@rmtayga
|
Aralık ayı geçen seneye göre çok çetin geçiyordu. Kar lapa lapa şehrin içine iniyorken camın önünde durmuş, bakışlarım yalnızca gökyüzündeydi. Çocukken kış aralık ayına girdiğimiz günden itibaren her gün camın önüne gelir ve dakikalarca gökyüzüne bakar bana minik bir kristal göndermesini beklerdim. Bunu ne zaman yapmayı bıraktığımı bilmiyordum, halbuki bana huzur verirdi. Hissettiğim heyecan bile beni mutlu ederdi, artık kış mevsimini de heyecanla beklemezdim gerçi. Tüm bunların ne zaman son bulduğuna dair sorguladım kendimi. Sona eren şey benim kışı ve karı beklemem miydi yoksa hissettiğim huzur mu?
Camın önünden ayrılıp odama geçerken elektirikli sobanın etrafa yaydığı sıcaklık ince pijamamın altından bacaklarıma deyip beni mayıştırmıştı. Odama geçmeden önde oturma odasındaki kapının tam karşısında ki duvara astığım beyaz yuvarlak saate baktım.
11.55
Öğlen 13.00'de doktor randevum vardı, hazırlanmak için çoktan odama gelmiştim, İstanbul'da yaşıyordum ve oraya ulaşmak için evden yarım saat önce çıkmam gerekiyordu. İstanbul'da ulaşmak için yarım saatten fazla süren yerlerde vardı ancak yarım saat bile benim gibi henüz bir yıl önce küçük bir şehrin yine aynı şekilde küçük bir ilçesinden taşınan birisi için bu bile oldukça uzun ve alışılması zor olabiliyordu. Elektirikli soba bir oda bir salon evimin her bir köşesini eşit ısıtmakta yeterli olmuyor, odamın da yeterince sıcak olması için biraz zaman gerekiyordu. Isı yalıtımı olmayan bu apartman dairesinde kış geldiğinden beri neredeyse her işimi oturma odasında yapıyordum. Sıcaktan soğuğa geçtiğim için tüylerim dikleşirken hızla dolabımdaki kıyafetlerimi ayarlayıp oturma odasına geçtim. Üstümü değiştirirken her ne kadar yorgun olsam da içimdeki heyecan yavaş yavaş kendini belli ediyordu. Kendimi suçladım ve bu heyecanı kökünden söküp atmak istedim, doğru değildi.
Üstümü değiştirip, saçlarımı yapıp dudağıma yalnızca hafif bir ruj dürdükten sonra odama geçip siyah kalın kabanımı giydim ve üzerime bir kaç fıs parfüm sıktıktan sonra bordo beremi taktım ve aynadan kendime bir kaç saniye baktım. Bu bereyi çok severdim bana kendimi ressam gibi hissettirirdi.
Telefonumu cebime atmadan önce hızlıca bildirimleri kontrol ettiğimde babamdan gelen bir kaç aramayı gördüğümde birkaç saniye ekrana bakıp kalsam da kendime geldikten sonra umursamadan kenara kaydırıp sildim ve kabanımın cebine telefonumla kartlığımı sıkıştırdıktan sonra evden çıktım. Çanta kullanmaktan hoşlanmazdım bana hep fazlalık gibi gelirdi zaten yanıma yalnızca kartlığımı ve telefonumu alırdım.
Dört katlı apartmandan ayrılırken aceleci adımlarla kayıp düşmemeye dikkat ederek marmaraya doğru yol aldım. Henüz bir yıldır buradaydım, her ne kadar yorucu olsada severdim İstanbul'u. İstanbul'u sevmeyi ilk defa şiirlerde öğrenmiştim. Soğuk hava yüzüme vursa da bu beni rahatsız etmiyordu, kışı ve soğuğu severdim bazen arkadaşlarımla çıkıp tekrar kardan adam yapıp karın üzerine yatıp melek yapmak isterdim ya da kar topu oynamak ancak hemen sonra tekrar kendi gerçekliğime döner ve bu düşünceleri kafamdan atardım. Marmaraya geldiğimde kartımı basıp aynı acele adımlarla trene doğru ilerledim. Bir kaç dakikanın ardından tren geldiğinde içeri girer girmez yüzüme vuran sıcak hava dalgası beni mayıştırdı boş bulduğum bir yere oturduktan sonra her zaman yaptığım gibi kaç durak olduğunu saydım ve ardından kollarımı birbirine bağlayıp başımı aşağı eğerek gözlerimi kapattım. Tren içindeki anons sesini bir zaman sonra duymayı bırakmış yalnızca gideceğim randevuyu düşünüyordum.
Yanlış anlamalarımdan, heyecanımdan dolayı kendime oldukça kızıyordum belki de oraya bir daha gitmemeliydim ancak bunu yapacak cesareti bir türlü kendimden bulamıyordum. Benim için son durağa geldiğimizde tren tamamen durana kadar yerimden kalkmadım, kapılar açıldığında oturduğum yerden sanki hiç acelem yokmuşçasına ayaklandım. Acelem yoktu, duygularımın vardı, olmamalıydı aptaldım aptalın tekiydim bu yüzden hızlı olmamalıydım, hızlı olursam kabul ederdim ve kabul edersem artık vazgeçemezdim. Usul adımlarla marmaraydan çıkarken saatin kaç olduğuna bakmak için telefonumu kabanımın cebinden çıkardım. Henüz on beş dakikam daha vardı, içten içe bu zamanın hızla geçip gitmesini istesem de düşüncelerimi arka plana atmaya çalışarak hemen ilerideki sahile doğru adımladım. Üzeri karla kaplanmış bankın üzerindeki karları umursamadan oturdum. Annem beni bu şekilde görseydi kesinlikle bana kızar, karnımın ağrıyacağını ve hatta böyle yaparsam çocuğumun olmayacağını söylerdi. İstemsizce tebessüm ettim. Keşke şimdi yanımda olsa ve bana derhal buradan kalkmam gerektiğini oturursam üşüteceğimi söyleseydi. Annemi özlüyordum, annemi hep özlerdim sanırım ben nefes aldığım sürece her saniye annemi özleyecektim.
bakışlarım sert dalgalarını karaya vuran denizi buldu. Severdim denizi, dalgaların sesini. Sevdiğim çok fazla şey vardı aslında. Telefonumu tekrar çıkartıp saate baktığımda kalbim kanatlanıp uçacaktı sanki. Biraz olsun sakinleşmek için derin bir nefes verdiğimde başımı yere eğdim. Hemen ayaklarımın yanında bir papatya vardı. Şaşırdım ancak yadırgamadım. Kışı da neredeyse yaz gibi geçirdiğimiz için artık bir yerlerde yeni açan çiçek görmek beni o kadar da şaşırtmıyordu.
Canım sıkılmaya başladığında cebimdeki kulaklığımı çıkartıp kulağıma taktım. Telefonumdan ruh halime uygun bir müzik açıp dinlemeye başladığımda bakışlarımı tekrar denize çevirdim ancak aniden küçük bir kız çocuğu önümde yere düştüğünde irkildim. Kulaklığımı tek elimle çıkaartıp öne doğru eğildim ve kalkmasına yardım ettim. "İyi misin?" Küçük kız kalktığında gözleri dolmuştu ancak başını usulca aşağı yukarı salladı. Sarı saçlarını elleriyle kulağının arkasına sıkıştırdı. "İyiyim."
"Canın çok yandı mı?" Avuç içlerini kendine çevirip baktı. Soyulmuştu. "Yanmadı, teşekkür ederim."
İstemsizce tebessüm belirdi yüzümde, utandığı için mi bu şekildeydi yoksa sadece korkmuş muydu bilemedim. Tekrar banka oturduğumda az önce gördüğüm papatyayı kopardım.
"Saçların çok güzelmiş, bunu kulağının arkasına koyalım mı?" Bakışları elimdeki papatyayı bulduğunda anlık kaşlarını hafifçe çatsa da gülümsedi. "Olur." dedi tatlı bir şekilde gülümserken. Papatyayı alıp usulca kulağının üstüne koyduğumda yüzündeki gülümseme daha da büyüdü. "Teşekkür ederim!" Neredeyse kahkaha attığında yanımdan hızlıca uzaklaştı. Bakışlarımı tekrar önüme çevirip denizi izlediğimde küçük kızın uzaktan sesi kulaklarımı doldurdu.
"Anne...Anne! Bak saçıma güzel miyim?"
"Çok güzel olmuş Asel, ama bu havada nereden buldun onu sen?"
"Oradaki abla verdi bak."
"İnci küpeli kız, oradaki. İnci küpeli kız taktı saçlarıma çok güzel oldum anne."
Adımlarım büyük binanın önünde durduğunda bakışlarım binanın duvarındaki tabelada oyalandı.
Uzm. Psk. Vaha Vural
Derin bir nefes alıp verdiğimde burnumdan hava buharı çıktı. Zaten gitmek isteyen adımlarım binaya yöneldiğinde ayaklarımı girişteki paspasta kuruttum, ıslak merdivenleri temizlemiş ve sonuna gelmiş temizlik görevlisine gülümseyerek selam verdikten sonra 3. kattaki asansörü çağırıp bekledim. Birkaç saniye sonra asansör geldiğinde boş asansöre girip 5. kata bastım. Asansör her bir kat çıktığında içimde saklamaya gizlemeye hatta görmezden gelmeye çalıştığım heyecan daha da kendini kendini belli ederken gergince bir nefes verdim.
Sanırım bir daha buraya gelmemeliydim.
Asansörün kapıları açıldığında metal kabinden çıkıp iki yana açılan koridorda sola doğru dönüp uzun koridorda ki diğer ofisleri geçip koridorun sonuna doğru ilerledim. Sonunda kapının önüne vardığımda iki kere tıklatıp kapıyı açtığımda sertçe göğüs kafesime vuran kalbim artık bir şeylerin çok geç olduğunu söylüyordu ancak umursamak istemedim, kabul edemezdim.
Kapıyı açtığımda tam karşımda olan çalışma masasında oturan Vaha Bey, hafif çatık kaşlarıyla elindeki dosyayı incelemeyi bırakıp bakışlarını bana çevirdiğinde koyu yeşil gözleri bana her şeyi unutturmuş, zaman akmaya bir son vermiş gibiydi. Gülümsediğinde gözlerindeki ona çok yakışan ince çerçeveli gözlüğü çıkarıp masanın üzerine koydu.
"Hoş geldin İnci," dudaklarından tebessüm silinmezken nahif sesinden ismimi duymak beni daha da kötü bir hale soktu. Kapıyı kapatıp masanın önündeki sandalyelere doğru adımladım.
"Merhaba," diye cevap verdim. Onun sol tarafında kalan sandalyeye oturmadan önce odası fazla sıcak olduğundan dolayı kabanımı çıkarıp katlayıp kucağıma alarak oturdum. "Nasılsın," Sandalyesinde geriye yaslanırken yeşil gözleri üzerimdeydi. "Fırtınadan dolayı gelemeyeceğinden endişelendim, umarım zor olmamıştır senin için."
"Hayır, olmadı." Gözlerimi onun yeşil harelerinden ayırmadan sordum, "Siz nasılsınız?" Dudakları daha fazla kıvrılırken sanki bir oyunumu yakalamış gibi gözleri kısıldı, "Bana henüz bir cevap vermedin İnci." Adımı tekrar zikrettiğinde yutkundum.
"Sanırım daha iyiyim," derin bir nefes verirken bakışlarımı ondan kaçırdım. "Babam aramış ve bana ulaşamayınca mesaj bırakmış, hiçbirine bakmadım."
"Bu sana kendini nasıl hissettirdi?" Önümdeki sehpayla bakıştım birkaç saniye, "Bilmiyorum."
"Yine aynı şeyler mi?" Onunla uzun zamandır aramızdaki resmiyetin yavaş yavaş kaybolduğunun farkındaydım bunu her zaman kendi yanlış anlamama yordum ve kendime kızdım.
"Muhtemelen üvey annemin yine paraya ihtiyacı vardır." Bakışlarımı ondan kaçırırken yutkundum. Arkama yaslanıp avuçlarımla yüzümü birkaç kapatırken bakışlarının üzerimde olduğunun elbette farkındaydım.
"Benden neden bu kadar nefret ederdi bilmiyorum, sürekli canımı yakmak için konuşurdu, belki bir kalıp bulmamak gerekiyor bazı insanlar sadece kötüdür."
"Sana ne derdi?" Gözlerimiz buluştuğunda bir süre yeşil gözlerinde oyalanmak istedim. Onunla göz göze gelmek sanki hipnotize olmuş gibi ona teslim olmak gibiydi. "Yüzüme çok bakmaz baktığı zaman burun kıvırırdı." Birbirine bağlı kollarını açıp masaya yaslandı, dikkatini bana tamamen verirken usulca başını salladı, bunları zaten biliyordu. "Çillerimden nefret ederdi." Kaşları yavaşça çatılırken gözleri çillerimde gezindi. "Her zaman kötü ve çirkin göründüklerini söylerdi." Burnundan aksi bir nefes verdiğinde yeşil gözleri tekrar beni buldu, öfkelendiğini hissetmiştim. Bu bilgiyi ona altı ay sonra ilk kez söylemiştim, birkaç saniye bakışlarımı ondan ayırmadım. Tepkileri farklıydı, öfkelenmesi, bana olan odağı benim ona yaklaşımım farklıydı olmaması gereken şeylerdi ve biz ne zaman olmaması gereken bu duruma gelmeye başlamıştık bilmiyordum.
Gözlerimiz hala birbirindeyken sordu "Sen ne düşünüyorsun?" neredeyse fısıldadığında gözlerim bir anlığına dudaklarına kaydı.
"Çirkin görünüyorum," kaşlarını çattı.
"Hayır, görünmüyorsun."
"Sence güzeller mi?" Bu bir soru değildi, bu bir teselli isteğiydi belki de. Güzel olduğuma dair kaybolan inancımın son kırıntılarına tutunmak için sorduğum bir soru, mecburiyet. Güzel olmadıklarına inandırıldım. Sorduğum sorudan sonra gözleri siyah saçlarıma kaydı bir kaç saniye orada oyalandıktan sonra çillerimde durdu. "İnci...Gece yarısı gibisin." derin bir nefes aldı, "Gece yarısındaki yıldızlar gibi."
Nefes alamadım, kendimi kastığımda gözlerim onun beni mahveden yeşil gözlerindeyken öylece kaldım. Yalnızca birkaç saniye bakıştık ancak bu sanki saatler sürmüş gibi geldi bana hızla derin bir nefes aldığımda oturduğum yerde kıpırdayıp bakışlarımı kaçırdım ancak başını hafifçe yana eğerek tekrar gözlerimizi birleştirmeye çalıştı. "Teşekkür ederim," yutkundum.
"Sen bu şekilde düşünmüyor muydun?" Gece yarısı gibi güzel olduğumu mu?
"O kadar yüksek sesle bana nefret savurdular ki artık kendimi düşüncelerimi duyamıyorum."
"Ya etrafındaki sevgiyi duyabilseydin?" Bakışlarım hala önümdeyken gözlerimi sıkıca kapadım, her zaman ama her zaman geri çekildik, ikimizde aptal değildik ancak bu durum da etik değildi. İlk defa bu denli yakın ve aşırı hissettirdi.
"Bilmiyorum Vaha bey," dedim saygı ekini vurgularken. "Hissetmeyeli uzun zaman oluyor." Birkaç saniye sessizlik oldu, masasının kenarındaki küçük kağıtlardan bir tane alıp önüme koyarken kalemliğinden bir tükenmez kalem çıkartıyordu. "Biraz da sen yüksek sesle konuş," Kalemi de uzattıktan sonra yerinde dikleşti ve sandalyesiyle masaya biraz daha yaklaştı. "Yaz buraya İnci, tüm dünyaya haykırabileceğin bir şey söyleyecek olsaydın bu ne olurdu? İçindekileri yaz ve bu sende kalsın, bunu kendine hep hatırlat çünkü söylemek istiyorsan bunu her an yapabilirsin." Yumuşak sesi adeta içimi okşarken başımı aşağı yukarı salladım ve kağıdı önüme çekip içimden geçen haykırarak bağırmak istediğim ilk şeyi yazdım. Vaha ne yazdığıma göz ucuyla dahi bakmadı ve sormadı. Kağıdı katlayıp kabanımın cebine attım. "Sana yapmanı söylediğim şeyleri yaptın mı?" Diye sordu nahif bir sesle. Çoğunlukla ben konuşurdum ve o dinlerdi ancak saatlerce konuşsaydı da dinlerdim, belki de tüm hayatım boyunca onu dinleyebilmeyi isterdim.
Gülümseyip ona döndüğümde gözleri bir anlığına dudaklarıma kaydı. Heyecanla başımı salladım, "Yaptım, bu kadar yabancı hissettiren bir şehirde biraz olsun sosyalleşmek ve insanlarla konuşabilmek iyi geldi." O da gülümsedi ve ardından ben anlatmaya devam ettim, dediğim gibi zaten hep ben anlatırdım o dinlerdi, sonuna kadar her bir detayını dinlerdi. Bana merhametle yaklaşır yaralarımı onarırdı görmediklerimi gösterirdi Vaha bana...Bana bir şeyler hissettirirdi. Belki de yaptığı tek şey göreviydi, ben yalnızca acınası bir haldeydim, belki bir yoksunluk.
Ne kadar uzun zamandır konuştum bilmiyorum kimi zaman müdahale etti o konuştu ben onu izledim, gözlerini izledim, gözlerinin üzerimde olmasını sevdim. Anlattı bana, yeni bir bakış açısı kattı farklı düşünceler sundu benim bakıp da kör olduğum şeyleri gösterdi Vaha bana tekrar iyi hissettirdi. Masasının üzerinde duran saate baktığında bende baktım saat çoktan iki olmuştu.
Bugünlük seansımızda sona ermişti ve bir hafta sonra yine görüşecektik bir hafta boyunca yine kafamın içinde dolanıp duracaktı. Kabanımı giyip atkımı boğazıma sardığımda bakışlarının üzerimde olduğunu hissediyordum.
"Teşekkür ederim Vaha bey, görüşmek üzere." Dudaklarını yaladıktan sonra yutkundu adımlarım kapıya doğru giderken sesi tekrar odayı doldurdu.
"Konuştuklarımızı unutmayın ve söylediğim şeyleri mutlaka yapın İnci Hanım." Elim kapının kolundayken arkamı döndüm ve bir cevap niteliğinde gülümsedim. Yeşil gözleri dudaklarıma kaydıktan sonra o da gülümsedi. Arkamı dönüp odadan çıkmak benim için zor oldu, her geçen hafta sanki onunla olan seanslarım daha da kısalıyormuş gibi hissediyordum, belki de yetmiyormuş gibi. Klinikten çıkıp marmaraya giderken acıktığım için kendime sıcak bir simit alıp yiyerek marmaraya ilerledim trenimi bekledim banklar karlıydı kimse oturmadı ben yine de oturdum önümde iki çocuk kartopu oynadı anneleri onlara kızdı istasyonun hemen karşısındaki yolda korna sesleri yükseldi yine trafik vardı şaşırmadım insanlar hızla geçip gitti bir kaç kişi kaydı yere düşmekten kılpayı kurtuldu, tren geldi.
Bu sefer kalabalık olan trende oturacak bir yer bulamadım ve bir direğe tutunup camdan dışarı baktım, tren ilerledi insanlar indi insanlar bindi tren tekrar gitti camdan ağaçlar geçti hızla denizler sahiller geçti insanlar arabalar geçti tren defalarca durdu defalarca insanlar indi insanlar bindi koltuklar boşaldı oturmak istemedim zaten bir durağım kalmıştı. Tren hareket etti ayaktakiler geri doğru sendeledi ve daha sıkı tutunduk demire kimileri oturdu kimilerinin ayağının dibinde valiz bana buraya ilk geldiğim günleri hatırlattı okulları geçtik, çocukları geçtik tren durdu insanlar indi, ben de indim.
Yürüyen merdivenden inip kartımı basıp iade aldıktan sonra usul adımlarla eve doğru koyuldum, belki bir kitap okurdum eve gidince belki yanında bir sıcak çikolata izlerdim ya da beni mutlu eden ama zamanla unuttuğum şeyleri yapardım, Vaha'nın dediği gibi.
Eve geldikten sonra hızla üzerimi değiştirdim, sobamı kapamamıştım evim sıcacıktı yalnızca ocakta pişen güzel kokulu anne yemekleri eksikti derin bir nefes verdim, üzerimi değiştirdim ve daha spor giyindim kendime bir sıcak çikolata yapıp bir kaç dakika camdan dışarıya baktım, uzmanlar bu gece tekrar kar fırtınası çıkacağını söylüyorlardı.
Sıcak çikolatamı sehbahanın üzerine koyup kitabımı aldım ve koltuğa oturup dizlerimi birbirine çektim. Daha önce bitirdiğim ancak okumaktan zevk aldığım kitabımı açtım ve tekrar okumaya başladım.
Birkaç saat yalnızca kitap okuduktan sonra kitabımı bırakmak istemesem de guruldayan midem içn bir şeyler yapmam gerekiyordu, yemek yapmakta kötü değildim ancak bugün ekmek arası bir şeyler yemek istiyordum. Yemek yapmayı on yedi yaşımda üvey annem yalnızca babamla kendisine yetecek kadar yemek yapıp yediklerinde, okuldan eve döndüğümde atıştırmalık bir şeyler yapmak için öğrenmeye başlamıştım ancak daha sonrasında da kendimi geliştirmiştim üniversitede gastronomi okumuştum. Bir restoranda güzel bir maaşa çalışmaya başladığımda tek isteğim o evden kaçmaktı bu yüzden üvey annemin yollu etiketlerine babamın sokaklarda sürttüğüm düşüncelerine aldırmadan gizlice çalışır para biriktirrmiştim ancak eninde sonunda öğrenmişlerdi ve paramı almaya başlamışlardı çoğunu gizlemeye devam ettim ve sanki tamamını onlara vermişim gibi davrandığım günleri hatırlıyordum. Elimde olan bir kuruşun bile bana fazla olduğunu düşündükleri, babamın benim paramla o kadına yaptığı harcamaları unutamıyordum.
Aklımda tüm bu düşünceler dolanırken ekmek aramı çoktan hazırlamış salondaki küçük masamın iki tane sandalyesinden birini çekmiş ve çoktan yemeye başlamıştım. Isırdığım lokmaları yutmak kolay olmadı, unutmaya çalışmak her zaman büyük bir aptallıktı. Ekmeğimi bitirdikten sonra tekrar kitabımı elime alamdım yorgundum yatağıma yatmak güzel olurdu ama odam soğuktu. Gözlerim doldu, odama geçtim kalın oijamalarımı giydim dolabımdan nereden aldığımı hatılamadığım kalın iki kişilik battaniyemi çift kat yapıp üstüme attım. Gece olmadığı sürece yorganımın içerisine girmeyi sevmezdim. Battaniyeme iyice sokuldum ve cnin pozisyonunu aldım, vücuduma titreme geldi belki de sobayı en başında odama kurmalıydım.
Annem ben on yedi yaşımdayken öldü, babam on yedi yaşımda evlendi üvey annem beni on yedi yaşımda ilk gördüğü andan beri sevmedi, babamın yeni karısının fikirleri evladına ağır bastı. Annesi olmayanın babası da olmaz derlerdi, hala bilmezdim gerçekten öyle mi? Belki de kabul etmek istemezdim bilmiyordum.
Onlardan gizli para biriktirmek kolay olmadı bir para hesabı oluşturdum ve paramın hepsini orada biriktirmeye başladım, üniversiteyi fazla para harcamamak için evimin olduğu şehirde okudum. O zamanlar üniversitede arkadaşım aklıma soktu bir mekan açmayı. Bu fikir çok büyük ve kokrutucuydu, hala öyle. Ancak bu işte çok yeteekli olduğumu ve kesinlikle bir restoran açabileceğimi söyleyip beni cesaretlendirdi fakat ben o şehirden kaçmak istedim hep. Doğru yer İstanbul muydu bilmiyordum, hala bilmiyorum. Çoğu insan gibi bende yeni bir hayat için geldim İstanbul'a bir yerde aşçı olarak çalışmaya başlamam kolay olmadı sonra tekrar biriktirmeye başladım hep biriktirdim dışarıda gezerken kafelere kıyafetlere küçük güzel şeylere çok heves attım ancak ihtiyacım dahilinde değilse görmezden geldim, çünkü biriktirmeliydim birkaç ay sonra bir terapi almaya karar verdim. Telefonumdan gelişi güzel oturduğum semte fazla uzak olmayan yerlerden bir klinik ararken Vaha planlarım dahilinde yoktu, hiç olmadı. En üstte o çıktı dikkatimi çekti, yüz yüze randevu oluşturması mümkün değilmiş o zaman online alabilirdim sadece. Bir mesaj geldi telefonuma sekreterden bir kişi randevusunu iptal etmiş ve randevu alabilirmişim. Mesajı okuduğum zaman ne kadar sevindiğimi hatırladım, online görüşmeler benlik olmamıştı hiçbir zaman o zamanda istememiştim ancak neden bilmiyorum online randevu oluşturdum.
Bir hafta sonra ilk seansıma gittim çok samimi, rahatlatıcı ve güvenli bir havası vardı Vaha'nın. Sakindi duru bir su gibiydi kendimi açıkça anlatmak istemezken neredeyse tüm hayatımı ona anlattığımı fark ettim bir yerde farkında bile olmadan beni alıp götürdü. İlk seansımızda, ikincisinde, üçüncüsünde beni dinledi en çok kollarını masaya yaslamasını ve beni dikkatlice dinlemesini severdim benimle şakalaşmasını sonra değişmeye başladı bir şeyler, değişti her şey. Bakışlarım, bakışları, gülüşü, duygularım...
Kabul etme...
Vaha'ya aşık oldum. Hıçkırdığımda ağadığımın henüz yeni farkına vardım, acınası bir haldeydim içimde bir yerlerde deli gibi onun bana olan davranışlarının bana olan yaklaşımının gülüşünün bakışının sebebinin onunda duygularının değişmesine yormak istiyordum ancak yapamazdım bu doğru değildi. Bugün söylediği şeyler geldi aklıma, tüm bu düşünceler onun da duygularının karşılıklı olduğu düşüncesini bana haykırırken hepsini tekrar görmezden gelmeye çalıştım. Etik değildi, doğru değildi. Ama doğru olmasını isterdim.
Kaç yaşındaydı bilmiyordum bile, nereli nerede doğup büyüdü hayatı nasıl oldu hangi okulu okudu ben onun hakında hiçbir şey bilmezken o benim saat kaçta doğduğumu bile biliyordu inanabiliyor musunuz resmen bunu da biliyordu, tabi unutmadıysa.
İstemsizce tebessüm ettim gözlerimi kapattığımda koca bir karanlığı Vaha'nın yeşil gözleri doldurdu. Asla bilmek istemezdim benim hakkımda ne düşündüğünü ancak istiyordum. Benim hakkımda ne düşünüyordu? Derin bir nefes alıp verirken Vaha aklımdan gitmedi uzun bir süredir gitmiyordu da onu düşünürken yanlışlıkla hayal kurdum ve biraz da bu hayaller süsledi kalbimi. Vaha'yı seviyordum, belki de bana yıllar sonra ciddi anlamda gelen ilk ve tek şey olduğu içindi bilmiyordum bilmek bir şey değiştirmezdi. Düşündüm ve daha fazla düşündüm ta ki bilincim tamamen kapanıp gidinceye dek Vaha silinmedi gözlerimin önünden.
|
0% |