@monroeselle_
|
İrkilişinin ardından kendi kollarıyla doya doya sardığı kolları bırakmak zorunda kaldı Cecilia, aniden tüm benliğine yayılan utanç duygusuyla birlikte geri çekildi. Kahve saçları karanlığa bulanmış, utancın verdiği dürtüyle dudaklarını kıpırdatmak zorunda kalmıştı.
"Ben özür dilerim, gerçekten üzgünüm. Kendimi kaybettim bay Kibutsuji."
Muzan zerre sıcaklık olmayan gözlerle sarhoşluktan koyulaşmış genç kızın gözlerinin içine baktı. Gittikçe büyüyen gözleri, hâlâ kızarıklığını koruyan yanaklarıyla masumiyeti temsil ediyordu. Onun masum çehresi kendisini çileden çıkarmaya yetiyordu, elinde olsaydı eğer içinde hiçbir acıya yer vermeden canını alırdı. Şimdi, hiç vakit kaybetmeden öldürürdü onu.
Ancak kendisini durdurmaya yeten nedenlerin başında Cecilia'nın kutsal kanı vardı, o kanın etki etmesi için Apeiron soyundan gelenin canlı olması şarttı. Diğer bir yandan Cecilia kendisi için ölümü göze alabilecek bir piyondu, daha kullanılmadan atılabilecek sıradan bir piyon değildi o.
"Başın ağrıyor mu?" Islak saçlarından birkaç tel birleşmiş, alnına usulca düşmüştü. Kendini tutması gerekiyordu, simasında serbest kalan damar çıkıntılarını yok etti, öfkesini saklamaya koyuldu. "Ayakta durmakta zorlanıyorsun."
Kraliçe idam sehpasının en uç köşesinde ölümü beklerken ne ile karşı karşıya geldiğini düşünmeden edemedi. Kibutsuji'nin ani duygu değişimi kendisini güldürmüştü, oysa şarabını içtiğine cüret ettiği için öldürüleceğinden emindi. Kanının gerçekten önemli olduğunun farkına varmıştı, iblis lordu güneşte yürümeyi, onu fethetmeyi fazlasıyla arzuluyor olmalıydı. "Sanki her an patlayacakmış gibi hissediyorum,"
"Bazen ağrılarımı sizin gözlerinize benzetmeden edemiyorum, ağrılarım kıymık gibi iliklerime kadar batmıyor. Tıpkı gözlerinizdeki kıvılcımlar gibi alevleniyorlar, derimi aşıp bedenimi kanatacak kadar öfkeliler bana."
Çehresine, dudaklarına acıklı bir gülümseme takındı genç kız, sanki zaman durmuştu. Bardaktan boşalırcasına yağan yağmur damlalarını duyamaz olmuştu, atmaktan bunalmış kalbinin seslerini hissedemez olmuştu. En nihayetinde gümüş rengindeki topuklularına yenik düşmüştü, soğuk zemine oturur bulmuştu kendini.
"Sana öfkeli mi görünüyorum?" Muzan yere düşmüş genç kızın gözlerinin içine buzdan farksız, öfke dalgalarını saklarcasına baktı. "Senin için endişeleniyordum, kan şarabım tehlikelidir. Anlık halüsinasyonlar görüp aklını kaybedebilirsin Katharina."
Dudaklarında yer bulan endişe sözcüğü yalan dolandan ibaretti, Cecilia'nın gözlerinin içine baka baka yalanlar söylüyordu, oysa endişeli görünmek için çabalamıyordu bile. Kendisini epey küçümsediğini fark etti Cecilia, şimdi aklını kaybedecek olsaydı, Muzan belki de hiçbir şey yapmazdı. Bir yardım belirtisi gösterseydi dahi sadece menfaatleri doğrultusunda gösterirdi.
Bilirdi, menfaatler olmasaydı kendisini hiç acımadan ölüme terk ederdi, belki de ölümünün sebebinin kendisi olmasını isterdi.
"Katharina demeyin bana," Gözlerinin yeşilliği puslanmış, iblis lordunun suretini bulanık görmeye başlamıştı. "Neşeden uzak anılarımı gölgelendiriyorsunuz, yapmayın."
Cecilia bir anlığına göz bebeklerine opak bir perdenin örtüldüğünü düşündü, neredeyse her şey irislerinde görünmez bir kıvam almıştı. Aklını kaybetmemek adına derin derin nefesler almaya yeltendi. Şakaklarından çenesine doğru akan su damlalarının her bir parçası kendinden geçmesine sebebiyet veriyordu. Kafasının içi canlı canlı kazınıyormuş gibi hissetmeye başlamıştı. Sessizce, tek bir kelime etmeden direnmek için çabaladı.
Böylesine tehlikeli, böylesine zararlı bir maddeyi nasıl şarap yerine koyup bodrumda bulundurduğunu düşünmeden edemedi. O an iblis lordunun bambaşka bir seviyede olduğu gerçeği hücrelerine kadar etki etti. Yalnızca katletmiyordu, eklemlerine kadar acıyı hissettirmek, ölümcül zehrini tattırmak için her şeyi yapabiliyordu.
"Uyuma," Göremediği silüeti hissettiğinde sadece kulaklarına gelen boğuk ses tonuna odaklanmaya çalıştı Cecilia. Yükselen kalp atışları, acıdan kıvranan bedeniyle dikkatini vermek için çaba gösterdi. "Eğer uyursan delireceksin."
Yavaş yavaş kapanan gözlerini hızlıca açtı. Ayağa kalkamıyor, bacaklarını dahi kıpırdatamıyor olsa da hâlâ gözlerini kontrol edebiliyordu. Kirpiklerinden damlayan uyku damlalarına karşı direniyordu.
Muzan, Cecilia'nın acı çeken simasında gezdirdi gözlerini. Bir tür nöbet geçirircesine sayıklamaya başlamıştı. Bakışları, dağılan saçlarındaki inci süslemeli tokaya kaydı, acıdan karışmış saçlarının arasından düşmemek için kıvranıyor gibiydi. En nihayetinde bakışları soluk beyaz, dirençsiz kollarına kadar gitti. Genç kızın sağ kolunu parmak uçlarıyla kavradı, damarı bulmaya koyuldu.
Sağ koluna iğne batırıldığını hissettiği anda teninin azar azar yandığını, damarlarına ateş bastığına yemin edebilirdi. Ancak yüksek ateşe maruz kalsa da kendini uykunun kollarına bırakmayı reddetti, şimdi aklını kaybedemezdi, yapamazdı.
Bedeninin her zerresine yayılan ateşin beraberinde diline bulaşan sayıklamalar daha yüksek, daha akıcı bir ses tonuna bürünmüştü. "Leo... beni bırakmayacağına söz vermiştin... beni bir gün köşkten çıkaracağına, operaya gideceğimize söz vermiştin..."
"Ama şimdi ölüyorsun... gerçekten beni bırakıyorsun, tek başıma bu köşkte ne yapacağımı bile bilmezken beni bırakıyorsun."
Kan kırmızısı dudakları titredikçe sayıklamalar azalmaya başladı. Fakat o titreyen dudaklardan çıkan sayıklamalar Molla leydisinin halüsinasyonlar görmeye başladığının birer deliliydi. Muzan kulaklarına giren acı içindeki kısık sesle beraber saklamaya çalıştığı öfkesinin azaldığını hissetti, bir başkasının acı çekişi onun tüm sinirini arındırıyordu.
"Onca acıya, onca kıvranışa rağmen direniyorsun." Kibutsuji şırıngadaki ilacın hepsini damara boşalttıktan sonra iğnenin ucunu yavaşça deriden çıkardı. Ardından ellerini Cecilia'nın dağılmış saçlarında gezdirdi, solan çehresindeki su damlaları bir nebze akmaya devam ediyordu. "Senin başından beri ilginç olacağını biliyordum." "Sen sadece bir kanı bozuksun, Molla bahçesinde istediğin gibi dolaşamazsın."
Molla hanesinin ikinci vârisi Leopold, genç kızın kucağındaki çiçeklere bakındı. Kül çiçekleriydi onlar, Cecilia'nın kendi gibi ucuz olan çiçekleri ellerinin arasında gezdirdiğini düşündükçe sesi alaycı bir tona ulaşmıştı. "Ne kadar daha utanç kaynağı olarak gezinmeye devam edeceksin?"
Cecilia başını öne eğmiş vaziyette, dudaklarından tek bir kelime dahi çıkarmadan üvey kardeşinin karşısında dikilmeye devam etti. Ailedeki herkesin onu görmezden gelmesinden bıkmıştı, kendisini bir şekilde göstermek istiyordu. Bunun sonucu aşağılanmakla bitse de onun varlığından haberdar olmalarını istiyordu.
Leopold, Cecilia'nın ellerinin arasındaki kül çiçeklerinin bir tutamını aldı, genç kıza olduğundan daha tiksinç bakışlarını göstererek sarı çiçeklere bakındı. Parmak uçlarıyla gümüş sapından tuttuğu çiçekleri hızla yere attı. "Bu çiçekler de aynı senin gibi değersiz!"
Ardından yere fırlattığı çiçeklerin üstüne basmaya başladı Leopold, genç kız bu manzarayı izledikçe sırtına demirden oklar atıldığını hissetti. Demir tüm bedenini yakıyordu, okların ucu kederle boyanmıştı. Vücuduna keder girdikçe sızıları artıyordu.
"Ne yapıyorsun Leopold?" Molla hanesinin ilk vârisi tüm manzaraya şahit olmuştu, genç kızın gözlerindeki üzüntüyü, kederi gördükçe olaya müdahale etmesi gerektiğini bir amaç hâline getirmişti.
"Kanı bozuk peşimde dolanıyordu, ona kimin peşinde dolandığını öğretiyordum." Zafer kazanmışçasına abisine doğru gülümsedi Leopold. Sanki çevresine zararlı olan bir pisliği temizliyormuş gibi takındığı tavır abisinin kaşlarını çatmasına sebebiyet vermişti.
"O bizim kardeşimiz Leopold. Annesi kim olursa olsun, onu kabullenmek zorundayız."
Leopold'un yüzündeki gülümseme aniden sönüverdi, abisi bir kanı bozuğu kabullenmekten bahsediyordu. Aileye leke süren bir hatayı görmezden gelmek ya da onu aşağılamak yerine o hatayı savunmaya çalışıyordu. Yanlış duyduğunu varsayarak erkek kardeşini yargılamamaya çalıştı. "Beni şaşırtıyorsun kardeşim, bir sürtüğün kızını mı savunduğunu ima ediyorsun?"
"Ağzından çıkana dikkat et," İlk vâris Leonard sinirlendiğini belli edercesine ikinci vârise küçümseyici gözlerle baktı. Eşitsizlikten nefret ediyordu, ailesinin küçük bir kız çocuğuna karşı yaptığı zulümden ölesiye iğreniyordu. "Molla vârisi olabilecek potansiyele bile sahip değilsin, bir soylu kan ayrımı yapmaksızın herkese eşit haklar tanımalıdır. Ama sen kardeşine bir hiçmiş gibi davranıyorsun, aldığın eğitim boşuna mıydı Leopold?"
Abisinin dudaklarından dökülen kelimelere inanamadı Leopold, kulaklarının bir anlığına kendisini kandırdığını düşündü. Oysa her şey apaçık ortadaydı, Leonard kendi ailesinin kurallarına isyan ediyordu. Cecilia şaşkın gözlerle her şeyden bıktığını gösteren o irislerin peşinden gitti, Leonard'ın gözlerine derince baktı. Genç adam gerçekten kendisini savunuyordu.
İkinci vâris söylenenleri idrak ettiğinde sinirle dişlerini sıktı, abisinin hâlâ o kanı bozuğun tarafını nasıl tuttuğuna inanamıyordu. "Boşuna değildi, hiçbir şey boşuna değildi. Asıl sen Leonard, kendi şahsının, kendi ailenin kurallarına karşı gelmenin sonuçlarını biliyorsun, değil mi?"
"Biliyorum," Sarışın genç adam acıyla güldü, bahçeyi aydınlatan güneş çehresini kamaştırmaya yetiyordu. Leonard'ın en büyük hayali tüm insanların birbirini anlayabileceği bir toplumda yaşamaktı. Fakat kendi ailesi bile her türlü saygısızlığı, alçaklığı ruhlarında barındırırken nasıl hayalini gerçekleştirebilirdi, hayalinin tüm kırıkları ailesinin silüetlerine yerleşmiş vaziyetteydi. "Ancak ailedeki tüm söz sahibi olma hakkımı kaybetsem dahi erdemli bir yönetici olmayı tercih ederim. Zira erdem her şeydir, toplumun insanlarını sevmedikçe onları anlayamazsın, onları anlamadıkça topluma yarar sağlayamazsın."
"Burada tek bir kanı bozuk yok gibi görünüyor." Leopold abisiyle ilk defa aynı fikirde olmadığına, daha doğrusu aynı bağı kurmadığını o zaman dilimi esnasında anlamıştı. Erdem ona göre hiçbir şeydi, içinde iyiliği barındıran tüm kavramlar onun için zaman kaybından ibaretti. İlk vârisle olan düşünce ayrımı ona olan tüm saygısını yitirmesine neden olmuştu.
Leonard'ın sessizliğine karşı tattığı gerçeklerle oradan uzaklaştı ikinci vâris. Leonard konuşmasa bile gözlerindeki kelimeler okunabiliyordu, kendisinden, öz kardeşinden iğrendiğini irislerinden belli ediyordu. Dilinden öfke sözcüklerini çıkartmamaya dikkat etti, zira bir soylunun büyüğüne ettiği sözcüklerin değeri yüksekti. Artık her ne kadar Leopold için ilk vâris bir kardeş gibi görünmese de bir kanı bozuk ve bir kanı bozuğun savunucusundan uzak olması gerekiyordu.
İkinci vârisin gidişinin ardından Leonard çimenlerin arasından ezilmiş çiçeği eline aldı. Sarı yaprakları parça parça olmuş, solmakta olan çiçekten bakışlarını çekerek Cecilia'ya dikti mavi irislerini. "Kül çiçekleri hiç de değersiz değildir, tam aksine onlar nadide çiçeklerdir. Bu solacak olan çiçeği bana armağan eder misiniz leydim? Solgun olması daha iyi benim için, neredeyse ölecek parçalar bana kendimi hatırlatıyor."
Cecilia üvey abisinin bu kadar kibar oluşuna, en çok da kendisine büyük saygı sözcükleriyle hitap etmesine şaşırmadan edememişti. Güzel kelimeler sırtına atılan demir okları yok etmişti, bu güzel kelimeler tüm hakaretlerin getirdiği sızılarına merhem olmuştu âdeta.
"Benden nefret etmiyor musun?"
Genç kızın gözlerinin içine bakarak konuşmakta zorlandı Leonard. Sesinin kısık çıktığını fark ederek güçlükle boğazını temizledi. Kendinden nefret ediyordu, karşısındaki küçük kıza ne kadar sevgi beslerse beslesin ona asla yardım edememişti. Her zaman kendini cesaretli biri olarak görmüştü, ancak kendisiyle aynı kana sahip olan kız kardeşini hiçbir zaman babasının elinden kurtaramamıştı. O yalnızca bir izleyici olmuştu, kırmızı perdenin arkasından yaşanılanları daima izleyen bir izleyici. İçindeki suçluluk duygusuyla nasıl yaşadığına anlam veremiyordu, zira Cecilia'nın gözlerinin içine her bakışında kendisine, cesaretsizliğine lanetler ediyordu.
"Hayır, hayır, asla etmedim. Her zaman annemden bir kız kardeş istemiştim, koruyup kollayabileceğim bir kız kardeş. Seni ilk gördüğümde sonunda bir kız kardeşe sahip olduğumu düşünmüştüm. Ancak ailemin beyin yıkatıcı kuralları yüzünden aramızdaki buzdan duvarları asla çözemedim, sana yapılan zulümlere asla karşı çıkamadım. Ben fazla cesaretsizdim, bu yaşananlar için kendimi asla affetmeyeceğim. Leopold adına özür dilerim, seni o kadar kötülediler ki, yaptıklarının en doğru karar olduğuna inanmaya başladı."
"Sorun değil," Genç kız acıdan uzak bir biçimde, zihninden trajik anılarını silerek Leonard'a gülümsedi. Zira Leonard kendisine hiçbir zaman kötü davranmamıştı, onunla daima konuşmak istemişti. İlk vârisin diğer aile üyelerinden farklı olduğunu bilirdi Cecilia, onun dudaklarından, gözlerinden hep sevgi okunuyordu.
"Sanırım onu sana armağan edebilirim."
"Çok güzelsin Katharina," Leonard, Cecilia'ya birkaç adım yaklaştı. Genç kızın kahve saçlarına elindeki kül çiçeğini özenle yerleştirdi. Ardından bulutların arasında gezen güneşten daha parlak bir tebessümle harmanladı çehresini. Cecilia ise utandığını yanaklarının gittikçe kızarmasından belli etmeye başlamıştı. "Sana türlü çiçeklerden yapılmış bir taç çok yakışırdı, fakat saçlarının güzelliği her çiçekten daha öte."
Tanrıça tıpkı bir okyanusu anımsatan gözlere yanaklarının kızarıklığına aldırmadan baktı, o gözlerin sahibine çok erken veda edeceğinden bilgisizce adımlarını yerleştirdi derin sulara. Her yüzüşünde dalgaların bedenine sertçe çarpacağından, fırtınaları beraberinde götüreceğinden habersizce tebessümlerini bıraktı. Gözlerini açışında kirpiklerinden yaşlar hafifçe döküldü, saniyelerin ardından ellerindeki sıcaklığı hissetti. Dün akşam olanlar belleğinden doğru göz bebeklerine etki ettiğinde derin derin nefesler aldı. Gözlerindeki opak perde yok olmuşçasına görme yetisi düzelmişti, bacaklarını oynatabiliyordu, en muazzamıysa aklının hâlâ yerinde oluşuydu.
Telaşla, sanki önemli bir eşyası kaybolmuşçasına, avuçlarını sarmalayan elleri bırakarak yatağından kalktı. Topuklarıyla zemine hızla bastı, birkaç adımla başlayarak odasında gezinmeye başladı. Yürüyebiliyordu, sorunsuzca yürüyordu. Oysa dün akşam her şeyini kaybettiğini düşünmüştü, tüm benliğinin kontrolünü yitirdiğini düşünmüştü.
Dudaklarını ister istemez bükerek gülümsedi, fakat kafasının içi sanki çatlayacakmış gibi ağrımasıyla gülümseyişi bozulmuştu. Acılarıyla beraber göremediği, yalnızca hissettiği iğnenin vuruluşunu hatırladığında yüzü sararmaya dönmüştü. O anda kulaklarına yerleşen boğuk sesin şimdiyse zihninde hâlâ yankısı tazeydi. "Senin başından beri ilginç olacağını biliyordum."
Teorilerinden şüphe duymaya başladı Cecilia, onun sadece kanını istemediği düşüncesi aklının birçok tarafında şimşekler koparmaya yetmişti. Peki başka ne istiyor olabilirdi, yaratılışından öz güvensiz, ürkek birinden daha başka ne istiyor olabilirdi?
Ne bir teorisi vardı, ne de daha fazla düşünmek için temiz bir akla sahipti.
"Neden, neden o kadar içtiniz?" Martha korkuyla oturduğu sandalyeden kalkarak Cecilia'ya doğru koştu, boynuna atılarak sımsıkı sarmaladı genç kızı. Hizmetkârın kendisini hiç bırakmayacakmış gibi, asla terk etmeyecekmiş gibi kollarına sarılması Cecilia'yı kendine getirmişti. "Akşama kadar baygın kalacağınızı bilseydim bodrum katındaki şaraplardan hiç bahsetmezdim. Dilimi kessinler! Kim dedi size bütün şişeyi için diye, kim dedi..."
"Senin bir suçun yok," İnce sesinin daha fazla boğuklaşmasıyla devam etti. Dağılmış saçlarının telleri gözlerini kaplamaya yetiyordu. "Bugünlerde kafama eseni yapmaya başladım, bazen ne düşündüğümü ben bile bilmiyorum Martha. Bir şeyler unutmak isterken neredeyse delirecek duruma geldim. Sanırım, sanırım artık kendime gelmeliyim."
Hizmetkâr leydisinin saçlarını okşamaya, onu rahatlatmaya çalıştı. Cecilia, Martha'nın henüz hiçbir şeyin farkında olmadığını anlaması uzun sürmedi, sadece kendisinin ilk içki içişinin ardından baygın düştüğünü sanıyordu. Olayı öyle bilmesinin hem kendisi, hem de onun için daha iyi olacağını düşündü. Ancak Muzan'ın öylesine can yakıcı, felaket verici bir silahı sıradan, kapısı kilitli dahi olmayan bir bodrum katında şans eseri barındırdığını kesinlikle düşünmüyordu.
Ayrıyeten gözlerindeki o yalancı ışık, şarap kendisine etki etmeye başladığı andan itibaren direnişini bir süre izlemesi, o akşam sanki içeceğini biliyormuş gibi şarabın panzehrini yanında tutması, bunların hiçbiri tesadüf olamazdı. Hakikat tenine tokat gibi işlemişti, yaşananların hepsi planlı olmalıydı, Muzan Kibutsuji kendisini deniyor olmalıydı.
O sıcacık kolların arasında üşüdüğünü fark etti. Yeni yeni aklında beliren düşüncelerle ölüyordu. İlk defa yanılmak istemişti, ilk defa teorilerinin yanlış olduğuna sevinmek istemişti. Fakat tahmin ettiklerinin eksikliği onu daha da öldürmüştü. Zira o sadece kanını istemiyordu, kendisine bir deney gözüyle bakıyordu.
Kendisini neden şımarttığını daha iyi anlayabilmişti. Tüm ihtiyaçlarını giderebileceği bir oda, birbirinden güzel elbiseler, yaralarının iyileşmesine sebebiyet veren banyo köpüğünün karşılığında delirtici bir şarap.
Cecilia o şarabı içmeye kalkışmasaydı dahi bir gün iblis lordunun ona zorla içireceğinden fazlasıyla emindi, lakin o akşam ellerinden zehir içeceğini dile getirmişken onu ne kadar daha suçlayabilirdi ki?
Gerçek bir zalimin ellerine kendisi sarılmışken yakınmanın ne anlamı vardı?
Cecilia bir piyon olduğu gerçeğine alışması gerektiğini anlamıştı, zira bir piyon her şey olabilirdi. Muzan'ın yanında ebediyen kalacaksa çıkabildiği kadar yükseğe çıkmalıydı.
Vezir konumuna erişmeliydi.
Martha çehresini yavaşça Cecilia'ya yaklaştırarak kulağına fısıldadı, bir yandan dağılmış saçlarını okşamaya devam ediyordu. O esnada belleğini karıştırarak oluşturduğu tüm varsayımları bir kenara attı Cecilia. "Daha iyi olduysanız banyoya geçelim. Sizi hazırlamam gerekiyor."
"Neden hazırlanıyorum?"
"Bunu söylemek inanın benim için de zor ancak, o adam dün akşamdan beri buradaydı. İnanabiliyor musunuz, hiçbir yere gitmedi, birkaç saat öncesine kadar da uyanmanızı yanı başınızda bekliyordu. Şimdi hangi odaya çekildiğini tam kestiremiyorum ama uyandığınızda sizi hazırlamamı, operaya gideceğinizi söyledi."
"Opera mı?" Genç kız kulaklarına dolan sözlerle afalladı. Kibutsuji'nin tüm sayıklamalarını, tüm yakarışlarını dinlediğini anladığı vakit Cecilia'nın kalbine bir yıldırım düşüvermişti. Ağzından kaçırdığı tek bir kelimeyi dahi biliyor olmalıydı, belki de sırf zihninden arındırdığı tüm söylemekten çekindiklerini söyletmek için bir süre direnişini izlemişti. Dudaklarını sinirle aşağı doğru büktü, hiçbir şey istediği gibi gitmiyordu. "Tümüyle hazırlıksız yakalandım, şimdi gözünde daha da zayıfım." diye içinden geçirdi.
Martha, Cecilia'nın saçlarını okşamayı bırakıp leydisinin solmuş yüzüne uzunca baktı. Ardından başını olumlu anlamda salladı. "O adam sandığımdan daha tuhaf. Anladığım kadarıyla güneşe karşı bir korkusu var. Bana hiçbir perdeyi açtırmadı, resmen güneşten kaçıyor gibiydi."
Molla leydisi dinlemediğini belli edercesine hizmetkârının kollarından ayrılarak banyoya doğru ilerledi. Buruşmuş, yıpranmış elbisesinin kumaşına gözlerini dikerek yürümeyi sürdürdü. Kulaklarının ucunda hissettiği dünden kalan elmas küpeleri çıkararak zemine attı. İblis lordunun yanında güçlü olmaya çalışırken o akşam her şeyi mahvetmişti, tüm güçsüzlüğünü, tüm kederini gözler önüne sermişti. Delirtici bir şarabı yudumlayarak zalimin kollarında ruhu karanlığa bulanmıştı.
Şöminede yanan ateş tahta parçalarını, odunları kavururken gözlerini bir saniye olsun gazetesinden ayırmıyordu Muzan. Küçük kıvılcımlarla oluşan yakıcı alevlerin verdiği sıcaklık tüm salona işlemiş vaziyetteyken iblis lordunun yüzünde tek bir ifade bile yoktu. Ancak gazetenin ön yüzünde, büyük harflerle Molla ailesinin cinayetinin söz edildiği parçaya göz gezdirdiğinde dudaklarına hafif bir gülümseme takındı.
"Batıya da hakikatimi ulaştırdım." Gazete sayfasına parmak uçlarını, tırnaklarını sertçe bastırdı. Tırnakları maviye dönerek keskinleştiğinde Molla cinayetinin söz edildiği paragrafı sertçe çizdi.
Ardından gözleri duvarlara yan yana asılmış, suretleri birbirinden farklı tablolara doğru gitti. Yakut kırmızısı elbise giymiş, ürkek bir kadın portresi irislerine ulaştığında, göz bebeklerinde Cecilia'nın dün akşamki hâli gözlerinde canlanıvermişti. Acınası görünüyordu, acınası görünen herkes onu keyiflendiriyordu.
"Her yerde size seslendim, bana keşke bir cevap verseydiniz."
İnce ses kulaklarına geldiğinde gözlerini tablodan çekip yanına gelmekte olan kadına bakışlarını çevirdi. Dudaklarında belirmiş hafif gülümseme bozulmuş, yerini düz bir çizgi almıştı. "Uyanmayacağını düşünmüştüm."
Cecilia'nın boyunu birkaç santim geçen mor elbisesine bakındı. Kollarını sonuna kadar özgür bırakan, yaka kısmı dantel işlemelerle süslenmiş bir elbise tercih etmesini tuhaf karşılamıştı. Üstelik kollarını kapatan uzun eldivenler yerine, elbisesine uyum sağlayacak kadar bileklerini saran dantel işlemeli eldivenler operayı dikkate aldığının bir kanıtıydı. "Yanı başımda uyanmamı beklediğinizi duydum, beni gerçekten önemsiyor olmalısınız Bay Kibutsuji."
"Bana ait her şey sağlıklı olmalı, aksi hâlde sağlıksız bir kimseyle hiçbir şey başaramazdım." dedi alay edercesine.
Sözlerdeki küçümsemeyi tatmıştı Cecilia. Ancak dudaklarındaki gülümsemeyi büyüterek Muzan'ın karşısına oturdu, dudaklarındaki kıvrılmayı yok etmeyi bir saniye olsun düşünmedi. Zira iblis lordu sıradan bir insan kadını her daim küçümsediğini göstermişti.
Muzan genç kızın büyüyen gülümseyişine tanık olduğunda kaşlarını çattı. Cecilia'nın içten içe üzülmesini, biraz da sinirlenmesini beklemişti. Buzdan farksız gözlerine kıvılcımlar damlamış, körüklenen ateş damlaları genç kızın buklelerini yakmaya hazırdı. Fakat gülümseyişe aldırmamaya çalıştı, Cecilia'nın çehresini izlemeyi bırakıp şapkasına dikti gözlerini. Molla leydisi kendisiyle uyumlu bir şapka seçmişti, şapka mor menekşeler ve siyah kurdelelerle süslenmişti.
Sinirinin şiddetlenmesini engellemeye çalışan gözleri gördüğü anda kan kırmızısı dudaklarındaki gülüşü sildi Cecilia. "Bay Kibutsuji size henüz yararlı olduğumu düşünmüyorum, beni neden operaya götürüyorsunuz?"
"Ödüllendirmek için," Soğuk ses kalbini hançerle kesti. Yarılan kalbinden gelen kan damlaları iliklerine damladı. İliklerin köklerine serpilen kan damlalarından sarmaşıklar çıkmaya, zehir saçan mor tohumlar yeşermeye başladı. "Zehri içmen gerekse bile direnebileceğini gösterdiğin için seni ödüllendirmem gerekiyordu."
O kirli dakikalar da baş gösteren, teninden hücrelerine kadar zehir akıtan gözler, kan damarlarını saran kederli kızıl sarmaşıklar Cecilia'ya yalnızca bir denek olduğunu zihninin en uç köşesine yerleştirmişti.
Lakin bu hakikati değiştiremeyeceğine dair bir kural da göremiyordu, gerekirse yasak meyveyi yemek zorunda kalsa dahi denek olmaktan çıkacaktı.
O'nu arzuluyorken kaybedeceği hiçbir şey yoktu. |
0% |