@redscarwomen
|
Araba durduktan sonra içerisinden kaçmam gereken kişi çıktı. Ama ben arkamı dönüp kaçmadım. Beni öldürecekti büyük ihtimal ama hâlâ yerimde duruyordum. “Dayın seni burada bulabileceğimi söyledi.” Dediğinde şaşırmıştım bir kez daha. Dayım benim yerimi ona mı söylemişti? O bana doğru gelirken vücudum benden habersiz geri geri adımladı. “Beni öldürecek misin?” “Evet.” Dedi sözümün ardından hemen. O kadar keskin bir şekilde söylemişti ki bunu tüylerim diken diken olmuştu. Kanım donmuştu resmen. Yeğeni öldürülmüştü ve o soğukkanlılığı ile karşımda duruyordu. Üstelik beni öldüreceğini söylemesine rağmen hâlâ bir şey yapmamıştı. Başını sağa sola salladı daha sonrasında. “Hayır.” Bu da çok net bir cevapmış gibi çıkmıştı ağzından. Karar veremiyor gibiydi. “Ee o zaman beni ne yapacaksın? Kaçıracaksan falan hiç o toplara girme. Yaptığım konuşmadan da anlamışsındır babam beni sevmez. Yani ölsem umrunda olmaz.” Güldü. “Düşmanı ile kızı evlense bile mi?” Sorduğu şey benim şaşkınlığımı her dediği cümlede olduğu gibi kat kat arttırmıştı. Düşündüğüm şey olacaksa olmasındı. Evet soy ismimi değiştirmek hep istemiştim ama evlenme fikri aklımın ucundan bile geçmemişti. “Şaka yapıyorsun değil mi?” Diye sordum emin olmak adına. Çünkü benimle evlenebilmesi için kırk fırın ekmek yemesi gerekiyordu. Benim ondan üstün olduğumu falan iddia etmiyordum. Çünkü zaten o en üst seviyeydi. Ama benim nazımı çekebilecek biri olmalıydı. “Ben şaka yapmam.” “Niye ki? Bence şaka yapmak çok güzel bir aktivite.” Dedim gülümseyerek. O yerinde durmuş elleri cebinde bana bakıyordu. Siyah gömlek sarı saçlarına daha da bir hava katmıştı. “Arabaya bin, zor kullanmak istemiyorum.” “Ama bende binmek istemiyorum.” Tabi ki de gidip de arabasına bitmeyecektim. Bana zarar verebilirdi ve ben neler ile karşılacağımdan bihaberdim. Arkamı döndüm ve çiftlikteki evime doğru yürümeye başladım. Peşimden onun da yürüdüğünü hissettiğim için bağırarak konuştum, “Hiç gelme. Neden sana teslim olayım? Sen bana zarar verirsin.” Nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde arkama çevrildim ve bir anda kendimi onun sağ omuzunda buldum. Nasıl bana yetişmişti? Sırtını yumruklamaya başladım beni indirmesi için. “Bana nasıl yetiştin sen be?!” “Büyük adamların adımları da büyük olur.” Dedi ve arabasına doğru yürümeye devam etti. Hem ondan korkuyordum hem de elbisemin açılmasından korkuyordum. Ya şu anda adama rezil olursam. “Kaç yaşındasın ki sen?” Diye sordum içimdeki meraka yenik düşüp. “Otuz yaşımdayım. Ama ben boy olarak söylemiştim.” Dedi tok bir sesle. Aramızda dört yaş vardı. Acaba boyu kaçtı? Sus be Hale. Arabasına vardığımızda beni şoför koltuğuna değilde arka koltuğa oturttu. “Neden arka koltuk?” “Canını korumak için. Ayrıca kemerini tak.” Dedi ve arabanın kapısını kapatıp şoför koltuğuna oturdu arabayı çalıştırıp, arabayı çiftlikten çıkarttı. Kemerimi taktım onun dediği gibi. Daha sonrasında tekrar aynadan ona baktım. “Anlamadım?” Kaşlarımı çattım onun şifreli konuşmalarına. Arka koltuğa oturtmasıyla canımı koruması ne alakaydı ki? “Arabaya gelen tek bir kurşun seni öldürebilir.” Dedi ve derin bir nefes çekip kendi camını açtı. “Zeki bir kadın olduğunu duymuştum ama pek öyle değil gibi.” “Sen öyle san, ben gayet zekiyim.” Dedim ve kollarımı göğsümde birleştirip arkama yaslandım ve yol boyunca ikimizde konuşmadık. Araba durduğunda ne yaptığımı düşündüm. Hiç tanımadığım bir adam ile evlenecektim ve bunu kabul etme evresine gelmiş gibi duruyordum. Sungur, arabadan indikten sonra adamlardan birine arabayı verdi ve bende arabadan indim. Sungur evin bahçesine girdiğinde bende arkasından ilerledim ve bahçeye girdim. Evin çoğu yerinde adamlar vardı ve hepsi Sungur gibi suratsızca karşı taraflarına veya bize bakıyorlardı. Eve girdiğimizde telefonum tekrar çaldı. Sungur, arkasını dönüp bana baktığında ben telefonumun ekranına baktım. Dayım arıyordu. Kimin aradığını merak ediyordu. Bu yüzden ekranı çevirip ona gösterdim ve telefonu açtım. “Efendim dayı.” “Güzel yeğenim, Sungur’un yanında mısın?” Diye sorduğunda onaylar gibi bir ses çıkarttım. “Onun dediği her şeyi yap. Korkma, o senin kılına zarar vermez.” “Tamam dayı.” “Görüşürüz güzelim.” “Görüşürüz.” Dediğimde telefonu kapattım ve çantama koydum. Sungur merdivenlerden çıkmaya başladığında bende peşinden gittim. Etraftaki adamlar ve hizmetliler bizi izlerken üst kata geldiğimizde hiçbir koruma görmedim. “Yeğenin... O öldü mü?” Diye sorduğumda soruma cevap vermeden odası olduğunu düşündüğüm odaya girdi. Kapıyı da üstüme kapattı. Yok artık! Kapıyı tıklatmaya başladım ama kapıyı açmıyordu. Kilitli olmadığı için kapıyı açıp içeri girdim. Odada yoktu. Odanın içinde banyo vardı ve oradan ses geliyordu. Muhtemelen duş alıyordu ve bu yüzden duymamıştı. Odası siyah, lacivert ve kahverengi renklerinden oluşuyordu. Çok şık ve güzeldi. Ayrıca odası onun gibi kokuyordu ve hoştu. Odadaki koltuğa uzanıp kafamı yastığa koydum. Uyumak hedefim değildi ama göz kapaklarındaki yorgunluk beni alıkoydu ve derin bir uykuya daldım. ... “Hale.” Dedi bir erkek sesi uzaktan. Gözüme vuran ışık uyku sersemi olduğumdan dolayı beni zorluyordu. Gözlerimi ovuşturup doğrulduğumda uyuya kaldığımı fark ettim. Her yerim tutulmuştu. Belimi tuttum. Daha sonrasında açılan gözlerimle etrafa baktım. Oha Hale! Bir de adamın odasında uyuyakalmışsın kızım. İç sesimi susturmaya çalışırken aynanın karşısında siyah gömleğinin üzerine siyah trençkot giydiğini gördüm. Altında da siyah bol olan bir pantolon vardı. “Hale.” Dedi ve arkasını döndüğünde uyandığımı gördü. “Sonunda uyanabildin.” Dedi bezmiş gibi. Neyimden bezmişti acaba benim? “İnsan yatağa yatırırdı. Her yerim tutulmuş." Dedim ve ayağa kalktım. Yerdeki topuklularımı gördükten sonra ona baktım. Çıkartmıştı. “Dayın ‘uyanırsa bir daha uyuyamaz’ dedi. Bende uyandırmadım. Zaten onun öncesinde kaldırmaya çalıştığımda ‘bırak beni’ dedin.” Salak kız ya diye geçirdim içimden. İki günlük adama rezil olmuştum iyi mi? Gülümsemeye çalıştım mahçupça. “Bugün nikah memuru gelecek. Daha sonrasında eve gider istediğin eşyaları alırız.” “Ben kararımı söylemedim yalnız.” “Zaten bende kararını sormamıştım.” Dedi ve gözleriyle yatağın üzerindeki elbiseyi gösterip odadan çıktı. Kaba adam. Gözlerimi devirip yatağa yaklaştım. Elbiseye baktığımda oldukça güzel bir elbise olduğunu gördüm. Kendisi siyah giyinmişti ve benim elbisemde siyahtı. Ve elbise açık bir elbiseydi. Yani giyineceğim şeylere karışmayacaktı. Bu iyi haberdi. Çünkü çok da kapalı şeyler giyildiğim söylenemezdi. Yani elbiselerde öyleydi. Elbiseyi alıp banyoya girdim ve giyindikten sonra bordo topuklu ayakkabılarım ve çantamı alıp odadan çıktım. Aşağı indiğimde telefonla konuştuğunu ve camdan bahçeye baktığını gördüm. Nikah memuru, masa da oturuyordu. Adamdaki rahatlığa bak be! Nikah memuru kesilecek koyun gibi beni bekliyordu, Sungur efendiler telefonla konuşuyordu. Masaya oturduğumda nikah memuru bana gülümsedi. Sanki konuşmaya ihtiyacı varmış gibiydi. Bende onunla konuşmaya başladım. “Nasılsınız efendim?” Diye sorduğumda onunla konuşmaya çalışmama şaşırmıştı. Başını eğdi gülümseyerek. “İyiyim kızım sen nasılsın?” Gülümsedim. “Bilemiyorum.” Dedim ve telefonla konuşan Sungur’a baktım. Daha sonrasında tekrar nikah memuruna döndüm. “Ama iyiyim.” “Hep iyi ol kızım.” Sungur, masaya gelip oturdu. Memura ‘Ee hadi.’ Der gibi baktığında gülmeden edemedim. Şahitler yoktu. “Şahitler yok.” Sungur arkasını dönüp kapının önünde duran korumalara el işareti yaptı. Korumalar gelip oturdular. Kimlik sorularını Sungur vermiş gibi duruyordu. “ Siz Hale hanım, iyi günde, kötü günde; hastalıkta ve sağlıkta, hiç kimsenin yetkisi altında kalmadan Esat oğlu Sungur’u eşiniz olarak kabul ediyor musunuz?” Diye sordu nikah memuru bana bakarak. Önce sert bir şekilde ve zorla yutkundum. Daha sonra yan tarafımda duran Sungur’a dönüp baktım. Bana o kadar güven verici bakıyordu ki, bana zarar vermeyeceğini anlamıştım. Ama hâlâ şüpheli davranmaktan kaçınmıyordum. Memura dönüp ilk önce başımı salladım daha sonrasında, “Evet.” Nikah memuru benden sonra Sungur’a döndü. “Siz Sungur bey, iyi günde, kötü günde; hastalıkta ve sağlıkta, hiç kimsenin yetkisi altında kalmadan Reşat kızı Hale’yi eşiniz olarak kabul ediyor musunuz?” “Evet.” Dedi Sungur hiç düşünmeden. Nikah memuru şahitlere baktı. “Sizlerde şahitlik ediyor musunuz?” Başlarını sakladıktan sonra nikah memuru defteri bana uzattı. İmzamı attıktan sonra defteri yan tarafımda oturan Sungur’a verdim. O da imza attıktan sonra korumalarda attı. “Bende belediyenin bana verdiği yetkiye dayanarak sizleri karı/koca ilan ediyorum.” Elindeki evlilik cüzdanını bana verdi. Daha sonrasında ikimizde ayağa kalktık. Tabii ki de beni öpmeyecekti. Korumalar dışarıya çıkarken nikah memuruda tebrik edip gitti. Elimdeki evlilik cüzdanına baktım ve gülerek çantama koydum. Sungur’a bakıp onu geçtim ve ilerledim. “Hadisene.” “Bu elbise bu kadar kısa mıydı?” “Evet. Hemen gidelim, kitaplarıma kavuşmak istiyorum.” Dedim ve kapıya doğru yaklaştım. Hizmetliler bana bakıp gülümsediler. Bende bakıp onlara gülümsedim. Kapıyı açıp dışarı çıkarken Sungur yanımda bitmişti. “Üzerine ceket alsaydın.” “Kıyafetim mi var?” “Benimkilerden.” Dedi kaşının kenarını kaşırken. Arabaya bindi ve benim binmemi bekledi. Hani insan bir kapımı açar. Kapıyı açıp bindim. “Bu arada, hizmetlilerin hepsine başka iş bulabilirsin. Elim lezzetlidir. Ayrıca korumaların hiçbiri evin içinde olmasın. Rahat dolaşmak hakkım. Uygun bir zaman da bu evliliğin ne xaman biteceğini de konuşuruz, umarım.” Dalga geçer gibi güldüğünde kaşlarımı çatıp ona döndüm. Kemerimi takmam gerektiğini gösterdi gözleriyle. Ah bu kemer takıntısını ne yapacaktık? O sessizliğini koruyup arabayı çalıştırdıktan sonra yol boyu camı izledim. “En sevdiğin aktivitelerden birisi camdan dışarıyı izlemek herhalde.” “Hayır tabi, kitap okumak olacaktı.” Dedim ve camdan dışarıyı izlemeye başladım. Geldiğimizde o lanet evi gördüm tekrardan. “O eve girmek istemiyorum. Neyse, ben eşyalarımı alıp geleyim.” Dedim ve arabadan indim. Bahçeye girdiğimde bütün korumalar bana doğru ilerlemeye başladı. Bir el elimi sarmaladığında güvende hissettim. Soluma dönüp, elin sahibine baktığımda yanılmadım. Sungur Çevik beni yine şaşırtmıştı. Onu yeni tanıyordum hatta tanımıyordum ama sanki yıllardır beraber gibiydik. Korumalar yerlerine çakılmış gibi durduklarında biz ilerlemeye devam ettik. “Bence sen girme içeriye.” Dedim alttan alttan ona bakarak. “Karımı korumalıyım.” Dediği hitap o kadar garibime gitmişti -ki bu çok normal- yanlışlıkla dediğinin ardından ağzım açık kalmıştı. Artık ben evliydim ve kocam vardı. Şaka gibiydi ama değildi! “Karın kendini koruyabilir.” Kapının önüne gelince zile bastım ve kapının önünde beklemeye başladık. Birleşmiş ellerimize baktım ve kapıya bakan ona döndüm. “Elimi bırakabilirsin.” Kapı açıldığında beni duymuyormuş gibi davrandı. Hizmetli Esra abla bana mutlu mutlu bakarken bende ona gülümsedim. Kurtulmama sevinmiş gibiydi. Açıkcası bende sevinmiştim. İçeriye girdiğimizde annem, babam, halam, eniştem ve kuzenlerim masada kahvaltı yapıyorlardı. Babam beni gördüğü anda donakaldı. Ağzına atacağı ekmek elinde kalakaldı. “Afiyet olsun.” Dedi elimi daha çok sıkan Sungur. Sanki bana güven vermek istiyordu ve veriyordu. Alakasızca ona güveniyordum. Bu istemeden oluyordu. Adem elmasına takıldı gözlerim. Yavaşça aşağı indi sonra ise yukarıya çıktı. Babam ayağa kalktı ve bize doğru ilerlemeye başladı. “Onu sevmiyorum bu umurumda değil.” Başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Bunu biliyordum ama ağzından duymak daha can yakıcıydı. Sungur elimi kangren olmamı istiyor gibi sıktığın da koluna dokundum. “Sakin ol lütfen.” Güldü. “Ben kitaplarımı alıp geleceğim. Beni burada bekle.” Elimi bıraktığında köşede duran Esra ablaya baktım. “Esra abla, bana bir kaç koli getirirsen sevinirim.” Başını salladı ve arkasını dönüp gözden kayboldu. Merdivenleri çıkarken arkamı dönüp Sungur’a baktım. Olay çıksın istemiyordum. O babamı öldürene kadar onunlaydım. Merdivenler bitince odama doğru ilerledim ve kapıyı açmak için kulpa uzandım. Kulpu aşağı ittirip kapıyı açmaya çalıştığımda kapının kilitli olduğunu fark ettim. Bir kaç kez daha denedim. Evet... kapı kilitliydi. Sağımda bir kadının gülüşünü duyduğumda çok tanıdık olduğunun farkındaydım. Aysun zillisinin kızı Banu’nun gülüşüydü bu. Beni hiç çekemezdi ve annesi gibi sürekli ikimizi yarıştırırdı. Sağıma döndüğümde elinde bir anahtarla bana bakıyordu. “Bunu mu arıyordun?” “Ver onu bana.” Dediğimde gülüşü daha da arttı. Onun lanetli ve kötü gülüşü rüyalarıma hep girmişti. Kâbusum olmuştu. Bunu yanlışlıkla dile getirdiğimden beri sürekli yapıyordu. “Üzülme, kitaplarını yakmadım.” Ona doğru ilerleyip elindeki anahtarı aldım ve kolunu arkasına yaslayıp ters çevirdim. İnlediğinde bu sefer gülme sırası bendeydi. Ciddileştim. “Sana, anahtarı ver demiştim değil mi?” “Hale.” Sungur’un sesini duyduğumda Banu’nun kolunu bıraktım ve anahtarı sıkı sıkı tutup kapıya ilerledim. Banu yerde acı içinde oturuyordu. Güya narindi. İlgi için hiç yapmayacağı şeyleri yapardı. Tıpkı şu an yere oturduğu gibi. “Sorun yok, hallettim.” Odaya girip kitaplarıma baktım. Esra abla kapının önünde durmuş yerde oturan Banu’ya bakıyordu. “Kötüye bir şey olmaz.” Esra abla gülümsedi ve odaya girip kitaplarımı koliye yerleştirmeme yardım etti. Kitaplar ince olduğu için 2 koli çıkmıştı. “Esra abla, Sungur’u çağırır mısın?” Esra abla başını salladı ve ayağa kalktı. Arkasını dönüp gidecekti ki tekrar arkasını döndü. “Sevgili misiniz?” “Kocam.” Şaşkınlığını saklayamadı tabi. Hemen arkasını dönüp odadan çıktı. Giderken hâlâ yerde kıvranan Banu’ya bakmayı ihmal etmedi. Çok geçmeden Sungur gelince o da Banu’ya baktı. “Kim öğretti?” “Karizma dayım.” Dedim gülerek. O da bu sözüme minik bir tebessüm etti. Gülsene adam! Odaya girdi ve yanıma eğildi. Kolilerin ikisini de eline aldı. “Kolun ağrır. Ben bir tane, sen bir tane.” “Polis adama hiçbir şey olmaz.” Polis miydi? Mafya değil miydi yani? Ben kendisini mafya zannederken, adam polis çıkmıştı. Omuz silktim ve odamdaki kıyafetlerime yöneldim. Dolaptan bir bavul çıkarttım ve kıyafetlerimi doldurmaya başladım. “Yenilerini alırız. Onların parasıyla alınan şeyleri evime sokmam.” “Bunların hepsi benim emeklerimle alınmış kıyafetler ve sevdiğim parçalar.” Kolilerle beraber odadan çıktıktan sonra rahat rahat bavulun içerisine attım kıyafetleri. Bavulu kapattım ve yataktan indirip kulpundan tuttum ve odadan çıktım. Çıktıktan sonra kapıyı kilitledim ve anahtarı çantama attım. O merdivenden sanki iki koli taşımıyormuş gibi inerken ben endişeliydim. Her an düşmesinden korkuyordum. Bavulu kaldırıp kollarımın arasına aldım. Herkes bize bakıyordu. Merdivenler bitince kapıya yöneldik. Tam gidecektim ki arkamı döndüm tekrar kapıya. Halam ve enişteme baktım. “Ha bu arada kızınızın kolu incinmiş olabilir.” Halamın gözleri deli gibi açıldığında keyiften dört köşe oldum. “Bir daha bana attığı tek bir adıma bile dikkat etmezse sonunu ben değil o düşünsün.” Tekrar arkamı dönüp ilerledim. Sungur arada sırada bana bakıyordu. Bahçeden de geçtikten sonra kolileri ve bavulu bagaja yerleştirdikleri sonra ön koltuklara geçtik. “Kemer.” Her zaman ki gibi kemerime uzandım ve taktım. O yine sessiz sedasız arabayı çalıştırdığında çantamdan telefonumu çıkartıp Eslem’e yazdım. Dün beni çok kez aramıştı. Gönderen; Siz Mesajlarını ve aramalarına dönmediğim için üzgünüm:(
Ben telefonu tam kapatacaksan anında mesaj geldi. Eslem sanırım benden dünden beri mesaj bekliyordu. Gülümsedim ve mesaj kutusunu açtım. Sungur’un bakışlarının arada sırada üzerimde olduğunu hissedebiliyordum.
Gönderen; Esloş Nerelerdesin sen, kiminlesin?
Gönderen; Siz Sonra anlatırım olur mu?
Gönderen; Esloş Neredesin, geleyim ve göreyim seni.
Başımı kaldırıp Sungur’a baktım. O telefona dikkat kesilmişti. Kromozom ışıktan dolayı durmuştu. “Telefonuma bakılmasından hoşlanmam.” “Başka talibin var mı diye baktım, kocanım ya hani. Hem de tehlikeli bir şey olabilir diye baktım ve kafamı geri çevirdim. Özel hayatına saygım var, bu her zaman böyle olacak.” Sanırım buna alışmam biraz zor olacaktı. Düşünceli davranışı beni şaşırtmıştı. Çünkü ilk cümlesi beni yanıltmıştı. Benim düşündüğümün aksine anlayışlıydı. “Eslem, bugün bize gelebilir mi?” Başını salladı. Yeşil ışık yanınca araba tekrar hareket etti ve Sungur önüne döndü. Bende tekrar telefonuma döndüm. Gönderen; Siz Konum📍
Gönderen; Esloş Burası Sungur Çevik’in evi!
Gönderen; Siz Ve artık Hale Çevik’in de evi:)
Gönderen; Esloş Ne! Yok artık Hale!
Gönderen; Siz Var artık! Şimdi gelme evde değiliz.
Gönderen; Esloş Ha bir de onunlasın öyle mi?
Gülerek, şakasına yazmaya başladım.
Gönderen; Siz Kocam nereye, ben orayaa!
Görüldü yiyince telefonu kapatıp çantama attım. Sungur arabayı durdurup bir kuyumcunun önünde durmuştu. Sanırım yüzük bakacaktık. Arabadan inip çantamı arabada bıraktım. Saçlarımı geri atıp önden önden yürümeye başladım. Sungur, yine her zaman ki gibi bana yetişmişti. Kuyumcuya girdiğimizde kuyumcu bize doğru yöneldi. “Merhabalar efendim, buyrun.” Sungur konuşmadan ben söze atladım. Fazla para olan ve abartılı bir şey istemiyordum. Sade ve şık her zaman güzeldi. “Sade olan yüzük modellerinize bakacaktık.” “Ben zaten dün yaptırdım yüzükleri.” Dedi Sungur. Bana sormadan yaptırması bir yandan güzel diğer yandan çok kötüydü. Onu onaylayıp kuyumcunun gidişini izledim. Bana sormaması biraz kırıcıydı. “Sana fikrini sormak çok isterdim. Ama böyle olmak zorundaydı.” “Anladım, sorun yok.” “Sorun var.” Dedi ve işaret parmağı ile çeneme dokunup yüzümü yüzüne çevirdi. “Sorun, benim maalesef. Sanırım beni idare etmek zorundasın.” “Sorun değilsin ki, çözümsün.” Kuyumcu tekrar kapıdan çıkıp elindeki yüzük kutusuyla bize doğru geliyordu. Yüzük kutusunu açıp içindeki iki tüzüğü bize doğru tuttu. Biri normal iri sade bir yüzükken diğeri benim için olan yusufçuklu bir yüzüktü. “Yusufçuklu yüzük mü?” Diye sordum heyecanla. En sevdiğim ikinci hayvandı. Küçükken gördüğümü bir kapta saklamaya çalışırdım ama dayım onlara zarar verdiğimi ve yaşam alanlarını kısıtladığımı söyleyerek serbest bıraktırırdı. Benim heyecanlanmam onu mutlu etmişti gibi görünüyordu. Tebessüm etti gülüşüme. “At alamayacağıma göre, yusufçuk daha cazip geldi. Hem anlamı da güzel.” Kuyumcu bu sözüne güldü. Anlamını bilmiyordum. “İyi günler de kullanın Efendim.” Kuyumcu kutuyla beraber yüzüğü Sungur’a verdi ve arkaya geçti. Parasını vermiş olmalıydı. Dışarı çıktık ve araban yürümeye başladık. Yüzüğümü takmak için sabırsızlanıyorum. Arabaya bindikten ve kemerimi taktıktan sonra sabırsızlıkla yüzüğü parmağıma takmasını bekledim. Kutuya açıp yüzüğü bana verdi ve kendi yüzüğünü alıp taktı. “Anlamı ne?” “Aşk ve sadakat. Rol icabı.” Kırıcı konuşmasına başımı salladım ve başımı koltuğa yaslayıp yağmurlu havayı izledim camdan. ... Eve geldiğimizde korumalar her şeyi alıp benim şahsi odama taşımıştı. Ayrı odalarda kalacaktık. Sungur odaya çıkıp birileriyle konuşmuştu. Üzerimde rahat kıyafetler vardı. Bazı hizmetliler Sungur’un emri üzerine gitmiştiler. Onlara iş bulacaktık. Eslem son dakika gelemeyeceğini söylemişti. Elimdeki kahve ile balkona çıktım ve masaya oturdum. Yağmurlu hava yüzünden ıslanan toprağı kokladım, içime çektim. “Babanlar yemeğe gelecekmiş.” Dedi arkamdaki ses. Arkamı dönüp ona baktım. Sungur gayet ciddi duruyordu ve zaten bu durum ile ilgili bir şaka yapacağını düşünmüyordum. Benim onunla tekrar bir araya gelmek istemediğimi bilmesine rağmen bunu kabul etmesi hayal kırıklığına sebep olmuştu bende. Sinirli bir şekilde ayağa kalktım ve gözlerim dolu dolu balkondan çıktım. “Hale.” Arkamdan sesleniyordu ve geliyordu. Hissediyordum. Öyle değilse de öyle olsundu. Onu dinlemeyip merdivenleri çıktım ve odama girip kapıyı kilitledim. Babam girmesin diye kilitlendiğim kapılar gibi kilitledim kapıyı. Kapıyı zorladığında yatağıma uzanıp kulaklarımı kapattım. Her şeyi duyabiliyordum ama kapatıyordum. “Kapıyı açar mısın?” Göz yaşlarım birer birer dökülmeye başladığında burnumu çektim ve ellerimi kulaklarımdan çekip elimin tersi ile göz yaşlarımı sildim. “Ağlıyor musun?” O kadar naif söylemişti ki bunu. “Aç kapıyı lütfen, konuşalım.” “En büyük yaramın baba sevgisizliği olduğunu bilmene rağmen nasıl sokabilirsin onu bu eve!” “Beni sinir edici şeyler söyleyince-“ “Ne o, kendine engel olamadın mı?! ‘Karım senden nefret ediyor, gelme’ diyemedin mi düşmanına.” Güldü kapının ardından. “Ne gülüyorsun be?” “Karım.” Dedi bu sefer adımla seslenmeyerek. Bu sözü beni havalara uçurmuştu sanki. “Açar mısın?” Tekrar burnumu çektim ve ayaklarımı yataktan sarkıttım ilk önce. “Açmam.” “Rica ediyorum. O sinir hastası adam ilk defa birine rica ediyor.” Yüzümde oluşan istemsiz sırıtışa engel olamadım. Otuz iki diş sırıtıyordum. Bacaklarımı yataktan aşağıya sallıyordum. Tekrar akan sümüğüm yüzünden burnumu çektim. Kalkıp kapıya doğru yürüdüm ve saçlarımı geriye attım. Kapının kilidini açıp kapıyı açtım. Karşımdaki adam o kadar yumuşak bakışlarla bana bakıyordu ki etkilenmeyecek gibi değildi. Baş parmaklarıyla gözümden düşen son damlaları sildi. “Ağlamak sana hiç yakışmıyor.” Beni seven tek adamın dayım olduğunu biliyordum. Ama bana değer verenlerden biri de artık Sungur’du. “Özür dilerim.” “Affettim.” Başını salladı ve ellerini geri çekti. Odadan çıktım ve koridorda durdum. “Üzerim böyle kalacak. Sende böyle kal.” Üzerinde siyah bir tişört ve siyah bir eşofman vardı. Kol kasları belli oluyordu. Altında da benimki gibi beyaz bir ayakkabı vardı. “Tamam.” Tekrar odasına doğru ilerledi. “Neden benden uzak da duruyorsun?” Arkasını döndü ve afallamış gibi bana baktı. “Sinir ilaçlarımı alacağım. Babanı şimdi öldürmemek önceliğim.” Gerçekten sinir hastasıydı. Öfkesini kontrol edememesi benim için bir sorun değildi ama etraftaki insanlar için büyük bir sorundu. Netice de o an da masum ve kötüyü ayırt edemezdi insan. Ve hiçbir suçu olmayan bir insana sinirlenip ona zarar verebilirdi. “Ama madem uzağım, sende gel yanıma.” Tekrar odasına dönüp ilerledi. Gülümseyip hoplaya zıplaya peşinden ilerledim. Kapıyı açtı ve girdikten sonra benimde girmemi bekledi. Odaya tekrar girdiğimde bu sabah ki tepkim düştü aklıma. Bu odaya pek giremeyecektim. Bu belliydi. Sungur, yatağın başındaki komidinin üstünden bir kaç hap alıp suyla beraber içti. “Bunları içmezsen ne olur?” “Seni öldürebilirim.” Kanım dondu. Onun bu hastalığı daha ileri seviyedeydi. “Bunu yapmak istemediğim için alarm kurdum. Her çaldığında içmek zorunluluğum.” Ayakta duruyordum ve bir yandan onu dinliyordum. Bacaklarım kurduğu cümlelere karşın güçsüzleşmeye başlamıştı. Dışarıdan ne kadar sert, agresif bir insan gibi gözükse bile o kadar yumuşak ve merhametli bir kalbi vardı ki... Yatakta oturan onun yanına ilerleyip yanına oturdum. O dümdüz duvara bakarken bende onun gibi yapıp duvara odaklandım. “Bir keresinde anneme vurmuştum, ellerim kırılsın.” Kendinden bile hazmetmiyor gibi konuşmuştu. “Oysa o beni sakinleştirmek için uğraşmıştı. Annem kahrından vefat etti, babamda beni hiç affetmedi.” Babası hayattaydı ama onunla görüşmüyordu. Hastalığı yaşamını da etkilemişti. Büyük etkiler ve yaralar bırakmıştı onda. Annesi onu sakinleştirmek adına hep yanındayken dayanamamıştı. “Ben kız esirgeme yurtlarından bir kaçına sahibim. Yeğenim o gün onları ziyaret etmek adına orada bulunmuştu. Sonra o şerefsiz adam, yurda sayısız kurşunlar yağdırdı. Yeğenimde kendini çocuklara siper etmiş. Hem kalbinden hem de karın boşluğundan vuruldu. “ Dedi ve başını yere eğdi. Ağlamaklı bir ses tonuyla konuştu tekrar. “Ölen abimden kalan son emanetti.” “Beni o yurda götürür müsün?” Başını kaldırdı ve bana baktı. “Ya sende ölürsen?” Onu kendime çekip sıkı sıkı sarılmak istiyordum ama yapamıyordum. Ona dokunamıyordum. Onunla sadece arkadaş gibiydik. En azından onun gözünde. “Bir kayıp daha olursa bende ölürüm, Hale. O yüzden evden izinsiz çıkmayacaksın.” Her dediği bana uyuyordu ama son dediği benim tersimdi. Ben özgürlüğüme kavuşmak için onunla evlenmişken bana daha kötüsünü mü yaşatacaktı gerçekten? “Ben hemşireyim ve babam yüzünden mesleğimi yapamıyordum. Belki seninle evlenince güzel bir şekilde mesleğimi yapabilirim siye düşünmüştüm.” Ayağa kalktım. İleri atıldığımda elimden tuttu ve beni kendisine çevirdi. O da ayağa kalkıp boyunun benden daha uzun olduğunu gösterdi. “Karım istediği mesleği yapabilir ama şu an için bu imkansız duruyor.” Bana her ‘karım’ diyişinde içimin kıpır kıpır olmasını engelleyemiyordum. Kapı çaldığında babaların geldiğini anlamıştık. Elimi tuttu ve beni odadan çıkarttı. Merdivenlerden sakin sakin indik. Ayakkabı seslerimiz aşağı indiğimizi anlatıyordu. Babam ve annemle göz göze geldiğimde annem gülümsedi. O gün açık açık bütün duygularımı anlattığımda anlamıştı beni. Babam gömlek ve pantolon giyinmişti her zaman ki gibi. Takım elbise bir tek özel davetlerde giyerdi. Çok sevmezdi. Annem yine şıktı. Arkadan Aysun halam, Banu ve eniştemi de gördüm. “Hoş geldiniz.” Dedi Sungur sinir ilacı içmesine rağmen sinirli bir şekilde. Kulağına uzanıp fısıldadım. “Bir işe yaramıyorlar mı?” “Yaramıyorlar ama bazen işe yarıyor. Yine de eksik etmemeye çalışıyorum.” Elimi daha sıkı tuttuğu anda Banu’nun gözleri birleşmiş ellerimize kaydı. Yüzüklerimize baktı sonrasında. Kıskançlığı yüzüne vurmuş olacak ki, hem somurtuyor hem de yüzünü buruşturuyordu. Herkes masaya geçtiğinde ben Sungur’un çaprazına oturmuştum. Banu’da benim çaprazımda oturuyordu. Gözleri sürekli Sungur’u izliyordu. Bu beni delirtiyordu. Sungur’u kıskanmak değildi olay. Banu’nun her şeyimi kıskandığı ve çalmaya çalıştığı gibi yine aynı şeyi yapıyor olmasıydı. Sungur masadaki elime uzanıp tuttu. Dalgın bakışlarımı ona çevirdiğimde mavi gözleri beni etkilemişti. Gözleri ilk defa bu kadar koyu gelmişti gözüme. Göz kırptı. Dudaklarım yavaş yavaş kıvrıldı. “Kızımı sevmediğini biliyorum, sırf beni deli etmek için evlendin.” Umarım babamın sözüne güzel bir cevap verebilirdi. “Ben Hale’yi seviyorum. Bunu size ispatlamak zorunda değilim.” Banu’ya baktığımda etini ağzına atarken kıskançlıktan geberiyordu. Babamın yüzü mosmor olmuştu. “Evet bir yönden intikam için ama karım önceliğim.” “Onu ben sevmemişim sen mi seveceksin?” Bardağı taşıran son damlaydı benim için. Susabilir miydim ben bu sözünden sonra? Tam konuşacakken Sungur benden önce davrandı. “Sen benim sinirlerimle oynuyorsun ama.” Babam pişkin pişkin güldüğünde Sungur sandalyesini geri ittirdi ve geriye gitti. Eli elimin üzerinden uzaklaşınca Banu sırıttı. Ona gözlerimi devirdim. Sungur ayağa kalkıp babamın tepesine doğru giderken bende ayağa kalktım. “Sungur, lütfen.” Kolundan tutup onu engellemeye çalıştım. Bana baktı omzumun üzerinden. “Sen oturtabilirsin, hayatım. Yemeğini ye, güzel güzel otur.” “Sungur-“ “Lütfen.” Göz kırptı tekrar. Allah allah! Ben seni kalpten götüreceğim diyordu bu adam bizzat bana. Hayatım demesi o kadar çocuk gibi hissettirmişti ki. Onun hayatı olmak nasıl olurdu diye düşündüm bir an. Ve o kadar güzel olurdu ki. Babam da ayağa kalktı. Halam ve eniştem gıcık gıcık bize bakıyorken alay eder gibi güldüm. “Ne bakıyorsun?” Sungur, eniştemin kafasını tutup masaya vurduğunda halam ve Banu’nun çığlıkları çıktı ortaya. Sungur, eniştemin kafasını tekrar kaldırıp tekrar vurdu masaya. Kollarından tutup onu engellemeye çalıştım. Ama o eniştemi dövmeye devam ediyordu. Babam da onu engellemeye çalışıyordu. Halam ve Banu da öyle. Annem de gülerek izliyordu. “Sungur, lütfen!” “Lan... lan ben bunu dövmeyip uyursam kafayı yerim lan!” En sonunda ellerini yakalamayı başarıp geriye çektim. Okyanus gözleri benim kahve gözlerimi bulduğunda derin derin nefesler alıyordu. “Sakin ol dedikçe deliriyorsun!” Hâlâ konuşmuyor derin nefesler vererek kendini sakinleştirmeye çalışıyordu. Halam ve Banu eniştemi ayıltmaya çalışıyordu. Babalara döndüm. “Gidin bu evden!” Annem gülerek el salladı ve babam ile gittiler. Korumalar gelip eniştemi kaldırdılar. Halam ve Banu da bize tiksinerek bakıp gittiler. Salonda kimse kalmayınca hâlâ bana bakıp sakinleşmek için nefesler alan adama döndüm. “Niye sakin olamıyorsun sen!?” “Sinir hastasıyım ya Hale!” “Bana bağırma!” Diye çıkıştım. Bana sesin yükseltiyordu ama farkında olmadan yapıyordu bunu. Kafasını tutup omuzumun üzerine götürdüm. Kolları belimi sardı yavaş yavaş. Bir elim kafasındayken diğer elim sırtını sıvazlıyordu. Kafasını boyun arama sıkıştırdığında daha derin nefesler almaya başladı ve nefes alışı yavaşladı. Sakinleşmişti. Geri çekildiğimde uyumuş olduğunu fark ettim. Uyuyakalmıştı. Gözlerinin yerine göz kapakları yer alıyordu. Dudağı bükülmüş bir çocuk masumluğu ile uyuyordu. Ellerimin bir tanesini beline sardım. Kolunu omuzuma atıp, omuzumdaki kolunu elimle tuttum. Başı yine omuzuma düşmüştü. Garip mırıltılar çıkarıyordu. Merdivenleri dikkatli çıktıktan sonra odasının kapısını açtım ve dikkatlice içeri girdik. Ayağımla kapıyı kapattıktan sonra belini daha sıkı tutup yatağa ilerlettim Sungur’u. Onu yatırdıktan sonra ayakkabılarını çıkarttım. O hâlâ yatırdığım gibi duruyordu. “Anne, gitme.” Dedi mırıldanır gibi. Eline uzanıp okşadım yavaş yavaş. Elimden tutup beni hafif kendine çekmeye çalıştığında çok da hareket etmemiştim. Ayakkabılarımı çıkartıp yanına uzandım ve sıkı sıkı tuttuğu elimden hiç düşürmedim elini. Onun hâlâ gözleri kapalıydı ve göğsüme sinip uyumaya devam etti. Sonra elini geri çekti. Kolları belimi gidecekmişim gibi sardı. “Gitme.” “Gitmem.” Sarı saçlarının üstüne koydum başımı. Bende ona sarıldım. Onun çok sert biri olduğunu düşünmemin ne kadar yanlış olduğunu anladım. O küçükken benim gibi çok yara almış, büyüyünce bu masumluğunu yüzüne vurmamaya çalışan bir adamdı. ... Bölüm çok geç geldi biliyorum ve özür diliyorum. Hayatımda yeni değişiklikler oldu ve bunların bir arada olması beni çok yordu. Bu yüzden çok fazla yazmaya vakit ayıramadım. Bu moralimi oldukça düşürdü. Kitabı kaldırmayı bile düşündüm ama bu dadece saçma bir düşünceydi. Bölümü beğendiniz mi? Sungur hakkında düşüncelerinizi yazarsanız sevinirim. Çünkü onun hakkında olan düşünceleriniz benim için önemli. Yazım yanlışlarım olabilir, sizleri seviyorum iyi günler diliyorum🫶🏻🫶🏻
|
0% |