Yeni Üyelik
1.
Bölüm

Bölüm 1 - Sonun Başlangıcı

@profeysinil

*İlk 13 bölümü lise 1'e giderken yazmıştım, epey kötü oldukları için yavaş yavaş düzenlemeye başladım. Okurken yazım kalitesinde ani bir düşüş hissederseniz henüz düzenlenmemiş bölümlerden birine gelmişsiniz demektir. Ayrıca aşağıdaki görsel ve logo bana ait olup tamamen kurgu eseridir.

İyi okumalar dilerim. :)

instagram: nilmegistus

────── • ⋅ ✧ ⋅ • ──────

Kişisel gizliliğinizin tehlike altında olduğu bir çağda yaşıyorsunuz. Google üzerinde aradığınız anahtar kelimelerin, yazdığınız mesajlarda konusu geçen nesnelerin ve hatta ağzınızdan çıkan bazı sözcüklerin bile internette karşınıza bir reklam olarak çıkması tesadüf değil. Neye ihtiyaç duyduğunuzu biliyorlar; çünkü sizi tanıyorlar. Kimlik bilgileriniz, fiziksel özellikleriniz, mevcut yönelimleriniz ve tüm rafine zevklerinizle büyük bir veri ağacının dallarını meydana getiriyorsunuz.

Bu bilgilerin önem arz etmediğini düşünüyor olabilirsiniz fakat yanılıyorsunuz. Zira kişisel bilgileriniz mahremiyetinizi oluşturur; ve mahremiyetiniz, sizi özgür kılan şeydir. Yaklaşan dijital yıkımın önüne geçilmediği taktirde, kişisel gizliliğinizi sanal bir gerçeklikle takas edeceksiniz. Gözden çıkardığınız her bilgi kırıntısıyla birlikte birer enformasyon yığınına dönüşecek, mahremiyetinizle birlikte özgürlüğünüzü de kaybedeceksiniz.

Dark Şirketler Topluluğu olarak, işte tam bu noktada biz devreye giriyoruz. Kurumsal ve bireysel kullanıcılara yönelik özelleştirilmiş ürün paketlerimizle birlikte tüm Dark hizmetlerini ulu bir ağaç olarak düşünebilirsiniz. Bu ağacın gövdesini oluşturan DarkApp gizlilik uygulamasını ise yalnızca bugün değil, gelecekte de ücretsiz olarak sunacağız. Zira postmodernizmin tüm insanlığı bir simülakra dönüştürdüğü modern çağlarda, her birimiz Nebukadnezar'ın düşünde gördüğü o ulu ağacın dallarıyız.

Özgürlük, dünyaya hükmetmiş dört kraldan birinin Babil'de gördüğü bir düştür. Bizler; o düşü gerçeğe dönüştürecek olanlarız.

.·:*¨༺ ༻¨*:·.

 

(Haber ve haberde yer alan Dark şirketi kurguya dahildir, gerçek değildir. Bu mevzu epey ileride kendini gösterecek fakat yine de merak edenler bölümler listesinden Kaan Kayaban'la TeknoNerd bölümüne göz atıp haberin amacı hakkında bir fikir edinebilir. O bölüm hikayeye dair spoiler içermiyor, merak etmeyin.)

-*-

Tek bir şey, küçük bir detay, tanıdık bir ses ya da yolunu şaşırmış bir molekül, kısacası o an evrendeki mevcut düzenin dışında kalan herhangi önemsiz bir şey tüm kaderimizi farklı kılabilirdi. İhtimaller denizinde yüzen sonsuz olasılık arasından başka bir tanesini yaşıyor olabilirdik. O anın yaşanmasını engellemek nefes almaktan bile kolaydı, tek bir saniyelik gecikme tüm bu öyküyü var olmamış kılmaya yeterdi.

En azından ben öyle sanıyordum.

────── • ⋅ ✧ ⋅ • ──────

Mayıs, 2018

Gözlerinize güveniyor musunuz? Kulaklarınıza? Arzu bunlara güvenirdi mesela. Hislerinizin manipüle edilmediğinden emin misiniz? Peki ya aklınız? Sahi, birilerinin gerçeklik algınızla oynamadığını nereden biliyorsunuz?

Tatlı bahar rüzgarı bahçedeki büyük kayın ağacının dalları arasında oynaşıyordu. Bir unutmabeni çiçeği dalından sökülerek usulca yere süzüldü ve kuruyup soldu. Tükenmek üzere olan nefesimle koşarken yağmur bulutlarının ufukta biriktiğini görüyordum. Çevremdeki insanların şaşkın bakışları geziniyordu üzerimde. Tam kayın ağacının altından geçerken bir anlığına kör edici bir ışık etrafı sardı. Hemen ardından, yaklaşan bir fırtınanın nal sesleri gökyüzünde yankılandı.

Hukuk fakültesinin girişine ulaştığımda ciğerlerimdeki isyana daha fazla kayıtsız kalamadım. Bir bankın kenarına tutunarak boğulur gibi nefesler alırken bakışlarım etrafı yokluyordu. Başımı kafeteryaya doğru çevirdiğimde onu nihayet bulduğumu anladım.

Henüz yüzünü görmemiştim fakat etrafında toplanan kalabalık benim için yeterli bir cevap olmuştu. Bankı bırakıp yeniden koşmaya başladım. Adımlarım ıslak toprağı ezerken beyaz elbisemin etekleri ardımda dalgalanıyordu. İnsan yığınının ardından tanıdık bir ses yükseldiğini duyunca hızımı daha da arttırdım. Yaklaştıkça duyduğum sesin şiddeti de yükselmişti.

En yakın arkadaşımın sesi.

Adı Arzu, 21 yaşında dünyalar harikası bir genç kız. Öyle tatlı ki, görseniz yanaklarını sıkarsınız. Eğer onu birkaç saatliğine yalnız bırakmamın bunlara sebep olacağını bilseydim, derse gitmek yerine yanında kalıp bileğini bileğime kelepçelerdim. Ne yazık ki, henüz bilmiyordum. Yaptığım her seçimle dallara ayrılarak meydana gelen sonsuz sayıda paralel evrenin nihai bir düğüm noktasına ulaştığından, tek çıkışı olan bir labirente hapsolduğumdan haberim yoktu. Minerva'nın baykuşu henüz suskundu.

"Arzu!" diye bağırarak atıldım insanların arasına. Telaşımı gören tepkisiz yığın kenara çekilerek bana yol vermeye başlamıştı.

Önümdeki mini etekli bir kızı itince nihayet Arzu'nun yüzü gözlerimin önüne serildi. Çehresi bir cesede aitti sanki, şiddetli bir yıkımın kalıntıları bakışlarında çiçek açmıştı. Birden ilk tanıştığımız gün gördüğüm Arzu'nun hatırası belirdi zihnimde. Tam şu anda baktığım kızla aralarındaki çarpıcı değişim nefesimi kesmişti. Uzun zamandır süregelen bir dönüşümün son noktasına şahitlik ediyordum. Bir son ve bir başlangıcın kesiştiği noktada, sonun başlangıcında duruyorduk.

"Allah kahretsin!" diye bağırdı çantasını hışımla yere atarken. "Ben kötü bir şey yapmadım! Sadece sevdim! Bekledim! Birinin görmesini..."

Cümlesi boğazından kopan bir hıçkırıklara kesilmişti. Dizleri iki büklüm olurken "Yavaş yavaş öldüğümü fark etmesini..." diye devam etti. "Ama kimse görmedi!"

Bakışları yere saçılan eşyalarına takıldı bir anlığına. Rengarenk kalemlerine, makyaj malzemelerine, spreyine, tuşlu telefonuna, defterlerine, karalanmış birkaç parşömene ve en sonunda bana... Başını kaldırıp sakin bir tavırla yüzüme baktı.

"Arzu yapma..." dedim çaresizlikle. "Ben- Ben seni görüyorum..."

Yüzünde alaycı bir tebessüm belirdi. Kendini tamamen kaybettiğini görebiliyordum, o piç kurusu birkaç saat içerisinde kızı bu hale getirmeyi başarmıştı. O ve arkadaşları... Bir avuç aşağılık manipülatör, yaşlarına başlarına bakmadan liseli gibi insanların duygularıyla alay eden cehennem tayfası. Bu onların eseriydi.

"Hadi gel..." diyerek elimi uzattım ona. "Gel, bir yere gidip konuşalım..."

Elimi tutmadı. Karşısında kuantum fiziği öğretmesi gereken bir ilkokul mezunu varmış gibi bakıyordu bana. Oysa ben Arzu'dan çok şey öğrenmiştim. Saplantılı bir aşkın insanı ne hale getirebileceğini, gururun kaybedilecek son kale olduğunu ve başarılı bir manipülatörün sihrinden kaçmanın imkansızlığını öğretmişti bana. Şimdiyse vereceği hiçbir ders kalmamış gibiydi. Bu yüzden başını hafifçe iki yana salladı, ardından arkasını dönüp koşmaya başladı.

İnsanların ondan ürküp hemen yol açtığını fark ettim. Hiçbir engele takılmadan kalabalığın arasından sıyrılıp geçmişti. Bense meraklı kalabalığı aşmada o kadar başarılı değildim, insanlardan kurtulduğumda Arzu aramıza hatırı sayılır bir mesafe koymuştu bile.

"Arzu dur!" diye bağırdım koşarken. "Yalvarırım dur, bir yere gidip konuşalım!"

Beni duymuyordu. Hukuk fakültesinden çıktığında mühendisliğe giden yolla kampüs çıkışına ulaşan uzun anayol arasında bocaladığını fark ettim. Bir şeyler fark etmiş olacak ki aniden anayola saptı. Neler olduğunu anlayamıyordum bile, o şeytan en fazla ne yapmış olabilirdi ki? Oysa sabah okulda bile yoktu, bu yüzden gönül rahatlığıyla Arzu'yu bırakıp hazırlık fakültesine dönmüştüm. Onu bu hale nasıl getirmiş olabilirdi?!

Var gücümle koşarken ardımda yankılanan ayak seslerini duydum. Birkaç saniye sonra "Arzu, bekle!" diye bağırdı adamın biri. "Bekle, konuşalım!"

Bu o şeytanın sesiydi. Hangi yüzle teşrif ettiğini bilmiyordum fakat bir şekilde peşimize takılmıştı işte. Nefesimin tükenmekte olduğunu hissetsem de, içimde beliren tiksinti bacaklarıma kuvvet verdi. Hayatımda hiç olmadığım kadar hızlı koşuyordum, yüzüme çarpan rüzgar saçlarımı ardımda bir kuyrukluyıldıza çeviriyordu. Şeytanın ayak sesleri iyice yaklaşırken Arzu'nun kaldırımdan indiğini fark ettim.

Aramızda son birkaç metre kalmıştı. Öyle ki, ona seslenirken elimi öne doğru uzatıyordum. Tam o sırada bakışlarım Arzu'nun güzergahına giren gri bir transite takıldı. Olacakları anlayınca boğazım yırtılırcasına bağırdım.

"Arzu dikkat et!"

Ve çarpışma anı.

Gri renkli transit tam o anda Arzu'nun bedenine çarpıp onu birkaç metre öteye savurdu. Toprak zemine düştüğünü gördüğümde zaman benim için durdu sanki. Bütün arabalar durdu. Çığlıklar. Kime ait olduğunu bile anlayamadığım çığlıklar. Ve cehennem.

Hızla öne atılıp toprağın üstüne attım kendimi. Arzu'nun yanına çöküp başını ellerimin arasına aldığımda gözleri hala açıktı. Dehşetle ona bakarken nereden çıktığını anlayamadığım bir kan kütlesinin etrafımızı sardığını gördüm. Elbisesinde kan vardı, ağzından kan geliyordu, rengine hep gıpta ettiğim şeker sarısı saçlarında bile kan vardı. Arzu ölüyordu!

"Arzu yalvarırım dayan!" diyerek dizime yatırdım onu. "AMBULANS ÇAĞIRIN!"

Bilinci kapanmak üzereyken çığlıklarımla sıçramıştı. İnsanların panik dolu konuşmaları sarıyordu etrafımızı, kan, kan sarıyordu... Titreyen ellerimle omuzlarından sarsarak ayık tutmaya çalıştım onu. Ani bir öksürükle birlikte bedeni tekrar sıçradı, eşzamanlı olarak ağzından bir kan kütlesi dökülmüştü.

"Söz veriyorum, her şey çok güzel olacak!" diyerek hıçkırdım. "Arzu ne olursun bırakma kendini!"

Bedeni tir tir titriyordu. Kalabalığın giderek büyüdüğünü fark ettim, birileri beni ayağa kaldırmaya çalışıyordu. Omzuma dokunan elleri ittikten sonra yerdeki kızın kasılan bedenine diktim bakışlarımı. Fakat o bana bakmıyordu. Yanıbaşımda beliren bir adamın Arzu'nun yanına diz çökmeye yeltendiğini görünce hırsla ittim onu.

"Defol git buradan!" diye bağırdığımda yüzüme bakmakla yetindi. Panik içerisinde değildi, endişe veya üzüntü de göremiyordum gözlerinde. Bir katilin acımasız soğukkanlılığıyla karşıma dikilmişti.

Onu ardımda bırakıp Arzu'ya döndüm yeniden. Bedenindeki titreme yatışmaya başlamıştı, gözleri yavaş yavaş kapanıyordu. Ellerimle histerik bir şekilde saçlarını okşarken "Lütfen yapma..." diye hıçkırdım. "Yalvarırım dayan! Hepsi geçecek Arzu! ARZU!"

Son çığlığım son kez sıçrattı onu. Birileri beni geri çekmeye çalışırken başını son gücüyle bana çevirdiğini fark etmiştim. Sonra garip bir şey oldu. Arzu bakışlarını yüzüme dikti bir şeyler anlatmaya çalışırcasına. Ardından ömrüm boyunca unutamayacağım bir şekilde belli belirsiz gülümsedi ve gözleri yavaşça kapandı. Sonsuza dek.

Çığlıklarımın etrafını inlettiğini duydum. Kendi uçurumundan düşen bir meleğin ardından attığım çaresiz feryatlardı bunlar. Kırılmış kanatlardan oluşan kapkara bir dağ belirdi önümde. En tepesinde gittikçe yükselen bir adam... Ben gerçekten var olup olmadığımı daha önce sorgulamamıştım hiç. Gerçeklik gördüklerimdi. Gerçeklik, çarpıtılmış bir yanılsamadan ibaretti. Ve hakikatin yokluğu, her zaman ölüm demekti.

Arzu öldüğünde tepkisiz yığın birden canlanmıştı. Benim gibi ağlayan, bağıran, yardım çağıran insanların seslerini duyuyordum. Yığının gücü sonsuzdu, ancak yalnızca yapılabilecek hiçbir şey kalmadığı zaman ortaya çıkıyordu. Birileri beni ayağa kaldırdığında bu kez onlara karşı koymadım. Aksine işime gelmişti bu, aniden öne atılıp heykel gibi duran şeytanın göğsünü yumruklamaya başladım.

"Öldü o!" diye bağırıyordum avaz avaz. "Onu sen öldürdün!"

Sonra yer yavaşça altımdan çekildi. Dipsiz bir kuyuya düşer gibi usulca karanlığa süzüldüğümü hissettim. Canım yanmamıştı, yere çarpmadıkça da yanmayacağını biliyordum.

Zira düşmek insanı öldürmezdi. İnsanı öldüren şey, düşüşün sona ermesiydi. Ardımda ıslak toprağa kanı dökülen genç bedenin düşüşüyse artık bitmişti.

Arzu, 21 yaşında dünyalar harikası bir kızdı. O kadar tatlıydı ki görseydiniz yanaklarını sıkardınız. Şefkatinin sınırları, bilirdim, uçsuz bucaksızdı. Güldüğünde ışıl ışıl parlardı gözleri, dilinde her daim söylenecek bilgece bir lafı ve narin bedeninde taşıdığı kocaman bir kalbi vardı.

Arzu, 21 yaşında dünyalar harikası bir genç kızdı.

Ve hep yirmi bir yaşında kaldı.

Loading...
0%