@okuryazarkedii
|
Ilgaz’ın sıcak elini soğuk tenimde hissettim. Beni parmaklıkların arasından çekerken, tüm vücudum itiraz edercesine geriye doğru gerildi. Onunla gitmek istemiyordum. Kim olduğunu bile tam anlamıyla bilmiyordum. Sadece attığı o mesajlardan tanıyordum onu; soğuk, mesafeli, tehditkâr… Ama burada, bu kadar yakınımdayken, o gücünü iliklerimde hissetmek bambaşka bir şeydi. Yine de zayıf direnişlerime rağmen beni sert bir şekilde tutmuyordu. Çekiştirse pekala da beni istediği yere sürükleyebilecek kadar güçlü olduğunun farkındaydık ikimiz de. Fakat yapmıyordu işte. Ben de bunu fırsat bilerek nispeten yumuşak olan tutuşundan kurtardım kolumu. "Beni nasıl bulduğunu, kim olduğunu, niçin bana saçma sapan mesajlar gönderdiğini bilmiyorum. Ama bu saçmalıklara daha fazla katlanmayacağım." Karşımda iri vücuduyla söylediklerimi dinleyen adama doğru yaklaşıp, ondan korkmadığımı belli ederek çenemi dikleştirdim ve başımı kaldırıp gözlerine diktim sert bakışlarımı. "Şimdi, beni buradan sorunsuz bir şekilde çıkaracaksın sonra da hayatımdan çıkıp gideceksin. Anladın m..." Sırtımın soğuk duvara sert bir şekilde çarpması, cümlemle birlikte nefesimi de kesmişti. Tüm vücudum acıyla sarsıldı. Şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırırken, karşımdaki adamın yüzünde soğuk, belli belirsiz bir gülümseme peyda oldu. Ilgaz’ın kolları, sanki beni zahmetsizce duvara savurmuş gibiydi; onun için ne kadar kolay olduğumu görmek öfkelendiriyordu beni. Kendimi küçük bir kedi gibi hissettim, o ise vahşi bir aslandı. Gözleriyle üzerimdeki en ufak hareketi bile fark edecek kadar keskin ve kararlı. Kaçmak ya da ona karşı koymak? Her ikisi de anlamsız görünüyordu, çünkü bedenim onun bedeninin karşısında o kadar savunmasızdı ki. Kalbim göğsümde deli gibi atıyor, ama öfkemi bastıramıyordum. Bu adamın sınırlarımı bu şekilde zorlaması beni hem öfkelendiriyor hem de derinlerde bir yerde korkutuyordu. Ama bunu ona asla belli etmeyecektim. “Senin ne istediğin beni ilgilendirmiyor,” diye mırıldandı Ilgaz. Sesi alçak ama tınısında bir tehdit gizliydi. “Sana seçim yapma şansı sunmadım.” Bileğim yeniden onun güçlü parmaklarının arasına sıkıştı, bu sefer daha sert bir şekilde. Kaçamayacağımı, bu kez beni kolayca bırakmayacağını belli ediyordu. Gözlerim, onun gözlerine dikildiğinde aramızdaki mesafenin neredeyse tamamen yok olduğunu fark ettim. İçimde bir savaş vardı; kaçmak istiyor, ama bir yandan da kendimi kontrol altına almaya çalışıyordum. “Şimdi sesini çıkarmadan benimle geleceksin.” dedi, sesi buz gibi soğuktu. Nefes almaya çalıştım, ama bedenim beni dinlemiyordu. Kaçmayı düşünmek şimdilik boşunaydı. Ama pes edecek biri değildim, buna izin vermeyecektim. O kadar kolay teslim olmayacaktım. Gözlerimi onun gözlerinden ayırmadan ağzımı açtım, karşılık vermek üzereydim ki Ilgaz'ın işaret parmağı, ani bir hareketle yarım bir şekilde açık olan dudaklarımın üzerinde durdu. Gözlerim, dudaklarımın üstündeki parmağına kayarken "Şşş..." dedi, sesi sakin ama otoriterdi. Sözlerim boğazıma düğümlenirken, parmağının varlığı beni susturmak için yeterli oldu. “İtiraz edeceksen hiç yorma kendini,” diye fısıldadı, nefesini tenimde hissettim. “Çünkü sana itiraz etme hakkı da sunmadım.” Gözlerine baktım. Işık yetersizliğinden dolayı rengini bile seçemediğim gözlerindeki kararlılığı net bir şekilde seçebiliyordum. Bu yüzden şu anlık söylediğini yapıp, susmaya karar verdim. Karşı çıkmayacağımı anlayınca tatmin olmuş şekilde gülümsedi. Daha sonra benden uzaklaşıp, merdivenlere yönelerek beni de peşinden sürüklemeye başladı. Merdivenleri tırmanırken, hızlı adımları yaralı dizlerimin ağrımasına, canımın daha çok yanmasına sebep oluyordu. Yine de bunu belli etmemeye çalışarak dişlerimi sıktım ve adımlarına ayak uydurmaya çalıştım. Ilgaz’ın beni yukarı sürüklediği her adımda, kalbim göğüs kafesimden çıkacakmış gibi atıyordu. Ayaklarım yere basıyor, ama aklım çoktan kopmuş bir uçurumun kenarındaydı. Merdivenler sanki sonsuz bir karanlığa uzanıyordu, her basamakta daha derine çekiliyordum. Ilgaz’ın demir gibi sıkı tutuşu, kaçış ihtimalimi çoktan yok etmişti.
Yukarı çıktığımızda gördüğüm manzara, nefesimi kesmişti. Korumalar… Yerde yatıyorlardı, kanları zemini lekelemişti. Gözlerim istemsizce büyüdü, kalbim sanki oracıkta duracakmış gibi hissettim. Onları bu hale getiren Ilgaz mıydı? Aşağıdan duyduğum gürültü patırtının sebebi bu muydu? Korku dolu gözlerimi korumalardan çekip, Ilgaz'a diktim. Ilgaz'ın sert bakışlarıysa Erdem'in üstündeydi. Erdem’in rahatlığıyla bu manzara arasındaki tezatlık midemi bulandırdı. Erdem, o rahat, umursamaz tavrıyla, koltukta yayılmış, elindeki içkiden yavaşça yudum alıyordu. Sanki bu kan gölü onun için bir şey ifade etmiyormuş gibi sakindi.
Erdem bizi fark ettiğinde gözlerindeki soğukluk, içimi titretti. Bakışları acımasızdı. Aniden ayağa kalktı. Boşalan içki bardağını hızla duvara fırlattı. Cam parçalarının her bir zerresi beynimde yankılandı. Gözlerim korkuyla büyüdü, vücudum ise istemsizce geri çekildi. Derin bir nefes almaya çalıştım ama hava ciğerlerime ulaşamıyordu. Kalbim ağzımda atıyordu. İstemsizce Ilgaz’ın arkasına saklandım. O ise dimdik durdu, hiçbir şey olmamış gibi, tek bir kasını bile oynatmadan Erdem’e bakmaya devam etti. Erdem yavaşça bize doğru yürüdü. Adımlarının yankısı yaklaştıkça, içimdeki korku katlanarak büyüdü. Gözlerinde ölümcül bir bakış vardı. Bu bakışlarını Ilgaz'a çevirerek, “Bu iş burada bitmedi, Karahan. Bu kız için bu kadar tantana çıkarmanın bedelini ona ödeteceğim.” diye tısladı dişlerinin arasından. Son cümlesiyle ölümcül bakışları beni bulmuştu. O an kabağın benim başıma patladığını anlayıp, iyice sindim Ilgaz'ın arkasındaki yerime. Ilgaz, hiçbir ifadeyi barındırmayan gözlerini Erdem'inkilere dikti ve soğuk bir şekilde karşılık verdi. “İpleri elimde olan bir kuklaya göre fazla cesurca konuşuyorsun.” Bu cümle ilkel bir korkuyu içime işledi. Ilgaz bakanın oğluna iplerin elimde kukla mı demişti? Onların arasında nasıl bir hiyerarşi vardı bilmiyordum. Ama aralarında olan biten her neyse ucunun bana dokunmaması için adaklar adayabilirdim. Erdem’in yüzü sinirden kızarıp, gözleri karanlık bir kasırga gibi üzerimize çökerken, Ilgaz’ın soğukkanlılığı başka bir dünyanın sınırlarında gibiydi. O an hissettiğim tek şey, peşimi bir türlü bırakmayan felaketti.
Ilgaz tekrardan bileğimi sıkıca kavrayıp evin çıkışına yöneldi. Bu sırada önümüzde dikilen Erdem'e yanından geçerken omuz atarak yolumuzdan çekilmesini sağladı. Ilgaz'ın arkasından sürüklenmeye devam ederken adımlarım sendelemeye başladı. Dizimdeki ağrı, artık saklanamayacak kadar şiddetlenmişti. Ilgaz bunu fark ettiği anda aniden durdu ve beni tek hamlede zahmetsizce kucağına aldı. Şaşkınlık ve öfke beynimde patladı. Ne yapıyordu bu adam?
“İndir beni!” diye bağırdım. Kollarında taşınırken her kası gergindi, adımlarıysa hiç duraksamadan devam ediyordu. Bakışlarındaki kararlılık ürkütücüydü. Beni dinlemiyordu bile. Korkuyordum, evet. Ama bu korkuya boyun eğmeyecektim. O ise ne korkuma ne de bağırışlarıma aldırıyordu. Sert, soğuk, kararlı, tıpkı bir robot gibi yürümeye devam ediyordu. Ilgaz, beni ileride gördüğüm arabaya doğru taşırken, içimdeki öfke ve korku iyice alevlendi. Debelenmeye başladım, kollarında çırpındım, ama o sanki hiçbir şey olmuyormuş gibi beni sıkıca tutmaya devam etti. Arabanın önüne geldiğimizde daha çok bağırmaya başladım, sesim gecenin karanlığını yarıyordu. Koyu gri spor arabanın kapısını tek bir hareketle açtı ve beni dikkatlice koltuğa oturttu. Daha ne olduğunu anlamadan kendimi koltukta oturur vaziyette bulmuştum. Nefes nefese ona bakıp, titrek bir sesle “Beni o manyak adamdan kurtardın, teşekkür ederim… ama artık bırak, gitmeme izin ver,” dedim. Kalbim deli gibi çarpıyordu, gözlerim ona meydan okurcasına dikilmişti, ama içimdeki huzursuzluk gitgide büyüyordu. Ilgaz, ellerini arabanın üzerine dayadı ve bana doğru eğildi. Yüzü öylesine yakındı ki, nefesini tenimde hissedebiliyordum. Gözlerindeki sertlik beni irkiltse de, bakışlarımı ondan kaçırmadım. Soğuk, keskin bir ses tonuyla, “Benimle geliyorsun.” dedi. Sanki tüm dünya aniden durmuştu. Onun kararlı duruşu karşısında nefes almayı unuttum. Gözlerindeki tehditkâr bakış, hayır deme şansım olmadığını fısıldıyordu. Buna rağmen içimdeki isyan ateşi hâlâ sönmemişti. Soluklarım hızlanırken sesim çatallı bir şekilde çıktı, “Lütfen, Ilgaz. Ne olur bırak beni.” Yalvarmak istemiyordum ama başka çarem kalmamıştı. Gözlerim dolmuş, titreyen ellerimle koltuğun kenarına sıkı sıkı tutunmuştum. Ama o an yüzündeki ifade değişti. Sanki söylediklerim, onun içinde bir şeyleri tetiklemişti. Birden, hiddetle arabaya vurdu. “Kes!” diye patladı. Kalbim yerinden çıkacakmış gibi çarpıyordu. Şok içinde ona bakarken cevap vermek istedim fakat dilim tutulmuştu. Bakışları öfkeyle karanlıklaşmış, nefesleri sert ve düzensizdi. “Güçsüzlük beni tiksindiriyor,” dedi, dişlerinin arasından zorla çıkan kelimelerle. “Bunu bir daha yapma, Asrın. Yalvararak hiçbir şey elde edemezsin.” Ilgaz’ın sözleri içime zehir gibi akarken, göğsümde bir ağırlık hissettim. Güçsüzlük… Bu kelime içimde bir şeyleri paramparça etti. Bir an, sanki tüm dünyam yerle bir olmuştu. Yalvarmak zorunda kalmıştım ve şimdi bu beni aciz gösteriyordu. Boğazımda düğümlenen yumruyu yutkunmaya çalıştım ama başarılı olamadım. Kollarım artık koltuğun kenarını kavramaktan yorulmuş, ellerim titreyerek yavaşça serbest bırakmıştı. Ilgaz'ın öfkesini daha fazla hissetmek istemediğim için gözlerimi ondan kaçırdım. Ilgaz’ın yanında bu kadar zayıf görünmek beni hem küçültüyordu hem de onun gözündeki öfkeyi beslediğini biliyordum. Nefesim hızlanmış, göğsüm de daralıyordu. Bedenim titriyor, gözyaşlarım göz kapaklarımın ardında birikiyordu, ama onları bırakmamam gerektiğini çok iyi biliyordum. Kafamda yankılanan sözleri, tüm cesaretimi parçalayan bıçak darbeleri gibiydi. “Yalvarma,” diye kendi kendime fısıldadım, duyulamayacak kadar zayıf bir sesle. Gözyaşlarımı daha fazla tutamayacağımın farkındaydım. Bu yüzden yüzümü yere eğerek Ilgaz'ın bunu görmemesini diledim. Güçlü olamasam bile öyleymiş gibi yapmam gerektiğini biliyordum.
Ilgaz’ın eli, arkasında uzanan devasa malikaneyi işaret ettiğinde, içimde bir ürperti hissettim. Yüzümü yerden kaldırdım, gözlerim o an istemsizce camlara kaydı ve orada, Erdem’in beni izlediğini fark ettim. Camın arkasında, gözleri buz gibi soğuk ve sabit, hareketsiz bir şekilde duruyordu. Bakışları sanki beni içime kadar delip geçiyor, ruhumun derinliklerine kazınıyordu. Gözlerim onun bakışlarında donakalmıştı. Ilgaz’ın sesi, bu sessizliği bıçak gibi kesti. “O manyak herifle mi kalmak istiyorsun?” diye sordu, sesi sertti ve içinde bir uyarı gizliydi. Erdem’in gözlerinin hala üzerimde olduğunu bilmek yüreğimi sıkıştırdı. Başımı olumsuz anlamda salladım. Ama bu, Ilgaz’a yetmedi. Kaşlarını çatarak bana baktı, gözlerinde sabırsızlıkla karışık bir öfke vardı. “Kelimelerini kullan.” dedi sert bir tonla. İçimdeki sessizlikle savaştım, çünkü ne diyeceğimi bilemiyordum. Erdem’in bakışları hala üzerimdeydi ve bu, zihnimi bulandırıyordu. Zorla nefes alıp, sesimin titrememesi için kendimi zorlayarak, “Hayır,” dedim, “Erdem’le kalmak istemiyorum.” Söylediklerim içimde bir boşluk yarattı. Ilgaz bir anlığına sustu, sonra alaycı bir gülümseme beliriverdi yüzünde. “Tam da tahmin ettiğim gibi,” dedi. Sesi sanki bu oyunu baştan kazanmış birinin rahatlığıyla doluydu. Eğildi, arabadan sarkan bacaklarımı sert kararlı bir hareketle içeri aldı. Ben hala ne olduğunu anlamaya çalışırken kapımı kapattı. Metalin kapanma sesi, sanki son kaçış yolumu da mühürlemiş gibiydi. Kendisi de şoför koltuğuna geçip arabayı çalıştırmasıyla birlikte, araba harekete geçti. Malikanenin önünden uzaklaşırken, göğsümde bir tür hafifleme hissettim. Ama bu hafiflik, aynı zamanda içimde büyüyen bilinmezliğin gölgesini de taşıyordu. Araba asfalt yolda ilerlerken, emniyet kemerimin takılı olmamasıyla birlikte arabanın uyarı sesi devreye girdi. “Tık, tık, tık,” diye sürekli yankılanan ses, zihnimi daha da karıştırıyordu. O ses, sanki kalbimdeki huzursuzlukla alay edercesine ritmik bir şekilde çınlıyordu.
Ilgaz, bir eli direksiyonda, diğer eliyle üzerime doğru eğildi. Bedeninin ağırlığı beni koltuğa iyice bastırırken, kemerimi takmaya çalışıyordu. "Ne yapıyorsun sen, kafayı mı yedin?" diye bağırdım, sinirle. Tüm gücümü kullanarak onu ittiğimde dengesini kaybetti ve bu da direksiyonu aniden sola kırmasına sebep oldu. Tam o anda, araba yolda savrulmaya başladı. Bu savrulmayla birlikte koltuğun derisine tırnaklarımı geçirdim ve sıkı sıkı tutunup sağa sola savrulmamak için büyük çaba verdim. Direksiyonun kaymasıyla birlikte tekerlekler asfaltın üzerinde kayarak korkunç bir gürültüyle yankılandı. Ağaçların gölgeleri hızla yanımızdan geçiyordu. Ilgaz, bir an bile tereddüt etmeden direksiyonu iki eliyle kavradı. Sarsıntılara vücudu uyum sağlarken, yüzündeki ciddiyetle yola odaklandı. Gözlerimi kapattım, ona güvenmek zorundaydım. Arabanın motoru, tıpkı bir canavarmış gibi kükreyerek bu ıssız gecede yankılanıyordu. Her ani harekette direksiyonu ustalıkla kontrol ediyor, kaygan yolda dengeyi sağlamak için gazı ve freni mükemmel bir şekilde kullanıyordu. İçimdeki korku, onun kararlılığıyla çelişiyor, bir an önce bu çılgınlığın sonlanması için dua ediyordum. Nihayet, motorun gürültüsü tekerleklerin gürültüsüne karışarak gecenin sessizliğinde çığlık atarak durdu. Sarsıntılar sona erdiğinde, sessizlik içinde rahat bir nefes almak istedim. Savrulurken topuz olan saçlarım açılmış, sarı tutamlarım yüzümün her yanına kontrolsüzce dağılmıştı. Hızlı hızlı alıp verdiğim nefesler önümdeki saçların hafifçe uçuşmasına sebep olurken, hala az önce ne yaşadığımızı anlamaya çalışıyordum. Ilgaz, arabanın durmasıyla birlikte, sert bir şekilde direksiyonu bırakıp bana döndü. Sinirli bakışları, seyrek saç tutamlarımın arasından parlıyordu. Onun, içimi delip geçen bakışlarından kaçmaya çalışsam da yapamadım. Yüzümün önündeki saçlarımı titreyen ellerimle kulaklarımın arkasına sıkıştırarak gözlerimi onunkilerle buluşturdum. "Amacın ne senin?" diye bağırmasını elbette ki bekliyordum, ama bu kadar yüksek bir tonda değil. Sesinin yüksek tonuyla irkilmiş, olduğum yerde korkudan sıçramıştım. Gözlerimi kırpıştırarak Ilgaz'ın delici bakışlarından kaçırdım bakışlarımı. Aniden Ilgaz'ın elini çenemde hissettiğimde arabadan kaçıp gitmek istedim. Bunun yerine Ilgaz, başımı kendisine çevirdi ve ona bakmamı sağladı. Gözlerim, onun sert bakışlarıyla buluştu. "Bana cevap ver Asrın." dedi, sesi yine sertti ve içindeki hiddeti bariz bir şekilde yansıtıyordu. Benim göğsüm korkudan dolayı hızla inip kalkarken, onun göğsü ise öfkeden hızla inip kalkıyordu.
Gözlerim dolarak, ağlamaklı bir sesle “Amacım bu değildi,” dedim. “Sadece kemerimi takmanı istemedim.” Cümlelerim, içimde biriken duyguların akışkanlığında kaybolmuş gibi geliyordu. Ilgaz’ın gözlerindeki sert ifadeyi görmek, içimdeki korkuyu daha da derinleştiriyordu. “Bunu bir daha yapma,” dedi, sesi soğuk ve kararlıydı. Sonra, koltuğuna yaslanarak gözlerini kapadı ve derin bir nefes aldı. Gözlerim, istemsiz bir şekilde adem elmasına kaydı. Her nefes alışında yukarı çıkıp inmesini seyrettim bir süre. Onu bu şekilde yan profilinden, gözleri kapalı bir şekilde duruşunu izlemek tuhaf hissettirmişti nedensizce. Daha sonra kendime gelip hızla bakışlarımı dışarıya çevirdim. Dışarısı karanlık ve belirsizdi. Arabanın penceresinden sarkan gece, beni içine çekiyordu. Gözlerim dışarıda kaybolurken, bir yandan da onun gözlerini kapamış halini düşünmekten kendimi alamıyordum.
Motorun titreyerek çalışmasıyla birlikte tekrardan yola koyulmuştuk. Yine inat edip takmadığım emniyet kemerinin "tık,tık,tık" ikaz sesi bozuyordu içerideki sessizliği. Ilgaz, bu duruma bir şey demezken ben de Patron'a nasıl bir hesap vereceğimi düşünüyordum.
Bana verdiği "Çok önemli." dediği görevde başarısız olmuştum. Bununla da kalmayıp bir gecede iki tane düşman edinmiştim kendime. Bu düşmanların sayısının üçe çıkmaması için Patron'a gerçekten de geçerli nedenler sunmalıydım. Ya da belki de geçerli nedenler sunmak için çok geç kalmış, düşman sayısını üçe çıkarmıştım. Bilemiyordum. Nasıl bir işe bulaştığımı, yanımdaki adamın kim olduğunu, benimle ne derdinin olduğunu, şu an beni nereye götürdüğünü, Patron'un görevde başarısız olduğumu bilip bilmediğini, biliyorsa da benim için planlarının ne olduğunu... Kısacası hiçbir şeyi bilmiyordum. Bir anda nasıl böyle bilinmezlik silsilesinin ortasına düştüğümü bile bilmiyordum. Bu bilinmezlik beni mahvediyordu.
Gözlerim hafifçe kapanmaya başlarken Ilgaz'ın sesini duymamla başımı yasladığım camdan kaldırıp, endişeyle ona baktım. "Bir bu eksikti." dedi, gözleri sürekli dikiz aynasıyla, yan aynalar arasında gidip geliyordu. Söylediği söz, içimde anında bir gerilim yarattı. Kaşlarım çatıldı, içimde kötü bir hisle arkama döndüm. Gözlerim kısıldı, kalbim göğsümde bir yumruk gibi sıkıştı. Orhan’ın o tanıdık, siyah Vito’su… İçimde bir fırtına koptu. "Orhan." diye mırıldandım, kelimenin ağzımdan çıkışı bile titrek ve ürkekti. Onlarca kez gördüğüm o aracı şimdi tam arkamızda, üzerimize geliyorken izlemek bambaşka bir duyguya sürüklemişti beni. Ilgaz, gaz pedalına asıldı, araba bir anlık titremeyle hızlandı ama Orhan’ın adamları peşimizi bırakmıyordu. Birden sağdan beyaz bir araba yanımıza yaklaştı, çok yaklaştı. Arabalar sanki birbirine dokunacakmış gibi hissediyordum. Bizi sıkıştırmaya çalışıyorlardı. Sol yanımdaki cam sarsıldı. Gözlerimi kırpmadan dışarı baktım ve o anda camdan bir namlu belirdi. Kalbim duracak gibi oldu. “Silahı var!” diye bağıracak oldum ama daha ağzımı açmadan Ilgaz, sert bir şekilde, “Yere eğil!” diye bağırdı. O an her şey hızlandı, zaman bile. Yere eğilirken Ilgaz’ın hızla belinden bir silah çıkardığını gördüm. Birkaç saniye içinde kurşun sesleri havada yankılanmaya başladı. Camlar çatırdayıp parçalandı, kulaklarımda patlama sesleri yankılanıyordu. Bir an için kendimi boşlukta hissettim. Ne olmuştu? Neredeydim? Her şey blurlu bir camın arkasında olanı bulanık göstermesi gibi bulanıktı benim için. Hiçbir şey net değildi ama Ilgaz’ın arabayı sürüşündeki kararlılık, her şeyin kontrol altında olduğuna dair tek işaretti. Başımı kollarımın arasına alıp küçüldükçe küçüldüm, kalbim göğsümü yırtacak gibiydi. Araba bir kez daha sarsıldı, sağdan soldan sıkıştırmaya devam ediyorlardı. Direksiyonun hızla dönmesini hissettim. Lastikler çığlık atıyordu ama Ilgaz o kadar soğukkanlıydı ki, sanki bu sadece bir oyunmuş gibi ve hayatı boyunca bu oyunu birçok kez oynamış gibi rahattı. Onun sakinliğine güvenerek eğildiğim yerden dikkatlice kalkıp yerime oturdum. Silah sesleri dinmişti, fakat Orhan ve Patron'un adamları bu kadar kolay vazgeçecek gibi değillerdi. Öndeki araç sert bir manevrayla önümüzü kesti. Ilgaz hızla direksiyonu kırdı, araba aniden yan döndü, neredeyse kayıyorduk ama kontrolü kaybetmedi. Sıkışmıştık, sağımızda, solumuzda, önümüzde araçlar… Her yönden saldırıyorlardı. Ilgaz bir an için durakladı, gözleri hızlıca yollara, aynalara kaydı. Sonra, sert bir kararla direksiyonu kırıp en sağdaki boşluğa daldı. Gözlerimi açtığımda bir tali yola sapmıştık. Peşimizdeki arabalar ani manevramıza ayak uydurmaya çalışıyordu. Ilgaz, her köşeyi kıl payı dönüyor, bazen frenleri sonuna kadar sıkıyor, bazen de gazı kökleyip aramızdaki mesafeyi açmaya çalışıyordu. Kaçmak kolay değildi, ama Ilgaz sanki daha önce böyle bir kovalamacayı sayısız kez yaşamış gibi tecrübeliydi. Bir süre sonra, bir kavşakta Ilgaz aniden tam tersi yöne dönüp hızla yan sokaklardan birine daldı. Orhan ve adamları birkaç saniyelik dikkatsizlik sonucu bizi kaybettiler. Sokaklarda hızla zigzaglar çiziyor, her virajda daha da gizleniyorduk. Ilgaz, sanki bir labirentteymişiz gibi bilinçli bir şekilde her köşeyi döndü. Hızımızı düşürdü ve gözlerini sürekli dikiz aynasından ayırmadan peşimizde kimse kalmadığından emin oldu. Sonunda, derin bir nefes alıp direksiyonu rahat bıraktı. Orhan ve adamları izimizi kaybetmişti. Ama içimdeki adrenalin hâlâ dinmemişti. “Nasıl yaptın bunu?” diye sordum, nefesim kesik kesikti. Ilgaz, sadece dikiz aynasına bir kez daha bakarak peşimizdekileri atlattığımıza emin olup gülümsedi.
Gerginliğin dağılmasıyla birlikte, göz göze geldik. Onun rahat tavrını görünce, yüzüme istemsizce bir gülümseme yerleşti. Tuhaf bir şekilde güvendeydik artık. Sanki dünya tekrar normale dönmüş gibiydi. Ama gözlerim bir anda Ilgaz’ın beyaz gömleğindeki kırmızı lekeye takıldı. İlk başta bunun ne olduğunu anlamadım. Anladığımdaysa nefesim kesildi. Gömleğinde yayılan o koyu kırmızı renk... Kan! Gözlerim hızla büyüdü, kalbim bir kez daha hızla çarpmaya başladı. “Ilgaz! Sen… yaralanmışsın!” diye bağırdım, ellerim titreyerek gömleğinin kanlı bölgesine doğru uzandı. Şok olmuş gibiydim; nasıl fark etmemiştim? O, bu kadar sakin kalırken, ben tam anlamıyla panikledim. Ilgaz ise sadece omzunu hafifçe kaldırarak sanki bu önemsiz bir şeymiş gibi gülümsedi. “Ufak bir şey,” dedi, sanki az önce ölümden dönmemişiz gibi. Ama kan hala akıyordu ve benim içim buna kayıtsız kalamazdı. “Hayır, bu ufak değil! Yaralanmışsın ve ilgilenmemiz lazım,” dedim. Ona daha da yaklaşıp gömleğini dikkatlice açmaya başladım. Kolundaki yara, kurşunun sadece sıyırıp geçtiğini gösteriyordu ama yine de kanıyordu. Ellerimle bir şeyler yapmaya çalıştım, telaşla ilk yardım uygulamaya koyuldum. Titreyen ellerimle gömleğinden kopardığım kumaş parçasını yarasına bastırdım. Ilgaz’ın soğukkanlılığı ve sakinliği karşısında benim içimdeki panik daha da büyüyordu. Ben, yarasıyla ilgilenirken onun hiçbir duyguyu ele vermeyen gözleri benim üzerimdeydi ve bu ellerimin daha fazla titremesine sebep oluyordu. “Sana bu kadar soğukkanlı kalmayı kim öğretti?” dedim, gözlerim onun yüzünde, ellerim yarasına bastırırken. Ilgaz, hafifçe gülümseyerek, “Benim işim bu.” diye yanıtladı. Karşımda gülümseyerek bana bakan bu adamın dost mu yoksa düşman mı olduğunu henüz bilmiyordum. Bildiğim ve anladığım tek şey vardı o da Patron'un görevde başarısız olduğumu biliyor oluşu ve beni bulana kadar da asla peşimi bırakmayacağıydı.
|
0% |