@periellaa
|
“Sıradan bir günün, sıradan bir gecesinde, her insanın acısı toplanmış, lime lime gecesine... Geceye doğru bir yonca doğmuş, toprağının en derininden, en gerisinden ve en ilerisinden. Yaprakları büyük, yüzü ağaçlara dönük mavi bir yoncaymış. Ne üç, ne dört yapraklıymış. Doğarken beşinci yaprağı, hediye edilmiş bir yoncaymış bu, zamanı gelince birine verebilsin diye. Bu beşinci yaprak özelmiş, kime verilirse tüm acıları dinermiş. O yüzdendir de geceye doğru doğmuştur bu yonca, lime lime toplanmış acıların huzurunda. Küçük yonca, doğduğu çınarın yanında konaklıyormuş. Yanında ki denizin enerjisini alıyormuş. Büyük çınarın kökleri, kimse yoncayı koparmasın diye korurmuş onu, hemde yüzyıllardan beri. Çünkü bir insan görürse şayet, beşinci yaprağı koparıp atarmış. Hemde bencilce bir dileği ile! O yüzden yoncanın kendisin büyümesi beklenirmiş. Ve sonunda yonca, artık karar veriyormuş. Tüm orman halkı, küçük yoncanın kararını bekliyormuş bu sabah. “Bak küçük çiçeğim.” Herkesten önce, onu koruyan çınar başlamış hemen söze. “Bu yaprağı verince, iyi birine vermelisin. Hem o kişinin bir daha hiçbir acısı kalmayacak, hem dileği gerçek olacak. Bu kararı iyi vermelisin. Eğer birisi seni tehdit ederse, hemen oradan uzaklaş, köklerimi çekiştir benim. Sabah güneş doğduğu vakit, doğanın huzuruna ben götüreceğim seni. O zamana kadar vaktin var. Gez dünyayı, denizleri, hakikati. Ve yoncayı verecek kişiyi bul.” Sözlerinden sonra koca çınar, köklerini ayırmış yoncadan ve gecenin ortasında, salıvermiş küçük çiçeğini. Mavi yonca, toprakta az bir yol gitmiş ki, bir hayvana rast gelmiş. Ama bu hayvanın ne ismini biliyormuş, ne de nasıl biri olduğunu. O yüzden hemen korkmuş yonca, geri çekilmiş. “Korkma benden mavi! Ben seni tanıyorum. Senin fazladan bir yoncan var. Onu bana vermeye ne dersin?” Küçük yonca, hiç konuşmamış bile. Yapraklarını sağa, sola sallamış. “Hey, Neden hayır diyorsun! Verecek başkasını mı buldun da? Bak ben sana ne altınlar getiririm, ne zümrütler bulurum. Benim dileğim de zaten altınlar olacak! Üçte biri sana. Hadi bak, ver bana yoncanı.” Yonca, tehlikeyi sezmiş. Hemen çınarın köklerini sallamış. Ancak bunu fark edilmeden yapamamış. Hayvan tutmuş onu kökünden koparmış, götürmüş yuvasına doğru. Mavi yonca korkudan titreyerek bir ağaç üstüne düşmüş. Ama burası hayvanın yuvası değilmiş, artık yanında çınarın kökleri de yokmuş. Derken yine bir kuş konmuş yanına, yonca biliyormuş bu kuşu. “Merhaba beşli yonca. Nasılsın? İyisindir tabi. İnsanın içinde dileği saklayıp da nasıl iyi olmasın? Ah, sen insan değilsin değil mi? Kusura bakma. İnsanları gözlemlemekten, bir an sende insanmışsın gibi konuştum.” Yonca yapraklarını kaldırıp, yanında ki baykuşa doğru baktı. Bu öbür uçan hayvan gibi değildi, bu iyi birisiydi. “Ne o beşli yonca, yoksa insanları mı merak ettin? Eğer dileğini bana vereceğine dair söz verirsen, sana insanları gösteririm.” Yonca, tabiki ona dileği vermeyecekmiş. Yine de sallamış yapraklarını, bunu gören baykuş bir sevinçli, bir sevinçli. Hemen nazikçe tutmuş onu. Kaldırmış, uçmuş şehre doğru. İlk bulduğu bir sokağa, fırlatıp gitmiş yoncayı. Çünkü o da insanlardan görmüş, sözü alınca bırakıp gitmeyi. Bunu bildiği için de kızmamış ona yonca, o da biliyormuş aslında, onun ne olduğunu. Yonca tek başına sokakta, rüzgarla savrulmuş da savrulmuş. Kısa bir zamandan sonra, bir pencereye götürmüş onu, doğanın rüzgarı. İçeriye bakmış yonca, bir erkek, elinde duman çıkaran şeyle ona doğru bakıyormuş. Yonca düşünmüş, düşünmüş, düşünmüş... Duman çıkaran şeyin adı neydi? Ama o tam hatırlarken, adam elindekini bastırmış küllüğe doğru. Camı açmış, beş yapraklı mavi yoncayı görmüş. Yonca hemen analiz etmiş adamı; çok yorgun, çok bitkin, çok üzgün. İnsanların hepsi mi böyledir? Erkek bir telefon çıkarmış cebinden, yoncanın fotoğrafını çekmiş. Tabi o sırada tekrar uçmuş yonca oradan, arkasında meraklı bir insan ruhu bırakarak. Derken sokaklarda çocuklar görmüş, herkes başını kaldırmış bakıyormuş ona. Ama bu çocukların elinde peçeteler, yoksa birinin, bir yeri mi kanamış? Sonra biri tutmuş yoncayı, havada. Siyah kısa saçlı, güzel bir kadınmış bu. Elinde ki yoncayı incelemiş. Mavi renkte, beş yapraklı bir yonca. “Ne güzelsin sen böyle, nerelerden gelirsin?” Yonca cevap verememiş tabii, ama anlamış kadını. Sevgi dolu bir çift siyah göz bakıyormuş ona. Sonra düşünmüş yine, birisi bu denli kötüyken, birisi bu denli sevgiyi nasıl tutmuş içinde? Kadının alnının ortasına odaklanmış yonca, içinde fırtınalar görmüş. Sonra birden kadın bırakmış yoncayı, yonca yine başlamış yolculuğuna. Bu sefer bir deniz üstüne gelmiş, tam o an kesilmiş rüzgar. Denizin soğuk suyuna doğru düşmüş yonca. Yaprakları sırılsıklam, donarım diye korkmuş. Ama bir yunus, tutmuş onu hemen. Deliğinin üstüne koyuvermiş. Hoplamış, zıplamış uçurmuş yine yoncayı. Yonca bu sefer biraz fazla yükselmiş. Göğe doğru gitmiş. Gökyüzü fark etmiş hemen onu, zamanı durdurmuş birden. “Aha yonca, yaprağını bize vermeye geleceğini biliyordum.” Şimdi yonca, zamanın dışında, konuşma yetkisine sahipmiş. “Ben bile, kime vereceğimi bilmiyorum bu dileğimi.” Oradan bir bulut, yanıtlamış hemen. “Kime olacak yonca! Ne insan, ne hayvan. Hakikate versene onu. Hem herkese vermiş olursun bu dileği, kimsenin acısı, tasası kalmaz. “ Sadece bir an için, bu sözlere kanıyormuş yonca. Ama hemen çınarı hatırlamış, tüm hakikatin acısı yok olursa, mutluluğun anlamı ne olacakmış o zaman? Tam o an yonca, kimseye vermek istememiş yoncayı. Çünkü verdiği kişi ne acının kıymetini bilirmiş, ne mutluluğun. O yüzden toprağa inince, yaprağını kendi kendine koparmaya karar vermiş. Koparacakmış, biliyormuş ki canı da çok acıyacakmış. Ama böylesine bir şeyi yapmak zorundaymış. “Yonca, kerahat vakti bitmek üzere. Ondan sonra doğan güneşle, dileği hakikate vermeyi unutma.” Sonra gök, zamanı normale çevirmiş. Yonca başlamış yine uçmaya, bu sefer bir toprağa düşmek için yapraklarını bükmüş. Başarılı da olmuş, bahçe tarzında bir yere düşmüş hemen. Sonra başlamış beşinci yaprağımı sallamaya. Sallamış, sallamış, sallamış. En sonunda koparmış. Ama koparken çok acımış canı yoncanın. Feryat etmiş kendi içinden. Acıları ile sular oluşmuş yapraklarında, kırağına dönmüş âdeta. Ama bir el hissetmiş yonca, bir kızın elini. Kız yoncayı almış, uzun uzun incelemiş. Görmüş ki bir yaprağı tam kopmamış, kopacak. “Beş yapraklı, mavi yonca mı olurmuş?” demiş kendi kendine. Mavi yonca korkmuş, o yaprağı kız koparacak, dileğe sahip olacak demiş. Ama kız, çok üzülmüş yoncaya. Çünkü o da acıları hissediyormuş, yonca gibi. O da anlamış yoncanın, acı çektiğini. Hemen toprağı açmış, dikkatlice koymuş yoncayı oraya. Tabii bu sırada yonca hiç tereddüt etmemiş, gecenin bir vakti, bir kızın burada ne işi olur? Ya kader, demiş birazda. Kader yapar belki de. Kız kopmak üzere yaprağı, toprakla bitişik gömmüş oraya. Biraz su getirmiş, sulamış. Sonra bırakıp gitmiş yoncayı. Yonca düşünüyormuş yine, demek ki bu yaprağı gerçekten birine vermeliymiş. Yoksa doğa, geri iyileşsin diye yanına çağırmazmış onu. Bir yandan da düşünüyormuş. Kime verseymiş bu dileği? Ya da kendine ters düşüp, hakikate mi hediye etseymiş? Tam o sırada, kerahat vakti bitmiş. Yonca, çınarın yanında, huzura çıkmış hemen. Tam çınar köklerinin yanında, etrafında onlarca hayvan ve çiçekle, geri dönmüş yonca ormana. Herkes bir ağızdan diyormuş, dileğin kendisine verileceğini. Hatta o kadar eminmiş ki bazıları, yanında yavruları ile gelmiş kararı duymaya. Çınar hiç karışmamış söze, yoncayı izliyormuş sadece. Ve etraf sessizleşmiş. Artık sabah vakti, yonca kararını açıklayacakmış. Mavi yonca, teker teker bakmış herkese. İncelemiş. Rüzgar bile dinmiş, dinliyormuş ormanı. Sonra yonca, herkesi şaşırtan, bir tek çınarı şaşırtmayan bir hareket yapmış. Zaten kopacak olan dilek yaprağını, kendi kökü ile çekip koparmış. Hemen dilemiş de dileğini, “Bir ruh olmayı diliyorum”” “Sonrasında, sonrasında ne oluyor abla?” diyordu küçük kız, ablasının sözlerini dikkatle dinliyordu. Her gece yatmadan önceden dinlediği masalların hepsini, dikkatle dinliyordu. “Sonrasında, küçük yonca bir ruh olmuş tabiki. Ama yanında acı hissetmeyen gücü ile, bir nevi şifacı olmuş. Çınarın kendisine olan gurur dolu bakışlarını hissederek, yükselmiş ormanın üstünden, tüm dünyaya doğru. Teker teker ayrılmış, ruh olduğu için bu zor değilmiş. Tüm insanların kalbine bu dileği aşılamış, hemde yine teker teker. Ama aksine, bir dilek olarak değil, içeride hep var olan bir umut olarak yerleştirmiş insanlığa, hayvanlara. Bazen insan üzüldüğünde, yoncanın yaprağı hissedilir. İnsanın içine yerleşmiş olan o, umut duygusu, yok olmuş görülse de asla yok olamaz. Çünkü evrende hiçbir şey yoktan olmadığı gibi, yok olamaz da. Arada bir yoncalar da çıkar topraktan. Çok nadir, beş yapraklısı da çıkar. Hatta olursa, yedi yapraklısı da. Çünkü bu umutların derecesi, ölçülemez.” Lime lime akmış gökyüzünden, melâl melâl acılar...
|
0% |