@nicotesy
|
Birinci bölümle selamlar olsun ballarım.
Buraya okumaya başladığınız tarihini not alır mısınız?
Umarım okurken keyif alırsınız, tepkilerinizi merak ediyorum. Vote atmayı ve yorum atmayı unutmayın, çokça kokulu öpücükler.
İyi okumalar :)
....
"Sen benim en büyük hayal kırıklığımsın.
Ve bu ömür boyu yakamı bırakmayacak bir duygu. Saflığımın, masumiyetimin ve en çok da ilk aşkım olmanın en acı tarafısın. Keşke diyemiyorum... deseydim, bu oğlumun hiç doğmamasını istemekle aynı olurdu. Bunun için bile sana, keşke hiç tanışmamış olsaydık ve sen öylece yanımdan geçen herhangi bir yabancı olarak kalsaydın diyemiyordum... bu yüzden dayanıyorum, bana yaşatıyor olduğun tüm iki yüzlü aşkına katlanıyorum. Hiç yaşanmamış gibi."
...
Bölüm 1: Ben yalan içinde yaşıyorum, sen gerçekte.
Zamanın ne olduğunu, en çok ayrılıklar öğretti bana.
Oysa şu tükenmez kalemin mürekkebinde ne sırlar yatıyormuş, öncesinde bu acılarını, aldanışlarını yazmaya yeltenenler öyle değil mi? İkimizin arasında köprü olan o tükenmez kalem sana yüreğimi açarken zihnim bulanık bir kuyu gibi. Ötelerden damlayan vahşet seslerini resimleyebilseydim keşke. Keşke çizebilseydim bütün açıları insanların vurdumduymaz yüreklerine ve durdursam, akıp giden şu akıntının bize hiçbir zaman uğramadığı gerçek mutluluklarına.
Anlatsam uzun uzun ve yazdıklarımın sonunda ise yakarak yok etsem yazdıklarımı ve onunla anlatacak olduğum yaşadıklarımı. Belki de asıl yaşayacak olduklarımda bu satırlarımın sonundan sonra başlayacaktı, kim bilir.
Bilmiyorum. İlk kez bilmekten nefret ediyordum. Halbuki meraklı bir insan da çok sayılmazdım ben, konu derslerim değilse eğer. Kendi halinde yaşayan biriydim. Bundan iki sene öncesinde öyle biri olduğuma emindim. Yakın arkadaşlarımın bu konuda yakındığını, ailemin çocukken bana bu yüzden kızıyor olduklarını anımsarım konu bahis geçince. Keşke daha çok kızsalardı da bundan öteye yürek acısı yaşamasaydım diyebiliyordum şimdi. Yine de insanın verilen nasihatten çok onaylanmaya ihtiyaç duyduğu bir dönemdeydim ve bu yüzden de beni uyaran kimseyi pek dinlemedim.
Gençtim. Toydum. Yalanlar acıtmazdı canımı. Herkesin bir sırrı ve görünmek istediği bir kişiliği vardır derdim. Kimse kimseye dürüst olmak zorunda değil ama saygılı olmalıdır da derdim. Der geçerdim de işler artık can acıtmaktan çok can almaya kadar gelmişti. Ve bende yalan söyler oldum yavaş yavaş. Meğerse insan bir sır için değil, görünüşü için değil de can yakmak içinde söylermiş. Yandığın kadar yakabilmek için. Pişmanlıkla dile getirmem bunu çünkü o kadar çok pişmanlıklarımın arasında buna yer kalmadı. Pişmanlıklarımın arasında kendime bile yer kalmadı.
'İnsan insanın misafiridir; sözünde dinlenir, gönlünde demlenir,' der sevdiğim bir şair. Size bu sözü en çok ne zaman yüreğime oturduğunu anlatmayı istiyorum. Âşık olduğumda, yanımda o olduğunda ve bu aşkın benim sonum olacağını hissettiğim ona bakarken anlamıştım. O elimi tutuyordu, beni öpüyordu ve bana beni sevdiğini itiraf ediyordu. Ben o sözlerle birlikte gönlünde pişer oldum. İnandım da bu yüzden. O ağızdan tüm yalanlara kolayca inandım.
Benim size bir anlatacağım var, anlatacaklarım var ama bu öyle basit değil, anlatacağım kadar da kolay değil. Ama yine de size sesini duyduğumda bana dünyayı unutturan bu adama olan aşkımın temellerini anlatacağım. O aşkla bu kadar mutlu olurken dünyanın en şanslı kişi olduğum günlerimi de bahsetmeliyim ki anlayın da biraz beni. Neden şu anda bunu yazmaya başladığımı. Nasılda bana yapılan hatalar kadar hatalar yapmaya başladığımı. Kısacası yargılarınızla beni daha fazla yakmayın. Yeterince ben kendimi yargıladım, yadırgadım, yalpaladım.
Öyleyse siz bir fincan çayınızı alın, yolumuz uzun. Anılarım kabarık. Dile kolay bir adamın iki yıl kadar bir süre aptal yerine koyulduğunu ve ardından yaşadığı çıkmazları dinleyeceksiniz. Bazen gülecek ve bazen sevineceksiniz. Yine de size söylemeliyim ki, benim kadar incinmeyin okurken. Sadece onaylayın beni. Çünkü ben yaşadıklarımı değiştiremem fakat geleceğim için halen bir şansım yok değil.
Aylardan mayıstı ve çarşamba günüydü; hangi gün olduğu aklımda kalmıştı çünkü o genellikle o günlerde eve gelirdi, yine de günü gününe söyleyebileceğim tam tarihi çıkaramadım şu anda. Sadece bahçede oturduğumu ve bezini yeni değiştirdiğim oğlum Minjun'un üşümesin diye üzerine geçirdiğim kahve yünlü montuyla duruyorken onun tatlı tepkilerini izliyordum, yeni kıyafetinden pek hoşlanmamıştı. Sıkıca giyinmeyi sevmiyordu, benim aksime o sıcağı hiç sevmiyordu. Diğer babasına sadece dış görünüşüyle değil karakter olarak da çok benziyordu.
Önündeki oyuncaklarıyla kurduğum havuzun içinde oyuncaklarına dokunmadan bakarken hangisiyle oynayacağına karar vermesini bekliyordum güler yüzlükle. Gözlerimle etrafına döşediğim yastıkların onu yeterince koruyup korumadığına da emin olmaya çalışıyordum. Daha sekiz aylıktı. Emeklemeye başlamıştı bile. Çok haraketliydi. Biraz daha büyüdüğünde beni baya peşinden koşturtacağını da biliyordum. Yine de onun gelişimini izlerken onun her daim yanında olacağım diye iç geçiriyordum. İç güdüsel deyin ya da demeyin, hissetmiştim sanki onunla ayrı kalacağımı.
Bana bakarken, Taehyun- adının aslında Taehyung olduğunu sonradan öğrendiğimden ona şu anlık bu şekilde hitap ediyor olacağım- bakıyordu sanki. Bana benzeyen tek bir yanını arıyordum ara sıra. Ama ne yaparsam yapayım her şey babası Taehyun'a benziyordu. Bebeğimi kucağımda görenler bazen onun benim doğurmadığıma inanıyorlardı. Ama Taehyun'un fotoğrafını açtığımda kesinlikle ikimizin bebeği olduğunu kabulleniyorlardı. O zamanlar hep annemin sözü kulağımda çınlardı. Çünkü bende babama daha çok benzerdim. Derdi ki; insanın çocuğu en çok kime çeker bilir misin, ilişki de kim kimi daha çok seviyorsa ona tabi ki. Sen babana benziyorsun, ben babanı daha çok sevdiğim için. Bu tamamen onun babama dayattığı bir psikoloji olarak görüyordum. Seni ben daha çok seviyorum diye imada bulunuyordu. Fakat insan aynı şeylerle yüzleşince bu sözlerin tesirinde kalıp yoğrulabiliyordu. Çocuğumuz Taehyun'a benziyordu çünkü Taehyun'un sevgisinden daha büyük bir sevgi vardı ona karşı yüreğimde.
Oğlumun göz kıvrımlarındaki daha derin çekinikliğe sahipti, Taehyun'un buğulu gözleri şu anda oğlumda yumuşak bir ifade görünümünü var ediyordu. Taehyun'un sürekli olarak öptüğüm göz kapağının mirasını almıştı. Noktasına kadar ezberime aldığım benlerinden en çok sevdiklerimden biri olan göz pınarındaki de Minjun'un sol gözünün hemen altındaydı. Dudakları kalp şeklini almış ve büzüştürürken böyle anlarda Taehyun'un karşımda yemek yediği anların belirmesine neden olmuştu, şapırdatmaları bile aynıydı. Küçük hareketlerinin babasına olan benzerliğini genellikle onu çok özlediğimde oluyordu. Bir anda oğluma bakarken Taehyun'un görüyor ve bundan mutlu oluyordum. Oysa beni hatırlatacak bir şeylerin de miras kalmasını isterdim evladıma.
Genellikle bu dile gelmeyen gözlerimin hasreti o bizi bu evde bırakıp üç dört gün gelmeyince olurdu. Yine de ben onu bu evin kapısından uğurladığım anda ağlayacak gibi olurdum. Arabasına binerek bizi gerisinde bıraktığında, bakardım uzun uzun. Hep o zamanlarda zamanı kullanma gücümün olmasını ya da geçmişe gidebilmek gibi süper güçlerimin olmasını arzu ederdim. Çocukçaydı ama kim o zaman için duygularımın derinliği yüzünden yargılayabilirdi ki beni.
Her hareketi kibar, düşünceli ve mistik gelirdi. Sanki birinin kulağına hayatının tasvirini okuyordu ve o da bunu usta bir zanaatkar gibi gerçekleştiriyordu. Onun hakkında geçmişi yoksulluktan gelen biri diyemiyordum. Davranışlarının sebebini yoksulluğa yorduğumdan değil, hiç sıradan olmayışından kaynaklı diyordum. Hiç küfretmezdi mesela. Ama ben ederdim, çok sinirlendiğimde. Alışverişe çıktığımızda fiyat etiketlerine bakmazdı ama ben bakardım. Bu da ona kızardı, ben ise tutumlu olmamız gerektiğinden ve bu evde çalışanın sadece kendisi olduğu için faturaların ona ağır gelmesinden endişe duyduğumu söylerdim, bundan hiç ama hiç hoşlanmazdı. Bahçede şakalaşırken onu bahçenin sınırındaki çitlere doğru ittiğimde üzerindeki paltosunun kenarı yırtılmış olduğunda bile önemli değil demişti ama benim için önemliydi. Onu hemen dikmiş ve yeni bir palto alacak olmasına izin vermemiştim. Sonuçta fazla kıyafetleri yoktu bu evde. Ve ben ondan geriye kalan eşyalarının da azalmasından hoşlanmıyordum.
Belki de ben vicdan azabı çekiyordum o sıralarda.
Kör kütük âşık olmuştum ona. Aklında bir evlilik planı bile yokken, çalışmak için geldiği Seul'da eğlenmek için girdiği bir barda benimle tanışmış, sevmişti ve olayların bu sona doğru ilerleyeceğini kestirememiş olmalıydı. O zamanlar bir ev arkadaşı vardı, öyle sanıyordum, aynı evde kaldıklarını ama kira ödemediğinden bahsetti ilk zamanlar. Ailesinin olmadığını ama onlardan kalan bir borcunun olduğunu; ki o borç hakkında çok da bir miktar söylememişti sadece arada taksitlenmiş bir şekilde belli ücret ödediğini söylemişti, büyük bir şirkette Başkan'nın sağ kolu olduğunu ama bunun iyi bir şey de olmadığını da belirtmişti. Bundan memnun değildi, konu işine geldiğinde hep eksik cümleler kurardı fakat parasının şu anlık iyi olması yeterli gibi görünüyordu gözüne. Bu yüzden gecesi gündüzü olmuyordu. Ona istediğim zamanda ulaşamıyordum. Ama mutlaka günün sonunda dönerdi çağrılarıma ve sesi çok yorgun, üzgün gelirdi. Sanırım ben onun benimle olduğu zamanlarda benimleyken mutlu olduğunu hissettirdiğinde daha çok âşık olmuş ve bir hayli kaptırmıştım kendimi. Oysa hayatını ve yaşayışını çok sorguluyordum. Böyle rüzgâr gibi akıp giden hayatında temelinin olmayışını, düzenini ya da ne bileyim hep böyle yarım mı olacak yaşadıklarımız diye üzülüyordum daha çok.
Onunla sevgili olmak bile bu geç iletişimimiz yüzünden dört ayımızı almıştı. Sözleşir gibi cumartesileri o tanıştığımız barda buluşur olduk. Sohbet ederdik, daha doğru o beni konuşturtur ve tüm hafta boyunca yaptığım şeyleri dinlerdi. Kendisi hakkında pek konuşmaz ve üstünkörü cevaplar vererek beni yanıtsızda bırakmazdı. Sadece hoş bir geçmişi olmadığını ya da şu anki hayatı ona konuşma hakkı tanımayacak kadar rahatsız edici olmalıydı diye düşünürdüm o beni isteksizce cevaplandırırken. Anlayış gösterirdim. Olabilir derdim. Yirmi üç yaşındaydım ve o benden daha olgundu, otuzlarındaydı, bu yüzden daha öncesinde olan flörtlerimle yaşıt olduğundan onu diğerleriyle kıyaslamamalıyım diye uyarırdım kendimi. Onun ve benim hayattan beklentilerimiz, ilişki de en azından farklı olmalıydı. Ben onunla eğlenmek ve her şeyi yapmak isterken, o bende huzuru bulduğunu söylerdi. Bu konuda çoğu insandan çok farklıydı. Arkadaşlarımız bile onunla uyumsuz olduğumuzu söylerlerdi. Halbuki o tam da istediğim gibiydi. Olgundu. Ve en son flörtüm tarafından tacize uğramak üzere olduğumdan tensel temaslar ilk etapta kabul edeceğim bir şey değildi ve Taehyun ise bana asla bu şekilde yaklaşmayarak sadece bana ve sözlerime olan ilgisi ile beni daha mest edip bırakmıştı kendisine. Onunla ilk öpücüğümüz altıncı ayımda, birlikteliğimi onuncu ayımızda yaşamıştık. Ve bunu isteyende ben olmuştum. Ve o gece, çok duygusal bir geceydi. O hali halen gözlerimden gitmezdi. Çünkü aşkına o zaman emin olmuş ve kendimi teslim etmiştim.
Normalde pek alkol kullanmasa da o gece biraz sarhoştu. Fakat bilinçsiz değildi. Kapımdaydı. Merdivenlerin başında duruyor ve ağlıyordu. Bunu sessiz ve içli içli yapıyordu. Eğer o akşam arkadaşım Nayeon evde olsaydı uyumuş olurdum ve onun kapıma geldiğini bile anlamış olmazdım. Yalnızlıktan hazzetmeyen, en küçük sese dikkat kesilen biriydim. Kafamın dağılması için ders çalışıyordum. Ona bir saat öncesinde mesaj atmıştım. Özlediğimi yazmıştım. Yanıt gelmeyince ne kadar moralimin bozulduğunu iyi hatırlıyordum. Bir şekilde mutlaka bana mesaj atardı ve atmayınca aklıma onun zarar geldiği düşüncesi bile yer edinir olmuştu. İşiyle ilgili kafamda ürpertici senaryolar dönüyordu o böyle yaptığı zamanlar.
Bu sayede onun ufak çaplı çıkardığı huzursuz sesleri duymuş ve merakla açmıştım kapıyı. Ve onu orada o halde gördüğümde aklımı kaçıracağımı sanmıştım. O ki aklımın sınırlarında ketum bir olgunluğu vardı ancak gözlerinin inci topraklarından bana akıttırdığı yaşlar, sarılırken boynuma damlıyordu. Onunla ağlıyordum, sırf o böyle ağlıyor diye sarılıp ağladım. Öptüm, sakinleşmesini diledim sadece.
Ve o bana; "İnsan sadece sevdiğinin yanında evinde hissediyor kendini. Sen de benim tek gerçek evimsin Jungkook. Ne olursa olsun beni bırakma. Çünkü ben seni, sen istemediğin müddetçe asla bırakmam. Bırakamam. Âşık olduğum seni, asla bırakamam," diyorken, yine yaşlar doluyor gözlerime. Acıyorum kendime evet, düştüğüm şu hale. Öyle az şey istemiştim ki oysa...
"Dünya ele avuca sığarmış, elini tutunca anladım."
Zamanın durmasını ve hiç ileriye gitmemesini diledim. Onun beni öpen dudaklarına karşı tüm utancımın çeyizini bozdurdum, sevdim, ben sadece sevdim ve onun beni denizler boyu dalgalandıran aşkında boğulmamayı dileyerek teslim ettim. İnandım. Onu da inandırmak istedim çok sevdiğime. O gece onunla aramızdaki şeyler daha da derinleşti, daha da öper oldu beni, sanki bunu bir daha yapmaya fırsatı olmayacakmış gibi.
Onu sıkmamalı ve akışa bırakmalıydım demiştim hayatı için. Çok fazla etkileniyordum ondan, aşık biri olarak çok fazla hisliydim. İlk ciddi ilişkimdi. Ufak tefek aksilikler dışında asla sorun çıkmamıştı aramızda. Öyle ki barda bana bir kez sarıldı diye kollarının arasında heyecandan bayılacağımı sanmış ve panikleyerek oradan kaçmış insandım ben. Duygularımın o zaman arkadaşça olmadığını o zaman anladım o da bu sayede bana olduğundan daha yakın davranmıştı. Sanırım o zamanlarda benden hep bir adım bekliyor ve hep o adım kadar yaklaşıyordu. Beni bu ince hareketleriyle kendisinin doğru insan olduğuna inandırmıştı.
O adımları atmasaydım da diyemiyordum şimdi, o zaman o mutlu olduğum çarpık günlerimi yok sayacak ve o anda gözlerimle durmaksızın kontrol ediyor olduğum bebeğimin varlığını hiçe saymış olacaktım. Minjun elindeki peluş ayıcığına sarılıp ona sevgi gösterirken neden en çok onu sevdiğini anlıyordum da. Taehyun babasını çok özlüyordu. Yine de...
O sırada yan tarafımızdaki tek katlı evin bahçesinden elindeki iki fincanla çıkagelen Jimin, sıcacıktı. Samimiyetine hep inanmıştım. Buraya taşındığımızda, Minjun'un doğumundan bir ay sonrasında onunla burada tanışmıştık ve her daim sevimli arkadaşlığıyla bana çok yardımcı olmuştu. Eğer o olmasaydı, Taehyun'un yokluğunda mücadele ediyor olduğum yalnızlık duygusuyla karışık bebeğime bakma sürecim çok daha kötü geçerdi. En azından uykusuz kaldığımda o bebeğime birkaç saat bakıyor ve ben uyuyabiliyordum. Minjun'da ona çok düşkün hale gelmişti. Aralarındaki bağı seviyordum.
"Birileri yine uzaklara dalmış," diyerek bahçenin ortasında kurulu olan sandalyelerden birine oturup elindekileri aramızdaki masanın üzerine koydu. Minjun'u öperek onunla şakalaştı. Ardından yanıma oturdu. Bana eşlik etti. "Seninki geliyor galiba bugün." Diyerek beni utandırmaya çalıştı. Ondan bunu saklamayacaktım tabi ki. Taehyun bu sabah mesaj atmıştı. Geleceğinden ve gelirken almamı istediği bir şeyin olup olmadığını soran bir mesaj. Ona sadece lazım olanın kendisinin olduğunu yazarak yanıtladım. Buna yanıt vermemiş olmaması üzse de müsait olmadığını biliyor ve bu durum hakkında söylenmelerimi akşama bırakıyordum.
"Evet, bugün gelecek." Dedim ve hazırladığı papatya çayından minik yudum aldım. "Tadı güzelmiş bu arada, senin kuruttuklarından mı bu?"
"Hayır..." dedi mızmızlanarak. "Bu sene annemlerden ödünç aldım."
Onu sadece başımla onayladım. İçim bugün kıpır kıpırdı ve derin nefesler alıp veriyordum. Aklımda bir fikir vardı. Bunun Jimin ile bağlantısı olduğundan söze nasıl girişeceğimi de bilmiyordum. "Jimin, sana bir şey söylemek istiyorum." Çekingen sesim yüzünden dikkatle bana baktığında kaçırdım bakışlarımı. Fincanın kulpuyla oyalanan parmaklarıma baktım. Taehyun'un evlenme teklifi değil de evlendikten sonra taktığı yüzüğümüze baktım. İnce bir tebessüm oluştu dudaklarımda. "Ama nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum."
"Yedi aydır tanışıyoruz ve bence biz yakın arkadaşız seninle Jungkook. Benden gerçekten de çekiniyor musun? Oysa senin Taehyun için giydiğin iç çamaşırlarını bile katladım diye aramızda konuşulmayacak bir şey yok sanıyordum," diyerek gülerken, aptal yanaklarımın bu utancımdan dolayı ne kadar kızardığını önemsemiyordu bile. Asla unutmuyordu bu durumu. Hastalanmıştım ve o bebeğime bakarken bana yardımcı olmak için yıkanmış kıyafetlerimi katlamaya başlamıştı, tabi o sırada yıkananlar arasında özel kıyafetlerimin olduğunu unutmuştum. O da sağ olsun gözümü açtığımda bunu şaka yollu söylediğinde büyük bir utanç çığlığı attığım için asla unutmuyor ve aklına geldikçe gülüyordu. Ne yapabilirdim, evliydim ve Taehyun'un bundan hoşlanacağını düşünerek almıştım ve yanılmamıştım.
"Bence en yakın arkadaş sınırını değiştirmemiz gerekiyor." Dedim ve utancımı açacağım konu üzerinden bastırmaya çalıştım. "Ben çalışmak istiyorum," diyerek söze girdiğimde kaşlarını çattı. "Bak, oğlumdan ayrı kalmak istemiyorum. Ama sana çoğu şeyi de anlattım. Durumuzu da biliyorsun. Taehyun Seul'da ben ise burada, ondan iki üç saatlik bir uzaklıkta kasabada yaşıyorum. Neden? Burası büyükbabasının eski evi olduğu için. Sırf kira vermemek için ondan eksiğim. Çocuğum babasını sadece haftada iki ya da üç kere görüyor. Bazen o bile olmuyor. Biz sevgiliyken bile daha sık görüşüyorduk ve bizim artık bir çocuğumuz var. Onun ihtiyaçları var. Eğer okulumu dondurmak zorunda kalmasaydım kendi mesleğimi yaparak daha çok para kazanabilirdim ancak şimdi avangart işlerde çalışarak bile çok yüksek olmasa da katkı sağlayabilirim. Öylesine bir işte çalışmaktan utanacak da değilim. Ben çalışmak istiyorum. Para biriktirip Taehyun'un üzerindeki borçlarını daha kısa süre bitirmesini ve ailecek yaşamayı. Çünkü yetmiyor. Ben eşimle yaşamak istiyorum. Çocuğumun da daima yanında olduğunu hissedeceği diğer babasına ihtiyacı var."
"Jungkook bunun iyi bir fikir olduğunu sanmıyorum. Taehyun buna izin vermez gibi. Sen sanki bir ara öyle demiştin. Hem sen de çalışırsan Minjun'a ne olacak? İki babasının da tüm gün eksikliğini yaşamak onun şu anki zamanlarında bir hayli zor olmaz mı?"
Derin bir iç çektim. Bende biliyorum izin vermeyeceğini ve çocuğumun için ağır olacağını. "Biliyorum ama bunu yapmam lazım." Beni onaylamadı. "Eşin buna izin vermez."
Taehyun'un çalışmamam konusunda neden böyle bir tutum sergilediğini de anlamıyordum o sıralarda. Kendince kuruntu yapıyor sanıyor ve bebeğimizin sağlıklı bir aile ilişkisinde büyüsün istiyordu. Hiçbir eksiğimiz yoktu ancak borçlarının olduğunu söyleyerek, gecesi gündüzü olmadığı bir işte çalışırken bizim için çok fedakârlık yaptığını düşünüyordum işte. O da sürekli yanımda olmak istiyordu ancak bu işten de ayrılamayacağını söylüyordu. Çünkü bebeğimizi öğrendiği sıralarda işinden çıkışı verilmiş ve o başka bir iş bulmuştu. İşten çıkmayı göze alamıyordu şu anda da.
Ne diyebilirim, hamile kalmıştım ve bu bebeği beni reddeden aileme karşı bile doğurmak istedim. Okulumun son senesinde dondurdum. Bu çok sancılı bir süreçti. Eğer Taehyun'da bebeği istemeseydi çok büyük bir bulanım geçirirdim. Nasıl tepki vereceğimi bile bilmezken daha evlenmeden bir çocuk sahibi oldum diye hor bakışları düşünemiyor, onun bu haber karşısında sevinçten ağlayacak olması karşısında dilim tutuluyordu. Bunu istemeyebilirdi. Bunun yüzünden bana bağlı kalmak zorunda olduğunu hissetsin istemiyordum. Ama o aksini yaptı. Üzerime daha fazla titredi. Ancak... bir gün arkadaşımın evinden kirayı ödeyemeyecek durumda kaldığımda onunla aynı eve çıkmak istediğimde ev arkadaşının bunu istemediğini söylediğinde ve kiramı ödeyeceğini söylediğinde açıkçası biraz kırılmıştım. Aynı eve çıkmayı teklif edebilirdi. O ise o evde yaşarken para ödemediğini, şirketin kendisine sunduğu imkân olarak bunu belli etti. Ev arkadaşı dediği kişi de şirket çalışanıydı.
Benim evim, bir öğrenci evi olduğundan çok daha az maaliyetteydi. Bunun için doğuma kadar kiramı ödemeyi teklif etti. En azından her zaman yanında olamazsam ve başım |
0% |