@rachelaery
|
“Bitkin düşmüş zamanla Ya fiziksel formundan ayrılıp ruhunu verecekmiş yıldızlara Ya deneyecekmiş Sora ile bir olup girmeye kaosa Ve ellerindeki kaosu genişlettiğinde Sora İçine yutmuş Elora'yı küçük bir parçamışçasına Hükmettiği kaostan hissetmiş Sora Şimdi bir olmuşlar çok sevdiği karısıyla Sonra ayrılmış binlerce parçaya Yok olmuş, güzel Elora Kaos izin vermezmiş lordundan başkasına Tanımalıymış avuçlarının içindekini Sora Karısının varoluşunu sonlandırdıysa da Öfkesini yöneltmiş yıldızlara.” (Gökyüzü ve Yeryüzü Tarihi, Elora’nin Ölümü, Bilinen Mit.) Yemek odasındaki gürültüler başımı ağrıtmaya başalmıştı. Akşam yemeklerinden nefret ediyordum. Burada oturup sohbeten eden insanların çoğunu kendi kardeşim olarak bile görmüyordum, sadece Leo ve belki benden küçük olanlar. Diğerleri yalnızca aynı evde yaşamak zorunda kaldığım yabancılardı. Ayrıca bu akşamki yemek benim için daha katlanılmazdı, Denes'le karşılaşmam aklımdan çıkmıyordu. Yanağımı okşadığında alaycı bir şeyler mırıldandıktan sonra kütüphaneden aceleyle ayrılmıştım. Küçük bir hareketiyle bile aklımı uçurmuştu. Bakışlarımı gezdirerek Andra'yı buldum, yüzündeki kibirli gülümsemeyi görmeseydim belki evleneceği adamın hala bana ilgisi olduğu için üzülebilirdim. Ama yapmadım. Ona bakmaya daha fazla katlanamadığımda bakışlarımı masanın başındaki boş sandalyeye çevirdim. Babam Elza'nın ölümünden sonra yemeklere katılmayı reddediyordu. Onu anlamaya gayret gösteriyordum ama kendi çocuklarını cezanlandırmaya hakkı yoktu. Eşini kaybettiği için yaşamdan vazgeçemezdi, sorumluluklar vardı ve artık onları yapmadığı için hepimizi sıkıntıya sokuyordu. Bu yük en çok da Leo'nun omuzlarındaydı. Her zamanki gibi yanımda oturuyordu, babamın boş sandelyesinden başımı ona çevirdim. Kahverengi saçları benimkilerden biraz daha açıktı, yüzümüz neredeyse hiç benzemiyordu çünkü ikimiz de görünüşümüzü annelerimizden almıştık. Onu incelerken iç çekişime engel olamadım, canlılıkla parlayan yüzü şimdi yorgunluğunu ele veriyordu. Bakışlarımi hissetmiş olmalı ki kafasını kaldırdı. Göklerdeki tanrılara sadece onu mutlu etmeleri için yalvarabilirdim. "Bugün Denes'le karşılaştım." Şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı, karşılaşma anıları yeniden aklıma gelirken dudaklarımı birbirine bastırdım. "Saray'a mi gittin?" Başımi iki yana sallayarak açıklamaya başladım. "Biraz okumak için kütüphaneye gitmiştim, orada karşılaştık." Leo düşünceli bir şekilde yüzüme bakmaya devam ederken ne söylemesi gerektiğine karar vermeye çalışıyormuş gibiydi. "Ilişkinize karışmak istemiyorum ama onun Andra'yla nişanlı olduğunu unutma." dediğinde sessiz kalarak bakışlarımi önüme çevirdim. Zaten aklımdan lanet bir saniye bile çıkmıyordu. Sessizliğim hoşuna gitmemiş olmalı ki bu sefer konuştuğunda ses tonu daha sertti. Leo, en yakın arkadaşı ve küçük kız kardeşinin zehirli ilişkine çocukluğundan beri şahit oluyordu. Denes'i sevdiğini biliyordum ama beni üzmesine de sessiz kalmazdı. "Ona senden uzak kalmasını söyleyeceğim. Yakında evlenecek, aptal oyunlarına son verse iyi olur." "Oyun falan yok, Leo. Sadece kütüphanede karşılaştık ve biraz konuştuk. Artık yakın olmasak da... sonuçta tamamen görmezden gelebileceğim birisi değil." Bana inanamadığıni belli eder şekilde iç çekti, en yakın arkadaşını tanıyordu. "Sen yine de dikkatli ol, saçma sapan bir aşk üçgeninin arasında kalmanı istemiyorum." Diğer ikisinin arasında aşk yoksa bu aşk üçgeni olmazdı değil mi? Küçük bir onay mıriltısı çıkardıktan sonra masadan kalkarak odama çıktım. Aslında Leo haklıydı, Denes kendi oyunlarını oynardı ve başrol olarak seçtiği kişiler hep ikimizdik. Ama onun için istediğim şekilde değerli olmadığımı ya da gücün önemi karşında görünmez olduğumu biliyordum. Odama girdiğimde pencerenin yanına giderek camdan dışarı baktım. Hava bugün kapalıydı, yaklaşık iki haftadır olduğu gibi. Yağmurlu havaları severdim ama sadece güneşiz havalar beni depresif hissettiriyordu. Keşke elçilere hava durumunu kontrol edebilme gücü de verilseydi. Belki de tamamen karamsarlığa kapılmıştım çünkü iyi giden tek küçük bir şey bile göremiyordum. Babam Elza'nın ölümünü kabullenemiyordu ve fiziksel olmasa da kelimenin tam anlamıyla bizi terk etmişti. Gözlerimin yaşlarla dolduğunu hissettiğimde hiçbir şey yapmadım, burada saklanacağım kimse yoktu. Nasıl bir yıkıntıya dönüştüğümu kendimden saklamama gerek yoktu. Gözyaşlarının akmasına izin vermek zayıflık değildi, gözyaşı selinin beni yıkmasına izin vermediğim sürece sorun olmazdı. Bu yüzden bir süre kendime izin vererek sadece küçük bir çocuk gibi hıçkırak ağladım. Yorgun düştüğümde yatağıma gidip uyumuş olmalıydım çünkü günün geri kalanını hatırlamıyordum. Uyandığımda odamın içi ruh halim kadar karanlıktı, döktüğüm gözyaşları yüzünden gözlerim acıyordu. Yatağımdan kalkarken hala kütüphaneye gittiğim elbiseyi giydiğimi fark ettim. Üstüme bir gecelik giydikten sonra odamdan çıktım. Evin en üst katında benim odamdan başka bir oda yoktu, tüm bir katı istediğim gibi düzenlememe izin vermişlerdi. Merdivenleri inerken nereye ya da kime gittiğimi bilmiyordum ama birisiyle konuşmam gerekiyordu. Leo ya da herhangi birisi... sadece birisinin beni sarsarak yalnız değilsin, ben buradayım demesini duymak istiyordum. Sessiz adımlarla Leo'nun odasının kapısına gelsem de içeri girmedim. Çok yoruluyordu ve şu an dinleniyor olmalıydı, sadece kendimi kötü hissettiğim için onu uyandıramazdım. Ama bu duvarların içinde gidecek başka kimsem yoktu. Bencil ve aptalca bir hareket olabilirdi ama iyi hissetmiyordum. Kendime itiraf etmekten çekinsem de Denes unutmak istediğim duygularımı, korkularımı bana yeniden hatırlatmıştı. Leo'dan uykusunu böldüğüm için özür diler ve ne hissettiğimi anlatırdım, mutlaka beni dinlerdi. Onu uyandırmaya karar vererek yavaşça kapı koluna uzanıp kapıyı açtım. Odanın ortasındaki büyük yatağın boş olduğunu görmek için girmeme gerek yoktu. Odasında değilse neredeydi? Ona ihtiyaç duyulan acil bir durum mu çıkmıştı?.. ama o halde ortalık bu kadar sessiz olmazdı. Onun için endişelenmeme gerek kalmayacak kadar güçlü olmasına rağmen aklıma gelen düşünceler kalp atışlarımı hızlandırdı. İşte bu duygudan nefret ediyordum. Temiz havaya ihtiyacım vardı, bahçeye çıkmak için yeniden merdivenlere yürüdüğümde dün duyduğum sesin aynısı kulaklarımda yankılandı. Tek bir fark vardı, bu seferki bir mırıltı yerine bir şarkıya benziyordu- bir ilahi. "Çok uzun zaman önce Bir adam yaşarmış güller bahçesinde Adam aşıkmış güllerine Hayatı boyunca hiçbir kadını görmemiş gözleri, Hiçbir tatlı ses çalamamış kalbini Gülleriymiş tek aşkı. İlgilenmediği bir gün yokmuş onlarla Her gün sular, onlarla konuşur, bakarmış ihtiyaçlarına Ama adam yaşlanmış yıllar geçtikçe Yatağına bağlı hale geldiğinde Kimse kalmamış ilgilenecek güllerle Güller solmuş yavaş yavaş Penceresinden dışarı baktığında Görmüş güzel bahçesinin renklerini kaybettiğini Adam hazırmış vazgeçmeye gülleri için Yüklü servetinden de, elindeki her şeyden de... Ama tek bir bedeli varmış yaşamın Böylece akıtmış kanını Ve yeniden canlı gorebilmiş güllerini." Neler olduğunu anlamak için adımlarımı hızlandırırken ses artmaya devam etti, neden kimse uyanmıyordu? Bu melodi... bana tanıdık geliyordu ama onu daha önce nerede duyduğumu çıkaramıyordum. Aklımın çok ama çok uzak bir köşesinde yer edinmişti. Yaşamın bedelini söyluyordu- farkına vardığımda kalbim korkuyla daha da hızlı çarpmaya başladı. Düşündüğüm şeyin gerçekleşmemesi için dua ediyordum. Seslerin geldiği yer babamın odasıydı, odanın büyük altın işlemeli beyaz kapısına varana kadar neredeyse koşar adımlarla hareket ettim. İçeri girmek için hamle yaptığımda vücüdumun kaskatı kesildi. Kıpırdamaya çalışsam da bedenim bana itaat etmiyordu, fakat bu çok kısa bir andı. Büyü gücünün bir su gibi hiçbir iz bırakmadan bedenimden kayıp gittiğini hissettim. Ürperticiydi. Sonra Leo'nun kısık sesini ve ettiği küfürü duydum. Odadan gelen seslerin kesilmesiyle oluşan sessizliği onun kızgın sesi bozdu. "Fedora, niye yatağında değilsin?" Hep büyük bir düzenle geriye taradığı saçları karmaşık bir şekilde alnına dökülüyordu, tuhaf bir durum daha. "Neler oluyor?" Elimle az önce seslerin yükseldiği yeri işaret ettim. "Tüm bunlar da ne?" Yüzüne baktığımda tıpkı küçük bir çocukken yaramazlık yaptığımda beni onaylamadığını belirten aynı ifade vardı. "Senin yatağında olman gerekiyordu." dediğinde kaşlarımı çatmama engel olamadım, burada gerçekten neler oluyordu hemen bilmek istiyordum. "Neden sen de yatağında değilsin ve neden babamın odasından bir ilahi geliyordu?" Leo'nun yanıt vermesine bile fırsat kalmadan arkamızdan gelen bir kahkaha ikimizin de dikkatini dağıttı. O sese dönerken bakışlarım hala yüzündeydi. Kahkayı atan adamı gördüğünde yüzünün daha da solgunlaştığına yemin edebilirdim. Onu bu kadar ürküten kişiyi görmek için arkamı döndüğümde sadece derin bir nefes alabildim. Adamı incelememe gerek bile yoktu, etrafından yayılan gücü hissedebiliyordum. Bembeyaz tenini vurgulayan simsiyah kıyafetlerinin içinde bir tanrı duruyor olabilirdi, o kadar büyüleyiciydi. "Sanırım meraklımız gerçeği öğrenmeden yatağına geri dönmeyecek." ꕥ
Bölüm : 12.12.2024 00:03 tarihinde eklendi |