Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bölüm: Kara Karga

@miyysena

Bir okyanus ile bağı olan ve büyük bir alanı kaplayan, genellikle tuzlu su olan su kütlesi; deniz.

 

Dingin bir denizin kıyısındayım. Etraf güzel havanın tadını çıkartmak isteyen insanlarla dolu. Benim tek derdim ise, deniz. Onun o rahatlatıcı kokusu, dingin havası, zihnimi susturabilen sesi…

Bir kayanın üzerinde karşımdaki uçsuz bucaksız denizin dingin dalgalarını izliyorum. Etrafım insanlarla dolu ve kulağımda kulaklıklarım yok. Buna rağmen kimsenin düşüncesini duymuyorum, öyle rahatım ki…

Güneş en tepede ama kimseyi rahatsız etmiyor. Tek odağı, deniz. Sanki onu buharlaştırıp yok etmek istiyor.

Bu rahatlatıcı dalga seslerinin yanına başka bir ses ekleniyor, bir karganın o kulak tırmalayıcı sesi… Gözlerimi denizden çekip gökyüzüne bakıyorum. Güneş yerini kara bulutlara bırakmış oluyor bir anda. Hava az önceki güzelliğini kaybediyor, deniz hırçınlaşıyor. Gökyüzünde tek bir kara karga uçuyor.

Etrafıma bakıyorum, tüm insanlar bir anda kayboluyorlar. Oturduğum yerden kalmak istiyorum, kalkamıyorum. Hırçın denizin dalgaları yüzüme kadar sıçramaya başladığında ürküyorum. Gökyüzündeki karga süratle yanıma uçuyor ve hemen omzuma konuyor. Korku tüm vücudumu sarıyor ve asla kargaya bakamıyorum. Omzumda durmaya devam ediyor, daha da korkuyorum, deniz daha da hırçınlaşıyor.

Bir ses geliyor birden kargadan. Nefesimi tutuyorum, tüm cesaretimi toplayıp ona dönüyorum. Parlak simsiyah tüyleri, uzun sivri gagası ve boncuk gibi siyah gözleri… Dikkatle izliyor beni. İzliyor, izliyor ve asla tahmin edemeyeceğim o hareketi yapıyor; başını bir kedi gibi yanağıma sürtüyor.

 

Büyük bir nefes eşliğinde yataktan doğrulduğumda kalbim sanki kulaklarımda atıyordu. Direkt olarak omzuma baktığımda hiçbir şey olmadığını gördüm. Olmayacağını zaten biliyordum ama rüya o kadar gerçekçiydi ki izleri hala benimleydi. Elimi yavaşça göğüs kafesime bastırdım, sakince yutkundum. Sadece bir rüyaydı, evet sadece rüya.

Yataktan kalkmadan hemen yatağımın yanında duran komodinime uzanıp geceden koyduğum suyu aldım ve koca bardağı tek dikişte içtim. Bardağı yerine bırakırken dün gece okuduğum romanımla göz göze geldim. Aslında daha çok yazarının ismiyle… Deniz Maraz.

Deniz Maraz, oldukça ünlü bir cinayet romanı yazarıydı. 27’lerinde olmasına rağmen basılı birçok kitabı vardı ve genç yazarlar arasında oldukça iyi bir yükseliş sergiliyordu. Bunlar elbette onu bir arama motorunda aratınca ulaşılabilecek bilgilerdi. Bunların dışında, sosyal medyayı çok aktif kullanıyordu. Tüm sosyal medya hesaplarını takip ediyordum. Ayrıca onunla aynı şehirde yaşıyorduk, bir yerde konumuyla ilgili bir şey paylaştığında o yere gitmem çok zamanımı almıyordu ama asla onu göremiyordum.

İmza günlerine katılmaz, şehir şehir asla gezmezdi. Sadece çok nadir olmak kaydıyla söyleşiler yapar, okurlarıyla buluşurdu. Gerçekten hayran olunası biriydi ve ben bugün onun o çok nadir söyleşilerinden birine katılacaktım. İçimdeki heyecandan düz duvara bile tırmanabilecek gibi hissediyordum. Hızla yataktan kalktım ve ilk olarak telefonumu şarja taktım. Koşar adım lavaboya geçerken evi yine müthiş kokular sarmalamıştı. Ev arkadaşım Sezen yine kahvaltı için döktürmüştü anlaşılan…

Lavaboya girer girmez yapacağım ilk iş buz gibi suyu yüzüme vurarak rüyanın izlerini silmek oldu. Musluğu kapatırken aynadaki yansımamla göz göze geldim. Kısa dalgalı saçlarım uyanmanın vermiş olduğu mahmurlukla kabarmıştı. Beyaz tenim normale göre daha beyazdı ama her şeye rağmen ela gözlerimde bir kızarıklık yoktu. Göz altlarım da mor değildi.

Yüzümü kuruladıktan sonra lavabodan çıktım ve enfes kokuların geldiği mutfağa doğru yürümeye başladım. İçeriden Sezen’in neşeli sesi kulaklarıma dolduğunda yüzüme bir gülümseme yayıldı. Yemek yaparken şarkı söylemeye bayılırdı ve şimdi de buna tanıklık ediyorduk. Gastronomi 3. Sınıf öğrencisiydi ve okuldaki başarısını bana da sergileyerek her gün enfes yemekler sunmaktan kaçınmazdı.

Yavaş ve sessiz adımlarla mutfak kapısını açıp içeri girdiğimde beni fark etmemişti. “Yine döktürdün kızım,” dedi içinden. Bu beni daha da gülümsetti.

Hayatımın çoğu anında insanların düşüncelerini okuyabildiğim için kendimden nefret ederdim. Bu durum belki insanlara çok cazip bir şeymiş gibi gelse de değildi. Kimse yaşamadan durumun zorluğunu kavrayamazdı.

Yaklaşık 10 yaşımdayken fark ettiğim bu durum beni oldukça sarsmıştı. Henüz çok küçüktüm ve bir yerlerden sürekli sesler duyuyordum. İlk anlattığım kişi babam olmuştu ama bana inanmamıştı. Beni direkt bir psikoloğa götürmüştü. O kadar terapiden sonra değişen bir şeyin olmadığını anladığında son durağımız bir psikiyatr olmuştu. Sesleri kendi uydurduğumu söylemişlerdi, ilaç kullanırsam gideceklerini söylemişlerdi ama hiçbir ilaç bu sesleri yok edememişti.

Ev de dahil olmak üzere her yerde kulaklık takar olmuştum. Okuldaki arkadaşlarım bana ucube sıfatı takarlarken okul idaresi birçok kez ailem ile görüşmüştü ama hiçbir zaman kulaklıklarımdan vazgeçmemiştim. İşte insanlardan kendimi soyutlamam o dönemlerde olmuştu. Her okuduğum düşünce insanların gerçek yüzünü görmemi sağlıyordu ve bu, beraberinde sadece bir yalnızlık getiriyordu.

Sezen ise içinde asla kötülük barındırmayan biriydi. Bunu sadece gözlerine bakınca anlayacağınız gibi ben içini de okuyabildiğimden tek arkadaşım olarak benimle birlikte yıllarını geçirmişti. Bundan asla rahatsız değildi ve bunu biliyor olmak beni daha da rahatlatıyordu. Sezen, ailemden ve doktorlardan sonra durumumu bilen tek kişiydi.

“Ay,” diye bağırdı Sezen kapı tarafına dönüp beni görünce. “Geldim desene, kalbime indirecektin.” Bir elini göğsüne bastırdı, diğer elinin baş parmağını da damağına koyup yukarıya çekti.

“Geldim, geldim,” dedim sarılıp yanağına sulu bir öpücük kondururken. “Yine döktürmüşsün kızım!”

Düşüncelerini okuduğumu anlar anlamaz kollarımın arasından çıkarken yüzüne yalancı bir sinir oturttu. “Ya Serçem!” Kahkahamı bastıramazken kızartmış olduğu patateslerden bir tane alıp ısırdım. Sıcak patates dilimi yakarken kahkaha sırası Sezen’e geçmişti. “Bende dalga geçersen, yemeklerim senden intikamımı böyle alır işte.”

Ağzımın içerisinde homurdanırken Sezen tezgahtakileri masaya koymaya başlamıştı. “Seninkinin şerefine bak bu kahvaltı,” dedi kaş göz yaparken bana.

“Şu. Adam. Benimki. Değil.” Dedim her kelimede vurgu yaparak. “Ne zaman anlayacaksın Sezen?”

Çocuk gibi omuzlarını silkti. “Hiçbir zaman.” Kıkırdarken ellerini sanki bir kitapta satırları takip ediyormuş gibi havada gezdirdi. “Ünlü yazar Deniz Maraz’ın o herkesten sakladığı sevgilisi sonunda ortaya çıktı. Gizli güzelin adının Serçem Yare Yıldırım olduğu öğrenildi.”

“Sezen!” diye uyardım onu ama beni de güldürmüştü.

“Ne ya? Aklım almıyor zaten şu adamın sevgilisinin olmamasını.” Hınzır bakışları yüzümde oyalanırken tekrar kıkırdadı. “Okusana bugün düşüncelerini, belki öğrenirsin.”

Omuzlarımı indirip kaldırdım, “Öğrensek ne olacak ki?” Sezen gözlerini sonuna kadar açtı ve bana inanmıyormuş gibi baktı. “Öğrenmiş olacağız!”

“Of Sezen,” dedim masaya oturup kahvaltıya başlarken.

“Seninki hayranlığın ötesinde bir şey Serçem, bugün bunu bilerek git o söyleşiye.” Koyu kahve gözlerinin içine dikkatle baktım. Düşünceleri de aynen böyle söylüyordu. Sadece ona bakmakla yetinebildim çünkü ünlü yazar Deniz Maraz kimdi, ben kimdim?

Tüm kahvaltı boyunca Sezen’in dedikleri zihnimde yankılanırken o bana sözlerini söyledikten sonra en sevdiği dizisini açmış ve kahvaltı esnasında izlemişti. Arada zihninden karakterlere sövmek ve sevgi sözleri kullanmak dışında hiçbir şey düşünmemişti.

Çayımın son yudumunu da alırken söyleşinin vaktinin yaklaşması daha da heyecanlandırsa da artık bir panik duygusu da içimde bir yerlerde peyda olmuştu.

“Ellerine sağlık,” dedim Sezen’in bardağını alıp çaydanlığa ilerlerken. Sezen’in çayını doldurdum ve hemen önüne bıraktım. Dizisini durdurdu ve kahve gözleri beni buldu. “Afiyet olsun bebeğim,” dedi gülümseyerek. “Sana geceden çok güzel kombinler yaptım. Hepsi dolabımda asılı. Onlardan birini giy olur mu?”

Tatlı bakışları karşısında bende gülümserken kafamı olumlu anlamda salladım. “Acaba neler seçtin Sezen? Düğüne gitmiyorum, sadece bir söyleşi…”

“Deme öyle!” diye atıldı kaşlarını çatarken. “Bugün büyük gün kızım.”

Kafamı iki yana sallarken mutfaktan çıktım ve uzun koridorun sonundaki Sezen’in odasına yöneldim. Beyazlarla sarmalanmış odası beni karşılarken direkt olarak dolabına yönelip sürgülü kapıyı kaydırdım. 3 Kombin asılı bir şekilde beni bekliyordu. Hepsini çıkarttım ve yatağın üzerine tek tek koydum.

Kombinlerden biri deri pantolon ve kan kırmızı bir büstiyerdi. Eminim bunun altına topuklu bot giymemi isteyecekti. Diğer kombin daha salaştı. Haki renkli bir paraşüt pantolon üzerine ince siyah boğazlı bir kazaktı. Onun üzerine de bir deri ceket asmıştı. Son kombin ise yırtmaçlı bir etek ve üzerine çizgili bir badiydi.

Ellerimi önümde bağladım ve dikkatle kombinlere bakmayı sürdürdüm. Deniz Maraz daha çok salaş giysiler giyen, çoğunlukla krem tonlarını üzerinde taşıyan biriydi. Buradaki hiçbir kombin ona uymuyor gibiydi.

Hızla kaşlarımı çattım. Sezen’in zehirli düşünceleri benim de zihnime ekilmişti. Ne diye kombinimi ona göre belirlemeye çalışıyordum ki ben?

Siyah etekli kombini aldım ve üzerine de ikinci kombinin deri ceketini aldım. Hızla kendi odama geçerken kendime sinirlenmiştim.

Yaklaşık kırk dakikanın sonunda hazırdım. Son rötuş allığımı da sürerken kapım yavaşça tıklatıldı ve benden ses alamayınca kapı açıldı. Gelen elbette Sezen’den başkası değildi.

“Rujun sanki biraz sade mi kalmış?” Ellerini beline koyup beni aynadan inceledikten sonra memnuniyetsiz bakışlarını gözlerime çıkarttı.

“Yo,” dedim fırçamı yerine koyarken. Toprak tonlarında bir ruj sürmüştüm. “Gayet de bir söyleşi için uygun.”

“Ayakkabı ne giyeceksin bu kombinin altına?” diye sordu bu sefer kaşlarını kaldırıp. “Siyah postallarımı,” dedim kısaca ve yıllardır kullandığım parfümümü sıktım.

“Az sıktın,” diye atıldı bu sefer Sezen. Hızla elimden parfümü aldı ve üzerime boca etmeye başladı.

“Sezen dur!” Ondan kaçmaya çalıştım ama ufacık odada kaçmam pek mümkün olmamıştı. “Heh,” dedi işini bitirip parfümü yerine bırakırken. “Koku çok önemlidir aşkım. Sen böyle yürür gidersin arkanda imzan kalır, yani kokun.”

Abartılı bir şekilde gözlerimi devirirken deri ceketi üzerime geçirdim. “Deniz de, ay Serçem gelse de imzasını bıraksa, diyordur kesin.”

“Şimdi değil belki ama dediği günler gelecek,” dedi kendinden emin bir şekilde. “Ben inanıyorum.”

“Nasıl bu kadar eminsin?” diye sordum kaşlarımı çatarak.

“His bebeğim, his.”

Yine başımı iki yana sallarken telefonumu şarjdan çıkarttım ve çantama attım.

“Bugün Göktuğ’larla olacağım,” dedi beni izlerken. “İşin bittikten sonra gel istersen.” Hızla kafamı olumsuz anlamda salladım. “İstemem.”

“Kendini bu kadar kapatman yanlış Serçem.”

Gözlerim hızla gözlerine tırmandı. “Onları girdiği ortamları sevmiyorum,” dedim direkt olarak. “Kalabalık bana acı veriyor.”

“Tamam,” dedi hemen ellerini bana doğru uzatırken. “Tenha bir yerlere gideriz.”

Yüzünde merhamet dolu bir gülüş vardı. Sıkıca ellerimi tuttu.

Yine kafamı sağa sola salladım. “Onları da sevmiyorum Sezen. Hepsi samimiyetsiz züppenin teki.”

Hadi ama, dercesine ellerimi sıktı. “Özür dilerim ama arkadaşların için aynen böyle düşünüyorum. Seni sevmeseler onlarla arana mesafe koy derdim ama seni seviyorlar.”

Onların ortamına zorla da olsa sokulduğum anlarda hepsinin düşüncelerine istemeden de olsa misafir olmuş, hepsinin Sezen hakkındaki fikirlerini öğrenmiştim.

“Tamam,” dedi dostça ellerimi bırakırken. “Seni daha fazla zorlamayacağım ama haberin olsun, gece geç gelebilirim.”

Kafamı aşağı yukarı salladım ve yataktaki minik kol çantamı alıp kapıya yöneldim.

“İyi şanslar minik kuşum!”

Arkamdan bağırışının ardından koşar adım yanıma ulaştı. “Az kalsın sulu öpücüğümü almadan gidiyordun,” dedi botlarımı giyerken. Eğildi ve sulu öpücüğünü yanağıma bıraktı.

Botlarımı giyip kapıyı açtım ve son kez Sezen’e baktım. “Benim günümün güzelliğini de ona ver,” dedi içinden. Bu düşünce bir tebessüm yaratırken yüzümde ona yaklaştım ve yanaklarını sıktım. “Kendine dikkat et ve gününün güzelliğini kimseyle paylaşma.”

 

 

 

Söyleşinin yapılacağı yere gelmiştim. Henüz söyleşinin başlamasına yarım saat olmasına rağmen etrafta birçok araba ve insan vardı. Kulaklığımda yıllardır dinlediğim dalga sesleri hakimdi. Terleyen ellerimi yavaşça eteğime sildim ve derin bir nefes alıp büyük binaya girdim.

Mini etekli bir kadının güler yüzüyle karşılaştığımda istemeden da olsa kablosuz kulaklıklarımı çıkartıp kutusuna koydum. Kadın bana sevecen bir şekilde bakıyordu ama düşünceleri tam tersini söylüyordu. “Ne Deniz Maraz’mış be!” dedi içinden.

Düşüncesine karşın tepkisiz kalırken ona gülümsemedim. “Söyleşi için gelmiştiniz sanırım?” diye sordu. Hızla kafamı aşağı yukarı salladım. “Buyrun,” dedi eliyle bir kapıyı gösterirken. “Şöyleşi şu salonda olacak.”

Bir kez daha kadının yüzüne bakmadan salona doğru ilerlerken “Suratsız,” dedi içinden. Aldırmadım çünkü bu çok sık duyduğum biz sıfattı.

Büyük salonun kapısına geldiğimde salonun yarı yarıya dolduğunu gördüm. Hemen en önlere baktım ama ilk gelenler doldurmuşlardı. Suratım asılsa da aldırış etmedim çünkü önden de izlesem arkadan da izlesem bir şey değişmeyecekti, değil mi?

Herhangi bir kırmızı koltuğa oturduğumda hızla kulaklıklarımı taktım. Söyleşinin başlamasına yirmi dakika kalmıştı. Vakit geçirmek için Instagram’a girdim ve ilk olarak hikayelere baktım.

Kimi kandırıyordum ben? Deniz’in hikayesine bakmak için girmiştim Instagram’a.

En başta çıkan hikayeye tıkladım. Deniz üç hikaye atmıştı. İlk hikayede arabadaydı ve geliyordu. Yolu çekmişti ve şöyle yazmıştı: Uzun bir aradan sonra hazır mıyız?

Evet, dedim içimden. Çok çok hazırız. Yani ben hazırım.

İkinci hikayesinde karton kahve bardağını çekmişti. Bardağın üzerinde ismi yerine Cinayetler Lordu, yazıyordu. Utanan bir emoji koymuştu.

Son hikayesinde ise çektiği bir selfie vardı. Kirli sakallı beyaz teni ve gür kirpikleri insanın ilk dikkatini çeken şeydi. Kafasına kahverengi bir fötr şapka takmıştı ve ağzında bir kürdan vardı. Gözlerini kısmış kameraya yukarıdan bakmıştı.

Birinin omzuma dokunmasıyla irkilirken hızla telefonumu kilitledim ve tek kulaklığımı çıkartıp omzuma dokunan kişiye baktım. “Kusura bakmayın,” dedi orta yaşlı bir kadın. “Acil bir işim çıktığı için söyleşiye katılamayacağım. Şöyle bir etrafa baktım, arkalarda yalnız başına oturan sadece sizi gördüm. Rahatsız ediyorsam tekrar kusura bakmayın ama 11. Koltuk benimdi. Oraya geçmek ister misiniz? En önde, daha iyi konsantre olursunuz.”

Kaşlarım yavaşça çatılırken etrafa baktım. Gerçekten de yalnız olan sadece ben varım gibi duruyordu. Kadının nazik teklifini reddetmemek için ona dönüp gülümsedim. “Çok teşekkür ederim,” dedim.

“Ne demek, keyifli seyirler,” diyerek arkasını döndü ve yavaşça salondan çıktı. Bende yerimden kalkarken ön tarafa doğru yürüdüm ve 11. Koltuğu bulup oturdum. Sağ yanımda bir çift vardı. Sol yanımda ise yalnız bir adam.

Bacak bacak üstüne atarken telefonumdan saate baktım. Söyleşinin başlamasına sadece beş dakika kalmıştı.

Heyecan tüm hücrelerimi esiri altına aldığında ellerimin soğuduğunu hissettim. Etraf çok kalabalıktı ve duyduğum tüm düşünceler birbirine girip bana sadece bir uğultu bırakıyordu.

Böylesine kalabalık bir ortamda sadece bir kişinin düşüncesini okumam epey zordu.

Sahneye bir adam çıktı ve son kez ışıkları kontrol edip Deniz Bey’in kahvesini oturacağı koltuğun yanındaki masaya koydu. Ardından sahneden ayrıldı ve etrafı loş ışıklar sarmaladı.

O sırada sahnede bir hareketlenme oldu ve herkesin ama en çok benim beklediğimiz o an geldi. Deniz Maraz tüm ihtişamıyla sahnedeki yerini aldı.

Alkışların inlettiği salonda en büyük alkışın sesini kendimin çıkarttığını umuyordum çünkü ellerim kızarmaya başlamıştı bile…

Alkış sesleri azalarak yok olduğunda benim gibi tüm salondaki insanların onu hayranlıkla izlediğine emindim ama, en çok bendim. Bundan da emindim.

Deniz sahnenin önüne yaklaştı ve son kez yaka mikrofonu düzelterek onu izlemeye gelen bir salon dolusu insana gülümseyerek baktı.

“Hoş geldiniz güzel şehrimin güzel insanları!” Sözlerinin üzerine yine bir alkış tufanı koptuğunda Deniz’le bu kadar yakın olmak beni daha da heyecanlandırdı.

Üzerine salaş kırık beyaz bir gömlek giymişti. Altında ise yine tarzına uygun salaş krem rengi keten bir pantolon vardı. Gömleğinin üzerinden kahve tonlarında pantolon askılarından takmıştı ve üzerinde yine kahverengi bir ceket vardı. Fötr şapkasını göğsüne doğru bastırıp bir selam verdi. Şapkayı tutan elinin parmakları yüzüklerle doluydu.

Boğazını temizledi ve salona arkasını dönmeden onun için ayrılan koltuğa geri geri gidip vardı. “İzniniz olursa,” dedi tüm salona doğru. Salonda birkaç kızın seslerinden sonra koltuğuna oturdu ve onun için konulan kahvenin kapağını açıp kokladı.

Yüzüne yayılan eşsiz gülüşüyle birlikte yanaklarında oluşan çizgiler kendini belli etti. Kahveden bir yudum aldı ve birden göz göze geldik. En ön sıradaydım ve Deniz onca insan arasında benim gözlerimi bulmuştu. Deniz onu pür dikkat izleyen ela gözlerimi bulmuştu!

Heyecan kalbimi sökercesine attırırken hayran bakışlarımı ondan bir saniye bile çekmedim. Bana baktı, yüzümü inceledi ve sonra gözlerini kahvesine çevirdi. Bu olanlar belki birkaç saniye sürdü ama bu birkaç saniye ellerimi terletti, kalbimi tekletti.

“Her söyleşimde nasıl başlamam gerektiğini tüm yol boyunca tartıyorum zihnimde. Sonra arabadan iniyorum beni bekleme odasına alıyorlar. Sürekli tekrar ediyorum konuşmamı içimden, unutmamak adına. Sonra sahneye çıkıyorum, hepinizin ışıl ışıl gözlerinin önüne geliyorum. Puf! Zihnimdeki her şey uçup gidiyor!”

Sözleri tüm salonu güldürdüğünde kendi de ufak bir tebessüm etti.

“Sanıyorum ki, aranızda beni tanımayan yoktur.” Çok nadir söyleşilere çıkardı ve bu nadir söyleşilerin biletlerini alabilmek için okurları adeta savaş verirdi. Ben de. Sırf bu söyleşinin biletini alabilmek için beş saat bilgisayar başında oturmuştum.

Yüzüklerle dolu elini gözlerine siper ederken arkalardan birine bakmaya çalışıyordu. “Evet orada bir el görüyorum, buyurun lütfen.”

“Merhabalar öncelikle,” dedi bir kız cılız sesiyle. “Ben sizi tanımıyorum.”

Bir anda salonda ufak bir uğultu oluştuğunda Deniz kısa bir an mimiksiz durdu. Yaklaşık iki saniye sonra olayı kavrayıp hemen yüzüne bir tebessüm yerleştirdi. “Evet, anlıyorum. Öyleyse size kendimi tanıtayım. Sormamda sakınca yoksa isminizi alabilir miyim?”

Kızdan bir kıkırtı duyuldu ve sonrasında konuşmaya başladı. “Esra,” dedi gür tutmaya çalıştığı sesiyle. Deniz gülümsedi. “Esra Hanım. İsmim Deniz Maraz,” dedi sahnede dolaşmaya başlarken. “27 yaşındayım. Yaklaşık on yıldır yazıyorum. Yeterli mi sizin için?”

Deniz bir arama motorunda ismini aratınca çıkacak şeyleri söylemişti.

“Aslında bir şey daha var,” dedi kız cüretkâr bir şekilde.

“Buyurun.” Deniz kaşlarını çatmış, kızdan gelecek soruya kendini hazırlamıştı.

“Bir sevgiliniz var mı Deniz Bey?” Deniz’in kaşları büyük bir hayretle havalandı ve iki avcunu birbirine yaslayıp sahnenin en önüne geldi.

“Hadsiz”, dedi biri içinden. “Şundaki özgüvene bak,” dedi başka biri.

“Çok özür dileyerek sormak istiyorum,” dedi Deniz direkt kıza bakarken. “Özel hayatıma karışma hakkını kimden aldınız?”

“Anlattıklarınızı herhangi bir internet sitesinde de bulabiliyorum. Bunlarla sizi tanımış olmuyorum.” Kız kuyruğunu indirmemekte çok kararlıydı.

Deniz kaşlarını kaldırdı, kollarını iki yanına sarkıttı. “Bilmenize izin verdiğim her soru, ulaşabileceğiniz tüm internet sitelerinde mevcut Esra Hanım.”

Kız sustu ve bu sözlere bir cevap veremedi. Deniz Maraz işte tam olarak böyle biriydi. Asla laubaliliği sevmez, özel hayatına karışılmasından nefret ederdi. Bunlar bir internet sitesinde yazmıyordu ama ben biliyordum.

“Mikrofonu alabiliriz arkadaşlar,” dedi sert bir dille. “İşte böyle,” diye geçirdi biri içinden. Şu an kalabalıkta olmamayı ve Deniz’in tüm düşüncelerini okuyabilmeyi diledim ama bu maalesef ki imkansızdı…

Deniz kısa bir an sahnede bize arkasını döndü, kendine zaman tanıdı. Tekrar bize yüzünü döndüğünde gülümsemesini yüzüne oturtmuştu. “Evet,” dedi hızla ellerini birbirine vururken. “Herkes beni tanıdığına göre soru cevap gideriz diye düşünüyorum ben. Sorusu olan?”

Merak ederek arkamı dönüp salona baktığımda havada sayamayacağım kadar fazla el gördüm. Deniz gururla gülümsedi ben ise sanki çocuğuna gururlanan bir anne gibi hayran hayran Deniz’e baktım.

Deniz bir süre havada asılı kalan ellere baktı. “Çok teşekkür ediyorum,” dedi saygıyla ellerini göğsüne bastırırken. “Sırayla hepinizin sorusunu alacağım. En önden başlayabiliriz.”

Herkesin sorusunu yanıtlayacağım demişti. Herkesin. Bu herkesin içine ben de giriyor muydum? Elbette giriyordum değil mi? Hem, en ön demişti. Ben neredeydim? En önde!

Kalbim yine deli gibi atmaya başladığında zihnimdeki soruları tartmaya başladım. Bana sıra gelmeden tüm sorularımı tartabilecek miydim?

Girdiğim stresten ötürü bacağımın sallanmasıyla gözlerimi sıkı sıkı kapattım.

Sakinleş Yâre, sakin ol. Say; bir, iki, hayran olduğun adamla aynı havayı soluyorsun, üç, dört ve beş, birazdan ona soru soracaksın, belki senin de ismini soracak. Altı, yedi ve sekiz, sakinleş…

“Buyurun.” Tekrardan Deniz’in sesini duymamla gözlerimi açtım ve direkt olarak ona baktım. Benim sıramda bir kadına söz hakkı vermişti.

“Öncelikle nasılsınız diye sormak istiyorum,” dedi kadın kulağa oldukça olgun gelen sesiyle. Deniz mahcup bir ifadeyle bir adım geri attı ve avuçlarını birbirine yaslayıp çenesinin altına yerleştirdi.

“Çok teşekkür ediyorum, siz nasılsınız?”

“Çok teşekkürler Deniz Bey. Size sormak istediğim soru belki tarafınızca özel algılanabilir, bu nedenle yanıtlamak istemezseniz anlarım.” Kadın birkaç saniye kendine izin verdi ve sözlerine devam etti. “Yaşınıza bakıldığında çok olgun bir kişiliktesiniz, öncelikle sizi böylesine saygılı bir birey yapan ailenize buradan sevgilerimi iletiyorum. Bu yaşınıza rağmen, nasıl böylesine çok kitap yazabildiğinizi sormak istiyorum.”

Deniz birden çatılan kaşlarıyla bir elini ağzına götürürken diğer eliyle yaka mikrofonunu kapatarak yaratacağı ses kirliliğini engelleyip öksürdü. “Çok özür diliyorum,” dedi elini ağzından çekip göğsüne bastırırken ve direkt soruyu soran kadına bakışlarını çevirdi.

“Sorunuzun özel olduğunu düşünseniz de kalemimle ilgili hiçbir soruyu yanıtsız bırakmam,” dedi tebessüm ederek. Sahnede iki adım atıp sahnenin önüne daha da yaklaştı ve bana, bana da yaklaştı.

“Yaşım 27, öyle alçak görülecek bir yaş değil. Sonuçta Cahit Sıtkı yolun yarısına 35 dememiş mi? Yazdığım kurgularıma gelirsek, hepsi aslında zihnimde işlenmiş birer cinayet. Orası bir kan gölü ve benim mürekkebim de bu gölün suyu.”

Salondan yükselen alkış sesleriyle büyülenmişçesine Deniz’e bakıyordum. Sanki o bir dans hocasıydı ve kelimeler onun dans ettirdiği birer insan…

Hemen yanımdaki çiftten bir hareketlenme olduğunda adamın elinin havada olduğunu gördüm. Deniz alçalan alkış seslerinden hemen sonra adamı işaret ederek ona söz hakkı verdi.

“Deniz Bey, eşimle sizi çok severek okuyoruz. Okuma odamızdaki en nadide kitaplarımızın bulunduğu bir kitaplıktaki en özel raf sizin kitaplarınızla dolu. Sormak istediğim soru, her kitabınızı tek bir kitap halinde bastırırken Kanadı Çalınan Karga’nın ikinci kitabının yazımına başladığınızı duyurdunuz. Bunun nedenini merak ediyorum, onu diğer kitaplarınızdan ayıran özelliği nedir?”

“Aşk,” dedi Deniz hiç duraksamadan. “Hiçbir kitabımda aşk böylesine gün yüzünde olmamıştı ama Kanadı Çalınan Karga aşk üzerine kurulu bir kurgu. Aşk hiçbir zaman tek bir kitapla anlatılmaz; bitti dediğin yer aslında satırların devamından başka bir şey değildir.”

Adam sesli bir şekilde güldü. “O zaman bu serinin bir sonu olmayacak.”

“Her aşkın bir sonu vardır.”

Salonda uğuldayan sessizlik arkalarda bir yerlerden birinin alkışlamasıyla bozuldu ve Deniz ellerini arkasında kenetleyip biraz daha sahnenin ortasına geldi.

Bedenimin titremediğinden emin olduğum an sağ elimi havaya kaldırdım ve onun o koyu kahve gözlerine bakmayı bir saniye bile kesmeden söz istedim.

Gözleri gözlerimle buluştu. Yapılı kaşları çatılırken yüzünü acı çeken bir ifade yerleşti ama tebessüm ederek o ifadeyi def etmesi zor olmadı. Ellerini arkasından ayırmadan kafasını bana doğru eğerek konuşmam için söz verdi ve hemen yanımda oturan adam mikrofonu bana uzattı. Titreyen elim mikrofonu kavrarken gözlerimi hızla kapatıp açtım, dudaklarımı ıslattım ve mikrofonu dudaklarıma yaklaştırdım. Titrek nefesimin çıkarttığı ses karşısında Deniz hayretle kaşlarını kaldırırken soracağım sorunun zihnimden silindiğini hissettim.

Kendime birkaç saniye daha verdim ve tüm cesaretimi toplayıp aklıma ilk gelen soruyu sordum. “Aşk dediniz Deniz Bey ama ben Kanadı Çalınan Karga’da daha çok intikamı tattım. Aşktan kastınız tam olarak neydi?”

Deniz odaklayamadığı gözlerini yüzümde gezdirdi ve sanki ellerini daha da arkasında sıktı. “Öğrenmemde bir sakınca görmüyorsanız isminiz neydi?” İşte, ismimi sormuştu!

“Serçem,” dedim hemen. Deniz zorlukla gülümsedi ve arkasına bağladığı ellerini çözerek iki yanına sarkıttı.

“Serçem Hanım, aşkı tadamadım dediniz. Peki daha önce gerçek bir aşk tattınız mı?”

Sorusu oturduğum koltuğa beni sabitlerken bir kez bile gözlerimi kırpamadım. “Tatmadım,” dedim hiç çekinmeden. “Ama bazen gerçek aşktansa okudukları yeter insana.”

“Lütfen,” dedi biri içinden. Kimden geldiğini bu kalabalıkta anlayamıyordum ama bir nevi yalvarıyordu. “Şimdi değil, yalvarıyorum sana, şimdi değil.”

Kaşlarımı çatıp yavaşça arkama doğru baktığımda görebildiğim yüzlerin hiçbirinde duyduğum seslere benzer bir ifade yoktu.

Tekrar sırtımı koltuğa yasladığımda Deniz’le göz göze geldik. Alnında biriken terler yüzüne yansıyan ışıklarda belli olmaya başlamıştı. “Lütfen,” dedi tekrar. Duyduğum sesler Deniz’in düşünceleriydi! Ama, böylesine neden yalvarıyordu?

“Deniz Bey,” dedim içime kaçan sesimle. İnsanlar yüz ifadesinden bir şeyler olduğunu nasıl anlamıyorlardı?

Deniz boğazını temizledi ve ellerini sıkı yumruklar haline getirdi. “Çok özür diliyorum,” dedi zorlukla. “Hiç iyi hissetmiyorum kend-“

Henüz cümlesini bile tamamlayamamıştı ki bedeni yerle buluştu. Salondan yükselen korku nidalarıyla birlikte bende yerimden sıçrayıp sahneye yaklaştığımda çoktan kulisten birkaç kişi Deniz’in başına toplanmıştı. Elimde hala mikrofon vardı. “Doktor veya hemşire olan yok mu aranızda?” diye bağırdım birden tüm salona doğru.

Salondaki sesler iyice yükselip birbirine karıştığında zihnimin içinde yankılanan düşünceler de birbirine karışıp bana büyük bir uğultudan başka bir şey bırakmadı. “Salak mı bu kız,” dediğini duydum birinin. Sinirle dişlerimi birbirine bastırdığımda mikrofonu sahnenin bir köşesine bıraktım ve ellerimi sahneye dayayarak güç alıp kendimi sahneye doğru kaldırdım.

“Doktor veya hemşire değilim ama babam Özel Es Hastanesi’nde başhekim,” dedim sahneye atlamanın vermiş olduğu nefes nefeselikle. “Onu hemen arayabilirim veya hemen oraya gidebiliriz.”

Kulisten gelen kişilerin yanına hızla adımladığımda gözleri benim üzerimdeydi. Hatta, tüm salonun gözleri sanırım benim üzerimdeydi… “Aradınız mı ambulansı?”

Boynunda büyük kulaklığı olan çocuk dikkatle yüzüme baktı. “Deniz Bey bu gibi durumlarda ambulans yerine özel korumasının çağırılmasını istiyor,” dedi. Bu gibi durumlar derken? Bu Deniz’in başına hep mi geliyordu?

“Peki çağırdınız mı?” Sorumla birlikte sahneye iri cüsseli, kırmızı suratlı bir adam daldığında bunun o bahsedilen koruma olduğunu anlamam çok uzun sürmedi.

“Etrafını açın!” diye kükredi koruma adeta. Hemen Deniz’e yaklaşıp yanındaki insanları püskürttüğünde iri elini Deniz’in ensesine koydu ve başını kaldırıp diğer avcunu da alnına bastırdı.

Korumanın oldukça soğukkanlı oluşu beni rahatlatması gerekirken şu an stresten yanaklarımın içini kemirmeye başlamıştım bile. “Babamı mı arasaydım?” diye sordum korumaya doğru.

İri adam girdiği halden daha da kırmızı olmuş yüzünü bana çevirirken açık yeşil gözlerini kıstı. “Baban kim ki senin?”

“Başhekim,” dedim panikle bir adım atarken. “İşinde çok iyidir. Hemen arayabilirim.”

“Bir doktora ihtiyacımız olursa ararız,” dedi bakışlarını tekrar Deniz’e çevirirken. Kaba adam! Ne demiştim ki sanki ona? Yardımcı olabileceğim şeyler üretmeye çalışıyordum.

“Maraz,” dedi koruma ciddi tuttuğu sesiyle. Kafasındaki tombul ellerini çekip başını yavaşça yere yatırdı ve elleriyle Deniz’e kalp masajı yapmaya başladı. “Maraz,” dedi tekrar. “Beni duyabiliyorsun, Maraz.”

“Sizin sağlıkla ilgili bir bilginiz var mı?” diye atıldım birden. Kalp masajını yanlış yapıyordu ya da artık ona gıcık olduğum için her hareketi bana yanlış geliyordu.

Koruma bakışlarını bana çevirmeden kalp masajına devam etti. “Akıllısı beni bulmaz, delisi götümden ayrılmaz,” dedi içinden. Deli değildim ayrıca onun götünde de değildim ama şimdi bunun için de konuşsam düşüncelerini nereden bildiğimi sorup duracaktı.

Bir iki dakika daha kalp masajına devam etti ve Deniz yoğun bir öksürükle birlikte yattığı yerden doğrulup korumanın iri kollarına tutundu. “Maraz,” dedi koruma yine ciddi sesiyle. “İyisin koçum.”

“Ejder,” dedi Deniz solgun çıkan sesiyle. Zorlukla bir süre nefes alıp verdi ve korumanın koluna yavaşça vurup gülümsedi. “Eyvallah Ejder.”

“Her zaman Maraz’ım,” dedi koruma ve kalkıp geldiği yönden hızlı adımlarla çıktı.

Hızla Deniz’in yanına dizlerimin üzerine çöktüm ve yüzünü görmeye çalıştım. “Deniz Bey, iyi misiniz?”

Deniz oturduğu yerden kalkmadan ellerini arkasına yaslayıp bana baktı. “Deniz Bey,” dedi kaşlarını kaldırıp. Yanlış bir şey mi söylemiştim? “Bi’ soralım bakalım Deniz Bey’e iyi miymiş? Aa, domuz gibiymiş.”

Yüzüne yerleştirmiş olduğu ifadeyi anında silerken çoktan boşaltılmaya başlanmış salona baktı. “Deniz Bey’miş,” dedi içinden. “Domuz Deniz. Yine beni soktuğu duruma bak.”

Kendi kendine başlatmış olduğu konuşma ne kadar garibime gitse de üzerine düşmeden nazikçe bir elimi omzuna koydum. “Deniz Bey, bir hastaneye gidelim ister misiniz?”

“Hay Deniz’ini de, beyini de, rahat bırak kızım beni!”

Kurmuş olduğu cümleyle birlikte donakalırken ela gözlerimi o kahverengi olduğuna yemin edebileceğim gözlerine çevirdim ama gözleri kahverengi değildi. Sanki şu an karşımdaki beden ne kadar Deniz Maraz’ın olsa da gözleri bambaşka bir insana ait gibiydi. Simsiyah gözler içinde benim yansımalarımla bana bakmayı sürdürürken sağ gözümün seğirmeye başladığını fark ettim. Bu gözler rüyamdaki kara karganın boncuk gözlerinden başkasının değildi.

Loading...
0%