@okuryazarkedii
|
Patron'un odasından çıktığımda, koridorun soğuk havası üzerimdeki gerilimi biraz olsun hafifletmeye çalışırmış gibi yüzüme çarptı. Ancak Patron'un odasından yüksek sesle yankılanan öfke, koridor boyunca herkesin kulaklarına ulaşmıştı. Gözlerim, etrafımdaki insanların üzerimdeki dikkatli ve korkulu bakışlarını hemen fark etti. Patron'un öfkesi, koridor boyunca yayılan bir dalga gibi herkesin üzerinde etkili olmuşa benziyordu. Kimi çalışanlar, yüzlerini çevirmeye çalışıyor, kimisi ise hala korkuyla gözlerini benden ayıramıyordu. Adımlarımı hızlandırarak, bu ağır atmosferden bir an önce uzaklaşmak istedim. Dışarıya adım atar atmaz temiz ve soğuk havayı ciğerlerime doldurdum. Daha sonra içimde biriken öfkeyi dizginleyemeyerek Orhan'ın üstüne koşar adım yürüyüp göğsünden ittim. "Bu adamın niyeti beni öldürtmek. Ben bu işi nasıl yapacağım Orhan?" Orhan'ın cevap vermesine fırsat tanımadan yine aynı şekilde göğsünden iterek "Benim işim sadece ölülerle. Bunu Patron'a neden söylemedin!" diye bağırdım. Patron'a yapamadıklarımı Orhan'a yapıyor oluşumu görmezden geldim. Göğsüne bir kez daha vurmak için kollarımı kaldırdığımda, Orhan kollarımdan tutarak beni durdurdu. Dizlerini kırıp, boyunu benimle eşitledi ve yüzünü yüzüme yaklaştırıp "Asrın, Patron'un sana verdiği görev ne bilmiyorum ama bu senin için büyük bir şans." dedi. Kollarımı ellerinden kurtarıp "Ne şansı be! Sen benimle dalga mı geçiyorsun?" diye bağırmaya devam ettim. "Anladığım kadarıyla çok büyük bir iş ve Patron bu işi sana verdiğine göre, gerçekten sana güveniyor ya da güvenmek istiyor." "Hayır, Patron'un istediği tek şey beni yem olarak kullanmak." Orhan, sabrı kalmamış gibi nefesini sıkıntıyla dışarı verdi. "Kızım, gerçekten anlamıyor musun? Adam sana güvenmese, senin potansiyelini; yapabileceklerini bilmese böyle önemli bir işi sana verip seni ve işi tehlikeye atar mıydı? Patron'dan bahsediyoruz sonuçta." Söylediklerini düşününce mantıklı bir tarafı vardı evet ama yine de mantığıma uymayan taraf daha ağır basıyordu. "Bu yüzden sen de kendine güven. Bu işin üstesinden başarıyla gelebileceğine inan." Siyah Vito'nun krem rengi deri kaplamalarına oturup söylemişti bunu. Orhan'a ne kadar hak vermek istemesem de haklıydı. Araba, motorundan boğuk ses çıkararak çalışmaya başladığında Orhan "Gelecek misin yoksa orada dikilmeye devam mı edeceksin?" diye sordu. Ben de olduğum yerden bir adım bile kıpırdamayarak "Sen git, benim işlerim var." dedim. Orhan başını anlar bir şekilde sallayıp, şoföre işaret verdi ve Vito'nun büyük ağır kapısı gürültüyle kapandı. Toprak yoldaki tozları kaldırarak hareket eden araba öksürmeme sebep olmuştu.
Bakanın oğlunu bulmam gerekiyordu. Bunun için tek bir kişi bana yardım edebilir, bu işi başarabilirdi. Gölge, karanlık dünyada iyi tanınan biriydi. Gizli ve tehlikeli işlerle uğraşanların güvenebileceği nadir adamlardandı. Onun gerçek adı hiçbir yerde geçmez; Gölge kod adıyla anılırdı. Buna rağmen izleri her yerdeydi. Eli kolu her yere uzanıyordu. Çatlak kaldırımlardan, gökdelenlerin tepesine kadar her taşın altını biliyordu. Tıpkı bilgi denizinde yüzen bir hayalet gibiydi. Arabanın kaldırdığı tozlar öksürmeme sebep olduğu için bir elimle sesimi kesmek amacıyla ağzımı örtüyordum, diğer elimle de arka cebimdeki telefonumu çıkarıp Gölge'nin numarasını tuşladım. Telefon ilk çalıştan sonra açıldı. "Bulman gereken biri var." dedim direkt konuya giriş yaparak. Onun da tarzı bu şekilde olduğu için yadırgamayıp "Ayrıntı ver." dedi. Gerekli ayrıntıyı verdiğimde "1 saat sonra atacağım konumda ol." diyerek telefonu yüzüme kapattı.
Tam bir saat sonra attığı konumdaydım. Kafenin kapısını araladığımda içeriye yayılan ağır tütün kokusu burnuma doldu. Mekân karanlıktı, sadece birkaç soluk sarı ışık masaların üzerine düşüyordu. Duvarlar sanki yıllardır el sürülmemiş gibiydi, kabarmış sıvalar, sararmış afişler, bir zamanlar canlı ama şimdi solmuş anıların izleriydi. Masalar düzensizce yerleştirilmişti; bazıları köşelere itilmiş, birkaç tanesi kırık sandalyelerle doluydu. Her şey eski ve bakımsızdı, ama bu kimseye batmıyordu sanki. Barın arkasındaki adam bile yorgun görünüyordu, hiçbir şey dikkatini çekmiyor gibiydi. Yine de burada böyle bir buluşmanın garip olmadığını biliyordum. Böyle yerler, sessizlikle konuşan ve gözlerden uzak olanlar için mükemmel buluşma noktalarıydı. Ortamın verdiği soğukluk içime işlese de dikkatimi kaybetmemeliydim. Gölgelerden gelen biriyle konuşmak için tam da doğru yerdi burası. Kimsenin ilgisini çekmeyecek kadar sıradan ama bir o kadar da ürpertici. Kafenin en karanlık köşesinde kalan masada oturan Gölge'yi gördüm. Üstündeki koyu gri montu ve onun içine giydiği siyah kazağıyla sıradan biri gibi görünse de, o bundan çok daha fazlasıydı. Kafasını eğmiş olduğu dosyadan kaldırıp, hiçbir duyguyu ele vermeyen yüz ifadesiyle bana baktığında artık ona doğru gitmem gerektiğini anlayıp harekete geçtim. Küçük bir selamlaşmanın ardından karşısındaki sandalyede yerimi almıştım. "Öncelikle, bakanın oğlunu bulma konusunda kararlı mısın?" Hayır. "Evet." "Pekala. Bakanın oğlu yani Erdem Doğan sıradan bir hedef değil; siyasi bağlantılar ve korumalarla sarılmış durumda. Bu kişinin bulunduğu yerler, genellikle yüksek güvenlik önlemleriyle korunuyor ki bunu tahmin ediyorsundur zaten." dediğinde başımı evet anlamında sallayıp önümdeki buz gibi biradan büyük bir yudum aldım. "Erişim sağlamak oldukça zor, çünkü hem kişisel hem de devlet güvenliği tarafından korunuyor. Bu yüzden, işin siyaset ayağında birçok engel ve komplike durumlar yaşanabilir." Koyu kahverengi gözlerini üzerimde gezdirerek ekledi. "En çok dikkat etmen gerekenler, Erdem Doğan'ın güvenliğini sağlamak amacıyla atanan özel güvenlik birimleri, hatta özel ajanlar. Güvenlik ağı çok geniş. Bu yüzden dikkatli bir şekilde analiz ettim ve bu birimlerle ilgili gerekli tüm bilgileri dosyaya aktardım." Önündeki nispeten kalın olan dosyayı masada kaydırarak bana uzattı. Daha sonra kendisi de benim yaptığım gibi içkisinden bir yudum alıp arkasına yaslandı. Dosyayı alıp incelemeye başladığımda, bu kadar kısa sürede bu kadar çok bilgiyi nasıl edindiğini sorgulamadan edemedim. Dosyanın içerisinde temel bilgilerde adı, yaşı, kişisel özellikleri gibi bilgiler yer alırken; Bunun yanı sıra sosyal çevresi, arkadaşları, hangi mekanlarda takıldığı gibi birçok önemli bilgi de yer alıyordu. Dosyayı incelemeye kendimi o kadar kaptırmıştım ki Gölge'nin sesiyle sıçrayıp kendime geldim. Elimdeki dosyayı alıp kendi önüne koydu. "Şimdi bu bilgileri boş ver. Senin için harika bir fırsat var." dediğinde heyecanlandım. Gölge gibi yapıp oturduğum sandalyede ileri kayıp, öne doğru eğildim ve can kulağıyla dinlemeye başladım. "Yakın zamanda büyük bir bağış gecesi düzenlenecek." yüzündeki ifade dikkatli ve ciddi. "Bu etkinlik, neredeyse tüm önde gelen siyasetçilerin ve iş dünyasının önemli isimlerinin katılacağı bir organizasyon olacak." Yüzümü ilgiyle incelerken konuşmasına devam etti. "Etkinlik, şehrin en prestijli otellerinden birinde, büyük bir balo salonunda gerçekleştirilecek. Burası hem güvenlik hem de organizasyon açısından yüksek standartlara sahip bir yer. Hem bakanın hem de bakanın oğlunun katılacağı bu gece, tüm siyasetin göz önünde olacağı bir organizasyon olacak." "Bu geceye katılmak, Erdem Doğan'a yaklaşabilmen için büyük bir fırsat." Daha sonra rahat görüntüsünden sıyrılıp, yerinde huzursuzca kıpırdandı. Bundan sonra söyleyeceği şeylerin pek de iyi şeyler olmayacağını anlamıştım. Kaşlarımı çatarak konuşmaya devam etmesini bekledim. "Ancak, bu tür etkinliklerde giriş iznini almak hiç de kolay değil. İlk olarak, etkinliğin davetli listesinde yer alman gerekiyor. Bu liste de genellikle üst düzey kişilerle ve sponsorlarla sınırlı." "Giriş iznini almak için," diye devam etti. "öncelikle etkinlik organizatörleriyle bağlantıya geçmen gerekecek. Bu bağlantıyı kurmak, genellikle bir sponsordan ya da etinliği düzenleyenlerden biriyle ilişki kurmanı gerektiriyor. Eğer bu tür bir bağlantın yoksa, bir tanıdık aracılığıyla davetiye temin etmeyi deneyebilirsin." Gölge, konuyu daha da açarak ekledi. "Etkinlikteki güvenlik önlemleri çok sıkı hatta üst düzey olacak. Bu yüzden iyi bir planlama yapman gerkecek. İçeri girbilmek için, önceden bir kimlik kontrolünden ve güvenlik taramasından geçmen gerekiyor." "Son olarak," dedi, "etkinlik sırasında dikkatli olmalı ve en küçük bir şüphe bile çekmemeye özen göstermelisin. Giriş iznini aldıktan sonra, Erdem Doğan'ın yakın çevresindeki güvenlik detaylarını dikkatle analiz etmeyi unutma. Bu tür etkinliklerde, güvenlik düzenlemeleri genellikle yoğun ve karmaşıktır, bu yüzden her şeyin düzgün çalıştığından emin olmalısın." Bir yandan aldığım bilgileri sindirirken diğer yandan da etkinlikle ilgili planlarımı yapıyordum. Gölge'nin verdiği bilgilere göre, bağış gecesi şehrin en prestijli otellerinden birinde yapılacak ve bu etkinlik tüm önde gelen isimlerin katılacağı bir organizasyon olacak. Şimdi benim için harika fırsat olan bu organizasyona nasıl katılabileceğimi düşünmem gerekiyor. Etkinliğin yeri, şehrin merkezindeki ünlü bir otel. Şu an elimdeki fotoğrafta otelin balo salonunun görüntüsü yer alıyordu. Büyük bir balo salonu, yüksek tavanları ve ihtişamlı dekorasyonuyla sanki elimde bir kağıt parçası değil de çok değerli bir kart postal tutuyormuşum gibi büyülemişti beni. Otelin bu bölgesinin, genellikle özel davetler ve yüksek profilli etkinlikler için kullanıldığını öğrenmiştim. Tarih olarak ise, etkinliğin iki hafta sonra, pazar günü gerçekleşeceğini öğrenmiş durumdaydım. Gölge'ye teşekkür edip kese kağıdının içine koyduğum ücretini verip masadan kalktım. Kafenin dışında taksinin gelmesini beklerken telefonuma gelen mesaj sesiyle elimi cebime atıp telefonumu çıkardım. Tahmin ettiğim gibi mesaj yine Bilinmeyen Numaradandı. Mesajın üstüne tıklayıp açtım; Bunu yapmak zorunda değilsin. Derhal bu işten vazgeç! Yazıyordu. Artık ne yaptığımı ya da ne yapacağımı biliyor olmasına şaşırmıyordum. Telefonu sakinlikle çıkarttığım yere koyarken "Sıra sana da gelecek Ilgaz. Bu işi halleder halletmez senin de icabına bakacağım." deyip, gelmiş olan taksiye binerek evimin yolunu tuttum.
Davetiyesiz bir balo salonuna sızmak, yani davetsiz misafir olmak... Özellikle de çevrede siyasetçiler varken… Normal şartlarda imkansız gibi görünürdü. Ama hiçbir plan imkansız değildir, sadece doğru hamleyi yapmak gerekir. Bu geceye katılmam gerekiyordu ve davetiyem yoktu. Fakat yüksek profilli insanlar sadece kapalı kapılar ardında yaşamaz; onlar, en güvenli yerlerinde bile zayıf noktalar taşır. İlk olarak, bakanın ailesine yakın olan isimleri araştırdım. Bu tür etkinliklerde, katılımcılar her zaman belirli bir çevre içinden olur. Ancak güvenlik görevlileri her zaman en dikkatli insanlar değildir; çoğu zaman gece boyunca dikkatlerini dağıtacak sayısız detayla uğraşırlar. Böyle gecelerde güvenlik sadece kimlik değil, aynı zamanda statü ve itibarla da sağlanır. Bu yüzden adımı onların arasına yazdırmak, güvenliğin gözünden kaçmak için sahte bir kimlikten daha fazlasına ihtiyacım vardı. İlk hamlem, gecenin ana sponsoru olan büyük bir şirketin arka kapısından girmekti. Şirket CEO’sunun asistanıyla bir hafta önce tesadüfen tanışmıştım. Ona yardım etmiş, küçük bir iyilik yapmıştım. Şimdi o iyiliği geri alma zamanıydı. Asistanın yardımıyla, CEO’nun etkinliğe katılamayacağını duyurmasını sağladım. Yerine bir temsilci göndermesi gerekiyordu ve ben de o temsilci olacaktım. Böylece içeri girişim yasal bir kılıfa bürünmüş olacaktı. İçeri girdikten sonra dikkat çekmemem gerekiyordu. Sade ama şık bir elbise, tam da etkinliğin ruhuna uygun bir kıyafetle… İnsanların gözünde bir iş insanı ya da organizatör gibi görünecektim. Statü ve özgüven, bu tür etkinliklerde her şeydir. Kimse kimin kim olduğunu sorgulamaz, eğer sorgulamak zorunda hissetmezse. Gecenin ilerleyen saatlerinde, bakanın oğluyla beklenmedik bir “tesadüf” yaşayacaktım.Yüz yüze geldiğimizde, onun dikkatini çekmek için birkaç stratejik bilgi paylaşmam yeterli olacaktı. Bu insanların ilgisini çekmenin yolu, onlara avantaj sağlayacak şeyler sunmaktan geçer. Onun zayıflıklarını biliyordum; zayıf noktalarından yakalayacak kadar beklemem gerekecekti. Plan basitti ama sağlamdı. İçeri girecektim ve kimse benim oraya ait olmadığımı anlamayacaktı.
BAĞIŞ GECESİ: Yere kadar uzanan siyah hafif simli elbiseyi üzerime giydiğimde vücuduma zarafetle yapıştı. İnce, ipeksi kumaşı, vücut hatlarımı tamamen sararken, belimin ince noktasını belirginleştiriyordu. Elbisenin yüksek bel kesimi, zaten uzun olan bacaklarımı daha da uzun gösteriyor ve yürüdüğümde hafifçe dalgalanıyordu. Derin V yaka dekoltesi boynumu vurgularken, omuzlarımı zarif bir şekilde açığa çıkarıyordu. Elbisenin üzerinde yer alan ince simler, ışıkla birlikte parlayarak hareket ettiğimde beni çevreleyen havayı daha da büyüleyici kılıyordu. Elbise derin V yaka olduğu için, topuz yapmaya karar verdim. Saçlarımı özenle toplarken, birkaç dalgayı serbest bıraktım; bu, yüzümün etrafında doğal bir çerçeve oluşturuyordu. Sıra makyajıma geldiğinde, gözlerime derinlik katmak istedim. İnce bir eyeliner ile gözlerimin üstüne düzgün bir çizgi çektim; bu, bakışlarımı daha etkileyici hale getirirken, gözlerimin doğal güzelliğini ortaya çıkartıyordu. Ardından birkaç kat maskara ekleyerek kirpiklerimi dolgunlaştırdım. Gözlerimle işim bittiğinde sıra dudaklarıma geldi. Dudaklarıma da pastel tonlarda bir ruj sürerek makyajımı tamamladım. Evden çıkmadan önce her zaman yaptığım gibi Papyon'un mama ve su kaplarını doldurup, kumunu temizledim. Papyon yine bacaklarıma sürtünürken ben de başını okşuyordum. "Bana şans dile. İşimi hemen halledip yanına geleyim." dedim, içimde kötü bir his peyda olurken gözlerim dolmaya başlamıştı.
Otelin önüne vardığımda, içimde bir gerginlik vardı. Adımlarımın kesin, tavrımın soğukkanlı olması gerekiyordu. Gecenin ilerleyen saatlerinde yapılacak bağış, davete damgasını vuracaktı ve herkes orada olacaktı. Kapıdaki güvenlik görevlilerine göz ucuyla baktım. Her biri kendi aralarında konuşuyor, davetiyeleri kontrol ediyordu. Elimdeki şirket temsilciliği belgeleri ise onları şüpheye düşürecek cinsten değildi. Güvenlik o gece büyük isimlerle daha fazla meşguldü; ben ise sıradan bir katılımcı olarak içeri süzüldüm. Otele girdiğimde, balo salonunun kapısına yaklaşırken derin bir nefes aldım. Kapıyı açtığımda, karşıma çıkan manzara gerçekten etkileyiciydi. Salonun ağır kristal avizeleri ışıl ışıl parlıyordu. İçeri adımımı attığımda, gözlerim hemen geniş, ihtişamlı salona odaklandı. Salonun büyük pencereleri, dışarıdaki geceyi aydınlatıyor ve içeriye zarif bir ışık yayıyordu. Tavandaki kristal avizeler, ışığı öyle bir şekilde yansıtıyor ki, her şey altın rengi bir parıltıyla aydınlanıyordu. Zemin parlak mermerle kaplı; her adımımda topuklularımın yankısı hafifçe duyuluyordu. Salonun duvarları, büyük tablolar ve lüks kaplamalarla süslenmişti. Büyük bir dans pisti ortada yer alıyor, etrafı ise küçük yuvarlak masalarla çevriliydi. Masalar ince dantel örtülerle kaplı ve üzerlerinde şamdanlar, zarif çiçek aranjmanları ve kristal kadehler vardı. Masaların etrafında, klasik döşenmiş koltuklar, ince işçiliklerle yapılmış ve konforlu görünüyordu. Gözlerimi, salonun beni büyüleyen detaylarından çekip davetlilerin üzerinde gezdirdim. Siyasetçiler, iş dünyasının devleri, basın… Hepsi bir arada, şarap kadehleri ellerinde bir sonraki büyük fırsat için birbirlerini tartıyorlardı. Burada dikkat çekmek istemiyordum, tam tersine gölgelerde kalmalıydım. Benimle pek ilgilenmeyen görevli beni salona yönlendirdiğinde, rahat bir nefes aldım. Şimdi yapmam gereken tek şey sabırlı olmak ve doğru anı beklemekti. Bakanın oğlu, Erdem… Onu uzaktan izliyordum. Babasının yanında olmaktan hoşlanmayan, ama mecburen var olan bir adam… O tür insanların yüzünde hep aynı ifadeyi görürdüm. Etrafındaki kalabalığa rağmen yalnızdı, kimseye tam anlamıyla güvenmiyordu. Başarısızlığın gölgesinde kalmış bir hayat, kendini kanıtlama arzusu içinde çırpınıyordu. İşte bu, benim için büyük fırsattı. Bir süre etrafında dolandım, dikkatini çekecek bir anda ona doğru yaklaştım. Onu fazla zorlamadan, bakışlarımı göz hizasına indirip başımı hafifçe omzuma doğru eğdim. “Erdem Bey, sizinle tanışmak benim için büyük bir onur,” dedim, sesim tamamen kontrol altında. O an fark ettim, babasından gelen ilgisizlik onu öylesine ezmiş ki, yabancı birinin ilgisine anında yanıt verdi. Dikkatini çektim, ama yetmezdi. Onu daha derin bir noktadan vurmalıydım. Bağış gecesinde yaptığı işlerin yüzeysel olduğunu ima eden birkaç ince laf ettim. “Bu tür organizasyonlar genelde gösterişle karıştırılır,” diye başladım. “Ama gerçekten önemli olan şey, stratejik bir bağış ağı kurmaktır. Babanızın gölgesinde kalmamanın en iyi yolu, fark yaratacak bir şey bulmak.” İlk başta şaşırdı, gözleri hafifçe büyüdü. “Ne demek istiyorsunuz?” diye sordu, sesi kontrol edemediği bir merakla doluydu. Zayıf noktası oradaydı: Babasının gölgesinden kurtulma arzusu. Beni dinliyordu. “Eğer gerçekten bir fark yaratmak istiyorsanız, bu işlere babanızın adını değil, kendi vizyonunuzu katmalısınız,” dedim. Yavaşça ona yaklaşıp, başkalarından duyamayacağı tavsiyeler verdim. Onun neler yapabileceğini, hangi stratejileri uygulayabileceğini söyledim. Kendi adını bir marka haline getirmesi için birkaç basit öneri sundum. Sanki ona kurtuluş reçetesini veriyordum. O an gözlerinde bir parıltı belirdi. Babasının mirasını değil, kendi gücünü yaratmak isteyen bir adamın gözleriydi bunlar. “Bu konuda daha fazla konuşabilir miyiz?” dedi. Tam istediğim noktadaydım. Artık onun güvenini kazanmıştım, zayıf noktasından tutup kendime doğru çekmiştim. “Tabii,” dedim, gülümseyerek. “Sizinle çalışmak, büyük bir onur olur.” Gece bitmeden onunla baş başa bir görüşme ayarlamıştım bile. O, kendini ispat etmek için yanıp tutuşan bir adamdı. Ben ise o ateşi körükleyecek rüzgardım. Ceketinin düğmesini ilikleyip, elini sinematik bir şekilde bana uzattı. "Ben Erdem Doğan. Peki ya sen?" Onu tanıdığımı bildiği halde neden kendini tanıttığını anlayamasam da gülümsemesine karşılık verdim ve ben de elimi uzattım. "Ayşe.", " Ayşe Vural." dedim yerine geçtiğim CEO'nun temsilcisinin adını söyleyerek. Parmaklarımın ucundan tuttuğu elimi dudaklarına götürerek zarif bir şekilde öptü. "Memnun oldum Ayşe. Şu an resmen tanıştığımız için Bey ve Hanım kelimelerini atıp, senli benli konuşmaya başlıyoruz. Anlaştık mı?" deyip göz kırparak yüzündeki gülümsemesini daha da genişletti.
Gecenin ilerleyen saatlerine doğru, salonun atmosferi giderek ağırlaşıyor, insanlar bağış yarışına giriyordu. Şarap kadehleri dolup boşalıyordu. Konuklar birbirlerine ne kadar cömert olduklarını göstermek için rekabet halindeydiler. Herkes bir şeyler kazanmak istiyordu: statü, güç, belki de sadece görünür olmak… Ancak Erdem’in gözleri başka bir hedefe takılmış gibiydi; her adımında, her gülüşünde, her konuşmasında göz ucuyla beni arıyordu. Onun beni aradığını hissetmek, içimde büyük bir tatmin yaratıyordu. Planımın tıkır tıkır işlediğini görmek, baştan sona her ayrıntıyı kontrol edebilmek… Bu, her şeyden daha tatmin edici bir histi. Erdem’in bakışları benim üzerimdeydi, onun gözlerinde hem merak hem de büyülenmiş bir hayranlık gördüm. Gözlerimde yakaladığı soğukkanlılık ve kendinden emin tavrım, onu daha da cezbetmiş olmalıydı. Kaçamak bakışlarını yakaladıkça dudaklarımda belli belirsiz bir gülümseme belirdi. Sanki ona meydan okuyor, beni izlemeye devam etmesi gerektiğini söylüyordum. Konuklar arasında gezinirken onu görmezden gelmeye çalıştım, ilgimin onun üzerinde olduğunu anlamaması için. İçimde bir yerlerde, bu bakışmaların onun üzerinde nasıl bir etki yarattığını hissediyordum. Her göz temasımız, onun zihninde beni daha derine kazıyordu. Erdem, konuştuğu kişilere odaklanmaya çalışsa da, bakışları sürekli bana geri dönüyordu. Önemli siyasi isimlerle konuşurken bile beni izlediğini fark ediyordum. Planımın sorunsuz işlediği o anlarda, içimde tarifsiz bir mutluluk vardı. Yüzeyde sakin, soğukkanlı bir tavır sergilesem de, içimde dalgalar yükseliyordu. Erdem’i avucumun içine aldığımı biliyordum. Onu bu noktaya kadar getirmek çok da zor olmamıştı; babasının gölgesinde kalan bir adamın içinde büyüyen isyan ve kendini kanıtlama çabası, onu bana karşı savunmasız hale getirmişti. Gecenin ilerleyen saatlerinde, konuklar bağışlarını açıklarken Erdem bir adım geri çekilip gözleriyle beni aradı. Gözlerimizi bir kez daha buluşturduğumda, içimdeki sessiz zaferi hissettim. İşler tam da istediğim gibi gidiyordu. O, beni izledikçe daha da büyülenecek, benim etrafımda dönmeye devam edecekti. Her adım, her bakış, onun zihninde beni daha da derinleştiriyordu. Ve ben, bu oyunu kusursuz oynadığım her saniyede zaferime bir adım daha yaklaşıyordum.
Gece bittiğinde herkes yavaş yavaş dağılmaya başlamıştı. Otelin loş ışıklandırması altında ayakkabılarımın sesleri yankılanırken, arkamdan gelen adımları hissettim. Erdem’in peşimi bırakmayacağını biliyordum. Gözlerindeki o hayranlık ve merak, gece boyunca beni bir an bile yalnız bırakmamıştı. Kısa bir süre sonra sesini duydum. “Ayşe,” dedi, sesi hafif tereddütlüydü. “Biraz daha konuşabilir miyiz? Gerçekten söylediklerin ilgimi çekti. Daha fazlasını öğrenmek istiyorum.” Dudaklarımda belli belirsiz bir gülümseme belirdi, ama içimdeki zafer duygusunu belli etmemeye çalıştım. Yüzüne baktım ve başımı hafifçe eğerek kabul ettim. “Tabii,” dedim, sanki gece boyunca beklediğim bu değilmiş gibi. Erdem’in yüzündeki rahatlama ifadesi açıkça görülüyordu. Ardından eliyle otelin önünde bekleyen arabasını işaret etti. Ultra lüks, parıldayan siyah bir araçtı. Şatafatlı, tam da bir politikacının oğluna yakışacak türden. Arabaya binerken kapıyı benim için açtı, nazik ve özenliydi. Kibar bir oyun oynuyor gibiydi, ama aslında içindeki bastırılmış hırsı ve merakı hissedebiliyordum. İçeri girdiğimde arabanın içi beni bir anda sarmaladı. Deri koltukların yumuşaklığı, şık ahşap detaylar, çevreye yayılan hafif parfüm kokusu… Her şey benim için fazlasıyla abartılıydı, ama Erdem’in bu şekilde yaşamaya alışkın olduğu belliydi. Yanıma oturduğunda, kısa bir sessizlik oldu. Araba sessizce yola koyuldu. Şoför bizi bilmediğim bir rotadan götürüyordu, ama bu beni hiç rahatsız etmedi. Yola bakarken içimdeki Patron'un benden istediği bu zorlu görevi başarıyla tamamlayacağıma dair umutlarım her geçen saniye büyüyordu. Erdem’in dikkatini çekmiş, onun peşime düşmesini sağlamıştım. Şimdi ise onu tamamen avucumun içine almak için son hamlelerimi yapıyordum.
Erdem’in evi göründüğünde, içimde hafif bir beklenti dalgası yükseldi. Şehir dışına doğru büyük bir arazinin ortasında, her yanı ağaçlarla çevrili bir malikâneydi bu. Araba uzun bir yoldan ağır ağır ilerledi. Yol boyunca sırayla dizilmiş bahçe lambaları, evin ne kadar iyi korunmuş ve tasarlanmış olduğunu fısıldıyordu. Erdem, baba servetinin hakkını veren bir yaşam sürüyordu. Malikâneye vardığımızda, iki devasa sütunla süslenmiş ana giriş kapısı dikkatimi çekti. Parlak taşlarla kaplı mermer zemin, duvarlardaki altın varaklı detaylar ve neredeyse müze kadar steril görünen bu yapı, tam anlamıyla zenginliğin ve gücün simgesiydi. Her şey milimetrik bir düzenle yerleştirilmişti. Ne bir fazla, ne bir eksik. İçeriye adım attığımızda ayaklarımın altındaki halıların yumuşaklığını hissettim. Duvarlarda pahalı tablolar, parlak ahşap mobilyalar, antika görünümlü saatler… İçerisi o kadar düzenliydi ki, sanki içinde yaşayan bir insan değil de, bu mükemmeliyetin bir parçasıymış gibi görünmeye çalışan biri gibiydi.
Erdem beni büyük bir oturma odasına yönlendirdi. Şömine, hafif bir alevle yanıyordu, ortamda rahatlatıcı bir sıcaklık ve yumuşak ışık yayılıyordu. Altın detaylarla süslenmiş kristal bardaklarla dolu bir içki sehpası hemen göze çarpıyordu. Erdem bana bakıp hafifçe gülümsedi, sonra sehpaya yöneldi. “Bir şeyler içer misin?” diye sordu, sesinde hala o aynı merak ve çekim. Ona doğru yavaşça döndüm, bakışlarımı üzerinde gezdirdim. “Olur.” dedim. Şık kristal bardaklardan birini eline aldı ve içki doldurdu. Şeffaf sıvı bardağa dolarken, ince bir cam sesi salonun huzuruna karıştı. Bardaklardan birini bana doğru uzattığında, gözlerinin içine bakarak aldım. Her hareketim dikkatle izleniyordu, ama bu benim için bir avantajdı. Onun ilgisi her adımımı, her sözümü dikkatle incelemesi demekti ve bu, oyunu benim lehime çevirecek bir fırsattı. Oturduğumuzda, içkisinden bir yudum aldı ve bana döndü. “Gece boyunca söylediklerin aklımdan çıkmadı,” dedi, sesi hafif bir gerginlikle doluydu. “Gerçekten babamın gölgesinden çıkmak için ne yapmam gerektiğini düşünüyorsun?” Soru, beklediğim yerden geldi. Kısa bir sessizlikle cevap verdim, gözlerimi ondan ayırmadan. “Erdem,” dedim, hafifçe gülümseyerek. “Baban güçlü bir adam. Ama onun başarıları, senin değil. Kendi yolunu çizmenin zamanı geldi. Ama bunu yaparken, doğru hamleleri oynamalısın. Güven kazanmalı, kendi imparatorluğunu kurmalısın. Oysa şimdi, onun işlerini yürütüyormuş gibi görünüyorsun.” Onu dikkatle izledim. Söylediklerim, zaten içinde bir süredir var olan kaygıyı tetikliyordu. Gözlerinde bir çatışma vardı, ama aynı zamanda bir istek de. Daha fazla konuştukça, onu yavaşça avucuma alıyordum. İçtiği her yudumla biraz daha rahatlıyor, bana biraz daha yaklaşıyordu. Ve ben, planımın kusursuz işleyişini zevkle izliyordum. Erdem’in bakışlarındaki kararsızlık beni güçlendiriyordu. Gözlerinde bir ışık, bir istek belirmişti; bu gece ona söyleyeceğim her şeyin hayatını değiştirebileceğine inanıyordu. Benim için mükemmel bir piyondu. Kendini ispatlamak isteyen, gölgede kalmaktan bıkmış, ama ne yapacağını bilmeyen bir adam… Bu zayıflığını kullanarak onu avucumun içine alabilirdim. Her şeyin sorunsuz ilerliyor olması beni daha da cesaretlendiriyordu. “Bak Erdem,” dedim, koltukta kayarak ona biraz daha yaklaştım. Sesimi yumuşattım, sanki ona bir sır veriyormuşum gibi. “Babandan bağımsız olmak istiyorsan, onun zayıflıklarını öğrenmelisin. Onunla aynı yolda yürürsen, sadece bir gölge olarak kalırsın. Ancak onun zayıf noktalarını keşfeder ve bunları avantaja dönüştürürsen, kontrol tamamen senin eline geçer.” Bana dikkatle bakıyordu, her kelimemi adeta yutuyordu. Onun bu çaresiz hali beni içten içe tatmin ediyordu. Zeki bir adamdı, ama içinde bulunduğu durum, onu bana daha da bağımlı hale getiriyordu. İçkisinden bir yudum daha aldı, ama gözlerini benden ayırmadı. Sanki ağzımdan çıkacak her yeni cümle, onun geleceğini şekillendirecekmiş gibi bir heyecanla bekliyordu. “Siyasette başarılı olmak, sadece güçlü olmakla ilgili değildir,” diye devam ettim, sesimde sakin bir otorite vardı. “İnsanların güvenini kazanman gerekir. Ama bu güven, her zaman dürüstlükle gelmez. Doğru zamanda doğru hamleyi yapmak, seni zirveye taşıyacak. Babana bağlı kalırsan, o hep senin önünde olacak. Ama kendi gücünü inşa edersen, bir gün o bile senin yanında durmak zorunda kalacak.” Erdem söylediklerimi düşündüğünü belli eden bir tavırla başını hafifçe eğdi. Gözlerinde bir parıltı vardı. Bu planın bir parçası olmayı ne kadar çok istediğini görebiliyordum. Ona sunduğum yol, içten içe arzuladığı ama cesaret edemediği bir şeydi. Bir an durdum, bakışlarımı gözlerine kilitledim. “Etrafındaki insanları iyi seçmelisin. Kimseye tam anlamıyla güvenme. Herkesin bir zaafı vardır, ve senin görevin bu zaafları bulmak olacak. İlişkiler kur, güç odaklarına yaklaş, ama onları kontrol edebileceğin noktada tut. Böylece, baban bile seni engelleyemez.” Erdem’in nefesi hızlanmıştı. Söylediklerimin ona cazip geldiğini hissediyordum. Beni dikkatle izliyor, her kelimemi zihnine kazıyordu. Onun zihninde yankılanan bu stratejiler, aslında benim zaferime giden yoldu. Beni bir rehber olarak görüyordu, ama gerçekte kontrol tamamen bendeydi. Gözlerindeki hayranlık ve büyülenmişlik daha da belirginleşmişti. “Sen… tam olarak ne yapmamı öneriyorsun?” diye sordu, sesi artık tamamen bana teslim olmuş bir tonda. İçimdeki zafer duygusu her geçen saniye büyüyordu. Ona bir kez daha yaklaştım, bakışlarımı gözlerine kilitledim. “Kendi yolunu çiz, Erdem. Ama bu yolda yalnız olmadığını unutma. Doğru insanları yanına alırsan, zirveye çıkmak düşündüğünden daha kolay olacak. Ve o zaman, sadece babanın gölgesinden kurtulmakla kalmayacak, ona kendi yolunu göstereceksin.” Bu sözlerim onu tamamen büyülemişti. Gözlerinde bir parıltı, dudaklarında hafif bir gülümseme belirdi. O an, onun sadece planımın bir parçası değil, tamamen bana bağlı hale geldiğini anladım. Beni izledikçe, ona sunduğum yolun tek çıkış yolu olduğunu görüyordu. Ve ben, her saniye daha da güçleniyordum.
Gecenin ilerleyen saatlerinde Erdem’in ilgisi, planladığımın ötesine geçmeye başladığında, içimde bir rahatsızlık dalgası yükseldi. Onun bakışları artık stratejiye değil, bana odaklanmıştı. Başta gizliden gizliye beni süzüşünü fark etsem de, onun dikkatini söyleyeceklerime çekerim diye düşündüm. Ancak soruları değişmeye, tehlikeli bir yöne kaymaya başladı. “Senin gibi bir kadın… Böylesine etkileyici derecede güzel ve zeki. Hayatında başka neler var? Ailen? Nerelisin?” dedi, sesi bir anda yumuşamış ve samimiyetsiz bir sıcaklık kazanmıştı. Gözlerinde açık bir arzu vardı. İçkisinden durmadan büyük yudumlar alıyordu. Bunlar masum sorular gibi görünse de, niyetini anlamıştım. Konuşma birden bambaşka bir yola sapmıştı. Bir süre daha profesyonelce cevap vermeye çalıştım, ama o her fırsatta daha da ileri gidiyordu. Elleri, yavaş yavaş bardağına uzanırken bir yandan da bana daha yakın oturuyordu. Gözlerinin içindeki rahatsız edici bakışlar, gittikçe daha da cüretkâr bir hal alıyordu. Bir noktada elini omzuma hafifçe koymaya kalktığında, sabrım tükenmeye başladı. “Sanırım artık gitmeliyim,” dedim, yüzümde zoraki bir gülümsemeyle. İçimde büyüyen tedirginliği bastırmaya çalışarak ayağa kalktım. Ama Erdem, o cüretkâr bakışlarıyla hala bana odaklanmıştı.
“Daha yeni geldin. Nereye gidiyorsun böyle?” dedi, sesi artık tehditkar bir hal almıştı. O an bir şeylerin yanlış gittiğini hissettim. Konuşmanın bu yöne sapabileceğini tahmin ediyordum fakat bu kadar hızla sınırları aşacağını düşünmemiştim. İçimde bir ürperti belirdi, ama bunu göstermemeye çalışarak, rahat hareketlerle kapıya doğru adım attım. O sırada, korumalardan biri sessizce Erdem’in yanına yaklaştı ve kulağına bir şeyler fısıldadı. O an, o lanet olası saniye, içimde bir şeyler kopmaya başladı. O sinsi, kibirli gülümseme birden kayboldu yüzünden. Gözleri sertleşti, adeta üzerime bir gölge gibi çöktü bakışları. Yavaşça bana döndü, dudakları aralandı ve soğuk tehditkar bir sesle, "Gerçekten nereye gitmeyi düşünüyorsun, Asrın?" Bir an sanki dünya durdu. İçimdeki her şey birbiriyle çarpıştı; öfke, korku, hırs. Yaptığım tüm plan üzerime çökmüş, ben de bu enkazın altında kalmış gibi hissediyordum. Gerçek kimliğim ifşa olmuştu ve bu tam anlamıyla felaketti. Artık tamamen farklı bir oyunda, farklı pozisyonlarda yer alıyorduk. Gözlerinin içine baktım. Daha önce böylesine bir bakışla karşılaşmamıştım. O kibirli güvenin yerini, karanlık bir farkındalık almıştı. Adımı biliyordu. Bildiği tek şey adım mıydı yoksa bundan çok daha fazlası mıydı bilmiyordum. İçimdeki korku ve öfke zehir gibi yayılmaya başladı. Kaçmam gerekiyordu, ama nereye? Planlarım altüst olmuştu. Bu noktada ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Bildiğim tek şey vardı o da teslim olmayacağımdı. Kalbim hızla atmaya başladı. Panikle kapıya yöneldiğimde, koruma hızlıca önümü kesip kapıyı kapattı ve anahtarı çevirdi. Kilidin tok sesi odaya yayıldığında, içimde büyüyen tehlike iyice netleşti. Planımın bu kadar kısa sürede çözülmesi mümkün değildi. Ama Erdem, bir şekilde gerçeği öğrenmişti. Kapıya bakıp durumu anlamaya çalıştım. Adımlarımı geri çekerek Erdem’e döndüm, bakışlarımdaki soğukkanlılığı korumaya çalışarak. Ama içimden kaçmak için bir çıkış arıyordum. Erdem, yavaşça ayağa kalktı. “Bu kadar çabuk gitmeyeceksin, değil mi? Daha konuşacak çok şeyimiz var,” dedi, sesi artık tehditkâr bir tonla doluydu. Beni köşeye sıkıştırmıştı. Koruma hala kapının önünde duruyordu, yüzünde en ufak bir tereddüt yoktu. Durumun ciddiyetiyle yüzleşirken içimdeki öfke kabarmaya başladı. Ama şu an sabırlı olmalıydım. Birkaç dakika bile olsa, soğukkanlı kalmalı ve çıkış yolunu bulmalıydım.
Erdem’in yüzündeki o gergin ifade, o an her şeyi anlatıyordu. Oyun bozulmuştu. Gerçek kimliğim bir şekilde ifşa olmuştu ve artık kaçacak yerim kalmamıştı. Kalbim göğsümde hızla çarpıyordu, ama dışarıdan sakin görünmeye çalışarak başımı dik tuttum. Erdem, bir adım daha bana yaklaştı, gözlerinde öfkeyle karışık bir şaşkınlık vardı. “Seni kim, ne amaçla benim yanıma gönderdi?” diye bağırdı, sesi odada yankılandı. Yumrukları sımsıkı, gözleri adeta ateş saçıyordu. Bu öfkeyi beklememiştim. Normalde soğukkanlı duran adam, kontrolünü kaybetmiş gibi görünüyordu. Bir an için titredim ama hemen toparlandım. “Ne demek istiyorsun?” dedim, sesimi olabildiğince sakin tutmaya çalışarak. “Sadece bağış gecesine katıldım, tıpkı diğerleri gibi. Sana ilgi duydum ve konuşmak istedim. Bunu yanlış anlamış olmalısın.” Ama Erdem bu açıklamayı yutmadı. Yüzünü bana daha da yaklaştırdı, nefesi sinirle kesik kesik geliyordu. “Bana yalan söyleme!” diye bağırdı bir kez daha, ellerini sertçe iki yana açarak. “Seni buraya kimin gönderdiğini biliyorum. Ne halt çevirdiğini anlamadığımı mı sanıyorsun? Şimdi her şeyi senin ağzından duyacağım!” Gözlerimde bir anlık tereddüt belirmiş olmalı ki Erdem öfkesini daha da artırdı. Adımlarını hızla atarak neredeyse yanıma geldiğinde, geriye doğru birkaç adım atmak zorunda kaldım. Ama sakinliğimi korumalıydım, bu durumda ona gerçekleri söylemek her şeyi daha da kötüleştirebilirdi. “Erdem,” dedim, sesimi daha da yumuşatarak. “Lütfen, yanlış anlıyorsun. Gerçekten kim olduğumu anlamadan bu kadar öfkelenme. Seni incitmek gibi bir niyetim yoktu. Sadece tanışmak ve konuşmak istedim. Ne olup bittiğini bilmiyorum, ama ben buraya kendi isteğimle geldim. Kimse beni bir amaçla göndermedi.” Fakat Erdem, söylediklerime inanmıyordu. Gözleri delici bakışlarla üzerimde gezindi, sanki her sözümü analiz ediyormuş gibi. Bir şeylerin ters gittiğini biliyordu ve artık sakinleşmeyecekti. İçimde bir anlık panik belirse de, bu oyunu sonuna kadar götürmek zorundaydım. Sesimi sakin tutarak ekledim. “Yanlış anlaşılmalar olduysa, bunları konuşabiliriz. Hiçbir şey göründüğü gibi değil.” Erdem’in gözlerinde gördüğüm şey, her şeyin benim için daha da zorlaşacağını gösteriyordu. Erdem’in öfkesi, odayı bir ateş gibi sardı. “Yalan söylemeyi kes, Asrın! Bana gerçek amacını söyle!” diye haykırdı, sesi yüksek ve tehditkar bir tonda yankılandı. O an kalbim hızla çarpmaya başladı; boğazımda bir düğüm oluştu. Cevap vermem gereken bu an, aynı zamanda geri adım atmam gerektiğini düşündürüyordu. Ne kadar saklamaya çalışsam da gerçekler, içinde bulunduğum bu karmaşık durumdan kaçış yolu sunmuyordu. Erdem, gözlerindeki öfkeyi kontrol edemiyordu. Bana yaklaştıkça, her kelimesi bir bıçak gibi keskinleşiyordu. “Eğer bunu şimdi söylemezsen, senin için hiç iyi şeyler olmayacak.” dedi, gerçekleri benim ağzımdan duymaya kararlıydı. İçimdeki korku daha da büyümeye başladı; eğer doğruyu söylersem Patron beni kesin olarak öldürürdü bunu biliyordum. Ama Erdem’in de sabrı kalmamıştı. “Artık sabrım kalmadı! Bana doğruyu söyle!” diye bağırdı, elini kolunu havada savurarak üzerimde baskı kurmaya çalıştı. “Biliyorum ki senin başka bir amacın var, Asrın! Eğer bunu şimdi söylemezsen, buna bir son vereceğim,” diye ekledi, gözlerindeki boşlukta bir tehdit barındırıyordu. “Gerçekten hiçbir şey göründüğü gibi değil,” dedim, sesimi olabildiğince sakin tutarak. “Benim amacım sadece bağış gecesine katılmaktı. Buraya başka bir nedenle gelmedim.” sürekli kendimi tekrar edip duruyordum ama bundan başka söyleyecek bir şeyim yoktu. Ancak bu açıklamam onu tatmin etmedi; o an içimdeki korku daha da derinleşti. Erdem, gözlerindeki öfkeyi bastıramayarak korumalarını çağırdı. “Beni dinleyin!” diye seslendi, sesi odanın içini kapladı. Daha fazla koruma hızlıca içeri girdiklerinde, içimdeki panik ve çaresizlik yükseldi. “Hayır! Ben sadece gitmek istiyorum! Lütfen!” diye feryat ettim. Kendimi geri çekerek kapıya doğru koşmaya çalıştım, ama bir koruma hemen önümde belirdi. “Hiçbir yere gidemezsin.” dedi, sesi sert ve kararlıydı. Erdem’in gözlerinde karanlık bir tatmin vardı; artık benimle oynamanın keyfini alıyordu. “Bodrum kata indirin. Konuşmamıza orada devam edeceğiz.” dedi. “Hayır! Bunu istemiyorum!” diye haykırdım, gözlerimdeki yaşları tutamadım. Korumalar aldıkları talimatla beni aniden yakaladıklarında vücudum dondu. Her biri kollarımın iki yanından sıkıca tutuyorlardı, tenimdeki baskıyı hissediyordum. Kaçmak için kıpırdanmayı denedim ama birinin eli o kadar güçlüydü ki sol kolumun neredeyse kırılacağını hissettim. Nefesim hızlandı, kalbim göğsümde deli gibi çarpıyordu. "Bırakın beni!" diye bağırdım ama sesim, evin duvarlarında yankılanmaktan öteye gitmedi. “Lütfen, beni bırakın! Gerçekten kötü bir amacım yoktu.” diye yalvardım ama kimse beni duymuyordu. İçimdeki korku, bedenimin her köşesine yayıldı. Merdivenlerden inmek, her basamakta kalbimin daha da hızla çarpmasına sebep oluyordu. Gözlerimi kapatarak, içimdeki bu belirsizlik içinde kaybolmayı umdum. Zihnimde tek bir düşünce vardı: kaçış, ama onu bulmak artık imkânsızmış gibi geliyordu. Bodrum kata indiğimizde, soğuk havanın beni aniden sarmalamasıyla titremeye başladım. Merdivenlerin sonuna geldiğimizde, ışıkları açtılar ve karşılaştığım manzara beni dehşete düşürdü. Burası, küçük bir hapishaneyi andıran demir parmaklıklarla çevrili bir odaydı. Her şey gri ve soğuktu; duvarlar kirden kararmış, havası ağır ve nemliydi. O an, nasıl bir psikopatın eline düştüğümü anladım ve içimdeki korku, derin bir çukura düşüyormuşum gibi büyüyerek çoğaldı.
Korumalar, beni demir parmaklıkların önüne getirdiklerinde hiç tereddüt etmeden içeriye sertçe fırlattılar. Dengemi sağlayamadan kendimi sert zeminde buldum. Dizlerim ve dirseklerim bir an için zemine saplandı, sanki bir kaya parçasına vurmuşum gibi vücuduma acı dalgası yayıldı. Bedenim bu kadar ani bir darbe beklemediği için nefesim kesildi. Zeminin pürüzlü yüzeyinin derimi kestiğini ve şu an vücudumun yere temas eden yerlerinin kanadığını hissediyordum. Kendimi toparlamaya çalışırken soğuk hava ciğerlerime doldu, acı çektiğimi belli etmemek için dişlerimi sıktım, ama bedenim bu direnişime ihanet edip titriyordu. Demir kapı üstüme kilitlendiğinde, içimdeki çaresizlik hissi kabardı. Hapsedildiğimi hissetmek, gerçek bir kabusun içine sürüklendiğimi anlamama neden oldu. Erdem, bir adım önde durarak karşıma geçti. Gözlerindeki kararlılık, beni daha da korkutuyordu. “Hala doğruları söylememekte kararlı mısın?” diye sordu, sesi soğuk ve sertti. Gözleri, sanki ruhuma işleyecek kadar derin ve tehditkârdı. Korku, kelimelerin ağzımdan düzgünce çıkmasını engelliyordu. “Ben… Ben gerçekten sadece bağış gecesine katıldım,” dedim, sesim titrek ve çaresizdi. O an, yüreğimdeki boşluk büyüyerek gözlerimdeki yaşları tutmama engel oldu. Bu durumda bile kendimi savunmanın yollarını arıyordum, ama onun yüzündeki kararlılık beni susturuyordu. Erdem’in soğuk bakışları, içimdeki korkuyu daha da derinleştirdi. “Gerçek amacını söyleyene kadar burada kalacaksın." dedi. O an anladım ki bu adam, sırlarımı öğrenmeye kararlıydı. Parmaklıkların ardındaki sıkışmışlık, kendimi daha da savunmasız hissettiriyordu. Her şey çok tehlikeli bir yere doğru gidiyordu ve ben, yalnızca kaçmak değil, aynı zamanda hayatta kalmak için bir yol bulmam gerektiğini biliyordum. Ama Erdem’in gözleri, beni incelemeye devam ediyordu; sanki bir av peşindeydi ve ben de o avdım. Erdem’in sesi, içimdeki umutsuzluğu bir kat daha artırarak yankılandı. “Bana, seni kimin ne amaçla gönderdiğini söylemeden buradan çıkamayacaksın. Bence bir an önce söyle,” dedi, sert ve kararlı bir tonda. O an kalbim hızla çarpmaya başladı; içimde bir savaş vardı. Patron'un beni öldüreceğinden korkarken, Erdem’in bu baskısına nasıl karşılık vereceğimi bilmiyordum.
Erdem’in soğuk bakışları altında, korku içinde çırpınıyordum. “Seni polise şikayet edeceğim,” dedim. Ama bunun yalnızca boş bir tehdit olduğunu biliyordum; telefonum çantamın içinde, çantam da yukarıda, salondaki koltuğun üstünde duruyordu. Yani aslında hiç de güçlü bir pozisyonda değildim. Korkum, beynimi dondurmuş gibiydi ve bu da mantıklı düşünüp, mantıklı konuşmama engel oluyordu. “Beni bu şekilde alıkoymaya hakkınız yok,” diye devam ettim, ama sesimdeki kararlılık her geçen saniye daha da zayıflıyordu. Erdem’in kahkahası, benim için gerçekliğin acımasız bir yansımasıydı. “Bu ülkede polis de, savcı da, hakim de, adalet de biziz.” diye gülerek yanıtladı. O an, onu ikna edebilecek bir şeyler söylemek için çırpınsam da, hiçbir işe yaramayacağını anlamıştım. Çünkü haklıydı. Kimi kime şikayet edecektim ki? Bu adamın karşısında bir şeyler söylemek, hayatımın en tehlikeli oyununu oynamak gibiydi. Korkum, beni sesimi yükseltmeye ve son bir çare olarak kendimi korumaya itiyordu. Ama hangi sözler, beni bu dehşet verici durumdan kurtarabilirdi?
Erdem, benim içsel mücadelemi gözlemliyordu. Gözlerinde bir tatmin ifadesi belirdi; beni daha da korkutuyordu. “Gerçekten zayıf bir konumdasın, Asrın,” dedi, alaycı bir tonla. Eğer bu durumu daha da zorlaştırmadan kurtulmak istiyorsam, düşüncelerimi bir an evvel toplamalı ve bir yol bulmalıydım. Ama korku, her düşüncemi ve hareketimi kısıtlıyordu. Çıkış yolu bulmak için zamana karşı yarışıyordum.
Erdem ve korumalar yine Erdem'in talimatıyla ışığı da kapatarak odadan ayrıldılar. Işıklar kapandıktan sonra karanlık odaya yapay bir sessizlik hâkim oldu. Demir parmaklıkların ardında artık tek başımaydım. Korku dolu düşünceler zihnimi sarmalasa da nasıl bir çıkış yolu bulabileceğimi sorgulamaya başladım. “Erdem’i kandırmalıyım,” diye düşündüm. “Ama bunu nasıl yapacağım? Onun dikkatini nasıl dağıtabilirim?” İçimde bir çözüm bulmak için çırpınırken, korkunun verdiği baskıdan uzaklaşmaya çalıştım. Soğuk metal parmaklıklar, beni dış dünyadan ayıran bir engel gibiydi; ben de bu engeli aşmak için her yolu denemeliydim. Kafamda bir plan oluşturmaya başladım. Erdem, kesinlikle beni merak ediyordu. İlk başta bana güvenmemesi gerektiğini düşünebilir, ama ben ona kendimi etkileyici bir şekilde sunmayı başarabilirdim. “Eğer ona kendimi bir tür kurban ve mağdur gibi gösterirsem, bu belki de onun beni dinlemek için şans vermesine neden olabilir.” diye düşündüm. Düşüncelerim, kalbimle bir yarış içindeydi. Eğer bu demir parmaklıkların ardından çıkmak istiyorsam, aklımı kullanmalı ve bu durumu kendi lehime çevirmeliydim.
Karanlık beni boğarken, aklımda sürekli olarak planımı netleştirmeye çalıştım. Erdem’in döneceği zaman zarfında, bir şekilde onu kendime çekip, bu demir parmaklıklardan kurtulmak için planımı düzgünce uygulamalıydım.
Demir parmaklıkların ardında yalnızlığın ağırlığını hissettiğim an, yukarıdan gelen kavga ve gürültü sesleri, içimdeki korku dalgasını daha da güçlendirdi. Her bir çığlık, her bir sert ses, beni derin bir endişeye sürüklüyordu. “Neler oluyor?” diye düşünürken kalbim hızla çarpmaya başladı.
Kafamda sayısız senaryo belirdi; belki de Erdem ve korumaları başka bir meseleyle boğuşuyorlardı. “Ya beni burada unuturlarsa?” korkusu zihnimde yankılanırken, yukarıdaki kargaşa daha da büyüdü. Sonra, aniden her şey sustu. O an, etrafa kulakları sağır eden bir sessizlik hakim oldu. O gürültü ve karmaşanın ardından gelen bu sessizlik, içimdeki korkuyu daha da körüklüyordu. Duyduğum o sert sesler şimdi tamamen kaybolmuştu, ama içimdeki huzursuzluk devam ediyordu. Kalbim, bir şeylerin ters gittiğini hissediyordu. Demir parmaklıklardan uzaklaşıp, sırtımı yavaşça soğuk duavara yasladım ve düşüncelerime odaklandım. Eğer bir çıkış yolu bulamazsam, yukarıda olup bitenleri öğrenemeyeceğim. Bir şekilde buradan çıkmalı, Erdem'i kandırmalı ve Patron'un istediği o verileri almalıydım. “Ama bu sessizlik de tehlikenin bir habercisi olabilir,” diye düşündüm. Kendimi korumalı ve bu durumdan kurtulmanın bir yolunu bulmalıydım.
Aniden bulunduğum odanın kapısı ardına kadar açıldığında, kalbim yerinden fırlayacak gibi oldu. Karanlık odanın sessizliği, bir çığlıkla bozuldu; ağzımdan çıkan o ufak ses, içimdeki korkunun dışa vurumuydu. O an, gözlerim kapıya odaklanmışken, iri bir bedenin içeri girdiğini gördüm. Adım sesleri sert ve kararlıydı, her biri kalbimdeki endişeyi daha da derinleştiriyordu.
Karanlıkta, gelen kişinin kim olduğunu görememek beni daha da tedirgin etti. Işık eksikliği, tanımadığım bu iri bedenin korkutuculuğunu artırıyordu. "Kim bu?” sorusu kafamda çığlık atarken, içimden bir ses beni sakinleştirmeye çalışıyordu ama bu, kaybolmuş bir fısıldamaydı yalnızca.
Odanın karanlığında, sadece adımlarının yankısı vardı. Gelen kişi, tam kafesimin önünde durdu. Birkaç saniyeliğine gözlerimi kapatıp derin bir nefes almak istedim; ama bunun yerine gözlerimi daha da açarak gelen kişinin kim olduğunu anlamaya çalıştım. Erdem'den çok daha uzun, korumalardan da çok daha iri olan bu beden kime aitti bilmiyordum.
Kalbim hızlıca atarken, ellerimdeki titremeyi bastırmaya çalıştım. Gelen kişinin parmaklıklara yaklaşmasıyla, vücudumdaki gerginlik daha da arttı. Kafesin içinde, kendimi nasıl bir tehlikeye attığımı düşündüm. “Şimdi ne yapacağım?” diye düşündüm, ama her şeyin belirsizliği içinde ne yazık ki kendime bir çözüm bulamıyordum. Titreyen sesimle "Kimsin sen?" diye sordum.
Bir anlık bir sessizlik oldu. Gelen kişi, sanki nefesimi tutmamı bekliyordu. Kafesin önünde durduğu an, zamanın durduğunu hissettim.
Bu karanlık odanın içinde, yalnızca beni izleyen o bilinmeyen kişinin nefes alıp vermesiyle geçiyordu zaman. O an, daha fazla korkmamam gerektiğini düşündüm ama karanlığın içindeki belirsizlik, zihnimi ve ruhumu ele geçiriyordu. “Artık sabrım kalmadı! Kimsin, söyle!” diye haykırdım. Sesimin yankısı, karanlık odada kaybolmuştu. Gelen kişi, demir kilide anahtarı geçirdiğinde, her bir tık sesiyle kalbim yerinden fırlayacak gibi oldu. Kapı, o sırada açıldığında, karşımdaki yabancı gölgeden duyduğum ses, hayatımda daha önce hiç duymadığım kadar sakin bir tonda yankılandı. “Sana hiç kimseye yalvarmaman gerektiğini söylemiştim,” dedi. Duyduğum bu cümle beni istemsizce geçmişe sürükledi.
❀ ❀ ❀ ❀ ❀ ❀
"Aslında göstermem gereken bir şey daha var." dedim utana sıkıla. Ela'nın dikkati çiçekten bana kayarken ben de cebimden çiçekle birlikte çantamın içerisine koyulmuş olan notu çıkartıp O'na doğru uzattım. Dün hiç tanımadığım bir adamın boynuna sarmaş dolaş yapışıp dans etmemi hatırlayınca gerçekten de çok utanıyordum. Çantama koyulmuş olan not tam da bununla ilgiliydi. "Hiç kimseye yalvarma. Bu kişi ben olsam bile." Ela, yine kusursuz bir el yazısıyla yazılmış olan notu sesli bir şekilde okuduğunda içimden bir ürperti geçti.
❀ ❀ ❀ ❀ ❀ ❀
Geçmişte yaşadığım bu olay zihnimde canlanırken, karşımda duran kişinin kim olduğunu anlamıştım. "Ilgaz?"
|
0% |