@rachelaery
|
"Gücü ve kudretiyle yeri titreten Sora Aşık olmuş bir gün yıldızların kızı Elora'ya Elora da kaptırmış kendisini kötüler kralına Bir olmak istemişler yıldızların altında Ama yıldızlar birlikte olurlarsa Lanetleyeceklerini söylemişler onlara Güzel Eloralarını vermek istemezlermiş ebedi karanlığa Söz dinlememiş aşıklar Kutsal bir öpücükle oracıkta birleşmişler Titremiş yeryüzü ve yıldızlar "Sen gökyüzünün prensesi, yıldızların kızı Elora! Kaybettin şimdi güçlerini bir heves uğruna Geceye hükmeden, ışık saçan Şimdi farksızsın bir ölümlü kızdan." (Gökyüzü ve Yeryüzü Tarihi, Elora ve Sora'nın Aşkı, Bilinen Mit.) Dünyaya ışığın hakim olduğu bir zaman varmış, çok ama çok uzun zaman önce olsa bile. Güzel ve aydınlık yerler kaybolmuş birer birer. Işık gitmiş, tamamen karanlığa bürünmüş topraklar... Sora'nın hükümdarlığında en kötü halini almış yeryüzü. Göklerdekilerin gönlü el vermemiş burayı bir başına bırakmaya. Tek bir rahip göklerin kapısını çalınca cevap vermişler çağrısına. Güvenmişler ona, merhametlerini kazanmış. Rahibe ölümsüzlük, güç ve güzellik bahsetmişler. Rahip Dima güçlerini yeryüzünun daha iyi bir yer olması için kullanmış, bitkiler ekmiş, savaşların durmasını sağlamış, hastaları iyileştirmiş, açlık çekenlerin karnını doyurmuş... Fakat bu durum uzun sürmemiş. Rahibin şanı tüm yeryüzüne yayılmış, ona saygı duyarak minnetlerini sunanlar kadar onu kıskananlar da varmış. İnsanken bile yeterince tehlikeli olan başka bir adam Karanlıklar Tanrısı'yla bir anlaşma yapmış ve o da ölümsüzlük, güç ve güzellik kazanmış. Ama rahibin gücü beslerken, büyütürken bu adamın gücü yok ediyormuş, eziciymiş. Adam yeryüzünun tek hükümdarı olmak istiyormuş, bu yüzden rahibi adice ama zekice bir planla öldürmuş. Rahibin ayrılışı, bereketin, iyiliğin ayrılışı da olmuş. Ama Tanrılar rahibi cennette karşıladıklarında dünyayı koruyacaklarına, onu şeytanın insafına bırakmayacaklarına dair bir söz vermişler. Böylece dünyaya elçiler gönderdirmişler, kötülüğün tamamen hakim olmasını engelleyen elçiler. Normal insanlardan daha uzun bir ömre, büyü gücüne ve kutsal bir güzelliğe sahiplermiş. Babam elçilerin soyundan gelir, kralın özel danışmanıdır ve bu topraklar üzerinde oldukça söz sahibidir. Ama elçiler her şeyi kontrol edemezler. Başımı cama yaslarken derin bir iç çektim. Bakışlarım yürüyen iki adamdaydı. Birisi artık delirdiğini düşündüğüm babam, diğeri de şu sıralar sürekli eve getirdiği rahiplerden birisiydi. Babamın hareketleri artık beni korkutmaya başlıyordu, çaresizce imkansız bir durum için çözüm aramaya devam ediyordu. Şimdiye kadar Tanrıların desteğini alan ve her istediğini yapmış birisi olarak kaybetmeyi kabul etmiyordu. İşe yaramayacağını ne kadar söylersem söyleyeyim, duracağa da benzemiyordu. Rahibin babamla el sıkışarak arabasına binmesini ve ayrılmasını izledikten sonra başımı pencereden kaldırdım ve beni bunaltmaya başlayan odamdan çıktım. Koridordaki eski tablolara ve heykellere bakarken artık kendi evimin bile bana yabancı hissettirdiğini fark ettim. Evin tüm kontrolü ve büyüsü babama bağlı olduğu için onun duygu değişimleri tamamen buraya etki ediyordu. Bir an önce evden çıkmak isteyerek merdivenlere yöneldim ve hızlı adımlarla aşağı indim. Ana girişte en küçük kardeşimi gördüğümde duraksadım. Babamın normal bir insandan daha uzun ömründe çok fazla eşi olmuştu, ve çok fazla çocuğu. Kullandığı büyü gücü yüzünden sürekli genç ve yakışıklı kalırken hep bunu değerlendirdiğini söylerdi. Neredeyse tüm kardeşlerim farklı bir kadından doğmaydı. Normal insanlardan doğmasını sağladığı her çocuk büyü gücünün zayıflamasına neden olmuştu ama bu onu durdurmamıştı. Ama tüm o sevgililerden, güzellik saçan kadınlardan sonra kralın sevgili elçisi bile günün birinde aşık olmuştu. Babamın son eşi ve onun biricik aşkı. Onu bu kadar erken kaybetmesi ne yazıktı. Küçük kardeşime döndüğümde bakışlarımı tıpkı annesine benzeyen yüzünde gezdirdim. Babamın gerçekten sevdiği kadından sahip olduğu tek çocuktu. "Nereye gidiyorsun?" Yüzü annesine benzeyen tek parçası değildi, ses tonu bile onun daha çocuksu ve masum haliydi. Hafifçe omuz silktim, sanırım şu sıralar odamdan çıkmam tuhaf karşılanıyordu. "Sadece biraz temiz hava alacağım." Dışarı çıktığımda rahatlayarak derin bir nefes aldım, acilen evin tılsımlarını babamın kontrolünden alması için birisiyle konuşmam gerekiyordu. Önümde tanıdık geniş bahçe uzanırken adımlarım nereye gitmek istediğimden emin bir şekilde hızla hareket etti. Yürüdüm, yürüdüm ve babamın eşinin hatırası olarak gördükleri bahçeyle artık kimse ilgilenmeye cesaret edemediği için büyümüş otların arasından geçtim. Elza'nın ölüm solgunluğu içerisinde yatan bedenine vardığımda durdum, hiçbir korku hissetmeden ona baktım. Ne söylemem gerektiğini, babamın söylediği gibi ruhunun hala burada olup olmadığını ve beni duyup duymayacağını bilmiyordum, o yüzden sadece derin bir nefes aldım. Ölümden korkmuyordum ama arkamızda bıraktığımız insanların yapabileceklerinden korkuyordum. Babam umutsuzca ölen karısını geri getirmek için yollar arıyordu. Şimdiye kadar ona her şeyi sağlayan büyü gücünün yaşamı sağlayamayacağını kabul etmek istemiyordu. Ve bu beni korkutuyordu, hayatını birisine bu kadar adamak, başkasının ölümüyle senin de ölmen. Bu yüzden babamın hareketlerini gördüğümde aşktan korkmaya başladım, nasıl bir duygu insanı bu hale getirebilirdi? Elza'nın iki yanına dağılımış solgun sarı saçlarına bakarken birkaç adım daha atarak ona yaklaştım. Ölüm güzelliğinden bir parça çalmayı bile başaramamıştı. "Fedora!" Oldukça tanıdık bir sesti. Leo. Babamın en büyük çocuğu ve benim kardeşlerimin arasından en yakın olduğum kişi. Hepimizin aksine onun annesi de bir elçiydi ve bu yüzünden büyü gücünde daha ustaydı. Rüzgar yüzünden uçuşan siyah pelerini ve kahverengi saçlarına baktım, büyük ihtimalle kraliyet sarayından dönüyordu. Babamın durumu yüzünden Kralliyet ailesinin işlerini o devralmıştı. Konuşmama izin vermeyerek hızla yanıma geldi ve kaşlarını çatarak bana baktı. "Burada ne yapıyorsun?" Sesindeki endişeli tonu duyduğumda yutkunarak bakışlarımı önüme çevirdim. Babamın halini gördükten sonra kimse için bu kadar önemli hale gelmek istemiyordum. "Asıl sen burada ne yapıyorsun? Kraliyet Sarayın'dan mı döndün?" Tahminimi onaylayarak başını salladı ve yüzü daha yumuşak bir hal alırken bakışlarımı takip ederek Elza'nın yatan cansız bedenine baktı. "Son zamanlarda buraya gelmeye başladım... ölüm üzerine düşünmeye." Aramızda bir sessizlik oluştu. Leo her zaman bana karşı dürüst olmuştu ama hiçbir zaman ne düşündüğünü, hissettiğini tam olarak da açık eden birisi değildi. "Ben de. Babamın yapmaya çalıştığı şey için ne düşünüyorsun?" Bakışlarımız yeniden buluştuğunda hafifçe yüzünü buruşturdu. "Ölümün bizim kontrolümuzde olmadığını anlaması gerekiyor." Sadece başımı salladığımda bana elini uzattı, ben de tuttum. Birlikte içeri girdiğimizde dinlenmek istediğini söyleyerek odasına çekildi. Son zamanlarda, hala büyü gücünde babam kadar yetenekli olmasa da onun yapması gereken işleri yaptığı için çok yoruluyordu. Leo için endişeleniyordum. Odama çıkmak üzereyken duyduğum sesler yüzünden durmama neden oldu, uzun zamandır babamla konuşmamıştım ama onunla bir kere bile konuşan birisinin bile bu sesin ona ait olduğunu anlamaması imkansızdı. Bu nasıl mümkündü bilmiyorum ama sesi ipeğe benzerdi. Sizi sarmalar ve okşardı. Kimle konuştuğunu anlayamadım, ya da birisiyle konuşup konuşmadığını. Mırıldandığı sözler boğuktu ama evde bir dolu insan yaşasa da derin bir sessizlik olduğu için duyuluyordu. Acısına saygı duymam gerektiğini kendime hatırlatarak sessizce merdivenlere yöneldim ve odama çıktım. Bazı yara izleri ne kadar zaman geçerse geçsin hep bizimle kalırdı. Fiziksel olanlar belki zamanla belirginliğini, acısını kaybederdi ama ruhlarımızda olanlar, onların silikleşmesi çok daha zordu. Ruhlarında ne kadar yara izi taşısalar da devam edebilenler güçlü hale gelirlerdi. Pes edenler, yaraların onları yenmesine izin verenler bu dünyadan silinip giderdi... ben silinip gitmeyecektim, en azından dünyaya bir iz bırakmadan gitmeyi reddediyordum. ꕥ
Bölüm : 12.12.2024 00:02 tarihinde eklendi |