Yeni Üyelik
4.
Bölüm

3. Bölüm

@nicotesy

 

 

Selamm ballarım, ahey sonunda geldim. Sınavımız bitti şükürler olsun. Bu kurguyu seviyorum ve aktif olmak istiyorum... çünkü en kaoslu ve en güzel ficlerimden biri olacağına inanıyorum. Umarım sizde sevmişsinizdir.

 

İyi okumalar dilerim :)

 

 

 

 

 

 

 

....

 

"Ya sekiz ay evvel yalan söylemişti: His birliği aldanışı vermek için. Ya dün yalan söylemişti: His kopuşu azabı vermek için. Yahut da hakikaten değişmişti."

 

...

 

 

 

Bölüm 2: Bugün sevgiyle gelenler, yarın ezmek için giderler.

 

Hiçbir hikâye taşıyamaz sırtımızdaki hikayelerin ağırlığını, anlatamaz da. Dilden dökülecek kadar da basit durmaz hissettiklerimiz. Duygularımız kural tanımaz, bu yüzdendir aptallığım, bu yüzdendir ertelenmiş konuşmalarım. Çünkü dilden düştüğünde biliriz ki hafifleriz. Geç kaldım ama olsun. Kabul edin beni de. Bende hafiflemeye geldim. Size anlatacaklarımla hafifletin beni. Ağırlıklarımda ezilmeden.

 

Ve o akşam üstü gibi bu akşamda omzuma konan ağırlığımın tüy tanesi kadardı; yalnızlıklarım, bir başına kalmışlıklarım.

 

Karıncalar mı geziyor radyonun içinde şarkıyı kemiriyorlar sanki koca bir cızırtı ayarlanamayan frekansın gürültüye dönüştüğü. Sağır gibiydim ama yüreğimin bana çığlıklarını atarken bu nasıl mümkündü o sırada?

 

Zamana bırakmak istiyorum her şeyi ancak zamana bırakılan bendim. Koca hayatı tarafından bir hiçlik duygusu yaşayan ve o yaşayışında bir yaşam umudu da arayan bendim. Öyle çok çaresizlik sarmıştı ki bedenimi, hiç yapmam dediğim şeyleri yapan biriydim ben artık.

 

Sigara da bunlardan biriydi.

 

Ben ki her daim buna karşı çıkan biriydim. Babamın elinde bilinçli bir akılla görüyor olduğumda, ona kızan ve bırakması için sürekli olarak bunun hakkındaki zararları anlatan ve sigaranın zararları hakkındaki dolu konuşmamı sürdürürken ağlamaya başlayan biriydim; babam on beş senelik alışkanlığını benim onun canına zeval gelecek diye döktüğüm gözyaşlarıma kıyamayarak bırakmıştı. Şimdi ben elimde bir sigara tutuyorum. Yakıp yıkamadığım, zafer kazanmış yalnızlık duygularımla elle tutulur bir şeye sahip olmaya çalışıyordum. Bazen bu yakıyor canımı. Sanki az acımışım gibi acılarımda acıyan acılarımı acıtıyordum.

 

Neyse, şimdilik beni önemsemeyin. Ne halde olduğumu da. Mutlulukların geçici olduğunu anladım. Şu anda ki mutsuzluğumun sebebi taze anılarımdandı. Aptal gibi hissettiren yaşanmışlıklarımdandı. Bu o kadar iki yüzlü bir duyguydu ki öncem ve sonrasında yaşadıklarımı da anlamsız hale dönüştürdüler. Bir tek gerçeğim vardı. O da oğlum Minjun. Serçe parmağım kadar olan yumruk ellerinin ardından taşıdığı saflığıydı. Bir şeyden haberi yoktu. Bir yere kadar. Bazen küçük olsa da oğlumun benim yaşadığım mutsuzluktan payını alacak olmasının yarattığı endişe, beni bu konuda daha da yetersiz hissettiriyordu.

 

İşte bunu ilk anladığım zamanda onun ilk yalanını yakaladığım günle aynıydı aslında. Her şeye sağır olup sonrasında duyma arzumdu. Bu isteğim bağrımdan bir ateşin varlığını yeksan etti. Buz kesilmiştim çünkü.

 

Minjun o vakit kollarımdaydı, saydam canı al al olmuştu. Benim gözbebeğimden ayrılmış ve düşüneceğimi bilemediğim avareliğimle gözlerimi alamadığım ekrandan başımı kaldırıp da bakıyor olduğum onun aracının plakasıyla, gözlerimin bebekleri titredi. Sanki bebeklerim bebeğimin acı sesine doğru doluştu. Doldular. Ne düşünüyordum, bilmiyordum. Ne düşünmeliydim, işte onu hiç bilemiyordum. Çünkü aklımda düşüneceğim birbirinden alakasız çok şeye sahiptim. Yalandan nefret ederdim. Nefret ettiğimle sınanırken Minjun kollarımın arasında tekrar ağlamaya başladığında, kalbimde hissettiklerimin bir önemi olmadığını, olamayacağını anlamıştım. Benim oğlumun bir yardıma ihtiyacı vardı. Ben kendi kendimi sonrasında da toparlayabilirdim.

 

Bu yüzden kafamda soru işareti kalanları ardımda bırakarak doğru yolu buldum.

 

Birbirinden korkunç geçen birkaç saatin ardından yorgun, bitkin ve kederliydim. Burası küçük bir kasaba değildi ama kendi içinde az bir topluluğa sahipti. Minjun'un doğumundan sonra sürekli olarak kontrole buraya geliyordum, gelişiminin sıkı takipçisiydim, Taehyun'da bu konuda titiz olmuştur daima. Neyse ki bugün nöbetçi olan acil doktorlarından biri tanıdıktı. Her geldiğimizde özellikle benimle ve oğlumla kendisi ilgileniyordu. Bunun ne kadar harika bir davranış olduğunu ve böyle ince düşünceli doktorların kaldığına ikna etmiş birisiydi kendisi. Tabi elbette bu nezaketin altından yüklü miktarda aldığı paralardan haberim yoktu o sıralarda.

 

Diş çıkardığı için ateşlenmişti. Üstüne de ishal olmaya başlaması benim için korkulacak bir şeydi, ilk kez bu kadar şiddetli geçiriyordu. Doktor bunun normal olduğunu söylese bile benim için dehşet verici bir durum olmaya devam etti. İlk defa ebeveyn olmuştum. Kız kardeşimin bu çağında daha çok annem ilgilendiğinden ve benim sadece onu sevmek gibi ulvi bir görevim kaldığından, bir bebeğe nasıl en iyi şekilde bakılır ve sağlıyla ilgilenirdi, emin değildim- ama annem yanımda olsaydı, bu süreçler çok daha kolay geçerdi. Sadece çok evhamlı biri olmuştum. Bu ilk doğduğu zamanlarda böyleydi. Hıçkırsa bile boğazına bir şey kaçtı diye ödüm kopar ve hemen ağzının içini kontrol ederdim. Yalnız kalmakta bunun getirilerinden biriydi.

 

Onun iyi olduğuna emin olana kadar hastanede kaldım. Sonrasında ateşi düşünce aldığım ilaçlarıyla birlikte taksiye binerek eve geçtim. Minjun şimdi yüreğimi hoplatmamış gibi uyuyordu. Onu izleye izleye bahçeye girerekken karşı bahçede duran Jimin'in bana koşar adım geliyordu. Sanki beni bekliyor gibiydi. Onun bu aceleci koşuşunu garipsediğimde, "Neredeydin Jungkook? Evine geldim kahve almaya ama ışıklar kapalıydı ve sen açmıyordun kapıyı. Aradım bir saat önce endişelenerek, telefonun kapalıydı. İyi misiniz? Başınıza bir şey geldi diye çok endişelendim, bir sorun yok değil mi?" diye sorarken üst üste, çok meraklıydı, endişesi ise yüzünden belli oluyordu. Elimdeki ilaç poşetine baktığında da almıştı cevabını kısaca konuşmadan.

 

"Ne oldu bizim minik Minjun'umuza," dedi sessizce. Onun bu zayıf sesi yüreğimdeki hassas tellerimden gür sesler çıkartıyordu o sırada. Bebeğim hastalanmıştı ancak benim yüreğimdeki birikmişler benim kanserli uzuvlarımın bir araya gelerek canımı yakmaya başlaması gibiydi. "Ateşlendi. Çok ateşlendi. Ben çok korktum Jimin. Senin kapını çaldım ama yoktun. Kendimi o kadar çaresiz ve yetersiz hissettim ki... Ya daha kötü bir şey olsaydı. Ve ben hiçbir şey yapamasaydım o halde acı çekerken."

 

Benim titreyen ve boğazımda birikmiş yumrumdan çıkan ses, onun daha önce benden duymasına asla müsaade etmediğim ses tonlarımdan biriydi. Ben en son beni bu yaşa kadar var eden ailemin önünde ağlayarak veryansın etmiştim, yine de gururundan dizlerine kapanmamış biri olarak kimseye göstermedim acizliğimi. Güçlü görünmek için çok iyi bir sebebim vardı, bebeğimi yok edemezdim bunun için.

 

"Jungkook," diyerek omuzumu sıkarken gözleri doluydu. "Sen harika bir babasın, eminim kendini oğluna karşı yetersiz hissettiğin için böyle düşünüyorsun ama yapma. Yemin ederim benim annem bir kez olsun böyle üzerime titrememiştir. Ve sen her şeye rağmen çok iyi bakıyorsun ona. Kendine bu şekilde haksızlık etme."

 

"Bilmiyorum," diye hayıflandım. Konuşmaya, dertleşmeye, bir dosta ihtiyaç duyuyordum. "Bugün biraz hassasım. Her şey tersine ve aksine ilerliyormuş gibi hissetmeden duramıyorum. Boğuluyormuşum gibi."

 

"Minjun'un yatağına bırakıp biraz sohbet etmek ister misin? İçin açılır hem, ne dersin?"

 

"Olur," diyerek onu onaylamamla birlikte eve geçtik. O ceketimin cebinden anahtarı alarak evin kapısını açtı ve balkona yöneldi. Ben Minjun'u güzelce yatağına yatırdığımdan emin olarak bebek telsizini yanıma aldım ve Jimin'in yanına geçmiştim. Sessiz ve düşünceli şekilde beni bekliyordu.

 

Kafam cam kırıklarıyla doluydu sanki. Her düşünceyle yakıyordu canımı. Ve ben onun yanına sessizce otururken hangi kıymığımla yankılayacaktı kelimelerim, kararsızdım. Bu yüzden o da buna saygı duyarak tek kelime etmeden benim konuşmamı bekledi.

 

"Jimin, aşk bir gün biter mi? Bir yalan, diğer gelecek olan yalanların habercisi midir? İnsan, her şeyiyle güvendiği birinin ufacık bir gizliliğiyle ortalığı ateşe verme isteği normal midir?"

 

Cızırdayan bir plak gibi, plakanın bende bıraktığı ve ne kadar arasam da kapalı olan Taehyun'un telefonuna hayıflanıyordum bunu söylerken aslında. Kimsesizmişim gibi bir başına bu dört duvar odasında daha 'baba' kelimesine ağzından çıkarmayan oğlumla baş başaydım; Taehyun'un ise bugün değil de ertesi gün gelecek olmasıyla da düzenimde düzen yokken bile yıkılmama ve o yıkımın enkazında umut aramama sebep oluyordu.

 

Ben özlediğim eşim için endişe doluydum. Ya beni artık sevmiyorsa diyordum. Sevseydi, gelirdi. Çok sevseydi, hiç gitmek istemezdi. Bir yol bulurdu. Sözünü tutmak için daha çok çabalardı değil mi? Ben öyle düşünüyordum ve bunları düşünürken bile kendime kızıyor ve sözün ağızdan çıkmış olmasıyla da pişmanlığını çok sonra yaşıyordum. Çünkü ben yüreğimi çok yanlış kişiye açıyordum. O açıyor olduğum ağzımın sızılarının, Taehyun'un kulağına Jimin tarafından ulaşacağından habersizdim çünkü. Ben mutluluk dolu evimin sahte hazinesi içinde kendimi değerli zannederken değerimi kaybedecektim, ne yazık ki bunu sadece bu evi tamamen ardımda bıraktığım gün anlayacaktım. Şu an değil.

 

"Değildir Jungkook." Dediğinde beni avutmak istercesine kendime çektiğim elime uzandı. Burada, yanımda olduğunu hissettirmeye çalışıyordu zannımca. "Sadece Minjun'un için bu kadar üzülmemişsin sen. Taehyun hyung ile ilgili bir sorun mu var?"

 

"Taehyung gelmedi bugün." Zaten gelseydi yanımda olurdu. Yine de bununla başladım dile gelmeyen bazı içsel sıkıntılarımı. "Ve gelmeyeceğini sadece bir mesajla ifade ederken ben onun merkezdeki otoparkın içinde duran arabasına bakıyordum o sırada. Minjun ağlıyordu, korkudan ağlıyordu çocuğumuz. Belki o farkında değil ama ben ona aslında ailesinin yanından hemen ayrılabilecek sadık bir çocuk olduğumu göstermedim hiç. Çünkü benim bir çocuğum olacakken, çocukluk yapamazmışım gibi geldi. Şımarıklık yapamayacak kadar tek kalmışken ve onun sorunlarına hakimken bencillik yapamazdım derken, çocuğum diyordum. Toy bir liseli belki de... Âşık olduğum insanı daima yanımda olmayışını, aradığımda ulaşamıyor olmanın acısını yaşıyorum. Ya ben daha onun nerede çalıştığını bilmiyorum. Bu ne kadar garip değil mi? Ben eşime dair çok az şey biliyorum ve bu artık yorgan altına sıkıştıracağım şeyler gibi gelmiyor hissetmeye başladıklarım yüzünden..."

 

"Bunu onunla konuşmalısın. Eminim kalbinden geçenlerle tek başına savaşmandan daha az yorucu olur. Ve öyle dememelisin kendin için. Sen sadece bunaldın. Yalnız olmaktan. Haklısın. Dürüstçe söylemeliyim ki yaşamak zorunda oldukların için çok üzgünüm. Sen bunların hiçbirini hak etmiyorsun," diye bir teselli diziliminde bulunurken sesi gerçekten de çok içtendi. Fakat beni daha da hüzünlendirdiğinden bir haberdi. "İkiniz de birbirinizi çok seviyorsunuz. Bunun üstesinden geleceğinize inancım tam. Ve eminim ki araba konusunda da bir açıklaması vardır. Sonuçta buraya kadar gelmiş olsa yanında olurdu muhakkak. Belki bozulmuştur. Acil gitmesi gerektiği için de otoparka çekmiştir aracını? Hım, olamaz mı?"

 

"Belki de öyledir. Ben evham yapıyorumdur. Ama nasıl denilir bilmiyorum, bir şeyler eksik gibi. Korkuyorum da aslında. Sevdiğini hissetsem bile korkuyorum. Ya aslında benimle evlenme niyetinde hiçbir zaman olmadıysa ve sadece hamile kaldığımdan dolayı evlenmek zorunda hissettiyse... daha bunun gibi çok şey var beni rahatsız eden acabalar. Çok sık da görüşemiyoruz. O ise mükemmel, her şeyiyle. Benim ona tutkuyla baktığım gözlerle ona bakacak eminim birçok insan da vardır. Aldanırsa, kayarsa gözleri, bir hevesle kalbine, tenine birinin izini koyarsa. Ne yaparım ben, bu beni diri diri öldürmek dışında ne işe yarar?"

 

Ağladığımı bile bilmiyordum o sırada. Jimin aceleyle dolan gözlerini kaçırırken benden, "Ama ağlamamalısın, kendimi çok çaresiz hissediyorum," diyerek kaçırdığı gözlerini benim buğulu gözlerime çevirdiğinde utandım ağlayan kendimden. Ağladığımda kendimi haddinden güçsüz ve duygularımın altında ezilmiş hissediyordum. Derin bir nefes bile balçıklanmış ciğerlerimin ağırlığından katran karası bir tavırla çıkıyordu. "Yemin ederim Taehyun seni çok seviyor. Her şeyden şüphe et ama onun aşkından asla olur mu? Ben kendi gözlerimle gördüm. Pek kendisiyle muhabbetim olmasa bile yanımdayken bile sana olan bakışlarının altında duran mutluluğu görebiliyorum. Sana bakarken kayboluyor. Eminim o da memnun değildir senden ayrı kalmaya. Biraz daha sabret. Kesinlikle tamamen sana dönecek ve seni bıktıracak yanında oluşuyla."

 

Sonunda yüzümde ince bir tebessüm oluştu. "Haklısın, zamanla her şey daha da güzel olacaktır. Biraz sarsıldım bu durum yüzünden ama iyi olacağım," diyebildim. Kendimi frenlemek ve bu konuda susabilmeyi dilediğim bir kapanış cümlesi oldu. Vakit hayli geç olduğundan uyuması için eve yolladım. İlk gitmek istemese de yanımdan, yorgun olduğumu ve uyuyacağımı söyledim. Ancak durum öyle değildi. Kendimle baş başa kalmak istedim. Belli ki günün karanlık seheri beni gün doğumuna kadar ayakta tutacaktı.

 

Ve öyle de oldu.

 

Zaman, zamandan umduklarım beklediğim gibiydi.

 

Bende;

 

Bekledim. Balkonun köşesinde oturmuş, yüreğimi boğan bu sıkışıkla onun dönmesini sanki yarınları bir daha olmayacakmış biri gibi bir umutsuzlukla bekledim.

 

Hiç beklemek bu kadar yorucu ve umutsuz görünmemişti. Oysa bundan bir gün öncesinin gündoğumun da uyandığımda kalbimde küçük ataklar, damağımda onun tadını tekrardan alacağımın arzusu, temiz havanın yanında onun kokusunu alacağımın sevinçleri vardı. Ya geniş göğsünde bana karşı atan sert kalbi... kollarının arasındaki yerimi dünyam yapmıştım. Ve dünyam bana geleceğini söylerken, geldiğinde dünyamın başıma yıkılmasından korkuyordum. Yokluğunda kurduğum acımasız düşlerde yorduğum duygularım gibi ezici sonuçları var ediyordu.

 

Sonra kuşlar cıvıldadı. Yanıma beni ısıtsın diye bıraktığım çay buz gibi olmuştu. Etrafımdaki doğa uyanıyordu ama benim göz kapaklarımın ardına biriken tortular bu neşenin karşısında ağırlaştılar. Uzun zamandır ağlayamadığım her şey için ağlamak istiyordum bir başıma. Halbuki en son ki sevinç gözyaşlarımı da oğlum Minjun'un doğumundan sonra onu kucağıma aldığımda yapmıştım. Tüm zorluklarla ellerime aldığım, benden bir parça olan ve hayatım boyunca koruyup kollayacağım ve sevgimin bitmeyen bir limiti olan evladım için ağlamıştım. Şimdi ise öylece ağlama isteğim varken burnumu çektim. Mutluluktan ağlamaya çok ihtiyacım vardı. Belki de hasret kelimesi hayatımda bu kadar yer ediniyor olmasaydı, aramızda bu kadar haftanın günlerine bölünmüş günler kalmış olmasaydı ben daha az kırılırdım.

 

Neden arabası oradaydı? Bana neden yalan söyledi? Ya da söylemek istemedi gerçeği.

 

Ne kadar da aptalım ben. Sadece bununla incinmiştim. İncindiğim şeyleri küçümsemeyi de onunla öğrenecektim. Her nefes alışımda bana daha da kırgınlıklar bırakan bu adam sayesinde.

 

Sonrasında kalbimi çarpıtan bir hareketlilik oldu. Bahçenin kapalı kapısının önünde siyah lüks bir araç durdu. Kaşlarımı çatarak ayağa kalktığımda Taehyun'u gördüm. O beni daha fark etmemişti. Çünkü indiği gibi bagaja yönelip orada ellerine doladığı poşetleri tüm avucuna doldurmakla meşguldü. Onu gördüğüm anda bile ilk anlarımmış gibi dizlerimin bağı çözülür gibi oldu. Öylece kalamadım yerimde. Ona doğru acele ile ilerledim. O da bahçenin kapısını açtı ve beni gördüğü gibi gözlerindeki şaşkınlığını yerini iri bir gülümsemeye bıraktığında, asıl o zaman güneşim doğdu dedim. Mutluluğun incileri kısa süre göz pınarlarımda yaşarmak için bekliyorlardı.

 

Bu nasıl bir gamdı ki sadece bana gülümseyerek gelen eşim yüzünden aklım başımdan gitmiş ve ben onu her zamanki gibi karşılamak için hızlıca yürümeye başlamıştım. O da hemen elindeki poşetlerini yere bırakıp kollarını açtı bana. Sıkıca sarıldım. Dünyam beni sardı o sırada. Yanağıma usulca bir öpücük bıraktı.

 

"Neden uyanıksın bu saatte sevgilim," diyerek sıcak ellerini benim üşümüş yanaklarımın etrafında ısıtmak için bırakırken, okşuyor ve küçük öpücükler bırakıyordu, bunu her geldiğinde yapardı. Yüzümdeki küçük öpücükleri onun beni sevmeye başlarken ki ufak dokunuşlarıydı. "Senin için," dedim cılız bir sesle, çünkü dudakları şakaklarımda dolaşırken yüksek sesle konuşmak ayarlayabileceğim bir ölçek değildi. Yine de bundan hoşlanmayarak kendisini geriye çekti. "Ama bunu yapmayı bırakmıştık." Dedi, daha öncelerinde onu beklediğim günlere ithafen. Oysa benim gözlerim dolu doluydu ona bakarken. Eksik kaldığım yüzünde karalar bağlamıştım ve onun çoktan dağılmış saçlarının arasından bir tel beyaz saçını yakalamıştım. Ona yetişemiyordum. O bize eksikti. "Hım, bak buradayım. Ait olduğum sendeyim ben. Bir daha yapma. Çok üşümüşsün."

 

"Sadece çok özledim seni Taehyun," diyordum o her şeyi içimde taşıdığım özlemimle. "Bir de..." dedim ve diyeceklerim boğazımda düğüm oldu. Ya ben her şeyi yanlış anlıyorsam ve diyecek olduklarımla kendisine güvenmediğimi düşünürse. Onu incitirsem. Benim oğlumdan ve ondan başka kimim kaldı yanımda. Yamacımda. O da varla yok arasında kaldı köhnemde.

 

Hasret kalmıştım ben yaşamaya. Bununla biriktirdiklerim yumru olup yüreğimi deldi. Göğsümü paralayıp gözlerimi yelledi. Kirpiklerim onun hasret kaldığım boynunda yaslı durmadığından daha sıkı sarılıp yasladım boynuna başımı. Orada yılmışım gibi hıçkırarak ağlamaya başladım. Durduramadım da. Minjun'un o kollarımdaki acısından sonra bende kendi tesellimi bulmaya çalıştım aşkımdan. Çünkü benim ailem oydu.

 

"Neden ağlıyorsun, Jungkook... yalvarırım ağlama." Diyerek endişelenen sesine bile bilendim. Sırtımı okşamasına bile alındım. "Kötü bir şey mi oldu? Canın mı acıyor? Bir şey mi duydun? Yalvarırım bana bir şey söyle."

 

"Ben tek başıma olmaktan yoruldum Taehyun," dedim sakinleşmeye çalışırken. O çöl gözlerine bakmak için kafamı geriye çektim. Burnumun ucu sızlıyordu halen. Kokusu meftunlukla yaktı o sırada beni. Ama isyanım boğazımdaki yumruyu çıkartırken daha çok yakıyordu. "Oğlumuz ellerimde can verircesine havale geçirirken, tek başımaydım ben."

 

"Jungkook," diyerek dehşete düşerken beni susturmaması için konuşmaya devam ettim. "Şu an iyi, uyuyor," diyerek endişesini aldım. "Ama ben, iyi değilim." Kırgınlıkla bakıyordum ve bu ifadem yüzümden eksilmiyordu. Kalbimden geçenin yüzüme yansımasıydı.

 

Sarılmak istedi. İzin vermedim. "Ben de hastayım," dedim bir solukla. "Kalbimde sana karşı biriken bir hasretin ayrılığı var Taehyun. Biliyorum. Konuştuk bunları. Geçici bir ayrılık bu ama," yine akmaya başlayan göz yaşlarımın ardından onun yüzünde duran çaresizlik yüreğimi daha da nefessiz bırakıyordu. O böyle yapınca sadece susmak ve her şey yolundaymış gibi davranmak zorundaymışım gibi hissediyordum. Gözündeki yerimin çocukça olduğu bulgusu oluşsun istemiyordum. Ama ben zaten büyüyordum. Böyle. "Gerçekten gece yaşadığım o çaresizliği sana nasıl anlatabilirim? O lanet telefonunu ararken kapalı olması canımı ne kadar sıkıyor haberin var mı senin? Sen bize bir telefon yakınlığında olmamalısın anladın mı? Biz evlendik. Çocuğumuz var. Fakat bir aile değiliz. Çünkü içinde sen sadece bir fotoğraf gibisin. Ben senin fotoğraflarınla hasret geçirmek istemiyorum. Bu benden çok Minjun'a haksızlık olur. O daha küçük. Ve büyüyor. Sen ise ondan mahrumsun. Artık bunun için bir şey yapmayacak mısın? Benim için bir şey yapmayacak mısın?"

 

Sustu. Çehresi usulca karardı. Yutkundu karşımda. Gözlerini kaçırdı amansızca. Gözlerine, gözlerindeki el değmemiş aşkına bu denli yanlanmış halde bakıyorken, başımı eğdim usulca. Yana çevirdiği başından seçtim onun da biriken yaşlarını. Gözlerini kapatıp buz kesen tenini benim üşüyen kollarımda gezdirirken kıyamıyordu bana. En çok da bu yakıyordu ya canımı. Bu halleri. Bu haldeyken bu hallerde olmamız. İsyanımı bile bana haksızlıkmış gibi hissettiriyordu.

 

"Ben çok özür dilerim Jungkook. Yemin ederim... elimden geleni yapıyorum." Diyordu ve sarsılırcasına bir hezeyan işitir oluyordum. Çünkü o da ağlıyordu. Bu beni çok sarsmıştı. "Bende istiyorum. Bende seninle olmayı istiyorum. Sen benim sadece sevdiğim adam değilsin. Sen benim her şeyimsin.

Loading...
0%