Yeni Üyelik
33.
Bölüm

33. Bölüm

@nicotesy

Selamlarr.... kimler geleceğimi biliyordu bakalım?

Bu bölüm için heyecanlıyım, en çok yorum buna gelmezse... ben bir hafta yokum. Depresyona giriyorum çünkü.

(yazım hatalarım varsa da kusura bakmayın, ben hiç yazdıklarımı okuyup düzelten biri değilim, sonra kendim görürsem anca öyle)

neyseeee, iyi okumalar ballar.

...

"Affetmek öfkenin zararından, nefretin bedelinden ve ruhları yıkımdan kurtarır."

...

Bölüm 33: Ben hiç çocuk olmadım, ben hiç aslında hiç sevilmedim, yine de hep kurtarılmayı bekledim.

"Beni kendine çaresiz bırakıyorsun omegam."

Söz ayasından düşen dilinin içimde kirlice itiraflara, katlanılması zor olan bu bağın güçlenmesine sebep olurken, erken diye direttiğim kendimi onun kollarından silkeleyerek çıkarmaya çalışmak öylesine güç bir hale gelmişti ki hasrete yenik düşmüş dudaklarım o sevgiyi usulca işliyor olduğu dudaklarından varmışçasına öptüm. Korkak, çekingen, bastırılamaya çalışan herhangi biri. Eminim o da farkında değildi, kalbimdeki yaraları kanatıyordu. Benim arzuhalle sürülü sevgiyi, o bana biraz olsa değer verdi diye apaçık ediyordum. Keşke, sağlam bacaklarımın kadri onu gördüğü anda zangırdamayı kesebilselerdi ve ben kendime verdiğim sözleri onun öpücükleriyle bir yutmak zorunda kalmış olmasaydım.

Ama çabaladım, soluklarımı kalbime eş değer kıldığım vakit.

Güçsüzleşen başım onun göğsüne düştü. Sırtıma çıkardı belimde duran parmaklarını. Yavaşça okşuyordu. Kurdumun eşinden görmüş olduğu bu sıcaklıktan ötürü kendisini güvende hissediyordu. İliklerine kadar onun kokusuna bulanmıştım. Bu gözlerimi yaşartıyordu. İçine düştüğüm bu çukurda, beni en çok yakacak olana yaklaşıyor, ondan medet umuyordum zannımca.

O zaman ikimizden de ses çıkmaması iyi bir şeydi. Bu en azından sorumluluğunu üstlenmek zorunda kaldığım ilk adımdan ötürü kızarmama izin vermiyordu. Çünkü saklamıştım. Kalbinin üzerinde duran başım onun sert kalp atışlarına eşlik ediyordu. Benimkiler de öyleydi. Benimkinin onu hissettiğim gibi hissetmemesini dilerdim.

Ne kadar istesem de kollarında mayışmış, uykumu getirmişti kollarının sıcaklığı. Kokusu, beni rahatlatmak için aynı rotadan sapmayan sahiplenici parmakları.

"Uykun mu geldi," diye sordu sessizce. Beni rahatlatmıştı, isteyerek. Feci şekilde kendimi utanırken bulmuşken sesimin beni ele vermesinden korktuğumdan sadece göğsünde dinlenen başımı sürttüm ve onayladım onu. Saçlarımın üzerinden bir öpücük bıraktığında iç çektim. Bunlar benim hep eşimle olmasını istediğim hayallerimdi ve o öylece bana yaparken, beni nasıl burktuğundan veya heyecanlandırdığından haberi yoktu. İçimde nasıl da olmaması gereken yasak bir duyguyla boğuşmak zorunda kaldığımdan.

"Akşam yemeği vakti geldi, aç olmalısın. Uyursan... seninle yemek yiyememem." Dediğinde, isterdim ki beni beklemesini ve öylece beraber yemek yemeyi teklif etmesini. Bunun beklentisine girmiş olmanın kaş çatıklığını yaşadım. Neden buna alınmışım gibi içimde bir sancı vardı, kafamı kaldırırken ondan uzaklaşırsam kendimi toparlayacağımı düşündüm. "Sorun değil, çok da aç değilim zaten." Dedim, çünkü her ne kadar olursa olsun aşağıda duran kurtlar sofrasına inmek istemiyordum. Bir taneyken şimdi üç kişinin iğrenç kişilikleriyle çarpışmak zorunda kalacaktım.

Yüzümü bu durum için astığımın farkında bile değildim.

"Jungkook, belinin inceliği her ne kadar hoş olsa da emin ol bana bu sağlıklı bir zayıflık değil." Diyordu, kızmaktan ziyade küçük bir çocuğa verilecek uyarıcı öğütler gibi. "Öğünlerini ara sıra atlattığının da farkındayım. Öncesinde buna sebep olduğum için özür dilerim. Şimdi sana kaybettiğin her şeyi geri vermeyi inan bana çok istiyorum. Ne yapmam gerektiğini bilmesem de daha öncesinde de dediğim gibi, ancak sen izin verdiği sürece sana o denli yakın olabilirim."

Dilimin ucuna kadar gelen gerçeklerle cebelleşiyordum. Bunu yaparken kollarından çıkıyordum. Sanırım onun yörüngesine girdiğim an, ben daha fazla duygusal ve kendimde bulamadığım o gücün esiriydim. Zayıftım. Her ne olursa olsun, o her şeye rağmen bir şekilde benden daha baskın geliyordu bazı noktalarda.

"Ailen benden hazzetmiyor. Kız kardeşin hariç. Ve şimdi de diğerleri var tabi," diyerek gözlerimi kaçırdım. Bir şeylerden dolayı mırın kırın eden o insanlardan hiç olmayı istemezdim. Ama gerçekler şu anlık böyleyken, bile bile giderek sinirlerimi bozmak istemiyordum. Onun da bensiz orada olmasını hiç istemiyordum. Her ne kadar yanımda o kızın ağzına gereken payı vermiş olsa da pişkin duruyordu. Annesinin yapacaklarını artık bilebilirken, halasından çekindiğini her iki ağızdan da duymuşken buna hazır değildim işte.

Ve o da beni anlamış gibi yanımda salınan ellerimi iki eliyle geniş avuç içlerinin arasına aldı. "Ben..." diyor ve dudaklarını diliyle gergince gezdirirken kendisini doğru kelimeler ararken buluyordum. "Jungkook, beni kardeşlerimde sevmiyor. Annem ise koruduğunu söyleyerek aslında hiç sevmeyeceğim işler yapıyor." Diyerek itirafının sunuyordu. "Bazı zamanlar asla oturmayacağım insanlarla oturmak ve karşı karşıya kalmak zorunda kalıyorum. Ama asla onlardan kaçmıyorum. Yüzleşiyorum."

Sol ellimi usulca avuç içlerinden çıkardım ve kaldırdım. Bana yoğun bakan ve korumacı sözlerle aşağıya inmem için ikna etmeye çalışan sözlerin ondaki parıltıların tam tersi olan sol gözünün altındaki hafif belirgin duran yaranın üzerine dokundum hafifçe. Sanki taptazelerdi ve ben onun canını yakmaktan endişe duyuyordum. Bunu yaptığım vakit dudaklarını birbirine sertçe bastırdı. Kurumuş gözlerinin içleri ışıldadı. Şüpheye çekilmiş gözlerimdeki acıma duygusunu saklamaya çalışmak o sırada öyle güçtü ki bunu anlamamasını umdum. O benimleyken yumuşak kılmaya çalıştığı yüz ifadeleri, eski yerlerini almıştı, sertti ve kaçmak istiyordu. Bilebileceğim şeylerden korkuyordu. Gördüm, çok kısaydı ama gözlerinin içine öylesine içten bakmıştım ki yakalamıştım o ifadeleri.

"Yüzleşmek ve kabullenmek ayrı şeylerdir Taehyung. Buna emin misin? İncindiğin kadar incitmeyeceğin konusunda," dediğimde, kafasını geriye çekti. Yana çevirdi. Dişlerini sıkıyordu. "Bana acıma, bu canımı acıtıyor," diyordu. Gözleri karşıya dikilmişlerdi. "Bir daha oraya dokunma," dediğinde derin bir nefes aldı ve boğazıma kadar dolan düğümü çözmeye çalıştı. Oysa çok geçti bunu yapmak için. "Kusurlarım seni yeterince mahvetti. Ona dokunarak daha çok yakma canını. Senin üzülmeni, bana acımanı ve o acıyla beni sarıp sarmanı istemem. Bunun yerine benden her daim nefret ettiğini söylemeni yeğlerim."

"Amacım bu değildi." Pişman olmuştum yaptığım davranışım için. Bunu neden bu kadar umursuyordum ki. Ona değer biçmeye başladığımdandı. Kendime lanetler etmeye başlamıştım içimden. Bana bakıyor olması da ayrı bir ağırlık bindirmişti yüzüme. Yapmayacağımı sandığım şeyi yapıyordum şimdi de. "Yemek yiyelim hadi, benim için değilse de sen bu evin başısın. Misafirleriniz de yakın akrabalarınız. Seni görmemek rahatsız eder onları muhtemelen."

Ona karşı ikna olmuş gibi konuştuğumdan, "Anlayışın için teşekkür ederim," dedi, rahatlamış görünüyordu. Açıkçası aramızda üstü şu anlık kapatılmış olan konunun her ne kadar üzerine gitmek istesem de o buna hazır değildi. Kimseye anlatmadığını varsayarsak bana söylememesini de normal karşılamalıydım.

Bu nedenle, "Teşekkür etmeyi öğrendikten sonra sürekli söylüyorsun, gözümden kaçmıyor," dedim, sanki onu bu konuda yüreklendirmeye çalışıyordum, öğrencisini tebrik etmek isteyen ve motive vermek isteyen bir öğretmen gibi. "Bunu fark etmemenden endişe ediyordum aslında." Dedi ve gözlerini açıp kapattı. Bocalar gibiydi ve romantik olmaya çalıştığını düşünmeme sebep oldu. "Ama bir tek sana yapıyorum, sözleri kullanıyorum yani."

"Diğerlerine de yapmalısın ama," diye söylendiğimde, kesinlikle bundan memnun olmadı. Kaşlarını yine çattı. Sanırım bunu yaparken kendisini düşledi ve bunu pekâlâ rahatsız etti. "Bu garip durur bende."

Bunun normal olduğunu nasıl ifade edeceğimi çözememiştim bile.

Garip diye nitelendiği şeyi ben ona, "Nezaket sahibi olmak mı?" diye sorduğum da kafasını salladı. "Her ne diyorsan ona," diyor ve sanırım, istediğim şeyi gerçekleştiremediğini anladığından veyahut ne düşündüğünü, hangi düşünce öbeklerinde bir düşman kesilmişti bilmiyordum ama o kaşlarının sürekli çatılı durması beni geriyordu. Eğer aramızda geçen şu konuşmayı bilmiyor olsam ve sadece uzaktan ona bakıyor olsaydım, çok korkar ve çekinirdim.

Ama içindeydim durumun. Çekinmeden, içten içe hep yapmayı istediğim şeyi yaptım. İki elimin baş parmaklarını kaşının iki tarafına koyup onları düz durması için çekiştirdim. Şok olmuş gözlerle bana baksa da "Şu kaşlarını çatmazsan daha iyi duracaksın," diyor, o daha da çatmaya başlattığı kaşlarını bunu söylemem ile düz tutmaya, daha doğrusu kaldırdığı kaşlarıyla onların şu anda çatık durmadığına inandırıyordu kendisini.

"Kötü mü görünüyorum?" dedi ama bu sözler esprili değil, sessizdi. "O yüzden mi dokundun oraya ve düzeltemeye çalıştın?"

Vereceğim cevabı hayat memat meselesiymişçesine dikkat ederek gözlerime bakarken, aniden üzerimde kurduğu duygusal baskıdan ötürü gözlerim kırpıştı. "Ne," dedim şaşkınlıkla. "Hayır hayır, onun için değil."

"O zaman bu beni beğeniyor musun demek oluyor?" dedi, dudaklarının altında sırıtmak isteyen ifadeler varken. Beni zan altında bırakmaya çalıştığı durumdan ötürü onu terslemeye çalıştım. "Yok öyle bir şey demedim ben."

Tek kaşını kaldırdı. "Çirkin miyim yani ben?" dedi ve yüzüne baktığımda, onun gözüme çekici gelen ve maviliklerinde boğulmak üzere bir çekim gördüğümü asla söyleyemezdim. Kızarıyor olduğumu görmesine rağmen benimle uğraşması hiç hoş değildi. Küçük, çevik olmayan yumruğumu gelişi güzel göğsüne vurdum. "Uğraşma benimle, tamam mı?" dedim biraz bağırarak.

Sonrasında odayı muhteşem bir dolulukla aydınlattığı gülüşleri döküldü. Dumura uğradım, onun o içtenlikle gülen yüzüne bakarken. Bir anda sarsılan bedenindeki o yüzü, öylesine genç ve cıvıl cıvıllardı ki gözlerim onun her bir anını hatıralarımda iz kalacak kadar izledim.

Neden, bu sıcacık hissettirdi? Her şey yolundaymış gibi. Yaşıyormuşum gibi.

Ne kadar garip ve ne hayret edilesiydi durdurmaksızın yaşadığım şeyler.

Ve onun sakinleşmiş gülüşleri, ağır ağır aldığı derin nefesleri kapanmış gözlerini yavaşça açarken yüzüne tebessüm ederek izledi. Sonra birden, "Gülünce ortaya çıkan gamzelerin sana çok yakışıyor," dedi, yutkundum. "Teşekkür ederim." Dedim. Ve o eğilerek dudaklarını tam olarak dudağımın sağ tarafından yanağıma gelecek şekilde öptüğünde, bir kelebeğin ayak izi kadar kondurmuştu.

Yüreğime art arda yediğim darbelerden ötürü nefes almak güçleşiyordu.

Bu adam benim aklımı bozuyordu keza kalbimin onun kalbiyle bağ kurduğu gerçek bir bağ vardı. Artık o daha fazlasını yapıyordu. Sadece yüreğimde eş olduğumuz için duyduğum yakınlığın getirdiği zayıflığın yerine bu şekilde davranarak beni kendine çekiyordu. Biliyordum, çünkü kurdumun heyecanını hissediyor, mideme tekmeler atıyordu.

"Yine de benden başka kimse görmesin bunu. Bildiğin üzere ben nezaket sahibi değilim, daha sonrasında ne olur hiç bilmiyorum." Derken, açık açık kıskanacağının imasını yapıyordu bana. Pekala, bu kadarı bana fazla ağırdı.

"Hıhım..." dedim ve kendimi bu sözler arasında heyecan uyanan halinden kurtarmayı istediğimden, "Acıktım," dedim ve o da "Ben de" dedi ama bu sanki hiç de acıkan bir insanın diyeceği türden değildi.

Yanlış anlamaya mahal görmedim. "Gidelim hadi," diyerek yürümem için beklerken sessizce denileni yaparak kızaran, çünkü yapmış olduğu o imayı anlamıştım, dili dudaklarını sürekli tarumar ederken anlamamak zor olmamıştı ve bu da beni feci şekilde utandırmıştı, bu nedenle kafamı eğdim.

Merdivenlerden yan yana iniyorduk. Sanki yukarıda aramızda duygudan duyguya geçen bizler değilmiş gibiydik. Öncesinde sıcak, yumuşak, hassas ve sonrasında anlayamadığımız kadar normal duran bir ilişkinin içinde. Ama anladım ki, her ne kadar aşağıya iniyor olsak da sanki ikimizde bunu istemiyor gibiydik. O düşünceli, sessiz ve katı duvarlarını yine bedenine tasdiklemişti.

Ve o merdivenlerden indikten sonra yukarıda olan dünyamız kalabalıklaştı.

"Yanımda ol daima," dedi ve benden daha önde hareketlerle ilerlediğinde, hazırlanmaya devam eden sofrada Geong ablayla birlikte diğer yaşlı teyze yardımcı oluyor, annesi orada durmuş onları yönlendiriyordu.

Masayı gören oturma gruplarında Eun ve Taehyun bir şeyler konuşuyorlardı. Halasının yanında Jennie oturuyor, yüzünde hep aynı gülümseme ile yanında duran kadını dinliyormuş gibi yapıyordu. Çünkü birinin sohbetine katılan Jennie asla abartılı tepkiler vermeden müdahil olduğunu, ilgili olduğunu göstermeden duramazdı. Ne anlattığını bilmiyordum ancak bakışları hemen bize doğru çevrildi. Daha çok Taehyung'a doğru.

"Gel evladım," diyerek o ağır sesiyle Taehyung'u yanına çağırdığında yutkunmuştum. Nedense içimde kötü bir his vardı. Özellikle Taehyung, "Hoş geldiniz halacığım," derken, beni bile şaşırtacak kadar nazik ve kibardı. Kadının önüne geçtiğinde, eğildi ve selam verdi. "Uzun zamandan sonra sizi görmek ne güzel. En son ki rahatsızlığınızdan ötürü endişelenmiştik sizin için."

Öylece ayakta durmuş onları izliyordum. Kimse benim varlığımla ilgilenmiyordu ya da ben o ikisi dışında kimseye bakamıyordum. Eğer bakmış olsaydım ilk anda, annesinin ben sana demiştim bakışları, Eun'un pişkin egolu gülüşünü, Taehyun'un ben neden buradayım diye sorgulayan halini ve Jennie'nin bu durumdan dolayı üzüldüğünü fark etmiş olurdum. Bunları dikkatim dağıldıktan sonra seçebilmiştim.

"Ziyaret etmeni, tıpkı evlenmeden önce benden aldığı izin gibi bir geçmiş olsun dilemeni de beklerdim Taehyung. Sana biraz kırgınım," demişti. Alıngan değildi, aksine öylesine çetrefilli ve sertti ki, sadece sırtından izlemek durumunda kaldığım Taehyung'un şu anda nasıl bir yüz hatlarına sahip olduğunu bilmeyi çok isterdim.

"Farkındayım, telafi edeceğim." Dedi, Taehyung.

"Etsen iyi olur," diyerek kaşlarını çatarken oturuşunu düzeltti. "Bu sofra neden halen hazır değil, neden bu kadar bugün yavaş her şey, ben gittikten sonra bu evin düzeni bu kadına geçerse olacağı bu olurdu zaten," diye söylendiğinde annesinin gergin yüzü, sahte gülüşle bastırmaya çalışması içler acısıydı. "Hazır, hazır. Konuşmanızı bölmek istemedim."

"Biz bir aileyiz gelin hanım, konuşmanın devamını sofrada da devam ettirebiliriz."

Kadın ayağa kalkınca, diğer hepsi de kalkmıştı. Taehyung'un yüzünü o zaman görebilmiştim. Aynı renkte duruyordu. Düz ve o çatık duran kaşlarıyla. Bu her şey yolunda demek olmalıydı. Korktuğum şeyin olmamasına sevinerek, yemek masasına yöneldiklerinde kendimi bir anda bu kuru kalabalığın içinde yapayalnız ve görünmezmişim gibi hissettim.

Eğer Taehyung masadaki yerini aldığında, benim yerime geçen Eun'un hamlesini görene kadar.

"Orası eşime ait," diye uyardı onu. Sonrasında tam olarak gözlerimi buldu. Tek dudağı kıvrıldı. "Jungkook, gelir misin buraya," diye çağırınca, bana tek güvenli yermiş gibi duran gözleri haricinde başka bir yere bakmadan sağ tarafında kalan sandalyeye oturdum.

Bugün yerler değişmişti. Karşımda annesi değil halası vardı. Annesi hemen onun yanında oturuyor, onun diğer yanında ise Jennie vardı. Yanımda Eun, onun diğer yanında ise Taehyun. O kadar sıkıcı ve boğucuydu ki, keşke buraya inmiş olmasaydım dedim. Çünkü acıkmış olmama rağmen bu insanların gözlerinin altından beni durmaksızın iğneleyen bakışlarından ötürü kendimi diken üstünde hissediyordum.

Ve aynı karşı duran bakışları onlara da vermeyi istiyordum. Sanki bunu yaparsam Taehyung'un başına bela olacaklardı bunlar. Bunu ön görmemek için aptal olmaya gerek yoktu. Masadaki üç kişide birbirinden entrikalı ve kaos dolulardı.

Servisler başladığında karşımdaki kadın yüzüklerle donattığı elmas parmaklarını birbirine geçirdi. Taehyung'a döndü. "Bu evlilik haberinden sonra," diyerek konuya girdiğinde gözlerimi yummak istiyordum. Bu kadar hızlı başlamak zorunda değildi. "Senin hakkında astı astarı olmayan çok şey duydum, gelecektim buraya zaten, sadece dediğim gibi iyileşmeyi bekledim."

Taehyung donuk gözlerle ona bakıyordu. Gözlerim beni bu katı sözlerin karşısında teskin edecek bir görüş içindeydi. Annesi tek kaşını kaldırmış başını dimdik tutuyordu. Yanımdaki kız bile sessizdi ve Jennie dudaklarını dişliyordu.

"Duyduklarınızı boş verin," diye geçiştirdi Taehyung. "Yemeklerimiz soğumasın. Buradaki ilk akşam yemeğiniz, hoş geçmesini dilerim."

Çorbasından bir kaşık alarak içmeye çalıştı. Ama yemin ederim gözlerim sürekli onun üzerinde oyalandığından neredeyse bir an için ellerinin titrediğini görecek oldum.

"Hoş geçmesini bende dilerdim ama biliyorsun ki ben bu hayatta çok şeye önem veren biri değilim, bu sofrada dahil." Diyerek yemeği bahane ederek konuşmaktan kaçınan Taehyung'u sıkıştırmaya çalışıyordu. "Gurur Taehyung, atalarımızdan gelen bu gururu ve hataları konuşalım istiyorum. Biz bir aileyiz sonuçta. Herkes her şeyin farkında ve bilincinde," diyerek hep soğukkanlı tuttuğu sesinin yönünü kendisiyle birlikte bana çekti. Koyu bakışları parıldıyordu. "Özellikle bu omega eminim ki biliyordur. Neticede hayatına girdikten sonra her şeyi yanlış yapmaya başladın. Zayıf biri gibi."

"Hala, bu konuşmanın yeri burası değil." Diye uyarsa da kadın sırtını sandalyeye yasladı. O konuştuğunda kimseden çıt çıkmıyordu. Nefes almak gözüne batacakta her an birini boğazlayacakmış gibi kaba duran, soğukkanlı ve donuk bakışlara sahipti.

"Biz bir aileyiz Taehyung. Kızıma nasıl eşin olduğunu vurguladıysan, buradakilerde senin kanından olduklarına göre her türlü bu konuşmaları yapacak bir yerdeyiz biz."

Taehyung'da aynı şekilde sırtını sandalyeye yasladı. Kadın onun usluymuş gibi duran tavrını inceledi kısacık sürede. "Neden hıncını alman gereken kişilerden almak yerine hata yapıyorsun. Albay beni arayıp seni şikâyet ediyor Taehyung? İnsanlar bizlere itibar etmeyi bırak, saygısızlık yapacak kadar yüzsüzleşiyor. Ve bunu senin yüzüne de yaptılar kaç kez." Sonrasında eğildi. Taehyung'un gözlerinin içine bakıyordu. Taehyung'un sertçe yutkunduğunu gördüm. "Sana ihanet edenleri, yalan söyleyenleri, saygısızlık yapanları, zayıf gösteren herkesi öldürmen gerektiğini bilirken, bu ucube neden benim karşımda oturuyor ve benimle yemek yiyebileceğini sanıyor Taehyung? Derhal açıkla bunu."

Taehyung'un öfkesini görüyordum. Ama bastırmaya çalıştıkça katlanıyordu. Kendisini kasarken, dişlerinin arasından konuşuyordu. "Onun bir suçu yok çünkü." Diyordu benim için.

Kadın dudaklarını aşağıya bükmüştü. Diğerlerinin bu iğrenç, yükselmeye ramak kalmış bu duruma neden müdahil olmadıklarını anlayamıyordu. Her biri sadece diken üstünde durarak duruma seyirci oluyordu. Hoş şu anda benim yaptığım şeyde bu değil miydi?

"Diyelim ki yok. Öyleyse niye o zaman abisi olacak kişiyle, kardeşin hayatta."

Kanım dondu. Bunu isteyen bir aile üyesiydi. Gözlerim açıldı, bedenim titreyecek gibi oldu. İlk kez annesi ile aynı tepkileri veriyorduk. Kadında en az benim kadar tedirgin olmuş şekilde yanında duran kadına bakıyordu. Taehyung kalınlaşan sesiyle, "Yeğenini öldürmemi istiyorsun?" dedi. Kelimeler baskınlaşıyordu.

Kadınınki de öyle.

"Sen birilerini öldürürken ayırt etmezsin Taehyung. Bu tıpkı sana silah tutmayı öğrettiğimde karşındaki boş şişeye vurman kadar basit ve değersiz olgular. Bazı insanlar yaşamayı hak etmez."

"Bizler Tanrı değiliz hala," dedi. Yüzündeki o soğuk hareler, kadın onun yüzüne konuşmayı sürdürdükçe anlamadığım bir şekilde onu rahatsız edecek sözler kullandıkça bacaklarım kasılıyordu. "Sen öylesin. Sen bir Delta'sın. Sen bir Azrail'sin Taehyung."

Taehyung ona bir karşılık veremedi. Düşünceye dalmış bakışlarının önünde korkunç bir şeyler görmüş gibi, mavi irisleri içindeki koyu lekeyi büyütecek kadar çok ufalıyordu. Boynundaki damar seğiriyor, esmer teninin altında yatan gövdesindeki ısısının yükselebildiğini seçebiliyordum.

Onun suskunluğunun verdiği rahatlıkla kadın önündeki bardaktan gevşekçe suyunu içerek konuşuyordu. Oysa ben bile bu duydukları yutamıyor, ağzımın içi kupkuru kalıyorlardı.

"Şimdi de öyleymiş gibi davran ve" dedi, o insanın için bir bıçak gibi kesen ince dudaklarını ayırdı birbirinden. Cam bardağı masaya bıraktı. Beni parmağıyla işaret etti. Sözler kadar yine bakışların hedef noktasıydım. "Bu çocuğu merhamet edip kapı dışarıya mı atıyorsun yoksa öldürüyor musun karar ver hemen şimdi?"

"Bunu yapmayacağım," dedi Taehyung, kendisini sıkıyordu. Bir eli masanın üzerinde duruyordu. Avuç içlerini parmaklarıyla ortadan ayıracakmış gibi sertçe baskılıyordu. Onu bu halde görmek istemedim. Neden herkes, onu o olmaya çalışmak zorunda bıraktığı kişi için sürekli hırpalıyorlardı. Bir görünüş vermişlerdi ve o görünüşe tabi olmak zorundaymış gibi suçluyor, kendince kurguladığını sandığım değeri ve bu değerlere olan takıntısını aslında kendisi değil de başkalarının yapmaya çalıştığını anlıyordum.

Ve kadın, işliye işleye onu en kıskıvrak bırakan, öfkesini tetikleyen cümleleri sıralıyordu. "Seni zayıf kılıyor. Seni aciz yapıyor. Ne acınası. Yaşadıklarını hak ediyorsun da gerçekten." Dediğinde, dayanamadım. Taehyung'a baktığımda, onun kurdunun o hırpalanması ve yükselen feromlarını hissederken, yüreğim acı içindeydi. Onu hissedebiliyordum. Kalbimi ikiye ayıracak kadar duran acı çekişini ilk kez bu kadar net hissediyordum.

Bu gözlerimin içini yaktı. Ağlamamak için titreyen dudaklarım, dayanamadım. Karşımdaki kadının bu sözleri beni bile çıldırtmış, insanlığımla burun buruna getirmişti. "Siz ne korkunç birisiniz," dedim, tüm vücudum zangırdıyordu. Gözlerimde dehşet vardı. Bu vahşet dolu sözleri öylece söyleyen bu insana karşı. Kadın bana öyle bir sert bir bakış yolladı ki, Taehyung hemen masanın altından elimi bulup tuttu. Avuç içleri bir ateşin köze dönmüş hali gibiydi. Benim gerginlikten buz tutmuş tenimi yakıyordu. Bu dokunuşuyla hızlıca kafamı ona döndürdüm. Gözlerimin içine yalvaracak kadar anlamlı bakıyordu. "Jungkook sen karışma," diye uyardı beni. Bunda art niyet değil, bu kadının potansiyelinden ötürü yapıyor olduğunu anlamıştım.

Keza kadın da aynı şekilde ama kesinlikle art niyetle, "Bence de karışma. Senin gibi birinin burada konuşmaya hakkı yok," dediği gibi bakışlarını üzerimden çekerek Taehyung'a baktı direkt. "Bu iş çok uzadı. Acilen şu bağı kopartacağız. Yarın şamanı çağırıyorum ve bu maskara da burada bitiyor. Senin için düşündüğüm kişiyle evlenecek ve yanına yakışır biriyle dolaşacaksın. Bir daha senin ve zayıflıkların için kimse beni aramayacak, yaptığın zararları ne duymak ne de bilmek istiyorum Taehyung. Bu sana son ikazım. Sözüme itaat et çocuğum. Çünkü ne olacağını biliyorsun."

Bu sözler karşısında hiçbir şey hissedemiyordum. Ancak Taehyung'un parmaklarımda duran parmakları kasılıyordu. Çenesinin gölgesi artmış, gerilmişti. "Artık sizin kurallarınızla değil, kendi kurallarımla yaşıyorum. Bunu kabullenin artık." Diyerek sesini daha fazla yükseltti.

Aynı şekilde kadın ona bağırmaya başladı. İrkilerek Taehyung'un elini sıktım.

"O çocuk için mi beni karşına alıyorsun şimdi de? Zavallı kurt seni... sen küçüklüğünde de böyleydin ama." Diye üzerine geldi, Taehyung öyle bağırdı ki masadaki herkes irkildi. "Yeter, yeter artık."

Bu durumdan etkilenmeyen, rahatsız olmayan aksine memnun olan tek kişi karşımda duran kadındı. Put olmuştum ve yanımda huzursuzca kıpırdanan Eun denen kıza dikkat edemiyor, Jennie'nin göz yaşlarını silmeye çalıştığını bile anlayamıyordum. Taehyung'un artan feromları herkesin ciğerlerini yoracak kadar nefessiz bırakıyordu.

Halası, "Yarın bu işi hallediyorum ve sende tek bir kelime etmiyorsun. Ve çek üzerimizdeki şu lanet feromlarını. Senin kusurluluğunu hissetmek istemiyorum. Gerçek bir erkek bile değilsin," diyerek bağırdı ve kafasını sanki ondan midesi bulanır gibi büzüştürerek onda taraftaki yönden çekti.

Taehyung kendini tutamayarak ayağa kalktığında, gözlerinin kırmızıları ortaya çıkmak mücadele içindeydi. Korkutucu duruyorlardı. Masanın örtüsünü avuçlarına alırken, çekerek bağırmaya, evin içinde yer alan herkesi baskınlığıyla bastırmayı başarıyordu. "Bir daha, her kim olursa olsun... Benim olduğum masada bana sesini yükseltirse, kurdumun pençeleri ile boğazlarım onu." Dedi ve özellikle halasına döndü bakışları. "Sen hala, sakın bir daha onun hakkında ağzını açma." Dediğinde, az önce boşta bıraktığı elimi tekrar tuttu ve ayağa kaldırdı. "O benim eşim ve kurdumun sahibi."

Herkes bizim el ele tutuşan halimize bakıyordu.

Kadın delirmiş gülmeye başladı. Masada bir anda tek rahatlamış görünen Jennie'ydi.

"Aşık mı oldun? Cidden mi?" dedi gülmeye devam ederken halası. "Hastalıklı genine bir gen daha, harika. Aferin oğlum. Sakın ama sakın yine dizlerime gelip ağlama. Sana bu sefer iyilik yapmam. Acımam da."

Bu yaptığı tehdit neydi bilmiyorum ama Taehyung beni kendisiyle birlikte oradan sürükleyerek odaya çıkarıyordu. Boğazındaki hırıltıyı duyabiliyordum. Onun bu halinden korktuğum içinde ağzımı açamıyor, sakinleşeceğini umarak sadece ayak uydurmaya çalışıyordum. Çünkü merdivenlere bastığı her adım zemini dövercesine sertti.

Odaya girdiğimizde elimi bırakmıştı. Çenesini sıkıyor, kendini durdurmaya çalışıyordu.

Onu böyle görmek, böyle görerek öylece seyretmek o kadar çaresiz hissettirdi ki ona yardım etmek istiyordum. Bunun için ne yapabileceğimi bile bilemezken, "Taehyung, iyi misin?" dedim. Ona yaklaşmak istedim. Ama elini bana durmam için uzattığında, elleri titriyordu. "Ben, ben biraz hava almalıyım. Onu zapt edemiyorum," diyordu dişlerinin arasından. "Ondan korkmanı istemiyorum. O yüzden ben biraz hava alacağım. Sende sakın bu olanları düşünme. Uyu, rahatça uyu. Kimse sana dokunamaz, önünde ben varken."

Buna ihtiyacı vardı ve konuşurken yüzüme bile bakamıyordu. Bunu dedikten hemen sonra odadan çıkıp gittiğinde, dizlerimin yılgınlığı ve kalbime bıraktığı ağrı çok gerçekçiydi. Beni iki büklüm bırakmıştı. Nereye gittiğini ve nasıl sakinleşeceğini merak ediyordum. Kalbim onun kurdu yüzünden öyle çok etkilenmiş ve hırpalanmıştı ki kendim kurdum, bir eş duygusunun vereceği yoksunluğu yaşıyordum.

Gidişini görmek için pencereye doğru ilerledim.

Evet onu görüyordum. Hızlıca yürüyor olmasını, bu soğukta sadece üzerindeki takımıyla avluda yürümesini. Adamları etrafına dolanırken, bir anda bir fare sürüsü gibi kaçışını. Ama arabalara doğru gideceğini sandığım öfkeli adımlar, dağa doğru gidiyordu. Çitlerden atladığını gördüm. Sonrasında karanlıktan bir parça olduğunu.

Gerçekten birini o vakit umutsuzca beklemek, beklediğinin karşılığında ne olduğunu bilemeden öylece yatağın içine değiştirdiğim üstümle uzandım. Üşüyordum. Yorganın altına sığınmış, perdeleri açarak ay ışığının bu bıraktığım karanlıkta bana yol olmasını dilemiştim.

İçim içimi yedi. Uzun vakit denedim. Onun gelmesini. En sonunda saat en karanlık vaktini aldığında, uyuyakalmıştım. Ama bu uyku sanki bir dakika öncesine ait gibilerdi. Çünkü beni karanlığımdan hızlıca çeken iniltileri duydum. Ürpererek gözlerimi açtığımda, hemen onun koltukta uyuduğu yere baktım. Kolu başının üstünde duruyordu. Üst bedeni her zamanki gibi çıplaktı. Altında ise kumaş pantolonu. Ağladığını düşündüm. O ağlayamazdı? Kâbus görüyordu yine. Ne zaman gelmişti ve uyumuştu? Yine onu uyandırsam, bana zarar mı verirdi?

Bunu karmaşası ile yataktan sıyrıldım hızlıca.

Çıplak ayaklarım ona doğru sessizce yaklaştı. Gökteki ay onun tenini aydınlatıyordu. Kan vardı orada. Tırnak izleri. Kendine zarar vermişti. Parmak uçlarındaki o kanı seçebiliyordu. İki göğsünün arasında ter damlacıkları vardı. Ama beni en çok dumura uğratan, yanaklardan aşağıya süzülen göz yaşları, inilti ile kıpırdanan dudaklarıydı.

"Bir daha karşı gelmeyeceğim," dedi, o kadar sessiz ve nefes sesine karışmışlar gibiydi ki dayanamadım. O gördüğü şeylerin şu an o kadınla alakalı olduğuna emin olmuşken, bana zarar vereceği ihtimaline dayanarak, dizlerimin üstünde eğildim. Saçlarını okşadım. "Taehyung," dedim. "Taehyung, senin uyanmana ihtiyacım var."

Benim varlığımı hissetsin isteyerek feromlarımı açığa çıkardım. Bunu ilk kez ona karşı isteyerek yapıyordum. Durulan gözleri beni yavaşça bulduğunda, buruk ve kan çanağına dönmüşlerdi. Ancak gözleriyle etrafa baktığında, anlamıştı şu anda neler olup bittiğini. Çekinerek kendisini toparlayınca ona alan sağladım. Yüzünde kalan yaşları sildi hızlıca.

Ona bakıyordum, anlamlar ararcasına.

Belki de doğup biraz büyüdükten sonra çocukluğunu şurada burada gelişi güzel geçirmiş, genç bir delikanlı olamadan birdenbire yaşlanmıştı ruhu. 'Ben hiç çocuk olmadım' demiştir içinden. Koyu gür saçlı yüzünde şekil değiştirmekten yorulmuş bir ifade vardı. Nasıl elde edildiği belli değildi bunun, kahır dolu gibiydi ama başka bir şeydi de belki. Sarkmaktaydı bu yüz. Ağırdı. O, acı mümkün olduğu kadar kendi içine aksın diye yüzünü önüne eğmişti.

"Sende biliyorsun artık," dediğindeki o yorgun sesi, öyle acıklıydı ki yutkunamadım bile. "Aslında ne kadar korkak ve zayıf olduğumu. Aslında yaraladıkça iyileşeceğini sanan bir aptal olduğumu."

Bir hançer gibi saplama, savuran gözlerini yüreğime. Bana bir anda öyle bir baktı ki, kalbimi avuçlarımın arasında sıktım. Ona destek olacağımı sanarak yanına oturdum.

"Ben öyle demezdim Taehyung," diyerek, onu anladığımı hissetsin istedim. Bir insan olarak her şeyden önce. Bununla elimi ona destek olurcasına sırtına bırakarak okşadım. "Sen sadece hiç sevilmedin ve bunun acısını çıkarmaya çalıştın tüm dünyadan. Ben ve senin arasındaki en büyük fark da bu. Bana sevgiyi bir öğreten abim vardı hayatımda. Çocukluğumda geçirdiğim kötü zamanları bile güzel hatırlayacağım bir kişi vardı. Ama senin yoktu."

Derin bir nefes aldı. Eğdiği başını hiç kaldıramıyordu. Karanlık yüzünü örtüyordu. Ben ise ona aydınlık olayım diye bir yol oluyordum. O küçük çocuk hatırına, o küçüğün beni o sofrada beni her şeye rağmen savunmasına ve karşısına almasına karşılık.

"Şimdi ise yanında ben varım." Dediğimde, kafasını kaldırdı. Gözlerime baktı. Ben ona dürüsttüm. Bunu biliyordu. "Benim yanımdayken zayıf olmaktan korkma. Ben alay etmem, aşağılamam ya da hor görmem seni. Ben eğer inanırsam sana, seni de inandırırım. Sevildiğine."

Sertçe yutkundu. Yüzüme uzunca baktı. Sonrasında başını omzuma yasladı. "Biraz, bu şekilde kalmaya devam edebilir miyiz?" diye sorduğunda, o kadar ondan ayıklanmış bir sesti ki, sanki o beni değil de ben onu bu dünyanın zehrinden koruyabilirmişim gibi.

"Kalalım Taehyung." Dedim ve sarıldım. Saçlarını okşadım. Bu hayatımda asla hayal edebileceğim şeyler değilken bunu yapmıştım.

Onu korumaya çalışmıştım. En azından kendimce.

Ama dediğim gibi, o beni gün geçtikçe büyük bir tutkuyla sevmeye ve kendi aşkına inandırırken, her bir dikişsiz yarası sanki bir daha hiç dikiş tutamayacak kadar çok kanamaya başlıyordu. En ağırı da buydu. Onun bu yaralarını kabullenmek zorunda kalmak. Mezara denk.

 

 

Bölümün sonu.

Bölüm nasıldı????

Sizce bunlar olurlar mı artık yavaştan ha?

Sizce tae geçmişinde neler yaşadı?

Ben Nicotesy, hoşça kalın.

Loading...
0%