Yeni Üyelik
7.
Bölüm

6| Tek Dileğim

@nathaliepall

 

 

Hepinize merhabalar...

Nasılsınız? Umarım iyisinizdir, umarım hayatınızda her şey yolunda gidiyordur, mutlusunuzdur.

Yazım yanlışlarım için şimdiden özür diliyorum ve keyifli okumlar diliyorum.

Umarım beğeneceğiniz bir bölüm olur...
Geç attığım için çoook özür dilerim...

OY VE YORUMLARINIZI BEKLİYORUM...





***

 

Geçmiş...

Lise ilk sınıf olan on beş yaşındaki Mete, ortaokul ilk sınıf olan Dide'nin okulunun kapısındaydı. Etraftaki çocukların tıka basa doldurduğu okulu boşaltışını izledi. Tüm veliler çocuklarını almak için gelirken Mete kardeşi için buradaydı. Onun gibi birini daha gördü, kardeşini almaya gelen başka bir abi. Kardeşi yanına gelince söylenmeye başladı çocuk "Kendin gelemez misin, ben sürekli seni almak için buraya gelemem."

O an kendini düşündü. Okul çıkışı arkadaşlarının onu çağırmasına karşı hepsini reddedip Dide'yi almaya geldiğini anladı. Sıkılmıyordu da, Mete için Dide'nin yüzünü görmek her zaman daha keyifliydi. Aynı evde olmalarına rağmen kendi kardeşini okuldaki arkadaşlarından daha az görüyordu. Okuldan eve onunla birlikte yürümek en büyük keyfiydi. "Abi!" diyen sesi havada kaptı.

"Abim..." Sırtındaki çantanın yüküne yeni bir çanta eklendi, Dide'nin çantasını çekip aldı Dide'den. Kardeşinin yüzüne baktı gülümseyerek, suratında kimsenin fark etmediği, kapatıcının bulunduğu ufak yeri bir tek ikisi biliyordu. Dide de ona gülerek baktı. "Nasıl geçti günün."

"İyi." Kısa tuttu cevabı Dide. Sakince Mete'nin yanında yürümeye devam etti.

"Bu iyi, eh gibi bir iyi mi? Yoksa iyi gibi bir iyi mi?" diye yeni bir soru sordu Mete. Evde yeterince sorunu olan kardeşinin dışarıda olmasını istemediği tüm sorunları öğrenmeye çalışıyordu. Evde elinden bir şey gelmiyordu, dışarıda korumak istedi kardeşini.

"İyi geçti, beden öğretmeni beni okçuluğa seçti. Annemle konuşacağım, izin verir mi? Okul sonrası kurs, hem belki eve biraz daha geç gitmiş olurum." Dide'nin eve dönüş yolları nefret ettiği tek yoldu. Oranın, dışarıdan daha güvenli olmayışını sevmiyordu.

Mete'nin duyduklarını hazmetmesi zordu. Dide'nin eve gitmeyi sevmediğini biliyordu, ya da her böyle konuştuğunda nedenini biliyordu ama duymak onun için her zaman yeni duyuyormuş gibi içini yakıyordu. Boğazı düğümlendiğinde bir süre konuşamadı. Biraz toparladı, peş peşe yutkunduktan sonra bir nefes ile konuşmaya başladı. "Bilmem belki verir, vermezse de senin iyiliğin içindir zaten..." Bugün anne ve babasının okulda toplantıları vardı. "Ayrıca bugün onların toplantıları var. Evde değiller."

Dide'nin gözleri parladı, büyüdü. Geniş bir gülümseme yüzünü taçlandırdı. Az önce yere sürterek giden ayakları çok istekli olmasa da artık yere sürtmüyordu. Normal bir şekilde yürümeye başladı ayakları.

"Mete abi! Dide!" Gül'ün yanında yürüyen Ege'ydi seslenen. El salladı Mete ve Dide'ye. Yeni tanışmışlardı, Dide'nin yeni sıra arkadaşıydı. Mete gülümsedi Ege'ye, Dide de el sallayarak karşılık verdi.

"Sınıf arkadaşındı değil mi?" Mete, gözden kaybolan Ege'den çekti bakışlarını yeniden kardeşine döndü.

"Evet, sıra arkadaşım. Ege." Çok konuşan Ege'yi, sınıfta hiç konuşmayan Dide'nin yanına bilerek oturtmuşlardı. Garip bir şekilde Ege sussun diye oturduğu yerde Dide'yi de konuşturuyordu.

Eve az kalmıştı. Geri durmadı Dide, eve hızlı hızlı gitmeye başladı, babası evde yoktu. Mete kapının önüne geldi, anahtarı cebinden çıkarırken düşürdü. Dide eğilip anahtarı aldı, Mete'ye kapıyı açması için uzattı. "Teşekkür ederim." Mete kapıyı açtı.

İçeriye girdiklerinde Dide'nin odasına yöneldi önce, çantasını bırakacaktı. Odaya giden yol salonun kapısının önünden geçiyordu, durdu Mete. Başını çevirip salona baktığında Ali'yi gördü, yutkundu. Annesini görmeyi umdu ama yoktu. Dide'yi peşinden getirmek için arkasına döndüğünde Dide'nin zaten hemen arkasında içeride, koltukta, uyuyan babasını izlediğini gördü. Dide'nin gözleri dolu doluydu. Mete omzundan tuttuğu kardeşini odasına ilerletti. "Yemin ederim bilmiyordum..."

Ali'nin sesle birlikte gözleri açıldı, duyduğu ses oğluna aitti, sakindi. "Hoş geldin oğlum."

Ali'nin sesiyle Dide'yi odasına ittirdi Mete. "Hoş buldum baba. Toplantı... Toplantınız yok muydu sizin?" Dide de cevabını merak ettiği sorunun cevabını duymak için başını kapıya yaslayıp içeriyi duymaya çalıştı.

"Toplantılar... Gereksiz. Sınavlar hakkında konuşup duruyorlar, müfredat cart curt." Ali yattığı yerde doğruldu. Kapısının önünde durduğu odaya kaydı bakışları. "O da evde mi?"

"Kızın mı? Evet evde..." Bilerek 'kızın' kelimesini vurguladı babasına. Kızı gibi davransın istedi.

O kelimeyi duymadı bile Ali, sakin ifadesi kayboldu. Oğluna baktı. "Annen nerede?" diye sorduğunda Mete, babasının kafasının yerinde olmadığını anladı.

"Toplantıda işte baba." Anlık unutkanlığını yüzüne vurdu. Keşke sadece unutkan olsa diye düşündü, sinirinin de eklenmesini istemedi. Kendi odasına ilerledi, annesi gelmeden bir şey yapamıyordu, babasının gözünün önünde Dide'nin odasına girmek gibi bir hata yapıp babasını Dide'yi hatırlatmayacaktı.

Dide zaten gelmedi diye abisine kırılmadı. Okul formasını çıkarttı, katladı.

Olmadı.

Bozdu, bir daha katladı.

Yine olmadı.

Bozdu.

İstediği düzlüğe gelene kadar usanmadan katlamaya çalıştı. Odada oyalanacak bir şey bulmak onu hiçbir zaman sıkmazdı. İş olması bile önemli değildi. Masanın başına geçti, ödevlerini bitirdi. Zaman sadece bir saat ilerlemişti, annesinin ne zaman geleceğini merak etti.

***

 

Toplantının içinde bacaklarını sallıyordu Aylin. Eşiyle aynı okulda olduğu için toplantıda olmadığını görüyordu. İçi endişeyle dolarken içeriye çoktan girdiği odayı, toplantıyı terk edemedi. Aklında bir sürü soru ile toplantıyı dinleyemiyordu.

Ali ya evdeydi, ya dışarıda. Dide ya iyiydi ya da yaralı...

Dolabında bıraktığı çantasıyla kendisine sinirlendi. Telefonu da oradaydı.

***

 

Bir süre sonra onun için tek sorun başına gelmişti, tuvalet. Kendi evinde bile gittiği bir saat varken Dide şu an tuvaletini tutamayacak kadar sıkışmıştı. İçerden gelen sesi dinledi, ses yoktu. Usulca elleri kapının koluna değdi, yavaşça aşağıya indirdi. Hafif araladığı kapıdan salonu görebiliyordu, titreyerek salona göz attı. Ali'nin ayaklarının ucunu gördü, sessizce çıkarsa gözükmezdi.

Çabucak gidip gelmeyi planladığında kapıdan çıktı, uzun koridorda ilerleyip hemen ileride olan banyoya koştu. Odadan tek başına çıkmış olmasına korktu. İşini hızlıca hallettikten sonra banyonun kapısını da sessizce açtı. Kapıyı kapatmak için yününü kapıya dönerek zaman harcayan Dide'nin belası gelmişti.

Bunca zamandır yaşadığı acının sahibi, uzun boylu bir adam, baba diyecek kadar bile tanınmayan Ali... Mavilerin etrafını saran beyaz kısım yine kırmızıydı, çatılan kaşlardan düşen göz kapakları gözlerini kısmıştı. Ses çıkaramadı ama deli gibi korkuyordu. Hemen yan odasındaki abisine seslenmek istedi ama nefes bile almak onun için zordu. "Çıktın mı odandan?" diyen babasının sesiyle birlikte koca eli de saçlarına kavuşmuştu. Sert elinin acısını hissetti Dide, gözleri doldu. Saçlarını sıkan el onu havaya kaldırdığında acısı katlanarak büyüdü. Ne kadar sesini çıkartmak istemese de acı buna engeldi.

içinde tuttuğu sesi çıktı, yüksek değildi ama Mete'nin duyması için yeterliydi. Kapıyı açan Mete babasını durdurmak için gücünün yetmeyeceğini bilse bile düşünmeden atılmıştı. "Baba, bırak!" Ali'nin eline sarıldı.

Dide de yanına yaklaşan Mete'ye tutundu. Kendini havada tutmak için güç alacak bir şekilde tutundu abisine, çekişen saçlarıyla acısını dindirmek istedi. Artık Dide, Mete'nin adını sayıklayarak ağlıyordu. Ali, Mete'yi duymuyordu, sadece ona çirkin gelen Dide'nin ağlayışları vardı kulaklarında. Siniri geçmiyordu.

Mete'nin de gücü yetmiyordu. On dört yaşındaki bir çocuk, uyuşunca daha da güçlü olan babasına karşı mücadele etmeye çalışıyordu. Dide'nin Mete'ye olan tutuşu da uzun sürmedi. Koridora fırlattı Ali kendi kızını. Hiç içi acımadan, sonunu düşünmeden, katlanarak artan bir öfkeyle, bile isteye yapmıştı. "Daha dayak yemeden neden ağlıyorsun?"

Dış kapı açıldı, Aylin her zamanki gibi kızını yeni bir morlukla gördü. Yerde, tam karşısında gördüğü Dide'ye atıldı. Kollarını sardığı gibi kaldırdı Dide'yi. Aylin'in dokunuşuyla daha çok ağlamaya başladığında Ali delirdi. "Şu kızını sustur artık!" Aylin ve Dide'ye doğru yürümeye başladı.

Mete tekme attı babasına, yıkmamıştı babasını ama sarsmaya yeterdi. Babasının canını yakmayı başarmıştı. Belki Dide'ye verdiği acıdan empati kurar diye düşündü ama Ali o fikre de yakın değildi. İlerlemeye devam etti. "Senin de çocuğun, senin de kızın!" Aylin'in bağırışı duyuldu.

Ali de bağırdı. "Benim bir evladım var zaten." Elini kaldırıp Mete'ye uzattı, işaret etti. "O da burada." Dide'yi kendi çocuğu saymıyordu, herkes duydu bu sözleri, Dide de...

Aylin eşine bakan sinirli gözlerini kızına çevirerek endişeyle bakmaya başladı bu sefer. Dide'nin gözleri açıktı, süzülen yaşlar vardı lakin ses yoktu. İnce bir nefes sesi vardı, kesik kesik çıkan nefes ağzından zor çıkıyordu. Aylin kızının ağzını açtı daha rahat bir nefes alsın diye ama ağzından boşalan kanları görünce kucağındaki kızıyla ayağa kalkarak hızla evden çıkıp hastaneye götürdü. O gece de diğer günlerde olduğu gibi hastane kayıtlarına geçti.













***













 

Günümüz...

Her şey ortadaydı artık, Doruk girdiği kimliğin tüm kayıtlarını ekranda görmeye başladı. Aralıklı süren ama on üç yıllık uzun bir hastane kaydıydı. Anlam veremedi, yürüdüğü koridorda Azra'yı gördü. "Azra! Bir bakar mısın?"

Azra panik oldu. "Dide mi? Bir şey mi oldu?" diye konuşunca Doruk sakinleştirmek adına sarıldı. Kulağına eğildi. "Bir şey yok, sadece bir şey soracağım."

Azra'nın başını sallamasıyla Azra'ya birlikte ilerledi. Arkalarından izleyen Sarp olduğu yerde kalmaya devam etti. Ahsen'in hastane kayıtlarının açık olduğu ekranın başına geldiler. "Bu Dide'nin kayıtları. On bir yıl önce, on üç yıllık kayıt... Herkes hasta olur ama bu yaralanma, bu durum hakkında bir fikrin var mı?" diye sordu, endişelenmişti Doruk. "Karnında başka yara izi de var, sırtında de uzun bir kesik izi. Bunlar pek yeni yaralar değil, özellikle de karnındaki yara izi gerilmiş, bu da büyüme döneminde çoktan bu yarayı almış olduğunu gösteriyor?"

"Geçmişiyle alakalı ama sana bunu ben söyleyemem. Ortada olan şeyleri gördün, daha derine inemem. Eminim ki Dide bunu görmeni bile istemezdi. Geçmişte kaldı, Dide'ye sorma olur mu?" Bu kayıtlara, aile dışında bilgisi olan biri de Azra'ydı. Sırtındaki izi hatırlamıyordu ama Ahsen'e gelen zarar babasıydı. Ahsen'in bu konuları konuşmaktan hoşlanmadığını bildiğinden sessiz kalmıştı. Ona bakan ve gerçekleri hala öğrenmek isteyen sevgilisine karşı kendi hayatı olmayan bir hayatı, özellikle de Ahsen gibi kapalı birinin hayatını anlatan biri olmayacaktı. Eğer Doruk bilecekse bunun Ahsen'den duyması gerekiyordu, söylememe konusunda hiç olmadığı kadar netti.

"Onu görebilir miyim?" diye sordu bu sefer de Azra. Ahsen hala kırmızı alandan çıkmamıştı bu da göremeyeceği anlamına geliyordu. Doruk yavaşça kafasını iki yana sallayarak dudaklarını büzdü, bunun olamayacağını kırmadan söyledi. Onun da elinden bir şey gelmiyordu.

"Odaya alınınca refakatçı olursun. Ailesine haber verelim." dedi, Ahsen'in ailesi hakkında hiçbir bilgisi yoktu.

"Ailesi yok, bir abisi var bir de ben. Ben kalırım, Mete abiye o uyanana kadar haber veremem." Ahsen'in sesini duyup Mete ancak öyle rahatlayabilirdi, Mete'yi arama kararı da Ahsen'in karar vermesi gereken bir şeydi.

"Anne ve babası vefat mı etti?" Azra'ya daha ciddi bakıyordu artık Doruk.

"Aylin teyze vefat etti, uzun zaman oldu. Ali amca nerede ve nasıl bilmiyorum." İşler belli olmasın diye nefret ettiği adama amca dediği için iğrendi kendinden. "Onu ne zaman görebilirim?"

"Odaya alınınca güzelim. İyi olacak, merak etme." Sarıldı Azra'ya, saçlarından öptü. Doruk, Ahsen'in yanına gidince Azra da Sarp'ın yanına döndü. Tim Sarp'tan biraz uzakta duruyordu, Harun'un bahsettiği kasanın bu olay olduğu belli olmuştu. Onat başı yere eğik duruyordu, kendini suçluyordu.

Derya da Onat'tan farksızdı. Korktuğu için çağırdığı Ahsen'in yaralanmasından o da kendini sorumlu tuttu.

Hastane kapısından Demir albay girdi, time baktı. Hepsinin kaçmış keyfi, endişeli ve bekleyiş içindeki yüzlerini gördü. "İyi mi?" dedi sadece, ortaya konuştu.

Ediz cevapladı. "Durumunu bilmiyoruz, kan lazımmış..."

Demir lafını kesti. "Ben veririm sıfır benimki." Ediz başını salladı.

"Ruhi verdi komutanım. Doruk iyi olacak dedi başka bir bilgimiz yok. Bekliyoruz." Mert devam ettirdi konuşmayı.

Demir ilerledi, Sarp ve Azra'nın yanına gitti. "Ne bu halin?" Sarp'a sorulmuş bir soruydu. Üstü başı Ahsen'in kanıyla boyanmış haline baktı. Rengi soluktu.

Ellerinin arasında tuttuğu başını kaldırdı Sarp, "Harun'un bahsettiği kasa..." dedi sadece. Demir'in onunla olan konuşmasının rütbeli olduğunu düşündü ama öyle değildi.

"Kalk elini yüzünü yıka oğlum." dedi Demir. Sarp'ın omzunu tuttu. Kaldırdı Sarp'ı.

Sarp kucağında tuttuğu çantayı Azra'ya uzattı. Koridorda ilerlemeye başladı. Sarp'ın boşalttığı yeri Demir doldurdu. Ahsen'in içinde olduğu acil kapısından bir hemşire çıktı, Azra'ya yürüdü. Elinde tuttuğu kolye, küpe ve saati Azra'ya uzattı. Ahsen'indi.

Kolyenin bir harfi Demir'in ayaklarının ucuna düştü. İki çift göz yere düşen harfe uzandı, Demir eğildi aldı. Azra'ya uzatmadan önce harfin üzerine işlenmiş desenler dikkatini çekti, Azra'nın elinde duran zincire baktı. "Bunu nereden almış?" Hala tuttuğu 'D' harfine baktı.

"Dide'nin kolyesi. Annesinden hediye, baş harfleri var." Zincirde hala takılı duran 'A' harfine baktı. Elindeki kolye ucunu uzattı, Azra'nın zincire takışını izledi. "Kaybolursa çok üzülür, iyi fark ettik." diye devam etti Azra.

"Alt tarafı bir kolye, kaybolursa yenisini alırdık." dedi Demir, sesi net değildi, sanki bir şeylerden emin olmak için konuşuyor gibi bir haldeydi.

"Yok, bu Aylin teyzeden kalan en önemli şey. Yani bu özel yapılmış, Aylin teyze vefat edince Dide'ye geçti." Bu kolye özel yapım bir kolyeydi. İşlenmiş 'A' ve 'D' harfleri arasında minik bir kilit vardı. Harfler de sıradan değildi, üzerlerinde işlemeleri vardı. Küçük kilidin ucunda küçük bir taş. Bu kolyeden başka yoktu.

Yutkundu Demir. "Annesi vefat mı etti?" diye yeni bir soru sordu.

"On... On bir yıl oldu." Daha fazla bilgi vermeyecekti Azra. Ali'den bahsetmeyecekti, Ahsen'in gördüğü acıyı söylemeyecekti. Kolye, küpe, saat, ona verilen ne varsa hepsini Ahsen'in çantasına attı.













***













 

SARP ÇAĞAN DİNÇER




Elimde, kıyafetimde, yüzümde kurumuş kan vardı. Aynada gördüğüm an fark ettim kanın çokluğunu. Başıma vuran ağrı hiç azalmadı, haber almayı bekliyordu, habere göre artacak ya da azalacak gibiydi.

Azalmasını umdum, suyu açtım. Üstümdeki kıyafeti temizleyemezdim ama ellerimi ve yüzümü kandan arındırdım. Lavaboda hafiften dolan su da şeffaf değildi. Kan onu da kendi rengine bürümüştü.

Avucumu suyla doldurdum, suratıma çarptım. "Bir şey yok." diyordu bir yanım. "Seni aradı, sen açmadın." dedi diğer yanım. Tam olarak nasıl biri olduğunu bilmesem de birinden yardım istemeyecek kadar inat bir kişiliğinin olduğunu çözmek zor değildi. Bunu kendime söylemek bile kırıyordu ama beni bile aramışsa zorda kalmıştı.

Bir kez daha doldu avucum, bir kez daha çarptım suyu suratıma, daha sert. Telefonuma gelen bildirim sesiyle kapattım suyu. Ellerimi kuruladım önce, telefona baktım.

0557***: Sarp ben Duygu. Doğum gününü kutlamak için yazdım.

Tarih'e baktım, 08.12.2023. Saate baktım, 02.04.

Farkında olduğum bir yaşın içindeydim artık, otuz yaş bana iyi gelmemişti. Nasıl başlarsa öyle biter düşüncesini hiç düşünmek istemedim. Telefonu kapattım, yıllar önce sinirlenerek söylendiğim için yaptırmadığım şeyi kendim isteyerek yapmaya gittim.

Hastaneden çıktım. Ne bir şey yiyecek iştahım ne de üfleyecek bir mumum vardı. Önce çakmağı yaktım, on beş yıl sonra doğum günümde dilek diledim. "Sadece iyileşsin, iyi olsun. Hep o iyi olsun..." Üfledim.

Cebimde yenilenen sigara paketim açıldı, bir dal aldım, yaktım. Pasta yenilecek keyifli bir durum yoktu, sigara içilecek bir acı vardı boğazımda. On beş yılın dileksizliğine karşı bana bir iyilik yapar mıydı güç sahibi, yoksa dileklere duyduğum saçmalık yüzünden cezalandırır mıydı beni?

Dua ettim. Sadece onun içindi tüm duam. Gözlerim yanmaya başladığında elimle suratımı kapattım. Artık farkında olduğum başka bir şey daha vardı; hissettiklerim. Saf endişe değildi, çok daha fazlasıydı. Nasıl olduğunu anlamadığım bir anda yerleşmişti içime, oluşmasında bir katkım olmadığı gibi durdurmaya da artık gücüm yetmezdi.

Derin bir nefes verdim, içimden atmak istediğimi söylemek istedim ama bu da gelmiyordu içimden. Daha konuşamamışken onu kaybetmem için ne gibi büyük bir günahım olabilirdi. Gerçekten de hiç mi yoktu sevda bana? Hak etmiyor muydum? Sevdadan anlamaz mıydım ben?

"Komutanım..." Gelen sesle başım kalktı, Ediz'e döndüm. Cevap vermedim, devam etmesi için baktım. Bir haber vardı, iyi mi kötü mü kestiremediğim bir haber... "Ahsen savcım odaya alındı, durumu iyiymiş."

Oturduğum yerden kalktım. "İyi miymiş?" Duymak için dua ettiğim cümleyi duymuştum ama inanamadım. Bir kez daha sorma gereği duydum.

"Evet komutanım. Belindeki yara için yatışı yapılmış, taburcu olurmuş bir iki güne." Hala dileklere inanmayacağıma emindim ama bu dileğime olduğu için teşekkür ettim. Ediz'e döndüm.

"Haber verdiğin için sağ ol." Ediz yanından geçip içeriye ilerledim. Hangi odada olduğunu bilmediğim için Doruk'un yanına ilerledim, bir kez de ondan durumunu öğrenmek istedim. "Hangi odada?"

"İkinci katta abi, Azra refakatçı. Sen de git dinlen, ben bu gece buradayım." Odanın numarasını söylemediğinde sinirlendim.

"Sana odasının numarasını sordum Doruk." Uyuyor ya da uyanık olması fark etmiyordu. O odaya alınmış, rahat olduğunu görmem gerekiyordu. Bu gece de eve döneceğimi düşünmüyordum.

"256 abi..." O da beni tanıyordu, bir şeylerin farkında değildi ama bu durum da olaylar böyle devam ederse time bile sıçrayabilirdi. Şu an kimsenin farkında olmadığı rahatlıkla söylediği odaya gittim, Ahsen'in yanına. Durumunu da soracaktım aslında ama insanın kardeşi soracağı doktor olunca rahat soramıyordu. Kendim görmeyi tercih ettim.

Kapıyı vurdum, cevap yerine kapı açıldı. "Gel Sarp abi." Azra bana yol açtı, içeriye girdim. "Uyuyor, ama Doruk'la konuşmuş. Bilinci açık yani." kısık konuşuyordu.

Başımı salladım. Yatağa çevirdim kafamı, suratındaki kan izleri temizlenmişti. Kıyafetleri yerine hasta elbisesiyle sessizce uyuyordu. Onu sakin görmeye hiç alışık değildim, ama en azından şu an iyi olduğunu bildiğim bir şekilde sakin olması alışık olması iyiydi. Ne diyeceğimi bilemedim, konuşmadan öylece ayakta ona bakmaya devam ettim. Söyleyeceğim şeyleri zaten biliyordu, onu en iyi o tanıyordu.

"Ben buradayım Sarp abi, Doruk da burada bu gece. Bir şey olursa halleder. Getirdiğin için teşekkürler." Gitmem için yeni bir mesajdı.

"Gitmeyeceğim." dedim. Üstüm kirli gözüküyor olabilirdi ama kirli değildi. Dağdaki pisliklerin kanı değildi, temizdi. Kirli değildim, gitmemi gerektirecek hiçbir şey yoktu. Uykum yoktu, aç değildim, yorgun değildim. Sabaha kadar, acil bir iş çıkana kadar, hatta kovulana kadar buradaydım. "Bana da teşekkür etme, ben belki o telefonu açsaydım şu an burada değil evinde olurdu."

Derya, Onat, hatta Ruhi de aranıp açamadığı için suçluyorlardı kendilerini ama hiçbirinin haberi yoktu. Derya'nın böyle bir şey olacağından haberi yoktu. Onat'ın kaçırdığı, giden kasanın buraya geleceğinden haberi yoktu. Ruhi telefonunun çaldığını görmemişti. Ben de görmemiştim, hatta geç olduğunu biliyordum, dönsem bile yine Derya açacaktı telefonu, engelleyemeyecektim ama yine de kendimi o çağrıya ilk başta dönüş yapmadığım için suçlu hissediyordum. Onun beni arama ihtimalini hiç düşünmemiştim, numaramın olduğunu da bilmiyordum.

"Nasıl yani?" dedi Azra.

"Beni aramış, görmedim. Gördüğümde de başka biri sandım dönmedim. Onat'ı ve Ruhi'yi de arayınca aradım. Zaten içerideymiş ama olsun." Diyecek kelimelerim tükendi. Alenen 'kendimi suçluyorum.' diyemedim ama anladım.

"Dide böyle şeylere takılmaz." dedi anında. Onun bana olan tavrının değişeceğini düşündüğümü düşünüyordu ama o aklıma bile gelmemişti. Yaşadıktan sonra suratıma bile bakmaması kabuldü. "Başka bir şey için aramıştır seni, yardım için değil. O kimseden yardım istemez, ölse bile kimseye bir şey söylemek huyu değil. Abisine de o yüzden haber veremiyorum. Uyanınca bana kızacak biliyorum."

Bu ihtimal aklıma hiç gelmemişti. Başka bir şey için aramış olma düşüncesi. O an aklıma gelen farklı bir şey vardı; ilk aramayı o mu yapmıştı yoksa Derya mı aramıştı? "Ben kapının önündeyim, eve gitmem. Bir şey olursa, ihtiyaç falan, bana söylersin. Kapıda değilsem de sigaraya çıkmışımdır beni ararsın olur mu?"

Azra başını sallayınca odadan çıktım. Kapısının önündeki sıralı koltuklara çöktüm, başımı duvara, geriye yasladım. Ellerim göğsümde kavuştu, gözlerimi kapattım. O an geldi gözümün önüne; sessizce gücünün tükendiğini belli eden vücuduyla son gücünü bana el uzatarak tüketişi... Kucağıma aldığım anda eliyle bana tutunan, sonra kapanan gözleri.




***




 

İki saati devirdiğimde önümden geçen Doruk'u gördüm. "Sen gitmedin abi?" dediğinde ona bakmaya devam ettim.

"Hala aynı üstümle burada oturduğuma göre eve gidip gelmişimdir Doruk." Niye kimse burada kalmamı istemiyordu? "Sen niye geldin bir şey mi oldu? Azra bana bir şey demedi."

"Azra sana ne desin abi? Doktor musun sen? Kimse bir şey demedi, kontrol etmeye geldim sadece." Odaya ilerledi, kapıyı açıp içeriye girince ben de ayağa kalktım ama odaya adım atamadım. Açık kapıdan içeriye bakmadan sadece ses duymayı bekledim.

"Dide, ağrın var mı?" Doruk'un sesini duydum.

Cevabı duymak için kapıya daha da yaklaştım. Duvara yaslandım. "Yok." diyen sesini duyunca içim daha da rahatladı. Hem sesini duymak hem de ağrısının olmadığını söylemesi iyiydi.

"Ağrın olunca bana haber verin ben sana ona göre ağrı kesici vereceğim." Doruk'un sesini yeniden duydum ama ben cevabı duymayı bekledim.

Yine sesi duyuldu. "Tamam, sağ ol." Yüzünü görmediğim için hissini anlayamam sanmıştım ama sesinden iyi olduğu belliydi. Ya da kendi durumunu belli etmemeyi iyi öğrenmişti. Başım hafif eğildi, içeriye baktım. Görünmek istemedim ama görmek istedim, olmamıştı. Gözleri gözlerimle buluştuğunda geriye kaçmanın daha kötü olacağını bildiğim için aynı şekilde kalmaya devam ettim. "Geçmiş olsun, iyi misin?" Kapının önüne geçtim artık.

"Sağ ol, iyiyim ben bir şeyim yok. Sen niye buradasın?" Ben onun iyi olup olmadığına bakarken o da bana bakıyordu. Üstümdeki kıyafetlerde oylandı gözleri. Niye burada beklediğimin sebebi belliydi ama cevap olarak veremezdim.

"Bir şey lazım olursa diye..." 'Seni bırakıp gitmeye adımlarım varmıyor.' diyemedim. Kapının önünden ayrılmak istemiyordum. Sigara içmek istiyordum, ama bunun için aşağıya inmem gerektiği için inmiyordum. Bütün bunları söyleyemezdim, benden nefret ettiği belliydi...

"Bir şey lazım olmaz, bir şeye ihtiyacım yok." Doruk'a döndü. "Refakatçı da şart değil." Azra'ya döndü. "Sen de başımı bekleme, uyuman gerekiyor." Bize çıkan ses tonundan farklı konuşuyordu Azra'ya. Düşünceli, daha yumuşak.

Huysuzluğunu hastalığına veremedim, hep böyleydi. Şu an sadece sesinin çıkması hoştu, en azından fiziksel bir durum yoktu.

"Refakatçı şart Dide, ayrıca iki gece buradasın, en az iki gece. Sen böyle devam edersen de uzar gider." Doruk'a sesini çıkartmadı. Sadece bakışlarıyla konuştu, daha çok çatılmış kaşları konuştu ama bu kimseyi etkilemedi. "Aslında sana iki refakatçı yeter." Doruk ile göz göze geldim.

İkinci refakatçı olarak benden bahsediyordu, içeriye girdim. "Ağzımı bile açmam, Azra kalsın sadece." Beni istemiyordu. Buraya girmek için götüm arşa çıkmıştı odadan çıkmam mümkün değildi, boş olan bir koltuğa kuruldum.

"Artık kalkmam mümkün değil." dediğimde ona bakmaya devam ettim.

Derin oflamasını duydum. "Doruk abini de alıp gider misin? Yemin ederim sakince yatıp uyuyacağım."

"Tamam seni yatağından etmiyorum zaten yat uyu, gözlerin kapalı olacak zaten görmezsin beni." Doruk'un beni kovmasına da müsaade edemezdim. "Ağzımı açmayacağım."

"Lütfettin! Çıksana odadan." Bana söylendikten sonra çıkmam için dinleyeceğim biri olduğunu düşündüğü Doruk'a tekrar baktı. Onun sözünü dinleme ihtimalim Doruk'u dinleme ihtimalimden daha fazlaydı, bilmiyordu. Onun da sözünü şu an hiç dinlemek istemiyordum. Onun için dileğimi vermiştim, dileğimi görmek hakkımdı.

"Ağrın yok mu senin?" diye sordum.

Sert çıktı sesi. "Yok!"

Doruk'a döndüm. "Bir sakinleştirici ver bence." Huysuzluğu daha fazlaydı, ses etmedim. Bu gece burada, içeride, başında bekleyecektim. Zaten ayağa da kalkamazdı, bir sesi vardı. Azra'nın başı ağrırdı ama benim ağrımazdı. Ben bu sesi duymak için dua etmiştim, sıkılmam mümkün değildi. Yani tam olarak bu söylenmelerden bahsetmiyordum ama dersimi almıştım; dua ederken, dilek dilerken artık daha çok detay verecektim.

Gözleri büyüdü bana bakarken. Benim kaşlarım havalandı. "Gerek var mı yok, mu anladım? Sakin misin?" Ağzı oynadı, başını aşağı yukarı sallandı. İçinden bana sövdüğü belliydi niye içinden söylüyordu anlamamıştım. Gülümsedim. "Şaka yaptım."

"Şaka falan yapma! Arkadaşın mıyım ben senin?" Gözlerim büyüdü, her an yataktan fırlayıp boğazıma sarılacak gibiydi. Kesinlikle daha huysuzdu, özellikle bana karşı. Telefonunu açmadığım için miydi bilmiyordum ama yaralı oluşuna yormak istedim bu huzursuzluğu.

"Geçen elini kestiğinde de sen şaka yapmamış mıydın?" Hem de gülmüştü. Baya baya sırıtmıştı, kokusunu alacağım kadar yakındık. Arkadaş değildik, niyetim zaten arkadaşlık değildi.

"Yapmadım şaka falan, beni rahat bırakın ya." Kalkmaya çalıştığında üçümüz de ona ilerledik. "Gelmeyin üstüme kalkmıyorum..." Geri adım attık, ben yine kalkmayı düşünmediğim koltuğuma geri döndüm.

Doruk odadan çıktı, Azra başka bir koltuğa çöktü. Ahsen yatakta, ben ayrı bir koltukta, gözüm onda. Üstüne örtülen çarşafın kenarlarını düzeltti. Kendi kendine fısıldayarak söylendi. "İyiyim ben, bir şeyim yok..." Başının altındaki yastıkla uğraştı. "Ağrım da yok..." Kendisiyle de konuşurken sakindi, kendine nazlanıyor gibiydi.

Başını sonunda rahatça yastığa yasladı, tavanı izlemeye başladı. Bir süre sonra yeniden kalktı. "Piştim ya!" Azra'ya söyledi.

"Hava soğuk Dide, pişmedin." Azra üstüne açmasına izin vermese de Ahsen'in piştiği belliydi. Yanakları kızarmıştı. Azra'ya cevap verdi. "Yandım yandım, camı açalım biraz."

"Laf yetiştirmeye çalıştığın için terlemişsindir. Uyu bir şeyin kalmaz." Azra bunları söylerken ayağa kalktı. Ahsen'e yürüdü, bir elini alnına dayadı. "Yok ateşin. Huysuzluğunun sebebini ben biliyorum, unutmadım. Ne kadar az vızırdanırsan o kadar erken çıkarsın hastaneden."

Cevap vermedi Ahsen. Gözlerini kapattı, sessizleşti. Yanakları al al olmuştu, konuşmayınca tatlıydı. Konuşunca da güzel ve iddialı. Düşündüğüm gibi çıtkırıldım değildi, iki dirhem bir çekirdek derdim yakından uzaktan alakası yoktu. Canı yansa gıkı çıkmıyordu, acı onun için dert değildi, ölüm korkusu yoktu gözlerinde.

Tanıyınca biliyordun bunları, dışarıdan öyle görünmüyordu. Özellikle de şu an... Porselen bebek gibiydi; güzel, nadir, değerli ve bir o kadar kırılgan... Kırıldığında değeri gitmeyenlerdendi ama, emin olduğum bir şey daha vardı; kırıldığında kıran kişiliği.

Ona söylediklerim onu etkilememişti, sinirini bastırıp ne dediysem tam olarak karşılığını bana verdi. Şimdi iyiydim, öyle düşüncem yoktu, hala kırıyordu beni ama hakkıydı. Biraz da kinciydi işte.
















***
















 

"Anne kaldık evde?" Duru'nun hiçbir şeyden haberi yoktu. Eve gelen yaşlı adamın da kim olduğunu bilmiyordu. Onun aklındaki tek düşüncesi halasına gitmek için hazırlanıp, gidememesiydi.

Cevap veren kişi Mete'ydi. Leyla'nın da bu durumdan haberi yoktu. "Babacım biraz erteledik." Stresli bir nefes verdi. Gitse giderdi ama Ali'yi tanıyordu. Buraya kadar geldiğini bildiğinden takip etme ihtimalini de düşündü.

"Niye?" Memnun olmayan bir ifadeyle kahvaltısını yapıyordu.

"Biraz geç gideceğiz, benim işlerim çıktı." dedi Mete. Kızına yalan söylemek de istemiyordu.

"O adam yüzünden kaçırdık uçağı değil mi?" Dedesi olduğundan bir haber Ali'ye sinirlendi Duru. Onun yüzünden gitmediklerinin farkındaydı ama halasının babası olduğu için değil, geç saatte geldiği ve uçağı kaçırdıkları için diye düşündü.

"O adamı unut olur mu miniğim? Onun yüzünden uçağı kaçırmadık, ben biraz ertelemek istedim." Ahsen hala ona dönmemişti, onun endişesi de vardı içinde. Aklına yeniden geldiği için aramak istedi. Duru da görsün diye görüntülü aramak istedi.

"Halanı arayacağım oraya gitme durumumuz sürpriz miniğim, halaya söylemek yok tamam mı?" Ağzından eve gelen adamı kaçırır diye kapalı bir cümleyle uyardı Duru'yu. Ahsen'i aradı ama arama reddedildi.

"Kapattı?" Duru'nun yüzü düştü. Mete hala ona dargın olduğunu düşünüyordu. Ahsen'den sesli bir arama geldi, açtı Mete.

"Alo?" dedi Ahsen sesini toparlayarak. Hala hastanede yattığı için açamadığı görüntülü aramayı sesliye çevirerek bir şey olmamış gibi konuştu.

"Dide? Neden görüntülüyü açmadın?" Ali'nin dönüşünden sonra ayrı stresliydi, kardeşi için daha endişeliydi Mete, hiçbir şeyi bilmemesine rağmen korkuyordu.

"Dışarıdayım abi, görüntülüyü açamayacağım bir yerdeyim. İyiyim, mesajını gördüm ve küs değiliz." Ahsen abisine dargın değildi, yaşadığı kaza yüzünden cevap vermemişti şimdi de bunu abisine söyleyemediği için yalan söylemek zorundaydı.

"İyi... Nasılsın?" Duru bir yandan kıpırdanıp duruyordu, o da konuşmak istiyordu Ahsen ile. Mete'nin kulağından telefonu çekti, minik elleriyle tutup kendi kulağına tuttu. "Halaa..." dedi uzatarak, Ahsen'e nazlandı.

"Miniğimm..." dedi Ahsen, Duru'yu taklit ederek aynı ses tonuyla.

"Neden açmadın görüntünü? Seni özledim..." Uzun zaman olmuştu, yüz yüze görüşmeyeli aylar olmuştu. Ahsen de Duru'yu özlüyordu.

"Açamadım miniğim, işlerim vardı, dışarıdayım, hiç ortam müsait değil. Eve geçince söz arayacağım olur mu?" Duru'nun gönlünü almak için konuştu.

"Olurr..." dedi Duru, yine nazlandı ama kırgınlığını belli etti. Ahsen bilmese de şu an Ali gelmese onu telefondan değil de yüz yüze göreceğini düşündü.

"Nasılsın?" dedi. Abisiyle konuşmayı uzatmazdı ama Duru olunca onunla uzun konuşurdu.

"İyiyim hala, sen?" Duru'nun ağzına bir salatalık tıkıştı. Babasına döndü. "Baba, halamla konuşuyorum!" söylendi babasına. Mete güldü Duru'ya.

"İyiyim, sen kahvaltı mı yapıyorsun?" Ahsen de odada ona bakan iki çift göze inat telefonla konuşuyordu. Odaya giren Doruk ağzını açacakken Sarp, Azra ve Ahsen'in aynı anda elleri havalandı, Doruk'u daha konuşmadan susturdu.

"Evet..." Normalde ne zaman gelirsin diye sorardı ama bu sefer sormadı. Halasına sürpriz olarak er ya da geç gideceklerini biliyordu. Aklına sokarak onların habersiz gittiği bir anda halası da çıkıp gelirse diye kafasında kurdu. "Sen yedin mi?"

"Yedim..." dedi Ahsen. Yalandı, henüz bir şey yememişti. Azra'nın bakışları sinirli bir hale dönüştü. Yalan söylediğini biliyordu. Doruk konuşması gerektiğini işaret ettiğinde Ahsen işaret parmağını kaldırarak bir dakika dilendi. "Benim işim var ben seni arayacağım halacım. Öpüyorum seni."

Duru'nun suratı iyice düştü ama bir şey diyemedi. Ahsen görmese de başını salladı. "Peki... Ben de seni öpüyorum." Ahsen'in telefonu kapatmasını bekledi, kapattığı an telefonu kulağından çekti babasına uzattı. "Al!" Sinirlenmişti.

"Ne oldu?" Mete de duymadığı için merak ediyordu, Ahsen'in her zaman bir işi olduğunu biliyordu.

"Arayacakmış sonra... Öptü beni..." Tabağındaki zeytine uzandı, asık suratıyla attı ağzına. "Halamın işi niye böyle?" diye sordu. Annesi ve babası mimardı bu kadar meşgul değillerdi.

"Halan savcı babacığım, o normal değil anormal. Mimar da olsa aynı şey devam eder onda." Ev insanı değildi Ahsen. Çok fazla işe odaklıydı, pek eğlenmez, oturmaz, sürekli bir iş bulurdu kendine.

Duru ofladı, bir posta daha lanet etti Ali'ye.
















***
















 

AHSEN DİDE KORKMAZ

Abime bir şey belli etmemek için dokuz doğurdum. Telefon kapanınca rahat bir nefes aldım. Odaya gelen Doruk'a döndüm o konuşmadan konuştum. "Beni bu akşam taburcu etmek zorundasın." Emindim bu akşam aramazsam abim çıkıp kapıma dayanırdım, hastane yatağında üstümle bununla armam da mümkün değildi.

"Ne taburcusu Dide? Yaranın farkında mısın?" Farkındaydım, o da farkındaydı sonuçta müdahale eden de oydu. Sorun yoktu, burada yatacağıma evimde yatardım. İlaçlık bir durumum yoktu.

"Farkındayım, iyiyim biliyorum kendimi. Bu önemli değil." dedim. Önemli değildi, daha kötüsünü yaşamıştım. Burada yatmaktan başka bir şeyim yoktu, akşama bile değil şu an çıkmak istiyordum.

"Öyle bir şey yapamam. Bu gece de buradasın yarın duruma göre bakarız." deyince gözlerim büyüdü.

"Ne yarını Doruk? Ha burada yatmışım ha evde, çıkarsanıza beni artık." Direttim. Hastanelerden nefret ederdim, evden de ama hastanelerden daha çok. O kadar uzun yatmıştım ki bu yataklarda şurada değil de bir taşta yatma daha makuldü benim için.

Azra da biliyordu hastanelerden nefret ettiğimi, abimin durumunu da bildiği için o konuşmaya başladı. "Böyle bir durum varsa, yani çıkabilirse çıksın Doruk. Ben bakarım ona." Şimdi şov zamanıydı, sakince masum masum baktım Doruk'a, sevgilisinin sözünü onaylasın istedim.

"Bir akşam olsun, bakarız." Bana konuşmuştu, Azra ve abisine döndü hemen sonra. "Siz bir çıkın ben birkaç bir şey konuşacağım Dide ile." Ne olduğunu anlamamıştım. Kaşlarım çatıldı. Azra'nın bilmediği, Doruk'un bildiği bir şeyim olduğunu düşünmüyordum. Onlar da en az benim kadar şaşkınken odadan çıktılar. Sarp çıkmadan bir kez daha bana ve kardeşine baktı ve kapıyı kapattı.

"Niye çıkarttın? Ölüyor muyum anlamadım?" Ölüyor olsam bile onları çıkartması için mantıklı bir neden değildi. İçim bir tuhaf oldu.

"Şöyle konuşma, bir şey soracağım sadece." Bana doğru adımladı, konuşmasını bekledim. Devam etti. "Hastane kayıtların..." Gerisini söylemedi, söylemesine de gerek yoktu zaten anlamıştım. Yara benim yaramdı, kayıtlarda dün gibi aklımdaydı. İzleri hala vücudumdayken unutmam mümkün değildi. Ama ne diyeceğimi bilemedim, sustum kaldım.

O devam etti. "Kayıtların çok fazla, hepsi de acillik kayıtlar. Yani ufak bir hastalık değil." Biliyordum bunu tekrar dile getirmesi hoşuma gitmedi. Tanıdık doktor olması hiç iyi bir şey değildi anlamıştım.

"Ne dememi istiyorsun? Kayıtlardan haberim var." İzlerimi de gördüğünün farkındaydım. Artık görünmemesi gereken her şey görünmüştü. Bilmemesi gereken biri hayatımda uğradığım zararı kimin yaptığını bilmese de biliyordu. Birinin hayatım hakkında bilgisi olsun istemedim, tüm zayıf noktalarım oradaydı, geçmişimde.

Annem benim için en hassas konuydu, Ali'den hala deli gibi korkuyordum, abimin korumasına hala ihtiyacım var gibi hissediyordum. Geçmişimde Ahsen değildim, Dide'ydim. Mücadele edecek gücü yoktu Dide'nin. Geçmişime dair hatırlamak istediğim tek şey annemdi. Güçsüz olmama gerekiyorsa sadece ona öyle olmak istiyordum.

"Ne olduğunu merak ediyorum." dedi ince bir sesle.

"Ne olduğunu biliyorsun, nasıl olduğunu merak ediyorsun." dedim ben de. Kayıtların detaylarına ulaşabilirdi. Onunla değil de daha çok nasıl olduğuyla ilgiliydi merakı.

"Evet." dedi itiraf ederek. Az çok tahmin edilebilir bir şey miydi hiçbir fikrim yoktu. Her çocuğun ne kadar hastane kaydı olurdu ki? Benimki belki de daha mı azdı? Diğer çocukların normal yaşantısındaki hastane kayıtları ortalama ne kadardı bilmiyordum.

"Sakar bir çocuktum." dedim, aklıma gelen ilk yalan buydu. İnanıp inanamaması ona kalmıştı, daha fazla geçmişimin kurcalanmasını istemedim.

"Sakar bir çocuk şiddeti de mi yanlışlıkla gördü?" diye cevapladı. "Hepsine bakmadım, birkaç tanesine baktım, sakarlık olmayacak kadar ağır şeyler bunlar Dide."

"Çözmüşsün işte Doruk, neyi kurcalıyorsun?" Şiddet gördüğüm belliydi, biliyordu. Umuyordum ki bilen bir tek oydu.

"Çözmedim Dide. Ne olduğunu merak ediyorum, sana yardım etmek istiyorum." Bir doktordan alabileceğim tüm yardımı almıştım zaten, hala yaşıyor oluşum onlar sayesindeydi. Şimdi tüm bunlar bitmişti, ne doktor olarak ne de insan olarak yardıma ihtiyacım yoktu.

"Yardıma ihtiyacım artık yok. İyiyim ben, sağ ol." Konuyu değiştirmek için yeniden konuştum. "Beni en geç bu akşama eve göndermen benim için en büyük yardım olur." Bana yapabileceği tek yardım buydu, yardım etmek istiyorsa beni taburcu etmeliydi.

"Seni taburcu edecek kişi ben değilim, doktorunla konuşurum elimden geleni yaparım." Benden net bir cevap alamadığı için bir tık kırgın gözüküyordu ama ben kapalı bir kutu olduğum için bu hallerim çok normaldi.

Azra ve Sarp yeniden odaya girdiğinde Azra ile göz göze geldiğim anda onunda bu konuyu bildiğini anladım. Kızacağımı düşünüp çekinerek baktığında sessizce gözlerimle anlayacağı şekilde kızgın olmadığımı aksine anlatmadığı için teşekkür ettiğimi belli ederek baktım, tebessüm de ekledim yüzüme.

Hala burada üstü başı benim kanımla pislenmiş Sarp'a döndüm. "Senin zamanın dolmadı mı?" Artık gitmesini istiyordum. Bana vakit ayırmasını istemedim, endişeli olduğu belli olan gözlerinin de farkındaydım. O anda ona uzattığım el, bana koşmasını beklediğim an geldi aklıma. Ondan yardım istediğimi bilip daha da ezik görmesini istemedim. Ona ihtiyacım olmadığını bilmesi gerekiyordu.

"Benim dolacak bir zamanım yok, istediğim zaman giderim." Odada sürekli oturduğu koltuğa yeniden kuruldu.

"Git o zaman." dedim. Ben de zaten akşama çıkardım, beklenmesi gerekilen önemli bir hasta değildim. Azra'nın bile başımda beklememesi gerekiyordu.

"Gitmek istemiyorum, istersem giderim." O istek hiç gelecek gibi durmuyordu.

Telefonum çaldı, Berkin arıyordu. Şimdi hiç sırası değildi, açmadım. Hemen ardından lojmanın güvenliği aradı, açtım. "Alo?"

"Savcım biri geldi, arkadaşınızmış, Berkin Bey." Şaka mıydı bu? Birini istemiyorum deyince evren bana neden Almanya'daki arkadaşımı gönderiyordu?

"Evde değilim Yavuz. Ben şimdi onu ararım." Başıma bela olacaktı şimdi. Telefonu kapattım, Berkin'i aradım. "Alo?"

"Benim bu telefonlarım neden açılmıyor da elin adamının telefonu pat diye açılıyor. Eve ne zaman gelebilirsin?" Bundan bahsediyordum işte, Berkin normal bir arkadaş değildi. Tribini çekecektim.

"Berkin ne işin var burada?" Almanya'dan gelecek zamanın tam da bu zamanı bulması şanssızlığın böylesiydi.

"Temelli döndüm, baktım Ege piçi seninle buluşmuş ben de geleyim dedim, sen beni istemiyor musun ben anlamadım?" Gözlerimi kapattım... Kaça kadardı, on mu? Saydım...

"Ben hastanedeyim." Ağzımdaki baklayı çıkarttım, inatçıydı biliyordum. Beni görmek için gelmişti, başımın etini yemesi şarttı. Üç yıldır görüşmediğimiz günlerin acısını çıkarmaya yeminli gelmişti.

"Ne hastanesi?" Panik sesini duydum.

"Curcunaya verme ortalığı iyiyim gel buraya, kimseye de bir şey söyleme." Tembihim ne kadar işe yarardı bilemedim.

"Tamam, geliyorum." Kapattım telefonu.

Çok uzun sürmedi, sadece dört dakika sonra yazdı gruba.

BERKİN: Toplanın!

BERKİN: Ben döndüm...

BERKİN: Ama mevzu başka.

BERKİN: Ben Diyarbakır'dayım.

BERKİN: Dide hastanedeymiş.

BERKİN: Çok kötüymüş.

BERKİN: Onun yanına gidiyorum şimdi.

Arkadaşım mesaj özürlüsüydü. Telefonum durmadan bildirim sesiyle ötmeye başlatınca kafayı yedim. Mesajları tek tek yazıyordu. Mesajları okuyunca iyice sinirlendim. Allah'tan tembihlemiştim. Çok kötü olduğumu söylediğimi hatırlamıyordum.

"Berkin mi geliyor?" Azra'ya döndüm. Halimden anladığı bir bakışla başımı salladım. Buralar fena dağılacaktı.

Dağılmadan önce kafamı dinlemek istedim ama mümkün değildi. Bu sefer yine kapım açıldı, tüm tim girdi içeriye. Hepsinin ağzında aynı cümle. "Geçmiş olsun." O an hissedilen farklı bir duygu, adını bilmediğim bir sevgi. Önemsenmek hissedilir bir duyguydu benim için ama sadece belli başlı kişilerden gelmişti. Henüz bir aylık bir timin bana duyduğu bu hissi ilk defa yaşıyordum. Hastaneye gittiğimde hep yanımda olan kişiler arkadaşlarımdı, abimdi.

Gülümsedim ama kendimi bu duruma alıştırmak istemedim. "Sağ olun." Çıkmalarını bekledim ama içeriye doldular. Hepsinin baktığı tek kişiydim. Onat'ın eğik başını gördüm, ne olduğunu anlayamadım. Bakmak istemediği için eğilmiş gibi durmuyordu, daha çok bakamıyor gibiydi.

Derya'ya baktım, iyiydi. İçim rahattı. Acile ilk geldiğimde sorduğum ilk kişiydi, Doruk iyi olduğunu söylese de görmüş olmama beni tam olarak rahatlattı. "İyisin..." dedim mutlu bir sesle.

"İyiyim." dedi teşekkür eder bir tonla.

"Harun'un adamları yapmışlar. Bize hedef 'sizden biri' demişti ama dışarıdaki adamlar bekleyememiş. İtiraf etti, ele başı yardımcısı değilmiş, kendisiymiş. Ondan başka kimse bilmiyor yalanı da bu yüzden muhtemelen." Ulaş konuştuğunda başımı iki yana salladım.

Patlamadan önce olan her şeyi hatırlıyordum. "Yalan söylüyor o zaman. O değil, hedef şaşırtıyorlar. Konu kapansın diye ama içerideki adam söyledi, büyük patron o değil." Adama bilerek isim vererek konuşmuştum. 'Harun mu?' diye üstüne basa basa söylemiştim. Rahat cevap vermişti, patlayıcısından emindi, öleceğimden emindi. Harun değildi, başka biri vardı, Nazım...

"Ne dedi? Kim dedi?" Gece boyu sessizliğini koruyan Sarp konuya dahil oldu. "Bana niye söylemedin?" Onun tek başına yapabileceği bir iş olmadığı için söylememiştim, Ulaş bu konuyu bana söylemeseydi konuyu açmayacaktım hatta.

"İçerideki adam, 'Nazım' dedi, 'Harun mu' dedim, 'hayır büyük başkan' dedi." Ses tonunu, tipini her şeyini tamamıyla hatırlıyordum. Neden bahsetmediği hakkında cevap vermedim.

Başımda yeni bir bela varken bu davanın kapanmamasını düşününce içim daraldı. Birisi vardı, içimizden biri, bizi bilen, dikkatli ama bir o kadar rahat takılan. Tim derin düşüncelerdeydi, Onat hala başı eğik duruyordu. "Onat?" dedim sessizce.

Nihayet göz göze geldik, uzun sürmedi. Kaldırdığı başıyla gözleri benden başka her yere değdi. "Özür dilerim." dedi bana bakmazken.

"Ne için anlamadım?" Ne için özür dilediğini anlamadım. Benden özür dilemesi için Nazım denen herifin o olması gerekiyordu.

"Size gelen bomba, kasanın içindeydi. Denedim ama vuramadım, kaçırdım kasayı. Geldi sizi buldu." Tüm tim onunla beraber sessizleşti. Kimse suçlu değildi, ne Onat, ne tim, ne de Derya. Bana olacak her şey bana göre çoktan yazılmıştı. Bu da kaderimin yazıldığı defterde küçük bir yer kaplıyordu.

"Kendini bunun için mi suçluyorsun? Saçmalama." Yine denk getirdi gözlerini bana. "Benim için dert değil."

"Ölecektiniz savcım." Ölüm çok uzun zamandır ensemdeydi, varlığını bilmediğim bir güç koruyordu da olmuyordu bir türlü.

"Ölmedim ama, iyiyim." Kimsenin benim için kendini suçlu hissetmesini istemedim, benim yüzümden birinin asılan suratını görmek isteyeceğim son şeydi. Onat'ın görevinde yaptığı hata mıydı bilmiyordum ama benim için bir önemi yoktu. Bana gelecek şey zaten gelirdi.

Etrafım hiç bu kadar dolu olmamıştı, biri daha eklendi. "Geçmiş olsun kızım. Nasılsın?" Demir albay da artık buradaydı.

"İyiyim albayım. Buradan çıkarsam daha iyi olacağım." Dört duvar üstüme üstüme gelmeye başlamıştı. Henüz hayatım zindan olmamıştı, yoldaydı geliyordu.

"Doruk bana bu geceyi hastanede geçireceğini söyledi ama?" dedi. Doruk sürekli fikir mi değiştiriyordu anlamadım. Demir albaya cevap vermedim. Albay gelince tim bana tekrar 'geçmiş olsun' dedikten sonra odadan bir kişi eksik ayrıldılar, Sarp hala odadaydı.

"Timin dışarıda?" dedim. Odada Demir albay olduğu için daha ılımlı, sakin kalmaya çalışıyordum.

"Biliyorum." dedi, yayıldığı koltukta Demir albayın gelişinden ötürü olduğunu düşündüğüm dik bir oturuş vardı. Gitmeyeceğini anladığımda sahte bir gülüşle önüme döndüm. Hiç hareket etmeden durmanın ne kadar iğrenç bir şey olduğunu yeniden hatırladım, ufak bir geçmiş süzüldü hafızamdan.

"Dide!" Odadaki herkesin yüreği ağzına geldi, benim daha çok. "Ne oldu sana?" İçeriye daldı Berkin.

"Bir şeyim yok." Ona bunu anlatmam zaman alacaktı. Sayesinde Ege ve Zeynep sayısız kez aramış, mesaj atmıştı. Ağzında bakla ıslanmazdı Berkin'in. En azından abime haber vermemişti, bildiğini düşünüp aramadığına emindim, arama demeyecektim çünkü tamam deyip iki dakika sonra arardı.

"Niye hastanedesin o zaman kızım? Neren yaralandı?" Yanıma geldi, sarıldık. Ne kadar sinirli olsam da uzun zamandır görmemiş olmamanın özlemiyle sarılmasına karşılık verdim. İşte alışkın olduğum endişelerden biri de Berkin'di.

"Anlatırım." Hala bana sarılı olduğunda fısıldadım. "Madem buradasın beni buradan çıkart, hemen. Sıkıldım." dedim. Beni buradan gerçek anlamda çıkarabilecek tek kişiydi. Büyük bir çenesi vardı, hastaneyi bıktıracak cinsten.

Güldü. "Bana beş dakika ver." Ayrıldık. Odada dolaştı gözleri, Azra'yı buldu. "Kız? Naber?" Ona da sarıldı gülerek. Azra da karşılık verdi. "İyi Berkin, sen?"

"İyi ben de." Diğerlerine baktı. Sarp ve Demir albaya. "Ve siz?" Elini uzattı.

Ben tanıttım. "Demir albay ve yüzbaşı Sarp." Sarp pek memnun tokalaşmasa da Demir albay samimiydi.

"Sen toparlan ben geliyorum." dediğinde odadan çıktı. Çıkmadığım yataktan çıktım, ayaklandım. Toparlayacağım bir eşyam yoktu, üstüme baktım, üstüm yoktu.

"Nereye kızım?" Herkesin sesi olmuş gibi sordu Demir albay. Yatağa geri girdim, Berkin'in bana kıyafet getirmesi gerekiyordu. Beş dakikaya yarım saat daha ekledim kafamdan.

"Eve albayım..." diye oldukça sakin bir şekilde yanıtladım.

Kaşları havalandı, saniyeler sonra çatıldı. "Kim izin verdi?"

"Birazdan gelir izin albayım." Berkin'den emindim, birazdan şu kapıyı açıp 'hadi kalk' demesi çok muhtemeldi.

Meydan okur gibi "Göreceğiz." dedi. Benimle birlikte bekliyorlardı. Sarp'a döndüm, gergindi ama şu anki mutluluğumu engelleyemezdi. Azra'ya baktım o da Berkin'i tanıyordu, gideceğimden emindi.

Ardından kapıdan gelen "Hadi gidiyoruz." diyerek giren Berkin'e güldüm.

"Berkin bir sorun var." dedim, biraz daha benim için uğraşacaktı.

"Ne oldu?" Şaşkın suratına gülümsedim.

"Bana buradan çıkmam için kıyafet lazım. Eve gitmen lazım yani?" dedim, bunu yapacağından pek emin değildim işte. Üşengeçti.

"Tamam." dedi. Yanımdaki çantama uzandı, içinden arabamın anahtarlarını aldı. Hiç söylenmeden odadan çıktı.

"Nereye?" dedi Demir albay yeniden.

"Eve albayım." dedim aynı şekilde, aynı cevapla.

"Nasıl aldın izni?" Berkin'in aldığı izni kimse duymadığı için haklıydı sorusunda.

"Ben almadım, Berkin halletti." dedim.

"Nasıl aldı?" Doktor değildi Berkin. galericiydi. Çenesi mükemmel çalışırdı, izini kapmasına şaşırmamıştım. İşime yarayacağı tek an bu olabilirdi.

"Ben bir Dorukla konuşayım gerçekten almış mı izin öğreneyim." Sinirli suratını daha önce görmüştüm, aynıydı. Ayağa kalktı, odadan çıktı. Takmadım.
















***













 

Sarp telefonunu cebinden çıkarttı, kardeşini aradı. "Efendim abi?" diyen Doruk'un sesiyle daha da sinirlendi.

"Ahsen çıkıyor mu?" diye sordu. Ahsen'in çevresine ayar olmak gibi bir huy eklenmişti, zaten pek iyi huyu da yoktu.

"Evet?" dedi Doruk. Ahsen'e bunun sözünü verdiği için bir şey demedi. Berkin zaten gerekeni konuşmuştu doktorla.

"Nasıl çıkıyor Doruk, yaralı değil mi bu kadın?" Berkin bir yana Ahsen'in burada bir süre daha gözetim altında tutulmasını istiyordu Sarp. Endişesi hala azalmamıştı.

"Arkadaşı Ahsen'in doktoruyla konuşmuş, zaten akşam çıkması için konuşacağıma söz vermiştim. Durumu iyi abi, olmasa emin ol kalması için elimden geleni yapardım. Yanında kalacak arkadaşı var." Ahsen ile tek başına konuştukları konudan dolayı Ahsen'e ufak bir ayrıcalık yapmayı düşünmüştü Doruk ama gerek kalmamıştı. Ahsen yine baka bir yöntemle kendi işini halletti.

"Bu arkadaşı umarım Azra'dır. Öyle midir Doruk?" Berkin olduğunu biliyor da, daha çok kabullenmek istemiyor gibi sormuştu.

"Azra değil, öbür arkadaşı kalacak. Azra da kalabilir ama." Abisinin ne anlamda sorduğunu bilmeden normal bir şekilde yanıtladı soruyu Doruk.

"Vay amına koyayım, ne Berkin'miş be!" Daha geleli yarım saati geçmemişken Ahsen'i bu kadar hızlı alıp götürüyor oluşuna sinirlendi, daha çok sinir eden şey de Ahsen'in bu durumdan memnun olmasıydı.

"Ne oldu yine abi? Bir şey mi dedi sana?" Doruk, abisinin her zamanki tavrına böbürlendi.

"O yavşak bana ne diyecek oğlum?" Sarp'ın sesi iyice yükseldi.

"Ne diye böyle konuşuyorsun o zaman?" Doruk da karşı taraftan bağırdı abisine.

"Gözüm tutmadı." Hiç tutmamıştı.

"Bir boku da gözün tutsun abi, ben kapatıyorum işim var."

"Siktir git, işi varmış. İşini sanki düzgün yapıyorsun. Her boka böyle ikna olma." Kardeşine sövme kısmını hiçbir zaman atlamazdı, yine atlamadı.

"Abi!"

"Kapat!" dedi Sarp. Sesi ufak koridorda yankılandı, neyse ki yalnızdı. Telefonu kapat demesine rağmen önce kendisi kapattı, odaya geri döndü. "İzin vermişler albayım."

"Demiştim." diyerek gülümseyen Ahsen'e baktı.



















***



















 

Akşam olmuştu, Ahsen ve Berki ile oturuyordu. Alperen balkona çıkmış babası ile konuşuyordu. "Baba ben savcının evindeyim, savcım yaralı."

"Ne demek yaralı, sen de yaralı mısın?" Koruması olduğu oğlu için ve Ahsen için endişelendi Aslan Uğur.

"Ben de bir şey yok. Bombalı saldırı..." Kimin yaptığını açıklamamıştı Alperen ama biliyordu.

Aslan Uğur bilmiyordu. "İyi mi savcı?" dediğinde sesini kıstı. Etraf boş olmasına rağmen kimseye sesinin gitmesini engelledi.

"İyi." İyi olduğuna emin olduğundan net bir şekilde konuştu.

"İşini iyi yap o zaman! Seni ne kadar işin içine sokmasam da iyi eğittim." Oğlunun, savcıyı koruması gerektiğini oğluna daha sert bir şekilde hatırlattı.

Aslan Uğur kaldığı koğuşta son gecesini geçirecekti, Diyarbakır'a geçiyordu. Artık devlete çalışacak bir muhbirden fazlası değildi. Oğluyla artık görüşleri yüz yüze olacaktı, son kez telefon konuşması gerçekleşti.

Koğuşa her zamanki gibi ağır ağır girdi. Emre ile göz göze geldi, kendi adamları dışında kimse buradan başka bir yere gittiğini bilmiyordu. Bilenler de muhbirlik mevzunu bilmiyordu. Emre, Aslan Uğur'un bakışlarından rahatsız oldu, duvara döndü.

***

 

Gece vakti Emre'nin tepesinde dört adam vardı. "Prenses? Uyan..." Gözleri açıldı Emre'nin. Anında kapanan ağzıyla sesi çıkmadı. Yataktan adamların gücüyle kalktı. Uyanık olan Aslan Uğur'un karşısında çivi gibi dikildi.

Ağzı hala kapalıydı. Karşısındaki Aslan Uğur, oturuyordu. Emre debelenmedi, kaçmaya çalışmak için kılını kıpırdatmadı. Gücünün yetmeyeceğini biliyordu. Adamın birinden bıçak çıktı, bu adamların içeriye bu tür şeyleri sokabilmesi zor değildi. Emre'nin karnının üstüne yerleşti ama batmadı.

Aslan, Ahsen'e yapılan saldırıyı İskender'in adamlarının yaptığını düşündü. Alperen'in ona söylemediği ama haberinin geldiği Gökhan'ın saldırısını hatırladı. Ahsen'e borcu vardı, oğlu adına görevi üstlendi. "Savcı Ahsen'in sana selamı var." Aslan Uğur, Emre'nin karnının hemen önünde adamının bıçak tuttuğu elini ittirdi. Teknik olarak o bıçaklamamıştı, üstlenecek adamının elini ittirdiği an Emre ağzı kapalı olmasına rağmen acıyla inlediğinde sesi çıktı.

Ağzını tutan adam burnunu da kapattı Emre'nin, ses kesildi. Aslan Uğur kendi yatağına yürüdü, yattı. Emre yere düştü. Herkes kendi yerindeydi, bıçak Emre'nin karnında. Koğuşun kapıları açıldı, içeriye giren gardiyanlar Emre'yi gördü, zaman kaybetmeden Emre'yi koğuştan çıkarttılar.

Sabaha karşı koğuş kapısı yeniden açıldı. Gardiyanlar bu sefer başka bir şey için geldiler. "Aslan Uğur!"

Aslan Uğur yatağından hazır bir şekilde kalktı. Koğuşta kalan mahkumlar sıralandı, tek tek hepsi Aslan Uğur ile görüştüler. Aslan bu kapıdan çıktı, başka bir kapıya girmek için uzun yolu vardı.




***




 

Emre'nin yaralandığının haberini alan Altay, Emre'nin yanına gitti. "Senin yetiştireceğin savcıyı sikeyim." Altay'ı gören Emre köpürdü. Buraya düşmek onun için tehlikeydi, koğuştan çıkmaması gerekiyordu.

"Kes sesini!" Ahsen'den bahsettiğini anladı, hala Ahsen'e olan öfkesine sinirlendi. "Ne bok yedin?"

"Adı... Adını verdim." dedi Emre nefes nefese. Az önce bağırdığı için canı yanmıştı.

"Kimin adını verdin?" Altay, Emre'nin yakasına yapıştı. Tekrar bağırarak aynı soruyu sordu. "Kimin adını, kime verdin?"

"Ahsen... Savcı Ahsen Dide Korkmaz. İskender her yerde onu arıyor. Bana yardım et doğruyu söyleyeyim onlara." Emre, Altay'ın kendisinden çok daha iyi olduğunu biliyordu. Onun yardımına ihtiyacı vardı. Eski hayatına dönemezdi, bunu isteyemedi ama yaşamak istiyordu.

"Ne yardımı lan? Ne dedin onlara bana onu söyle!" Altay tuttuğu yakayı çekiştirdi, Emre'nin canını yaktı.

"Kes lan sesini, beni içeride bıçakladılar. Savcı Ahsen'in selamı var dediler lan. Küçük avukatın baya büyümüş Altay, benim pisliğimi de geçmiş. Ben açık oynuyor diye şimdi ben mi suçlu oluyorum? Devletin elindeki savcıya bak be." Ahsen'in olaydan haberi yoktu, bilerek yaptı zannetti Emre.

Altay inanmıyordu ama diyecek bir şey de bulamadı. Emre'yi tek başına bıraktı ve odasından çıktı. İçeriye giren hemşireyle çarpıştı. "Pardon..." İlerledi.

Emre gözlerini kapattı, Altay'ın tekrar geleceğini düşündü. Yardım istemek için tekrar şansını deneyecekti. Hemşire yaklaştı, Emre'yi inceledi. Küçük cebinden bir bıçak çıktı hemşirenin, Emre'nin boğazına yaslandı. Aynı koğuştaki gibi Emre'nin ağzı kapandı.

Minik bir fısıltı duyuldu. "İskender Atay'ın çok selamı var... İyi uykular diledi." Emre yaralanmadı bu sefer, sesi boğazına sürülen bıçak darbesiyle tamamen kesildi. Gözleri bir daha hiç açılmamak üzere kapandı. Yaşamak için yalvaran beyni bilincini kapattı. Kalbi bir süre sonra atmayı kesecek şekilde yavaşladı. Bir daha Altay'dan şans dileyemeyecekti, istemediği koğuşa bile geri dönemeyecekti.

Hemşire çıktı eldivenleri çıktı, üstü değişti. İskender işini sağlama aldı, kendi işlerini bilen savcının Ahsen değil de başka bir savcı olduğunu bilmeden Emre'ye inanarak hem Emre'yi ortadan kaldırdı hem de Ahsen'in peşine düşmek için gereken araştırmalara başladı.

Aslında kazanan taraf Aslan Uğur'du. Tecrübeliydi, kendini savcının yanına atmıştı, muhbirlik yaparak koruyacaktı. Emre'yi de bilerek içeride öldürmemişti, dışarıya çıktı an öldürüleceğini biliyordu. Gitmeden önceki son gün planını işledi, şu an da Diyarbakır'a geçmişti.








***






 

Berkin ve Ahsen çoktan evdeyken Alperen kendi evine gitti. Ahsen salona kurulmuş yatarken, Berkin tadına varamadığı gezme turuna devam etti. Odaları dolaştığı sırada bir odaya giremedi.

"Oraya giremezsin, kilitli." Ahsen'in saklamak istediği şeyleri sakladığı odaydı. Kilitliydi, anahtarı da saklıydı.

Berkin salona geri döndü. "Ne var orada, niye kilitledin?" Meraktan ölecekti.

"Seni ilgilendiren hiçbir şey yok orada Berkin, o yüzden kilitli." Berkin'i geçiştirdi.

Evin başka gezilecek yeri kalmayınca Ahsen'in eski evinden buraya taşınan bildiği yere doğru ilerledi; kitaplığa...

Kitaplarda gezindi elleri. "Alıyorum bir tane?" dedi ona bakmaya arkadaşına.

"Okuyacaksan al, mal mal dışarıya kültürlü görünmek için taşıma onları." Ahsen için kitapları önemliydi. Berkin için ise sadece kültürlü görünme yolu.

"Okuruz be ayıpsın!" Bir tane kitap seçti, sayfalarında gezindi elleri, içinden bir zarf düştü, sarı renkli bir zarf.

"Dur!" diye bağırdı Ahsen. Kalkamadığı yerden gördüğü zarfla fırladı.

Berkin kitabı panikle kitaplığın birine bıraktı. Yerdeki zarfa uzandı ama Ahsen ondan önce kaptı. Eğilirken yanan canını hiçe sayarak, yüzü buruşmasına rağmen toparlandı.

"O ne?" dedi Berkin. Meraklı biriydi, şimdi de bunu merak ediyordu.

"Hiçbir şey..." Ahsen arkasına sakladı mektubu. Aradığı şey buydu, bulmuştu.

"Aşk mektubu yazdın yoksa Dide?" Berkin mektuba uzandı ama Ahsen'in ciddi suratıyla durdu. Ahsen bu haldeyken istese alırdı, istiyordu ama vazgeçti.

Ahsen okuyacağı yeni şeyi buldu. Bunun için de geceyi beklemek zorundaydı. Yine heyecanlıydı, yine ağlayacağını hissediyordu. Bu kez bu mektubun kendisine olmadığını biliyordu...

***

Bölüm sonu...

Umarım beğenmişsinizdir...

Bir sonraki hafta belki bölüm geç gelebilir, vizelerim başlıyor...

O zamana kadar kendinize iyi bakın aşklarım. Yorum ve oylarınız için şimdiden teşekkür ederim...

Loading...
0%