Yeni Üyelik
4.
Bölüm

BÖLÜM 2 (Merak ve Saplantı)

@nefelicalliope

Yavuz Selim, ofisindeki geniş pencereden dışarı bakarken, derin bir nefes aldı. Elindeki raporlar, yatırım planları ve projeler kusursuz görünüyordu ama zihni bir an olsun Süreyya’ yı düşünmekten kurtulamamıştı. Neredeyse iki haftadır onu görmemesinin ağırlığı, aklının her köşesine sinmişti. Yavuz için zaman, ondan uzaktayken bir cezaya dönüşmüştü. Sırtını sandalyesine yasladı, gözleri yarı kapalı. Süreyya’ nın gülüşü, bakışları, o umursamaz hali… Hepsi zihninde dönüp duruyordu. Özlem içini kemiriyor, onu huzursuz yapıyordu.

Önümde yığılmış evrakların arasında kaybolmaya çalışıyordu ama nafileydi. Her şey bulanık, dikkatini çekmeyen bir gürültüden ibaretti. Aklı, o kısa ama derin bakışın izinde sürüklenip gidiyordu. O an gözlerinde gördüğü ifade, ona içinde saklı kalan bir şeyleri hatırlatmıştı; tanımlanamayan ama inkar da edilemeyen bir çekim. O bakış, zihninde yankılanan bir fısıltı gibi her şeyi gölgede bırakıyordu...

Öylesine bir an, öylesine bir karşılaşmaydı ama içinde tarifsiz bir eksiklik bırakmıştı. Sanki o eksik parçayı bulduğunda bütünlenmiş olacaktı. Gözlerindeki o parıltıyı zihninden atamıyordu. Bu his akıl dışı, belki de mantıksızdı ama onunla göz göze gelmiş olmak bile, kalbine kazınmış gibiydi.

O anı tekrar yaşamak istiyordu. Süreyya’yı yeniden görmek, onun gözlerindeki sırları çözmek... Ama en çok da kendini onun bakışında bulmak istiyordu. O karşılaşma, hayatına düşen bir gölge değil, hayatının içini dolduran bir ışık gibiydi. “Böyle devam edemem.” diye, düşündü. Paris’ e gitmesi şarttı.

Beyninde oluşmaya başlayan planın ipuçlarını bir araya getiriyordu. Onunla konuşmak ya da hissettiklerini anlatmak için fazla zamanı yoktu. Ama bu işi aceleye getirmek de istemiyordu. Kaybetmeyi asla sevmezdi. Kalbindeki o güçlü çekime rağmen, bu karşılaşmayı kontrolsüz bir hisle bırakmak istemiyordu.

Süreyya’yı sadece bir anlık bir arzu için değil, hayatına kalıcı bir parça olarak istiyordu. Ama Süreyya’nın özgürlüğe düşkün ruhu, onu Paris’e çekiyordu. Ancak Süreyya’yı kaçırmak ya da zorlamak, onun kalbini kazanmak için yanlış bir hamle olurdu. Onun özgürlüğünü kontrol etmek yerine, onun dünyasına dahil olacaktı. Böylece Süreyya, bir gün dönmek istediğinde Yavuz’un zaten hayatının içinde olduğunu fark edecekti. Bu yüzden bir adım geri çekildi, sakinleşti ve aklını toparladı.

Ona, doğru yaklaşmanın bir yolunu bulacaktı. Süreyya’nın hayatına öyle bir dokunacaktı ki, kendisi olmadan Süreyya eksik hissedecekti. Ancak öncelikle, onun peşinden gitmeyi planlamalıydı.

Ama bu gidiş, sıradan bir takip olmayacaktı. Her adımı düşünmek, her ihtimali hesaplamak zorundaydı. Yavuz Selim, duygularıyla değil, aklıyla hareket etmek zorundaydı. Böylece aralarında bir çatışma yaratmayacaktı. Ama arka planda, ona ulaşmak için her detayı ince ince düşünecekti. Süreyya Paris’te kendini özgür sanacak, ama aslında Yavuz her zaman bir adım ötesinde olacaktı.

O gün, Yavuz Selim kararını vermişti. “Onun hayatında yer alacağım, öyle ki onsuzluk diye bir şey olmayacak.” dedi.

Yavuz, zihninde şekillenen planın kusursuzluğunu düşündükçe daha da rahatladı. Her adımı öngörmek ve Süreyya’yı şaşırtmadan kalbine dokunmak, ustalık isteyen bir oyundu. Ama bu, Yavuz’un en iyi yaptığı işti; Planlamak, izlemek ve harekete geçmek. Son bir kez daha dosyaya baktı. “Gidemezsin Süreyya.” diye mırıldandı kendi kendine. “Gitmene izin vereceğim, hayatımdan çıkmana asla.” Bu, sadece bir takip ya da saplantı değildi. Bu, artık onun kaderi olmuştu. Süreyya’nın varlığı, hayatına aniden giren bir melodi gibi; ne devam ediyor, ne de tamamlanıyordu. O anı tekrar yaşamak için sabırsızlanıyordu. Onu yalnızca bir kez görmüş olmasına rağmen o tek bakışla, hayatının geri kalanını şekillendirecek bir şeymiş gibi geliyordu.

Yavuz masasına eğildi ve önündeki telefonun tuşlarına bastı sonra telefonu kapattı ve yüzünde soğuk bir gülümsemeyle arkasına yaslandı. Süreyya, hayatının nereye sürükleneceğinden henüz habersizdi. Ama onun peşinden Paris’e gitmek, sadece bir başlangıçtı. Birkaç saniye sonra Serhat içeri girdi.

“Jeti hazırlayın. Paris’ e gidiyoruz.”

“Hemen mi Yavuz Bey?”

Yavuz kısa bir baş hareketiyle onayladı. Gözleri kararlı ve keskin bakıyordu. “Süreyya’ nın çalıştığı ajans bir defile düzenliyor. O gece orada olacağım.”

Serhat kaşlarını çattı. “Başka bir planınız mı var Yavuz Bey?”

Yavuz gülümsedi ama bu gülümseme soğuk ve hesaplıydı. “Geri kalanını orada konuşacağız Serhat, sen şimdi dediklerimi yap.”

“Tabii Yavuz Bey.” diyerek saygılı bir şekilde odadan çıktı. Birkaç saat sonra uçuş için havaalanındaydılar.

Yavuz özel jetiyle yola çıktığında, kendi karanlık planını düşünürken içindeki özlem dalgası büyüyordu. “İki hafta oldu…” diye düşündü. “Ama bu kez ona sadece bakmak yetmeyecek. Onu tamamen yanımda istiyorum…” İçindeki sabırsızlık büyüyordu ama sabretmek Yavuz’ un en büyük yeteneğiydi. O gece, Süreyya’ nın kalbine, kendi yolunu açacaktı. Havada geçen sıkıcı saatlerin ardından Paris’ e ulaştı.

Yavuz Selim’ in, özel jeti Charles de Gaulle Havalimanı’na indiğinde, Paris’in sabah sisi yavaşça dağılmaya başlamıştı. Jetin kapısı açıldığında, içeri dolan serin hava bile onu rahatlatmamıştı. Bu yolculuk sıradan bir iş gezisi değildi; bu, onun için kişisel bir meseleydi. Kalbini ve aklını ele geçiren Süreyya’yı Paris’te bulmak için buradaydı… Gri takım elbisesi ve şık deri çantasıyla jetin merdivenlerinden ağır adımlarla inerken, peşinden Serhat sessizce ona eşlik ediyordu. Yavuz Selim, bir iş adamından çok bir avcı gibi kararlıydı. Her adımı, Süreyya’yı hayatına dahil etmenin bir parçasıydı. Arabası onları bekliyordu. Yavuz Selim araca bindiğinde, zihni şimdiden planını gözden geçirmeye başlamıştı. Paris’e defileden bir gece önce varmasının tek bir amacı vardı; Süreyya’nın hayatına beklenmedik bir anın içinde girmek. Planı ise basitti; Küçük bir kaza… Bir tanışma bahanesi.

Otele vardıklarında Yavuz Selim, doğrudan süitine çıktı. Geniş pencereden Paris’in silüetine baktı. Burası onun için bir meydan okuma değil, sadece bir oyun alanıydı. Süreyya’nın hayatına fark ettirmeden adım adım girecek, etrafını saracaktı.

Çantasıyla birlikte kanepeye oturdu ve Serhat’a dönerek gözlerini kıstı. “Yarın sabah ilk işimiz, o küçük kazayı gerçekleştirmek olacak.” dedi. “Ama dikkatli ol... Hiçbir şeyden şüphelenmemeli.”

Serhat, işinin ciddiyetini bilerek başını salladı. “Tabii Süreyya Hanım’ın arabasına çarpan biz olacağız ama son derece nazik ve zararsız görüneceğiz.”

Yavuz’un gözleri, parladı. “Son derece zararsız, değil mi?” diye tekrarladı alaycı bir gülümsemeyle. “Ama asıl plan, zararsız olmadan bitmeyecek. Süreyya’nın dikkatini çekip onun hayatına girmek istiyorum, Serhat. Onu sadece bulmak yetmez; kazanmam lazım.”

Serhat, Yavuz’un bu kadar takıntılı olduğunu nadir görürdü. Ama yıllardır yanında olduğu için bu hali garipsemedi. Bu adam birini kafasına koyduğunda onu elde etmek için her şeyi yapardı. İş dünyasında kazanan olmak için ne gerekiyorsa yapmıştı ve şimdi Süreyya için de aynı kararlılığı gösteriyordu.

Yavuz Selim, yerinden kalkıp pencereden dışarı baktı. “Kazadan sonra Süreyya’nın programını engellemeyeceğiz. Zaten her şey yolunda giderse, o defileye ben de katılmış olacağım.”

Serhat, onun ne kadar ciddi olduğunu fark etti. “Peki, ya bir şey ters giderse?” diye sordu. Yavuz, gözlerini kısarak Serhat’a döndü. “Ters gitmeyecek.” dedi, soğukkanlılıkla. “Ama diyelim ki bir aksilik oldu… O zaman yeni bir plan yaparız. Bu kadın benim olacak. Bu oyun benim kurallarımla oynanacak.”

“Anlaşıldı Yavuz Bey.” dedi Serhat, ciddi bir ses tonuna bürünerek. “Yarın sabah arabamızı hazırlatırım. Buluşma yerini tam olarak neresi yapıyoruz?”

Yavuz, pencereden şehrin sokaklarına bakarken, kafasında yolları ve saatleri hesapladı. “Süreyya, sabah 8’de otelden çıkacak. Defile alanına gitmek için kesin olarak en az 30 dakikası var. Tam o aralıkta kazayı yapacağız.”

Serhat not alırken başını salladı. “Süreyya Hanım sizi görmeyecek, değil mi?”

Yavuz, kendinden emin bir gülümsemeyle karşılık verdi. “Hayır, görmeyecek. Şimdilik ben sadece perde arkasındayım. Ama o perdeyi ne zaman açacağımı biliyorum.”

“Anlaşıldı. Sonrası için başka bir şey var mı?”

Yavuz’ un yüzünde yine o soğuk gülümseme belirdi. “Planımızın elbette devamı var.” diyerek, tasarladıklarını Serhat’ a anlattı.

Serhat onu dinledikten sonra yüzü bir an için gerildi. “Emin misiniz Yavuz Bey?”

Yavuz’ un bakışları bir anda keskinleşti. “Sen beni mi sorguluyorsun? Ben olaya müdahale ettiğimde, Süreyya’ nın güveneceği tek kişi ben olacağım.”

Serhat sessizce başını eğdi. “Anlaşıldı Yavuz Bey, istediğiniz tüm ayarlamaları yapıyorum.”

Yavuz kol düğmelerini çözüp ayağa kalktı. “Ayrıca Süreyya’ ya zarar veren her kim olursa… O an oracıkta işini bitiririm. Bunu biliyorsun.”

Gece bitmeden önce Serhat, planı detaylı bir şekilde gözden geçirdikten sonra otelden ayrıldı. Yavuz Selim, otel odasında yalnız kaldığında, zihnindeki planın kusursuzluğunu düşündü. Narsist biri gibi kendisiyle gurur duyuyordu.

Her şey tıkır tıkır işleyecekti. Süreyya onun peşinden gelmeyecek, ama Yavuz onu kendi dünyasına çekecekti. Bir kez o dünyaya adım attığında, geri dönüşü olmayacaktı. Yatağına oturdu, bir anlığına gözlerini kapattı. Ama kalbi hala huzursuzdu. Süreyya’nın etkisi, düşüncelerini ele geçirmişti. Ona henüz dokunmadan bile hissettiği bu saplantı, onu derinden etkiliyordu. “Ben seni buldum Süreyya.” diye mırıldandı kendi kendine. “Ve şimdi sırada seni kazanmam var.” Bu sözlerle, geceyi kapatırken sabahın ilk ışıklarında harekete geçmeye hazırdı. Ertesi gün, o kaza yaşanacak ve o anla birlikte kaderlerinin ilk düğümü atılacaktı.

Süreyya' nın hiç bir şeyden haberi yoktu ve bu oyunu daha da heyecanlı kılıyordu. Onu görmeyi çok arzuluyordu. Artık Paris' te olduğu için ve planlarını gerçekleştirmesine çok az bir zaman kalması da sabırsızlığının doruk noktasına ulaşmasına sebep olmuştu.

“Bu kız farklıydı, Yavuzu’ u ona çeken çok farklı bir enerjisi vardı. Bu his onu çıldırtıyordu. Sadece Paris' te olmak ona bu kadar yakın olmak bile onu delicesine heyecanlandırıyordu. Onu gördüğü ilk anda kararını vermişti. Süreyya Feray Enver eşi olacaktı!”

Yavuz Selim, sabahın erken saatlerinde Serhat’la birlikte planı gözden geçirdikten sonra, lüks otelinin terasında kahvesini yudumladı. Her şey saat gibi işleyecekti. Süreyya’nın evden çıkış saati belliydi ve birkaç dakika içinde küçük kazayı gerçekleştireceklerdi.

Süreyya çok yoğundu, deli gibi çalışıyordu. Defileler, lansmanlar, tanıtımlar, reklam kampanyaları… Moda sektörü, sürekli hareket halinde olmasını sağlıyordu... Süreyya’ da zaten durmaktan hoşlanmazdı, durmak iyi gelmezdi. Yaşanılan gerilimi, heyecanı, son anda çıkan aksilikleri belki tuhaf gelecek ama seviyordu. O aksiliklerin çözüme kavuşma anını; düşünsenize, genel olarak sürekli aksiyon yaşıyorsunuz. Hem fiziksel hem mental olarak sürekli hareket ve düşünce sarmalı içindeydi... Hayatı, işi birbirine karışmış rengarenk yumaklar gibiydi.

O gün, gün boyu koşturmak onu yormuştu. Çok önemli bir akşamdı ve daha şimdiden tükenmek üzereydi. Önünde daha uzun saatler ve yapılacak tonla iş vardı. Acilen kahveye ihtiyacı vardı. Sabah duştan sonra evden çıkmadan içmişti ama bazı günler bir fincan kahve asla yeterli olmazdı; işte bugün o gündü.

Duştan sonra hazırlanmak için fazla vakti olmadığından çok uğraşmadı. Gece için kıyafetlerini yanına aldı. Tableti, telefonu, tüm evraklar, dosyalar her şey hazırdı. Saçları uzun olduğu için kurutmak her zaman sorun oluyordu. O yüzden hızlıca topuz yaptı, hafif makyajını da tamamlayıp Saat tam 08:02’ de, defile alanına gitmek için rahat ama zarif bir kombinle, elinde çantası, omzunda ince bir ceketle Paris’in serin sabah havasına aldırmadan acele ile evinden çıkıp, hızlı adımlarla aracına yöneldi.

Bu sırada Serhat, arabayı onun çıkışını görebilecekleri uygun bir yere park etmişti. Yavuz’ un gözleri, Paris sokaklarında sabahın ilk ışıkları arasında, onun telaşlı adımlarına takıldı. Süreyya’ nın uzun, ıslak saçları salaş bir şekilde toplanmış; her bir teli, kendine özgü bir özgürlükle hareket ediyordu. O an, içinde tarif edilemez bir huzur ve gerilim aynı anda yükseldi. Sanki her adımında, Yavuz’ a doğru çekilen görünmez bir ip vardı. Süreyya, bu şehrin karmaşası içinde bile sakin ama kendine özgü bir kaos yaratıyordu.

Onun varlığı, tüm dünyayı gri bırakan bu sabahı renklendiriyordu. Gözlerini ondan alamıyordu; her adımı sanki zihnine kazınıyordu. Arabanın içinden bu özgür ruhu izlemek, ona dokunamadan sahip olmanın en acı tatlı haliydi. O an, Paris’in gürültüsü, Süreyya’nın varlığıyla sessizleşmişti. O, o kadar gerçekti ki; fakat aynı zamanda bir hayal kadar ulaşılmazdı.

Süreyya’nın telaşının bile ona yakıştığını fark etti. Sanki o karmaşada bile bir düzen vardı; her hareketi, bir ritim, bir melodi gibiydi. Bir an, bu anı bir daha yaşayamamaktan korktu. Ve Yavuz bu anı, o telaşlı adımların peşinden gitmeyi, unutamayacağını biliyordu. Onun bu şehirde attığı her adım, Yavuz için için yeni bir başlangıç gibiydi. O anda hissettiği her şey, bir fırtınaya dönüşerek kalbinde esti. Süreyya, hayatının sarsıntıları içinde durulmasını beklediği tek limandı.

Evinden çıkar çıkmaz ona ulaştılar ve takibe başladılar. Tam önlerinde arabasıyla yoluna devam ediyordu. Serhat, ne yapması gerektiğini çok iyi biliyordu. Aracıyla Süreyya’nın arabasının hemen arkasına yanaştı. Serhat, Süreyya’ nın şoförlüğünü analiz etmek için birkaç saniye dikkatle izledi. Sonra kusursuz bir zamanlama ile hızını ayarlayarak yavaşça arabasını yanaştırdı. Kazanın hafif olması ve Süreyya’yı sadece durdurmaya yetecek kadar olması gerekiyordu. Bir süre devam ettikten sonra, önüne geçti ve aracı durdurup çarpışmalarına sebep oldu.

İşini yaparken genellikle kontrollüydü. Arkadaşları onun kontrol delisi olduğu konusunda eminlerdi. Ama o öyle düşünmüyordu. Ayrıca öyle olmakta ne gibi bir sakınca vardı? Hiç anlamıyordu. Hayatındaki her adımı, özenle atardı. Seçim yapmaktan korkmaz ama her seçim onun kalbinde küçük bir iz bırakırdı. Süreyya, sadece güzelliğiyle değil, ruhunun derinliğiyle de etrafındakileri büyülerdi. O, mükemmellik arayışında kaybolan biri değildi; mükemmelliği, kusurların içinde bulurdu. Yaşamı, bir sanat eseri gibi görür ve her anını ince ince işlerdi. Herkesin göremediği detaylarda saklı olan anlamları arardı. Arabasını çalıştırıp giderken, müziği de açtı. Her şey yolundaydı. Ve işte sihirli kelimeler söylenmişti bir kere... Kaza yaptı; evet Paris' in en yoğun caddesinde, gideceği yere çok az kalmışken hem de! Neyse ki küçük bir kazaydı ama ünündeki araç aniden fren yaptığında duramadı.

Tam ışıkların döndüğü bir köşede, Serhat aracı ani bir frenle durdurdu. Ve Süreyya’nın aracına arkadan çarpmasına neden oldu. “Tık” diye duyulan bir ses, planın başarıyla işlediğinin işaretiydi. Süreyya’nın aracı aniden sarsıldı ama ciddi bir hasar yoktu. Süreyya bir an için ne olduğunu anlamaya çalışarak panikle frene bastı.

Defile alanına gitmesi gerekiyordu. Biraz acele etmişti evet ama yine de kendi hatası olduğunu düşünmüyordu. Aniden fren yapan önündeki araçtı. Bir anda durmuştu. Hatta sanki bilerek yapılmış gibiydi. Emin değildi, o an çok tuhaf bir hissin içini kapladığını hatırlıyordu. Sadece bir anlığına...

Süreyya, direksiyonu sıkıca kavradı ve bir anlık şokun ardından derin bir nefes aldı. “Ne oluyor şimdi?” diye söylendi kendi kendine. “Of, tam da bugün mü? Şaka mı bu?” diye homurdanarak aracını kenara çekti. Zaman akıyordu ve bu kaza, planlarını altüst etmek üzereydi.

Süreyya, endişeli ve sinirli bir ifadeyle arabadan indi. “Gerçekten mi?” Öndeki araç çok nadir bir araca benziyordu. Gerçi bunun bir önemi yoktu. Sadece ilk fark ettiği şey buydu. Sonra şoför kapısı açıldı.

Serhat, arabasından zarif bir tavırla indi. Üzerinde casual ama şık bir kıyafet vardı; Fransız bir şoför gibi görünüyordu. Araca yaklaşırken yüzüne endişeli ve kibar bir ifade takındı.

“Affedersiniz?” dedi, o an Türkçe konuştuğu kafasına dank etti ve “Ne diyorum ben. Adam Fransız muhtemelen Süreyya, sanki Türkiye' desin. Of!” derken, kendi kendine söylendiğini fark etti. Aklından, “Benim deli olduğumu düşünüyordur herhalde.” diye, geçirdi. O an tuhaf bir hisse kapıldı. “Sanki her adımda birinin bakışı ruhuma işliyor, görünmez bir iplikle beni kendine bağlıyor.” dedi, mırıltıyla. Bu his her neyse yoğun bir şeklide çevresini sarıyordu.

''Pardon." Ama bir saniye, bir tuhaflık vardı bu adam az önce bana gülümsedi mi? Evet gülümsüyordu. Ama neden?” Hemen durumu toparlayıp Fransızca konuşmaya başladı.

''Özür dilerim ama gerçekten çok acelem var. Biliyorum burada büyük bir sorun varmış gibi duruyor ama sanırım küçük bir kaza yaşadık. İnanın cidden çok acil gitmem lazım. Lütfen size numaramı verebilirim. Bu olayı daha sonra çözebiliriz diye düşünüyorum. Ayrıca herkes iyi görünüyor.'' Adam, o konuşurken tek kelime etmedi. Zaman geçiyordu ve onun acelesi vardı. “Bende bir tuhaflık mı vardı? O his hala neden benimle?” diye kendi kendini sorguladı.

''Merhaba.” Serhat, ellerini havaya kaldırarak nazik bir şekilde eğildi. “Lütfen endişelenmeyin. Küçük bir temas oldu sadece.'' Süreyya’ nın şaşkınlığı devam ederken, “Çok üzgünüm, dikkatsizdim. Lütfen beni bağışlayın.” diye sözlerini tamamladı.

''Merhaba mı? Bir saniye Türkçe biliyor musunuz?''

''Evet, affedesiniz söylemek istedim fakat telaşlı haliniz ve sürekli susmadan konuşmaya devam etmeniz araya girmeme izin vermedi.''

Süreyya hala biraz şaşkındı. O sırada kaşları kendiliğinden çatılmış olabilirdi. Telaşlı olduğunda çok seri konuşurdu. “Ne diyor bu böyle? Neyse acelem vardı.”

''Pekala.''

''O halde beni anladınız değil mi?" Kartını çantasından alıp adama uzattı. "Gitmem gerek bu numaram, kartta yazıyor. Sizinkini alabilir miyim?''

Karta baktı. ''Biz size ulaşırız Süreyya Hanım.''

''Peki, öyleyse trafiği de etkiliyoruz bir an önce yolu açalım mı?''

''Tabii Süreyya Hanım.''

Tam arabaya gitmek için arkasını dönecekken, ismini sormadığı aklına geldi. Bir an duraksadı ve tekrar ona döndü. Döndüğü sırada ensesinde bir elektriklenme hissetti. Bakışlarını adamdan, arabanın arka camına indirdi. İçerisi net görünmüyordu. Camlar siyahtı ama içeride birisinin olduğundan emindi.

Bir şeylerin ters gittiğini hissetti. Sanki karanlık bir gölge, tüm varlığını sarmış, içine sinsice işleyen bir bakış ona odaklanmıştı. O bakış, bedenine dokunmadan ruhuna işleyen ince bir rüzgar gibiydi; ürpertici ama bir o kadar da tanıdık. İçinde tarif edemediği bir his vardı; kaçmak istiyordu ama aynı zamanda o bakışın derinliğinde kaybolmak da istedi. Kimdi bu izleyen? Gözlerine görünmeyen, ama varlığını her hücresinde hissettiren bu gizemli figür kimdi?

O an içimdeki huzur ve huzursuzluk birbirine karıştı. Kendini onun meraklı pençelerinden çekip almak istedi ama... O bakış, onu ne kadar huzursuz etse de, içinde ona doğru bir çekim hissediyordu.

Bir anda silkelendi ve tekrar adama döndü. ''Affedersiniz isminiz nedir?"

''Serhat.''

''Peki Serhat Bey, teşekkür ederim.'' Devam etmek için döndü.

Yavuz Selim, arka koltuktan gülümseyerek olanları izlerken, planının kusursuz şekilde işlediğini gördü. Süreyya, onun müdahalesi olduğunu asla anlamayacaktı ama o an itibarıyla Yavuz çoktan onun hayatına adım atmıştı.

Süreyya’nın jestlerini, konuşmasını ve yüz ifadesini dikkatle gözlemliyordu. O an, onun bu doğal ve samimi halleri Yavuz’u daha da etkisi altına aldı. Panik olmuş hali, hiç susmadan konuşmasına sebep oluyordu. Masal anlatıyormuş gibi elleri kolları sürekli hareket halindeydi. Arabasına yöneldiği sırada Yavuz’ un oturduğu yere doğru birkaç saniyeliğine baktı. Yavuz, "Her adımında biraz daha yaklaşıyor bana, bilmeden." dedi, fısıldayarak.


İşte o an, Yavuz onun o sıcak bal rengi gözlerini gördü. "Sokakta yürüyen her figür bulanık, ama o net." dedi, yine mırıldanarak. Gözleri şöminede yanan ateşin sıcaklığı gibiydi. Göz göze geldiğinde, kendini o alevlerin içindeymiş gibi cayır cayır yanarken buldu ve hiç tereddüt etmeden o alevlere teslim etti. Aşık olmuştu! Çok fena işi bitmişti. Artık kalbi Süreyya' nın o ince naif parmaklarının ucundaydı... “Onu izlemek, zamanı yavaşlatmak gibi.” dedi, yüzüne yayılan tebessümle.

“Kusursuz ilerliyor.” diye düşündü. Ama aynı zamanda, kadının kendi dünyasında kalmaya devam ettiği her saniye onu daha da çekiyordu. Bu anın, Süreyya’nın hayatına kalıcı olarak girmesinin ilk adımı olduğunu hissediyordu. “İlk adım tamam.” diye mırıldandı kendi kendine. “Şimdi sıra ikinci hamlede.” Artık her şey başlamıştı. Süreyya’nın dünyasında, farkında olmadan Yavuz Selim’in planlarına boyun eğdiği an gelmişti.

Hızlı adımlarla arabaya yöneldiğinde, tam o anda o his yine içini kapladı ve arka camdan birinin onu izlediğini sandı. Biraz tuhaf hissetti. "Her adımda, peşimdeki bakışları hissetmek içimde bir fısıltıya dönüşüyor. Onu görmesem de, her nefesimde bana eşlik ediyor." dedi, orada onu izleyen biri olduğundan artık emindi. O his geldiği gibi öylece gitti... Süreyya aracına binerek, yoluna devam etti.

Yola çıktığı andan itibaren onu takip etmeye devam ettiler. Süreyya önce alanına gitti. Yavuz Selim’ de alanın yakınında olan küçük butik bir kafeye geçti. Bir kahve alıp onu gördüğü o keyifli anı düşünmeye başladı. O sırada beklemediği şey ise onun planlarının dışında gelişen ikinci karşılaşmalarıydı.

Her şey defile alanından yönetilecekti. Süreyya ajansları için özel bir çalışma alanı ayarlamıştı. Ekiple buluşup her şeyin kusursuz ilerlemesi ve bütün düzenlemelerle ilgilenebilmek için ekstra bir alana ihtiyaç duymuşlardı. Ekip güzeldi, bununla bir sorunu yoktu ancak onu endişelendiren tek şey aşırı rahat olmalarıydı.

Süreyya çok daha kontrollü bir karaktere sahipti. Özellikle işi konusunda ama burada insanlar daha rahat bazen aşırı rahattı. Bu duruma alışmaya çalışıyordu. Bu Avrupa’ da siesta dedikleri şeydi. Aslında İspanya ve Portekiz tatilinden bu duruma biraz aşinaydı. O zaman da garip gelmişti. İki haftadır buradaydı... Her biri çok önemli olan birkaç defile gerçekleştirmişlerdi. Ufak tefek aksilikler haricinde her şey yolunda gitmişti. Bugün ki defile en önemlilerinden biriydi. Hata yapma lüksleri yoktu.

Defile alanına geldiğinde, sonunda rahat bir nefes aldı. Gelmesi saatler sürmüş gibi hissediyordu. “Bugünde bir gariplik vardı...” diye düşündü, ardından bu düşünceyi kafasından uzaklaştırdı. Ekip için hazırlanan odaya geçip eşyalarını yerleştirdi. Sadece elbisesini ve ayakkabısını arabada bırakmıştı. Geri kalan tüm önemli şeyler yanındaydı.

Henüz ekipten kimse gelmemişti. Ekiplerinde erken diye bir kavram yoktu. Muhtemelen saat 10:00 ' dan önce kimse gelmezdi. Şirkette toplam on kişiydiler. Hepsi de çok renkli kişiliklerdi. Bu sektörde sevdiği şeylerden biri de buydu. Bakış açısının daha da genişlemesine sebep oluyorlardı. Hepsini seviyordu. “Umarım onlar da beni seviyordur.” diye içinden geçirdi. Bu zamana kadar kimseyle bir problem olmamıştı. Süreyya onların rahatlığına onlar da onun telaşına alışmaya çalıyor olmaları dışında her şey iyiydi.

Güvenlik ekibiyle saat 11:00' de kısa bir toplantı ayarlamıştı. Daha öncesinden tüm detayların üzerinden geçildiği bir toplantıları olmuştu ama bugün için tekrar istemişti. Güvenlik önemliydi. Ama önce kahveye ihtiyacı vardı. Alanın yakınında çok sevdiği tatlı bir kafe vardı. Kendisine kahve almak için oraya gitti.

Süreyya kafeden içeriye adım attı. Kahvesini almak için bankoya yöneldiğinde, henüz onun farkında değildi. Arkası dönük olduğundan onu rahat bir şekilde izleme zevkine nail olabilmişti

''Merhaba.''

''Merhaba.''

"Filtre kahve alabilir miyim?"

"Tabii hemen hazırlıyorum."

Bankonun başında birkaç dakika bekledikten sonra ücretini ödeyip kahvesini aldı. Alana gitmek için kafeden çıktığı sırada bir şey dikkatini çekmişti. İçeride camın önündeki masada kahvesini içen bir adam vardı. “Neydi bu şimdi?” Kaza yaptığı zamanki his yine onunlaydı. Çok tuhaftı kahvesini alırken de izleniyor hissine kapıldı.

Kafeden çıkacağı sırada, Yavuz’ un yüzünde yarım bir gülümseme vardı. Tatlı tesadüfleri yüzündendi. Çok kısa bir an ona baktığında, onun bunu gördüğünden emindi. Yavuz, o an mırıldanarak, "Zamanın içinde kaybolmuş bir tanışıklık, o an gözlerimizde yeniden doğdu." dedi.

Anlık bir şeydi yine ve geldiği gibi gitti... Tam olarak bakamamıştı ama gördüğü kadarıyla uzun boylu, saçları koyu renkti. Bir an göz göze gelmişlerdi. O an kalbi ritmini değiştirmişti. "Tanımadığım bir yabancı ama kalbim, onu önceden biliyormuş gibi atıyor." diye, fısıldadı. Hislerine anlam veremiyordu. Elini kalbinin üzerine koydu. “Sanki,” dedi, "Ona bakarken, daha önce hiç yaşamadığım ama hep bildiğim bir anı hissettim." dedi, yine kendi kendine, adımlarını hızlandırdı. Geriye dönüp tekrar bakma arzusuna engel olmaya çalıştı. “Bugün gerçekten de her şey tuhaf!” diye içinden geçirdi.

“Gözleri renkli miydi? Of, neyse ama sanki gülümsüyordu...” düşüncelerinden sıyrılıp, daha fazla üzerinde durmadı ve kafeden çıkıp defile alanına geri döndü. Masaya geçip önce kahvesinden bir yudum aldı, ardından da defterini açıp notlarının üzerinden geçmeye başladı.

Loading...
0%