@naz_2606
|
OKUDUĞUNUZ TARİHİ BURAYA ALABİLİR MİYİİİM Yorum ve oy vermeyi unutmayın lütfen artık büyük bir aile olalım🥹
Yatağın başlığına çaresizce yaslandım bacaklarımı karnıma doğru çektim.
Onunla ilgili gördüğüm rüyalar neyi açıklıyordu? Geçmişte ne yaşamıştık onunla? Kafamı ellerimin arasına aldım birşeyleri hatırlamam gerekiyordu en küçük şey bile belki bana ipucu olurdu.
Kapım tıklatıldıktan sonra içeriye Murat ve Eylül girdi.
Sanki tüm kötü enerjim gitmişti. Aslında insana iyi gelen şey kötü zamanlarında yanında birinin olmasıydı. Aksi takdirde yalnız kaldığında daha çok bunalıma giriyor ve işin içinden çıkamıyordu.
Eylül ellerini havaya kaldırarak, "Bartu'nun yanına gidiyoruz," Demişti.
"Ben gelmiyorum," Dedim basit bir yüz ifadesiyle.
Murat, "Geliyorsun," Dedi kendinden emin bir şekilde, "Göktuğ'un gelmiyorsun dediğine bakma sen de geleceksin. Eminim ki Bartu senide görmek ister."
Eylül, "Merak etme benim evrenler tatlısı sevgilim herşeyi halletmiştir," Dedi tatlı bir ifadeyle.
Yüzümde buruk bir tebessüm oluştu.
"Sizi hatırlamayı ne çok isterdim," Dedim sessizce.
Eylül gelip yanaklarımı sıktı, "Hatırlayacaksın cimcime,"
Kaşlarımı çattım. Acıyla yanaklarımı tuttum, "Yanaklarımı acıttın."
Murat, "Eylül'ü ilk gördüğünde sen de aynı tarifeyi Eylül'e uygulamıştın,"
"Yapmışımdır," Kendimden herşeyi bekliyordum.
Murat, "Ben çıkayım siz hazırlanın," Dedi ve odadan çıktı.
Üstümü büyük bir zorlukla değiştirmiştik. Ardından Eylül odadan çıkıp Murat'ı çağırmıştı. Çünkü hâlâ yürümekte zorluk çekiyordum...
O geçecek demişti ama hiç geçecek gibi gelmiyordu.
Murat odaya gelip yavaş bir şekilde beni kucağına aldı. Kimsenin duymasını istemediğim için sessizce, "Göktuğ nerede?" Diye sordum. Onu neden merak ettiğimi ben bile bilmiyordum.
"Bahçede motoruyla ilgileniyor."
"Motor mu!? Motoru mu var?" Sanırım ben motorları çok seviyordum.
"Evet," Dedi kısa ve öz bir cevapla.
"Senin var mı?" Diye sordum Murat merdivenlerden inerken.
"Var. Sen iyileş gazlayalım seninle küçük hanım."
"Bana uyar valla," Dedim sevinçle.
Bahçeye çıktığımızda motorunu ilgiyle temizleyen Göktuğ'u gördüm. Motoru onun için çok önemli olmalıydı zira ona gözü gibi bakıyordu. Bizi gördüğünde yumuşak bakışları sertleşti benimle onun arasında ne vardı da beni görünce sinirleniyordu?
"Onu neden aşağıya indirdin?" Diye sordu Murat'a.
"Bartu'nun yanına o da gelecek," Dedi Murat Göktuğ'un düşüncesine karşı çıkarak.
"O evde kalacak," Dedi Göktuğ inat ederek benden 'o' diye bahsetmeleri canımı sıkmıştı.
"Kızı dört duvar arasına kapatamazsın!" Murat'ın yüz ifadesi sertleşmişti sanırım aralarında ben olmasaydım kavgaya tutuşacaklardı.
"Buna sen mi karar vereceksin?" Dedi Göktuğ gözlerini kısarak. Buna o mu karar verecekti? Göktuğ ile nasıl bir ilişki içindeydik de evde kalıp kalmamama o karar veriyordu?
Murat başını her iki yana salladı, "Böyle bir kişiye dönüşmen çok saçma," Dedi Göktuğ'u kınayarak.
"Şartlar bunu gösteriyordu," Dedi Göktuğ kasvetli bir sesle.
"Herşey senin elinde kardeşim," Dedi Murat ve arabaya doğru ilerledi. Eylül ön koltuğa ben de arka koltuğa oturduğumda Murat'da sürücü koltuğuna geçti. Araba çalıştığında Göktuğ'da motorunu çalıştırmış olmalıydı. Arabanın camından çaktırmadan dışarıya baktığımda evin bahçesinden çıktı.
Yol boyunca herkes sessizliğini korudu. Bu sessizliğin eşliğinde hastaneye geldik. Murat arabadan inip ilk işi beni kucağına almak oldu. Yakınım olan ama benim asla hatırlayamadığım birinin yanına gidiyorduk.
Bir kapının önüne geldiğimizde Eylül kapıyı tıklatıp içeriye girdi.
İçeriye girdiğimizde Göktuğ'u görmeyi beklemiyordum demek ki bizden önce gelmişti. Yatakta yatan kişi Bartu olmalıydı.
Murat'a sessizce, "Beni yere İndirebilir misin?" Diye sordum.
"Dengede durabilecek misin?" Diye sordu tedirginlikle. Başımı hızla salladım kendime güveniyordum. Murat beni yere indirdiğinde duvardan destek alıp bir adım attım. Yatakta yatan kişinin bakışları beni bulunca tedirgin olmuştum. Gözlerini büyütüp, "Lan! Cüce," Dedi Eylül'e diyor olmalıydı. Eylül'e yandan bir bakış attığımda pekte cüce değil gibiydi. Çekingen bir tavırla parmağımla kendimi gösterdim, "Bana mı diyorsun?" Dedim tek kaşımı kaldırarak. Etrafa bakındıktan sonra bana döndü, "Senden başka kısa birini göremiyorum," Dedi. Gözlerimi kıstım, "Ben kısa değilim," Gülerek, "Gel buraya," Dedi yanını göstererek hemen ardından, "Çok özledim kızım seni sen beni özlemedin mi?" Diye sorduğunda boğazıma bir yumru oturmuştu. Özleyip özlemediğimi hatırlamıyordum, "Ben seni hatırlamıyorum," Dedim sessizce.
Önce afallamıştı ardından hiç bozuntuya vermeden, "Hatırlatırız güzelim sorun yok," Dedi.
Eylül yanıma gelip kolumdan tuttu, "Otur artık sen," Deyip Göktuğ'un oturduğu üçlü koltuğa doğru yürüdük. Koltuğa oturduğumda sanki koşmuşum gibi yorulmuştum. Göktuğ'a çaktırmadan baktığımda hiç benim olduğum yöne bakmıyordu bu nedensiz yere kalbimi kırıyordu.
Murat Göktuğ'u hedef alarak, "Aras ve Cansu neredeler?" Dedi.
İlgisiz bir tavırla, "Çınar ile ilgileniyorlar," Demişti herkes sus pus olmuştu bunun nedeni neydi bilmiyordum. Eylül ile göz göze geldiğimde bakışlarını benden kaçırdı.
Bartu odadaki sessizliği bozarak, "Pişt abine sarılmayacak mısın?" Dedi Eylül'e. Konuşurken acı çekiyormuş gibi bir ifade vardı yüzünde.
Eylül gülümseyerek yerinden kalktı Bartu'nun yanına gidip boynuna sarıldı. Bartu Eylül'ün saçlarını okşarken çok garip bir şey olmuştu. Herkesin gördüğü manzara ile kaşları çatıldı. Bartu'nun elleri Eylül'ün saçlarında durdu. Eylül Bartu'dan ayrılıp "Ne oldu?" Diye sordu. Anladığım kadarıyla o bunu hissetmemişti.
Bartu elinde kalan saçları hızlıca örtüsünün altına soktu. Bu lanet odada ne oluyordu?! Murat'a baktığımda bakışlarında bir hissizlik vardı sanki bunu daha önce yaşamış gibiydi.
Bartu olayı hemen toparlayıp, "Sen kilo mu aldın?" Diye sordu, "Yanakların falan sincap gibi olmuş. Bu arada hiç yakışmamış," Dedi gülerek.
Eylül Murat'a döndüğünde Murat kendini toparladı, "Yaa Murat!" Dedi Eylül kaşlarını çatarak, "Bartu'ya birşey söyle!" Dedi bebek gibi.
Murat Bartu'ya bakarak, "Birşey," Dedi. Bartu kocaman bir kahkaha attığında karnını acıyla tuttu, "Güldürmeyin oğlum beni hastayım ben," Dedi karnını tutarak.
Eylül mümkünmüş gibi kaşlarını daha çok çattı, "Bu neydi şimdi?!"
Murat gülmemek için yanak içlerini ısırıyordu, "Birşey de dedin ben de birşey dedim işte," Dediğinde kocaman bir kahkaha attım.
Eylül, "Murat ben sana birşey de mi dedim?! Ben sana Bartu'ya birşey de dedim!" Aslında Eylül'ün dediği şey Murat'ın dediği şeye çıkıyordu...
Gülmekten karnım ağrıdığı için ellerimi karnıma bastırdım. Yanımdaki adamın yoğun bakışlarını üzerimde hissettiğimde bakışlarımı ona çevirdim. Beni baştan aşağıya süzdüğünde bakışları bir kaç dakikalığına gülüşümde durdu ardından gözlerini üzerimden çekti.
Murat sabır dilenir gibi, "Tamam bebeğim ben de birşey dedim işte," Dedi.
Eylül en sonunda bağırarak, "Murat ben sana birşey de demedim!" Dedi.
Murat'ın yüzünde hin bir gülüş oluştu, "Tamam çimen gözlüm ne diyeyim Bartu'ya sen söyle," Dedi uzlaşmacı bir tavırla.
Eylül bozuk plak gibi, "Birşey de!" Diye bağırdı. Bu sefer Murat'ta kendini tutamayıp gülmeye başladı.
Bartu, "Harbiden salaksın sen Eylül," Dedi nefes nefese.
Eylül dudaklarını büzerek yataktan kalktı. Murat telefonuna baktıktan sonra Eylül'e baktı, "Hastaneye gitmeliyiz çimen gözlüm," Dedi. Eylül'ü sevme şekli ne kadar da güzeldi...
Eylül yanıma gelip yanaklarımı elleri arasına alıp her iki yanağımdan da öptü, "Görüşürüz cüce," Dedi o da Bartu'yu taklit ederek, "Görüşürüz," Dedim gülümseyerek.
Bartu Murat odadan çıkmadan hemen ona soru yöneltti, "Naz nerede?" Diye sordu.
"Halamla... Yani annesiyle ilgileniyor," Dedi.
"Nesi var annesinin?"
"Hasta," Dedi Murat kısa ve öz bir cevap vererek.
Murat ve Eylül odadan çıktıklarında hemen arkalarından Dövmeli beyaz tenli siyah saçlı bir adam, sarı saçlı kısa boylu bir kadın ve bir de erkek çocuğu girmişti.
Çocuk bana değişik bakışlar attıktan sonra, "Gelmişsin," Dedi.
"Önce seni-" Göktuğ konuşmama izin vermeyerek kolumdan tuttu, "Biz eve gidelim." Dedi. Yaptığı şeye bir anlam veremeyerek önce kolumu tutan eline sonra yüzüne baktım. Kolumu hızla ondan çekerek, "Neden?" Diye sordum. Dövmeli adam konuya atlayarak, "Oda fazla kalabalık oldu bu Bartu için iyi değil," Dedi. Bartu'ya bakışlarımı çevirdiğimde başını evet dercesine sallıyordu.
Çocuğa elimi uzattım, "Başka bir zaman tanışalım o zaman ufaklık," Dedim.
Çocuk elimi sıktıktan sonra, "Ama kavga etmeden ve sinirli bir şekilde evden ayrılmadan," Dedi anlaşma yaparak.
"Ka-kabul," Dedim. Geçmişte ne yaşadığımızı hatırlamadığım için kendimi kötü hissediyordum.
Göktuğ yanıma gelip hiç beklemediğim bir an'da beni kucağına aldı. Kaşlarımı hızla çattım, "Ben kendim yürüyebilirdim," Dedim sinirli bir şekilde.
"Yavaş hareket ediyorsun,"
Gözlerimi devirmekle yetindim.
Hastanenin bahçesine indiğimizde motorunun yanına ilerledi. Siyah motor fazlasıyla ilgi çekiyordu.
Sanki bu motoru gördüğümde içimde değişik bir his oluyordu...
Göktuğ beni yere indirdiğinde motoruna bindi. Ardından kafasıyla arkasını gösterdi, "Binebilecek misin?"
"Binerim," Dedim kararlılıkla.
Göktuğ'un omuzlarından destek alarak arkaya binmiştim. Fakat canım fazlasıyla yanmıştı acıyla yüzümü buruşturup karnımı tuttum.
"İyi misin?" Dedi Göktuğ huzursuz bir sesle.
"Sorun yok iyiyim. Karnıma ağrı girdi sadece."
Göktuğ içinden: Kahretsin! Şuan sana iyi gelemediğim için kendimden nefret ediyorum. Sana sarılamadığım, seni iyileştiremediğim için kendimden ve bu hayattan nefret ediyorum!
Siyah ve kedi kulakları olan bir kaskı bana uzattı. Kaskı elinden alıp kafama taktım. Ardından kollarımı Göktuğ'un beline sardım
Gözümün önüne bir görüntü geldi.
Bir kadın "Yarışa var mısınız?" Demişti sevinçle
"Varız." Diye bağırdım. Ardından. "Seni görmek çok güzel Merve." Demiştim.
Göktuğ tek kaşını kaldırdı. "Sonra korkup ağlama?" Dedi benimle dalga geçerek.
"Korkmam." Deyip ayağımı yere vurmuştum.
"Tamam o zaman." Deyip eline bir kask aldı ve yanıma geldi kask tamamen siyahtı ve üstünde kedi kulağı vardı. Kaskı kafama taktı. Aynı bana şimdi verdiği kask gibiydi... Belki de oydu.
Kendi motora bindi ve arkasını gösterdi.
Motora bindiğimde Göktuğ kollarımdan tutup kendi beline sardı. "Artçım olmaya hazır mısın?" Demişti
Önce afalladım ama sonra konuşmaya başladım. "Dünden hazırım."
Beline doladığım kollarımı hızla çektim. Sanki ateşe temas etmiştim.
"Sorun ne?" Dedi bana dönerek.
Sağlık durumumu hiçe sayarak hızla motordan indim. "Sorun sensin!" Diye bağırdım herkesin içinde. Kaskı hızla kafamdan çıkardım. Bacaklarım titremeye başladı ardından karnıma kramplar tekrar girdi. Belli etmedim. Direndim.
Göktuğ, "Ne yapmaya çalıştığını anlamıyorum?" Dedi sabır dilenircesine.
"Geçmişte ne yaşadık biz?" Bağırmak istemiyordum ama ses tonum istemsizce yükseliyordu.
"Neden bunu bu kadar çok merak ediyorsun? Geçmiş bu olmuş bitmiş."
"Seninle," Dedim sakince, "Daha önce motora bindik mi?"
"Ne yapacaksın?"
"Soruma soruyla karşılık verme!" Bize bakan insanları aldırmadan tekrardan bağırdım.
"Evet bindik."
"Yanımızda başka kişilerde var mıydı?"
"Var-" Yüzüne şaşkın bir ifade yayıldı, "Sen... Sen hatırlıyor musun?"
"Bilmiyorum," Dedim başımı her iki yana sallayarak, "O an sana kollarımı doladığım an gözlerimin önüne o sahne geldi," Dedim gözlerimi gözlerine sabitleyerek.
"Ama bu olamaz," Dedi kendi kendine, "Bu kadar kısa bir sürede imkansız," Sanki ben yokmuşum gibi kendi kafasında ölçüp biçiyor kendine konuşuyordu.
"Bana herşeyi anlatacaksın."
Gözlerine baktığımda kahverengi harelerinde bilinmezliği gördüm.
Bacaklarım daha fazla dayanamıyordu tir tir titrediğimi fark ettim.
Yanıma gelip kolumun altına girdi. "Motora binmek şuan mantıksız geliyor," Dedi yine kendi kendine. Ardından cebinden telefonunu çıkardı ve bir numarayı tuşladı, "Aras arabanın anahtarını aşağıya indir," Dedi ve telefonu kapattı.
Kolumun altındaki elini yavaşça belime indirdi.
Bir kaç dakika sonra dövmeli adam aşağıya indi ve yanımıza geldi.
Göktuğ elindeki anahtarı adının Aras olduğunu öğrendiğim kişiye verdi. Aras'ta arabanın anahtarını Göktuğ'a verdi.
Göktuğ işaret parmağını havaya kaldırarak, "Oğluma iyi bak," Dedi. Motorunu oğlu olarak görmesi ilginçti.
Aras, "Bana güvenebilirsin," Dedi ve hastaneye doğru ilerledi.
Göktuğ yavaş hareketlerle yürümeye başladığında bir robot gibi ona uydum.
Gece mavisi spor bir arabanın yanına gelmiştik. Göktuğ kapımı açtıktan sonra dikkatlice arabaya bindim.
Kendi de sürücü koltuğuna bindiğinde arabayı çalıştırdı.
Kafamı cama yaslayıp yaşadığım şeyleri düşünmeye başladım. Garip ilerliyordu herşey çok garip. İlk baştan biri karşıma oturup hayatımı anlatsaydı belki de kafam bu kadar çok karışmazdı. Ya da sadece Göktuğ kendini tanıtsaydı da olurdu.
Kulağıma bir şarkı değindiğinde bakışlarımı Göktuğ'a çevirdim. Tüm vücudu kasılmıştı. Sanki aklına birşey gelmişti.
Şarkı da tam şöyle diyordu. "İnadı bırak yanıma yanaşıver artık," YoksaYoksa şarkının bir anısı mı vardı? Ardından "Batacağımız kadar aşkın içine battık," Demişti. Gözlerimin önünde yine bir görüntü canlandı.
"İnadı bırak yanıma yanaşıver artık." Değişik bir şekilde Göktuğ ağzını oynatmadan içinde geçen şeyi duyuyordum...
"Batacağımız kadar aşkın içine battık." Gözlerimin içine bakıp şarkıyı içinden söylemişti.
"Aşk denilen buymuş çok ciddi bir duyguymuş." Çip... Bir çip vardı ve ben onu o gün takmıştım.
"Ona inananların hâli maalesef buymuş." Sesli bir şekilde söylemişti şarkıyı.
"Ben... Sen benim çip taktığımı nereden biliyorsun?" Demiştim şaşkınlıkla. Bu çipte neyin nesiydi?
Sorduğum soruyu es geçip bana başka bir soru yöneltti. "Beni neden kendine aşık ettin?"
Kaşlarımı çatıp Göktuğ'a bakıyordum. Arabayı tenha bir yerde durdurmuştu ve ben bunu yeni fark ediyordum.
"Birşey mi hatırladın?" Diye sormuştu. Hemen ardından şarkıyı kapatmıştı.
Şimdi anlamıştım şarkı çaldığında neden kasıldığını ve yüz ifadesinin değişitiğini.
Başımı ağır ağır salladım.
"Kafanda bir çok soru var biliyorum ama biraz daha içinde tut eve gidince herşeyi anlatacağım," Dedi ve arabayı tekrardan çalıştırdı.
Hiçbirşey söylemedim ağzımı bile açmadım. Çünkü ona çok kırgındım. Artık emindim ben, geçmişte onunla güzel anılarımız vardı ama o bu anıları benden saklamıştı. Peki neden? Beni sevmiyor muydu? Kullanmış mıydı? Neden anılarımızı hiçe saymıştı?
Ben bence onu çok seviyordum... Çünkü onu hatırlamadığım zamanda bile kalbime bir heyecan yayılmıştı. Ama anlamıştım ki birbirimize aynı duyguları beslemiyorduk. Anlamıştım ki onun kalbinde bana yer yoktu...
Aşk ne acımasız bir duyguymuş meğersem. Herkesin can attığı o duygu insanları öldürüyormuş.
Mutlu olacağımızı sandığımız an bizim yenildiğimiz andır. Aşkta mutlu olan yoktur, aşkta sevilen yoktur, aşkta kandırılmayan bir taraf yoktur! Aşk herzaman güzel gibi gelen ama aslında berbat olan bir duygudur. Her aşkın içinde bir oyun, bir çıkar vardır. Kimse çıkarı olmadığı bir duyguya adanmaz.
Geçmişimde nasıl biriydim bilmiyordum ama geleceğimde erkeklerden uzak duran ya da kendisini tek bir erkeğe adayan biri olacaktım. Ve ben yine biliyordum ki üzülen taraf ben olacaktım içime doğuyordu...
Ağlamamak için dişlerimi alt dudağıma geçirdim. İçimi bir hüzün kaplamıştı.
Araba durduğunda geldiğimizi anlamıştım. Geniş bahçeye giriş yaptığımızda içimdeki kasvet daha çok artmıştı. Anlamsız yere yüzümü buruşturdum. Sanki biri kalbimi elleri arasına alıp sıkıştırıyordu. Kapıyı hızla açıp kendimi zar zor dışarıya attım.
Göktuğ hızla arabadan inince elimle durmasını işaret ettim. "Kendim hallederim."
Kafasıyla onayladı. Parmağıyla bahçede olan oturma grubunu gösterdi, "İstersen orada konuşalım."
"Olur," Deyip yavaş hareketlerle oturma grubunun olduğu tarafa yürüdüm.
İnsan yanındaki kişi tarafından bir darbe aldığında ne kadar kötü durumda olursa olsun her işini kendi halleder. Bir eli kanda olsa bile...
Çünkü değişik bir duyguya bürünürüz o kişinin yardımını almak istemeyiz. Belkide kalbimiz kırıldığı için böyle bir duyguya bürünüyoruzdur belkide o kişinin sevgisinden şüphe duyup yüzsüzlük yapmak istemiyoruzdur.
Düşe kalka da olsa her yanıma ağrılarda girse zorla gelmiştim kendimi koltuğa attığımda derin bir nefes aldım. Göktuğ oturduğum üçlü koltuğun diğer tarafına oturdu. Yönümü ona dönerek dizlerimi karnıma çektim.
"Anlat," Dedim ilgisiz sesimle, "Anlat dinliyorum," Dedim etrafa boş bakan gözlerimle.
"Ne dinlemek istiyorsun?" Dedi pürüzlü sesiyle.
Yüzümde alaycı bir gülümseme oluştu, "Bence sen biliyorsun ne dinlemek istediğimi."
"Peki," Dedi arkasına iyice yaslanarak, "Aramızda önemsenecek fazla birşey yok," Yalan söylüyordu...
"Yalan söylüyorsun," Dedim kısık bir sesle.
Derin bir nefes aldı, "Ben bir ajanım," Bunu söyledikten sonra gözlerini üzerime sabitledi, "Sen de benim öğrencimdin. Seni bir görev için bu evrene getirdim. Evrenler konusuna hiç girmeyeceğim," Dedi sıkıntılı bir sesle. Şuan Evren, Dünya hiç birşey umurumda değildi, "Hafızan tekrar yerine geldiğinde anlarsın..." Boğazını temizleyip tekrardan konuşmaya başladı," Eğitimler sırasında aramızda bir etkileşim oldu birbirimize bağlandık. Fakat bu ilişki sana çok zarar verdi. Şuanki halin benim yüzümden," Yine yalan söylüyordu.
"Aramızda önemli birşey yok Asel Kılıç," Dedi resmi bir ifadeyle, "Seni bilmem ama artık senin ben de bir yerin yok. Olsa bile diğer tarafa zarar verdiğim bir ilişki içinde olmam."
Aramızda birşey vardı. Ve bu önemliydi! Hiç olmasa bile benim için önemliydi...
"İyileştikten hemen sonra seni kendi Evrenine göndereceğim. Merak etme maddi durumun ajans tarafından görülecek. Ve hiçbir tehlike altında da bulunmayacaksın."
"Bunlar umurumda değil. Benim umurunda olan şey aşkımız," Dediği kadar önemsiz bir aşka sahip değildik biz... Hem o bana şarkıyla aşkını ilan etmişti... Böyle kolay pes edemezdi.
"İmkansız aşklar diğer tarafa kaldılar... "
"Aşkımız imkansız değil!" Dedim. Gözlerimden habersizce birkaç damla yaş aktı.
"İmkansız. Senin için imkansız. Kullandım seni," Ayağa kalktı, "Seninle oyun oynayan biriyle olmak istemezsin diye düşünüyorum."
"Yalan söylüyorsun! Oyun oynamadın! Kandırmadın beni! Kullanmadın sana olan aşkımı yapmadın bunu!" Başımı her iki yana sallayarak ağlıyordum.
"Maalesef Asel Kılıç sandığın kadar merhametli bir adam değilim," Tam gideceği sırada ayağa kalktım.
"Hayır öylesin!" Diye bağırdım, "Gördüm ben hissettim ilk hastanede kanıt bulamayınca nasıl delirdiğini gördüm sonra belime krem sürerken ne kadar merhametli olduğunu hissetim," Omzunun üstünden baktı, "Yanlış hissetmişsin," Ardına bakmadan gitti. Arkasında bıraktığı enkazı önemsemeden gitti.
Kafamın içinde ikimize ait olan fakat farklı zamanlarda yaşanan olaylar döndü.
"Düşündüğün şeyi sakın yapma."
"Demek yakışıklıyım ama bizden olmaz."
"Üç farklı Evren var. Ve bunlardan biri siyah gezegen."
"Tabii sen daha iyi bilirsin değil mi? Çünkü bir yıldır beni izliyordun."
"Ona ben söylemedim." "Kim söyledi o zaman?"
"Herşey geçecek fındık burun."
"Ö-özür dilerim." "Aferin sana." Kafamın içinde dönen sesler gözümün önüne gelen görüntüler kafayı sıyırmış gibi hissediyordum. Ellerimle kulaklarımı kapattım. Kendimi arkamdaki koltuğa atıp sesleri susturmaya çalıştım. Susmuyorlardı... Neden susmuyorlardı? "Susun," Dedim çaresizce. |
0% |