@nicotesy
|
Selam benim bir gün içinde yeniden geleceğimi kim tahmin edebilirdi? ahey ahey kısa yazacağım dedikçe uzun yazıyorum, kahretsin. Bakınız ben üç saat sonra uyanacağım. Ve bu saatte kadar bölümü yazcam diye uğraştım. Samimiyetimle söylüyorum. Dananın kuyruğunu kopartacak olan bölüm bu. Eğer gerçekten okuyup geçerseniz, bu fice değil diğer fice uçarım. Çünkü emeklerimin ve çabalarımın hor görülmesi canımı sıkıyor. bir bayburt yazan yere gelen yorum kadar tüm fic boyunca yorum gelmiyor (çünkü ben yazıları sadece sizin yorumlarınızı, tepkinizi okumak için yazıyorum, umarım anlayabiliyorsunuzdur beni... ) İyi okumalar, tae sana artık gün yüzü yok kardeşim :) ... Ne dert ne acı ne hayal kırıklığı: Yalnızca küçük aşevinin küçük kapısından geçip giden boş bir bakış ve uçsuz bucaksız ölüm arzusu, aynı anda her şeyin sonsuza dek bittiğini görmek dileği. ... Bölüm 4: İnsan düşleri öldüğü gün ölür. Öyleyse ben bir ölünün hatırda kalan hatıralarıyım artık. İnsan koca bir dağ olarak kendisine koruma gibi kalkan sardığı yuvasındaki delikleri fark ederken, kapatmak ister. Ancak ben değildim onu yapacak. Ben bu eceliyle gelenin kazıyıp da beni eşelemeye başlayan durumun kökenini arıyordum. Nedir bizim bu hanemize durmadan girmeye çalışan sızılar. Taehyun tüm bunları niçin bana yapıyordu? Tekrarlanan bir döngü içinde gizliyordu bu durumu. Sadece isim miydi yalan olarak diye düşünmeden edemiyordum. Çünkü o ismi bile öyle kolay söylemişti ki, bunu bu kadar kolay söyleyen bir adam, bana daha neler demiş olmalıydı değil mi? Ben kör değildim. Ben sadece görmek istediklerimle kendimi kaybetmiştim. Elimde olana sahip çıkma arzumdu. Keza kalbim vardı bu adamın ellerinde. Aklım vardı, bedenim vardı, canım, canımın en içi vardı. Ve ben aklımda varsayımlar koğuşunda debelenmeye hazırdım. Eğer Minjun'un kucağıma gelmek için ellerini bana kaldırmaya çalışmasaydı ya da Taehyun, "Jungkook hadi," diye seslenmeseydi. İki taraftan çekilirken kaldırdım başımı ve ilk ona baktım. Hemen yan tarafta duran bir aileyle kaynaşmış ve muhabbet etmeye başlamıştı. O kadar samimi ve sıcak hissettirirken, elimde tuttuğumu fark etmeden yerine koyarken bir tanesini kendi cebime kattım. Bunun peşinden gidecektim. Peşinden gidemeyeceğim arayışımın ilk rotası kesinlikle Taehyun olmayacaktı. Çünkü benden sakladığı şeyi bu sefer yüzüne vurmak istiyordum. Bana ufacık da olsa yalan söylememesi gerektiğini her daim dile getirirken bunu bile bile yapıyor olmasının nasıl da iğrenç bir çelişki olduğunu kendisine söyleyecektim. Sabırsız bebeğimi kucağıma aldım. Ondan sonrasında bendeki bu garipliği anlamasın diye de sadece Minjun'un yanaklarını sevmeye çalıştım. Ama aklımın her bir köşesinin düşündüğü buydu. O adamın ismini benden neden saklıyor olduğuydu? Bu durum ile ilgili ne gibi bağlantısı vardı? Taehyun benden bir şeyler kesinlikle gizliyordu. O gizlediği şeyi bulmalıydım. Bana asla söylemeyecekti. Söylemek isteseydi bunu bir şekilde fırsat bulduğu her an yapabilirdi. Ama yapmıyordu. Ben gerekeni yapacaktım. Ben nasıl bir adamla evli olduğumu bilmek istiyordum. Sevgililiğimizde her daim bana karşı iyi ve sıcakkanlıydı. Yanındayken her daim ayaklarımın yere tam basmadığını, sarhoş olduğumu ve ona feci bir şekilde bağlandığımı biliyordum. Bunu sadece yakışıklı olmasından kaynaklı bir hayranlık olarak algılamak çok yanlıştı. Çünkü ben, bana olan yaklaşımına, sınırlarına ve ince düşüncelerine âşık olmuştum. Tamamen eksik yanlarımdı ve onunlayken bir bütündüm. Bu çok nadir hissedilirdi. Bende kendimi o nadir duyguları tadabilen ender insanlardan biriyim derken gururlu olmuştum daima. Öyle ki ne onu ne de çocuğumu kaybetmemek için beni bu yaşa kadar güvenle ve mutlulukla büyüten öz aileme bile sırt çevirdim. Onları değil, adım adım yanına gidiyor olduğum bu adamı seçtim. Ve benim nelerden vazgeçtiğimi çok iyi biliyordu. Buna rağmen bir şeyler saklıyorsa benden, kesinlikle öğrendiğim zaman bunun bana çok ciddi anlamda acı verecek şeyler olacağını biliyordum. Bu nedenle ilk önce bunu sordum kendime, ben buna hazır mıydım? Neyle tam olarak yüzleşeceğimi bilemesem de duymaya hazır mıydım? Tanrı biliyordu ya, asla değildim. Bunun için de bile olsa, ses etmedim. Sanki hiçbir şey görmemiş veya hiçbir şeyden işkillenmemiş gibi serdiği halının üzerindeki mindere bağdaş kurarak oturdum. O sırada elindeki ipi asacak kuvvetli bir ağaç arıyordu. Onu izliyordum. Tepkilerini. Bu kadar basit, herkesin kolayca yapabileceği şeyleri yaparken nasıl mutlu gözüküyordu bu adam. Benden daha fazla yaşamıştı ancak benim yaşanmışlıklarım, onunla yapmayı istediğim şeylerin tecrübesi bende daha çoktu. Garip geliyor ve her defasında eksiklendiği aile duygusuna yoruyordum bunu. Sonunda bulduğu ağaçla sırıtarak bana döndü. Bununla gurur duyar gibi bir hali vardı. Gözlerimin içine kadar ulaşmadı ona bakarken ki mutluluğum ama ona bakarken Minjun'un yetişkin olmuş haline bakıyor gibi hissetmekten de alıkoyamadım kendimi. Ona aferin dercesine baş parmağımla işaret verdikten sonra Minjun'un etrafını yastıklarla döşedim. Yeni yeni oturmaya başlıyordu ve her yere emekleyerek gitmek istiyordu. Ama ben buraya geliş amacımıza uygun yiyecekleri hazırlarken onun güvende olduğundan emin olmam lazımdı. Piknik sepetindeki olan şeyleri yavaşça çıkartırken, yanı başıma gelerek eğilen ve malzemeleri eliyle alıp serdiği sofraya koyan Taehyun'un ara sıra kaçamak öpücüklerine ses etmiyor ve her defasında gülümsüyordum. İçten içe kıyamet öncesi o sessizliği tadıyordum. "Mangal da yaparız değil mi? Aslında bunu yapmayı hep istemişimdir. Bu yüzden biraz et de almıştım." Derken, yüzüme bakıyordu. Evet dememi bekliyordu. "Bunu başka bir zaman mı yapsak Taehyun," dediğimde, bir şey demedi. Üzülmüş gibiydi. Kıyamadım ona. "Minjun için diyorum. Hava ne kadar sıcak olursa olsun arada yel esiyor. Daha geçen gün fenalaştı. Tekrar hasta olmasını istemiyorum. Uzun bir süre bu kadar açık havada kalması iyi olmaz." "Haklısın," dediğinde gülümsedi ve eğilip dudağımı öpüp geri çekildi. Bakışlarıyla ileri tarafta duran minik aileyi işaret etti. "Bir dahakine orada yaparız. Hava daha da sıcak olur. Minjun'un minik ayaklarını suya batırır ve çıkarırız. Beraber yüzeriz." Sadece onu onayladım. İçten içe diyecek olduklarım da vardı. Kırgın hissettiğim. Balayı bile yapmamıştık. Bunda gözüm yoktu ama ailecek birlikte daha uzun ve eğlenceli bir tatil de yapmak istiyordum. Bununla yetinmeye alıştığımdan bir şey de diyemedim. Aç gözlü heveslerim olmasa da ileri de olmasını umdum. Düşüncelerimin iç kıydırıcı olmasına rağmen bazen aklımdan çıktığı anlarda oldu. Minjun ve ben salıncakta oturduğumuzda Taehyun bizi sallamış ve birçok yerde fotoğraf çekilmiştik. Uzun zamandan sonra ilk kez onunla dışarıda vakit geçirmiştik. Ne demeliydim bilmiyordum ama bir an için cebimde duran kartvizitin varlığını unutmuştum. Çok da önemli bir şey değilmiş gibi. Elbette gözümde bunu bu kadar önemsiz kılan sebep Taehyun'un daima üzerime titremesi, ilgilenmesi, çocuğumuzla olan ilgilenişiydi. En son Minjun'un altını değiştirirken kahkaha atmıştım. Oğlumuz sindirdiklerinin çoğunu bezine bırakmış ve Taehyun'un şaşkınlığını izlemiştim. "Küçücük bedenden nasıl bu kadar çok şey çıkar," diye sitem etmişti en son. Orada yaptığımız güzel kahvaltı, getirdiği kurabiyeler ve sıcak suyumuzla demlediğimiz bitki çayı eşliğinde birkaç sohbet ettik. Sıradan, basit, günlük konuşmalardı. Minjun daha ağırlıktaydı konularımız arasında. Büyüyünce kime çekeceğini tartıştık. Sevgilisini bir gün karşımıza getirirse nasıl tepki veririz diye konuştuk. Ben, eğer oğluma iyi gelmeyecek biri gibi görürsem müdahale ederim dedim fakat Taehyun beni şaşırtarak, asla buna engel olmayacağını ve eğer oğlum seviyorsa benim buna karışmaya hakkım yok diye bir tavır edindiğinde beklenmedik gelmişti bu düşüncesi. En sonunda Minjun uyudu ve bizde o şekilde kalkma kararı aldık. Saat çoktan akşamüzeri beşe geliyordu ve eve gidince ne yemek yapmalıyım diye düşünüyordum bize. Araba evin önünde durduğunda uyuyan Minjun huysuzca biten araba yolculuğu yüzünden ağlamaya başladığında sanki biri etine iğne batırıyormuş gibi kıyametleri koparmaya başlamıştı. İkimizde bu ani ağlamasıyla şaşırdık. Onu hemen arabadan indirdiğimde Taehyun ateşinin çıkıp çıkmadığını kontrol etti. Anlayamadı da. Ona, bebek çantasını getirmesini söyleyerek eve geçerken ağlayan sesiyle birdenbire aklıma gelen şeyle kısacık duraksadım. Sabahki unuttuğum şeyi hatırladım. Minjun'u odasına götürüp koltuğuna oturup sakinleşmesi için sırtını sıvazlarken Taehyun'da çantasıyla birlikte geldi. Çantasındaki küçük gözünden emziğini çıkarmasını istedim. Endişeli bir şekilde bekledi ve Minjun'un sakinleştiğini ve yavaş yavaş tekrar uyuklamaya başladığını görünce rahatlamaya başlamıştı. Yanağını tekrar öpüp bıraktığında gevşemişti yüzü. Ama ben rahat değildim. Unuttuğum şeyin çok geç olmadan almam lazımdı. Ama Minjun'u kucağımdan indirirsem de uyanır diye de bırakamıyordum. Bu yüzden bunu Taehyun'dan rica ettim. Dün ihtiyaçları alacağım diye çıktığı alışverişinde, dolabın üzerine daima unutmamak için bir şeyler yazdığımdan bunu da almış olduğunu biliyordum. "Taehyun biz dün gece korunmadık, ertesi gün hapı içmem lazım. Sen bana getirir misin?" diye sorduğumda, çok hevesli bir şekilde bana karşılık vermişti. "Aslında bir tane daha çocuğumuzun olması güzel olurdu. Ama daha erken değil mi?" dediğinde ona şaşırarak baktım. "Az önce Minjun ağlıyor diye ne yapacağımızı bilemedik. İkinci çocuğumuz da olursa sanırım benim şandeller kopar." Bu sözüme hak vermiş olsa gerek. Ondan istediğimi yapmış ve hapla birlikte suyu beraberinde getirmişti. İçmemi izledikten sonra kalan eşyaları almak için arabaya gideceğini söylemişti. Sessizce onu onayladıktan kısa bir süre sonra Minjun tekrar derin bir uykuya daldığı için onu yatağına bırakmış ve kalan eşyaları alma konusunda Taehyun'a yardımcı olmak için bende çıkmıştım evden. Araca doğru giderken o kaputun önünde durmuş telefonla konuşuyordu. Beni gördüğünde, durmamı işaret etti olduğum yerde. Çok sinirli ve gergin gözüküyordu. Arabadaki neşeli ve huzurlu halinden eser yoktu. Gelen çağrının neden onu bu kadar deli ettiğini merak ettiğim için o durmamı istese bile durmadım. Onun yanına kadar gittiğinde, kaşları daha da çatıldı. "Ben seni birazdan arayacağım, dediklerimi yap yeter şimdilik." Diyerek acele ile kapattığında, yüzüme bakıp bir şey diyecek oldu ve sonrasında vazgeçtiğinde gözlerini yumdu. Düşünüyordu ve ben biliyordum. Bu hareketi yaparken ardından sıralayacağı cümleleri artık çok iyi biliyordum. "Gitmen gerekiyor değil mi?" dedim onun söylemeye cesaret edemediği şeyi ben söylerken. "Gerçekten mecbur olmasam gitmem Jungkook." Diye yakınsa da artık alıştığım şeyler içinde kırgınlıklarımın arasında boğuluyordum. Bir hafta kalacağına söz vermişti ve daha iki günümüzü bile dolduramamıştık beraber. Ağlamak istiyordum. Gözlerim doluyordu ve bunu inkâr edemeyecek kadar da sinirli hissediyordum. "Lütfen üzülme bunun için." Diyerek bana sarılmak istediğinde izin vermedim. "Git zaten, hep gitmek için gelmedin mi buraya? Neden şimdi üzgün olmamı bu kadar umursuyorsun ki? Ben alıştım zaten. Ben senin bir var olup bir yok olmana çok alıştım. Tek korkum bir gün senin tamamen olmayacağına alışmak." "Böyle söyleme," dedi saçlarını astırırken. "Bu olmayacak. Lütfen Jungkook. Beni az da olsa anlamaya çalış. Gerçekten elim kolum bağlı. Senden asla gidemeyeceğimi biliyorsun." Çok duymuştum bu lafları. Dayanamayarak bağırdım ona. "Bana söz vermiştin, ama yine de gidiyorsun." Dedim ve hızlanmış soluklarımın habercisi olan bir ağlama krizi eşiğindeyim. "Bir hafta demiştin, sadece iki gün oldu. Ne düşünmeliyim, verdiğin bir sözü daha tutamadın Taehyun. Ben senin için ne diyebilirim ki. Kal desem de kalmayacağını anladım artık." Karşımda yıkılmaz sandığım adamın bu şekilde paramparça olması, dayanılmazdı. Acı çeken bendim ama daima o benim onu kurtarmamı ve bu durum karşısında teselli etmemi bekliyordu. Bu sahneleri birkaç kez yaşamıştık ve her defasında bana böyle acı bırakmasından yorulmuştum. Diğer insanlar nasıl bu kadar sabırla bekleyebiliyordu sevdiği insanları. Misal, denizaşırı işlerde çalışan dümenciler. Onların sevdikleri uzun zaman nasıl yollarını gözleyebiliyordu. Kamyon sürücüleri. Ülkeler arası seyahat yapan bu pilotlar. Daha uzak yerde çalışmak zorunda kalan bu insanlar. Onlarınki sevgi de benimki daha mı farklıydı? Her yaşanan bu olay sonrasında kendime bunu hatırlatarak çok daha gür vermek istediğim tepkilerimi dizginlemeyi başarabiliyordum. Bununla hiçbir şey demedim. Sustum. O susmak ki, konuşsam daha az acıyacaktı canı, biliyordum. Yine de temkinli adımlarla bana yaklaştı. Yere konmuş bir serçeyi korkutmak istemeyecek kadar bir yavaşlıkla ve sakinlikle. Zaten gidecekti ama beni gerisinde bırakırken, aklında bu şekilde üzgün yer edinmemi istemiyordu. Kırgın ve kızgın olduğumu bilmesine rağmen sözle söyleyeceğim, tamam, peki, anlıyorum gibi sözleri duymak istiyordu. "Son kez böyle olacak. Bir daha tekrarlanmayacağını bil," diyerek avutmaya çalışırken, çekingen bir şekilde elimi tutmaya çalışıyordu. Serbest bıraktığım elimi astırmak dahi gelmedi içimden. O da bundan yüz bularak avuç içlerimi öptü. Avuçlarımın dudaklarını yaslayarak gözlerime bakmaya çalıştı. Oysa acı içinde kasılıyordum ben. "Senin elinde olan bir şey olmadığını sanıyordum," dedim, yine kendinden emin bir şekilde bana söz veriyor olmasını ve buna rağmen tutamıyor olmasını dile getirirken. "Öyle zaten," dedi yine de. "O zaman söz vermen çok saçma," dediğimde dudaklarının yumuşaklığını tekrar tekrar özür dilercesine avuç içlerime bırakmaya devam etti. Çaresiz hissediyordu, anlıyordum ama artık o da beni anlamalıydı. Bu duruma iki yıl daha nasıl sabredebilirdim? En azından aynı şehirde kalabilmeliydik. Bu o kadar zor olmamalı. Jimin'e ödüyor olduğu para yerine, bizim evimizin kirası için ödeyebilirdi. Akşam olduğunda yanımda uyuyor olabilirdi. Çok yorgun olsa bile ona masaj yapabilir, saçlarını okşayıp öpebilirdim. Eğer yanımda daima olsaydı ben onun için her şeyi yapabilirdim. "Fakat alıştım sorun değil. Ben senin söz verip de tutmayın artık çok alıştım." Sitem dolu sözlerimi kendime saklarken, gözlerinin içine baktım. Artık kesinlikle anlıyordum. O bizi bilerek kendisinden uzak tutmaya çalışıyordu. Jimin durumu sayesinde bunu şu anda çok daha iyi anlıyordum. Ve ben kararlıydım. Nasıl öğrenirdim bilmiyorum ama onun yanımda olduğu anlarda ne yaptığını bilmek istiyordum. İşi de olsa eğer bir masada sadece oturuyor olsa bile orada oturduğundan emin olmak istiyordum. Ve o telefonu yine çaldığında çekebildim kendimi. "Bak yine çalıyor telefon," dedim burnumdan solurken. "Buradaki küçük dünyanı yerinde bırakabilirsin, sorun yok." Ve artık onu gitmesi için ikna eder gibi konuşuyordum. "Biliyorum, çok önemli olmasaydı benden gitmezsin." Kesinlikle artık beni gerinde bırakmak diye bir şey olmayacak Taehyun. Çünkü bu sefer seni burada öylece dönmeni beklemeyecektim. Ben gelecektim peşinden. O zaman bulacaklarımla sana karşı ne kadar sabırlı olmam gerektiğini daha iyi öğrenecektim. "Bunu telafi edeceğim sana yemin ederim." Dedi, ona bilerek verdiğim yüzün cesaretiyle. Yine de gözlerim ona kırgın bakıyordu. Aklım ve dilim bilenmişçesine bana bir şeyler anlatsa dahi, gözlerim çok daha fazlaydı. Benim yansıtmak istemediklerimin açık kalan örtüsüydü. "Böyle kırgın olduğunu bilerek ayrılmak istemiyorum senden. Lütfen," diyerek sarıldı. Çok uzun sarıldı bana. Kulağımın altını öperken, "Sende sarıl bana," dediğinde, çok zor gelmedi ona sarılmak. Ne olursa olsun yine gidiyordu ve ben her koşulda onu çok özleyecektim. Sarılmamdan dolayı içi rahatlamıştı. Kokumu uzun uzun içine çekti. Yokluğunda nefessiz kalacak olduğunda bir oksijen gibi tüketecek ve bir dahaki gelişine kadar idare edecekti. Çünkü aynısını ben onun için yapıyordum. "Seni çok seviyorum. Seni gerçekten çok seviyorum." Dedi ve geriye çekildi. "Şimdilik hoşça kal sevgilim." Dedi ve yüzümü günde kaç kez yaptığını bilmediğim şekilde ezberine alırken dudaklarıma uzandı. Uzun değildi ama yoğun bir şekilde öperken gözlerimi kapatmıştım. Her izin üzerinden yine onun dudaklarının izi geçiyordu ve ben, her ne olursa olsun bana aşkını fısıldayan bu dudaklarını karşılıksız bırakmıyordum. Bu benim en sağlam ve en zarar verici bağımlılığımdı. "Hoşça kal Taehyun," diyerek onun benden uzaklaşmasını, gidiyor olmasını sineye çekmeye çalıştım. Sanki son kez sarılmışız gibi bir ağırlık çöktü üzerime; sanki iki beden olarak vedalaşmak için bir ömür boyu kenetlenmiş gibiydik az öncesinde. Heyecan içindeydim ondan ayrılmadan önce: veda cennetim gittiğinde ben ağlıyordum... yine. Orada ne kadar süre çöktüğümü ve ağladığımı bilmiyordum. Başım ağrımaya başladığında durabilmiş ve kenardaki eşyaları alıp içeriye geçebilmiştim. Sakinleşmek için duş alıp oturma odasındaki koltuklardan birine uzanırken, Minjun'un uyumaya devam ediyor olmasına şükrettim. Sessizliğe ve kendimi gömmeye ihtiyacım vardı. Aklıma gelenle elime cep telefonumu aldım. Kim Taehyung ismindeki adamı araştırmaya ve onun kim olduğunu bulmaya çalışıyordum kendimce. Çünkü Taehyun ile ilgili kilit noktalardan biri bu isimdi. Bu adama neden bu kadar bağlı olduğunu ve saklamaya çalıştığını anlamak için. Bu sayede Taehyun'un ne gibi işlerle uğraşıyor olduğunu daha iyi anlayacaktım. İsmini yazdıktan sonra karşıma çıkan ilk haber sitelerinden birine girdim. Bir görselini göremezsem de bu adama dair birçok yazı vardı. Başarıları. Diğer ülkelere olan ziyaretleri. Yeni iş anlaşmaları. Evliliği ile ilgili birkaç magazinsel durumları. Ne yazık ki karısının da bir fotoğrafını bulamadım. Eşi de kendisi gibi köklü ve güçlü bir aileden geliyormuş. Tek anlayabildiğim çok zengin olduklarıydı. Bu haberler daha çok şirketi övme amaçlı yazılmış başlıklar olduğundan en yararlı bilgileri netizenlerin dolaştığı sitelerden bulmak olduğundan, o kişi adına açılmış forumları kurcaladım. Ve sırayla birkaç yorumları okudum. Ağırlık olarak yorumlar şu şekildeydi; "Kim Taehyung'un karanlık bir adam olduğunu söylüyorlar.", "Bir ara lüks bir restoranda arkadaşım sayesinde işe girdim. Çok zorba olduklarından iş sahipleri, bir hafta bile dayanamadım ve çıktım işten. O hafta içinde Kim Taehyung adına yapılmış bir rezervasyon vardı. Mekânda sadece onlar vardı ve kameraları kapattılar arkadaşlar, nasıl bir aile olduklarını siz hayal edin. Her neyse, sadece tek bir tane genç kadın vardı ve sanırım yanında gelen kişi karısı olmalıydı. Birkaç kişi daha vardı. Birbirlerine çok yakışıyorlardı ama eksik bir şey var, anlayamadım onu. Sadece karısı sarılmak istediğinde Taehyung ona sarılmadı. Bu beni biraz incitti. Yakışıklı erkeklerden nefret ediyorum.", "Kim Taehyung çok yakışıklı. Yanlışlıkla şirkete başvuru yapmaya gittiğimde asansöre binecekken korumalar tarafından uzaklaştırıldığımda anladım. En azından kapıdaki sekreter bana onun asıl patronun o olduğunu söylediğinde anladım.", "Ben acilde çalışırken biri onu hastaneye getirmişti. Baygındı. Sanırım getiren kişi de onun kim olduğunu bilmiyordu. Cüzdanındaki kimliği görünce öğrendik. Bu olayı neden hatırlıyorum diye sorarsanız, kendine geldiği gibi hastanede bir sürü koruma vardı ve kameralardaki tüm görüntüleri ve kayıtları silindi. Sanırım onu bulan adama da bir şeyler yaptılar, bu aile uzaktan iyi görünen ama korkunç yanları bulunan bir sır küpü. Kim Ailesinden uzak durmak gerek." Okuduklarımdan dolayı allak bullak olmuş ve Taehyun'un böyle bir aileyle nasıl işi olur diye endişe içinde kalmıştım. Eğer bu kadar baskıcı ve birazda illegal zorbalıkları varsa ve Taehyun her defasında bu adamın sağ kolu olduğunu söylerken nasıl işlere kalkışıyordu? En önemlisi, bu ailenin tehlikeli olacağını düşündüğünden mi uzak tutmaya ve ismini dahi bilmememi istiyordu. Başım daha çok ağrıyordu ve ben bu düşünce çıkmazından nefret etmiştim. İstemiyordum. Taehyun'un bu insanların yanında çalışmasını istemiyordum. Ve daha birçok şey... ancak kafamdaki tek şeyden emindim. Ne yapacağım konusunda en az. Bu nedenle sükûnetle sabahın olmasını bekleyecektim. Çünkü uyuyakaldığımda saat epey geçti ve o sırada Minjun iki kez uyuyup uyanmıştı. Sabah erken saatte aradığım ve kiraladığım araç, benim evimize katkı olsun diye biriktirdiğim parayla ödenmişti. Bunun sonuçsuz kalmamasını umarak aşağı sokağa park edilmesini rica ettim. Ardından hazırladığım bebek çantasıyla oğlumu sıkıca kucağımda tutuyor, her ne kadar eşime karşı benim varlığım hakkında paraya karşılık muhbirlik yapan birisi olsa da ona yine de güveniyordum. Onu ne kadar süreceğini bilmediğim bir emanet süresini tartarken, aklımda planladığım yalanı bir kez daha tekrar ettim. Çünkü bunu yapmazsam neler döndüğünü asla öğrenemeyeceğimi anlamıştım. Bu konuda kararlı durmak adına renk vermeme adına kendimi dizginledim. Eğer yalan söylediğimi anlarsa bunu Taehyun'a yetiştirebilirdi. O zaman bende Taehyun'un gerçekte neler karıştırdığını bulamazdım. O kartvizitteki adresle başlayacaktım işime. Eğer onu orada bulamazsam kaldığı evine gidecektim. Neden buradasın diye sorarsa da arkadaşlarımla görüşmem gerekiyordu diyecektim. Ve gitmeden seni görmek istedim diyecektim samimiyetimle. Elbette bundan öncesinde sabah uyanır uyanmaz onu aramıştım. Fakat bilmeme rağmen telefonu kapalıydı. Bana bazen yorgunluktan uyuya kaldığını ve şarja koymayı unuttuğu için olduğunu söylerdi. Ama dünden sonra tüm düşüncelerim değişti. Saklanıyordu. Sakladığı şey için saklanıyordu. Bu artık iç güdüsel bir histen öteydi benim için artık. Kapısını çalarak beklediğim Jimin bir iki dakika sonra paldır küldür kapıyı açtı. Gözleri şişmiş ve onu uykusundan uyandırdığımı belli edercesine esneyip bırakırken, "Bir sorun mu var Jungkook?" diye soruyor ve bilinci yerine gelmiş olacak ki ben ve Minjun'un giyinmiş bir halde sabahın sekizinde kapısında neden dikili olduğumuzu anlamaya çalışıyordu. "Endişelendirdik seni de kusura bakma," dedim gayet samimi olmasını umduğum bir sesle. "Ben doktor kontrolüne gideceğim de sen birazcık Minjun'a baksan olur mu?" "Bir sorun yok değil mi?" dedi, sesindeki korku o kadar perişandı ki tuhafıma gitse de bunu belli etmedim. "Hayır," dedim yatıştırıcı bir sesle. Eğer ciddi bir şey olduğunu sanırsa yine bunu Taehyun'a haber edecekti. Ve bunu yapacak olması bile sinirimi bozuyorken, nasıl sakin kaldığımı hiç bilmiyordum. Sadece kafamdaki bazı bilinmezlikleri açığa çıkarmanın arzusuydu bu beni dirayet içinde ayakta durduran. "Doğumdan sonra gereken rutin bir kontroldü. Daha önce randevu almıştım ama unuttum. Akşam hatırlatma mesajı gelince fark ettim. Kendi doktoruma gitmem gerekiyor bunun için de. Biliyorsundur beni az çok. Sağlık da olsa bedenimi rahatça yabancılara gösterme konusunda sorunlar yaşıyorum. Doktorum doğum öncesinde de ara sıra kontrol için gittiğim biri." Jimin sözlerime inanmış görünüyordu. "Sana eşlik edebilirim istersen?" diye bir soru sordu. Nezaketen değilmiş gibiydi. Beni sahiden yalnız bırakmak istemiyordu ve zannımca bu isteğini açıkça söyleyemediğinden bu şekilde sormuştu. Bunu engellemem gerekiyordu. "Hayır," dedim uyanık olan oğlumu göstererek. "Onun benimle yollarda perişan olmasını istemiyorum. Seul'e varmak otobüsle neredeyse iki saat sürüyor. On birdeki randevuma geç kalmamalıyım. Bu yüzden ona biraz bakmanı istiyorum. Yapar mısın bu iyiliği?" diyerek onu mecbur kıldığımda, Minjun sanki beni hissetmiş gibi bana bu konuda yardımcı olarak Jimin'in kucağına gitmek için ellerini ona doğru uzatmıştı. Eh, benden sonra gördüğü yüzlerden biriydi ve Jimin onunla gerçekten oynamayı, ilgilenmeyi seviyordu. Bu nedenle onun bu isteğini geri çevirmeyip kucağına aldı. Bu evet demekti artık. Hemen, "Tahlil falan yapacak olurlarsa uzun sürebilir işim ama yine de çok geçe kalmam. Aklım sürekli burada olduğu için çok durabileceğimi de sanmıyorum." "Peki madem dikkatli ol olur mu?" dedi gayet normal bir şekilde. Dilimin kemiği olmadığından, "Niye olmazsam Taehyun'a mı yetiştireceksin?" dediğimde, utandı. "Jungkook lütfen böyle söyleme." Ben ise yalandan nefret eden biri olarak sırf Taehyun'a söylemesin diye yalanlar diziyorken, neden böyle bir duruma maruz kalmak zorundaydım ki? "Düşündüm de Jimin, bazı zamanlar ben ona ulaşamazken sen ona nasıl ulaşabiliyordun? Telefonları genellikle kapalı oluyor?" sorduğum soruyla afallayıp kaldı. Bunu beklemiyor olmalıydı. Aslında düşününce, Jimin'de bir anda bana çok samimiyetsiz hissettirmeye başlamıştı. Ben bile asla yalan söylemem derken, o itiraf ettiği şekilde bana yakalandığı için anlatmış biriydi. Tabi o anlattıkları da bir yalan değilse. Aşırı güvensiz hissediyordum insanlara karşı. "Bilmiyorum ki denk gelmiş olmalı," dediğinde bu konuda sahiden de öyle hissetmem için boş vermişlikle konuşuyordu. Ama ben, öyle değildim. Kelimelerimi kullanırken bir amaç uğruna sarf ediyordum. "Mesela hastaneye gideceğim ya ben, ona haber vermek için aradım ama yine de ulaşamadım. Sen yine de bunu ona söylemek için ona ulaşmaya çalışma olur mu? Bu durum beni rahatsız ediyor çünkü. Anlarsın ya, seninle kurduğum arkadaşlık ilişkisi bir anda iş ilişkisine dönmeye başlar ve bu da çok ama çok rahatsız edici bir durum olur. Üstelik ben bu durumu oldukça yok saymaya çalışıyorken ve sana güvenip çocuğumu emanet etmeye çalışırken." Vermek istediğim mesajı anlayarak mahcup şekilde kafa salladığında aslında içimin ne kadar rahatladığının farkında değildi. "Haklısın, haddim olmayan bir duruma kalkıştım. Bir daha olmayacağına emin olabilirsin Jungkook." "Umarım." Dedim ve onun kucağında duran oğlumu öperek, omuzumdaki bebek çantasını onu alması için uzattım. Aldığında, "Sadece ben dönene kadar oğluma iyi bak lütfen. Mümkün oldukça hemen gelmeye çalışacağım," dedim ve istemeye istemeye de olsa Minjun'u gerimde bırakmak zorunda kaldım. "Beni sonuçlarından haberdar et," demeyi ihmal etmedi. "Görüşürüz," diyerek vedalaştım. Yola çıkana kadar bu vedanın vicdan azabını çekiyordum. Sonra durup acele ile benim için park edilmiş araca giderken, bunu ne için yaptığımı kendime hatırlatıyordum. Yapıyordum çünkü Taehyun'u seviyordum. Ve onun sevdiğim adam olarak kalmasını istiyordum. Eşimin güvende olduğunu bilmek istiyordum. Sahiden bizi korumak istediği bu hayatta onun nelerle ve nasıl koşullarda boğuştuğunu görerek, kırgın vedalaştığımız düne nazaran bugün iyi olarak evimize dönüp onu beklemek istiyordum. Ve yaşadığımız süre boyunca mutlu olduğumuz anlar o kadar da fazla değil. Biliyorum. Çoğunluğu ıstırapla ya da ne zaman geleceğini bilmediğimiz kısacık mutluluk anlarını beklemekle geçiyor. Büyümenin, kim olduğunu tam olarak bilmezken, içinde bulunduğun yanılsamanın kırılması olduğunu söylüyorlar. Kendi sonumu yavaş yavaş tamamlamak için dokunaklı seslenmek bu tepeden... Söylemek istemediğim, gücünü yitiren alışkanlıklarla artık kendimi beklediğim yere doğru gitmekteydim. Kurumuş dudaklarıma dokunan parmaklarımın ucunu çaresizliğimin soğuğu ısırıyordu. Ayaklarımın dibine yığdığım sağanaklarım kıpır kıpırdı. Sanki bunu yaparken Taehyun'a ihanet ediyor, dikkatli bir şekilde ilerlerken ayaklarım hep frene basmak istese de gaza doğru yönlenmeye devam ediyordu. Ben zihnen çoktan bir yolculuktaydım. Navigasyonun bana, varış noktasına vardınız, diyene kadar da duracak gibi değildim. Nitekim hızlı sürüşümün ardından bir buçuk saat sonra vardığım yerde yaşadığım trafik sorunuyla, şehir hayatına olan uzaklığımla yaşadığım kültürel şokla biraz sinirlenmiş ve biraz da sabırsızlaşmıştım. Mesai saati çoktan başlamıştı. Taehyun'u görememekten endişe duyuyordum. Hızlı gelmeme rağmen kapalı geçitte yaşanan kaza sonucu trafiğin açılması yarım saat sürdü ve ben yine iki saat içinde tamamen Seul'deydim. Daha önce önünden geçtiğim ama bakıp da incelemediğim gökdeleni görene kadar aracı park edecek doğru bir yer aramam gerektiğini, arkamdan çalan minik bir korno sesiyle dank etmişti. Aşırı heyecanlı ve stresliydim. Sadece otuz metre ilerimde birinin aracını olduğu yerden çıkardığını görünce yüzümde tebessüm oluştu. Günüm şanslı başladı, diyordum keyiflenerek. Ama devamı için pek emin olamıyordum işte. Araçtan indiğimde üzerimi kontrol ediyor, siyah dar kotum ve siyah bir gömlekle nasıl durduğumdan emin olmaya çalışıyordum. Eğer Taehyun yalnız değilse ve yanında birileri varsa, eşi olarak yanında uyumlu durmak ve sırıtmamak istiyordum. Çünkü benim arkadaşlarım onunla beni pek yakıştırmamışlardı. Çok sonra Nayeon biraz ısınmıştı Taehyun'a. Bunun bir önemi yoktu. Karşısında beni görünce vereceği tepki daha önemliydi. Zihnimi bununla yorarken gergin ayaklarım kaskatıydı. Şirkete öylece giremiyordum bile. Ana kapısından önce bile büyük kendi alanına sahip bu yerde araçların rahatça girip çıktığı demir kapı vardı ve yandaki güvenlik kulübesi tarafından kontrol ediyordu. Ana girişte de dört güvenlik görevlisi vardı. Dışa dönük tarafta duran güvenlik penceresine yaklaşarak, "Merhaba," diye seslendim. Sert ve kalın, kırık görünen burnuyla dikkat çeken seyrek saçlı adam pencereyi tamamen yana kaydırarak beni dikkatli bir şekilde süzdükten sonra, "Merhaba, nasıl yardımcı olabilirim?" diye sordu. Sanki genel bir prosedürü dile getirirmiş gibi. "Burada eşim çalışıyor. Onunla acilen görüşmem gerektiği için geldim. Kendisine cep telefonundan ulaşamıyorum. Çağırmanız mümkün mü acaba?" dedim olabildiğince nazik bir sesle. Adam yine de bana güvenmediğini hissettirerek, "Eşinizin adı nedir," diye sordu. Yardımcı olacağı için suratsız olsa da sevinmiştim bu duruma. Hevesli bir şekilde, "Lee Taehyun, kendisi uzun bir süredir burada çalışıyor," diyerek ekledim Taehyun hakkında bilgilerimi. Büyük ve kapsamlı bir şirketti ve eşimin burada çalışıyor olması, aile hakkındaki yazılanlardan sonra korkunç olsa da bu tarz büyük çaplı global şirketlere kriterleri yüksek insanlar alınırdı. Bu nedenle gurur duymuştum Taehyun için. Fakat adam gözlerini devirdi ve şaşırmamış bir şekilde, "Burada öyle biri yok, şansınızı başka bir zaman deneyin," dediğinde anlamayarak yüzüne bakıyordum. "Nasıl yok? Bir kez daha kontrol edin lütfen," diyordum ısrarcı bir şekilde. Adam yanındaki adama bir şeyler söyledi sessizce. Ama duydum onları. "Gene bir muhbir, hep doğru saatleri nasıl buluyor bunlar." Diye söyleniyordu. Anlamıyordum demek istediklerini. Anlamak istediğim buralarda bir yerde olduğuna inandığım Taehyun'u görebilmekti. Umutsuz gözlerle ana girişi gören kapıya bakıyordum. Adam o sırada beni gitmem için uyarıyordu. Fakat ben bunca yolun zahmetini boş yere çekmiş olmak istemediğimden, tam pes edip gideceğim yeri Taehyun'un evi olacak şekilde tasarlarken girişte bir anda gördüğüm karartılı yoğunlukla ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Nerdeyse ona yakın takım elbiseli insan karşılıklı merdiven basamaklarında dizilirken, kapıdan kimin geçeceğini anlamaya çalışıyordum. Çünkü merdivenin sonuna doğru çekilmiş siyah lüks araç, aracı süren şoför tarafından açılırken onun arkasına dizilen iki aynı marka araç daha yerleşti. Gözlerim sonunda girişte çıkan adama doğru odaklandığında, güvenlik bana gitmemi yoksa polis çağıracağını söylüyordu. Lakin ben tüm uyarıları duyamayacak kadar körleşmiştim. Benim aradığım o adam, merdivenlerden inerken çehresi vakur şekilde inerken dümdüzdü. Sanki onu tanıyordum ama bu haliyle de hiç tanımamış gibiydim. Üzerindeki pahalı, bedenine tam oturan özel dikim takım elbisesi ile bir eli cebinde merdivenlerden inerken onun yanında eşlik eden orta yaşlarının sonlarında olan bir adam ellerini önünde birleştirerek saygıyla eğiliyor ve bir şeyler söylüyordu. Taehyun orada tam olarak nasıl bir insandı ki ona bu şekilde çekinerek, hürmet göstererek ve korumaları olacak kadar hareket edebiliyordu. "Aptal çocuk, çekil şuradan," diyerek benim önüme kadar geldiğinde hipnoz olan gözlerim Taehyun'u araca binmesine kadar devam etti. "O?" dedim ama diyecek bir şey bulamıyordum. "Orada benim eşim. Merdivenlerden indi Taehyun. Ama burada öyle biri yok dediniz!" diye karşıma dikilen iri yapılı güvenlik görevlisine bunu söylüyordum. Adam bana delirmişim gibi bakıyordu. "Senin gibileri çok geldi de bu kadar iyi role gireni ilk kez görüyorum doğrusu. Kim Taehyung zaten evli bir adam. Eski cumhurbaşkanın kızı Kang Eun ile. Anlıyorum da sizin gibileri. Sizin gibi gençlerin hayali böyle bir adamla evlenmek ama oğlum bir kendine bak, bir de bu insanlara. Kapıya kadar dayanıyorsunuz, sonra uğraşıp duruyoruz sizin gibilerle. Polis çağırmadan git şuradan. Yoksa aklını nezarethanede bulursun." Diyordu ama görmüyordu bu adam benim gerçekten de delirecek olduğumu. "Vallahi bıktım ben adam için kapıya gelenlere ha?" diye bağıra bağıra kulübede bekleyen diğer adama sesleniyordu. "Adamın evli olmasına rağmen metres olmaya çalışan insanların çabalarını anlarım da zaten ben onunla evliyim diyeni de bu çocuktan görüyorum. Bu kapıya gelenlere bir yeni daha versiyon eklendi." Adam sadece konuşmuyordu, benim ruhumu bedenimden ayırıyordu. Ama kazıyarak. Bir bıçağı kemiğe dayayarak sıyırıyordu. Hiç bilmiyordu. Biri ölüyordu ama kimse beni burada görmüyordu. Ben neden görünmüyordum? Ölümle paslanmıştım sadece dakikalar önce, şimdi kim koklayacak bu küf kokmuş ölü düşlerimi. Ben söyleyeyim, o, ama o ise artık bir kimse. Bölümün sonu. Bölüm nasıldı ve kurgu için ne düşünüyorsunuz? Yanıtlarsanız sevinirim. Diğer bölüm... sizce ne olacak? Ben Nicotesy, hayat bok gibi... yorucu. |
0% |