
BÖLÜM 3
“İnsan, sadece varlığıyla değil, dünyaya kattığı izlerle anlam bulur.”
ZENON DÜNYASI
Zenon dünyası, katı bir sınıf düzeniyle inşa edilmiş, katmanlı bir toplumdu. Her sınıfın kendine ait bir sembolü vardı; bu semboller güç, görev ve konumlarını simgeliyordu. Toplumun düzeni, bu sembollerin yarattığı görünmeyen hiyerarşi üzerine kuruluydu.
Kupa Sınıfı (♥)
En üstte Kupa Sınıfı yer alıyordu. Kupanın sembolü (♥), zarif kalkan şeklini andırıyor ve asalet ile gücün sembolü olarak görülüyordu. Yönetim bu sınıfın elindeydi. Krallar, kraliçeler ve soylular burada toplanırdı. Servet ve ayrıcalıklar içinde yaşayan bu sınıfın zirvesinde Kral Jordan oturuyordu. Kupa sınıfı, Zenon’un geleceğini şekillendiren kararların merkezindeydi. Onlar asla ezilmez, yalnızca yükselirdi.
Maça Sınıfı (♠)
İkinci sırada Maça Sınıfı geliyordu. Maça sembolü (♠), mızrağın keskin ucunu andırıyor ve orduyu, savaşçı ruhu temsil ediyordu. Maça sınıfı, Zenon’un güvenliğinden sorumluydu. Halkı korur, düzeni sağlar, tehditlere karşı göğüs gererlerdi. Eğer Zenon bir savaşla karşılaşırsa, Maçalar en önde yer alırdı. Onlar, savaşın ve adaletin sembolüydü.
Karo Sınıfı (◆)
Üçüncü sırada Karo Sınıfı bulunuyordu. Karo sembolü (◆), ticaret ve bilimi simgeliyordu. Bu sınıf, tüccarları, bilim insanlarını ve filozofları içeriyordu. Yenilikler, ticaretin sınırlarını zorlayan keşifler ve ekonomik refah, Karo sınıfının yeteneklerinden doğuyordu. Zenon’un büyümesi ve gelişimi bu sınıfın omuzlarındaydı.
Sinek Sınıfı (♣)
Son sırada ise Sinek Sınıfı yer alıyordu. Sinek sembolü (♣), yonca yaprağına benziyordu ve köylüleri, işçileri temsil ediyordu. Toplumun en alt tabakası olan bu sınıf, tarım ve hayvancılık yaparak toplumun ihtiyaçlarını karşılıyordu. Ancak hayatları boyunca yalnızca çalışır, asla fırsatlara erişemezlerdi. Bu sınıfın üyeleri, sistemin devamlılığını sağlamak için fedakârlık yaparken görünmez kahramanlar olarak kalmaya mahkûmdular.
Zenon dünyasında her sınıfın görevi belliydi, ama bu hiyerarşi, en alttakilerin her zaman ezilmesi üzerine kuruluydu. Elsa ve Hans, bu katı düzenin en alt sınıfı olan Sinek Sınıfı’nda yer alıyorlardı. Diğer sinekler gibi dışlanmaya ve hor görülmeye mahkûm edilmişlerdi. Ancak onları diğerlerinden ayıran bir şey vardı: Cinsiyetsiz çocukları.
Hans, kucağındaki cinsiyetsiz bebeğe tiksintiyle bakıyordu. Düşünceleri, bahçesinde kendisini bekleyen kasabalıların yüz ifadelerinde düğümlenmişti. “Yakınlarımın gözlerinin içine nasıl bakacağım?” diye düşündü. Ayağının altındaki çimenler çamura dönüşmeye başladığında, Sinek semtine vardıklarını anladı.
Zenon dünyasında çamurun ayaklarınızı soğuk bir şekilde sarması, Sinek semtine geldiğinizin habercisiydi. Elsa, keskin yağmurun yüzüne çarpmasına aldırış etmeden, kucağındaki diğer cinsiyetsiz bebeğe sıkıca sarıldı. Hava soğudukça ve güneş kayboldukça, Zenon’un kasvetli düzeni bir kez daha kendini hissettiriyordu. Elsa’nın çamura bulanmış ayakkabıları artık seçilemiyordu. Zihni, Hans’ın hissettiklerine benzer bir karamsarlıkla doluydu.
Sinek semtine vardıklarında, kasabanın boğucu havası ve çürümüşlük kokusu onları karşıladı. Her ev, diğerine benzeyen tek katlı ve oval bir yapıya sahipti. Bu, kasabanın hiç değişmeyen sefaletinin simgesiydi. Hans’ın tek isteği, eve varıp ayaklarını uzatmaktı. Ancak evlerinin önündeki kalabalığı görünce tüm hayalleri suya düştü. Evin önünde toplanan kalabalık, Hans ve Elsa’nın sırlarını çoktan öğrenmişti. “İkizlerinizin cinsiyetsiz olduğunu duyduk!” diye bağırdı genç Max. Hans öfkeyle başını çevirdi. “Bu seni ilgilendirmez, küçük fare!” diye bağırdı.
Bir kadın, “Cinsiyetsiz çocuklar lanetlidir!” dedi. Başka biri, “Onlar şeytanın ta kendisi! Onları öldürmeliyiz!” diyerek kalabalığı daha da kışkırttı. Harlan, Elsa’nın kucağındaki bebeği almaya kalktığında, Elsa hızla geri çekildi ve Hans’ın yanına sığındı. Hans, öfkesine hâkim olamayarak Harlan’ı çamurun içine savurdu. Ardından Harlan’a acımasızca tekmeler savurmaya başladı. Max, babasını korumaya çalıştı, ama Hans onu da yere serdi. Çamurun içinde kalan Harlan, aldığı darbelerin acısıyla inliyordu. Çamur, kan ve öfke birbirine karışmıştı. Tam bu sırada, Hans’ın annesi Lee, bahçe kapısında belirdi. Elindeki odunları yere sertçe vurdu ve sakin ama otoriter bir sesle konuştu: “Hans, yeter! Ne yapıyorsun sen?” Hans durdu, soluk soluğa annesine baktı. Lee, kalabalığa dönerek soğuk bir ifadeyle, “Bahçemde ne arıyorsunuz?” diye sordu. Kalabalık, Lee’nin kararlılığı karşısında bir an sessizliğe büründü. Ancak Max pes etmemişti. “O çocukları bize verin. Onlar lanetli!” diye bağırdı. Lee, odunlardan birini yerden alıp tehditkâr bir şekilde havaya kaldırdı. “Burayı terk edin, hemen!” diye haykırdı. Gözlerindeki keskinlik ve kararlılık, kalabalığı dağıtmaya yetti. Harlan sürünerek uzaklaşırken, Max ise babasının peşinden koşturmaya başladı.
Elsa, eve girdiğinde kendini güvende hissetti. Eski kahverengi koltuğa oturup kucağındaki bebeği sıkıca sardı. Hıçkırıkları artık kontrol edilemez şekilde yükseliyordu. Lee, Elsa’nın yanına oturdu ve elini onun omzuna koyarak yumuşak bir sesle konuştu: “Endişelenme, Elsa. Her şey yoluna girecek. Bu çocuklar evrenin bir parçası. Hans da bunu kabullenecek.” Elsa başını salladı, ama gözlerindeki korku hâlâ dinmemişti. Hans, başka bir odaya kapıyı çarparak geçti. Öfkesi hâlâ tazeydi; kabullenmesi gereken gerçekler ise ağırdı.
Lee, Elsa’nın kucağındaki bebeğe baktı. Derin bir nefes aldı ve fısıldadı: “Zenon’un düzeni bozulmaya başladı. Bu çocuklar, değişimin habercisi. Ve bu, herkesin fark etmesi gereken bir şey.”
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |