Ertesi hafta baskın günü gelmişti. Yeşim üstünü giyindi. Her zaman bindikleri o siyah camlı araba gelmişti. Kağan, Alp,Yeşim ve birkaç kişi daha arabaya bindi. Arkadan iki araç daha vardı. Yola çıktıklarında Yeşim, “Kaan.” “Efendim” “Bende mi katılacağım?” “Herhalde. Artık alışman lazım” “Hiç birinize bir şey olmaz değil mi?” “Sanmıyorum. En fazla yaralanırız” “Söz verin.” “Emin değilim” “Alp. Ölmeyeceğine söz ver” “Tamam. Söz” “Kağan sende.” “İyi tamam ya. Söz” İnşaat alanına geldiklerinde bir an duraksadılar. Kağan planı anlattı. “Bakın şimdi. Bu bina yeni yapıldı. Daha tam olarak yerleştirilmedi. Bu bina Gökhan’ın gizli üssü. İçerde duruyorlar. Biz ise ilk önce yarımız içeriye önden dalıcak. Sonra geri çekiliyormuş gibi yapacaklar. Ancak arka alt girişten öbürleri girecek ve onları ortada sıkıştırmış olacağız”
“Yeşim” “Efendim” “Sen ilk başta burada kal. Sonra gelirsin.” “Ya siz?” “Biz Alp ile ilk çıkalım.” “Sözünüzü unutmayın” “Tamam” Alp Yeşim’e baktı. “Ben yinede isteğimi yapayım da ne olur ne olmaz.” Alp Yeşim’in yanağına doğru eğildi. Kağan arabadan inerek Alp’e seslendi. “Zamanımız yok. Gel artık” Alp geri çekildi. Arabadan inerek hızlıca mermileri kontrol ettiler. Sonra herkes Kağan’ın tek bir el hareketiyle hızla içeri girdi. Fazlaca silah sesi geliyordu. Bir çığlık sesi yükseldi. Bu ses Alp’e aitti. Bir çığlık gibi kalbini karanlığın içine gömük bir cam bardak gibi sım sıkı sararak ilk çatlatan, sonra çığlığıyla, ona değen dudaklarının değdiği insanların içinde attığı üzüntü çığlıklarının içine aktığı bardağın kırılması gibiydi. Bir ses yükseldi havaya. Bu ses her şeyi bitirmişti.
Yeşim korkuyla haykırdı. “Alp!” Alp vurulmuştu. Vurulduğu anda Kağan’ın kollarına düştü. Kağan hemen onu tutup duvarın arkasında ki koltuğun önüne yatırdı. “Alp!Alp bana bak!” “Bendesin koçum! Karnına bastır!” Kağan yaraya en azından çatışma bitene kadar dayanması için malzeme arıyordu. Alp çaresizce nefes nefese bir şeyler söyledi. “Kağan” “Dayan Alp” “Kağan” “Tamam geçicek” “Kağan!” Kağan gözünde yaşlarla Alp’e döndü. “Kağan…Çok teşekkür ederim” “Her şey için. Bana verdiğin, yaşattığın her şey için. Annemi özlemiştim zaten” “Saçmalama lan!” “Saçmalamıyorum. Hem Yeşim’le senin için yol oluştu.” “Lan o yolu yapardık! Senin ölmen gerekmiyor!” “Yeşim’e olan sözümü tutamadım… Beni affetmesini söyle…” “Alp…Ya Yeşim? O sen ölünce iyi mi olucak sanıyorsun? Seni kaybedince ne kadar üzülecek biliyor musun!” Kaan Alp’i bacaklarının üzerine aldı. “Alp…” Alp ölmüştü… Sonsuza kadar gözleri kapanacaktı. Belki hayat sadece onun için acımasız değildi. O acılarından kurtulsa da geride kalanların kalpleri cam gibi parçalınacaktı. Evet. İkinci ekip gelmeden kazanmışlardı. Ancak kaybeden onlardı. Alpti. Kağan gözünde yaşlarla çıktı dışarıya. “Alp” Kağan gözlerine bakamıyordu Yeşim’e. “Alp… Özür diledi.” “Sözünü tutmadı aptal.” Yeşim ellerini ağzına götürdü. Ağlamıyordu. Sadece gözlerinden yaş geliyordu. Ağlamak ne demekti? Ağlamak sadece gözünden su gelmesi miydi? İnsan gülerekte ağlayamaz mıydı? Ya da gözünden yaş gelse ağlar mıydın? Peki kalp? Onun kırılması için bir kişinin gözlerinin kapanması ya da nefes almaması yeter miydi? Hayır. Bunların hepsi yerine Sevdiğin kişinin yüzünü morg da görmek yeterliydi. Ya da en basitinden o güzel ismini mezar taşında görmek. “Alp…Öldü mü?” “Acısı sadece 3 dakika 37 saniye sürdü.” Yeşim Alp’in ismini defalarca haykırarak kapıya doğru koştu. Kağan onu tuttu. “Yeşim!” “Bırak!” Kağan omuzlarından tutarak eleri doğru tuttu. “Seni oraya sokamam Yeşim!” “Bırak!” “Seni oraya sokarsam vicdan azabından geberirim!” “Neden? Neden beni içeri sokmuyorsun?” “Çünkü seni seviyorum!” Yeşim duraksadı. “Çünkü seni seviyorum! Gözlerine bakınca kendimi kaybediyorum. Sen her bana bakınca kalbim çarpıyor. Ve eğer sen bu kapıdan girersen o cesetden, ondan ayrılmazsın diye geçiremem.” “Sen… Sen bana aşık mısın?” “Eğer aşk buysa. Evet” Yeşim Kağan’a sarıldı. Kağan onu sıkıca tuttu ve arabanın yanına çöktü. Yeşim ağlarken Kağan saçını okşayarak öptü. “Tamam. Geçti”
O akşam Yeşim yatınca Kağan çıkarken Yeşim Kağan’ın elini tuttu. “Gitme.” “Ne” “Biraz daha kal. En azından ben uyuyana kadar kal. Olmaz mı” “Tamam. Kalırım” On on beş dakika sonra Yeşim uyudu. Kağan sabah gelince Yeşim bir şeyler söyledi. “Kağan” “Hı” “Beni yanağımdan öper misin?” “Neden?” “Cehennemden cennetle uyanmak istiyorum” Kağan gülümsedi zorlukla. “Ben senin cennetin miyim?” “Hı hı. Peki ben senin cennetin miyim?” “Asla” Kağan dudaklarını araladı ve devam etti. “Sen benim cennetimdeki çiçeklerimin altındaki yemyeşilimsin.” “Yanımda oturur musun? Biraz teselliye ihtiyacım var.” Kağan yatağın diğer kenarına oturdu. Yeşim dikelerek kafasını Kağan’ın omzuna yasladı. Sesi titreyerek Yeşim sordu. “Kağan sence Alp bize kızıyormudur?” “Neden” “Birlikteyiz diye” “Sanmıyorum. Ben sadece onun aşkına sahip çıkıyorum” “Yani beni sevmiyorsun” “Sen iyice saçmaladın yat uyu” “Uyursam onu görmem değil mi?” “Bilmiyorum. “Sanki ona ihanet ediyormuşum gibi hissediyorum.” “Ama etmiyorsun. Yat uyu artık”