@meysak
|
'Kime niyet, kime kısmet.' ... Uçuş elbisesinin fermuarını açarken acıyla inlemekten alıkoyamadım. Dayanılamayacak kadar değil en azından ya. Üst kısmını üzerimden dikkatlice çıkarıp bacağımdaki cebimden sargı bezi çıkardım. Omzumun biraz aşağısındaki yarayı sarmaya başladım el yordamıyla. "Vurmayı da bilmiyorlar anasını satayım." Dedim kendi kendime. "Bizimkiler olsa elli kere kafasından shotlamıştı." İşimi bitirip üstümü geri giydim. Canımın acısı biraz daha katlanılır olmuştu sarınca. Fermuarımı çekerken sesler duyunca iyice sindim yerime. Birileri yaklaşıyordu. "Türk pilotu bu civardadır," diyen kişinin bozuk türkçesinden düşman olduğunu anlamam uzun sürmedi. Kaç kişi olduklarını görmek için öz ucuyla onlara bakıp iyice sindim yerime. Biraz geridelerdi ama yaklaşıyorlardı. Biri uzun biri ondan biraz kısa ellerinde tüfek taşıyan iki kişiydiler. "Ölse de fark etmez. Ölü ya da diri elimizde olsa yeter." dedi biri. Ben sizin elinize düşeceğime çekip ikinizi vurur ardından gömerdim. İlk konuşan konuştu bu sefer. "Canlısı daha işimize yarar oğlum. Gerizekalılar adam yere inerken daha ateş ettiler. Belki yere inemeden öldü." Olduğum yerden çıkıp ben bir kadınım kuş beyinliler demek istesem de göz devirmekle yetindim. Elimdeki tek silahla yakında olanları da toplamak istemezdim sonuçta. Dua etsinlerdi yalnız oluşuma. "Ölüsü de işe yarar. Türkler arkasında leş bırakmaz, almak için geri dönerler. Pazarlık için kullanırız." Aynen, bizimkiler de pazarlık yapardı zaten. Ulan hala öğrenememişlerdi şunu var ya. En çok ona yanıyordum zaten. Yeni yetmeydi herhalde bunlar. "Kesin aramaya çıkmışlardır." Çoktan telsizlerine anons geçilmiştir. Ben irtibat kuramıyordum ama onlar üstlerle kurmuş olmalılardı. Zaten uçağımın düştüğünü de görmüşlerdir. "Onlarla karşılaşmayalım da. Gebertirler yoksa hepsi bizi." Başka türlüsü zaten mümkün olmazdı. Gerçekten yaşayabileceklerini düşünmemişlerdi herhalde. Bir türk askeri ile karşılaştıysanız, ki bu birde özel kuvvetlerdense, gördüğünüz son yüz onun yüzü olurdu. Havada, Karada, Denizde... her yerde biz vardık ve olmaya da devam edeceğiz. "Sen şu tarafa bak, bende şuraya bakayım." Adım sesleri bana iyice yaklaşırken biraz daha çektim kendimi. Birde bunlarla uğraşacaktım. Uçağım düşmüştü benim alooo. Korktuğum başıma gelmedi. Telefon zil sesiyle adım sesleri durdu. Ses kısıldıktan birkaç saniye sonra "hayır henüz değil," dedi. Muhtemelen üstleri beni soruyordu. "Tamam," telefonu kapattığını belirten dıt sesiyle "Omar gidiyoruz!" diye bağırdı. Adım seslerinin uzaklaştığını duyunca rahat bir nefes verdim. Geri kalan saatlerim tersi yöne gidip saklanacak bir yer aramakla geçmişti. Uçağın enkazına ulaştıklarında hava çoktan kararmıştı. Bir miktar da sis olduğu için gece görüşleri çok azdı. Feza "burun kısmında 2 tane." Can "doğu kanadında da." Tim dört yanını sarmıştı. Doğukan batı kanadından birini hedef aldı. "Kuyruktakiler Hasan ile bende." dedi Ali üsteğmen. Yuşa "batıdakileri indiriyoruz." Doğukan "3 diyince atış serbest, gördüğünüzü indirin." 1den saymadı. Beklemeden 3 dediğinde aynı anda vurdular. "Can, bombaları yerleştir aslanım." Yine hız kesmeden yanlarına gidip mühimmatlarını topladılar. Doğukan ın eli kanopinin yerleştiği yan kısımda yazan ismi buldu. YZB. POYRAZLAR... "Sensin değil mi?" diye fısıldadı. O olduğunu söylüyordu içinden bir ses. Zaman zaman aklının bir köşesinden gün yüzüne çıkan küçük kızın o olduğunu düşünmek istiyordu şuan. Umarım hayattasındır. Kendini hızlıca toparlayıp Selim e döndü. "Gidelim." Topladıkları mühimmatlarla birlikte Atmaca timi oradan ayrılırken elindeki kumandayı havaya kaldırdı Selim. Ulaşabilecekleri herhangi bir belge, delil için imha etmeleri gerekiyordu. Tıpkı Selim elindeki kumandaya basar basmaz gürültüyle patlayan 3 bombayla uçağın paramparça olması gibi. "Doğru düzgün kaz şu mezarı!" diyen it tüfeğinin namlusuyla adamın omzunu dürttü. Adam korkuyla daha çok ağlarken silahımı daha sıkı tuttum. Başka biri gelecek mi diye bekliyordum ama görüyorum ki kimse yoktu. Sadece bir motor ve iki de adam. Biri muhtemelen teröristti ve diğerini zorluyordu. Daha fazla beklemenin manasız olduğunu fark edince kafasına sıkıverdim. Tam 12'den. Adam çığlıkla kenara çekilirken terörist yere yığıldı. Saklandığım yerden çıkıp adamın yanına ilerledim. "Kime niyet kime kısmet, değil mi? Senin için kazdırdı ama kendi düştü. İyi misin?" kazdığı çukura bakıp adama döndüm. Korku dolu gözlerle bana bakıyordu. Ama türk askeri olduğumu fark etmiş olmalı ki rahatlamıştı sanki. "Sen gelmeseydin beni bu mezara gömecekti. Askersin dimi? Türk askeri..." diye sordu. Önüme geliğ çökecekken kolundan tuttum. Ama kolumu zorlamış olmalıyım ki sızladı omzum. "Yaralı mısın?" "Evet. Yolumu kaybettim." uçağım düşmüştü. Adam "adım Ahmed. Dostum ben. İlerde köyümüz var, sizlerinki kadar olmasa da küçük bir sağlıkocağımız var. Yardım gelene kadar size yardımcı olmama izin verin komutanım." Gözlerinde dost pırıltıları dışında birşey yoktu. Onunla gitmek dışında yapacak birşeyim yoktu. Motora bindiğimiz gibi de rabbime dualar ediyordum bir sorun çıkmaması için. Beni her yerde ararlarken onlarla bulunmam demek onları da tehlikeye atmam demekti. Bizimkinler yetişecekti, biliyorum. Gayet sakince ilerlerken ileride gördüğüm yapı ile kaşlarım çatıldı. "Ahmet bey durdur motoru çabuk." Dediğimi yapıp motoru durdururken üzerinden inip taşın arkasına sakladım kendimi. "Orası ne?" Ahmet de ardımdan inip yanıma gelmişti. "Radikaller," dedi. "Kendilerine bir üs kurdular. Bir haftadır oradalar." Sİktir. Bu çok sıkıntıydı. Burada böyle bir üs olması demek büyük bir sorun demekti. Orası uçuşa yasak bölgeydi. Uydularımız orayı göremiyordu. Bu yüzdendi fark edilmeden kurmaları. "Yığınla silah var..." nasıl bir yığınaktı bunlar böyle? Nasıl tedarik etmişlerdi? Bunların arkasındakiler kimdi yahu? Ahmet "Bir eylem hazırlığındalar ama bilmiyoruz. Halk endişe içinde, çok korkuyoruz." "Tamam, devam edelim." Bizimkilerden birileri gelince üstlerle konuşup bir hal çaresine bakmak zorundaydık. Bir türk köyünü bunlarla bırakamazdık. "Eşeği sakın vurma he," diyen sakallı kişi elindeki ekmek arasını ısırdı. Bidonlarına su doldurmaya çalışan anne ve oğluna nişan almıştı. "ben değerli şeyleri vurmam heval." Leyla "vurayım mı komutanım?" derken dürbünle iyice yaklaştırdı. "Ateş etmek yok. Sar56'nın sesini duyarlarsa damlarlar buraya.Kimseyi başımıza toplamaya gerek yok." derken ayaklandı. Selim büyükçe gülümsedi. "İzle bak Hasan," dedi. "Nasıl sıra dayağına sokuyor." Doğukan temkinli adımlarla ilerleyip silahlı olanı indirdi. Diğeri ekmek yediği için arkası dönüktü. O yüzden bağırıp uyarmasın diye önce soluğunu kesti anlık. Yumruk çakıp kasaturasını kınından çekti ve boğazını kesti. Yuşa "yalnız komutanım öyle bir dövüyordu ki canım çekti yemin ediyorum." Ali "gel ben döverim seni he Yuşa?" Yuşa "yok komutanım dövülmüş kadar oldum ellerinize sağlık." Sakallı adama yöneldi. Ensesine vurduğu gibi ekmeğini düşürürken geri çekildi hızlıca. "Ne oluyor lan!" silahına davransa da Doğukan tekme ile koluna vurdu. "Benim elimde silah mı var lan it?" Arkasında hissettiği hareketlilikte dirseğini kaldırıp sağlam bir geçirdi burnuna. Üzerine saldıran sakallıyı da tekrar bir tekme ile yere düşürdü. "Dur bi sen," diyip az önce burnuna dirsek attığı adama döndü. Yerde uzanan adamın üstüne çıkıp yumruklarını savurdu defalarca. Selim "yalnız harbiden benim de canım çekti he." Ali güldü. "Git de Doğukan yüzbaşım seni de aradan geçirsin." Selim "yok Doğu rüzgarı yemek istemem." yüzünü buruşturdu. "kaşımın gözümün yerini seviyorum ben." Onu yerde bırakıp diğerine geçti. Hala yerden kalkmadığını görünce sinirlenmişti. Silahını çıkardığı gibi iki el ateşledi ona. Timin yanına ilerledi ardından. Yanlarına gidince Ali ye verdiği tüfeğini geri aldı. "Polat, mermileri topla da gidelim." Yaklaşık bir saatin ardından sonunda bir köye geldiklerinde içlerinden dua ediyorlardı umarım pilot buradadır ve sağdır diye. "Can kurtarmak... iki farklı meslek ama amaçlar aynı. Ne tuhaf değil mi?" "Öyle," dedi doktor Fatıma. "İkimizin de görevi çok kutsal." "Kendinle gurur duy Fatıma," dedim samimi olduğunu düşündüğüm bir gülümseme ile. "Böylesine şartlar altında bile o kadar güçlüsün ki, hayran kaldım sana." Fatıma da benim gibi 20'lerinin sonunda bir kadındı. Doktor olarak koluma küçük bir dikiş atıp pansuman yapmıştı ben dün babası ile birlikte geldiğimizde. Geceyi burada geçirmiştim. Rahat bir uyku değildi ama en azından uykumu alabildim diye seviniyordum. Fatıma "sen de babamın hayatını kurtardın yüzbaşı. Benim yaptığım seninkinin yanında bir hiçtir." "Yanılıyorsun," sırıtarak kollarımı gösterdim. "Savaş pilotuyum ben. Kollarım çok önemlidir." Bir anda gürültüyle içeri doluşan kişilerle oturduğum yerden kalkıp Fatıma yı arkama alırken tetikte beklettim silahımı gelenlere doğrultmuştum. "Yerinde olsam o tabancayı kızına geri sokardım Pilot Yüzbaşı Asi Poyrazlar," dedi karşımda duran uzun boylu kamuflajlı adam. Elini uzattı. "Yüzbaşı Doğukan Demirkol." Kaşlarım havalanmıştı. Bulmuşlardı işte beni. Çok şükür ki sağ salim bulmuşlardı. Silahımı indirip elini sıktım. Sonunda buldum seni. Fatıma nın sinirli sesi yükseldi arkamdan. "Yalnız burası dingonun ahırı ya da düşman kampı değil, bir sağlık ocağı. Doğru düzgün girmeyi bilmez misiniz siz?" Yanımdaki yerini aldı. Gülümsedim. Doğukan yüzbaşının gözleri bir anlık dudaklarımı bulsa da toparladı hemen kendini. Doğukan ın yanında duran sarışın konuştu "afedersiniz doktor hanım." "Attığım bombaların sizi yaralamamasına çok sevindim." Doğukan "Biz de seni sağ salim bulduğumuza sevindik." Gözü uçuş elbisemin omuz kısmını buldu. Kaşları çatılmıştı. "Vuruldun mu?" "Sıyırdı." Gözü vücudumu taradı hızlıca. Sonra bir yerde durdu. Boynumdaki kolyede. Onun da dudakları kıvrılmıştı. Hatırladı... "Leyla, üsse haber geç. Pilotumuzu bulduk tahliye planına geçiyoruz." "Bir dakika bir dakika, gidemeyiz." . . . Haftada bir salı günleri bölüm paylaşma günümüz olsun. Nasıl buldunuz? |
0% |