Yeni Üyelik
18.
Bölüm

17. Bölüm-Çorap Söküğü

@melikemn

💔

Aşık olmakla nefret etmek arasında ince bir çizgi vardı. Ben çok çabuk aşık olurdum ama kolay kolay nefret edemezdim kimseden. Bu yüzden aslında bunu başarabildiği için Çınar’ı tebrik etmem lazımdı. Evrendeki bütün nefret duygularının toplamından bile daha çok nefret etmeme sebep olmuştu ondan çünkü. Bir diğer tebriğim Arık içindi. O da daha yeni tanışmış olmamıza ve ilişkimizin başında bana bir ton yalan söylemiş olmasına rağmen aşk duygum bir gram bile nefrete dönüşmemişti ve ismi hala bedenime bir sıcaklık yayılmasına neden oluyordu. Üstelik ondan nefret etmek tüm zorlukların arasında en kolayı olmalıydı çünkü yaşanmışlığımız çok daha azdı.

Yatağın üzerinde bağdaş kurmuş otururken ve önümdeki telefona endişeli gözlerle bakarken Çınar evden çıkıp gideli yaklaşık on beş dakika olmuştu. İşimi garantiye almak için yarım saat beklemeye karar verdiğimden sesimi çıkarmadan burada öylece durmaktan başka hiçbir şey yapmıyordum.

Bir de…

Onu arayıp aramamak konusundaki kararsızlığımı çözmeye çalışıyordum ama bu aslında günün konusu bile değildi.

Didem’den numarasını istememiştim. Yani… Açık açık istememiştim en azından bu yüzden o gönderdiğinde anlamsız bir mutlulukla karışık ufak bir şaşkınlık yaşadım. Keşke mesajı geldiği gibi silip, o numarayı hiç görmemiş gibi davransaydım çünkü bu benim bir gecelik uykuma ve saatler süren anksiyete krizleri geçirmeme neden olmuştu. Elimde telefon numarası olduğuna göre artık aramak gibi bir seçeneğim vardı sonuçta ve bu seçeneği göz ardı edebilmeyi asla başaramıyordum.

Kahrolası kalbim aptal gibi çarpıp duruyor, nefes almamı zorlaştırıyordu.

Kızgındım.

Kızgın olmalıydım.

Bana hayatıyla ilgili bir ton yalan söylemişti. Arzu’nun kardeşi olduğunu saklamıştı. Çınar’la aralarında bir ilişki olduğundan şüphelenmiş ama gizlemişti.

Birini öldürmüştü!

Beni korkutması ve kendinden soğutmuş olması gerekmez miydi? Neden ismini duymak bile eriyip gitmek istememe neden oluyordu? On üç yıl önce yaptığı bir yanlış yüzünden şu an ona ceza kesmek haksızlıktı belki ama en azından anlatabilirdi. Tanıştığımız zaman kalkıp bana ben birini öldürdüm çünkü aşiret ağasının oğluyum ve başka bir aşiretten birisi de gelip abimi vurmuştu dese nasıl karşılardım kim bilir tabi ama…

Bilmiyordum.

Ne hissetmem, ne düşünmem ve nasıl davranmam gerektiğiyle ilgili ufacık bir fikrim dahi yoktu. Sadece dün akşamdan sonra tek yaptığım onun için endişelenmek ve iyi olup olmadığını merak etmekti.

Vazgeçmeden hemen önce Didem’in gönderdiği numaraya tıkladım ve telefonu kulağıma götürdüm. Daha ilk çalışta pişman olmuştum ama artık geri dönemezdim.

“Alo?” dedi yüzümde hiç gereği olmayan bir tebessümün doğmasına sebep olan sesiyle. Yutkundum. Stresten terlemiş olan avuç içimi yatağa sürttüm ve güçlü bir nefesi ciğerlerime doldurdum.

“Alo? Duyuyor musunuz?”

Kuruyan dudaklarımı yalayıp, “Alo?” dedim cılız bir sesle.

Cevap vermedi. Sesimi tanıyıp şoka girdiği için miydi yoksa benimle konuşmak mı istemiyordu? O niye benimle konuşmak istemeyecekti ki? Ben ona hiçbir şey yapmamıştım bile.

Kalbini aşırı derecede kıracak sözler söyleyip eski sevgilime dönmüştüm ama yine de… Dün Çınar’ın evine gidip beni sorduysa, konuşacak şeyleri vardı demek ki.

“Derin?” dedi en sonunda iç çekerek. İsmim uzun zaman sonra kulağıma o kadar güzel gelmişti ki hayran kaldım. Metanetimi korumam gerektiğini kendime hatırlatarak boğazımı temizledim. “Arık?” dedim olabildiğince sesimi duygusuz tutarak. “İyi misin?”

“İyiyim.” Dedi dümdüz.

“Niye Çınar’ın evine gidip kendini dövdürttün?” diye sordum aniden öfkelenerek. Ya da normalden daha fazla öfkeli görünmeye çalışarak.

Yüzünü göremiyordum ama gülümsediğinden neredeyse emindim.

“Merak mı ettin?”

“Merak edeyim diye mi yaptın?”

Bir saniye duraksadıktan sonra cevap verdi. “Çaresiz olduğum için yaptım.”

Keşke şimdi şu evden çıkıp ona koşmanın ve boynuna sarılmanın bir yolu olsaydı. “Yapma.” Dedim yalvarır gibi. “Çınar’dan uzak dur ne olur?”

“Kim için endişeleniyorsun Derin?” diye sordu imalı bir sesle. “Onun için mi? Benim için mi?”

Nasıl cevap verebilirdim ki bu soruya? Cevap verdiğimde onu tekrar nasıl bırakabilirdim?

Oflayarak sımsıkı kapattım gözlerimi. “Arık! Beni çıkmaza sokuyorsun.” Bir de canımı yakıyordu ama söylemedim.

“Sen beni aradın.” Dedi şaşkınca. Lanet olsun ki çok haklıydı ve bu daha da büyük bir çıkmazdı. Bu yüzden söyleyecek tek bir mantıklı cümlem dahi yoktu.

“Niye oradasın?” diye sordu ben sessiz kaldığımda.

Belli ki söylediğim yalanlar onu yeterince tatmin etmemişti. Neden burada olduğumu ona söylersem, hala burada kalmama izin verir miydi? Muhtemelen yine gelip beni kurtarmaya çalışırdı ve bu dünya üzerinde en çok istediğim şey de olsa Çınar’ı tarihe gömmeden geri dönmeye niyetim yoktu.

“Güvenebileceğim tek insan Çınar olduğu için.” Dedim duygusuzca.

Aramıza bir sessizlik girdi ancak sanki sessizliğin de dili vardı ve kelimeleri kalbimin sızlamasına neden olmuştu.

“Tehdit mi etti seni?”

Arka arkaya sorular sorup beni yıldırmaya çalışıyordu. Kendimi polis sorgusunda gibi hissetmiştim. Neden Çınar’a gerçekten istediğim için dönmüş olabileceğime onu ikna etmek bu kadar zordu? Beni hemen tanımış, neler yapabileceğimi anlamış mıydı yani?

“Etmedi.”

“Sana zarar verdi mi?” diye sordu bu defa da. Yutkundum. “Hayır.” Olabildiğince net konuşmaya çalışmıştım ancak aynı anda aynadaki yansımamla çakıştı gözlerim ve kısa saçlarımı gördüm.

Onun sorgu seansının bitmeyeceğini fark ederek konuyu değiştirmeye çalıştım. “Sen… Sana çok vurdular mı?”

“Görmek ister misin?”

Kaşlarım kontrolüm dışında havalandı. “Nasıl olacak o?”

Telefon çalmaya başladığında beni görüntülü aradığını fark ettim. Aniden elim ayağıma dolandığında telefonu elimden düşürdüm. Açmamalıydım. Onu görmek içi yanıp tutuşuyordum ama görürsem kafam karışırdı ve güçlü duruşumu kaybedebilirdim. Gerçi en azından bir yaralarına baksam… Ne olacaktı ki? Birkaç saniye sadece… Ölmezdim.

Titreyen parmağımı ekrana değdirdiğimde Arık’ın yüzü belirdi karşımda. Muhtemelen yapmamalıydım ama daha ben kontrol edemeden kıvrılmıştı dudağımın kenarı ve engel olamadım.

Morun ve kırmızının her tonuyla bezenmiş suratını incelediğimde ise bir kez daha öfkeyle çıkıştım. “Şuna bak. Haşatın çıkmış. Salak mısın sen?”

“Sen bir de karşı tarafı gör.” Dedi belli belirsiz bir gülümsemeyle. Suratımı ekşittim. “Ya, uydurma. Karşılık bile vermemişsin.”

Kaşlarını çattı. “Haberler de baya hızlı yayılıyor orda.”

Yeşil gözleri içime işlediğinde kalbimin ritmi kontrolden çıktı. “Neyse tamam. Gördüm. Bitti. Kapatıyorum.” Tereddütle de olsa ekrana yaklaştırdım tekrar parmağımı.

“Dur.” Dedi aceleyle.

Durdum.

“Saçlarını mı kestirdin?”

Bir ağırlık çöktü göğsümün tam ortasına ve aldığım nefesi geri bırakamadım. Birkaç saniye Arık’ın ekrandaki endişeli yüzüne ve kendi afallamış suratıma baktım. Bu kadar uzun neyi düşünüyordum ki? Bariz ortadaydı. Gizleyemezdim.

“Kestirdim.” Dedim ruhsuzca.

“Neden?” diye sordu. Keşke nedenini ona söyleyebilseydim. Şu an hayatta ki en büyük isteğim saçlarımı neden kestiğimi ona anlatmaktı ancak cevap vermedim.

“Derin?”

Sustum. İçimi feryat figan kemiren kelimeleri, aramızda bir köprü gibi asılı duran cümleleri sustum. Çınar’a olan kinimi, nefretimi ve öfkemi sustum. Sadece, “Öyle işte.” Diye geveledim yarım yamalak.

“İyi değilim.” Diye itiraf etti en sonunda. Onun susması için de bir sebep yoktu zaten ancak o her susmadığında benim canım yanıyordu. “Delirecek gibiyim. O adamın yanında olduğunu düşündükçe çıldırıyorum Derin! Ya sana bir şey yaparsa, ya…” lafını kestim. “Değişti Çınar. Zarar vermez bana artık.” Dedim kendi inanmadığım sözcüklere onu ikna etmeye çalışarak. Başını olumsuz anlamda sağa sola salladı. “Bunun gerçek olmadığını biliyoruz ikimiz de. Onu sevdiğin için yanında olmadığını da bildiğimiz gibi. Bana her şeyi anlatırsan… Başka bir çözüm yolu buluruz Derin. Lütfen.”

Çaresizce omuzlarımı düşürdüm. “Arık, ben sadece nasıl olduğunu öğrenmek istedim. Benim yüzümden oldu diye. Vicdan yaptım yani.” Boğazımı temizleyerek sesimi olabildiğince katı tuttum. “Lütfen beni bu numaradan arama. Mesaj atma. Ne bileyim sil gitsin hatta. Çınar’a da bulaşma. Ben…” devam etmek yerine nefesimi bırakmakla yetindim.

Benim gibi o da güçlü bir nefes bıraktı dışarı. “Neredesin?”

Söylediklerimi duymazlıktan gelmeyi mi tercih etmişti yoksa bir cevap vermekten mi kaçınıyordu? “Çınar’ın evindeyim işte.” Dedim tereddüt ederek. Kaşlarını kaldırdı. “Nerede ki evindesin?”

Konuşmadım.

“Psikopat bir adamın yanındasın, ölüyorum meraktan!” diyerek yükseltti sesini. “Bana hiçbir şey yapmadan durabilmem için tek bir sebep söyle!”

Gözlerimi yumup içimde hızını alamadan yokuş aşağı yuvarlanıp duran duygularımın yere çakılmasını önlemeye çalıştım. “Çünkü… İstemiyorum.” Dedim dümdüz. Onun nasıl olduğunu öğrenmek için aramıştım ama şimdi kalbini daha çok kırıyordum ve aramızdaki şeyin adı her neyse korkunç bir çıkmaza giriyordu.

Arık’ın görüntüsü donup kaldı. Öyle ki bir an bağlantının kesildiğini sandım ancak en sonunda, “Peki,” diye mırıldandı zorlukla duyulacak bir sesle. Bana inanmadığını biliyordum ama en azından inadımla baş edemeyeceğini de anlamıştı.

Birkaç saniye ikimizde sessizce birbirimize baktık ve o an niyeyse telefonu kapatmak da aklıma gelmedi. Sanırım onu izliyor olmanın büyüsüne kapıldığımdandı.

“Çok mu kızgınsın hala bana?” dedi sessizliği bozmak isteyerek.

Değildim ama bunu ona söylememem gerekiyordu. “Kızgınım.”

Alnını ovaladığında muhtemelen yaralarına dokunup kendi canını yaktığı için yüzünü buruşturdu. Acaba pansuman yapabiliyor muydu? Vurulduğunda yarasını sardığım zamanı hatırladım. Birbirimize hiç yalan söylemediğimiz başka bir dünya kurabilseydim bize keşke ve şimdi yanında olsaydım. Bütün yaralarını yine büyük bir özenle sarardım.

Bir saniye için gözlerimi kırpıştırarak ağlama isteğimi bastırdım.

“Geçer mi bir gün?” diye sordu yumuşak bir sesle. Omuz silktim. “Belki bir gün.”

Aynı tınıyla tekrar etti sözlerimi. “Belki bir gün.”

Elimi ekrana yaklaştırdıktan sonra son kez baktım gözlerine. “Hoşça kal Arık.” Dedim.

Mümkünmüş gibi kokusu geldi burnuma ve hayranlıkla iç çektim. Dudaklarını yaladı ve yüzünü ekrandan birkaç santim uzaklaştırdı. “Hoşça kal Derin.”

Kapattım.

Bir süre öylece aynadaki halimi izlerken buruk bir tebessüm vardı suratımda. Onu görmüş ve iyi olduğunu öğrenmiş olmanın rahatlığı ve belki de yeniden göremeyecek olmanın hüznü… Karmakarışık duygularım hareket etmemi dahi zorlaştırdığından ne kadar olduğunu kestiremediğim bir süre boyunca kalkmadım yataktan. Hatta belki günlerce bile oturup sadece onu düşünerek geçirebilirdim tüm zamanımı ama bu işkenceye de, ayrılığa da boş boş durmak için katlanmıyordum.

💔💔

Evin bütün odalarının kapıları açıktı ve hepsinin üzerinde anahtarı duruyordu ancak çalışma odası kilitliydi. Hem kamera koydurup hem de sürekli kilitli tuttuğu bir odada kim bilir neler saklıyordu Çınar? Aklımda türlü ihtimaller vardı ancak suç skalamın sandığım kadar geniş olmadığını da fark etmiştim aynı zamanda. Bu yüzden neye odaklanmam, ne aramam gerektiğini kestiremiyordum. Ufacık bir ipucu, şüphe uyandıran herhangi bir şey görsem çok daha kolay ilerleyebilirdim ama henüz elime böyle bir fırsat dahi geçmemişti. Sabırlı olmalıydım ancak Arık’la konuştuktan sonra garip bir telaşa kapılmıştım. Sanki ben onu kırdıkça ve istemediğimi söyledikçe bütün köprüler yıkılacak, onun yalanları ve benim yalanlarım bir olup her şeyi harap edecekmiş gibi…

Önümdeki çorba tenceresini karıştırırken düşüncelerin arasına o kadar dalmıştım ki telefon çalmaya başladığında uykudan uyanır gibi, olduğum yerde sıçradım. Çınar’a yemek yapasım yoktu ama normal görünmek ve ona laf edebileceği herhangi bir koz vermekten kaçınmak istiyordum. Bu yüzden sabah birkaç erzak siparişi vermiştim.

Masanın üzerindeki telefonu açıp kulağıma götürdüm. Arayanın ismine bakma gereği duymamıştım çünkü zaten Çınar’dan başka kimsenin aramayacağını biliyordum.

“Alo?”

“Gülüm?”

Gözlerimi devirdim. “Efendim?”

“Yarım saate evde olurum. Hazırlan.”

Önceden olsa beni dışarı çıkarması için adeta yalvarırdım. Şimdi de eve girmek bilmiyorduk ama ben onunla hiçbir yere gitmek istemiyordum. Yine de ona itiraz etmek gibi bir lüksüm zaten olmadığından ve o da bana sorma zahmetine dahi girmediğinden onayladım. “Olur.”

Bir şey söylemesini beklemiştim ama iki saniye sonra telefonun kapandığını fark ettim. Oflayarak ocağı söndürüp odaya yöneldim ve dolabın karşısına geçip bakınmaya başladım.

Beyaz, uzun kollu bir bluz ve midi boy, mavi bir etek giydim. Nereye gideceğimizi bilmiyordum ama üstümdekilerin çoğu yere uygun olacağına karar vermiştim.

Kısa saçlarımı tarayıp, düzleştirdim ve hafif bir makyaj yapıp hala gözümün alışamadığı halime iç çekerek baktım. Belki de gözümün alışmasını değil de saçlarımın bir an önce uzamasını dilemeliydim.

Beş dakika sonra Kemal geldi ve hiçbir şey söylemeden evden çıkmamı beklemeye başladı. Hızlıca cüzdanımı ve telefonumu çantama koyup, kısa topuklu, beyaz ayakkabılarımı giydim ve akşam havanın soğuk olacağını bildiğimden, ceketimi de yanıma aldım.

“Ne haber?” dedim kapıyı çekerken sırf canım sıkıldığından. Kemal etrafta başka kimse olmamasına rağmen onunla konuştuğumdan emin olamamıştı sanırım çünkü birkaç saniye boş boş yüzüme bakmaktan başka hiçbir şey yapmadı. En sonunda hareketlendiğimizde, “İyi yenge.” Dedi geçiştirmek ister gibi. Asansör kapısının önüne geldiğimiz sırada da “Senden?” diye sormayı akıl edebildi.

Omuz silktim. “İyi. Karın nasıl?”

Geçen sene evlenmişti. Düğünlerini Çınar yapmıştı ve birlikte gitmiştik. Aslında epey de eğlenmiştim o gece. Kemal’le neden en baştan beri yıldızımızın barışmadığını düşündüğümde, mantıklı bir açıklama bulamıyordum. Tek sorun onun çok sadık olması ve aslında Çınar’ın bütün emirlerini yerine getirmesiydi. Gerçi bu bir sorun da sayılmazdı. Çınar’ın sağ koluydu. Olması gereken buydu.

“İyi o da. Hamile.”

Gülümsedim. “Ya, tebrik ederim.”

Kemal’de gevşemiş olacak ki gülümsememe karşılık verdi. “Sağ ol yenge.” Çınar’la birlikte onun da başını yakmış olacak mıydım acaba? Aniden hiç sırası olmayan bir vicdan azabı yerleşmişti içime. “Kemal?” dedim aklıma gelen bir fikirle. “Hiç başka bir iş yapmayı düşündün mü?”

Gözlerime öyle bir bakmıştı ki, dünyada başka bir iş olduğundan dahi habersizdi sanki. “Çınar abinin emeği büyük bende.” Dedi asansörden indiğimiz sırada.

“Bırakamam onu.”

Kemal’in sadıklığı bir kez daha canımı sıktı. Yeniden bir şey söylemedim. Bunun yerine arabaya binene kadar Çınar’la birlikte kaç insanın daha başının belaya gireceğini düşünmeye başladım.

“Güzelim.”

Çınar beni arka koltuğuna oturduğu arabanın içinde büyük bir heyecanla karşıladığında ben de ona aynı heyecanla karşılık verebilmeyi denedim. “Selam…” kusma isteğimi zorlukla bastırıp, uzattığı eli tutarak yerleştim koltuğa. “Nereye gidiyoruz?”

“Nişan alışverişi yapmaya.”

Sahte de olsa takınmayı başardığım enerjik tavrım paramparça oldu. Ne diye birden aile babası olası tutmuştu ki? Daha üç ay önce en yakın arkadaşımla yatmamış gibi..

“Ne nişanı?” diye sordum yanlış anlamış olduğumu umarak.

Parmaklarını parmaklarıma geçirip, elimi öptü Çınar. “On üç Ekim.” Dedi yüzündeki gülümseme tahammül edilemez bir hal aldığında. “Mekanı ayarladım. Babanı bile arayıp çağırdım. Öncesinde bizi eve davet etti tabi. Eh, polis adam. Şüpheci. Her neyse. Usulüne göre yapacağım ben her şeyi zaten.”

Yine kafamı kesip koparmayı teklif etse daha kolay kabul edeceğim bir fikri bana hiç sormadan uygulamış, emrivaki yapmıştı. Onun bana fikirlerimi sorması zaten hayatımızın hiçbir zaman parçası olmamıştı ama keşke en azından babamı aramasaydı! Son konuşmamızda Çınar’ın bir haltlar karıştırdığını ve ondan uzak durmamı söylemişti. Nişanı duyunca kim bilir neler düşünmüştü. Onunla yeniden bir baba kız olacağımızı zannetmiyordum ama yıllar sonra onun yargılamalarına ve suçlayıcı gözlerine katlanmayı hiç istemiyordum.

Arık’a söyler miydi? Bir kere görüşmüşlerdi sonuçta. Hemen sıkı fıkı olup benimle ilgili konuşmazlardı herhalde.

Mideme korkunç bir ağrı girdi. Öyle ki suratımı buruşturdum ve Çınar’ın tuttuğu elimi de çekip karnımın üzerine koydum. “Heyecanlandın değil mi?” diye sordu Çınar neşeli bir sesle. Usulca başımı sallayıp onayladım onu.

Ölmek istediğimi belli etmemeliydim.

Yol boyunca Çınar ve Kemal’in kendi arasında konuştuğu önemsiz konulara kulak kabartmıştım ancak hiçbiri ilgimi çekmemişti. Sonunda arabayı kapalı otoparka koyup indiğimizde kasvetli ruh halim de dağıldı. Hem babamı görmem iyi bile olabilirdi. Belki bana yardım ederdi ve bu iş sandığımdan daha kolay çözülürdü.

Çınar bir adım önümde, Kemal’de bir adım arkamdan yürüyordu. Alışverişlerimizi genelde böyle yapardık bu yüzden daha onlar hareketlenmeden pozisyon almıştım zaten. Avm’nin kalabalığından olsa gerek Çınar üç saniyede bir dönüp bana bakıyordu. Kaçıp gideceğimden mi korkuyordu yoksa yanlış bir hareket yapmamdan mi emin olamamıştım ama sorgulamadım da. Onun davranışlarını anlamlandırmaya çalışmayı bırakalı çok olmuştu.

Bir kuyumcunun önüne geldiğimizde aniden durdu Çınar. Kemal’e sadece gözleriyle kapıda kalmasını işaret etti ve beni elimden tutup içeri soktu.

“Çınar bey, sizi bekliyordum ben de. Buyurun.” Dedi tezgahın arkasındaki adam. Ellili yaşlarında gibi duran, kısa boylu, hafif kilolu biriydi. Saçlarının yarısı çoktan dökülmüş, kalan yarısı da neredeyse beyazlamıştı. Bizi görünce yüzünde oluşan aydınlanmadan anladığım kadarıyla, bir maden bulduğunu düşünüyordu.

“Bir iki sipariş vermiştim. Hazırladınız mı?” diye sordu Çınar camekanın önüne yaklaşıp, dirseğini yasladığında.

“Tabi, getireyim. Başka bir isteğiniz var mı? Çay, kahve ikram edelim.” Dedi adam. Soğuk bir su isteyecektim ama Çınar benden önce söze girdi. “Almayalım.”

Araladığım dudaklarımı çaresizce kapatıp ben de dirseğimin birini camekânın üzerine koydum. Yaklaşık bir dakika sonra az önce girdiği ve içeriye açılan, ahşap kapıdan çıktı adam ve elindeki üç kutuyu tam önümüze bıraktı.

“Bakmak ister misin?” diye sordu Çınar kibar bir sesle. Hiç umurumda değildi ama uzanıp önce yüzük kutusu gibi görünen, lacivert, kadife kutuya uzandım. Dün akşam verdiği yüzüğün iki katı büyüklüğünde bir taşı olan, altın ve pırlanta detaylı yüzüğe bakarken abartı tepki vermediğimi ummuştum ancak hemen üzerine asılmış, küçük etikette yazan fiyatı görünce kocaman olan gözlerimi Çınar’a çevirdim. “Hiç bunlara gerek yok.”

Elini uyarıcı bir tavırla omzuma koyduğunda bakışları da imalıydı. “Aşk olsun. Sana az bile.” Dedi ama sesi tehditkardı. Bunun anlamını biliyordum. Çeneni kapat demek istemişti. Ben de söylediğini yaparak sesimi kestim ve kutuların içindeki diğer takıları da inceleyip gülümsemekle yetindim. Köprüyü geçene kadar böyle olsundu. Nasılsa ben tüm bu yaptıkları için tek seferde alacaktım intikamımı…

“Tamamdır o halde. Yüzük ölçüsünü alalım. Faturasıyla birlikte eve gönderirsiniz. Her zaman ki yere değil ama. Yazacağım ben adresi.” Dedi Çınar ve adam benim yüzük ölçümü aldıktan sonra beni yine sürükleyerek çıkardı kuyumcudan. Bu iş boyumu aşmak üzereydi galiba ama dirayetli durmaya çalıştım. Tek bir ipucu. Eğer aklıma yatan herhangi bir şey bulursam, gerisi çorap söküğü gibi gelecekti.

Kuyumcudan sonra Çınar beni bir mağazaya götürmüş, yine kendi zevkine göre bir elbise beğenip almıştı ve ben de hayatımda gördüğüm en güzel elbiseymiş gibi tepki vermiştim.

Nişan alışverişi tantanası sona erdiğinde eve gideceğimizi umdum ama Kemal başka bir yöne döndüğünde panikle doğruldum. “Nereye?”

Gözlerini yoldan ayırmadan söze girdi Çınar. “Dedim ya güzelim. Baban çağırdı.”

Kaşlarımı şaşkınlıkla havaya kaldırdım. “Bugün demedin ki!”

Aniden vücudumu saran stres yüzünden kalp atışlarım olabildiğine hızlandı. Babamla yüzleşmeye hazır değildim ki. Gerçi Poyraz’ı özlemiştim bile şimdiden ama zaten günlerdir Çınar’a katlanıyorken bir de Şebnem’e nasıl tahammül edebilirdim?

“Babam ne dedi ki tam olarak?” diye sordum gereğinden fazla gergin görünmediğimi umarak.

Çınar isteksizce yanıtladı beni. “Adam gibi oturup konuşalım dedi.”

Oflayarak başımı geriye yasladım. Ters bir laf eder de beni sinirlendirir ya da Çınar’ı şüphelendirir diye ödüm kopuyordu. Gerçi o da Çınar’ın foyasını ortaya çıkarmak istiyordu ama bunu benim yapmamı istemediğinden emindim.

Çaresizce gözlerimi yola çevirdim ve en son küçük bir valizle çıktığım o eve geri dönerken, içimdeki acının son bulmasını diledim.

💔💔

Evimi özlemiştim.

Çoğu eşya değişmişti ancak sanki havası aynı duruyor hatta nasıl olduğunu anlamasam da annem kokuyordu. Duygusallığın sırası olmadığını bildiğimden gözlerimin yaşarmasına izin vermedim ancak garip bir sakinliğe büründüğüm de aşikardı.

Şebnem elindeki çay tepsisini bana doğru uzattığında kahverengi gözlerini de benimkilere dikmiş, bir şeyler ima ediyor gibiydi ama hiçbir şey anlamamıştım. Onunla muhatap olmak gibi bir niyetim olmadığından kaçırdım gözlerimi ve çay bardağını alıp, yanımdaki sehpanın üzerine koydum.

“Çabuk düzeltmişsiniz arayı.” Dedi babam ama daha çok sana gününü göstereceğim tadında bir cümleydi bu. Çınar’ın yüzüne kocaman bir gülümseme yayıldı. “Size tanıştığımız zaman da söylemiştim ya. Aramızda çok güçlü bir bağ var. Ne olursa olsun kopamayız biz.”

Saçma sapan bir mimik yapma ihtimalime karşı başımı öne eğdim. Poyraz elinde bir kutu oyuncakla çıkıp geldiğinde de onların sohbetlerinden uzaklaşmanın yolunu bulmuştum.

“Bu adam kim?” diye sordu Poyraz Çınar’ı işaret ederek. Çınar, Poyraz’a ifadesiz bir suratla bakıyordu. “Derin’in sözlüsüyüm ben.” Dedi sanki Poyraz sözlünün ne demek olduğunu biliyormuş gibi. Allah aşkına! Üç yaşındaydı bu çocuk!

Üç!

Mızmız bir tavırla omuz silkti Poyraz. “Öbür abi daha iyiydi.”

Çınar’ın buz kesmiş suratını fark ettiğimde bir öksürük krizinin eşiğinden dönüp, kıpkırmızı olmuş suratımı gizlemek için kafamı başka yöne çevirdim ve Poyraz’a susması için yalvarmadan hemen önce gülümsemeye çalıştım. “Ne kadar çok oyuncağın var senin böyle?”

Şükürler olsun ki Poyraz bu konuyu uzatmadı ancak Çınar’ı biraz tanıyorsam bunun hesabını da bana keserdi.

Allah yardımcım olsundu.

Kapının pervazına yaslanmış bir halde bizi izleyen Şebnem bana kaş göz yapıyordu ama hala onun ne ima ettiğiyle ilgili hiçbir fikrim yoktu. Son beş yıl içinde iyice kafayı mı yemişti yoksa ben onu gram umursamadığımdan önemli bir noktayı mı kaçırıyordum emin olamamıştım.

“Derin?” dedi en sonunda yaptığı mimiklerin işe yaramadığını kabullenerek.

“Ne var?” çok kaba bir cevaptı ama içimden ona karşı daha kibar olmak da gelmiyordu ne yazık ki.

Sıkıntıyla boğazını temizledi Şebnem. “Tatlı yapmıştım. Yardım et de getirelim.”

Dalga mı geçiyordu yoksa benim sabrımı mı sınamaya karar vermişti? Eğer derdi sabrımı sınamaksa çok yanlış bir hamleydi çünkü sabrımın tamamını zaten Çınar’a harcıyordum.

Gözlerimi herkesin üzerinde tek tek gezdirdim. Poyraz oyuncaklarla oynamaya dalmış, Çınar saçma sapan bir sohbet açıp babamı bunaltmaya başlamıştı. Ara sıra göz ucuyla beni kontrol ettiğinin farkındaydım ama görmezlikten geldim. Aynı anda babamın bakışları da beni buldu ve kaşlarını kaldırıp başıyla ufak bir hareket yaparak kapıyı işaret etti.

Yeniden Şebnem’e baktım. O da eliyle gel gel yaptı bana. Kim bilir hangi saçma ve canımı sıkacak sebepten dolayı beni çağırıyordu? Normal şartlarda ona ayak diremek olması gerekendi ancak babamın hareketi beni şüphelendirdiğinden hiçbir şey söylemeden ayaklandım isteksizce de olsa. Girdiğim bir ortamda sorun çıkaramıyor olmak ne kadar zordu!

Mutfağa varana kadar Şebnem’i umursamadan ilerlemiştim ve bir an önce söyleyeceklerini duymak için kollarımı göğsümde bağlayıp sabırsızca beklemeye başladım. Arkamdan neredeyse koşarak gelip kapıyı örttüğünde ise şok olmuş bir ifadeyle döndüm ona. “Ne yapıyorsun?”

Susmam için işaret parmağını dudaklarına yasladı. “Ya sabır.” Diye mırıldandı birde gerçekten yanlış bir şey yapmışım gibi.

“Beş yıl sonra yine başına geldim diye sorunu kökten çözüp beni öldürecek misin?” dedim öfkeyle tek ayağımı yere vururken.

Güldü. “Sen babanı öldüreceksin o kesin.”

“Ne istiyorsun? Bir daha karşınıza çıkmayayım diye para mı teklif edeceksin?” diye sordum bu defa da. Beni konuşmak için çağırmış olmasının altında başka hiçbir mantıklı sebep bulamıyordum.

“Ne haltlar karıştırıyorsun? Dökül.” Dedi yanıma yaklaşırken. Gizli bir iş yaparken yakalanmışım gibi hızlıca kaçırdım gözlerimi ki aslında gibisi de fazlaydı.

“Ne diyorsun be?” diye çıkıştım biraz da abartı bir ses tonu kullanarak.

“Derin? Baban yaşananları bana anlatmıyor sanıyorsun herhalde. Kızım bu adam seni pavyonunda dört yıl çalıştırıp, bir de arkadaşınla aldatmamış mı? Sen de onu bıçaklayıp, o polisle kalmaya başlamışsın. Üç gün sonra da bir duyuyoruz ki bununla nişanlanıyorsun. Oradan salak gibi mi görünüyoruz biz?”

Şeytan.

Şeytan gibi görünüyordu ama bunu söylemenin hiç sırası değildi. Ben ona cevap vermediğimde konuşmayı sürdürdü. “Yavuz ipucu olursa içeri tıkarız demiş sana. Sonra hop, Derin hanım nişanlanıyor!”

Şeytan da değildi. Hatta şeytana pabucunu ters giydirirdi.

“Bakma bana öyle. Baban anlamadı mı sanıyorsun senin neden bu adama döndüğünü. Derin’in hastalığı nüksetti diye acındırmış kendini ama sana inandı sonra baban. Azılı bir suçluymuş manyak herif. Kim bilir ne boklar karıştırıyor ama sen tek başına nasıl çözeceksin orasını hiç anlamadık.”

Demek ki yalnızca Şebnem kandırabiliyordu babamı. Belki de bu aşık olunca gözü kör olma huyum babama çekmişti. “Yani? Ne olmuş? Sonuç olarak Çınar benden gram şüphelenmiyor. İpucunu bulacağım. Onu yakalatacağım. Sonra da hayatımın sonuna kadar ondan kurtulacağım.” Dedim kısık sesle ancak kelimelerin üzerine basa basa. İnkar ederek onu kandıramayacağımı biliyordum.

Şebnem’in yüzünde alaylı bir ifade belirdi. “Buldun mu bari herhangi bir şey?”

Biraz da tereddüt ederek dudaklarımı yaladım. “Hayır.” Diye geveledim ağzımda. Sanki Şebnem’le aramızda bir savaş başlamıştı az önce ve şu an ben ona yenilmiştim. Stresle iç çektikten sonra devam ettim. “Hoşuna mı gitti çaresizliğim? Ne yapacaksın? Çınar’a söyleyip başımı belaya mı sokacaksın yine? Seversin sen benim başımı belaya sokmayı sonuçta.” Bu defa ben diktim gözlerimi onun kahverengi gözlerine ve kendimce meydan okudum. Babam da Çınar’ı yakalamaya çalışıyordu. Benden kurtulmak için bir çözüm arıyor dahi olsa, bunu tercih etmezdi herhalde Şebnem. Gerçi o bu dünya üzerinde güveneceğim insanlar listesinde pek ön sıralarda değildi ama yine de aklımdaki ihtimale tutunmaktan başka çarem yoktu.

“Yok.” Dedi düz bir sesle ve ardından o da benim gibi kollarını bağladı. “Sana yardım edeceğim.”

Şaşkınlıkla havalanan kaşlarım ve inanamayan bakışlarımla Şebnem’in karşısında dikilirken ne söyleyeceğimi dahi kestiremedim.

“Ne? Tek başına beceremiyorsun belli ki. Seni o adamdan olabildiğince hızlı kurtarıyorum işte. Daha ne istiyorsun?” diyerek savundu bir de fikrini. Kahkahalarla gülesim vardı ama kendimi tuttum.

“İyi de…” diye girdim söze kelimelerimi de doğru seçmeye çalışarak. “Biz birbirimizden nefret ediyorduk ya en son. Hatırladın mı?”

Yüzünde belli belirsiz bir gülümseme belirdi ancak garip olan bu gülümsemenin bana neredeyse sevecen görünmüş olmasıydı. “Toyduk.” Dedi omuz silkerek.

Bu defa da ben dudaklarımdan bir kıkırtı dökülmesine engel olamadım. “Otuz iki yaşındaydın babamla evlendiğinde Şebnem.”

Oflayarak başını yana eğdi. “Bak, o zaman on yedi yaşında sorunlu bir ergendin ve ben… Evlenip bir anda kocaman bir ergen kızın annesi oldum. Bocaladım. İstemedim. Uğraşamadım.”

Sesimi yükseltmeden ona cevap vermem gerekiyordu ama çok zor dayanıyordum. “Sen de beni tımarhaneye tıkmaya mı karar verdin?”

Aceleyle itiraz etti. “Hayır! Antidepresanlarla biraz sakinleşirsin diye düşündüm.”

İçimde biriken siniri bastırabilmek adına dişlerimi birbirine kenetleyip bağladığım kollarımı açtım ve yumruklarımı sıktım. “Lan manyak!” zorlukla yutkunup ses tonumu alçalttım. “Senin yüzünden evi terk edip Çınar’a sığındım salak gibi ve koca bir beş yılımın içine sıçıldı! Annemi kaybetmiştim. Bir de babamı aldın elimden! Anne olman gerekmiyordu. Biraz insan olsan yeterdi! Başıma gelen her şeyin sorumlusu sensin!”

Dakikalardır sakin duran yüz hatları gerildi. Gözleri buğulanmış, titremeye başlamıştı. “Pişman oldum.” Dedi sadece. Sanki bu iki kelime benden çaldıklarını yerine koyabilirmiş gibi. “Bak, izin ver en azından bu defa iyi bir şeyler yapayım. Artık sadece kocamın kızı değilsin ki sen.” Tereddütle elini koluma koyduğunda hızlıca geri çekildim. “Oğlumun da tek kardeşisin. Bu dünyada onu emanet edebileceğim tek kişisin yani.”

Stresle alnımı ovalayıp, mantıklı düşünmeye ve ne yapmam gerektiğini bulmaya çalıştım. Gerçi denize düşen yılana sarılırdı değil mi? Yardıma ihtiyacım olduğu açıktı ve Didem’i Çınar’ın evine sokamayacağıma göre, Şebnem ne yazık ki elimdeki en iyi seçenekti.

Çaresizce düşürdüm omuzlarımı. “İyi.” Dedim oldukça isteksiz bir sesle. “Görelim bakalım marifetlerini.”

💔💔

Ucu bucağı olmayan bir denizde, ufak bir iğne arıyordum sanki. Kafamı çevirdiğim her yer kayalıktı ve ben boşuna kürek çekiyor gibi hissettiğimde, boğulacağımı düşünüyordum. Yine de Şebnem’i gram sevmesem ve ona güvenmesem de bana olmasa da babama ihanet etmeyeceğini bildiğimden içim rahattı.

Çınar beni eve bırakmış, kapıya da Kemal’i dikmişti ve Sarmaşık’a gitmişti. Gece geç geleceğini bildiğimden gerginliğim azalmıştı ancak kilitli bir kapıyı nasıl açacağım hakkında henüz bir fikrim olmadığından moralim oldukça bozuktu. Üstelik şu an elimdeki en iyi seçenek Şebnem’di.

Can sıkıcıydı.

Babam şükürler olsun ki normal şartlarda çıldırmasına sebep olacak planım hakkında ufacık bir imada dahi bulunmamıştı. Çünkü muhtemelen İblis Şebnem onu bir şekilde buna da ikna etmişti. Bazen işe yaradığı da oluyordu demek ki. Daha önce hiç şahit olmadığım bir şeydi bu yüzden beni epey şaşırtmıştı.

Pijamalarımı giyip yatmaya karar vermiştim ancak kapı çalınca daha yeni uzandığım yataktan küfürler savurarak kalktım. Ayaklarımı sürüye sürüye koridor boyunca ilerledim ve kapıdakinin Çınar olmadığını umarak araladım.

“Yenge?” dedi Kemal beni pijamayla görünce gözlerini kaçırarak. Oysa, pembe kısa kollu bir üst ve aynı renk uzun bir alt giyiyordum işte. Gören de çıplak çıktım sanırdı.

“Ne oldu?”

Boğazını temizledi. “Nişan takılarını getirdiler de.”

Saat on olmak üzereydi. Teslimat bu saatte mi yapılıyordu? Garipti.

“Tamam ver.” Dedim ve elindeki torbayı alıp hiçbir şey söylemeden yeniden kapattım kapıyı. Aslında bir an önce yatağa dönmek istiyordum ama merakıma yenik düştüm.

Torbanın içine şöyle bir göz attığımda, kuyumcudaki üç kutuyu ve bir de iki sayfalık faturayı görmüştüm. Yüzük kutusunu elime alıp kapağını kaldırdım. Dükkandayken gözüme çarpan etiket yoktu. Zaten hiç o parayı hak eden bir yüzük de değildi ama Çınar’ın nereden kazandığının belli olmadığı parayı har vurup harman savurası varsa kendisi bilirdi.

Yüzük kutusunu bırakıp faturayı aldım elime. Üzerinde yazan rakamları görünce, emin olmak için birkaç kez kırpıştırdım kirpiklerimi. Bir para birimi olamayacak kadar fazla rakamın yan yana dizildiğini görünce şok olmuş, birkaç saniye öylece ağzım açık bir şekilde bakmıştım kağıt parçasına ama asıl şaşırmam gereken noktayı sonradan fark ettim.

Etiketlerde gördüğüm fiyatların üç katıydı!

Yani ya Çınar dolandırılmıştı ki bu imkansıza yakın bir ihtimaldi. Ya da bu fatura gerçek değildi.

Salona koşarak telefonu aldım elime ve Çınar’ın korkusundan numarayı sildiğim için yeniden arama motoruna Didem’in adını yazıp tıkladım.

“Derin?” dedi daha ikinci çalışta açarak. “Didem!” diye gürledim heyecanla ancak sonra Kemal’in kapıda olduğunu hatırlayarak ses tonumu alçalttım. “Fatura var bir tane. Normal fiyatının üç katı falan yazılmış.” Çok hızlı konuya girdiğimi fark ederek boğazımı temizleyip, kendimi sakinleştirdim. “Özür dilerim. Nasılsın? İyi misin?”

Didem’in gülüşü kulağıma ulaştığında gevşemiştim. “İyiyim. Bana bak. Başka böyle fatura bulabilir misin?” cümlesinin sonunu havada bırakıp bir saniye duraksadı. “Ya da sen bulabildiğin ne kadar fatura varsa at bana. Ben bakacağım tamam mı?”

Kalp atışlarım büyük bir heyecanla hızlandığında hevesle sordum. “İşe yarar mı yani?”

“Yarar.” Dedi Didem net bir sesle. “Baya işe yarar.”

28 Ağustos 2024

“Kızım ne bu koku Allah aşkına? İçim dışıma çıktı.” Diye hayıflandı Arzu oturduğu yerde. Gözlerimi devirdim. “Ay bir yemek yapayım dedim. Ağzımdan burnumdan getirdin ha.”

Hala buruşuk olan suratıyla söze girdi tekrar. “Sen niye bize yemek yapıyorsun ki? Çınar’a yapsana gidip!”

Omuz silktim. “Zıkkım yesin Çınar!”

Sonunda tiksinti dolu ifadesinin yerini alaylı bir gülümseme aldı. “Yine mi kavga dövüş? Neyse… Amin!” dedi neredeyse bağırarak. Sarmaşık’ın mutfağını ele geçirdiğim için muhtemelen Çınar yine bana hayatı zindan edecekti ama artık onu o kadar umursamıyordum ki, yapabileceklerini de düşünesim yoktu.

“Nerede o? Yok ortalarda. Bizi burada görürse…” dedi Arzu ancak cümlesini tamamlamasına gerek kalmamıştı çünkü ikimizde olacakları gayet iyi biliyorduk. “Evde tadilat varmış.”

Kaşları çatıldı. “Daha iki ay önce tadilat yok muydu evde?”

Hatırlamıyordum çünkü eve eskisi kadar sık gitmiyor, Çınar ortalıkta olmadığında da onun nerede olduğunu pek sorgulamıyordum. “Var mıydı? Ne bileyim ben.”

Arzu’nun yüz ifadesi düşünceli bir hal aldığında ben de onun gibi kaşlarımı çattım. “Takıntılı işte. Kim bilir evde yine neyi taktı kafasına? Bana takmasın yeter.” Dedim. Usulca başını sallayıp onayladı beni ve birkaç saniye sessizce oturmayı sürdürdü. Ben yeniden yemeği karıştırmaya döndüğümde, o da söze girmeden önce ayaklanmış, tezgaha yaslanmıştı. “Ben asla o yemeği yemeyeceğim biliyorsun değil mi?”

Suratımı ekşittim. “Yemezsen yeme. Senin kaybın.”

Gülümsedi ancak yüzünde anlam veremediğim bir gerginlik vardı sanki. Ara sıra gömüldüğü karanlığa gömülmüştü yine muhtemelen ve ya geçmişi, ya da geleceği sorguluyordu. Sebebini sormadım çünkü zaten istemediği sürece asla bir şeyler anlatmazdı. Onun duvarları herkesinkinden yüksekti ve o duvarların ardını görebilmek neredeyse imkansızdı.

“Kıyamadım sana hadi. Alırım bir kaşık.” Dedi sonunda pes ederek. Zafer kazanmış bir tavırla dikleştirdim duruşumu. “Parmaklarını bile yiyeceksin.” Dedim üstünlük taslayarak. “Bak gör.” İkinci kez öğürdüğü için cümlemin sonu havada kaldı. Midesini bu kadar bulandıran kokuyu bir de ben çektim içime.

Pekala,

Sanırım bir tık baharatı fazla kaçırmıştım.

💔

Hellooooo! Sanırım yirminci bölümde birinci kitap finali yapacağım çünkü hikaye o noktaya gidiyor. :) Sonrasında ikinci kitaba nasıl devam edeceğimiz benim içinde çok heyecanlı bir detay.

Şimdi gelelim bölüme. Biraz zorlandım yazarken açıkçası nedenini anlamadığım bir şekilde. Biraz geçiş bölümü tadındaydı belkide o yüzden. Bundan sonrası gerçekten çorap söküğü gibi gelecek ama.

İlk ipucumuzu bulduğumuza göre, Derin'in yolu açıldı diyebilir miyiz? Bilmiyorum ve tahminlerinize bırakıyorum her şeyi. :) Arık'ı özlemiş miydiniz? Ben yazmayı özlemişim açıkçası. İlişkilerini rezil rüsva hale getirmiş olsam da, kısa bir sahne yazmak güzeldi. :)

Yorumlarınızı ve beğenilerinizi eksik etmeyin lütfen ve Çınar'a benim için de sövün. :)

Oyunbozan'a her hafta pazar günü yeni bölümü geliyor. Kitap arayışındaysanız bir göz atabilirsiniz. :)

Haftaya görüşmek üzere. Hem de çoook heyecanlı bir bölümle.

Kendinize dikkat edin. :)

Loading...
0%