Yeni Üyelik
5.
Bölüm

5. Piyon

@okuryazarkedii

 

Gecenin derin karanlığı, ruhumun derinliklerine sızarak bedenimi sarıp sarmaladığı gibi ruhumu da sarıp sarmalıyor. Şehir ışıkları, uzaklarda küçük birer yıldız gibi kalıyor; içimdeki karanlık ise o ışıkların aksine daha yoğun ve daha boğucu. Her adımda, gölgeler benimle birlikte yürüyor ve yaptığım kötü işlerin çığlıkları gecenin karanlığında yankılanıyordu. Her köşe, her sükunet, içimdeki huzursuzluğu daha da artırıyordu.

Sokaklarda ilerlerken, yalnızlık ağır bir yük gibi sırtıma çöktü. Soğuk rüzgar, sanki içimdeki boşluğu mümkünmüş gibi daha da derinleştiriyordu. Düşüncelerim, az önce yapmış olduğum işlerin etrafında dolanırken, kendimi suçluluk duygusuyla boğuşurken buluyordum.

Adımlarım yavaş ve tereddütlü ama her biri beni eve biraz daha yaklaştırıyordu. İçimde belirsiz bir şekilde bir parça huzurun ve arınmanın getirdiği bir ışık yanıyor. Yavaşça yol alırken, eve ulaşmanın getireceği rahatlama umudu, içimi biraz olsun ısıtıyor.

Yol boyunca geceyle konuşan gölgeler ve soğuk, bana içsel bir kaçış arayışımı hatırlatıyordu. İçimdeki karanlıktan kurtulmak, kendime bir sığınak bulmak için verdiğim bu mücadele, adımlarımda yankılanıyordu. Eve yaklaştıkça umudun ve huzurun bu karanlık yolda bulduğum tek teselli olduğunu hissediyordum.

Karanlık sokaklarda uzun bir yürüyüşün ardından, nihayet annemin evinin önündeydim. Evin önüne geldiğimde, çocukluğumun sıcak anıları beni sarmaladı. Bahçe kapısından adım atar atmaz geniş ve bakımlı bahçe tüm güzelliği ve ihtişamıyla karşımda belirdi. Her ne kadar ailemiz dağılmış da olsa annem bize ait olan şeylere hala özenle bakıp, onlara sahip çıkıyordu. Büyük ceviz ağacının gölgesinde oynadığım çocukluk günlerim gözlerimin önünde canlandı. Yaprakların arasından sızan güneş ışıklarıyla oyunlar oynadığım o günlerin anıları, içimde tatlı bir hüzünle canlandı.

Verandaya yaklaştıkça, annemle birlikte oturduğumuz ve akşam çaylarını yudumladığımız anılar gözümde canlandı. O geniş veranda, çocukken hayallerimi kurduğum, kitaplarımı okuduğum ve ailecek eğlendiğimiz, keyifli vakit geçirdiğimiz bir sığınaktı. Verandanın kenarındaki abimle sallanmak için kavgalar ettiğimiz eski salıncak hala yerindeydi ve gökyüzüne doğru sallandığım o günleri hatırlatmak için beni bekliyor gibiydi.

Evin beyaz boyalı dış cephesi ve kırmızı kiremit çatısı, çocukluğumun masal evini andırırdı. Evin ön cephesindeki pencerelerden sızan güneş ışığı, içeriye huzur dolu bir aydınlık katardı. Pencerelerin önündeki sardunyalar ve asmalar, evin dışına ayrı bir canlılık ve renk katardı.
Bu ev ve bahçesi çocukluğumun en değerli anılarının saklandığı, her köşesinde sevgi ve huzur bulduğum bir yerdi. Babam ve abim bizi terk edene kadar bu evde çok mutluyduk. O zamanlar, ailemizin birlikte geçirdiği neşeli anılar, hepimizi bir arada tutardı. O kötü zamanların yaşanmasıyla birlikte evdeki mutluluk gölgelenmiş ve bir daha da eski canlılığına kavuşamamıştı.

 

Kapıya yaklaşırken içimde bir karmaşa peyda oldu ve zili çalıp çalmamak arasında karasız kaldım. Kalbim hızla atarken gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Sonunda sakinleşebildiğimde daha fazla beklemeyip zili çaldım. Gecenin sessizliğini saygısızca bölen zil sesi zihnimdeki sesleri de böldü ve anlık da olsa susmalarını sağladı.

İçeriden annemin tanıdık adımları duyuldu. Kapıyı açtığında, annemin yüzü yeni uyanmanın etkisiyle dağınık ve yorgun görünüyordu.Gözleri uykunun etkisiyle hafifçe şişmiş, bakışları ise şaşkın ve endişeli bir ifade taşıyordu. Saçları sarı ve kıvırcık bukleler halinde dağılmış; bazı tutamlar alnında ve yüzünde düzensiz bir şekilde savrulmuştu. Karşısında görmüş olduğu manzaraya endişeli gözlerle bakmaya devam eden anneme gülümseyip "Beni içeriye davet etmeyecek misin anne?" diye sordum. Annem az da olsa kendine gelip "Asrın bu saatte burada ne işin var? bir şey mi oldu kızım?" diye sordu. Sesi soğuktan mı yoksa endişeden mi titriyordu anlayamamıştım. "Hayır, sadece seni özledim." deyip annemin boynuna sarıldım. Soğuktan kaskatı kesilmiş vücudumun çözündüğünü hissediyordum.

İçeriye geçtiğimizde anneminin sorular sormasına mahal vermeyerek dizlerine yattım.Yumuşak elleri saçlarımda dolaşırken "Anne, küçükken bana okuduğun ninniyi hatırlıyor musun?" diye sordum. Anne evinde olmanın verdiği rahatlıkla gözlerimi zar zor açık tutarak. "Ah, evet. Nasıl unuturum? O kadar yaramaz bir çocuktun ki seni sadece bu ninniyle sakinleştirebiliyordum." Annemin minik kahkahası sıcak odanın duvarlarına çarparak bana ulaştı. Taşlaşmış kalbimi ısıttı ve gözlerimden sessiz yaşların akmasına sebep oldu. Ağladığımı anneme belli etmemeye çalışarak gülümsedim. Burnumu sessizce çekip "Bana o ninniyi okur musun?" diye sordum. İçimde taşıdığım karanlık ve suçluluk duygusu, annemin kulağıma dolan yumuşak sesini ve çocukluğumdan bugüne gelen tanıdık melodiyi duymamla dağıldı.

"Minik yıldızlar parlarken gökte,

Sen uyurken huzur bulur kalbim.

Rüzgar eserse usulca,

Ninnim seni sarar sevgiyle."

 

Annemin her sözü, beni içine batmış olduğum karanlık dünyadan çekip çıkarıyor. Gözlerimi kapatıyorum ve çocukluğumun masum anılarına geri dönüyorum. Her kelime, her nota, içimdeki fırtınaları dindiriyor. Anne farkında olmadan ne çok yarama deva oluyorsun bir bilsen! diye geçiriyorum içimden. Annemin saçlarımı okşayan elleri, kalbimde sıcak bir sevgi ve güven hissi yaratıyor. Gözlerim tekrardan doluyor, ama annem bunu görmüyor; sessizce ağlıyorum.

 

"Gözlerini kapat, düşlere dal,

Melekler korur seni rüyalarla.

Gece sakin, huzur dolu,

Annen hep yanında, minik yavrum."

 

Annemin güzel sesi ve ninninin yumuşak melodisi ruhuma iyice işlerken benliğimin karanlık tarafından iyiden iyiye uzaklaşıyorum. Annemin dizlerinde kendimi güvende hissediyorum.

 

"Tatlı rüyalar seni bekler,

Gün doğarken ışıkla dolar.

Sabah olunca uyanırsın,

Annen hep yanında, minik yavrum."

 

Ninninin son kelimeleri yankılanırken, annemin şefkatli dokunuşları ve sesi beni tatlı rüyalara götürüyor. Şu anda annemin sevgisiyle sarılmış halde, içimdeki karanlığı unutuyorum. Yine de "Acaba kızının ne işlere bulaştığını bilseydin yine de bu şekilde dizlerinde sevgiyle sarıp sarmalar mıydın anne?" diye de düşünmekten alıkoyamıyorum kendimi. Gözlerimden süzülen birkaç damla yaş annemin ince sabahlığını ıslatırken, çocukluğumda olduğu gibi sakinleşip uyuyakalıyorum.

Sabah telefonumun zil sesiyle uyandım ve arayan kişiyi gördüğümde kaşlarımı çatarak ekrana baktım. Annemi uyandırmamak için odadan ayrılıp kapıyı da arkamdan kapattım. Verandaya çıktığımda uğuldayan rüzgar ve sabah ayazı beni karşıladı. Kasvetli havaları ne kadar çok seviyorsam, sabah erkenden uyandırılmayı da o kadar az seviyordum. "Hayırdır Orhan sabahın 6'sında çöp mü battı gözüne? Neden arıyorsun beni?" "Bana niye carlıyorsun kızım? Patron Asrın'ı al gel dedi. Bu yüzden aradım seni kapının önündeyim."

Demirlerin ardına baktığımda ıhlamur ağaçlarının arasında o tanıdık siyah Vito'yu gördüm. "Burada olduğumu nereden biliyorsun? Beni takip mi ettin dün gece?" sinirle soluyarak söylemiştim. Bir yandan da annemin uyanıp uyanmadığını kontrol etmek için içeriye bakıp duruyordum. "Yok lan ben seni neden takip edeyim? Patron konumu attı buradan Asrın'ı al getir acil dedi. Şimdi geliyor musun gelmiyor musun?" Siktir. Patron burada olduğumu nereden biliyor? Telefonu kapatıp eve girdim ve anneme işimin çıktığını, acil gitmem gerektiğini ve onu çok sevdiğimi içeren bir not yazıp mutfak masasına bırakıp Orhan'ın yanına gittim.

Arabaya biner binmez sıcak havanın yüzüme çarpmasıyla birlikte midem bulandı. "Yine cehenneme çevirmişsin burayı." dedim memnuniyetsiz bir şekilde yüzümü buruşturarak. Orhan da her zamanki avanak gülümsemesini yüzüne yerleştirip "Ne yapayım kızım ben senin gibi soğuk nevale değilim." Yaptığı göndermeye yüzümü daha çok buruşturarak cevap verdim.

"Patron beni neden çağırttı bir bilgin var mı?" sorumla birlikte Orhan'ın gülümsemesi yüzünden silindi ve ciddi bir ifade takındı. Stresle soluyarak "Bilmiyorum, ama bu sefer çok farklı bir durum var gibi. Daha önce Patron'u hiç bu kadar öfkeli görmemiştim." Uzun yıllardır Patron'un adamı olan Orhan bile bunu diyorsa gerçekten de farklı bir durum olmalı. "Tamam da bu durumun benimle ne ilgisi var?" diye sordum içten içe olabilecek nedenleri düşünürken. Orhan, karşımda oturmuş olduğu deri kaplamalı koltuktan öne doğru kayarak bana yaklaştı ve sır verir gibi kısık bir sesle "Belki de canını sıkacak bir şeyler yapmışsındır." deyip göz kırparak benden uzaklaştı. Orhan'a ters bir bakış atarak söylediklerini duymazdan geldim ve yolu izlemeye devam ettim.

Merkeze giderken yollar gitgide ıssızlaşıyordu. Şehirden uzaklaştıkça her şey daha kasvetli hale geliyor; sokak lambaları çoktan tükenmiş, asfalt yerini toprak yola bırakmıştı. Etrafta sadece uzun ağaçlar ve bozuk yollar vardı. Sessizlik ağır basıyor, sanki şehirden tamamen kopmuş gibi hissediyordum. Hiçbir tabela yoktu, buranın neresi olduğunu gösteren en ufak bir işaret dahi yok. Yol, sürekli dönen bir labirent gibi ilerliyor, sanki her saniye beni daha da derinlerine çekiyordu.

Merkez, neredeyse terk edilmiş bir sanayi bölgesinin ortasında yer alıyordu. Harabeye dönmüş binaların arasında, paslı metal kapısıyla dikkat çekmeyen gri bir yapı. İlk bakışta sıradan bir depo gibi görünse de, içeride bambaşka bir dünya var. Binanın dışı, yılların yıprattığı beton duvarlarla kaplı, yağmurdan ve rüzgardan kararmış, köşeleri çatlamıştı. Pencerelerden içeri bakmak imkansız, hepsi kirli ve kalın demir parmaklıklarla kaplanmıştı. Dışarıda rüzgar uğuldamasının dışında tek bir ses bile yoktu. Etrafımız ormanla çevrili olmasına rağmen kuşlar, hayvanlar bile buraya uğramıyor gibiydi. Buraya gelen ya ne yapacağını çok iyi biliyor ya da bir daha geri dönemeyeceğinin farkında olduğu için gelmiyordu.

Merkezin içine adım atar atmaz, dışarının kasvetinden çok da farklı olmayan bir soğukluk çarpıyor yüzüme. İçerisi loş, neredeyse hiç doğal ışık almıyordu. Olan ışıklar da sadece gerektiği kadar açıktı. Tavan yüksek, ama havasızdı. Etrafta göze çarpan metal boruların hepsi paslanmış ya da kirlenmişti. Duvarlar ise boyasız beton, soğuk ve hissizlerdi.

Merkezin derinliklerinde büyük bir salon vardı; bu salon hepsi birbirinden farklı suçların barındırdığı işlerin planlandığı yerdi. Ortada geniş, meşeden yapılma bir masa duruyordu, Masanın üzerine gerilmiş, eskimiş bir harita var. Şehir sokakları ince ince işaretlenmiş, belli ki her adım, her köşe kontrol altında tutuluyor. Köşelerde birkaç bilgisayar var, ekranları loş ışıkta titriyordu. Birkaç kişi her zaman o bilgisayarların başında olurlardı. Ekranlardan gelen ışık ise yüzlerine ürpertici bir parlaklık veriyordu. Ama kimse göz teması kurmaz, buradaki herkes sessizdir; sözler burada gereksizdir.

Burası sadece bir merkez değil, şu ana kadar yapılmış olan yüzlerce hatta binlerce operasyonun kalbi. Kapıların ardında ne olduğunu bilmiyordum, bilmek de istemiyordum. Ağır çelik kapılar sıkıca kapalı, arkasında ne tür sırların döndüğü hakkında hiçbir fikrim yoktu. Havadaki metalik koku, rutubetle karışık çürümüşlük hissi veriyordu.

"Asrın!" adım sert bir tonda söylendiğinde içim bir an buz kesti. Her zaman böyle olurdu. Patron, hiçbir zaman bağırmaz; buna gerek duymazdı. Sadece adını söyler ve sesindeki sertlik seni harekete geçirmeye yeterli olur. Merkez binasının içindeki tüm gözler bana dönünce kendimi çok huzursuz hissettim. Derin bir nefes alıp, soğuk havayı içime çekerken kalbim hızla çarpıyordu. Kimseyle göz göze gelmemeye çalışarak Patron'un arkasından odasına ilerledim. Her seferinde bu kısacık mesafe sonsuzluk kadar uzun gibi geliyordu.

Patron'un odasına girdiğim an, havanın ağırlığı göğsüme çöktü. Odanın ortasında bulunan devasa siyah ahşaptan yapılmış, mükemmel cilalanmış masasının ardındaki deri kaplamalı koltuğunda oturuyordu. Sanki tahtında oturan bir kral gibi görünüyordu. Duruşu öyle kendinden emin ki, bir saniye bile olsa gücünü hiç kimse sorgulamayazdı. Üzerindeki siyah takım elbisesinin dikişleri kusursuz, sanki onu bir zırhmışçasına taşıyordu.

Gözleri karanlık, dipdiri ve keskin. Yüzündeki ifadesizlik insana tırnaklarını geçiren bir soğukluk bırakıyordu. Gülümsese bile o gülümsemenin altında muhakkak bir tehdit saklı olurdu. Sesine ihtiyaç duymaz, odadaki sessizlik bile onun sesi gibi yankılanır, üstünlüğünü bariz bir şekilde ilan ederdi. Burası onun dünyası, onun sahası. Ve ben şu anda burada bir misafirim, anca onun izin verdiği kadar var olabilirim. Onun gözleri, ne düşündüğümü biliyormuş gibi bakıyor; beni çözmek ya da yargılamak için değil, beni tamamen kontrol etmek için.

Bana daha fazla işkence etmeyip, aramızdaki bu anlamsız sessizliği gür sesiyle bozdu. "Herhangi bir sıkıntı oldu mu?" bu, cevabını benden çok daha iyi bildiği bir soruydu. Dün gece her şey yolunda gitmiş, hiçbir sıkıntı çıkmamıştı. "Hayır Patron. Her şey planlandığı gibi gitti." dedim sesimdeki titremeyi gizlemeye çalışarak. Patron'un gözleri söylediklerimi dikkatle dinliyor; her kelimemi, her cümlemi ağır bir şekilde tartıyordu. Daha sonra dudakları memnuniyetle kıvrıldı. Parmaklarını birbirine kenetleyerek, masasının üstüne eğildi ve bana doğru yaklaştı. "Canımı çok sıktılar Asrın. Yoluma taş koydular." sesi bıçaktan bile keskin, mavi delici bakışlarıysa hiç bu kadar ürkütücü olmamıştı. "Şimdi sıra bizde. Vakit yolumuzdaki taşları temizleme vaktidir." delici bakışları yüzümün her ayrıntısında oyalanırken "Bu taşları sen temizleyeceksin Asrın. Bir tek sana güveniyorum." dedi. Patron gibi bir adamın hiç kimseye güvenmeyeceğini bilmeyecek kadar saf değildim fakat bu işin altında bir şeyler olduğu belliydi. Oldukça rahatsız olmuştum ama yine de bunu Patron'a belli etmemeye çalışarak boğazımı temizleyip "Nasıl bir iş peki bu?" diye sordum.

"Bu sefer sana vereceğim görev, çok özel ve hassas." gözleri dikkatle üzerimde geziniyor. "Büyük bir iş birliğimiz var ve bu işin başarısı tüm operasyonlarımızı etkileyecek." Patron, masasının üstünde üst üste dizili olan dosyalardan kırmızı renkli en büyük olan dosyayı alıp bana doğru uzattı. Dosyanın kapağında gizli bir mühür ve üzerinde büyük puntolarla yazılmış "ÖNEMLİ" kelimesi yer alıyordu. İçimden endişe dalgası geçerken Patron'un elinden dosyayı aldım. "Bu görev, yüksek profilli bir hedefi içeriyor; bakanın oğlunu." Vücudumda gezinen endişe dalgası gittikçe artıyor, duyduğum her kelime daha fazla stres olmama sebep oluyordu. Elimde sıkı sıkıya tutmakta olduğum dosya bana çoktan yük olmaya başlamıştı. Yine de sesimi çıkarmayıp çenem dik bir şekilde Patron'u dinlemeye devam ettim. "Hedefimiz, takdir edersin ki oldukça korunaklı bir tesiste bulunuyor. Güvenlik önlemleri sıkı, her adımın dikkatlice planlanması gerekiyor." Patron, önünde bulunan kendi dosyasının içini açıp, birkaç belgeyi önüme serdi. Belgelere göz gezdirirken hedefin yeri, güvenlik detayları ve planlanması gereken adımlar hakkında daha fazla bilgi aldım. Her şeyin detaylı bir şekilde planlanması ve her şeyin kusursuz olması gerektiğini biliyordum.

"Operasyonun detayına girecek olursak; Bakanın oğlunun kişisel bilgisayarında bize ait veriler var Asrın. Ve senden onun evine gidip, bu verileri alıp, bana getirmeni istiyorum." Ne kadar da kolay söylemişti öyle! Bakanın oğlunun üstün güvenlikli evine gizlice girip, gerekli verileri alıp sonra hiç kimseye yakalanmadan buraya geri gelmek. Bu adam çıldırmış olmalı! Beni resmen bir piyon gibi öne sürüp, yem olarak kullanmak istiyordu. Yüzümdeki tereddütü görmesine rağmen sesindeki soğuk ve amansız tonla konuşmasına devam etti. "Bu görev yalnızca zor değil, aynı zamanda son derece tehlikeli de. Bu operasyonun her detayı, sadece senin değil, bizim tüm işimizin geleceğini etkiliyor. Her adımın doğru ve eksiksiz olmalı. Bir hatan tüm planlarımızın ifşasına neden olabilir."

Patron'un gözleri üzerimdeydi ve her hareketimi dikkatle izliyordu. "Eğer bu görevi başarılı bir şekilde tamamlayamazsan, sonuçları ağır olur. Bunu biliyorsun değil mi Asrın?" sesindeki tehdit elle tutulur derecede gerçekti. Buz gibi sesinden çıkan her kelime daha fazla üşümeme sebep oluyordu. Yapmakta olduğum karanlık işlerde her zaman ölüm gibi bariz bir tehdit bulunurdu bunun farkındaydım, fakat şu anda olan durum çok daha farklıydı. Zorlu bir görev ve başarısız olursam kesinlikle canımdan olacağımı söylüyordu. Bu görevi kabul etmeme gibi bir şansımın olmadığının bilincindeydim ama yine de şansımı denemek için "Patron, benim işim sadece ölülerle. Bu gibi görevlerin sorumluluğu bana verilmemeli." diyebildim zar zor duyulan cılız, ince bir sesle.

Patron'un yüzü bu itirazı duyduğunda kaskatı kesildi. Fakat sonra anında gözleri öfkeyle parladı ve yerinden bir hışım kalkıp koluma yapıştı. "Sana seçme hakkı verdim mi sanıyorsun? Bu görevi başarıyla tamamlayacaksın yoksa," kolumdaki demirden parmaklar canımı daha fazla acıtırken kızgın soluğu yüzüme çarpıyor, korkudan gözlerimin dolmasına sebep oluyordu. "Yoksa ant olsun ki seni doğduğuna pişman ederim." sıkı sıkı tutmakta olduğu kolumdan itekleyince odanın diğer köşesine savrulup dengemi zar zor kurabildim ve duvardan destek alarak ayakta kaldım. "Anladın mı beni?" ani kükremesiyle olduğum yerde sıçrayıp cansız ve titremesine engel olamadığım bir sesle "Evet, anlıyorum Patron ama..." Patron kendini tutamayıp yumruğunu masanın üstüne sertçe indirince susmak zorunda kaldım.

Daha sonra yeri sarsacak şekilde attığı sert adımlarla yanıma kadar gelip durdu. Delici mavilerini yeşillerime kilitleyip elini de yumruk yapmış her an yüzüme indirecek vaziyette beklerken sinirli nefesi yüzüme çarpıyordu. "Aması falan yok Asrın. Benim sabrımı sınama." Yumruk yapmış olduğu eli hala havada duruyordu ve parmak boğumlarının beyazlamasından bu durumun onu ne kadar zorladığını anlayabiliyordum. Böyle biriyle başa çıkılmazdı. Böyle birine sadece itaat edilirdi. Ben de görevi kabul edip başıma gelebilecek olan her türlü şeye boyun eğdim. Başka şans bırakılmamıştı. Patron'un da dediği gibi bana seçim hakkı sunulmamıştı.

Bu işlere girerken hiçbir amacım yoktu; ne para, ne güç, ne de mevki peşindeydim. Sadece içimdeki anlamlandıramadığım sesleri susturmaya, onları az da olsa doyurmaya çalışıyordum. Ama şu an işler çığrından çıkmıştı. İşlerin bu duruma gelmesi, bu şekilde bir şeylere zorlanıyor olmak fazlasıyla canımı sıkmıştı. "Çıkabilirsin."

Duyduğum komutla birlikte gözümden akan bir damla yaşı elimin tersiyle silerek odadan çıktım. Patron'un kapısını kapattığım sırada önümde bilinmezliklere açılan kapıların kulpunu çevirip içeriye adım attığımı hissediyordum.

 

 

Loading...
0%