@mershyy
|
"Artık şu siktiğimin kapısına vurmayı bırak,” diyen adamın sesini duydu Arden. Hızlıca ayağa kalkıp kendini toparlamaya çalıştı ve kilidi açılan kapının ardındaki yabancıyı görmek adına hafifçe geri çekilerek kapıyı sonuna kadar açtı. Karşısındaki manzara, bir yüzden ziyade deri zırhtan ibaret olduğundan dolayı kafasını kaldırma gereği duydu ve gördüğü tiplemeyle hafif tırssa da belli etmedi. Fazlaca uzun boylu ve giydiği zırhla resmen bütünleşmiş devasa bir adam duruyordu karşısında. Ağzını buruşturarak “Saygısız,” dedi Arden. Karşısındaki adam kaşlarını çatmakla yetinince “Çıkar beni buradan,” diyerek devam etti sözüne. Genç adam yarım ağız bir şekilde tebessüm etmeye başlamıştı. “Gerçekten bu söylediğini yürekten inanarak mı söyledin?” Buradaki insanların hepsinin bir garip olduğunu düşündü Arden. Önce gizemli konuşan kadın gelmişti, ürkütücü bir şekilde birkaç cümle kurup gitmişti, ya da sadece Arden ürkmüştü. Şimdi de bu adam. Evren şaka yapıyor olmalıydı. Tutsak edilme sebebini zaten bilmiyordu, hâlâ hatırladığı bir şey yoktu. Resmen dakika başı zihnini talan ediyordu lakin tık yoktu. Başlarda kendini sorguluyordu ama artık kendini sorgulamak bir kenara, resmen kafayı yiyecek vaziyete gelmişti. Karşısındaki adam ukalaca Arden’e bakmayı bırakıp odaya göz gezdirmeye başladı. Kitaplığın hemen yanında duran boy aynasını fark ettiğinde sarıya çalan saçlarına eliyle çekidüzen vermeye koyuldu. Arden bu harekete sinirlendiğini sözleriyle açık etti. “Hiçbir şey hatırlamıyorum, zihnimde olan biteni birleştirebileceğim tek bir anı bile yok ve siz bana hiçbir şey söylemeyip üstüne gelip benimle dalga mı geçiyorsunuz?” Genç adamın, aniden ellerini saçlarından çekerek Arden’in gözlerine derin bakışından sinirlendiği pekâlâ belli oluyordu. “Hiçbir şey hatırlamıyor musun?” dedi inanamayarak. Hızlıca “Hiçbir şey,” dedi Arden. “Her şeyi düşündüm, dakika başımı zihnimi yormaktan başım çatlayacak,” dedi ve üzüntüyle devam etti. “Lütfen yardım et. Neden burada olduğumu söylesen bile yeterli. Lütfen.” “Burada bekle,” diyerek kapıyı kapattı ve bir hışımla arkasını dönüp ıssız koridorda ilerlemeye başladı adam. Arden şaşkınlığın beraberinde getirdiği sinirle “Gerçekten dalga geçiyorsunuz!” diye bağırdı arkasından ve bir küfür savurdu. Yorgunluktan dolayı çığlık atma içgüdüsüne karşı koyamamıştı. Çok sıkılmıştı. Gerçekten bu durumdan çok sıkılmıştı. Herhangi bir kişiden gelen sayılı kelimeye bile razıyken kimsenin tek kelime etmemesini kaldıramıyordu. En azından bir sebep verselerdi. Bir amaç uğruna burada olduğunu hissedebilseydi. Bu şekilde, hiçbir şey bilmiyorken sükûnetini koruyamazdı ki. Zihni bile artık kendine ait değildi. Adımları onu gitmek istemediği yerlere götürüyordu. Asla medet ummazdı, az önceye kadar. Tanımadığı bir adama bile muhtaç haldeydi. Gözünden akan yaşlarla birlikte tekrar zihnini zorladı. Tekrar olumsuz sonuçlandı. Çaresizce durduğu yerde etrafına bakındı ve mutsuz bir şekilde yatağa geçip oturdu. Ne yapmalıyım? diye düşündü biraz. Hayatında hiç bu kadar çaresiz hissetmemişti. Umutsuzca yerinden kıpırdandı ve düşünmeye koyuldu. Saatlerce düşünüyordu ve bıkmaksızın devam ediyordu, belki bir sonuca ulaşırdı. Derin bir nefes verdi ve artık dayanamayarak yataktan kalktı. Zırhlarla bütünleşmiş olan adam beklemesi gerektiğini söylemişti fakat daha fazla bekleyemezdi. Zaten günlerdir bekliyordu, belki de aylar olmuştu. Nereden bilecekti ki? Uyuyup duruyordu. Ne kadar uyuduğunu bile bilmiyordu. Bir an önce bu lanet yerden çıkmalıydı. Önce boy aynasına gitti. Saçlarını düzeltmesi gerekiyordu, normal bir insan gibi görünmeliydi ki kimse bir şey sezmesindi. Odadan çıkarsa insanlarla denk gelecekti ve kimsenin onu böyle görmesini istemezdi. Gerçekten kötü bir hâldeydi. Oldukça parlak sarı saçları vardı. Çok açık bir sarıydı. Arden’i gören herkes şoke oluyordu. Kimse bu kadar parlak bir saçın doğuştan gelebileceğine inanmıyordu. Arden’in kendinde en çok beğendiği özelliği de saçlarıydı. Upuzunlardı ve onlara bakım yapmak hayatında keyif aldığı aktiviteler listesinin en başlarında yer alıyordu. Çoğu günler annesiyle birlikte geç saatlere kadar bakım yaparlardı. Annesi, Arden’e her seferinde “Yeter kızım. Bu kadar bakımlı olmaya gerek yok,” diyordu ama bunu söylediğinde Arden yalnızca nemlendirici bir yüz kremi sürmüş oluyordu. Annesi bakım yapmasa bile bakımlı görünen çok güzel bir kadındı. Aklına gelen hatıralarla gülümsedi Arden. Dışarıdaki dünya cehennemden bozmayken bile annesiyle çok mutluydu. Bir anda onu annesinden ne ayırmıştı da bu iğrenç yere hapsedilmişti ki. Kolay şekil alabilen saçları olduğu için hızlıca iki el hareketiyle saçlarını düzeltmiş oldu ve kendinden emin bir şekilde tekrar kapıya gitti. On saniye kadar gözlerini kapatıp sonunda aldığı cesaretle birlikte kapıya vurmaya başladı. Bu sefer ya kapıyı kıracaktı ya da rahatsız olan biri yine gelecekti. İki türlü de Arden’in işine gelirdi. Dakikalar geçmesine rağmen geri gelmeyen ukala adam tekrar zihnine düşünce ikinci seçeneği iptal etti. Buradaki insanlara güvenmek son çaresi bile olmamalıydı. Kapının kulpunu çevirmekten sıkıldığı için direkt yumruklamaya başlamıştı Arden. O kadar çaresiz hissediyordu ki kapı kırılsa kaçabileceğini düşünüyordu. Sanki kimse onu duyup yakalamayacaktı... Odada saat olmadığı için zamandan bihaberdi ama elleri kanlanmaya başlamıştı ve bu uzun süre geçtiğinin kanıtıydı. Sinirle yumruklarını savurmayı bıraktı ve kapının kulpuna geçti. Belki bir umut kapıya vurmaktan anahtar gevşemiştir. Kapının kulpunu çevirdi Arden. O kadar umutsuz bir şekilde çevirmişti ki kapının açıldığının farkına varmayıp tekrar denemişti. Kafasına sonunda dank eden durumla gözlerini sonuna kadar açtı. Kapı açıktı. Kapıyı kilitlememişti. Adam. Kapıyı. Kilitlememişti. Sevinçten çığlık atmak istemişti ama olduğu durum aklına gelince bu fikirden hemen vazgeçmek zorunda kaldı. Bunu nasıl daha önce fark edememişti? İçinden sevinç nidaları dökülse de dışı buna tezat oluşturuyordu. Arkasına bile bakmadan odadan çıkarak uzun koridorda yürümeye koyuldu. Sinir bozucu derecede yavaş gitmek zorundaydı, ses çıkarıp yakalanmak istemiyordu ama kahretsindi ki koridor başına en az 3 tane muhafız koymuşlardı. Umarım bu sadece odamın bulunduğu koridora özel bir durumdur. Kimseye görünmemeye çalışarak, sakince adımlamaya devam etti Arden. Ses çıkarmamak için attığı yavaş adımlardan bir an olsun bezmiyordu. Tek istediği bu lanet yerden çıkmaktı ve başaracağına inanıyordu. Başarmak zorundaydı. Uzun koridorda ilerlerken tuhaf bir içgüdüyle arkasını döndü. Sanki birileri onu takip ediyormuş gibi hissetmişti fakat kimse yoktu. Boş bir hüsnükuruntuya kapıldığını düşündü ve bu durumu aklından çıkarmaya çalışarak yürümeye devam etti. Koridorun uzunluğundan ziyade genişliği de çok büyüktü. Çok rahat bir şekilde 5 kişi yan yana durabilirdi. Tabii iri olmamaları şartıyla. Saniyeler dakikaları devirirken koridor iki yol ayrımına bölündü. Bir seçim yapıp sağ ya da solu tarafı tercih etmesi gerekiyordu. Arden her zaman solu tercih ederdi. Adımlarını sola doğru yönelttiğinde içinden dualar etmeye başlamıştı. Karşısına biri çıkarsa kelimenin tam anlamıyla boku yemişti. İstem dışı gözlerini kapatmıştı ve açtığında şükürler olsundu ki kimse yoktu. Boş bir koridor daha karşılıyordu Arden’i. Yoluna devam ederken bir yandan düşünüyordu. Hayatında her zaman değişiklikleri seven bir insan olmuştu ve bu amaç uğruna birçok hayaller kurmuştu. Hayallerinin arasında asla kaçırıldığı odadan kurtulmak isteyen bir Arden yoktu ama bunun da bir sebebi olduğuna inanıyordu. Hatırladığı tek şey oldukça parlak bir maddeydi. Yavaş yavaş bu parlak şeyin annesi tarafından ona verildiğini hatırlıyordu. Annesi bir kutunun içinde uzatıyordu ve kutu olağanüstü derecede güzel gözüküyordu. Bu düşüncelere kadar zihninde çok fazla yol katetmişti fakat olayın öncesi ya da sonrası yoktu. Yaşandı ve bitti gibi düşünebiliyordu sadece. Düşünceleri arasında duyduğu ses irkilmesine sebep olmuştu. Korkuyla yürümeyi bırakıp hareketsiz bir konumda beklemeye başladı. Biraz dinledikten sonra önemsiz bir konuşma olduğunun farkına vardı fakat konuşan kişilerin birer muhafız olduğu belliydi. Eğer yakalanırsa o boktan yere geri dönecekti. “Nöbet sıramız geçti. Karnım acıktı oğlum,” diyordu sesinden genç olduğu anlaşılan adam. Taş çatlasın 20 yaşındaydı. “Harbiden,” dedi diğer adam. Yaşları neredeyse aynı gibiydi. “Kraliçe sanki korumalar yeterli değilmiş gibi birini daha ekledi aramıza. Tipinden anladım zaten ondan bir bok olmayacağının. Karı kız peşine düşmediyse hiçbir şey bilmiyorum,” diye bitirdi cümlesini. Arden, ister istemez muhafızların neden böyle düşündüğünü merak etti fakat korkusu merakından üstün geldiği için bu düşünceleri yok etti. Sessizce duvara doğru sokuldu. Muhafızlar kendi aralarında konuşmaya devam ederken Arden daha fazla burada durmaması gerektiğini düşündü. Adamların koridoru dönüp arkalarına bakması yakalanması için yeterliydi ve bu istediği son şey bile değildi. Belki bir oda vardır diye duvara tutuna tutuna yavaşça adımlamaya başladı. Çok yavaştı, asla ses duymazlardı. “Sonunda be!” diye bağırış sesi yükseldi bir anda. Arden korkuyla yerinden sıçradı. Ayakkabılarından yükselen tok ses koridorda yankılandı ve o an Arden öleceğini düşündü. Boşuna kaçma çabasına girmişti, nereye kadar kaçabilecekti ki? Yakalamışlardı onu. Öldüreceklerdi işte. Saniyeler sonra yüzünü buruşturarak kapadığı gözlerini açtı. Daha önce gördüğüne emin olduğu bir çift gözle bakıştı. Çok geçmemişti üstünden. Taş çatlasın yarım saat önce onu beklemesini söyleyen muhafızdı bu. Muhafız gözlerini şaşkınlıkla açarken kaşları da yukarı kalkmıştı. Arden, bu harekete çatık kaşlarla bakmakla yetinmişti. Muhafız, gitmesi gerektiğini söyler gibi gözlerini Arden’in sağ tarafına yöneltti. Arden anlamayarak adama bakmaya devam etti fakat “Ne sesiydi o?” diyen başka bir muhafız, adamın aniden kafasını çevirmesine yol açtı ve Arden de hızlıca sağına baktı. Nasıl görememişti ki? Kocaman bir kapı vardı. Üstelik aralıktı. Arden hızlıca odaya girdi ve girerken duyduğu tek şey tanıdık bir çift gözün sahibi olan muhafızın “Görünürde bir şey yok. Kapı açık kalmış, muhtemelen rüzgârdan bir şeyler devrilmiştir ve onun sesini duymuşuzdur,” diyen sesiydi. Arden, adamın bu iyiliği neden yaptığını düşünürken bir yandan da etrafını inceliyordu. Bir ofis odasına benziyordu burası. Ortada büyük bir masa ve masaya oranla oldukça ufak bir sandalye vardı. Duvarlar boydan boya kitaplıkla süslenmişti lakin kitaplığı dolduran şey kitaplar değildi. Sadece büyük dosyalar vardı. Bazı raflarda ise dosyalanmamış yüzlerce kâğıt vardı. Arden merakla kitaplığa yaklaşarak herhangi bir dosyayı eline almıştı. Merakına yenik düşmemesi gerekiyordu fakat bu fırsatın eline bir daha geçmeyeceğini düşünüyordu. Zaten bilgiye muhtaç bir haldeydi ve bilgi tam da kucağına düşmüşken geri çeviremezdi. Dosyanın ilk sayfasında kocaman harflerle TARTAROS yazıyordu. Arden merakla diğer sayfayı çevirdi ve diğer sayfada gördüğü yazıları hemen okumaya başladı. Toplanan gücün yeşerttiği yıldırım sayesinde dört bir yanı surlarla çevrili Tartaros Bölgesi, 1853 yılında Leon Tartaros tarafından kuruldu. Öncülük eden isimler Grey Pot ile Tera Stark idi. Grey ile Tera’nın ihaneti sonucunda kurdukları bölgeyi kendi başına yönetmek zorunda kalmıştı Leon. Halk yönetim biçiminden gayet memnunken bir anda tüm enerji değişmişti ve herkes yakınmaya başlamıştı. Aslında Leon’un krallığı yönetim şekli değişmemişti fakat insanlar değiştiğini düşünüyordu. Değişen tek şey evrenin gün yüzüne çıkartmak istedikleriydi. Arden şaşkınlıkla gözlerini dosyadan ayırmıştı. Leon Tartaros ismini elbette duymuştu fakat bu bilgileri asla edinmemişti. Zamanında annesine geçmişlerini ve yaşanan felaketleri çok kez sormuştu lakin Petra Araz hiçbir zaman bunları anlatma taraftarı olmamıştı. “Kendin öğreneceksin,” derdi her defasında. “Kendi başına her şeyin üstesinden gelip çok bilge bir insan olacaksın. Bunun için bana ya da bir başkasına ihtiyacın yok.” Aklına gelenlerle korkuya kapılmıştı Arden. Dosyanın devamında isim ve soy isimler yazıyordu. Hemen yanlarında ise doğum tarihi ile bir krallık. Her kişinin yanında farklı bir krallık yer alıyordu ve bu krallıkları Arden gayet iyi hatırlıyordu. Annesinin odasında bu krallıkların yer aldığı bir harita bulmuştu geçmişte. Sorgulayacak yaşta değildi bu yüzden annesine hiçbir şey sormamıştı fakat merakına yenik düşüp defalarca incelemişti. Arden düşüncelerini bir kenara bırakıp kapıya baktı. Gelen gidenin olmaması önemliydi ve Arden’in bu odadan bir an önce çıkması gerekiyordu. Dosyanın devamını okumayı her şeyden çok istiyordu. Hatta bütün dosyaları incelemek istiyordu lakin bir an önce bu odadan çıkması lazımdı aksi takdirde olacakları tahmin etmek bile istemiyordu. Elindeki dosyayı kapatarak aldığı rafa geri koydu ve masaya doğru ilerledi. Son kez masadaki çekmeceyi açıp içine baksa bir şey kaybetmezdi değil mi? İçerisinde ne olduğunu bilmediği tek yer orası kalmıştı. Çekmeceyi ses çıkarmamaya özen göstererek yavaşça açtı ve içinde gördüğü şeyle inanılmaz mutlu oldu. Bir hançer vardı. Hançeri eline alıp kınından çıkardığında işe yarar derecede keskin olduğunu görünce gülümsedi. Eğer buradan kaçabilirse sonrasında neler olacağını ve kimlerle karşılaşacağını bilmiyordu. Olası badirelerle başa çıkmakta yardımcı olacak ve önemli bir işlev görebilecek bir hançerdi bu. Hançeri hızlıca kınına geri soktu ve ardından beline yerleştirmeye çalıştı. Aslında hançerin kınını beline takıp hançeri oraya yerleştirmesi gerekirdi, genelde en rahat taşıma yöntemi oydu fakat şu an beline sarabileceği bir bıçak kılıfı olmadığı için bu şekilde idare etmek zorundaydı. İşini hallettikten sonra çekmeceyi geri kapatıp vakit kaybetmeden odada bulunan cama doğru ilerledi. Saatten habersizdi, bu odada da saat yoktu ve bu Arden’in oldukça fazla tadını kaçırmıştı. Zamandan habersiz bir şekilde yaşamak berbat bir şeydi. Sessizce sürgülü camı açmaya çalıştı. Başta açılmasa da sert bir şekilde kuvvet uygulayınca nihayet açıldı ve Arden aşağıya baktı. Yerden çok yüksekte olmadığına şükretti fakat yerle bir olduğu da söylenemezdi. Atlarsa canı yanacaktı. En fazla ne olabilirdi ki? Belindeki hançer sağlam durmadığı için eline alıp sıkıca tuttu ve kendini camdan aşağı bıraktı. Ve sonunda günler süren tutsaklığı son bulmuştu. Artık özgürdü. Koca sarayın içinde tonlarca muhafız olmasına rağmen dışarıda bir tane bile olmaması garipti. Belki de tek tutsak Arden’di ve kimse kaçacağını düşünmemişti. Aslına bakılırsa Arden bile düşünmemişti ki. Fakat bir sorun vardı, sanki ayağı kırılmıştı. Sessizce düştüğü yerden kalkarak ayağının üstüne basmaya çalıştı. Çok acıyordu fakat idare edilmeyecek gibi değildi. Gerçi idare etmek zorundaydı. Sadece sendeleyerek gitmek zorunda kalabilirdi. En azından kırık olsa yerinde duramazdı değil mi? Annemin yanına gitmem lazım, diye geçirdi içinden. Ardından düşündü ve nasıl gideceğini bulamadı. Annesi neredeydi ki? Daha yaşananlar aklına gelmemişti ve o bilmediği bir amaç uğruna yola çıkmıştı. Sarayın ne kadar uzağında olduğunu kestiremese de gördüğü kadarıyla ileride büyük ağaçlarla çevrili bir orman olduğu barizdi. Arden, vakit kaybetmeden hızlı adımlarla ormana doğru yola koyuldu. Yanına ne bir su ne de bir yiyecek alabilmişti. Açlıktan midesi kazınmıştı fakat o lanet yerden çıkabildiği için bu durumda olmasına bile şükrediyordu. Kendi haline güldü. Ne ara bu kadar rezil bir duruma düşmüştü? Hiçbir şey hatırlamaması da cabasıydı. Delirmek üzereydi. Beynindeki sesler susmuyordu, zihninde bir sürü soru işareti vardı lakin yapabileceği hiçbir şey yoktu. Kendini daha boş hissettiği bir vakit olmamıştı. Ormana gidince ne yapacaktı ki? Kurtlarla arkadaş olup, aslanlarla ormanı mı yönetecekti? Bir de maymunlarla vakit geçirsindi, tam olurdu. Yaklaşık 45 dakikalık bir yürüyüşün neticesinde ağaçlar çevresini kaplamıştı. Sağlık sorunları yavaş yavaş kendini belli ediyor olsa da idare edebilirdi çünkü şu anlık tek amacı birilerine görünmeden yiyecek bulmaktı. Koskoca ormandı sonuçta, karşısına illaki yiyecek çıkardı ve iyi hissederdi. “Lütfen yiyecek bir şeyler bulayım,” diye mırıldandı Arden. Karnı guruldamaya başlamıştı ve bu sesten nefret ediyordu. Sağ ayağı yürümekten dolayı daha fazla ağrıdığı için olağandan daha fazla yoruluyordu. Yapacak bir şey olmadığının farkına varıp adımlarının çıkarttığı çatırdama sesleri eşliğinde yürümeye devam etti. Zihninde sadece annesi vardı. Annesini bulmak tek amacıydı. -ki zaten başka bir şey hatırlamıyordu- Dakika başı “Annemi nerede bulabilirim?” diye düşünüyordu. Genelde evde olurdu ama ev çok uzaktı. Nasıl gidecekti ki? Yolu bile bilmiyordu. Ormandan çıkarsa muhafızların onu yakalama ihtimali de çok yüksekti. Resmen batak bir çukurdaydı ve bu sefer yıldızlara bakmak yerine bataklığın ta kendisine bakıyordu. Düşüncelerinin kesilmesine sebep olan ses Arden’in tökezlemesine sebep olmuştu. Zaten kötü bir halde acıyan ayağı daha şiddetli acımaya başlamıştı. Arden’in işittiği ses resmen bir hayvanın can çekişiydi ve çok yakından gelmişti. Hızlıca gördüğü en büyük ağacın yanına çömeldi ve etrafına bakınmaya başladı. Ormanın derinliklerine geldiğinden ötürü hayvanların birbirine zarar vermeye başladığını düşündü. Bu can çekişten başka hiçbir sonuca varamazdı ki. Umarım yanlış duymuşumdur, diye geçirdi içinden. Buna ihtimal vermemişti ama elinde ummaktan başka bir çare de kalmamıştı. Kaç dakika aynı pozisyonda durduğunu bilmiyordu, sadece gelen sesleri dinlemişti ve seslerin kesilmesiyle yoluna devam edebileceği kanısına varmıştı. Devam etmek zorundaydı. Belli ki bir hayvan yaralanmıştı, belki bir avcı onu avlamıştı belki de yırtıcı bir hayvan. En fazla ne olabilirdi ki? Eğer ölmüşse zaten zarar gelmezdi, yaralanmışsa ise hareket edemezdi. Arden, “Her türlü başa çıkabilirim,” diye geçirdi içinden. Ardından kendini buna ikna etmek istediği için “korkacak hiçbir şey yok,” diyerek bitirdi cümlesini. Issız ormanda yoluna tekrar devam etti. ✯✯✯ Saatler süren yürüyüşünün ardından ağaçların tek tük olduğu bir açıklıkta mola vermişti Arden. Mola vermesinin en büyük sebebi ise açıklıkta bulunan göletti. Arden suyu gördüğü gibi koşarak elini yüzünü yıkamıştı ve kana kana su içmişti. Hemen ardından ise büyük bir ağacın dibine çökerek düşünmeye başlamıştı. Karnı çok açtı, yolda gelirken yerde bulunan garip yiyecekler görmüştü fakat daha önce görmediğine emindi ve bilmediği bir yiyeceği yemek istemediğinden dolayı es geçmişti. Biraz kestirse çok iyi gelecekti fakat buna asla cesaret edemezdi. Bir süre dinlendikten sonra oturduğu yerden kalktı ve göletin yerini unutmamak adına sadece doğu yönüne doğru ilerledi. Susadığında geldiği yerden aynı şekilde geri dönebilirdi. Ki susaması çok büyük bir ihtimaldi çünkü şimdiden buradan kurtulma ihtimallerini beyninden silmeye başlamıştı. Tahmin ettiğinden çok daha fazla büyük bir ormandı ve çıkış yoluna dair hiçbir ipucu yoktu. Resmen tutsak edildiği odadan sonra bir de kendini bu çıkmaz ormana tutsak etmişti. Yürüyüşü iyice yavaşlamıştı. Kısa kısa adımlar atabiliyordu ve çok çabuk yoruluyordu. Umudunun tükenmek üzere olduğunu iliklerine kadar hissediyordu. Bu şekilde pes etmek istemese de yapabileceği bir şey kalmamıştı. Kaleden çıkış yolunu bulmuştu evet, ama gerisini hiç düşünmemişti ki. Saat oldukça geç olmuştu, gökyüzünün zifiri karanlık olmasından belli oluyordu. Arden zaman zaman kurt uluma sesleri duyuyordu ama bu duruma o kadar alışmıştı ki ne zaman aynı sesi duysa bir ağacın dibine sinip ulumanın son bulmasını bekliyordu. Yavaş yavaş ilerledikçe adımlarını hızlandırmaya başlamıştı. Aniden gelen yüksek bir düşme sesinin beraberinde getirdiği inleme sesiyle Arden olduğu yerde durdu. Hayvan olamazdı. Bu ses tamamen bir insan sesiydi. Yere düşmüştü. Arden korkuyla “Kim var orada?” diye seslendi. Ses gelmeyince soru cümlesini tekrarladı. İtinayla karşısındaki şahıs ses vermiyordu. Hayvan sesi duyunca korkup saklanıyordu fakat insanlardan kaçmak yerine yanlarına gidip yardım aramak daha mantıklıydı. Arden nefesini düzenlemeye çalışırken bir yandan sesin geldiği tarafa doğru ilerlemeye başladı. Çok fazla değildi, yaklaşık 7-8 adım atmıştı ve büyük bir ağacın hemen arkasında yere yığılmış bir beden görmüştü. Refleksle “Siktir!” diyerek hemen yere eğilerek bedeni doğrultmaya çalıştı. Çok ağırdı. Üstünde lanet bir demir zırh vardı, tabii ki ağır olacaktı. Arden korkuyla demir zırhı görünce geri çekildi. Saraydaki muhafız olabilir miydi bu herif? “Ne güzel kalkmama yardım ediyordun. Neden durdun?” dedi yerdeki adam. Arden’in korktuğu başına gelmişti. O muhafız Arden’i bulmuştu. Yakalanmıştı. Hemen buradan kaçmalıydı. Arden adama cevap vermeden ayağa kalkmaya çalıştı fakat gözden kaçırdığı bir durum vardı. Muhafız, Arden’in ayağını sıkı sıkı tutmuştu ve asla bırakmıyordu. Hem de acıyan ayağını. “Ne yapmaya çalışıyorsun?” diye soru yöneltti Arden. “Asıl sen ne yapmaya çalışıyorsun? Neden kaçıyorsun benden?” dedi muhafız. Arden çaresizce “Yakalandım diye çabalamayı bırakacak değilim,” diye mırıldandı. “Yakınlarda büyük bir kurt var,” diye başladı muhafız söze. Ardından “elimizi çabuk tutup kaçsak iyi olur yoksa bizi çiğ çiğ yer.” diye bitirdi. Arden sanki karşısındaki adam bilmediği bir dili konuşuyormuş gibi bir yüz ifadesine bürünmüştü. “Senle hiçbir yere gelmiyorum. Ne anlatıyorsun?” “Kurtlara yem ol o zaman.” “Kapa çeneni.” Arden daha fazla konuşmayarak arkasını dönüp ilerlemeye başladı. Muhafız bozması, neden buraya kadar gelip Arden’in canını kurtarmaya çalışıyordu ki? Arden yaklaşık yedi tane dev ağacı arkasında bıraktıktan sonra horlama sesleri duymaya başlamıştı. Çok yüksek sesli bir horlamaydı. Herhangi insandan çıkma olasılığı imkânsız olacak kadar yüksek bir desibele sahipti. Sessizce kendi kendine Arden, kaç kızım, diye mırıldandı. Aniden arkasını döndü ve poposuna vura vura koşmaya başladı. Korkusundan dolayı bir an olsun ayağının acısını hissetmiyordu. Demek ki filmlerde de hep böyle oluyordu. Muhafıza rest çektikten sonra tekrar yanına gitmek elbette Arden’in gururunu incitmişti fakat o horlama sesini arkadaşı çıkarsa bile kaçardı. Bu asla hayvana özel bir durum değildi. Gerçekten çok korkunçtu. Koşarken bunları düşünmesi de ironikti. Koşarken bir yandan “MUHAFIZ!” diye bağırdı Arden. Aniden yükselen hışırtı sesleri muhafızın ayağa kalktığının belirtisiydi. “Hey! Neler oluyor?” dedi Arden’in yanına doğru yaklaşırken. Arden o kadar hızlı koşmuştu ki hemen yüz yüze gelebilmişlerdi. “Horluyor,” dedi Arden. Başka hiçbir açıklama yapmadan. “Kim horluyor?” “Ne bileyim. Hayvan gibiydi ama yemin ederim insan olsa da çok korkunç bir horlamaydı.” “Kızım ben seni uyarmadım mı? Ormanın ortasındayız. Kış uykusunda olan bir ayının horlama sesi gelmiştir.” Arden çığlığı bastı. “SADECE ŞAKAYDI BAĞIRMA!” Arden çığlığın yerini sinirli sözlere bıraktı. “Buraya kadar arkama bile bakmadan koşmuşum ve ayı diyorsun bana.” Muhafız tam ağzını açıp konuşacaktı fakat ikilemde kalıp kelimeleri yutmuştu. Arden bu hareketi önemsemeyerek “Bak şimdiden söylüyorum. Eğer niyetin beni tekrar o yere götürmekse asla gelmem,” dedi. Ardından biraz düşündükten sonra “Amacın beni oraya geri götürmek olsa bunu söylemezsin aslında. Ama senden başka çarem yok şu an. Beni şehir yoluna çıkart daha sonra ne yapıyorsan yap. Yoksa hiç acımam öldürürüm.” Muhafız çatık kaşlarla “Amacım seni oraya tekrar götürmek değildi,” dedi. Arden inanmadığını belli etmek adına göz devirdi. Muhafız zaten bunu inanması için söylememişti. “Düşmanın değilim Arden. Seni çok iyi tanıyorum ve amacım sana yardım etmek ama bu şekilde burada dikildiğimiz sürece horlayan şey her ne ise yanımıza gelecek. Bana güvenmekten başka çaren yoksa peşimden gel.” Arden’in aklını bir anda annesinin sözleri işgal etti. Kimseye güvenme Arden. Düşünmek istemiyordu bunları. Düşünmeme zorundaydı yoksa buradan çıkana kadar ölmüş olacaktı. Bu adam Arden’in ismini nereden biliyordu ki? Bir de çok iyi tanıdığını söylüyordu. Yine çattık der gibi baktı Arden. “Bana masal anlatma. Nereden tanıyacaksın sen beni? Esir tutulan insanlara bakmakla geçimini sağlayacak kadar alçak insanlarla hiçbir alakam olmadı ve olmayacak. Adımı biliyorsun sadece, beni tanımıyorsun.” Muhafız “Hiçbir şey bilmeden konuşma. Şu boktan yerden çıkalım da her şeyi anlatacağım,” dedi. Arden sonunda kabullenerek “Benim çığlığımdan sonra uyanmıştır bence o şey,” dedi. “Ney?” “O şey işte.” “O ney? Gördün mü ne olduğunu?” “Görmediğim için o şey diyorum aptal,” diye sesini yükseltti Arden. Adam sesini bile çıkartmadan Arden’in kolunu tuttu. Ve o an Arden geri çekilmesi gerektiğini hissetti. Ürpererek bir adım geriye kaçarak “Ne yapıyorsun?” diye sordu, Arden. Adam gözlerini kapayıp derin bir nefes aldı. Arden bu derin nefes veriş sesini karşısındaki adamdan duymalıydı fakat arkasında, bacaklarının oldukça üstünden bir serinleme geliyordu. Pekâlâ. Öncelikle sakin olmalıydı. Yüzünü buruşturarak yavaş yavaş arkasını döndü. Muhafız kendinden emin bir şekilde sadece olan biteni izliyordu. Karşısında kocaman bir kaplan duruyordu. Kocaman derken lafın gelişi değil, gerçekten çok büyük bir boyuttaydı. Neredeyse Arden’in boyunun yarısını geçiyordu. Arden hızlı bir manevrayla beline uzanarak hançeri aldı, babasının çocukken verdiği eğitimlerle tek harekette elindeki hançerin kınısını çıkartıp kaplana doğru uzattı. Şaşkınlıkla izleyen muhafız gözlerine inanamamıştı. Yarım saniye bile almamıştı kızın bu hareketi yapması. Kaplanın devasa pençesi yerden havalanınca Arden hızlıca yatay biçimde tuttuğu hançeri kaplanın tenine değdirdi. Gözünün hemen altında bir kesik oluşturmuştu. Derisi o kadar kalındı ki sert bıçak izi sadece hafif bir kesikten ibaretti. Kaplan kükreyerek havaya kaldırdığı pençesini Arden’e savurdu. Arden kaplanın yaptığı saldırıdan ani bir hareketle kaçmayı başarmıştı. Muhafız bu gösteriye daha fazla kayıtsız kalmayarak Arden’i hızlıca elinden yakalayıp gözlerini yumdu. Arden artık 2 metre öteden görüyordu kaplanı. Hayır, kaplan uzaklaşmamıştı. Arden uzaklaşmıştı. Muhafız, “Karşımızdaki hayvanın enerjisi çok yüksek. Elimden gelen bu. Savaşmamız lazım,” dedi hızlıca. Lanet olsun. Neler dönüyordu burada? Arden, yeni bilgiler keşfetmek isterken bundan bahsetmiyordu. Işınlanmış mıydı o adam? Arden bir süre bilincinin gittiğini düşündüğü. Düşüneceği en mantıklı çıkış yolu buydu ve buna inanmak istiyordu. İnandırıcı olmasa bile buna inanmak istiyordu. Başka ne olabilirdi ki? Şaşkınlıkla ağzı açık bir şekilde olduğu yerde bekliyordu. Muhafız ise yanlarına ulaşmış olan kaplanla cebelleşiyordu. Arden hızlıca kendini toparlayarak çevik bir hareketle çaprazında duran kaplanın üstüne doğru gitti ve hafifçe yerden yükselerek kaplanın sırtına oturdu. Elindeki hançer artık kaplanın boğazındaydı. Kaplanın ağzı ise muhafızın bacağında. Saniyelerin saatler sanıldığı sürenin ardından kaplan, ağzını yavaşça muhafızın bacağından çekmişti ve Arden korkarak muhafızın bacağını inceliyordu. Hoş, eğer ısırsaydı muhafız çığlıklar atardı ama yine de emin olmak istemişti. Ona zarar gelsin istemezdi, ona ihtiyacı vardı. Muhafızın bacağında tek bir kan lekesi bile yoktu, sadece kaplanın salyaları vardı ve Arden kaplanın yaptığı bu hareket üzerine duraksamıştı. Neden muhafızın bacağını parçalamadığını düşünürken hata yapmıştı. Bu Arden’i boşluğundan yakalayan kaplandan belli oluyordu. Kaplan, sırtını hafifçe sola doğru yatırarak Arden’in yere düşmesini sağlamıştı ardından dört ayağını da kızın çevresine hapsetmişti. Resmen kaçacak delik yoktu. Muhafız, iki elini de sırtına çapraz bir şekilde yerleştirilmiş olan kılıçlara götürdü. Uzun kılıçların tiz bir şekilde kınından ayrılış sesi sessiz ormanın ne kadar tehlikeli bir yer olduğunu açığa çıkarmıştı. Arden bu sesi duyunca rahatlamıştı, muhafız onu kurtaracaktı. Lakin hesaplayamadığı şeyler olmuştu. Hayır, Arden’in değil. Muhafızın hesaplamadığı şeyler olmuştu Şimdi de kaplanın salyaları Arden’in suratına akıyordu ve sorun sadece bu değildi, kaplanın suratı gittikçe Arden’e doğru yaklaşıyordu. Ağzı kocaman açılmıştı. Ardını koca bir kükreme aldı. Kaplan bütün ormanı inletti. Arden bağırarak “DUR!” dedi muhafıza. “Geri çekil. Öldürecek. Kaç buradan.” Muhafız, kızın ölmesinden ziyade kendi ölümünü tercih ederdi ama bu durumda ne yapacağını şaşırmıştı. Kılıçlarını elinden bıraktı ve iki kılıcın da yere düşme sesi duyuldu. Ve kaplan ağzını kapadı. On saniye önceye kadar Arden’in kafasını koparacak kadar vahşi bir hayvan değilmiş gibi gülümsemişti. Evet. Gerçekten gülümsemişti. Arden bunu görmüştü. Çatık kaşlarla kaplana bakarken artık dayanamayıp altına işeyeceğini düşündü. Hayatında hiç bu kadar korktuğunu hatırlamıyordu. Gerçekten öleceğini düşünmüştü ve hala böyle düşünmeye devam ediyordu. Kaplan sakince bir pençesini havaya kaldırdı ve Arden’in yüzüne yaklaştırdı. Muhafız “HAYIR!” diye bağırmıştı fakat bu hiçbir işe yaramamıştı. Arden ne kadar geriye kaçmaya çalışsa da kaplanın pençesini sol gözünde hissetmişti. Ve o an öyle bir andı ki Arden acıyı hissetmedi. Babasıyla antrenman yaparken elini kestiğinde bile daha fazla acımıştı. Muhafız eğilip yere düşmesini sağladığı hançerleri tekrar eline almaya yeltendi ve tam o sırada Arden’in zihninde bir ses duyuldu. “Yara izi de benden bir hatıra olarak kalsın.” |
0% |