu dile getirmesi yüzüme bir tokat gibi çarpmış, gözlerimi birkaç kez kırpıştırmama neden olmuştu.

Pekâlâ, haklıydı. Her ne kadar bunu duymak için konuşmuyorsa bile haklı olduğunu biliyordum. Ben, her seferinde kendimi düşünüyordum.

"Ben," dedim, konuşabildiğim ilk anda. Elimdeki çatalı kucağımdaki tabağa bırakmış, dilimi dudaklarım üzerinde gezdirip boğazımı temizleyerek bakışlarımı tekrar ona çevirmiştim. "Özür dilerim, haklısın."

"Özür dileme," diyerek o yumuşacık tavrını devam ettirdiğinde Kılıç da bizi yalnız bırakarak yanımızdan kalkmıştı. Onun eli, saçlarımı bulup kulaklarım arkasına sıkıştırırken yine çabucak dolan o gözlerimi fark etmişti. Günlerdir böyle ağlak bir kız gibi etrafta dolanmak canımı sıksa da kendime engel olamıyordum. "Özür dilemeni istemiyorum," derken eli yanağıma temas etmişti. O, dolan mavi gözlerime bir süre baktıktan sonra daha fazla konuşmayarak beni kendine doğru çekip başımı göğsüne bastırdı.

Tüm bu ağlaklığım, şu an söylediklerinden kaynaklı değildi. Saatler önce o mağazada öğrendiğim şeylerin etkisinden bütün gün çıkamamış, bulduğum her fırsatta da kendimi bir köşeye atarak ağlamaya başlamıştım. Oradayken de oradan çıktığımda da ona bir şey belli etmemek için çok uğraşsam da yüzüme bir tokat gibi çarpan bu sözleriyle şu an her şeyi ortaya dökmüş sayılırdım.

Bu söylediği son damla olmuş, benim gözlerimdeki vanaların açılmasına sebebiyet vermişti. O da bunu fark ederek susmayı tercih ettiğinde bir süre göğsünde saklanarak saçlarımı okşayan ellerinin varlığıyla birlikte gözlerimdeki o gemilerle batmaya hazırlanmıştım.

🗿🗿🗿

Diğer bölümde nişanımız var ayol, herkesi bekleriz🙆🏻‍♀️🙆🏻‍♀️🙆🏻‍♀️

Loading...
0%