@melikemn
|
💔 Bazen çocukluğumu düşünürdüm. Annemin hala hayatta olduğu, babamın beni gerçekten sevdiğini zannettiğim zamanları… Yoktan yere hüzünlenir, artık çocuk olmadığım için dertlenirdim. Büyümek güzel değildi. İnsanları tanımak, insanları tanıyacak kadar tecrübe kazanmak… Keşke kendi masum, her şeyden habersiz dünyama hapsolmayı başarabilseydim. Acılar tümüyle yok olmayacak olsa bile bir gün azalacağını bilecek kadar acı yaşamıştım. Çınar ve Arzu aklıma geldiğinde günler öncesinde çektiğim ızdırabın da azaldığı gibi… Çınar’la yüzleşmemin üzerinden beş gün geçmişti. Hayatımın en sakin beş günüydü de bu aynı zamanda… Arık gündüz çalışıyor, ancak yediye doğru evde oluyordu. Akşam ben ona yemek hazırlıyordum ve sonrasında o yalnızca bir bardak içiyor da olsa mutlaka çay demliyor, gece yarısına kadar da tek başıma çaydanlığı bitiriyordum. Bazen bana o gün içinde gelen ihbarlardan bahsediyordu. Bazen de ben ona Giresun’u ya da Çınar’dan önceki hayatımı anlatıyordum. Evliliklerinin otuzuncu yılını geçirmiş çiftler gibi sıradan bir ev rutinimiz olmuştu. Ona karşı içimde çoğalıp duran duygularımı dizginlemeyi başarmıştım ama. Gözleri gözlerime değmediğinde ya da sıcak tenini hissetmediğimde her şey oldukça kolaydı. Neyse ki o da ya benimle yakınlaşmaktan kaçıyor ya da yanlış bir fikre kapılmamı önlemek için aramıza mesafe koyuyor olduğundan tehlikeli denebilecek herhangi bir pozisyona düşmemiştik. Çınar’dan hiçbir şekilde haber alamadığımdan aniden bir köşede karşıma çıkma ihtimalinden korkuyordum. Bu yüzden günlerdir evden dışarı adım atmamıştım. Yalnızca bir kez kapıdaki polislerle birlikte markete gitmiştim. Bazen de onlara çay demleyip götürüyor ya da yaptığım yemeklerden ikram ediyordum. Ev hanımlığını sevmiştim. O kadar uzun zamanı korkunç bir tempoda ve stresle geçirmiştim ki, birden durulan hayatımdan şu an memnundum. Ara sıra Arık’ın bilgisayarından iş ve ev ilanlarına bakıyordum ama kiralar aşırı uçuktu ve maaşlar inanılmaz düşüktü. Bu yüzden nasıl ikisini dengeleyip kendime bir düzen kuracağım hakkında hiçbir fikrim yoktu. Arık benim burada kalıyor olmamdan rahatsız gibi değildi ama ben ona yük olmuşum gibi hissediyordum. Sonuçta benim için bir yabancıyken bana evini açmıştı ve on gün geçmesine rağmen hala ufacık bir gitme girişiminde bile bulunmamıştım. Mahçuptum ama alternatif bir fikre de sahip değildim. Fırın yemeğin piştiğini haber vermek için ötmeye başladığında doğradığım salatalıkları salata tabağına boşalttım ve fırını kapatıp, kapağını da açtım. Birkaç ay öncesine kadar Çınar’a sık sık yemek yapardım ancak sonrasında onun için herhangi bir şey yapmaktan vazgeçmiştim. Şimdi akıl almaz bir hevesle Arık’a yemek hazırlıyor olmama ben de şaşırıyordum çünkü içimdeki o heyecanın Çınar’la birlikte öldüğünü sanmıştım. Zil çalınca elimdeki havluyu sandalyenin üzerine bırakıp hızlı adımlarla mutfaktan çıktım. Arık’ın anahtarı vardı ancak galiba kapıyı açmam hoşuna gidiyordu. Anlaşılan o da yalnızlıktan sıkılmıştı ve evde bir ses olmasından da mutluydu. “Hoş geldin.” Dedim kapıyı aralayıp ona dünyanın en büyük gülümsemesiyle bakarken. “Hoş buldum.” Diye yanıtladı beni sevecen bir ifadeyle. Elindeki poşetleri alıp mutfağa götürdüm. “Patlıcan sever misin? Patlıcan kebabı yaptım da çünkü.” Onun Antepli olduğunu bildiğimden sevme ihtimalinin en düşük olacağı yemekleri seçmeye çalışıyordum. Çoğunu bilmediğimden genelde internetten tarifine bakıyordum ancak bu detayı onunla henüz paylaşmamıştım. Arık heyecanla kafasını mutfak kapısından içeri uzattı. “Patlıcan kebabı mı yaptın?” diye sordu şaşkınlıkla. Ellerimle fırını işaret ettim. “Evet.” Dedim biraz da tereddüt ederek. Sevinmiş miydi yoksa üzülmüş müydü anlayamamıştım. “Sen bir meleksin biliyorsun değil mi?” derken banyoya yöneldi. İltifatına hazırlıksız yakalandığımdan afalladım. Yanaklarım usulca alev almaya başladığında, “Yok canım." Diye geveledim ağzımda kelimeleri, gülüşümü bastırmaya çalışırken. "Alt üstü yemek işte." Mimiklerimi kontrol edebilmek için alt dudağımı ısırdım. Arık banyodan çıkıp odasına girdi ve bir dakika sonra yeniden mutfağa döndü. Eşofmanlarını giymiş, saçlarını da serbest bırakmıştı. Hazırladığım sofraya bakarken o kadar mutlu görünüyordu ki bakışlarımı üzerinden çekmek içimden gelmedi. Onu böyle izlemek güzeldi. Mutlu hali anlamsız bir heyecana sürüklüyordu beni. Telefonun sesi aramıza girene kadar dalıp gittiğimi fark edememiştim bile. O telefonu açarken silkelenerek toparlandım. Arık telefonu hoparlöre alıp masanın üzerine bıraktı. Sonra da tezgaha dönüp bana yardım etmeye koyuldu. “Efendim baş belası.” Dedi salata tabağını masanın ortasına bırakırken. “Neredesin sen günlerdir?” diye sordu bir kadın. Keşke mideme bir yumruk geçirseydi. Daha az şok edici olurdu. “Evdeyim yenge.” Yenge kelimesinden tiksindiğimi sanırdım ancak bana söylenmediğinde gayet hoş bir kelimeydi. Fırındaki tepsiyi çıkarıp tezgaha koydum. “Hazırlan gel. Furkan’la mekandayız.” Arık salataya limon sıkarken cevap verdi. “Sizin iki hafta sonra düğününüz yok mu lan? Ne geziyorsunuz sokakta?” Bu defa onu cevaplayan bir erkekti. Telefonu açarken kastettiği baş belası olmalıydı. “Şanslısın. Yengenin gönlü düğüne yalnız gelmene razı olmadığı için sana kız buldu.” Kaşlarım şaşkınlıkla havaya kalktığında tabağa koyduğum kebapların yanına pilav ekliyordum. Omzumun üzerinden dönüp Arık’a baktığımda göz göze geldik. “Olum ben kız mı arıyordum da?” diye sordu öfkeli bir tonlamayla. Tabağı onun oturacağı sandalyenin önüne bıraktığımda gelen sesle irkildi. Yavaş koymaya çalışmıştım ancak elimden kaçıvermişti işte. Gülümsemeyi denedim. “Dido’nun kesin talimatı. Evlendikten sonra müzmin bekarlarla görüşmem yasak. Ya birini bul ya da vedalaşalım kardeşim.” Dedi Furkan. Arık stresle iç çektikten sonra ofladı. “Şöyle emrivaki yapmayın demedim mi elli kere? Hem çıkamam ben zaten.” Bana baktığında ellerimi kaldırıp dudaklarımı oynatarak gitmesinin benim için sorun olmadığını anlatmaya uğraştım. Oysa çok büyük bir sorundu. Bu yüzden rolümü biraz abartıp neredeyse yalvarıyor gibi görünmüştüm. “Niye?” diye bağırdı Dido arkadan. Adının Didem olduğunu tahmin ediyordum. “Misafirim var Didem.” Dedi Arık içimden geçen cümleme yanıt verir gibi. Didem anında itiraz etti. “Ay kim olacak senin misafirin? İpek’tir. Al gel kızı da. Değişiklik olur hem.” Yemeğime odaklanmış ve konuşmalarını duymuyormuş gibi davranarak başımı önüme eğdim. Masanın altından sabırsızca tek bacağımı sallamaya başlamıştım ancak Arık’ın fark etmediğini umuyordum. “İpek değil.” Furkan’ın sesi adeta mutfağın içinde yankılandı. “Ha siktir. Manita mı yaptın lan?” Ağzımdaki lokmayı dışarı fırlatmamak için zorlukla engelledim kendimi. Arık’la bir kez daha göz göze geldiğimizde hızlıca gözlerimi kaçırdım. “Arkadaşım.” Dedi. “Kız mı erkek mi?” diye sordu Didem. Arık can çekişiyormuş gibiydi. Telefonu hoparlörden almak için yanıp tutuşuyor olmalıydı ama muhtemelen en başta hoparlörde konuşmaya başladığından bana ayıp olacağını düşünüyordu. “Kız.” Dedi neredeyse fısıldayarak. “Siktir! Manita yapmış. Lan bu adam niye böyle ya? İnsan söyler. Bu kadın elti istiyorum diye yırtıyo kendini yıllardır. Tamam al gel yengeyi de o zaman.” Gülmemem lazımdı ancak kaslarım çoktan gevşemişti. Elimi dudaklarımın üzerine örttüm. Arık tansiyonu düşmüş gibi görünüyordu. “Arkadaşım dedim ya. Gelip ağzına sıçacağım bekle sen. Göt herif.” Didem söze girdi. “Nişanlıma küfür etme Arık! Arkadaşınsa ayarladığım kızı iptal etmiyorum o zaman. Hem arkadaşın da sana fikir verir ne güzel al gel işte. Bekliyoruz sizi. Öptüm. Görüşürüz.” Telefon kapandı. Furkan ve Didem Arık’ı arayıp dışarı çağırmamış da, gelip masanın ortasına bir ceset bırakmışlar gibi gergin bir sessizlik ele geçirdi mutfağı. Saniyeler ilerledi. İkimizden de çıt çıkmadı. Duyduklarım karşısında canımın ne kadar sıkıldığını gizlemek için kafamı kaldırıp yüzüne bakmadım. Bunun yerine asla boğazımdan geçmeyen yemeği kurcalıyor, Arık’a ayarladıkları kızın nasıl biri olduğunu düşünüp duruyordum. Oysa onun arkadaşıydım işte. Sadece sıradan bir arkadaşı… Ne diye durup duruken elimde oynayıp durduğum çatalı ona batırmak istemiştim ki? “Gelir misin?” diye sordu Arık sonunda. Bir hışımla gözlerimi üzerine çevirdim. “Sen gideceksin yani.” Tabi bundan bana neydi zaten ama yüreğimin sıkışmasına engel olamamıştım. Göğsümün ortasına bir ağırlık çöktü ve sanki nefesimi kesti. “Yakın arkadaşlarım. Bakma böyle konuştuklarına. Eğleniyorlar işte. İki hafta sonra düğünleri var. Bunaldılar hazırlıklardan iyice muhtemelen. Hem sen de sıkılmışsındır. Kafan dağılır.” Dedi. İçimden daha çok birilerinin kafasını dağıtmak geliyordu ancak belli etmedim. “Olabilir.” Diye mırıldandım istekli görünmemeye çalışarak. Gitmem çok saçmaydı belki ancak ayarladıkları kızı o kadar merak etmiştim ki, içim içimi yiyordu. “O zaman ben kaldırırım sofrayı. Sen hazırlan.” Diyerek ayaklandı Arık. Tabağına koyduğum bütün yemeği bitirmişti. “Bu arada.” Dedi tabakları lavobonun içine bırakırken. “Patlıcan kebabı en sevdiğim yemek.” Arkam ona dönük olduğundan duyduğum şey karşısında beliren tebessümümü bastırmaya uğraşmadım. “Sen de çok güzel yapmışsın tabi. Eline sağlık.” Odaya giderken öfkeme karışmış heyecanımı zaptetmeye çalışıyordum. 💔💔 Didem ve Furkan yedi aydır nişanlılardı ve Ekim’in on dördünde düğünleri olacaktı. Furkan bir şirkette yazılım mühendisiydi. Didem ise avukattı. Furkan biraz densiz biriydi ancak Didem’i sevmiştim. Eğlenceli bir kızdı ve bana beklediğimden iyi davranmıştı. Yanlarında getirdikleri, Arık’a ayarlamaya çalıştıkları, kişi ise Sezen’di. Yirmi yedi yaşındaydı. Kahverengi gözleri, beyaz teni ve simsiyah saçlarıyla tam bir esmer güzeliydi. Evet. Oldukça güzeldi hem de ve bu yüzden sürekli onu süzüp durmaktan kendimi alıkoyamamıştım. Benden uzundu. Benden zayıf değildi ama zayıf olmamın iyi mi yoksa kötü mü olduğundan emin olamıyordum. Üzerine siyah, kalın askılı, vücudunu tümüyle saran midi boy bir elbise giymiş, dümdüz saçlarını omuzlarından aşağıya salmıştı. Güler yüzlüydü. Muhtemelen gerçekten Arık’tan hoşlandığı ve ben de onun arkadaşı olduğum için bana da inanılmaz samimi davranıyordu. Ağlayasım vardı. Olmayacak işlerin üzerine bu kadar gidersen olacağı buydu. Koca bir hayal kırıklığını kucağıma bırakıvermişlerdi. Arık’la aramda herhangi bir şey olamayacağını anlamak için müneccim olmam gerekmiyordu. O bana yardımcı olmaya çalışan bir arkadaşımdı ve ben art niyetli bir insandım belli ki çünkü onun iyi niyetini süistimal ederek ona karşı bir şeyler hissetmeye başlamıştım. Üstelik eski sevgilim ruh hastası bir mafyayken ve hali hazırda peşimi bırakmamışken… Kendimden iğreniyordum. Neden böyle olmuştu? “Arık senden bahsetmedi hiç bize Derin. Ne zaman tanıştınız?” diye sordu Didem. Onun yanında Furkan, diğer yanında da Sezen duruyordu. Furkan’ın hemen yanında Arık ve Arık’la Sezen’in arasında da ben vardım. Bilerek ortalarına geçmemiştim. Böyle denk gelmişti. “Çok olmadı.” Dedim yarım ağız. On gün deyince kulağa garip geliyordu o yüzden detay vermeyecektim. “Çalışıyor musun sen de?” diye yeni ve gereksiz bir soru soran da Furkan’dı. Başımı olumsuz anlamda salladım. “Yok. Çalışıyordum da… Ayrıldım.” Meraklı bir ifade belirdi yüzünde. “Hadi ya. Ne iş yapıyordun?” Amma da çok soru soruyordu. Sorguya çekilmişim gibi hissetmiştim. Bana yardım etmesini umarak gözlerimi Arık’a çevirdiğimde söze girdi. “Bir mekanda sahne alıyordu.” Hay aksi… Oysa benden daha iyi yalan söyleyebilir belki diye topu ona atmıştım ve o da öylece doğruları dökülüvermişti. “Vay. Güzel mi sesin?” Didem daha makul sorular soruyordu ve şükürler olsun ki Furkan’ı susturmuştu. “Yani. Öyle derler.” Furkan yeniden lafa atladı. “Nerede çıkıyordun?” Strese girdiğimi belli etmemek için bar masasının altına indirdiğim ellerimi birbirine sürterek sakinleşmeye çalıştım. Geçmişime bayılıyormuşum gibi bir de burada bunu konuşmak zorunda mıydım? Masanın altından bir el elime değdiğinde usulca başımı çevirdim. Arık’ın yatıştırıcı gülümsemesini görünce gevşediğimi hissetmiştim. “Sarmaşık.” Dedim. Ankara’da adı Sarmaşık olan başka mekanlar da vardı sonuçta. Kimsenin aklına pavyon gelmezdi herhalde. Furkan’ın göz bebekleri büyüdü. “Pavyon olan mı?” diye sordu ancak bu gerçek bir soru değildi, belli ki kendince şaka yapmak istemişti. Yersiz bir şaka… Didem onu sert bir şekilde dürttü. “Sen Sarmaşık diye bir pavyon olduğunu nereden biliyorsun ki?” İşte buna kendi topuğuna sıkmak denirdi. Didem öfkeli bakışlarla Furkan’ı incelerken Furkan iki büklüm olmuştu. “Aşkım arkadaş ortamında adı geçmişti öyle. Yoksa nereden bileceğim ben?” Ona hiç üzülmüyordum. Umarım Didem anasından emdiği sütü burnundan getirirdi. “Arkadaş ortamında öyle mi? Soralım o zaman Arık’a.” Dedi Didem ve yumruklarını beline yaslayıp gözlerini Arık’a çevirdi. “Sen biliyor musun Sarmaşık pavyonu?” Arık önce önündeki bira bardağından bir yudum aldı. Ardından da Didem’e döndü. Yüzünde eğlenir gibi bir ifade vardı. “Hiç duymadım.” Sonra da bakışları beni buldu ve göz kırptı. Yüreğimde şimşekler çakıyor, bedenim de ise deprem oluyordu. “Allah belanı versin Arık.” Dedi Furkan. Biz gülerken Didem ve Furkan sonsuza kadar sürecekmiş gibi görünen bir tartışmaya tutuştu. Bu sırada fırsatçı Sezen arkamdan dolanıp Arık’ın yanına geçmişti. Biraz da mecbur kalarak ona yer açtım ve Didem’in olduğu yöne yaklaştım. Arık bana da bira söylemişti ama azıcık sarhoş olupta Sezen’le aralarında gerçekleşecek herhangi bir gelişmeyi kaçırırım diye tek yudum dahi içmedim. “Cinayet şube zor değil mi? Sürekli ceset falan. Ben çok korkarım.” Dedi Arık’a. Kollarını masaya yaslamış, güya müzikten dolayı sesi duyulmuyor diye dibine kadar girmişti. Oysa az önce sohbet müziğe rağmen gayet anlaşılır ilerlemişti işte. Kollarımı göğsümde birleştirip gözlerimi kıstım. Bir metre geriden cilveli hareketlerini izlerken tırnaklarımı kemirmemek için kendimi çok zor tutuyordum. “Alışıyorsun zamanla. İş bu.” Diyerek yanıtladı onu Arık. Sezen’e bakmıyor etrafı inceliyordu. “Burası da baya gürültülü. İkimiz başka bir yere mi gitsek?” diye sordu Sezen. “Yuh!” kısık bir ses tonu kullandığımı düşünmüştüm ancak Didem ve Furkan’da dahil herkes bana bakınca yeteri kadar sessiz olamadığımı anladım. Utanarak gözlerimi masanın üzerindeki bira bardağına çevirdim. Elimi bardağın etrafına dolayıp yutkundum. “Bildiğin sıcak canım bu. Böyle bira mı servis edilir?” diye söylenmeye başladığım da gittikçe batıyor olmadığımı umdum. “Söyleyim hemen. Yenisini getirsinler.” Dedi Arık. O kendi önündeki birayı bitirmişti bile. Onunki soğukken benimkinin sıcak gelmiş olması pek inandırıcı sayılmazdı aslında ama o an başka bir yalan da bulamamıştım. “Gerek yok. İçmeyeceğim.” Arık’a onu parçalayacakmış gibi bakmak istemesem de sanırım başaramadım. Sezen yeniden tüm dikkani Arık’a çevirdiğinde ben de avına kilitlenmiş bir kaplan edasıyla ona sabitledim gözlerimi. Arık garsonlardan birini çevirip bir şeyler söyledi ve iki dakika sonra masaya bir bardak viski geldi. “Yarın sabah işe gitmeyecek misin sen?” diye sordum yersiz anaç bir tavırla onu yargılar gibi. Başını sağa sola salladı. “Hayır. Bugün sondu. Yarın gece gideceğim.” Her şeye de bir cevabı vardı! “Madem sohbet koyu, ben de alayım senin içtiğinden o zaman.” Dedi Sezen saçlarını omuzlarından geriye savururken. Didem ve Furkan barışmış gibi görünüyorlardı ancak Arık’la Sezen’in sohbetini bölmemek için yeniden masaya yaklaşmadılar. Yılın çöpçatını ödülü alın sizin olsundu. Hainler! Arık içki bardağını kafasına dikmeden önce bana baktı. Bir şey söylememi bekliyor gibiydi. Onları yalnız bırakmamı mı isteyecekti acaba? Hiç öyle bir niyetim yoktu bu yüzden gözlerimi kaçırdım. “Didem Antepli olduğunu söyledi. Hep çok merak etmişimdir Güneydoğuyu.” Diye yine saçma sapan bir konu açtı Sezen. Arık ona gülümsemekle yetindi ve yanından geçen garsona muhtemelen yine sipariş verdi. “İzmirliyim ben de.” Dedi Sezen. “Güzel şehir.” Diye cevap verdi Arık. Sonra bir kez daha bana döndü. “Sıkılmadın değil mi?” bir viski daha geldi masaya. Sarhoş olası vardı sanırım ama nedenini kestiremedim. “Hayır.” Dedim net bir sesle. Derin bir nefes aldı. Gözlerinin yeşillerinde sebebini bilmediğim bir öfke geziyordu sanki ve beni kovalıyordu. Söylediklerini anlayamamışken sustuklarını anlamamı mı bekliyordu? Ben iyi bir okur değildim ve kabul edelim ki o da açık bir kitap değildi zaten. Romantik bir filmin ayrılık sahnesindeymişim gibi slow bir müzik kulaklarıma ulaşıp beni ortamın dışına sürüklediğinde kollarımı kendime dolayıp, nedenini anlamadığım titrememi bastırmaya çalıştım. Etrafta dans etmeye başlayan çiftleri görüp iç çekerken Sezen iyice Arık’ın dibine girmişti. “Dans edelim mi bizde?” diye sordu çok sıradan bir sesle. Gözlerimden ateş çıkmasına ve ateşin onu yakmasına ramak kalmıştı. Arık başını olumsuz anlamda sağa sola salladı. “Ben pek sevmem dans falan.” Bir kez daha dikkatini bana verdi. “Üşüdün mü? Arabadan ceketini getireyim mi?” Sezen’le sohbet etmek istemiyordu belli ki. Bu yüzden benimle ilgileniyor gibi görünmesi daha çok canımı sıktı. “Sen Arık’ın kardeşinin arkadaşı falan mısın?” diye sordu Sezen imalı bir tonla. İçimden ona asla gülümsemek gelmese de yüzüme belli belirsiz bir tebessüm yerleştirdim. “Hayır.” Zaten ortada olan bir gerçeği açıklıyor gibi kelimelerin üzerine basarak konuştum. “Ayrıca Arık’ın kardeşi on sekiz yaşında ve Antep’te yaşıyor. Ben yirmi üç yaşındayım.” Bu İpek’le arkadaş olmama engel değildi ama Sezen beni gereğinden fazla küçük görüyor gibi gelmişti ve hatırlatmak istedim. Sesim sona doğru onu azarlarcasına yüksek çıktığından boğazımı temizleyip tavrımı yumuşattım. “Ankara’da tanıştık biz zaten Arık’la, Antep’e hiç gitmedim.” Sezen yapmacık bir gülümseme yerleştirdi suratına. “Ne bileyim. Kardeşiymişsin gibi titriyor da üzerine. Yaşın da çok büyük değil gerçi.” Diyerek henüz haberinin olmadığı soğuk bir savaşın fitilini ateşledi. Kendi başlattığım kardeş muhabbeti iyiden iyiye tadımı kaçırıyordu artık. “Ya.” Yeniden Arık’a diktim gözlerimi. “Öyle tabi. Kız kardeşinden ayırmaz beni.” Arık önce gergin bir tavırla dudaklarını yaladı. Sonra da önündeki viski bardığını tek seferde boşalttı. Bir kez daha yeşillerin esiri olduğumda ciğerlerime biraz olsun hava doldurmam gerektiğine karar vererek doğruldum. “Gidip sigara yakacağım.” Onları yalnız bırakmak istemiyordum ama başlarında dikilerek ne elde edecektim ki? Sadece canımın daha fazla sıkılmasına neden oluyordum. Arkamı dönüp çıkışa yöneldim ve kendimi mekanın dışına attım. Kıskanç bir insan mıydım? Fazlasıyla. Arık’ı kıskanıyor muydum? Evet. Onu kıskanmalı mıydım? Hayır! Ne yapıyordum ben böyle? İyice zıvanadan çıkmıştım. Ne sanıyordum? Ya da ne bekliyordum ki? Kendime çeki düzen vermeliydim. Gerçi günlerdir zaten bunun için uğraşıyor, Arık’ın üzerimde bıraktığı heyecanın geçici olduğuna ikna olabilmek için çaba harcıyordum ama işte geldiğim nokta burasıydı. Rezil olmuştum. Muhtemelen gözünde de epey küçük düşmüştüm. Ailenin içindeki en büyük oğlan kuzene aşık olan ilkokul çocukları gibiydim. Alev almış olan yanaklarıma koyduğum ellerimin biraz olsun sıcaklığını azaltmasını umdum. Ardından çantamdan bir sigara çıkarıp yaktım ve mekanın bahçesinden de çıkıp yola doğru yürüdüm. Karşılıklı arabaların park halinde durduğu dar sokakta ilerlerken etrafın bomboş olduğunu ancak yolu yarıladığımda fark edebilmiştim. Geriye baktığımda neredeyse iki yüz metre ilerlediğimi anlayıp telaşlandım. Dönmeye hazırlandığımda ise Arık’ın bana yaklaştığını gördüm. Ona trip atıyor gibi bir imaj çizmek istemediğimden yüzüme bir gülümseme yerleştirdim ve olduğum yerde ayaklarımı hareket ettirerek oyalanmaya başladım. “Ne oluyor?” diye sordu birkaç metre ilerimde durup ellerini yana açarken. Her şey gayet normalmiş gibi omuz silktim. “Sigara işte.” Dedim elimdeki bitmiş izmariti göstererek. Sonra da gidip köşedeki çöpün içine attım. “Derin.” Dedi bastırarak. Sarhoş muydu? Ben çıktıktan sonra kaç viski daha içmişti acaba? Yürümesinde bir aksaklık yoktu ama bir gariplik olduğu kesindi. “Efendim.” Aramızdaki mesafeyi kapatmak için hamle yaptığında ona sırtımı dönüp ilerlemeye başladım yine. “Sezen tatlı kız.” Dedim konuyu kendimden uzaklaştırmak için. Konuşmasına fırsat vermemiştim. “Baya da hoşlandı senden…” “Derin!” dedi bir kez daha yüksek sesle. Duymazlıktan geldim. “Mis gibi çift olursunuz. Güzel de hem… Didem’in de arkadaşı zaten. Daha ne? Dörtlü randevuya falan çıkarsınız. Furkan’la Didem’de evli olacak ya şimdi. Siz de çok uzatmazsınız. Evlenirsiniz işte…” eli elimi bulduğunda ve bedenim savrulup onun göğsüne çarptığında son kelimelerim buhar olup havaya karıştı. Saçma sapan cümlelerin arasında o kadar kendimi kaybetmiştim ki yanıma kadar ulaştığını fark etmemiştim bile. Belimi sımsıkı kavramış olan elinin altındaydı hala elim. Diğeri ise karnının tam üzerindeydi. Gözleri gözlerimi kovalıyor, bu defa bakışlarıyla gerçekten bir şeyler anlatıyordu bana. Üçüncü kez ismimi söylediğinde sesi yalvarır gibiydi. “Kaçamayacak mıyım ben senden?” diye sordu. Kafam karışmıştı. Neyden bahsediyordu? Sezen’e karşı takındığım kaba sayılabilecek tavrımdan mı yoksa onları dakikalarca göz hapsinde tutmuş olmamdan mı? Aralarına girmiş gibi görünmemden hoşlanmamış mıydı? Bunu sormak için bu kadar yakınıma gelmesi şart mıydı gerçekten? “Seni mi kovalıyorum sence ben?” Ona karşı bir şeyler hissettiğimi fark etmiş, rahatsız olmuştu belki de. Onun kendine ait sakin sayılabilecek bir dünyası vardı. Beni çıkardığı kaosun içine neden kendisi balıklama atlasındı ki? İyi bile dayanmıştı. Zaten bir noktada yollarımızın ayrılacağı an gelecekti. İç çekti Arık. Parfüm kokusunun arasına bu defa yoğun viski kokusu karışmıştı. “Sana söylemek istediğim o kadar çok şey var ki…” diye mırıldandı yanağı saçlarıma sürtünürken. Kalbimde bir kıvılcım harlanmış, alevleri bedenimi çoktan sarıp sarmalamıştı. Olumlu ihtimallerin zihnime doluşmasını engellemek için üstün bir çaba harcıyordum ancak beni kollarının arasına hapsetmiş olması işimi kolaylaştırmıyordu. Gözlerimi yumdum. “Söyleme.” Dedim ben de onun gibi kısık bir ses tonu kullanarak. “Yarın sabah hatırlamayacağın ya da muhtemelen pişman olacağın herhangi bir şeyi söyleme bana.” Sarhoşluk uzmanlık alanım sayılırdı ve bildiğim en önemli şey de sarhoşken konuşmamak gerektiğiydi. Bunu şimdiye kadar hiç uygulayamamıştım gerçi ama bu ona tavsiye veremeyeceğim anlamına gelmezdi. “Tek bir şey söyleyebilir miyim?” diye sordu boşta olan elini de belime yerleştirdiğinde. Midem karıncalanıyor, tenimdeki her bir hücre yanıyordu. “Söyle.” Gözlerimi aralayıp, onun kafamı allak bullak eden yeşil gözlerine baktım yine. Yüzünde yarım yamalak bir tebessüm vardı. “Seni en başından beri hiç… Kardeşim gibi görmedim.” Dedi. “Bunu söyleyip durmasan olur mu artık?” Göğsümde bir kuş havalanıp, gökyüzüne doğru yola çıktı. Arık’ın gülümsemesi genişledi. “Böyle de ırz düşmanı gibi göründüm değil mi?” kendimi tutamayarak güldüm. “Yani…” Öne eğilip alnını alnıma yasladığında başım dönüyordu. “Derin…” dedi kaçıncı kez olduğunu bile sayamadığım defa. Sürekli ismimi söyleyesi vardı galiba. “Efendim.” Diye yanıtladım onu. Tam o anda şimşek çaktı. İrkildim ancak kımıldamamıştım. Sanki bu şekilde donup kalmıştık ikimizde. “Yağmur yağacak.” Diye geveledi ağzında. “Girelim mi içeri? Sarhoşsun zaten. Islanacaksın bir de.” dedim. Saçlarımın arasına bir damla düştü. Arık ellerimi tutup omzunun üzerine koydu ve yeniden belime sarıldı. “Dans edelim mi?” Kıkırdadım. “Delirdin mi sen?” Yağmur usul usul serpiştirmeye başlamıştı. “Delirdim sanırım.” Dedi Arık. “İnsanı delirten bir yanın var.” İmkansızlara imkan veren şey neydi? Beni içine dalmaktan korktuğum rüyanın içine niye çekip duruyordu? “Dans etmeyi sevmediğini söylemedin mi az önce içeride?” Göz bebeklerinden gecenin başından beri hiç gitmemiş olan öfke gözlerimi ele geçirdi. “Seninle dans etmeyi severim belki.” İçinde bulunduğumuz anı saklamak istiyordum çünkü bir kar küresine hapsolmuş gibiydik ve sanki bu gece de sokak da yağmur da büyülüydü. “Sokaktayız. Şarkı yok ve yağmur yağıyor.” Dedim tüm bunları yalnızca ben görebiliyormuşum gibi. Omuz silkti. “Sen söylersin.” Hafifçe sallanmaya başlamıştı bile. “Evde bazen söylüyorsun ya kendi kendine.” Ben o şarkıları o duymadan söylediğimi sanıyordum oysa ancak demek ki kulağı bir şekilde hep bendeydi. Hakikaten var mıydı böyle bir seçenek? Onunda bana karşı bir şeyler hissettiği bir dünya… Tanışalı on gün olmuştu ama yıllar geçmişti sanki. Bir şekilde hayatımın her anı, her saniyesi ona aitti. Gizlice sızmıştı içeri ve tüm ruhumu ele geçirmişti. Çınar’dan tam anlamıyla arınmış mıydım onu bile bilmiyordum üstelik. Tehlikeli bir yola çıkmaya hevesli değildim de aslında ama onunla bir yol gözüme çok güzel görünüyordu. “Ama… Ne söyleyeceğim ki şimdi burada?” heyecanım bedenime sığmayacak kadar yoğundu sanki ve taşacaktı. Onun tüm bunları sarhoş olduğu için yaptığını unutmak istedim. Sabah uyandığında hiçbir şey yokmuş gibi devam edeceğimizi… Bazı eşikleri geçerken onun da bana gerçekten eşlik ediyor olduğunu düşünmek istedim. “En son söylediğin şarkıyı söyle.” Dedi. İronikti. Çünkü daha az önce sigaramı içerken beynimin içinde Sezen Aksu’dan bir parça dolanıyordu ancak Sezen’i hatırlatmak için doğru zaman olmayabilirdi. Dudaklarımı araladığımda Arık gerçekten de dans etmeye hazırlanmıştı. Biraz utanıyordum ama şarkı söylemek benim için yemek yemek kadar sıradan bir aktiviteydi. Bu yüzden kelimeler dudaklarımdan dökülürken çoktan melodilerin akışına kaptırmıştım kendimi. “Ne böyle senle ne de sensiz Ne hayallerle ümitlerle Bir an gelip de küllenince Etrafımızı sarıverecek Ayakları ayaklarımı takip ediyordu. İkimizde gözlerimizi yummuştuk ve sokağın ortasında, yağan yağmurun altında dans ediyorduk. Üstelik şarkı çalmıyordu bile. Hadi o sarhoştu. Peki, bana ne olmuştu böyle? Bende mi delirmiştim? Belli ki öyleydi ve beni de o delirtmişti. Sustuğumda Arık yüzünü usulca geri çekti. “Haklısın.” Dedi beni onaylayarak ancak hangi lafımı onayladığını anlayamamıştım. Merakla onu izlerken gülümsedi. “Bu yüzden şimdi seni öpmeyeceğim.” Gözlerim sanki ona karşı çıkar gibi dudaklarına kaydı. “Çünkü yarın sabah gerçekten bu olanları unutabilirim ve ben seni ilk öptüğümde… Bunun her saniyesinin zihnime kazınmasını istiyorum.” Kollarının arasında ona muhtaç küçük bir güvercin gibi çırpınırken, kalbimi avucunun içine koymuştum adeta. Kanatlanmış uçuyor ancak sürekli onun çevresinde dolanıyordum. Parotoner gibi beni kendine çekiyordu ve etki alanından çıkamıyordum. Kayıp mı olmuştum yoksa zaten kaybolmuş ruhumu şimdi mi bulmuştum? “Sen sarhoş olduğuna göre…” diye mırıldandım başımı usulca geri çekerken. “Bu arabayı benim kullanacağım anlamına mı geliyor?” Arık’ın kahkahası kulaklarımda yankılandı. “Rüyanda görürsün.” Onunla birlikte gülerken zaman akmayı bırakmıştı. Hayatım Arık’tan öncesi ve sonrası diye ikiye ayırılıyordu ve devrim niteliğindeki bu değişim sadece on günde gerçekleşmişti. On günün içine sığdırdıklarımızı bir ömre sığdırabilir miydik ki? “Taksi çağıracağım.” Dedi ve bir adım geri çekildi. İyi ve kötüyü ayırt etmeyi başaramadığımdan bu gece ki sarhoş Arık’ın beni nerelere sürükleyeceğini de hesap edemedim. Yarın sabaha nasıl uyanacağımızı merak ediyordum ancak öncelikle kalbime sıkışmış duygularla nasıl uyuyabileceğimi bulmam gerekiyordu. 7 Temmuz 2024 Yemek masasının hemen köşesinde duran pembe gül demetinin üzerinde dolaştırdım elimi. Onun yanındaki kırmızı şarap şişesine dokundum. İki kadeh, İki tabak, çeşit çeşit mezeler, bembeyaz bir örtü ve tabaklardan birinin yanında büyük bir mücevher kutusu vardı. Etrafı dikkatle inceliyor, neler olduğunu anlamaya çalışıyordum. Salonun ışıkları sönmüştü ve ortam yalnızca mumlarla aydınlanıyordu. Bir şeyi mi kutluyorduk? Bu hazırlık da neyin nesiydi? “Beğendin mi?” diye sordu Çınar kapıdan içeri girerken. Kaşlarımı çattım. “Neler oluyor?” İstemeden de olsa elimi, tutmam için uzattığı elinin üzerine koydum. Dün ki kavgamızdan sonra bugün buraya oldukça gergin bir şekilde gelmiştim ancak karşılaştığım manzaranın yarattığı şok gerginliğimi unutturmuştu. “İleri gittim.” Dedi beni kendine çekerken. “Bunları bir özür olarak kabul et.” Sözleri karşısında şaşkınlığım beşe katlandığından onun bana dokunuyor oluşuna da itiraz edememiştim. Onunla dört yıldan fazladır birlikteydik ve daha önce hiç benden özür dilememişti. Hediyeler alır, lüks yerlere götürürdü ama dudaklarından özür kelimesinin çıktığını dahi duymamıştım. Gerçekten bunca yıl sonra bir şeyleri yanlış yaptığını fark edecek kadar aklı başına gelmiş olabilir miydi? “Hayırdır?” diye sordum o belime sımsıkı tutunmuş, dudaklarıyla beni esir almaya çalışırken. “Ne? Hatamı anladım işte. Seni üzdüğümü gördüm. Bir daha olmayacak.” İçimden bir ses benim bilmediğim bir şeyler döndüğünü söylüyordu ama sorgulamadım. Onunla yeni bir tartışmaya girmeye gücüm yoktu. “Teşekkür ederim.” Dedim yarım ağız ve ellerimi göğsüne yerleştirip, kollarının arasından çıktım. “Arzu hayatımıza girdiğinden beri bir değiştin sen. Dik başlı, huysuz biri oldun çıktın.” Diye sitem etti kendince. Ondan uzaklaşmış olmamdan hoşlanmamıştı. “Konuşmak zorunda mıyız gerçekten?” Gülümsedi. “Tamam konuşmayalım gülüm. Konuşmadan yapabileceğimiz bir ton şey var.” Dedi bir kez daha bana doğru yaklaşırken. Bir adım geri çekildim. “Yemek yiyelim.” Çınar dişlerini birbirine bastırıp derin bir nefes aldı. “Hay inadına… Elimde olsa bir dakika durdurmayacağım o kızı da işte. Neyse. Sıçtı hayatımıza da, ilişkimize de orospu.” Hala tek suçlunun Arzu olduğunu düşünmesi inanılmazdı. Hiçbir şey söylemeden sandalyeye oturup, çatal ve bıçağı elime aldım. “Arzu olmasa kafayı yerdim Sarmaşık’ta herhalde.” Dedim birkaç saniye geçtikten sonra. Çınar’da gelip hemen çaprazımdaki sandalyeye yerleşti. “Onu işe alan kafama sıçayım ben.” Daha önce de Arzu’ya bayılıyor sayılmazdı ancak birden böylesi bir öfkeye kapılmasına anlam veremedim. “Niye birden bu kadar kuruldun ona?” Çınar beni yanıtlamadan önce ortadaki yemeklere uzanıp, tabağını doldurdu. “Seni benden uzaklaştırıyor.” Başımı olumsuz anlamda sağa sola salladım. “Arzu değil de sen beni kendinden uzaklaştırıyor olabilir misin?” Bıçağı tuttuğum elimi hızlıca kavradı. “Güzelim…” dedi sert bir sesle. “Ben seni kendimden uzaklaştıracak bir şey yapacağıma kafama sıkarım.” İyi bir şey söylemeye çalışıyordu ancak tavrı o kadar tehditvariydi ki ben de olumlu hiçbir duygu uyandırmadı. “Neyse ne Çınar.” Diye mırıldandım elimi çekmeye uğraşırken. Bırakmadı. “Yüzüme bak Yeşim.” Gözlerimi üzerine çevirdim. “Beni seviyorsun değil mi?” diye sordu ancak soru sorar gibi değil de bana sözlerini tekrar ettirmeye çalışıyor gibiydi. İç çektim. “Ne alaka şimdi?” Elimi iyice sıktığında parmaklarım birbirine dolandı. “Cevap ver.” Dedi öne doğru eğilirken. “Beni hala seviyorsun değil mi?” Suratı ifadesiz ancak ses tonu ürkütücüydü. Canımı acıttığı için dişlerimi sıktım. “Seviyorum. Tamam. Elimi bırak.” Dudağının kenarı yukarı kıvrıldı ve zafer kazanmış bir ifade yerleşti yüzüne. Memnun bir tavırla geriye yaslanırken temasımızı da kesti. “Ben de seni seviyorum Güzelim…” 💔 Bölümle ilgili yorumları alayım mı? Sevdiniz mi sarhoş Arık'ı. 😂 Bölüm şey gibi oldu. "Kitapta asıl çift kavuşmuştur ama kitabın bitmesine daha 200 sayfa vardır." 😂Bir sonraki bölüm ve bölüm sonu şok yalnız. 😂 Duramayıp yine ortalığı karıştıracağım sanırım. Haftaya görüşmek üzere. Kendinize dikkat edin. 🤩😇 |
0% |