@redelf
|
“Kimsin sen?” Diye tısladı. Korkuyla arkamdaki duvara sinerken ne yapacağımı bilemez halde ona bakakaldım. Mavi gözleri, salondaki ışığın ona vurmasına rağmen nasıl bu kadar karanlık olabilirdi?İfadesini hiç bozmadan sert bakışlarla bana bakarken çenemdeki elinin baskısı biraz daha arttı ve sertçe yutkundum. “Asıl sen kimsin burası benim evim ve lütfen bana dokunma.”
Hızla elini çekti ve benden uzaklaştı. Korkuyla ona bakmayı sürdürürken Binnaz yanımıza geldi. “Güneş’cim kusura bakma çok önemli olaylar oldu ve önemli bir misafir çağırmam gerekti. Senin de gelmen lazım.”
İkisinin de tavrından hoşnutsuz olsam da sesimi çıkaramadım, sonuçta onun eviydi ve kalacak yerim yoktu. Ama baş başayken kesinlikle eve erkek girmesinden rahatsız olduğumu söyleyecektim. “Sevgilimi aramam lazım, telefon görüşmem uzun sürer, odama geçsem iyi olur.”
Yanlarından geçerken o adamın kaşları çatık şekilde bana baktığını fark etmiştim. Tam kapıdan geçerken Binnaz’ın ona söylediğini işittim. “Kapıya dayanaklar erkekti, Savaş. Güneş’ten şüphelenmene gerek yoktu.” Hemen Rüzgar’ı aradım. Birkaç çaldırmanın ardından telefonu cevapladı. “Efendim?” “Rüzgar, bir şey anlatmam gerekiyor.” Ses tonu ciddileşti. “Ne oldu?”
“Eve geldiğimde Binnaz’ın misafiri vardı ve çenemi sıkıp ‘Sen kimsin’ diye bağırdı. O anki korkuyla itemedim ama şoku atlatınca ‘Burası benim evim bana dokunma’ falan dedim o da çekildi zaten,” dediğimde Rüzgar birden bağırmaya başladı. “Ne diyorsun kızım sen? Ne demek itemedim? Nasıl dokunuyor lan başkası sana!” Gözlerim anında dolarken boğazımdaki yumruya direnerek konuşmaya çalıştım. “Kapıya birileri dadanmış Binnaz söylerken duydum ve beni onlardan sanmış, bilmiyormuş ev arkadaşı olduğumu dokunma diyince hemen çekildi zaten lütfen kızma,” dediğimde yüzüme kapattı. Ağzımdan bir hıçkırık kaçarken tekrar aradım ve anında meşgule attı. Tekrar tekrar aradığımda da en sonunda engelledi. Ağlamam şiddetlenirken kapımın tıklatıldığını duydum. “Efendim?” Kapı açıldığında o adamı gördüm. Ağladığımı görünce afallasa da sert bakışlarında bir değişiklik olmamıştı. “İyi misin?”
“Engelledi beni. Bana hiçbir erkeğin dokunmasını istemiyor haklı olarak. Erkeklerle tokalaşmıyorum bile çünkü ben sadece ona aidim,” dediğimde kaşlarını çattı. “Girebilir miyim?”
“Hayır, odama bir erkek giremez,” dedim sertçe. Kafasını salladı.
“Onunla konuşup durumu anlatabilirim. Hatta bilse iyi olur, Binnaz’ı rahatsız edenler var. Burada güvende değilsiniz.” Kaşlarımı çattım. Rüzgar çok sinirliydi, hatta bu konuşmada kötü bir niyet olmadığı halde duysa daha çok sinirlenecekti. Bana çok aşıktı ve bana karşı çok korumacıydı. Kendisi söylemişti, erkeklerin kötü niyetli olduğunu ve uzak durmam gerektiğini. Zaten uzaktaydık ve aklı hep bende kalıyordu. Çok haklıydı, çok... Burada güvende değilsem ne yapacaktım peki? Gidecek yerim yoktu ve annem bu evi bile zor ayarlayabilmişti. “Yanımda emanet taşıyorum, ben halledebilirim.” Söylediğime karşılık alaycıl bir şekilde güldü. “Toksik, ergen ilişkisi için ağlayan küçük bir kıza göre çok cesaretlisin.” Öfkeyle ayağa kalktım ve onun üzerine yürüdüm. “Birisi senin hayatındaki insanın evine girip çenesini sıksa ne yapardın?” Çenesinin kasılmasıyla dişlerini sıktığını anladım. “Benim bölgemde kimse buna cesaret edemez.” “Sen buna izin vermiyorsan, benim sevgilim de izin vermez. Kimse böyle bir şeyi istemez. Sen de yapamazsın. Senin bölgense de milletin kapısına dayananlara bir çözüm bul o zaman.” Alaycıl bir şekilde güldü. “Sevgilinin asıl takılması gereken, kapıya dayanan adamlarken sana kızması ne kadar mantıklı? Yaptığım yanlıştan dolayı sana tolerans gösteriyorum yoksa kimseyi böyle konuşturmam” “Gören de şehrin sahibisin sanır,” dediğimde bana yukarıdan baktı ve fısıldadı. “Öyleyim.” Sınıftakilerin buluştuğumuzda anlattığı kişileri hatırlamaya çalıştım. Çok kötü biri olduğunu, herkesin ondan korktuğunu ve kolunda ateş dövmesi olduğunu söylemişlerdi. Olayların etkisinden nasıl da hemen unutmuştum, onun dövmesi vardı. Korkuyla gözlerim faltaşı gibi açılırken o, gülümsedi. “Korkuyor musun?” “Korkmalı mıyım?” Diye mırıldandım istemsizce. Eve girdiğim andaki tavırlarına bakılırsa kesinlikle acımasız birine benziyordu. “Korkmalısın.” “Ben, sana hiçbir şey yapmadım,” dediğimde kaşlarını kaldırdı. “Yapamazsın zaten.” “Ben kimseye yanlış bir şey yapmam zaten. Kendi halinde, sıradan bir insanım.” Konuşurken sesim istemsizce incelmişti. Neden bu kadar kötü davrandığına anlam veremiyordum. Benim içimde kötülük yoktu ki...
“Farkındayım. Güneş, kimsenin senin temiz kalbini kullanmasına izin verme.” Bir şey dememi beklemeden gittiğinde arkasından bakakaldım. Kimsenin senin temiz kalbini kullanmasına izin verme... Dış kapının kapanma sesini duyunca Binnaz’ın yanına gittim. Onu ağlarken görmeyi kesinlikle beklemiyordum. “Binnaz iyi misin, ne oldu?” Daha çok ağlamaya başladı. “Çok kötüyüm. Telefonla beni aradılar, tehdit ettiler, kapıya dadandılar. Öldürecekler beni Güneş!” Kanımın donduğunu hissettim. Daha geleli yirmi dört saat olmadan bu olanlar şaka mıydı? “Kimler Binnaz? Kimler öldürecek?” “Bilmiyorum. Peşimde birileri var.” Elimi omzuna koydum. “Ağlama lütfen sana hiçbir şey olmayacak.” Dakikalar ardından o sakinleşirken ilaçlarını içmesi ona su götürdüm ve yatağına yatırdım. Biraz hava almaya ihtiyacım vardı. Bilgisayar çantamı hazırlamaya başladım. Ve yanıma birkaç defter, kalem aldım. Binnaz’ı kontrol ettiğimde uyuyakaldığını fark etmiştim. Yavaşça üzerini örttüm. Aynanın karşısına geçip rujumu tazeledim ve deri ceketimi alıp dışarıya çıktığımda o dövmeli adamı sitenin güvenliğiyle konuşurken görmeyi beklemiyordum. Beni fark etmişti. Umursamadan binadan çıkıp, sahile doğru yürümeye başladım. Rüzgar hala engelimi kaldırmamıştı. Neredeyse saldırıya uğrayan bendim, beni sakinleştirmesi gerekirken kızıyordu. Onu sevdiğimi göremiyor muydu? Onun için o kadar fedakarlık yapıyordum. Tüm erkek olan arkadaşlarımla konuşmayı kesmiştim. Sadece o vardı işte hayatımda. Her şey onun istediği gibiydi.Korumacı tavrı bazen beni boğuyordu ama yine de onun mutluluğu için buna değerdi.
Sahile indiğimde, bir çardağa oturdum ve bilgisayarımı açtım. Bilgisayarımın açılmasını beklerken defterlerimi ve kalemlerimi çıkardım. Hemen baş ucuma da şok cihazımı ve biber gazımı koydum. Açılan bilgisayarımdan blog sayfama girdim. Henüz kimsenin haberi yoktu sayfamdan. Rüzgar’ın bile... Herkese sayfamda aktiflik ve destek olduğu zaman haber verecektim. Sayfama girdiğimde gelen bilgilere şaşkınlıkla baktım. Hangi ara bu kadar çok takipçim olmuştu ve bu kadar sevgi mesajı gelmişti? Şok içerisinde gelen mesajları okuduğumda ayağa kalkıp dans etmek istemiştim. Sayfam çok tutulmuştu! Ve artık herkese haber verebilirdim... Sayfamdan bir mesaj yayınladım. Aktif bir sohbet grubu açıyorum. Gelmek isteyenler yorum bıraksın. Yorumlar gelirken hızla yeni yazımı yazmaya koyuldum. Ama heyecandan tek bir cümle bile yazamıyordum. Uzun uzun denize baktım. Bana ilham vermesini umuyordum. Ama şu anda denizin sadece karanlığını hissedebiliyordum. Adıma zıt olarak, ben de karanlıkla dolu bir insandım. Ben, içi renkli olan karanlık bir çember odasıydım. Veya öyle sanıyordum, bilmiyordum. Derin bir nefes alıp ellerimi klavyenin üzerinde dolaştırdım. Hiç düşünmeden, kontrolsüzce ellerimin bir şeyler yazmasına izin verdim. Ben, içi renklerle dolu karanlık bir çember odasıydım. Buna inanmıştım. Ta ki gerçek karanlık gelip yakama yapışana kadar... Aklıma çenemi sıkan dövmeli adamın gelmesiyle elim istemsizce çeneme gitti. Ne kadar da korkmuştum ondan. Kapımıza dayanan adamlar beni onun kadar korkutamıyordu. Bir insan açık renk gözleriyle bu kadar karanlık bakabilir miydi? Ürperdiğimi hissettim. Etrafa bakındığımda birkaç metre ötemde bir motorcunun bana baktığını gördüm. Kaskından dolayı yüzünü göremiyordum. Siyah bir motorun üzerindeydi. Sadece motoru değil her şeyi siyahtı. Baştan aşağıya, simsiyahtı. Rahatsız olarak eşyalarımı topladım ve seri adımlarla oradan uzaklaştım. Keşke Rüzgar, ona en çok ihtiyaç duyduğum zamanlarda yanımda olabilseydi. Eve geldiğimde seri bir şekilde makyajımı çıkarıp üzerimi değiştirdim ve uyumaya koyuldum. Çok yorulmuştum. Daha birinci dakikadan, çok hızlı şeyler yaşamıştım. Kendimi, uykunun tatlı kollarına bırakırken kulağımı tırmalayan çığlıklarla yerimden sıçradım. Binnaz, çığlıklar atıyordu. Hemen şok cihazımı, biber gazımı ve çakımı alıp yanına gittiğimde, Binnaz’ın uyuduğunu görmüştüm. Uyurken çığlıklar atıyordu ve bir şeyler sayıklıyordu. Dediklerini anlayamıyordum ama son çığlığını anlayabilmiştim. “Baba! Baba!” Hemen onu uyandırdım. “Binnaz uyan, kabus görüyorsun.” Binnaz gözlerini aralayınca kahkaha atmaya başladı. Karşısında afallamıştım. Kahkahalarının arasından zar zor konuşabildi. “Makarna yapalım, gel.” Garip hareketleri beni korkutuyordu. “Ben yokken içtin mi sen?” Gülerek kafasını salladı ama hiç alkol kokmuyordu. Şokun etkisinde olduğunu tahmin ediyordum. Onun yaşadığı şeyleri ben yaşasam belki de delirirdim. Üzerini örttüm. “Hadi uyu sen, yarın çok güzel makarna yaparız.” “Güneş beni seviyor musun?” dediğinde gülümsedim ve kafamı salladım. “Seviyorum.” Kahkahalar atarken odama gittim ve kulak tıkaçlarımı takıp ben de tekrardan uyudum.
Sabah çalan alarmın sesiyle uyandığımda yüzümü buruşturdum ve telefonumu kontrol ettim. Rüzgar’dan ses seda yoktu. Aklıma bir delilik geliyordu ama yapsam mı yapmasam mı emin değildim. Neden dersten sonra ona sürpriz yapmaya gitmiyordum ki? Sevinçle yataktan çıktım ve hazırlanmaya başladım. Planlamak bile beni çok mutlu etmişti. Aynanın karşısına geçip eyeliner çektim ve hemen ardından da göz altlarıma kapatıcı sürdüm. Güneş öpücüğü görünümü için allık ve ruj sürüp üzerimi giyindim. Evden çıktığımda duyduğum kuş sesleri ile gülümsedim. Bugün harika bir gün olacaktı. Okula geldiğimde bahçede bizimkileri bulmuştum. Yanlarına gittim. “Günaydın.” “Günaydın, bu ne enerji böyle?” diyen İrem’e karşılık kıkırdadım. “Sevgilimin yanına gideceğim bugün. Dün kavga ettik Savaş yüzünden.” “Savaş ne alaka?” diye atladı Melisa. Üzgünce baktım. “Dün bizim evdeydi.” “Ne demek sizin evdeydi?” dedi İrem. Derin bir nefes aldım.“Eve girdiğim gibi boğazıma sarıldı. Kapıya dayanmışlar ev arkadaşım için. O da yardıma gelmiş. Beni de bilmiyormuş.” “Olaya gel. Niye dadanmışlar peki?” dedi Cansu. Omuz silktim. “Bilmiyorum ki Binnaz “Beni öldürecekler,” diye ağlıyordu. Rüzgar da o herif yüzünden bana sinirlendi ve engelledi.” “Ona mı anlattın kızım ya niye anlatıyorsun?” dedi Cansu. “Her şeyi anlatacağıma söz verdim, saklayamam ki ben hem.” Buna karşılık kusacak gibi yaptı. “Onu boş ver de sana bir şey yapmasınlar?” “Ben Binnaz için korkuyorum. Kadın çok kötü şeyler yaşadı zaten çocuklarını göremiyor, ilaçlarla hayata tutunuyor şimdi de ölüm korkusuyla yaşıyor,” dedim ve iç geçirdim. “Savaş ile Binnaz’ın arasında bir şey mi var o neden gelmiş peki?” “Bilmiyorum yardım istemiş sanırsam,” dedim Melisa’ya. Umarım son gelişi olurdu. “Rüzgar’a, Savaş’ın mekanda sürekli sana baktığını da söyledin mi peki?” Şaşkınlıkla Cansu’ya bakakaldım. “Söylemeyi unuttum. Gerçi iyice delirirdi.” “Ben pek inanmadım Savaş’ın sizin evde olduğuna,” diyen Melisa’ya karşılık sadece güldüm. Cevap vermememe biraz bozulduğu belliydi. “Kimseye söylemeyin, onun yanına gideceğimi,” dediğimde kafalarını salladılar. Sude ilk defa konuştu. “Sevgilinin yanına gidince ne yapacaksın peki?” “Ona sürpriz yapacağım ya gideceğimi bilmiyor. Bir de okuldan çıkınca hediye alacağım ona. Zaten uzaktayız çok mutlu olur,” dediğimde Sude tek kaşını havaya kaldırdı. “O sana hediye alıyor mu hiç?” Biraz düşündüm ve sonrasında gerçekten de Rüzgar’ın bana hiç hediye almadığını fark ettim. “Hayır hiç almadı. Çünkü hem böyle şeylerden anlamıyormuş hem de geçen doğum günümde bir takıcıya girmiş ama ne sevdiğimi bilmediği için bir şey almadan çıkmış,” dediğimde bir üzüntü hissettim. Parmağıma ip bile geçirse ben onu hep saklardım ki. Hatta benim için tüm takılardan daha değerli olurdu. “Hediye almayan erkekten olmaz,” dedi Cansu. Dudak büzdüm. “Bence böyle şeylerin çok önemi yok. Ne paylaşıldığı önemli.” Derse girince çok sıkılmıştım. Ders arasında direkt kaçacaktım. Bitmesini beklersem ölecektim çünkü. Sonunda hoca beş dakikalık mola verdiğinde hızlıca okuldan çıktım. Eve gider gitmez yıkanan çamaşırlarımı yatağımın üzerine serdim. Ben dönene kadar kururlardı. Sonrasında da çantama mayomu koydum ve ben de hazırlanmaya başladım. Her şeyimi tamamlayınca evden çıktım ve yoldan geçen bir taksiyi durdurup çarşıya indim. Ben yokken hediyelerime bakıp çok mutlu olacağını biliyordum. Mağazalardan birine girip iki tane tişört, bileklik ve parfüm aldım. İş kıyafetleriyle uyumlu olması için üstleri siyah ve lacivert renklerinde almıştım. Artık yola çıkabilirdim. Çok heyecanlıydım. Uçaktan iner inmez onu aradım. Engelimi kaldırmasaydı, başkasının telefonundan arayacaktım. Soğuk bir şekilde telefonu cevapları. “Ne oldu?” “Ben yanına geldim de havalimanındayım şu anda. Beni alabilir misin?” dedim tereddütle. Tepkisini hiç kestiremiyordum. “Neden geldin?” dedi şaşkınlıkla. “Seni özledim.” “Geliyorum,” dedi ve kapattık. Yanıma geliyorsa bir umut var demekti. Beni affedecekti, biliyordum. Şu yaptığımı kim yapardı ki? Her zaman bu ilişki için fazlasıyla fedakarlık yapmıştım. Biliyorum ki ikimiz de her şeyin üstesinden gelirdik.
Orada ne kadar beklediğimi bilmiyordum ama Rüzgar sonunda gelebilmişti. Onu görür görmez hemen ona sarıldım ve poşetimi uzattım. “Bak sana neler aldım.” Gülümseyerek poşetin içindekilere baktı ve bana sarıldı. “Teşekkür ederim güzelim benim.” “Lütfen bana kzıgın kalma, ben seni çok seviyorum ve emin ol hiç kötü bir niyetim yoktu. Zaten mağdur olan bendim.” “Hayır Güneş, mağdur değilsin. Bunlar senin suçun. Arkadaşlarınla mekana gidiyorsun. Evine başka bir adam geliyor ve yetmiyormuş gibi sana dokunmasına engel olmuyorsun. Evde olsaydın o adamın girmesine izin vermezdin.” “Hayır, evde olsaydım başıma çok kötü şeyler gelebilirdi,” dediğimde tısladı. “Adam zaten sana dokunmuş, daha kötü ne olabilirdi?” “Bana bir zarar gelebilirdi,” dediğimde gözlerini devirdi. “Kimsenin sana dokunmasını istemiyorum Güneş. Bundan sonra buna dikkat edersen sevinirim. Neyse bugün otelde kalalım.” Kafamı olumsuz anlamda salladım. “Aşkım otele gitmek istemiyorum benim şey yaptığımı düşünecekler, bir de aynı odada kalırsak kesin düşünecekler.” “İnsanların düşüncelerini neden umursayalım Güneş?” dediğinde kaşlarımı çattım. “İnsanların düşünceleri için kıyafetlerimi kısıtlıyorsun ama.” “Aynı şey mi Güneş? Sen düşünmelerini dert ediyorsun ben görmelerini.” Dişlerimi sıktım. “Kapalı giyinsem de hayal edip düşünüyorlar bu kıyafetle alakalı mı bir şey?” “Tamam Güneş, sen en iyisi geri dön madem beni istemiyorsun.” Tam gidecekken kolunu tuttum. Haklı olduğumu görememesi beni sinirlendiriyordu ama ben buraya aramızı düzeltmeye gelmiştim. Tekrardan mahvolmamıza gerek yoktu. “Tamam aşkım, gidelim,” dediğimde gülümsedi ve bir taksiyi durdurdu. Taksiye geçtik ve otelin yolunu tuttuk. Otele geldiğimizde çok utanmıştım. İkimizi gören herkes yanlış anlayacaktı. Ben böyle şeylerden nefret ederdim. Ayrı oda tutmamızı söylesem kesin Rüzgar çok sinirlenirdi. O yüzden herkesin beni eskort sanmasına boyun eğecektim. “Bir tane kral odamız var,” dedi görevli. Odayı hayranlıkla inceledim. Çok büyüktü ve harika bir jakuzisi vardı. Çok sevmiştim. Diğer odaya baktığımızda daha küçük olduğunu gördüm. Ama o da çok güzeldi. Küçük bir küveti vardı. “Hangisini istersiniz?” dediğinde R’ye döndüm. “İkinci oda olsun.” Rüzgar kafasını salladı ve işlemleri halletmek için resepsiyona indiler. Ben de eşyalarımı yerleştirmeye başladım. Kısa süre sonra Rüzgar geldiğinde gülümseyerek ona sarıldım. Ayrılınca mahcup bir şekilde yüzüme baktı. “Aşkım oda biraz pahalıya mal oldu da ailemden istemeye utanıyorum, bana biraz borç verebilir misin?” “Tabi ki,” dedim ve cüzdanımdan çıkardığım parayı ona uzattım. Gülümseyerek parayı aldı ve saçıma bir öpücük kondurdu. “Hadi o zaman lunaparka gidelim.” Sevinçle ellerimi çırptım. “Tamam aşkım bekle makyajımı yapayım.” Bıkkınlıkla baktı. “Off Güneş, beklemekten nefret ediyorum biliyorsun,” dediğinde biraz moralimin bozulduğunu hissettim. Normalde erkekler sevgililerinin hazırlanmasını bayılarak izlemez miydi? “İt gibi bekleyeceksin, Rüzgar,” diye terslediğimde sesini çıkarmadı. Benim gibi birisini bile sinirlendirmeyi nasıl başarabilirdi bir insan? İnadına daha yavaş ederek hazırlanma sürecimi uzattım. Benim de sabrımın bir sınırı vardı. Rüzgar arkadan offlamaya devam ediyordu. Umursamadan bir şarkı açtım. İşlerim bittiğinde beraber otelden çıktık. Yürüdüğümüz sırada telefonum çalınca cevapladım. Anneme iyi olduğumu ve nerede olduğumu açıkladıktan sonra “Görüşürüz,” diyerek kapattım. “Kimdi o?” Rüzgar’ın sesiyle ona döndüm. “Önemli değil.” Birden elimdeki telefonu çekip aramalara girdiğinde sinirden yanaklarımın kızardığını hissettim. Son aramaya baktıktan sonra telefonu bana geri uzattı. Sinirle tısladım. “Ne yaptığını sanıyorsun sen?” “Kimin aradığını niye söylemiyorsun Güneş? Annem aradı diyebilirdin,” dediğinde dişlerimi sıktım. “Niye beni bu kadar boğuyorsun? Önemli değil dediysem önemli değildir!” Cevap vermediğinde işaret parmağımı ona doğru salladım. “Haberin olsun, bunu son yapışındı.” “Neyi?” dediğinde salağa yatmasının verdiği sinirle elimi elinden çektim. “Lan sen benim elimden telefonumu çekip alamazsın! Kendine gel!” Bana üzüntüyle baktı. “Seni ne kadar çok sevdiğimi bildiğin için bana bu kadar kötü davranıyorsun. Güzel kızım sev beni artık lütfen. Köpeğin gibi davranmayı bırak artık biraz sev.” Gözlerimin dolmasına engel olmaya çalıştım. Çok kötü çıkışmıştım ona ve kalbini kırmıştım. “Rüzgar özür dilerim ama beni o kadar sinirlendirdin ki çileden çıktım bir an.” “Hala kendini savunuyorsun, Güneş.” Kafamı olumsuz anlamda salladım. “Hayır savunmuyorum, açıklamaya çalışıyorum-” Sözümü kesti. “Savunuyorsun.” “Özür dilerim,” diye mırıldandığımda yanağımı öptü ve gözlerimin içine baktı. Alt dudağı titriyordu. “Yapacak bir şey yok ben her zaman affederim seni.” Yol boyu ikimiz de durgunduk. O istediği gibi davranmakta özgürdü. Benim kalbimin kırılmasının bir önemi yoktu ama aynısı ona olsa işler öyle olmuyordu. İlişkide en çok seven taraf bendim, o, her ne kadar aksini düşünse de. Ve çok seven taraf olmak fazlasıyla hırpalayıcıydı. Lunaparka geldiğimizde gülümsemeye çalıştım, neşemiz yerine gelsin diye. “Aşkım hadi binelim hepsine!” “Önce bilet almamız lazım, sen alır mısın aşkım?” dediğinde kafamı onaylar anlamda sallayıp gidip biletlerimizi aldım. Gondola, dönme dolaba, eteğe ve üç yüz altmışa bindikten sonra kahkahalar atarak yürümeye başladık. Atış yapılan yeri görünce R’yi durdurdum. “Aşkım, sarı ayıcığı istiyorum.” “Gidelim o zaman,” dedi ve oraya yürümeye başladık. Çok heyecanlıydım. Sarı ayıcığı çok beğenmiştim ve bugün okulda kızların dediklerinden sonra harika bir hediye olacaktı. R, atış yapmaya başladığında heyecanla onu izledim ama hiçbiri isabet etmemişti. O ara yanımızdan geçen çiftlere baktığımda ellerinde ayıcıkla kıkırdayan kızları görmüştüm. Çok önemli bir şey değildi ama nedense çok istemiştim ve hevesim kursağımda kalmıştı. R hiçbirini atamadıktan sonra tekrar para verip dener diye düşünüyordum ama o beni yanıltarak yanıma gelip “Hadi aşkım gidelim,” dedi. Bir şey demeden kafamı sallayıp yürümeye başladım. Çok geçmeden otele vardığımızda içimdeki burukluğa engel olmaya çalışıyordum. Keşke ben deneseydim, aklım o ayıcıkta kalmazdı. “Küveti doldurur musun aşkım?” dediğimde kafasını sallayarak banyoya gitti. Ben de hızlıca mayomu giydim. Rüzgar, bana banyodan seslendi. “Aşkım bu dolmuyor.” Yanına gittiğimde küvetin haline şaşkınlıkla baktım. Küveti kapatmayı bilmediği için peçeteyle tıkamaya çalışmıştı. Hemen kapağı elime aldım. “Peçeteleri ayıkla, kapağı takmamız lazım.” Dediğimi yapıp peçeteleri ayıklamaya başladı. Pek beceremiyordu ama ses etmedim. Kapağı taktım ve su doldurmaya başladım. O da telefonuna bakmaya gidince iki bardak çıkardım. Onun bardağına biraz naneli volim ve tekila koyup karıştırdım. Kendi bardağıma da muzlu volim ve tekila koydum. Evden getirdiğim led ışığı da küvetin etrafına doladım. Çok güzel görünüyordu. Ama bunu keşke o yapsaydı. Suyun sıcaklığını ayarladıktan sonra küvetin içine girdim ve kokteylimi yudumlamaya başladım. Çok geçmeden Rüzgar da yanıma geldi. Üstünü çıkardı ve altındaki şortla küvete girdi. Sırtımı onun gövdesine yasladım. “O kadar huzurluyum ki.” “Ben de güzelim.” Telefondan müzik açtık ve müziği dinlerken içkilerimizi yudumlamaya devam ettik. Çok geçmeden R sarhoş olmuştu. “Dayı sen kimsin?” Saçmalamaya başlamıştı ve gülüyordu. Benim ise çoktan canımı sıkmaya başlamıştı. Sonuçta çok romantik bir ortam hazırlamıştım. “Lan dayı ne bakıyorsun?” Gözlerimi devirdim. “Sakın sarhoş oldum deme, Rüzgar.” “Dayı adımı nereden biliyorsun?” Bıkkınlıkla ofladım. “Sana inanamıyorum.” “Dayı sen-” Birden öğürerek ayağa kalktı ve klozete koştu. Yüzümü buruşturdum ve ona bakmamaya çalıştım. Kusması bitince ona seslendim. “İyi misin?” “İyiyim,” dedi ve elini yüzünü yıkayıp ağzını çalkaladı. İşlerini halledince tekrardan yanıma geldi. Tadım biraz kaçsa da ona sarıldım. İyi olduğu için çok şanslıydım. Telefondan daha yavaş ve romantik bir şarkı açtım. “Çok güzel değil mi aşkım?” “Evet,” diye fısıldadı ve boynuma minik öpücükler kondurdu. Gülerek ondan uzaklaştım. “Yapma.” O da güldü ve sonra yaklaşıp daha büyük öpücükler kondurmaya başladı boynuma. Hızla geri çekildim. “Ya aşkım yapmasana hem benim sana çok güzel bir haberim var.” Geri çekilip merakla bana baktığında ona döndüm. Heyecanımdan söyleyemiyordum. Derin bir nefes aldım. “Ben bir sayfa açmıştım. Yazılar ve sanatsal resimler paylaşıyordum. Ve sayfam o kadar tuttu ki seksen dört bin takipçisi var ve sohbet grubu açtım, herkes katılmak istedi. Sayfa benim gibi sanat seven insanlarla dolu ve gerçekten de çok güzel bir bağın kurulmasına vesile oldu. İşbirliği teklifleri bile geldi,” dediğimde R’nin pek sevinmediğini fark etmiştim. “Erkek var mı?” dediğinde kafamı salladım. “Tabi ki kadın kitle de var erkek kitle de. İşbirliği yapanların ve sohbet grubundakilerin yarısı erkek.” Birden bağırmaya başladı. “Ben neden yetemiyorum sana? Neden hep farklı şeyler peşindesin?” Şaşkınlıkla ona baktım. “Ne bu erkekleri, başkalarını toplama çabası. Neyin peşindesin kızım? Apaçık söyle beni istemiyorsan.” “Rüzgar, bu büyük bir başarı farkında mısın? Seninle ne alakası var?” dediğimde daha çok sinirlendi. “Bu mu başarı Güneş? Abazaları toplamak mı?” Birkaç saniye duraksadı. Ben ise şaşkınlıkla ona bakıyordum. “Gidiyorum ben,” diye tıslayıp ceketini ve pantolonunu aldığında hızla kapıya koşup anahtarı aldım ve ellerimi arkamda birleştirerek sakladım. Kalp atışlarım korkuyla o kadar hızlanmıştı ki uzaktan bile duyuluyordu. Bu hayatta en korktuğum şey onu kaybetmekti.
“Ver şu anahtarı!” Üzerime doğru yürüdü ve elini uzattı. Olumsuz anlamda kafamı salladım. “Gitme, lütfen.”
“Ver şunu dedim Güneş!” Geri geri adımlar atarak ondan uzaklaşmaya çalıştım ama kısa sürede sırtım duvarı bulmuştu. Bana yaklaştı ve kollarımı tuttu. Tüm gücümle anahtarı saklamaya çalıştım. “Ver dedim!”
Direnmeye devam ederken kollarımı sıkmasıyla, hissettiğim yoğun acı anahtarı bırakmama ve gözlerimden yaşların akmasına neden oldu. Kızaran kollarıma bakarken ağzımdan bir hıçkırık kaçtı. Rüzgar, yüzüme bile bakmadan kilitli kapıyı açıp odadan çıkarken ben yere oturup acıyan kolumu tutarak hıçkırarak ağlamaya başladım.
O, benim nefesimdi. O yokken kalbime büyük bir ağırlık çöküyordu ve nefes alamıyordum. Keşke ona bu kadar aşık olmasaydım. Belki canım bu kadar yanmazdı. Ne kadar süre yerde kaldığımı bilmiyordum. Gözlerimin, ağlamaktan şiştiğine emindim. Kendimi hiç bu kadar berbat, iğrenç, acınası, savunmasız ve mahvolmuş hissetmemiştim. Cenazem olsa bu kadar acı çekmezdim belki de. Gelen anahtar sesiyle bakışlarımı zorlukla kapıya yönlendirdim. Rüzgar gelmişti. Eseriyle gurur duyuyor muydu acaba? Gözleri beni bulduğunda kaşlarını çatarak yanıma geldi ve beni kucağına alıp havaya kaldırdı. Hiçbir tepki göstermedim. Yatağa bıraktı ve yanıma oturdu. “İyi misin?” “Kollarımı acıttın. Ağlatacak kadar canımı yaktın ve gittin,” dediğimde bana yaklaştı. “Güzelim inan, farkında değildim. Ben, gidiyorum diye ağlıyorsun sanmıştım. İsteyerek zarar verir miyim sana ben?” dediğinde gözümden tekrar bir yaş düştü. “Gidiyorsun diye ağladığımı düşündün ama yine de gittin.” “Gitmeme engel oldun, Güneş,” dedi sertleşen sesiyle. Bu kötü bir şey miydi ki? Kim olsa sevgilisi gitmesin diye uğraşmaz mıydı? “Güzelim, biliyorsun ki ben bir şeye zorlanmaktan nefret ederim.” Sanırım haklıydı. Biri istemediğim bir şeyi yapsa ben de çirkinleşebilirdim. Hem isteyerek bana zarar vermemişti. Asla da vermezdi, biliyordum. Ellerini tuttum onun. “Lütfen bir daha beni yalnız bırakma.”
“Seni hayatta bırakmam güzelim. O sayfayı sileceksin, değil mi?” dediğinde kafamı olumlu anlamda salladım. Sayfayı çok seviyordum ama onun gitmesini istemiyordum. Ondan önemli değildi hiçbir şey. Saçlarımı öptü ve kulağıma fısıldadı. “Güzel kızım benim.” Onun şefkati ve sevgisi o kadar ruhuma dokunuyordu ki dakikalar öncesindeki halimden eser kalmamıştı. Kesinlikle bir daha böyle hatalar yapmayacaktım. “Benim aklıma bir fikir geldi. Okulu bıraksan, eve çıksak, eve yakın market gibi bir yerde iş bulsak sana, hep beraber oluruz,” dediğinde kafamda canlandırdım. Hiç ayrı kalmamak ve birlikte yaşamak... Başka ne isterdim ki? Hatta beraber çalışsak 7/24 beraber olabilirdik. “Sen de korumalığı bırakıp benimle birlikte çalışırsın aşkım sürekli birlikte oluruz,” dediğimde dudağının kenarı aşağıya büküldüm. “Aşkım ben böyle basit işlerde çalışmak istemiyorum.” O halde benim neden basit bir işte çalışmamı istiyordu ki? Büyük ihtimalle oradan başlayıp sonrasında daha iyi bir iş ayarlamayı planlıyordu. R’nin sesi düşüncelerimi böldü. “Evlenelim aşkım, kağıt üzerinde. Ben de patrondan izin alıp eve çıkabilirim ve beraber yaşarız,” dediğinde hep hayalini kurduğum cümleyi sonunda duymuştum. Onunla evlenmek kulağa çok güzel geliyordu. “Olmaz.” Dudaklarımdan benden habersiz dökülen sözcükle ikimiz de şaşkınca birbirimize baktık. Bunu söylemeyi istememiştim hatta düşünmemiştim bile bir anda ağzımdan çıkmıştı. Taşındığım yerde ensemde hissettiğim o nefesi yeniden hissettim. Kulağıma anlamadığım bir şeyler fısıldıyordu yeniden ve garip bir şekilde bu bana huzur veriyordu. Hissediyordum, benim oraya ait olduğumu ve gitmemem gerektiğini bana anlatmaya çalışıyordu. Bir an, kendimi evli olarak düşündüm. Midemde hafif bir bulantı oluştu. Anlam veremiyordum. Çok küçüktüm ve buna hazır değildim sanırım yoksa tabi ki isterdim. Ve kağıt üzerinde evlilik yapmak istemesi kırıcıydı. Benimle gerçek bir evlilik de düşünebilirdi. “Ben düzen kurdum artık, bizimkiler hiçbir şekilde kabul etmez,” diyerek açıkladım. Kaşları çatılmıştı. “Gizlersin, aşkım,” dediğinde içimde anlamlandıramadığım bir öfke hissettim. Evlenmeye ikna etmeye çalışması çok hoştu ama ben neden böyle hissediyordum? Onu sevmiyor muydum? Öyle olsa saatlerce onun için ağlar mıydım ki? Birden kafamda beliren düşüncelerle kanım dondu. Sevgiliyken, biz böyleysek evlendiğimizde, beni bir cehennem bekliyordu. Ama hep hayalini kurduğum bir şeydi bu. Bu ilişkide ağladığın kadar gülmedin hiç. Hep onun istediğini yaptın. Hep kavga edip, seni ağlattı. Kaybetme korkunu kullanarak istediğini oldurdu. Devam edersen mutsuz olacaksın. Derin bir nefes aldım. Çok emek vermiştim, en bahar yaşlarımı onunla geçirmiştim. Bunları çöpe atamazdım. Bir gün düzelecekti, biliyordum. “Sevgilim?” Onun sesiyle düşüncelerimden ayrıldım. “Olmaz Rüzgar. Çocuk oyuncağı mı bu? İlla ki evli olduğum ortaya çıkar.” “Hem sevgiliyken ayrılmak kolay, gel bir de evliyken o kadar boşanma işlemleriyle uğraş, üzerine bir de dul ol,” dedim boş bulunarak. Ne dediğimin farkına varınca dudaklarımı ısırdım. Bunu nasıl söylemiştim ben? Rüzgar çok sinirlenmişti. Birden bağırmaya başladı. “Ben, sonsuza kadar sana ait olmayı düşünürken sen bir de ayrılmayı mı düşünüyorsun!” Kendi bacaklarına vurmaya başlayınca korkuyla geri çekildim ve gözlerimden yaşlar akmaya başladı. “Rüzgar, beni korkutuyorsun!” “Güneş, beni delirtme!” Her kelimesinde bacaklarına vururken korkuyla ağlamaya başladım. “Hastasın sen, hasta. Tedavi olman lazım.” “Sen tam narsistsin Güneş. Beni de oyuncağın yaptın.” Bu doğru değildi. Ayağa kalkıp hızla eşyalarımı toplamaya başladım. Aklımı kaçıracak gibiydim. “Güneş, dur, özür dilerim.” Onu dinlemedim ve aceleyle toparlanmaya devam ettim. Hızla karşıma geçti ve kollarımı tuttu. “Güneş özür dilerim, bak çok sinir stres altındayım ve alkolün etkisi tam geçmemişti, Çok özür dilerim bak. Sen kal, git dersen ben giderim.” “Yeter artık Rüzgar. Boğuyorsun beni, yoruldum ben,” dediğimde beni kendisine çekti ve sarıldı. Aklımı kaçıracaktım artık. “Keşke gelmeseydim buraya.” Rüzgar’ın gözleri doldu ve hızlı adımlarla banyoya gidip kapıyı kilitledi. Onun ağlama sesleri kalbimi paramparça etmişti. Ama çok yorulmuştum artık. Ağlamaktan başım ağrıyordu. Yaşadığım şeyler çok hastalıklıydı. Kaldıramıyordum. Yatağa geçtim ve gözlerimi kapattım. Bugünün bitmesini o kadar çok istiyordum ki.
Sabah yanağımda hissettiğim hareketlilikle uyandım. Gözlerimi araladığımda bana gülümseyerek bakan Rüzgar’ı gördüm. “Güzelim, sana patates kızartması aldım.” Ben de gülümseyerek yataktan doğruldum ve elindeki kızartmaları alıp yemeye başladım. Patates kızartması, en sevdiğim yemekti. R, mahcup bir şekilde parmaklarıyla oynamaya başladı. “Aşkım, dün için çok özür dilerim. Sen o kadar sürpriz yaptın yanıma geldin. Ben gerçekten çok özür dilerim. Lütfen beni sevmeyi bırakma.” “Zaten kısıtlı zamanımız vardı. Daha güzel şekilde geçirebilirdik ama sorun değil. Sadece artık senden biraz fedakarlık istiyorum,” dediğimde kafasını salladı. “Bu arada saat 7.50.” Duyduğum şeyle hemen yataktan fırladım ve dün akşam kavga ederken topladığım eşyalarımı aldım. “Aşkım uçağı kaçırıyorum.” “Aşağıda taksi durağı var, merak etme,” dediğinde kafamı salladım ve ona sıkıca sarıldım. Hemen ayrılıp otelden çıktım ve taksilerden birine geçtim. Şoförün hızlı sürmesiyle ve koşar adımlarla gitmemle uçağıma yetişmiştim neyse ki. Zor bir yolculuğun ardından sonunda evime varmıştım. Çok yorgundum o yüzden okula gitmek yerine evde yatacaktım. Eve girdiğimde Binnaz’ın evde olmadığını fark etmiştim. Odama girdiğimde, kaşlarımı çattım. Yatağımın üzerine serdiğim çamaşırlar katlanmıştı, kenara koyulmuştu. Yorganım, ters şekilde serilmişti. Yatağımın kenarında ise kondom paketleri vardı. Bir an öfkeden nefes alamadığımı hissettim. Eve erkek atmıştı ve gerçekten de benim yatağımda mı yatmışlardı? Ne yapacağımı bilmiyordum. Büyük ihtimalle yeni yıkadığım kıyafetleri yere atıp adam gittikten sonra katlamıştır. Sinirle yorganımı ve çarşafımı makineye attım. Deterjan koymak için deterjanımı ve yumuşatıcımı çıkardığımda ikisinin de yarıdan daha az olduğunu görünce dişlerimi sıktım. Yeni aldığım deterjanlarımı gizlice kullanarak aklınca tasarruf mu yapıyordu? Kendisini zeki falan mı sanıyordu yoksa? Dışarıdan Binnaz’ın sesini duyunca camdan dışarıya baktım. Gri bir arabadaydı ve arabadaki adamın dudağına öpücükler yağdırıyordu. Kıkırdayarak arabadan indi. Sinirime yenilmemem gerekiyordu. Kalacak yerim yoktu, sakin olmalıydım. Eve geldiğinde gülümseyerek bana baktı. “Binnaz, benim yatağıma erkek mi attın?” İfadesiz bir şekilde baktı. “Hayır canım dün gece ben de evde değildim ki şimdi geldim,” dediğinde dişlerimi sıkmamak için kendimi tuttum. Bakışları çok tuhaftı. Benden çok uzundu. Kavga etsek büyük ihtimalle beni hırpalardı. Benim sessizliğime karşılık gülümseyerek elindeki minik otel şişelerini salladı. “Bak, bize getirdim bunları.” “Sağ ol,” diyerek sahte bir şekilde gülümsedim. “Neyse canım ben dışarı çıkacağım, hazırlanmam lazım.” Bir şey demeden odama geçtim. Uğraştığım saçmalıklara hayret ediyordum, sahiden. Yatağıma yeni çarşaf geçirmeye başladığımda Binnaz’ın sesini duydum ve duraksadım. “Çok güzel bir çanta aldım kendime, onlar el ele iş yerimin kapısından geçtiler ama ben hiç bakmadım, alışverişe çıktım.” Telefonla konuştuğunu düşünerek işimi halletmeye devam ettim ama su almak için mutfağa gittiğimde onun telefonunun tezgahta olduğunu gördüm. Kaşlarımı çatarak banyoya gittim. Binnaz ayna karşısında kendi kendine konuşuyordu. Ciddi bir şekilde aralık kapıdan ona bakarken birden aynadan göz göze geldik ve bana dönüp kapıyı açtı. “Güneş’ciğim sevgilim bana çanta aldı, nasıl sence?” diyerek elindeki, hayatımda gördüğüm en iğrenç çantayı gösterdi. Tebessüm ettim. “Harika, güle güle kullan.” O da gülümsedi. “Teşekkürler, canım.” Derin bir nefes alarak odama gittim. Bu kadın ya çocuklarını göremediği için kafayı sıyırmıştı ya da gerizekalıydı. Birkaç dakika sonra evden çıktığında camdan ona baktım. Bu sefer beyaz bir araba gelmişti ve at hırsızına benzeyen bir adamın dudağını öpmüştü. Bu kadını farklı arabalar alıyordu, otele gidiyordu, eve erkek atıyordu... Ev arkadaşım bir eskort muydu yoksa açık ilişki yaşamayı seven birisi miydi? İkinci seçeneğin olması için dua ettim. Eğer eskortsa mutlaka biliniyordur ve eninde sonunda benim de başım yanardı. Binnaz gittikten sonra biraz uyuyup sonra çamaşır ve yemek işlerimi halletmiştim. Hava kararınca, günün nasıl geçtiğini anlayamamıştım ama hiç dinlenememiştim. Rüzgar’ın yanına gittiğime epey pişman olmuştum. Depresyonda gibiydim sanki. Her şey enerjimi sömürmeye yemin etmiş gibiydi. Telefonum titreyince gelen mesaja baktım. Cansu Sınıftakilerle sahildeki çardağa gidiyoruz. Bira falan içeriz gelmek ister misin? Mesajını yanıtladım. Siz geçin, ben gelirim. Aynanın karşısına geçip bordo rujumu sürdüm ve siyah deri pantolonumla siyah deri ceketimi giydim. Çantamı omzuma takıp evden çıktım. Bahçeye çıkınca gözlerim hemen duman çıkan kuleyi buldu. Çevreci bir insan olarak, buradaki firmalardan nefret ediyordum. Derin bir nefes alıp sahile doğru yürümeye başladım. Buraya ilk geldiğimde ensemde bir nefes hissetmiştim. Bir ürperti gibiydi. Kesinlikle yaşayacağım felaketleri önceden sezmişim ama saçma anlamlar yükleyerek anlamak istememişim. Şimdi bunu çok iyi anlıyordum. Buraya en başında gelmem bir hataydı. Çardağa geldiğimde, bizimkilerin bayağı kalabalık olduğunu görmüştüm. Selam vererek Cansu’nun yanına oturdum. Cansu beni hepsiyle tanıştırırken o kadar ismi nasıl aklımda tutacağımı düşündüm. Kumru, Cengiz, Aleyna, Atilla ve Ecrin. Bizim Melisa da oradaydı. Ecrin, Cengiz’in kardeşiydi. Diğerleri de bizim sınıftaydı. Cansu kulağıma eğildi. “Az yiyişin, az. Boynun kızarmış.” Korkuyla ona baktım. O ise lavaboya gideceğimizi söyleyip beni peşinden sürükledi ve kapatıcısını çıkarıp boynumdaki kızarıklığı kapatmaya başladı. “Cansu, kimseye söyleme olur mu? Bu benim için çok önemli.” “Merak etme,” dedi ve eski yerlerimize geçtik. “Neden canın sıkkın?” dedi Cengiz. Demek berbat halde olduğum, dışarıdan da anlaşılıyordu. Onlara Binnaz’ı anlattım. Hepsi de şaşkındı. “Yalnız ben Güneş’in mantıklı konuşmasına çok şaşırdım. Biz onu mal sanıyorduk çünkü,” diyerek bir kahkaha attı Melisa Cansu’ya bakarak. Cansu da gülmüştü. O an kalbimin kırıldığını hissettim. “Çok içtiler kusura bakma canım,” dedi Kumru. İfadesiz kaldım. “Benim sıkıntım bana yetiyor. Çocukça şeylerle uğraşamam.” “Peki ne yapmayı düşünüyorsun?” dedi Atilla. Omuz silktim. “Kalacak başka yer yok. Tek derdim bu seneyi tamamlamak.” Biraz daha sohbet ettikten sonra onların konuştuğu itici konuları görünce sohbetten kopmuştum. “Herkeste bir eşcinselik vardır ağabey,” diyen Cansu’ya şaşkınca baktım. “Bence de ama vajina mı penis mi desen penisi tercih ederim,” diyen Kumru’ya gözlerimi büyüterek baktım ve istemsizce ıyy dedim. “Güneş tam pick me kızsın,” dedi Cansu diğerleri de onu onaylarken gözlerimi devirdim. İlk gün ne kadar iyi kızlar diye düşünsem de bugün onlardan da fazlasıyla uzaklaşmıştım kesinlikle. Bir süre sonra Atilla kalktı ve Melisa ile Aleyna da flörtleriyle buluşmak için yanımızdan ayrıldılar. Kumru bu gece Cansu’da kalacaktı ve biraz sohbet etmek için beni de çağırmışlardı. Kabul ettim. Biraz oturur oradan da eve geçerdim.
“Hadi ben sizi eve bırakayım,” dedi Cengiz. Kafamı olumsuz anlamda salladım. “Gerek yok biz yürüyerek gideriz.” Cansu da beni onaylarken Kumru atıldı. “Hayır ya bıraksınlar, ben oraya kadar yürüyemem. Cengiz de ısrar edince, kabul etmek zorunda kalmıştık. “Beş dakikalık yol ne gerek var yürümenize.” Hepimiz arabaya geçtiğimizde Cengiz, şarkı açtı ve sesi fulledi. Bu saatte, serseri gibi gürültü yaparak evlerin yanından geçmemizden rahatsız olsam da pek ses etmedim. Cansu ile evlerimiz çok yakındı. Yan mahallemde oturduğu için evlerimiz arası mesafe üç dakikaydı. Sahil de gerçekten Cengiz’in dediği gibi beş dakikalık uzaklıktaydı. Mahalleye girdiğimizde, Cengiz’in müziğin sesini kısmasını bekledim. Ama yapmadı. Evin önünde durduğumuzda hoşnutsuz bir şekilde arabadan indim. Cansu ve Kumru da inerken duyduğum bağırma sesleriyle durdum ve sesin gelme yönüne baktım. Orta yaşlı bir adam, Cansu’nun evinin bahçesinden bize bağırıyordu. “Ne yapıyorsunuz lan siz burada!” Cansu korkuyla bana döndü. “Ev sahibim o.” “Sen kimsin bana bağırıyorsun lan lavuk!” Cengiz öfkeyle adamın üzerine yürürken hızla engel olmaya çalıştık. Ama ikisi de çok sinirliydi ve engel olamıyorduk. Adam, bizden sıyrılarak Cengiz’in yakasını tuttu. “Gebertirim seni, piç.” Tüm gücümle onları ayırmaya çalışıyordum ama hiçbir şey yapamıyordum. İnsanlar camlara çıkmış bize bakıyorlardı. Çaresiz kalmıştım. Birden arkamda hissettiğim hareketlilikle şaşkınca bakakaldım. Birkaç polis etrafımıza doluşmuştu. Yandaki karakoldan, sesleri duyup gelmiş olmalılardı. Onlar müdahale ederken, yumruğunu kaldıran Cengiz’in bileğini tuttuğumda, aynı hamleyi yapmak isteyen bir el benim elimi tutmuştu. Gözlerimi elin sahibine çevirdiğimde karanlık bakan mavi bir çift gözle, göz göze gelmiştim. Savaş... Şaşkınca ona bakarken o bana yaklaştı. “Güneş, hemen geri çekil.” Kafamı onaylar anlamda salladım ve dediğini yapıp geri çekildim. Cansu sakin görünüyordu ama ne kadar korktuğunu tahmin edebiliyordum. Polisler onları ayırdığında, adam Cansu’ya döndü. “Def olup gideceksin evden.” Cansu ifadesizdi ama içinde yaşadıklarını tahmin edebiliyordum. O an ona sımsıkı sarılmak istedim. Polisler Cengiz’i bırakıp diğer adamla konuşurken kenarda toplandık. “Niye kavga ediyorsun Cengiz? Evimden oldum şimdi ne yapacağım ben?” diyen Cansu’ya karşılık Cengiz, onun omzunu sıvazladı ve o adama da sesini duyurmak için bağırarak konuştu. “Sana kalacak yer de bulurum masrafını da karşılarım hiç önemli değil.” Cengiz’in konuşması içime bir nebze de olsa su serpmişti. Çünkü genç bir kadının sokağa atılması söz konusuydu. Ben evime alsam, ev çok küçük olduğu için Binnaz kabul etmezdi ve ben de sesimi çıkaramazdım. “Siz gidin, ben de ev sahibimle bir konuşayım,” diyen Cansu’ya karşılık kafamı salladım. Cengiz de bize döndü. “Kızlar siz geçin arabaya. Kumru, sen Cansu’da kalamayacağına göre bizde kalıyorsun. Annem ve kardeşim ilgilenir seninle. Güneş seni de eve bırakıyoruz.” “Gerek yok evim şu ilerideki sokakta zaten,” dediğimde kafasını onaylar anlamda salladı. Onlarla vedalaşıp arabaya geçmelerini ve gitmelerini izledim. Şikayetçi olmadıkları için polisler, bir işlem yapmamıştı. Cansu’ya döndüm. “Canını sıkma hem bak Cengiz yardım edeceğini söyledi. Mutlaka bir çözüm buluruz,” dediğimde kafasını salladı. “Ben bir yukarıda ev sahibimle konuşayım. Görüşürüz.”
Onunla vedalaşıp eve yürümeye başladığımda Savaş’ın bana seslenmesiyle adımlarımı durdurdum. “Güneş!” Yavaşça ona döndüm. Birkaç adımla aramızdaki mesafeyi minimuma indirdi. “Ne oldu?” “Kamera kayıtlarını inceledik, her dakikayı takip ettik ama kapınıza dayanan kimse olmamış. Telefon kayıtlarını inceledik, tehdit de eden yok şantaj yapan da.” İçimde yoğun bir öfke hissettim. Çaresiz kalan, ağlayan bir kadın ondan yardım istemişti ama o hiçbir şey yok, diyerek olayı kapatmaya çalışıyordu. Öfkeyle tısladım.
“Söylesene Savaş, kimleri koruyorsun da olayın üstünü örtmeye çalışıyorsun?” |
0% |