@melikemn
|
🔥
Sonuç: Aptal düşünceler: 1 Lisa: 0 On sekiz yaşımı bitirmek üzereydim. Doğduğum andan itibaren bir sorunum olduğunun ben dahil herkes farkındayken, birkaç aydır bununla ciddi anlamda mücadele ediyordum. Hasta değildim. Bedensel ya da zihinsel bir rahatsızlığım yoktu çünkü defalarca kez hastaneye gitmiş, onlarca doktorun muayenesinden geçmiştim. Ne olduğunu asla anlamadığım bir garipliğin ortasında yaşamak zorundaydım ve yakın zamanda bir çözüm bulabilecek gibi de durmuyordum. Umarım kimseyi öldürmeden bu beladan kurtulabilirdim. Yoksa muhtemelen kendimi imha etmek zorunda kalacaktım. Oflayarak yataktan doğrulup, istemeyerek de olsa yastığımla vedalaştıktan sonra banyonun yolunu tuttum. Lavabonun üzerindeki yuvarlak, led ışıklı aynamın karşısında, berbat olan görüntümü izlerken kusmamak için çok zor dayanmıştım. Ela gözlerim; sarı, dalgalı saçlarım ve bazen bana bile oldukça korkutucu görünen bembeyaz bir tenim vardı. Annem her şeyimle babamın tıpa tıp aynısı olduğumu söylerdi ancak bu benim çok da kafaya taktığım bir detay değildi. Nerede, kiminle ne halt yediğini dahi bilmediğim babamın dış görüşünü pek umursamıyordum. Onun kızı olmam için ona benzemem yeterli miydi ki? Hayatımın ufacık, küçücük bir noktasında onu görmüş, onunla konuşmuş, belki baba demiş olmam gerekmez miydi? Dram kraliçesi anneme kalsa o dünyanın en mükemmel varlığıydı gerçi. Ya aklını kaçırmıştı ya da benim aklımı kaçırmamı istiyordu. Yüzüme çarptığım soğuk su bir nebze kendime gelmemi sağlarken, uykusuzluğum azalmıştı. En azından artık ayakta durmak o kadar da zor değildi. Birkaç saat idare edebilir, beden eğitimi dersinde revire gitmenin bir yolunu bularak uyurdum. Sonuçta daha önce defalarca kez bunu yapmıştım. Eh, sıradan insanların aksine benim geceleri uyumak konusunda ciddi sorunlarım olduğu aşikardı. Odama dönüp dolabımın karşısına geçtim. Siyah, pileli, dizimin biraz üzerinde, desensiz bir etekle; gri, kısa, trikomu üzerime geçirip hafif topuklu botlarımı giydim. Saçlarımı hızlıca taradıktan sonra rimelimi ve kırmızı rujumu sürdüm. Hafif morarmış göz altlarımı da kapatıcıyla daha az korkunç hale getirdikten sonra hazırdım. Çantamı koluma takıp kapıya yaklaşırken masanın üzerindeki ders kitaplarımı aldım ve aşağı kata kadar hızlı adımlarla indim. Doğruca mutfağa girdiğimde, enfes görünen bir kahvaltıyla karşılaşmıştım ancak annem ortalarda değildi. Hoş. Bu benim için iyi haber sayılırdı. Onunla beş yüzüncü kez kavga etmek istemiyordum. Nedense hiç sakin bir ilişkimiz olmamıştı. Çoğu çocuk ebeveynlerinden farklı düşünürdü elbette ancak bizimki bir tık ileri seviyedeydi. Sanki farklı dünyalardan gelmiş gibiydik. Olur olmadık her durumda bir şekilde tartışmanın yolunu buluyorduk ve bu beni gerçekten yormaya başlamıştı. Bu yüzden üniversite için yaptığım başvuru sonuçlarının bir an önce açıklanması ve benim başka bir şehre çekip gitmem mecburiyet gibi bir şeydi. Sofrada duran bir parça ekmeğin arasına üç beş dilim peynir attım. Ardından hızlı adımlarla mutfağı terk etme niyetindeydim ancak annemin ileride belirmesiyle durmak zorunda kaldım. "Otur düzgünce yap kahvaltını Lisa." Dedi alışık olduğum otoriter sesiyle. Benden nefret ediyor olduğunu bu sıralar daha sık düşünmeye başlamıştım. Omuzlarının hemen altında biten sarı, röfleli saçlarının arasından parmaklarını geçirdi. Kahverengi gözlerinde dolanan garip bir endişe vardı. Dünyanın en güler yüzlü insanı sayılmazdı ancak şu hali ona göre bile fazla gergindi. "İyi misin sen?" diye sordum merakıma yenik düşerek. Bana beni öldürecekmiş gibi bakmaya başladı. "Vazgeçtim. Okula git. Hatta bu gece de Karla'larda kalırsın olmaz mı?" diyerek hareketlendi. Karla'dan tiksinirdi. Bırakın onlarda kalmamı, onunla telefonda konuşmamı bile istemezdi. Sırf onunla görüşmemi engellemek için okulumu değiştirmişti. Hoş, sonrasında Karla'da peşimden aynı okula gelmişti ve bunu şimdiye kadar bir şekilde annemden gizlemeyi de başarmıştık ancak şimdi elbette mevzu bu değildi. Annem sonunda kafayı yemişti. Tabi asıl şimdiye kadarki davranışları kafayı yemiş halinin eseri değilse... "Bir sorun var belli ki. Bana söylemek zorundasın." Dedim inatçı bir tavırla. Aceleyle yanımdan geçip masadaki yerine otururken başını sağa sola salladı. "Yarına kadar eve gelme. Anlaştık mı?" Birini mi öldürmüştü? Ah, Tanrım! Kesin birini öldürmüştü. Gram öfke kontrolü olmayan bir insandı ve bir aydır sakinleştiricisini almıyordu. Başını belaya sokacağını tahmin etmem gerekirdi. Yine işyerinde delirmiş olmalıydı. Bir gün bunun başımıza geleceğini biliyordum ancak bu kadar çabuk olmasını beklemezdim. "Hapse mi gireceksin?" diye sordum biraz tereddüt ederek. Kirpiklerinin altından bana ikinci kez ölüm bakışlarını gönderdi. Gözleriyle beni parçalara ayıracak gibiydi. "Saçmalama. Neden hapse gireyim?" Omuz silktim. "Bilmem. Birine zarar mı verdin?" Endişeli hali yerini şaşkınlığa bıraktı. "Ruh hastası mıyım ben Lisa?" Henüz fark edemediğim ancak midemin kasılmasına sebep olan korkum yavaş yavaş azalıp yerini bir rahatlamaya bıraktığında her zamanki kibirli halime büründüm. Belki de anneme de bir nebze benziyordum. "Değil misin?" Annem gözlerini yumup derin bir nefes aldı. "Geç kalacaksın." Demekle yetindi ve başını önüne eğip benimle iletişimini bir bıçak gibi kesti. Birkaç saniye daha ona öylece baktım ancak yeniden konuşmayı düşünmüyordu belli ki. Onun gibi bende derin bir nefes alarak arkamı döndüm ve heyecan dolu sabahımın tüm günümü heba etmesine izin vermeyerek yüzüme bir gülümseme yerleştirdim. İki katlı, mütevazi evimizin bahçe kapısından çıkarken yeniden sakinliğime kavuşmuştum. "Bebeğim!" Tanıdık bir sesle kafamı sola çevirdiğimde, bisikletiyle beni bekleyen Arven'i gördüm. Ona baktığımı fark ettiğinde mavi gözlerinin içi parladı. Yüzümdeki tebessüm genişledi ve yerini aptal bir sırıtışa bıraktı. Böyle yaptığında dudağının kenarında ufak bir gamze beliriyordu ve bu ona dair en sevdiğim özelliklerden biri olabilirdi. Onunla iki yıldır beraberdik ve bu hayatta bana mutluluk veren birkaç şeyden biriydi. Bu yüzden yanına doğru ilerlerken sanki ilk kez görüyormuşum gibi yine içim içime sığmıyordu. "Günaydın." Dedim heyecanla. Yanağımdan makas aldı. Hissetmedim. Yine. Gülümsemem solarken, "Neden astın yüzünü?" diye sordu Arven. Beni tutup kendine çekti ve kollarını belime doladı. Deniyordu. Onun için çok zor olduğunu biliyordum ancak sürekli dokunuşlarının bende bir etki bırakmasını sağlamaya çalışıyordu. Ne yazık ki bu konuda onun yapabileceği hiçbir şey yoktu çünkü zaten sorun onda değildi. Nedenini kimsenin anlamadığı bir şekilde insanların benimle teması bir hava misali yalnızca tenimi okşuyordu ve bunun aksine benim onlara dokunuşum bir darbe etkisi yaratıyordu. Bir sorunumun olduğunu söylemiştim ya. Belki de bu dünya için bu bir sorundan çok daha fazlasıydı. "Hadi gidelim artık." Dedim Arven'in omzuma bir kelebek konmuş gibi hissettiren kollarının arasından sıyrılırken. "Lisa..." diye cümleye başladığında, sonrasında söyleyeceklerini de artık ezbere biliyordum. "Sana dokunmanın ya da senin bana dokunmanın umurumda olmadığını biliyorsun. Birlikte bu sorunu çözeceğiz bir gün." Dudağının kenarı hafifçe kıvrıldığında tebessümüne karşılık verdim. Sözlerini nasıl tamamlayacağını bildiğim için onun yerine konuşmayı sürdüren de ben oldum. "Mümkünse evlenmeden önce..." omuz silktim. "Değil mi?" Daha fazlasını hak ettiğini biliyordum ancak bu düşüncemi onunla paylaştığımda, her defasında beni azarlıyor ve gözünün benden başka kimseyi göremeyeceğini iddia ediyordu. Bu yüzden ona karşı hissettiğim şey aşk ya da her neyse, bunun tenlerimizin temasından çok daha özel bir şey olduğuna epey ikna olmuştum. Okul yolunda ilerlerken, Arven'le önemsiz konular üzerine uzun uzun tartışmış ve onun benim ruhumu okşayan sözleriyle mest olurken annemin halini aklımdan çıkarıp atmıştım. Hayatımdaki üç beş sorundan biriydi ve yine ben o üç beş sorun gibi onu da kapının dışına itmiştim. Sınıfa girerken yüzüme yapmacık sayılabilecek, korkunç abartı bir gülümseme yerleştirdim. "Günaydın gençler!" diye bağırdım neşeli bir tavırla. Çünkü ben buydum. Her daim güçlü, pozitif ve enerji dolu Lisa Allen'dım. Birkaç sevimli günaydın cevabının ardından en arka sıraya adeta yayılmış olan Kevin'ın aptal kıkırdayışını görmezden gelip yerime geçmek için hareketlendiğimde, kulağımı tırmalayan sesi yüzünden onu dikkate almak zorunda kaldım. "İkizin henüz gelmedi mi?" diye sordu ukala bir tavırla. Kevin garip bir insandı. Benimle sürekli iletişim kurmaya çalışır ancak bunların hiçbirini benimle alay etmeden yapamazdı. Onu sinirlendirecek ne yaptığımı bilmiyordum ve bir süredir bunu umursamıyordum da aslında ancak bu onun beni öldürmek istiyor gibi görünmesine engel olmuyordu. Okula geleli henüz birkaç ay olmuştu ve onunla doğru düzgün sohbet ettiğimiz söylenemezdi. Arkadaş dahi sayılmazdık ancak bir şekilde belli ki onu kendimden nefret ettirmiştim. Bunu önemsemesem bile sebebini merak ediyordum. "Sana ne Karla'dan?" diye çıkıştım gözlerimi devirmeden hemen önce. Kevin omuz silkti. "Sevgilin geldi mi?" Gerçekten sabah sabah beni sorguya mı çekecekti? Ona ciddi bir şekilde cevap vereceğimi düşündüren neydi ki? Oflayıp yeniden hareketlenerek, duvar kenarındaki ikinci sıraya geçtim ve oturdum. "Yoksa ikisi aynı onda yok mu oldu?" Ne ima etmeye çalışıyordu anlamadım ve anlamaya uğraşmak niyetinde de değildim ama bir saniyeliğine de olsa kelimelerinin üzerimde garip bir etki bıraktığını fark ettim. Hemen ardından silkelenip kendimi toparladığımda ise kitaplarımı sıranın altına koyup tekrar ayaklandım. Kevin yeniden konuşmadan önce koridora çıktığımda onu duyamayacağım kadar uzaklaşmıştım. Zaten güne pek iyi başladığım söylenemezdi. Bir de onun zırvalıklarına katlanmam gerekmiyordu. Derin bir nefes aldım. Ders başlayana kadar bahçede oturabilirdim ve böylece kimseyle muhatap olmazdım. Hem Karla'yı bulup akşam onlarda kalıp kalamayacağımı sorardım. Muhtemelen mutluluktan üzerime atlayacaktı. Çünkü en büyük hayalimiz birlikte pijama partisi yapmaktı ve nihayet bunu gerçekleştirme fırsatını elde etmiş olacaktık. Üstelik annemin aksine onun ailesi bana bayılıyordu. Güneşli ancak serin havaya geri döndüğümde az önce koridorda ayrıldığım Arven'i gördüm. Birkaç metre ileride Karla'yla konuşuyorlardı. Kevin'in sözlerini düşünmek istemiyordum ancak beynimin pek benim isteklerim doğrultusunda hareket etmeye niyeti yok gibiydi. Tartışıyorlar mıydı? Karla ve Arven'in tartışacak kadar bir samimiyetleri yoktu bile. Neden bu kadar hararetle birbirilerine bir şeyler anlatmaya çalışıyorlardı? Doğum günüme iki hafta kalmıştı. Belki de beraber benim için büyük bir sürpriz planlıyorlardı. Tabi ya. Başka neden olabilirdi ki? Bu durumdan şüphelendiğim için kendimden nefret etmem gerekirdi. Birisi yakın arkadaşım, diğeri bana deli gibi âşık olduğunu bildiğim erkek arkadaşımdı. Lanet olası Kevin! Sabah sabah dengemi bozmuştu. "Lisa!" Karla heyecanla bana el sallamaya başlayınca en sıradan tebessümümle yanlarına ilerledim. "Ne haber?" diye sordum her zamanki ses tonumla. Işıldayan gözleriyle bana bakan arkadaşımı görünce, içimden sövmeye başlamıştım. Kevin'ın lafları kafamın içinde minicik bir etki dahi bırakmamış olmalıydı ancak bir türlü beynim susmuyordu. "Süper." Dedi Karla deli gibi sırıtırken. Dünyanın en büyük gülümsemesini yerleştirdiği yüzünde başka mimik oynamıyordu. İşaret parmağımla hafifçe omzunu dürttüm. Ürkerek geriye çekildi. Sesli dile getirildiğinde kulağa oldukça saçma gelen bu durum benim bu dünyadaki cehennemimdi. "Akşam pijama partisi?" dedim her zamanki gibi bozuntuya vermeden ve bu haber karşısında mutluluktan havaya uçmasını bekledim ancak çatılan kaşları ve ekşiyen suratını gördüm. Hemen yanımızda dikilmeyi sürdüren Arven'e bir saniye dahi sürmeyen, hüzünlü bir bakış gönderdi. Ya da belki zihnim Kevin'ın etkisinde gereğinden fazla kalmış, aptal senaryosuna kılıf arıyordu. Tabi ya. Böyle düşündüğümde tüm şahit olduğumu sandığım anları kafamda uydurduğumdan neredeyse emin olmuştum. Neredeyse... "Aile yemeği günü. Dışarı çıkacağız. Başka akşam yapsak olmaz mı? Biliyorum annen zar zor izin veriyor zaten ama..." sözlerinin bahane olabileceği ihtimalini aklıma dahi getirmeden önce hızlıca lafını kestim. "Bir yolunu buluruz." Elini samimi bir tavırla koluma koydu. Dokunuşu benim için belli belirsiz bir görüntüden ibaretti. "Elbette buluruz. Biz efsane ikizleriz." Bugün beni kendime getirecek cümle bu olmalıydı. Biz efsane ikizlerdik. Hem de yıllardır... O an ufacık bir şüphe duymam bile kendimi öldürmek istememe sebep olmuştu. Kafamı toparlayıp dünya üzerinde en çok değer verdiğim iki insana baktım. "Sizi seviyorum çocuklar." Dedim onlara sımsıkı sarılmak için deli bir istek duyarak. Eh... En azından onların kollarını bana dolamalarıyla kendimi avutabilirdim. Arven elini belime yerleştirirken, Karla koluma girdi. "Yürü bakalım duygusal ikiz. Derse geç kalacağız." Hareketlendiğim sırada Arven yanağıma küçük bir öpücük kondurdu. Pratikte anlamsız ancak teoride kalbimi eritebilecek, aşk dolu bir öpücüktü bu ve bir süredir ruhum bununla yetinmeyi hatta doymayı öğrenmişti. ** Okul korkunç bir yerdi. Benim gibi tüm ilgiyi üzerine toplamayı başarmış, popülerliği tavan yapmış hatta insanlarla sohbet etmekten nefes almaya dahi zar zor fırsat bulabilen biri için bile üstelik... Günlük rutinim halini alan, okuldan nefret ettiğimi haykırarak kilidi çevirme girişimim bugün karşılıksız kaldığında, kapı annem tarafından açılmıştı. "Sana eve gelmemeni söyledim Lisa." Dedi alışıldık otoriter sesiyle. Ne? Bir merhaba bile mi demeyecekti? Gittikçe daha şüpheli davranıyordu. Önce nefret ettiği arkadaşım Karla'da kalmamı istiyordu, şimdi de kapının pervazına dikilmiş adeta beni içeri almamak için direniyordu. Eğer gerçekten katil olmadıysa... Neler çeviriyordu? "Çok yoruldum. Gidip yatacağım. Geçebilir miyim?" dedim. Şanslı günündeydi. Beni bir daha bu kadar kibar bulamazdı. Annem kollarını göğsünde kavuşturup, önüme geçti. "Git arkadaşlarınla biraz vakit geçir olmaz mı? Arven'i ara. Birlikte bir yerlere gidersiniz. Arabamı alabilirsin." Kaşlarım daha ben fark edemeden çatıldı. Mistik güçler annemin ruhunu ele geçirmediyse, birini öldürmemişse ve kafasına ciddi bir darbe almamışsa... O zaman geriye tek bir seçenek kalıyordu. "Anne..." dedim şok olmuş bir ses tonu kullanarak. "Eve erkek mi attın?" Bu günleri de mi görecektim? Tımarhaneye girmesine yalnızca bir adım kalmış olan ebeveynim kendine birini bulup bir de onu evimize getirebilmişti! Tanrım! Cici babam ya annem gibi kaçıksa... Hayatımın bundan sonrasında beni öldürüp gömseler daha hayırlı olurdu. "Yeter Lisa!" diye gürledi annem. "Sadece işim var! Nesini anlamadın?" Hah. Ona inanacak kadar saf olduğumu düşünüyor muydu gerçekten? Başımı olumsuz anlamda iki yana salladım. "İyi ya. Ben de yarına kadar kendimi odama kapatmayı düşünüyorum zaten. Seni rahatsız etmem." Yeniden konuşmasına izin vermeden elimi onun koluna koyup geriye sendelemesine sebep oldum. Zafer kazanmış bir edayla içeri girdim ve salon kapısının önünden geçip merdivenlere yöneldim. Ardından ise... Durdum. Bugün gereğinden fazla mı halüsinasyon görüyordum? Geriye doğru birkaç adım atıp yeniden salonumuzun girişine döndüm. Hemen camın önündeki, kırmızı, tek kişilik koltuğumuzda oturan; sarıya çalan açık kahverengi, omuzlarına dökülen saçları ve ela gözleriyle beni izleyen, kırklı yaşlarındaki iri yarı adama baktım. "Gerçekten eve erkek atmışsın!" diye gürledim şok olarak. Oysa söylerken aslında hiç ihtimal vermiyordum. Vay canına. On sekiz yıllık hayatımın sonunda başıma gelebileceğini düşündüğüm bir ton olay vardı ancak bu beni en çok şaşırtan olmuştu. Ruh hastası annemin sevgilisi vardı. Acaba bu beni biraz rahat bırakmasını sağlar mıydı? Şimdiden bu adamı eve getirmek için Karla'larda kalmama izin verdiği düşünülürse... Belki de cici baba fikri o kadar da kötü değildi. "Lisa..." diye söze girdi yanımdan geçip salona giren annem. Durumu açıklamakta zorlanıyor gibi görünüyordu. Bu yüzden ona yardımcı olmaya karar verdim. "Lisa Allen ben. Kusura bakmayın böyle emrivaki bir tanışma oldu. Benim hatam." Ayağa kalkan adama doğru ilerleyip elimi uzatmıştım ki son anda vazgeçtim. "Siz tokalaştık farz edin." Dedim sevimli görünmeye çalışarak. Yüzünde belli belirsiz bir gülümseme oluşan adama bakarken, bir an için onu tanıdığımı düşündüm. "Lisa." Dedi annem bir kez daha. "Sıkıntı yok. Arven'i ararım şimdi. Sinemaya gideriz. Bu ay efsane filmler var." Geriye doğru sendeledim. "Nasıl bir enerji doldu içim anlatamam zaten. Asla evde oturamam artık." Tepkilerimin abartı olmadığını umuyordum ancak bana anlamsız bakan iki yetişkin düşüncelerimi haksız çıkarmak ister gibiydi. Ne var? Her gün annemin erkek arkadaşıyla tanışmıyordum ya. Biraz samimiyetin dozunu kaçırmamı maruz görebilirlerdi. Arkamı döndüm ve neredeyse koşarak evden dışarı çıktım. Aceleyle telefonuma sarıldım. Arven'i ararken az önce yaşadıklarım karşısında deli gibi kahkaha atmak istiyordum. "Bebeğim." Dedi telefonun diğer ucundaki âşık olduğum ses. "Arven, neler olduğunu tahmin dahi edemezsin. Annemin bir erkek arkadaşı var! İnanabiliyor musun? Herhangi bir insanın ona tahammül edebileceğine hiç ihtimal vermezdim oysa!" neredeyse bağırarak konuştuğum için sokaktan geçen ve bana aptalmışım gibi bakan insanları görmezden geldim. "Neredesin? Onları yalnız bırakmak için evden çıktım. Kovuldum da sayılabilir. Nasıl saçmaladım bir bilsen. Beni öyle görsen gülmekten ölürdün. Her neyse, sonuç olarak birkaç saat evsizim. Sinemaya gidelim mi?" Tek nefeste söylediğim tüm cümlelerimin arkasından bir saniyelik kısa bir sessizlik oluştu. "Üzgünüm bir tanem." Diyerek hayallerimi başıma yıktı Arven. "Babamın işyerindeyim. Biliyorsun işi öğrenmeme takmış durumda. Dosyaların arasına gömüldüm. Başka zaman yapsak?" Sanki görebilecekmiş gibi dudağımı büzüp, "Peki," diye mırıldandım belli belirsiz. Omuzlarım düştü. Kendimi yalnız kalmış gibi hissediyordum. Annemin aşk hayatının dedikodusunu yapacağım kimsem yoktu. "Seni sonra ararım." Dedi Arven ve daha ben cevap veremeden telefonu kapattı. Anlaşılan ekilmek bugün kaderim olmuştu. Okulun yarısını tanıyor, diğer yarısı da benimle tanışmak için can atıyorken yalnız kaldığımda arayabileceğim yalnızca iki insan olduğunun farkına varmak biraz canımı sıkmıştı ama bu durumu, uzun zaman sonra kendime ayırdığım özel bir ana çevirebilir, vaktimi yalnız ve oldukça verimli geçirebilirdim. Moral bozmaya gerek yoktu. Adımlarımı hızlandırdım ve yönümü evimizin birkaç metre ötesinde yer alan ve Arven dekorunu fazla otantik bulduğu için asla içine girmediğim ufak kafeye çevirdim. Oysa önünden her geçtiğimizde, girip bir şeyler içmek için delice bir istek duyardım. Kendimden dahi gizlediğim minik sırrımla yüzleşmemi bitirip, kafenin kapısının önünde durdum. Hava soğuk olduğundan olsa gerek, dışarıdaki masaları kaldırmışlardı. Bu yüzden buradan bakınca kimse yok gibi görünüyordu ancak ben daha yeltenemeden kapı aralanınca, yanıldığımı anladım. "Hoş geldiniz." Diyerek bana yol verdi; yirmili yaşlarında, esmer kız. Hatları keskin, bakışları etkileyiciydi. Müşteri çekmek için kesinlikle doğru kişiydi. İnsanların seçtiği mesleklerle bu denli uyumlu görünmeleri beni hep cezbederdi. Yapmak istediğim mesleğe karar vermemiştim henüz ancak umuyordum ki, hayatımın kalanını her ne iş yaparak geçireceksem de dışarıdan bakıldığında işte bu denirdi. Bu meslek tam da bu kıza göre... Tavandan, yere kadar uzanan pencerelerin en köşesine yerleştirilmiş; yuvarlak, ahşap masaya yanaştım. Masa ile oldukça uyumlu görünen aynı renk sandalyeye oturduğumda ise tam karşımdaki duvarda asılı, ufak, halı desenli tabloları inceliyordum. İçeride yalnızca altı masa vardı ve ikisi boştu. Duvar kenarında kasa ve yanında pasta ve kurabiyelerle doldurulmuş bir stant yer alıyordu. Standın arkasında, bej duvarla oldukça uyumsuz görünen siyah bir kapı vardı. Dünyanın en şirin mekanını bulmuş olmalıydım üstelik evimin dibindeydi. Ben etrafı inceleme işini sürdürürken, az önce kapıda beni karşılayan kız yanıma yaklaştı. Elindeki tek sayfalık kartonu önüme bırakıp gülümsedi. "Ne alırsınız?" Kafamı menüye gömüp kendime içecek bir şeyler aradım. Sıcak çikolata severdim ancak kendimi bugün sıcak çikolata içecek kadar mutlu hissetmiyordum. "Espresso alayım." Dedim menüyü geri uzatırken. Aynı sevimli gülümsemesiyle yanımdan ayrıldığında ben de gözlerimi başka yöne çevirdim. Tavanı kaplayan renkli çiçekler büyüleyici görünüyordu. Arven'in ön yargısı yüzünden gelmeyi sürekli ertelediğim için kendime kızdım. Kelimenin tam anlamıyla buraya bayılmıştım. Şimdi günün her saatini burada geçirmek isteyecektim çünkü ben sevmenin dozunu ayarlamayı hiç beceremezdim. Şimdiye kadar bunun berbat bir özellik olduğunu söyleyen tek kişi annemdi çünkü ona göre birilerine dokunamıyorken bir de sevmeyi abartmak koca bir saçmalıktı. "Kahveniz." Dedi tanıdık bir erkek sesi fincanı önüme bırakırken. Kirpiklerimin altından bakıp da Kevin'ın aptal suratıyla karşılaştığımda, az önce burayla ilgili düşündüğüm tüm olumlu şeyler yerle bir oldu. "Ne arıyorsun sen burada?" diye sordum gereğinden fazla öfkeli bir tonlamayla. Kevin korumacı bir tavırla iki adım geri çekildi. "Burada çalışıyorum." "Aman ne hoş." Dedim pat diye. İkimizin de yüzü gerildiğinde toparlamaya çalıştım. Sonuçta o benden nefret ediyor olabilirdi ama benim onunla bir sorunum olduğunu söyleyemezdim. Belki de pozitif davranmaya başlayan taraf olabilirdim. "Teşekkür ederim." Az önce koyduğu kahve bardağını kavradım. Bana gülümsemedi. Elbette gülümsemeyecekti. Sevimli garson kızı şimdide çok özlemiştim. Kevin yanımdan uzaklaştı, ben de kafamı dışarıya çevirdim. Bizim ev görünmüyordu ancak sitedeki çoğu binayı seçebiliyordum. Annemle iri yarı erkek arkadaşının ne yaptığını merak ettim. Yani elbette beni ilgilendirmezdi ve ilişkileri üzerine düşünmek istemiyordum çünkü bu iğrençti ancak sonuçta annemdi işte. Huysuz, suratsız, aksi annem. En azından bana karşı hayatı boyunca hep öyle olmuştu. Üstelik babamdan öyle büyük bir aşkla bahsederdi ki, başka bir insanı hayatına sokacağı aklımın ucundan dahi geçmezdi. Ne ara olmuştu ve ben nasıl kaçırmıştım bilmiyorum ama anlaşılan bir şeyler değişmişti. Umarım bu değişim hayatımızı daha boktan bir noktaya sürüklemezdi. "Yalnızsın." Dedi Kevin öylece karşıma otururken. İzin almadan. Haber bile vermeden. Kaba. "Bu garip bir şey mi?" Omuz silkti. "İkizin veya sevgilin yok." Neden o ikisine bu kadar takmıştı akıl alması çok zordu. "Evet, çünkü onlara yapışık yaşamıyorum." Pozitif olmak buraya kadardı. Kalkmasını bekledim ancak yapmadı. Onun yerine dirseklerini masaya yaslayıp bana doğru eğildi. "İkisi aynı anda seni ekmedi yani." Tadımı kaçırıyordu. "Ağzındaki baklayı çıkarsana sen. Ne diye sürekli imalı laflar edip beni geriyorsun?" Tavırları gereğinden fazla can sıkıcı olmaya başlamıştı. Ayrıca hem benden hazzetmediğini gözüme sokup hem de sürekli benimle konuşmaya çalışamazdı. Birkaç saniye öylece beni izledikten sonra ayaklandı. "Afiyet olsun Lisa." Dedi ve bu defa gülümseyerek uzaklaştı. Of. Neden kafamı karıştırmasına izin veriyordum ki? Bu çok acınasıydı ancak lanet olsun ki beynimde filler tepişiyordu ve içimde delice bir merak kol gezmeye başlamıştı. Cüzdanımdan bir miktar para çıkarıp bardağın altına sıkıştırdım. Sonra da hızlı adımlarla kendimi kafenin dışına attım. Kimseye bir şey sormak ya da açıklamak zorunda değildim. Arven'in babasının şirketini aramamda da bir gariplik yoktu. Bunu daha önce de yapmıştım sonuçta. Ah. Aptal Kevin. Aptal! Telefon ikinci çalışta açıldı. "Bera Collins'in ofisi. Buyurun." Dedi telefonun diğer ucundaki kibar kadın. Boğazımı temizledim. "Merhaba, Arven'le görüşebilir miyim?" "Bir dakika bekler misiniz?" Yolun kenarında durmuş, tek ayağımı şiddetle yere vururken saniyeler geçmiyor, sanki geriye akıyordu. Hava en fazla on dereceydi ve üzerimde yalnızca triko bir kazakla, mini eteğim vardı ancak ter içinde kalmıştım. Gidip Kevin'ı pataklasam, muhtemelen sorunum daha çabuk çözülürdü ancak bir kere şüphe beynime yerleşmişti. Sonrasında deli gibi pişman olacağımdan emin olsam da biliyordum ki bunu yapmazsam gözüme uyku girmezdi. "Hanımefendi, kendisi bugün buraya hiç uğramamış." Arven'in bana daha önce yalan söylediği olmuştu. Aramızdaki temassızlığı sorun etmediği yalandı mesela. Benim ona dokunmamamın önemi olmadığı, her şeye rağmen beni ölene kadar sevebileceği koca birer yalandı. Ancak böylesi... "Pekâlâ, teşekkürler." Telefonu kapattım. Hiçbir şey düşünmedim. Sadece hareket ettim. Hızlıydım hatta neredeyse koşuyordum. Ne göreceğimi ne umduğumu, neyden korktuğumu hesaba katmamıştım. Kaldırabilir miydim? Baş edebilir miydim bilmiyordum ancak şu an önemsemedim. Sadece nefes nefese ilerliyordum. Ayaklarım acımıştı. Ayaklarımın acımasından nefret ederdim. Bunun yüzünden gözlerimin dolması çok saçmaydı ancak olmuştu işte. Şimdi hem koşuyor hem de ağlıyordum. Yaklaşık yirmi dakika sonra Karla'nın müstakil, tek katlı evinin önündeydim. Bahçe kapısını geçmeden hemen önce durup nefes alışlarımı düzene sokmaya çalıştım. Saçlarımı düzelttim. Gözyaşlarımı temizledim. Yüzüme sıradan bir tebessüm yerleştirip, taş yolu yürümeye başladım. Vazgeçmemek için aceleyle evin beyaz, çelik kapısını çaldım. "Kim ki bu?" diyen Karla'nın sesi ulaştı ilk olarak kulaklarıma. Demek ki yalnız değildi. Belki de aile yemeği günü erken başlamıştı. "Ne bileyim? Annemler geç gelecek demedin mi sen?" Arven. Geriye doğru bir adım attım. "Lisa olmasın Arven." Karla'nın ürkek sesi şimdi daha derinden geliyordu. "Sanmam. Neden gelsin ki? Aile yemeğin olduğunu düşünüyor." Bir adım daha. "Gidip bakayım en iyisi." Arkamı döndüm. Şimdi ayaklarım daha çok acıyordu. Lanet olsun! Az önce sildiğim gözyaşlarım yeniden ve daha hızlı akıyordu. Çünkü insanın ayaklarının acıması berbat bir şeydi! Bahçenin dışına çıktığımda kapı açıldı. Aynı anda var gücümle koşmaya başladım. "Lisa?" dedi Karla yarı şaşkın, yarı utangaç bir sesle. Yeniden konuştuğunda kelimelerini seçemeyecek kadar uzaklaşmıştım. Caddenin sonuna ulaşana kadar da durmadım. En sonunda bayılacak derecede yorulmuşken ayağımdaki kahrolası botları çıkarıp çantama sokuşturdum. "Senden nefret ediyorum." Diye mırıldandım botlarıma bakarken. "Beni yarı yoldan bıraktın." Çoraplarım kirleniyordu. Annem bana kızacaktı. Bu yüzden sıradaki gözyaşlarım kirlenen çoraplarım içindi. Bir sonraki, annemin gereğinden fazla olacağını bildiğim azarınaydı. Yol yarım saat sürdü ve bittiğinde son yaşlar, kafede yarım bıraktığım espressom için akmıştı. Hava karanlıktı. Annemin erkek arkadaşı gitmiş miydi bilmiyorum ancak şu an bunu umursayacak kadar sağlıklı düşünebildiğim de söylenemezdi. Garip bir boşluğa düşmüştüm. İhanet. Bu durumu anlatmak için fazla basitti. Arkadaşça bir buluşma olduğunu düşünecek kadar saf değildim elbette ancak olası ihtimali hala aklıma getirmemek için direniyordum. Çünkü eğer bununla yüzleşirsem dağılan parçalarımı toplayamazdım. "Ne bu halin? Neredeydin?" diye sordu annem daha kapıyı tümüyle açmamışken. "Dolaştım." Dedim omuz silkerek. Kaşları çatıldı. Gözleriyle beni baştan ayağa süzdükten sonra bakışları çoraplarımda durdu. "Ağladın mı?" Dünyanın en sıradan ses tonuyla sorduğu sorusu karşısında tepkim ona sarılmak oldu. Sanırım annemle en son böyle sarıldığımızda yedi yaşındaydım ve kolumu arı sokmuştu. Arılar çok acımasız hayvanlardı. İnsanların hiç beklemediği bir anda canlarını acıtabiliyor ve ömür boyu sürecek bir iz bırakıyorlardı. "Lisa?" dedi annem zorlukla nefes alıyorken. Öksürerek ve şaşkınlıkla beni geri çekti. "Ne oldu?" Galiba onu az daha boğuyor olmam dışında olan şeyi soruyordu. Keşke şu lanet hastalıklı özelliğimin aniden kaybolup gitmesinin bir yolu olsaydı. Muhtemelen kan çanağına dönmüş gözlerim, bir kez daha doldu ancak bu defa yaşları bastırmayı başarabildim. "Arılar korkunç hayvanlar ve botlarım ayağıma vuruyor." Annemin kaşları öfkeyle çatıldı. "Benimle alay mı ediyorsun?" Başımı olumsuz anlamda iki yana salladım. "Yarın okula gitmeyeceğim." Dedim yanından geçip içeri girerken. "Ve öbür gün de..." merdivenlere doğru yürürken ekledim. "Ondan sonraki gün de..." Kapının çarpma sesi duyulduğunda sustum. "Salona gel." Dedi annem otoriter bir sesle. Oflayarak olduğum yere sabitlendim. "Arven veya Karla gelirse, ararsa, ne bileyim işte herhangi bir şekilde bana ulaşmaya çalışırlarsa..." acı bir nefesi dışarı bıraktım. "İstemiyorum." Daha yüksek bir sesle tekrar etti annem. "Salona gel Lisa." Beni öldürmek istiyorsa bunun daha kolay yolları vardı. Böyle işkence dolu yöntemlerden vazgeçmeliydi. Omuzlarımı düşürüp salona yöneldim. Bay erkek arkadaşın hala burada olduğunu fark edince ise aceleyle duruşumu dikleştirdim. Annemin tüm öfkesini üzerimden alacak olan cici babamla sefil bir şekilde karşılaşmak istemiyordum. "Kusura bakmayın." Diyerek adama yaklaştım. Yarım kalan tanışmamızı tamamlamamız gerekiyordu anlaşılan. Annem beni evden yollamaya can atarken neden şimdi beni onun yanına çağırmıştı ki? Doğum tarihi uymuyordu ancak ben artık emindim. Annem ikizler burcuydu. "Lisa ben." Dedim neredeyse ürkütücü bir ses tonuyla. Tokalaşmak için elimi uzatmadım. Sanırım cici babamın benden nefret etmesi için oynayabileceğim bütün kartlarımı ortaya dökmüştüm. "Marsel." Dedi adam gülümseyerek. Ona karşılık bir tebessümüm yoktu ancak olsa dahi ismini duyduktan sonra yapacağımı pek sanmıyordum. İlk bakışta tanıdık görünen adamın şimdi ismi de bana hiç yabancı değildi. Şaşkın gözlerimi anneme çevirdim. İlk defa ifadesi mahcuptu. "Baban." Site site gezip kitaplarıma okur arıyorum. 😂 Çok emek verdim, çok severek yazıyorum. Umarım aynı etkiyi sizin üzerinizde de bırakabilirim. Lütfen yorumlarınızı ve beğenilerinizi eksik etmeyin. Yeni bölüm en kısa zamanda gelecek. Görüşmek üzere. |
0% |