Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3. Bölüm

@payelll

 

 

 

Sil ağzının kenarını, yine gülüşünden cennet akıyor.

Özdemir Asaf

 

Saat gece yarısını vurmuştu hatta geçiyordu. Telefonunun ekranına dokunup saate tekrar baktığımda biri geçtiğini gördü. Alışık değildi kardeşlerinin evde olmamasına. Onlar odalarına çekildiğinde yatağına huzurla giren anne edasıyla geçirmişti yıllarını. Bu artık değişecek bir durum da değildi. Belki hepsi evlenip kendi hayatlarına yol aldığında bir nebze değişirdi ama o, o zaman da kontrol etmek için farklı bahaneler bulurdu.

Evin ikinci katında, kendi evlerine bakan pencerenin önündeki berjerde oturuyordu. Kendi evinin ailesine ait olan odasına bakan cephede geçmişi sorguluyordu birazda. Bilmediği çok fazla şey olduğunu düşünüyordu. Birkaç fotoğraftan fazlası bir şeyler olmalıydı ama bildiği gerçek annesinin babasını aldatmamasıydı. İnanmak istiyor değildi, emindi. Babasına kızıyordu, annesini ondan almaya ne hakkı vardı? Yıllarca içten içe kızmıştı, ama bir kez bile dile getirmemişti. Aldatılmanın ne olduğunu bilmiyordu. Aşka kapalı kalbi en son Sinan da kalmıştı. Kızları büyütürken önüne gelen fırsatları değerlendirmek gibi düşünceleri olmamıştı. İçinde bir yerler yıkılmıştı. Babasına olan güveni zedelenmişti, Sinan imkânsız kılınmıştı. İlk aşkı kalbinin derinliklerine gömülmüştü. Kendi elleriyle gömmüştü. Yaşadığı şey aşk mıydı sahi? Aşk neydi mesela?

Elini alnına vurdu, başını eğip sertçe soluğunu bıraktı. Sinan mutlu görünüyordu, her ne kadar Selen tahmin ettiği gibi çıkmasa da. Selen tam bir zengin soyucuydu, Sinan bunu görecekti. Kendi elleriyle ona gösterecekti. Selen’in altından daha pek çok şey çıkacağına o kadar emindi ki. Aptal mıydı Sinan? Belki de âşıktı. Hazar’ın sözleri çınladı kulaklarında, ‘Eski aşkın depreşirse alacağın intikamın kucağına düşersin!’

Öyle bir niyeti yoktu, ama bilmediği şeylerin arasında aşkın niyetle bir ilgisi olmadığıydı. Ailesini dağıtan adamın oğlunu sevemezdi. Bunun aksini düşünse kendinden uzaklaştırmazdı. Düşündükçe midesi bulanıyordu. Katilin soyadı altına girmek! Aşk bu kadar büyük müydü? Başını sağa sola salladı.

“Neden uyumadın?”

Hazar’ın sesiyle yerinden sıçradı. Kapalı ışıkların, sessiz ortam ve içine girdiği kaosun etkisiyle korkmuştu.

“Korkma!” dediyse de geç kalmıştı Hazar.

Sakince arkasına yaslanırken soluklandı. “İlay’ı bekliyorum. Bir saate geliyorum demişti ama hâlâ gelmedi.”

Yanındaki berjere oturdu Hazar. “Gidip almamı ister misin?”

“Biraz daha bekleyelim, gelmezse arayalım en iyisi. Melek’in dikkatini çekmeyelim.”

“Tamam. Ne düşünüyordu dalmıştın?” Hazar kollarını bağlarken ayaklarını öne uzattı.

İlbilge başını kendi evine çevirdi. “Babamı. Aldatılmanın ne olduğunu ve bir insanı nasıl ölüme sürüklediğini. Senin bir fikrin var mı?”

Tıpkı onun gibi pencereden dışarı bakıyordu, aldatılmak nedir bilmiyordu ama aldanmayı sorsa alacağı cevaba şaşıracağına emindi. “Hiç aldatılmadım, bilemiyorum.”

“Senin kız arkadaşın olacak mı Hazar? Aldatılmak için hayatında biri olmalı?”

Ne yapsaydı Hazar, sevmediği kadınları koluna mı taksaydı? Yanında gezdirip kendini mi tatmin etseydi, ne yapsaydı? Sevdiği kadın yanı başında dururken o, yalancı hayatlar mı yaşasaydı? “Bir gün olacağına eminim, doğru kadını bekliyorum.”

“Yakında ikimiz de otuz olacağız, doğru insan ne demek onu bile bilmiyorum. İnsan bilmediği şeyi bekler mi? Geldiğinde onu nasıl tanıyacağız?”

Kendine en ufak bir his bile beslemeyen kadının sözleri acıttı, dağıttı. Öyle ya o elmayı seviyor diye elmanın da onu sevmesini bekleyemezdi. Bir gün… Sinan olmazsa da bir başkası gelir alır gider miydi? Hazar için ölmek demek bu olurdu. İçinde yeniden öfke belirdi, önüne geçemediği kesif sancı. “Gözlerini dört açarsan tanırsın, belki çok uzakta da değildir.” Sesi kısık ama sertti, İlbilge kaşlarını çattı ona dönerken.

“Başlama yine Sinan diye. Geçmişte kaldı, kapandı gitti. Yaşadığım her şeyin suçlusu onun babası, onu sevmemi mi bekliyorsun.”

Bu sözler onun yüreğine su serpmiyordu aksine daha çok acıtıyordu. Kendisini görmediği sürece isimlerin bir değeri yoktu. “O zaman Sinan’a yaklaşma, bırak bana.”

“Neden yapayım bunu? Hem… Sanki Sinan’ı öldürecekmişim gibi konuşuyorsun, ben onlara hiçbir şey yapmayacağım.”

“O zaman neden bu saatte İlay evde değil? Selen’i nasıl ekarte ederim diye düşünüyorsun? Sen nereden biliyorsun onların hayatlarının kabullendikleri yalanlarının daha tatlı olmadığına?”

“Onlar bu işin piyonu, kimse yalanlarla mutlu olamaz. Bir gün gelir hepsi o yalanların altında ezilir yok olur. Bir gün ortalık çok karışacak, o gün beni yalnız bırakacağını düşünüyorum.”

Acı bir gülüş firar etti Hazar’ın dudaklarından. “Seninle ölüme bile yürürüm.”

Sözler hoşuna gitti, gülümsedi ama altında özellik aramadı. Yıllardır yanında olan birinden duyacağı basit bir cümleydi. Gülümsedi. “Bazen çekilmez biri olduğunu düşünüyorum ama aramızdaki bağ sana kızmama engel oluyor.”

Evet, tabii. Kardeş bağları. Hazar’ın aklına başka bir bağ düğümü gelmiyordu. “Zor biri olduğumu biliyorum. Ne güzel ki bağlarımız var.”

İlbilge’nin telefonu titrediğinde koltuğun kenarından çıkarıp ekrana baktı. “İlay arıyor,” diyerek açtı.

“Abla, neredeyim bil?”

“Evde değilsin,” dedi ama arkadan gelen sesleri algılayınca ok gibi fırladı. “İlay!”

“Abla sakin ol. Ama buraya gelsen, abime de söyle. Ben bir şeyler yaptım, emniyete aldılar bizi.”

Apar topar üzerindeki eşofmanlarla çıktılar. Evdekilere haber veremediler, fırsatı bile bulamadılar. Ortaköy emniyetine kadar konuşmadılar. Kapıdan içeri gireceği anda patlayan flaşla Hazar, İlbilge’nin elini tutup hızla içeri sürükledi. İstanbul’un göbeğinde haberler gazetecilerin arayıp da bulamadığı bir şey değildi. Organize çalışan insanlar için hiç değildi. Sabah magazin haberlerinde çıkacaklarına emindiler. Hem de Türkiye’ye adım attıkları ilk günün gecesinde.

Komiserin odasının önüne geldiklerinde ikisi yaralı ikisi takım elbiseli dört kişi kendilerine bakarken içeri girdiler. İçeri girdiklerinde suratından sıkıntı akan Melek, komisere bir şeyler anlatan İlay’ı gördüler.

“Komiserim,” diyerek masaya yaklaştı Hazar.

“İyi misiniz?” dedi İlbilge kızlara bakıp.

“Kardeşin ortalığı birbirine katana kadar gayet iyiydik İlbilge abla,” dedi Melek, göz devirmeyi de ihmal etmemişti.

“Sorun nedir?” dedi Hazar.

Genç komiser arkasına yaslanırken İlay’a baktı. “Hanımefendi, iki kişiyi darp etti.”

Kapı arkalarından tekrar açıldı. Koridorda gördükleri adamlar içeri girdi ama yüz ifadeleri hiç tekin değildi.

“Bana dokunmaya cüret etti abla.”

İlbilge gözleri kısık, yüzü buz gibi arkasına döndü. “Hangisi?” Suçlu olanla göz göze geldiğinde anladı hangisi olduğunu.

“Şikayetçiyiz,” dedi takım elbiseli olanlardan biri, avukat oldukları belli oluyordu. “Ben Arda Bey’in avukatıyım.”

“Ben de kendi kendimin avukatıyım. İnsan hak ve hürriyeti bir girersem bilmem hangimiz şikâyetçi oluruz.”

“Sakin olun, hanımefendi kendisi de avukat. Meslektaşlar olarak aranızda bir çözüm bulacaksınız ya da ben işlem başlatacağım.”

Hazar elini havaya kaldırdı. “Tamam,” dedikten sonra İlay’a döndü. “Ne yaptı sana?”

“Kolunu tuttu, bırak dedim bırakmadı. İtekledim, bu kez de üzerime yürüdü. Ben de Allah ne verdiyse geçirdim kafasına.”

Melek’in kahkahası odayı sardı. “Hakkını yiyemem ama güzel hareketti.”

“Hayırdan anlamıyor musunuz? Az bile yapmış, İlay. Biz şikayetçiyiz.”

“Ben şahitlik ederim,” dedi Melek. “İlay harekete geçmese şiddete gidecekti sonu.”

“Benim ne suçum vardı bir diğer yaralı olan.”

“Sen ortaya kaynadın,” dedi İlay. “Arkadaşına sahip çıkman gerekiyordu, beni tutman değil.”

Bir anda tekrar karıştı odanın içi, sesler yükseldi Hazar’ı İlbilge tuttu. Avukatlar müvekkillerine sahip çıktı derken iki saatin sonunda ayrıldılar. Şikayetçi olunmamıştı, ama onlar çıkarken komiserin kafası karman çorman hâle gelmişti.

Melek taksiyle ayrıldı yanlarından, üçü arabaya geçtiklerinde İlay’ın hırsı hâlâ devam ediyordu. “Az benzettim bence, biraz daha yolu vardı.”

“Adamı haşata çıkarmışsın, ne azı İlay?” dedi Hazar. “Ama eline sağlık.”

“Yanına koruma vereceğim, her gece Melek’in arkasında bir olay çıksın istemiyorum. İntikam alacağız diye sana bir şey olmasını kaldıramam,” dedi İlbilge. “Ya buna başka bir yol bulmalıyız.”

Arabada kimseden ses çıkmadı, yolun geri kalanını sessizlik içinde tamamlayıp odalarına çekildiler. Hepsinin bir iç hesaplaşması vardı, umuyorlardı ki her şey bittiğinde ellerinde kalanlar onları mutsuz etmesin.

 

                                                         ***

 

Kahvaltı masasında elinde tabletiyle oturan Selim Bey’in magazin takip etmek gibi bir alışkanlığı olmadığından asistanı ona iletmişti haberleri. Kaşlarını çatıyor, dudaklarını sağa sola büküyordu. İlk önce Hazar girdi odaya, yerine otururken İlbilge onu takip etti. “Günaydın amca,” dedi otururken. Gözleri biraz şişmişti, az uyumanın verdiği yorgunluk okunuyordu yüzünden. Selim Bey bir ona bir oğluna bakıp tabletine döndü.

“Dakika bir gol bir diyen rahmetli Ekrem Payidar’ın en küçük kızı sahalara hızlı girdi. Bir eğlence merkezinde iki kişiyi darp eden İlay Payidar geceyi emniyette geçirdi.”

Hazar ile İlbilge göz göze gelip durdu. Anlatacaklardı elbette ama haberi magazinden öğrenmesi hoşlarına gitmemişti.

“Sizin içinde haber yapmışlar,” dedi Selim Bey. “Hazar Kırkhan ile İlbilge Payidar el ele girdi emniyete. İkisini çok samimi gördük, gözden kaçırdığımız bir aşk mevzu bahis olabilir.”

İlbilge utançla lafa atıldı. “Gazeteciler vardı, ondan tuttu elimi amca, yalan haber.”

Hazar’ın hiç umurunda olmayan bir haberdi, gerçekliği olsa bile başında taşıyacağı. İlbilge’ye bakarken eğleniyordu.

Tableti masaya bırakan Selim Bey, dirseklerini masaya dayadı. “Ne oldu gece?”

Hazar üstlendi anlatma görevini, ama İlbilge’nin aklı yalan haberdeydi. Amcasının oğluna böyle bir yakıştırma onu utandırmıştı.

“İlay kendini koruyabiliyor ama bu demek değil ki o kirli dünyaya kızı bırakacağız. Şimdi biraz göz dağı gibi olmuş, bir daha yaklaşmaları kolay olmaz,” dedi Selim Bey. “Yine de dikkatli olmakta fayda var.”

“Haklısın amca,” dedi çekinikçe. “Ama yalan haberlere itibar etme lütfen.”

Selim Bey gülümsedi, masada duran elinin üzerine elini bırakıp sıktı. “Korkma kızım, gerçek olsa ne olur. Benim için sorun yok!” dediğinde İlbilge’nin kaşları havalanıp şaşkınlıkla ağzı aralanmıştı ki odaya giren kardeşleriyle konu dağıldı ve dün geceyi bilmeyenler de öğrendi.

“Siz merak etmeyin, ben başımın çaresine bakabilirim. Benim size söylemek istediğim başka bir şey var,” dedi İlay.

“Nedir?” dedi Selim Bey.

İlay derin bir soluk alıp verdi, sesinde biraz hüzün vardı. “Melek uyuşturucu kullanıyor.”

“Ne?” dedi İlbilge, ama hepsi şaşkındı.

“Görmedim alırken, ama kullanan çok fazla kişi gördüm siz de biliyorsunuz. Lavaboya diye ayrıldı yanımdan, giderken bir şeyi yoktu. On beş dakika sonra döndü, merak edip arkasından gidecektim ki geldiğini gördüm. Göz bebekleri boş bakıyordu, başını tutmakta zorlanıyordu. Bir ara düşecek gibi oldu ama toparladı. Ondan sonra dans falan derken iyice anladım, kendinden geçmişti.”

“Hap tarzı bir şey kullanıyor olmalı,” dedi Altınay. “Ama bu çok üzücü. Bunlar belalarını bulmuşlar abla.”

İlbilge elini alnına verip düşündü. Amaçlarında kızları yok etmek Sinan’ı batırmak gibi düşünceleri hiç olmamıştı. Koskoca imparatorluk batmak bilmezdi zaten, amaç kaleyi içten yıkmaktı ama böyle bir şey beklemiyordu.

“Tahmin ediyorum,” dedi Hazar. “Ama ihtimal vermek istememiştim.”

“Mustafa da kendine baba diyor, evlâtları bir bir dağılıyor,” dedi Selim Bey. “O kızlar elimizde büyüdü, ben hepinizi kızım gibi seviyorum. Babalarının günahını bu kızlar ve Sinan çeksin istemiyorum ama Mustafa yaptığı kötülükle bir aileyi yok ederken ilahi adalet boş durmadı. Kızı kurtarmamız gerekiyor.”

“Bazen karşısına geçip tüm gerçeği haykırmak ve bunu neden yaptın demek daha kolay geliyor,” dedi İlbilge. “Ama o zamanda hiçbir şey yapmadan hayatına devam edecek olması beni hırsla dolduruyor. Ölmesini istiyorum, babam gibi. Kendi kurşunuyla hayatına sor vermesini.”

“Bu hırsın senin sonun olacak İlbilge,” dedi Hazar. “Tüm bunlar bittiğinde elinde ne kalacağını hiç düşünmüyorsun.”

“Elimde kardeşlerimden ve sizden başka bir şey yok zaten. O gece gördüklerimi sen görmüş olsaydın onlar şu an yaşamıyor olurdu. Beni anlamıyorsun.”

“Anlayamadığım yüreğinin soğumuyor oluşu değil, kendini çukura itiyorsun ya ben bunu anlayamıyorum.”

Hazar’ın gözlerine derin derin baktıktan sonra yolundan caymaz bir şekilde gülümsedi. “Düşersem beni tutup çıkaracaksın, öyle değil mi? Sonuçta benimle ölüme yürüyecek yüreğe sahipsin.”

Hazar başını iki yana salladı. “İflah olmazsın. Bakın, ben babaları ne olursa olsun kızları seviyorum. Siz nasılsa onlar da benim için aynılar. Onlara zarar verilmesini istemiyorum.”

“Zarar vermeyeceğiz,” dedi Aybike. “Aynı duyguları bende yaşıyorum. Ama gözleri kör, açılması gerekiyor. Öncelikle herkes görevine dağılmalı.”

“Ayrıca,” dedi İlbilge. “Sen Defne’ye iyilik etmiyorsun, İkra’ya da. Eşlerinin ne olduğunu biliyor ama susuyorsun. Asıl senin yaptığın kusurlu hareket.”

“Birine gidip kocan böyle dersen sana inanmaz,” dedi Hazar.

“Biz de onu düşündük,” dedi Altınay, Hazar’a göz kırptı. “Planımız hazır.”

 

                                                       ***

 

Sabah kahvesini Zehra Hanım’a söz veren İlbilge evden içeri girdiğinde güler yüzle karşılandı. Baharın tatlı sıcağını tatmak için Zehra Hanım onu bahçeye almıştı. Karşılıklı kahvelerini yudumlarken sohbeti İlbilge açtı. “Gelinin iyi birine benziyor, sevdim.”

Zehra Hanım onunla aynı görüşte değilmişçesine dudaklarını büktü. “Oğlum seviyor, benim için sorun yok.”

Seviyor muydu sahi? İlbilge’nin en merak ettiği konu buydu. “Nerede tanıştılar? Büyük aşk desene.”

“Tatilde tanışmışlar, bize öyle dedi Sinan.”

Alttan baktı kadına, bir yudum daha alıp fincanı önündeki masaya bıraktı. “Sen pek memnun değil gibisin yenge, ben mi yanlış anlıyorum?”

Kadın söylemekle susmak arasında kaldı ama derdini dinleyecek güvenilir birini bulmanın huzuruyla başladı konuşmaya. “Zenginlimiz dillerde, insan korkuyor. Çözemiyorum Selen’i, bilemiyorum para için mi? bazen çok seviyor gibi görünüyor bazen de tam tersi. Bazen süt dökmüş kedi misali bazen evin hanımı gibi. Önce olmaz falan dedim ama Sinan’ı yenmek ne mümkün. Oğlum beni dinlemedi. Anlayamıyorum İlbilge, yıllarca evlenmek veya birini hayatına almak istemedi. Birden bu kız ortaya çıktı.”

“O zaman kesin çok seviyordur yengecim.” Dili böyle söylüyordu ama o da Zehra Hanım gibi düşünüyordu.

“İşin daha kötü yanını duymak ister misin?” dedi Zehra Hanım, eğreti acı bir gülüşle. İlbilge ’den ses çıkmayınca devam etti. “Mustafa gelini çok seviyor. Benimsedi. Babacım derken Mustafa mest oluyor. Ya ben de bir hata var ya da Selen çok iyi biri. Şirketten hisse verecek düğün hediyesi olarak.”

İlbilge’nin gözleri büyürken öfke damarlarına kurşun gibi giriyordu. “Bunu yapamaz!”

“O da biliyor yapamayacağını, ama bir yolunu bulacak gibi.”

“Bu mümkün değil, şirket hisselerimiz el değiştiremez. Ancak bizden bize geçer.”

“Selen de evlendiğinde Yıldırım olacak.”

Zehra Hanım, genç kadının gözlerine bakarken korktu. “Kızım, bunu sakın kimseye söyleme! Mustafa bana çok kızar.”

Kadın elli yaşını devirmişti ama kocasından çok korkuyordu ve İlbilge anlıyordu ki Zehra Hanım’ın sözü geçmiyordu hem de hiçbir yerde. “Sen merak etme, kimseye hisse falan yok. Aramızda kalacak bu, amcam bunu öğrenmeyecek. Selen çok istiyorsa Sinan’ın parasıyla prensesler gibi yaşar.”

Öğreneceği daha çok şey vardı ama bir an önce kalkması gerekiyordu. Holdinge geçmeliydi. “Müsaadenle yengecim, bugünü kendime ayırdım biraz gezmek istiyorum. Kızlar çoktan kızları bulmuştur, akşam onlara katılırım diye düşünüyorum.”

“Elbette,” derken ayağa kalktılar. Zehra uzanıp İlbilge’nin ellerini tuttu. “Seninle dertleşmek annenle dertleşmek gibi, arada benimle konuşmaya gel, lütfen.”

“Her zaman gelirim, sen benim bir yengeden önce teyzem sayılırsın. Aynı kandan geliyoruz.”

“Canım kızım,” diyerek sıkıca sarıldı Zehra Hanım. İlbilge ne hissedeceğini kestiremedi. Gülümseyerek ayrıldı, kapıya kadar geçirilirken aracından el salladı yengesine. Arabasını holdinge sürdü. O hisseler ne idüğü belirsiz kimseye gidemezdi. Buna asla izin veremezdi. Arabasını valeye verip merdivenleri ışık hızıyla çıkarken sinirli olduğunu fark edip durdu. Derin nefesler aldıktan sonra girdi ana kapıdan. Gülücükler saçarak selam verdi etrafına, asansöre bindiğinde kendini tekrar sakin olmaya zorladı. Soyadı Yıldırım olacak diye hisselere sahip olamazdı. Böyle bir madde olmamalıydı. Asansör kapısı açıldığında bildiği odaya doğru ilerledi. Sekreterin önüne geldiğinde durdu. Babasının eski sekreteri olması gereken yerde genç ve güzel bir kadın oturuyordu ve ikisi de birbirini tanımıyordu.

“Hazar Bey içeride mi?”

“İçeride İlbilge Hanım, haber vermemi ister misiniz?”

Demek tanınıyordu, zor bir şey değildi sonuçta. Aklından neyse diyerek sildi. “Yanında biri yoksa gerek yok.”

“Yok.” Kadın ayakta bekliyordu, İlbilge’nin içeri hışımla girişini izleyip kaşları havada yerine oturdu.

“Hazar!” diyerek daldı odaya, evet adeta daldı. Hazar yerinden sıçradı, elindeki kâğıt masaya düştü. “Ne?” dedi ayağa kalkarken.

Masaya koşar adım yaklaştı, çantasını kenarda duran tekli koltuğa fırlattı. Hazar onu izliyordu, altından ne çıkacağı muamma bakışlar atıyordu.

“Mustafa denen adam şirket hisselerimizden Selen’e verecekmiş.”

“Daha neler…” Yerine oturdu Hazar. “Bunu yapamaz.”

“Evlenince Yıldırım olacak Hazar. Biz ancak bize devredebiliriz. Çocuklarına veriyorsa ona da verir.”

Hazar yerinden kalkıp masanın etrafını dolandı. Öfkeden gözleri dönmüş kadını karşısına geçip iki kolundan tuttu. “Sakin ol, gel otur.”

İlbilge arkasındaki koltuğa çöktü. “Zehra yengem dedi ve sıkıca tembihledi, Mustafa duymasın dedi. Böyle bir madde mi var Hazar?”

“Olduğunu sanmıyorum. Babalarımız bu işe girdiğinde hisseler sadece çocuklara geçecek, nesilden nesle yayılacak dedi ve öyle olacak. Ama eğer ki bu gelini de kapsıyorsa buna izin vermeyiz. Sonuçta annelerimiz hisse alamıyor, Selen neden alsın?”

Oturduğu hızla kalktı İlbilge. “O aptal adam bunu bir yolunu bulursa yakarım bak buraları! Bozarım bu ortaklığı, alırım her şeyimi gider kendi başıma çalışırım.”

Hazar temkinle onu rahatlatmak için gülümsedi. “Öyle bir şey olursa, Selen yönetime girerse senin yanında yer alacağımı biliyorsun. Ama biz buna izin vermeyiz.”

“Ama nasıl!” Sesi sert ve çare arar gibiydi. Gözlerini Hazar’a dikmişti.

“Babama soracağız, anlaşmalar onda. Üç nüsha var biliyorsun.”

“Babamınki o evde!” derken gözleri kocaman açıldı. “Eve girip almamıştır değil mi?”

“Hayır bunu yapamaz çünkü o da babamda.”

Bundan haberi yoktu ama sevinmişti. Omuzları sakinlikle indi. Bakışları odanın içine bakınmaya başladı. Şık odanın her yanı Hazar’ı temsil edecek kadar asil duruyordu. Koyu renk mobilyalar, objeler. Aklı dağılmıştı birden.

“İyi misin?”

Başını iki yana sallayıp saçlarını geriye iterken Hazar ellerini çekti ondan. Ellerinin altındaki sıcak teni anında özlemişti, ne zaman özgürce dokunacaktı, dokunabilecek miydi?

“Tamam, akşam amcamla konuşalım, sakinim yani sanırım.”

“Halledeceğiz merak etme. İlk günden böyle bir haber yakalaman da sana yakışırdı.” Hazar sırıtıyor, keyifli görünüyordu.

“Ne oldu? Bana kızıyordun.”

“Sana bunun için kızmam, ne için kızdığımı biliyorsun sen. Ama…” derken gözlerini masasına çevirdi. “Başka şeylerde çıkacak gibi hissediyorum. Hissetmiyorum aslında eminim.”

“Ne gibi.” İlbilge kulaklarını açmış dinliyordu onu. “Ne?”

“Sırayla gideceğiz, şimdilik şunu çözelim.” Saatine bakıp, “Yemek yiyelim mi? Öğlen olmuş.”

“Aç değilim.”

Ceketini alıp giymeye başladığında onu takmadığını gösteriyordu. “Sen ne zaman açsın ki? Hadi gidiyoruz.”

“Sen git, ben eve döneceğim.”

İlbilge’yi omuzlarından tuttu ama çanta aklına gelince eğilip aldı. Sırtından itekleyerek kapıyı açarken İlbilge hâlâ itiraz ediyordu. Kapı önüne çıktıklarında Sinan ile Selen’i göremediler ama onlar gördü. İki sevgili gibi didişmeleri dikkat çekmişti.

“Ayyy Sinan şunlara bakar mısın?” Selen sesli kahkaha atınca dönüp baktılar. Sinan’ın kısık gözleri, Selen’in kahkahasına karışmıştı. İlbilge çantasını Hazar’dan aldı. Hazar da bunu fırsat bilerek kolunu İlbilge’ye doladı. Bunu ilk kez yapıyordu, bundan sonraki hiçbir fırsatı kaçırmaya niyeti yoktu. “Baktı, ne oldu Selen?”

“Hiç Hazar, çok tatlısınız. Beğendim sizi.” Selen Sinan’ın koluna girdi. “Sence de çok tatlı değiller mi aşkım?”

“Çok!” dedi Sinan.

Çok kelimesi İlbilge’nin içinde çınladı. O da ona onun ona baktığı gibi sert baktı. O kimdi ki ona böyle bakabiliyordu? Zaten öfkesi geçmemişti, Selen’i bir kaşık suda boğabilirdi.

“Hoşça kalın,” diyen Hazar, kolunun altındaki İlbilge’yi asansöre sürükledi. “Sakin ol.” Fısıltılı sesiyle kulağına eğilmişti. “Sakinim.”

“Bakışlarınla kurşun sıkıyorsun, dün gece babanın odasını aldığını öğrendiğindeki sakinlikten diyorum.”

Unuttuğu gerçekle durup Hazar’a döndü. “Sen! Bana nasıl söylemezsin?” Sesini kısık tutuyordu ama uzaktan onlar hâlâ izliyordu.

“Senin ne yapacağını merak ettiğimden bir şey demedim ayrıca yapmaması gerektiğini Sinan’a demiştim. Benim sevgilim değil ki sözümü dinleteyim.”

“Ha!” Gözleri şaşkınlıkla aralandı İlbilge’nin. “Bana bak, o sarı çiyanda gözün mü var?”

Başını arkasına atarak sabır diledi Hazar. “Mezhebimde yengeme göz koymak gibi şeyler bulunmuyor. Saçmalama!” Tekrar attı kolunu İlbilge’ye. “Çenen düştü senin.”

Onlar atışarak giderken Sinan pür dikkat izledi. Sabah çıkan haberleri onaylar tarzda yakın görünüyorlardı. Yüreğinin tam ortasında başlayan hırçın bir yangın onu içine alacaktı, az bir mesafe kalmıştı. O yangında kimi kavuracak bilmiyor, umursamıyordu da.

 

Loading...
0%