@rubamsalepe
|

Bazı yaralar kabuk bağladıkça daha çok kanarlar.
🍁
Heyecanım kalbimin ritmini bozarken ben gözlerimi ondan alamıyordum. Her bir dokunuşu bana pişmanlık olarak geri dönecekken kendimi durdurabilmenin yollarını arıyordum zihnimin derinliklerinde.
"Andrea," dedim nefes nefese, eli yanağımı bulmuş ileri gitmek için benden bir onay bekliyor gibi bakıyordu.
"Söyle," dedi erkeksi sesiyle, İtalyancasının ahenginde kaybolmak üzereydim. Benimle kendi dilinde konuştuğunda daha da tahrik oluyordum. Evet, onu tam olarak içimde istiyordum.
"Ben..."
"Duralım Andrea, bunu yapacağımız yer iş yerin olmamalı. Hem belgeler de seni bekliyor." Dudaklarıma sert bir öpücük bıraktığında arzudan deliye döndüğü anlaşılıyordu, sanki ondan farksızmışım gibi davranmaya çalışsam da beni sırılsıklam ettiği bir gerçekti. Ellerini üzerimden, dudaklarını da dudaklarımdan çekmesini istemiyordum.
"Belgeler... Siktir et."
Ama böyle Türkçe küfrederse ben nasıl ona karşı durabilirdim ki? Göğsündeki elimi omzuna yerleştirip onu kağıt yığınına doğru çevirdim.
"İhale yaklaşıyor, çalışman gerek. En azından buradayken."
"Lütfen Çınar Yaprağı, bana bunu söyleme. Şu anda hiç söyleme."
Belli ki beni sırılsıklam ettiği gibi kendisini de geri dönüşü mümkün olmayan bir hale getirmişti. Cayır cayır yanıyorken ilk temasımızın burada oldu bittiyle değil de daha özel olmasını istiyordum çünkü arzudan fazlasını içinde barındırıyordu bu adam.
"Üzgünüm," dedim dudağına küçük bir veda busesi bırakırken. Oyuncağı elinden alınmış bir çocuğun hayal kırıklığıyla düğmelerimi ilikleyişimi ve eteğimi aşağıya çekişimi seyretti.
Zoraki olarak ellerini vücudumdan çekerken kendini tekli koltuğa attı. O koltuğun gıcırdayan deri yüzeyinde kucağında zıpladığımı hayal etmeden edemiyordum. Niyeti bozuk bakışlarımı ondan ayırdım. Kendimi iyice düzene soktuğumda aynamdan yüzüme baktım.
Rujumu dağıtmıştı, kendi dudakları da rujuma bulamıştı. Devam etmeyecektim ama küçük bir oyunun zararı olmazdı. Eteğimin darlığından bacaklarım kapalı bir şekilde dizine yerleştim. Bunu yaparken yaralı bacağına zarar vermediğimden emin oluyordum. Nefesini tuttu. Elimdeki mendili dudaklarına doğru götürdüm. Sertçe yutkundu. Gözleri dudaklarımı bulmuştu, hâlâ temizlememiş olduğum dudaklarımı.
"Hoşuna mı gidiyor?" Gülümsedim, cevabımı sessizce vermiş oldum. "Beni bu şekilde sıkıştırıyor olmayı seviyor musun?"
Dur demiş olduğum için ellerini bedenime sürmüyordu bile, iyice sınırları zorluyordum ve bu ikimizi de ateşe atıyordu.
"Konuşmayacak mısın?" Dudağının kenarlarını iyice temizlediğimde omzundan destek alarak ayağa kalkmaya çalıştım, hafifçe doğrulduğumda yaralı olmayan kolumdan çekip beni dizlerine oturttu yeniden. "Yok öyle kaçmak, ben de seni temizleyeceğim."
Onu öpmemem için acilen bir sebebe ihtiyacım vardı, düşündüm. Kapı açılabilirdi. Başka... İşler gecikiyordu. Başka... Başka yok!
Dudaklarımın kenarını yeni bir mendille temizlerken gözlerim yeşillerinde geziyor sonra dağınık kıvırcıklarına takılıyordu. Eşsizdi, benim gözümde ondan daha çekici bir erkek yoktu şimdilerde.
Dağılan ruju temizlediğinde yeniden kalkmak istedim ancak bu defa belimden yakalamış gitmeme izin vermemişti. Adamın sınırlarını fazla zorlamıştım, şimdi de bana böyle davranmaya hakkı vardı.
"Çalışman lazım."
"Çalışırız," dedi İtalyanca. Onu öpmem için beni zorladığını hissedebiliyordum. Böyle konuştukça tahrik oluyordum ve bu duygulara kapılmam çok hızlı olmuştu.
"Okuman lazım."
"Okuruz."
"Andrea, gerçekten çalışman gerekiyor ihaleye az kaldı."
Onun umurunda olmasa da benim umurumdaydı, o gelen belgelerin arasında belki de istediklerim vardı. Projeyi zaten biliyordum ve bu proje bizimkiyle benziyordu. Önemli olan fiyat öğrenmemdi, bunu öğrenirsem Andrea'yı da kaybetmeden işleri çözebilirdim.
Masadaki belgeleri alıp elime tutuşturdu. "Oku," dedi arkasına yaslanarak. Çok tehlikeli sularda yüzüyorduk.
Kuruyan dudaklarımı ıslattığımda aynı şeyi tüm vücudum için yapabilmeyi isterdim, cayır cayır yanıyordum. Elime aldığım kağıtlardan ilkini okumaya başladım.
İşte bu defa karşımda Mühendis Andrea duruyordu, bakışlarındaki alev sönmemiş olsa da bir yandan söylediklerimi aklına not alıyor düzeltilmesi gereken yerler için bana işaret koyduruyordu.
Yarım saat dizinde ona bu kağıtları okumuş, dediklerini birer birer not almıştım ancak işime yarayabilecek tek bir bilgi kırıntısı dahi yoktu.
"Yoruldum," dedi ellerini belime yerleştirirken. "Hava kararalı uzun zaman oldu. Eve mi gitsek?"
"Daha ne kadar sende kalacağım? İyileşmedin mi sen?"
Dilini damağına vurdu bir Türk gibi, hayır demek istiyordu ama baktığımda sağlam bir adam görüyordum karşımda.
"Sen kimi kandırıyorsun? Ne zamandır dizindeyim sesin dahi çıkmadı. Nasıl bir hastalıkmış bu öyle?"
"Bende kalmanı istiyorum çünkü iyileşmedim, senin bana iyi geldiğini düşünüyorum."
Ona en büyük kötülüğü yaptığımı bilmeden ne de güzel konuşuyordu öyle. Bilseydi nefret ederdi, onun hep iyi yüzünü görmüşken nefret dolu tarafını tatmak istemiyordum. Yüzü hep gülen, saf gibi dursa da zehir gibi bir adam olan Andrea umarım benim darbemle yıkılmazdı, umarım anlardı beni.
"Sen de bana iyi geliyorsun." Parmaklarımı boynundaki çınar yaprağına götürüp okşadım. O da aynı anda benim dövmemi okşuyordu. Bana iyi geliyordu ama ben ona iyi gelmeyecektim. Bir yolda yürürsek sonumuz acı olurdu, Andrea'ya mesafe koymam lazımdı.
"Gidelim sana madem," diyerek mesafeleri yerle bir ettim ve kalktım dizinden. Elini tutarak kalkmasını sağladım. Dosyaları ve bilgisayarını toparlayıp çıktık odadan.
Kaçtıkça kendimi onda buluyordum, her kaçış sıkı düğüm olarak geri dönüyordu bana. Her ne kadar inkar etsem de ona alışıyordum ve ben ona âşık olmaktan korkuyordum.
🍁
Uykunun en büyük yardımı derdimi tasamı unutmaktı, bir de uyuduğum yerde kendimi güvende hissettiğimde huzurla doluyordum. Güvendeydim, beni yaralayabilecek kimse yoktu bu çatı altında.
Açık pencereden esen rüzgar usul usul tenimi okşuyor hafifçe ürpermeme neden oluyordu. Havalar sıcaktı ancak nedendir bilmem hafif bir soğuk sarmıştı omuzlarımı.
Yüzümdeki makyajı temizleme fırsatını anca bulabilmiştim. Aynada kendime bakışıyordum. Uzun sarı saçlarım sırtımdan aşağı sallanıyordu, mavilerimi saran kirpiklerimse üzerine değdirdiğim pamukla siyah rengini yitirmişti.
Güzel miydim? Kendimi beğenen, öz güven sahibi bir kadındım ama geçen Tümer'in söyledikleri... Andrea ise tam aksini söylemişti. Kime inanacaktım? Kıskanç bir karaktersize mi yoksa ruhu güzel bir adama mı?
İnsanlar kötüyü kabullenmeye meyillilerken ben de onlardan farksızdım ama bu defa seçeneklerden birinde Andrea vardı, onu seçmemem mümkün değildi. Demek ki güzeldim, o söylediyse güzeldim.
Peki ya yüzüm kadar kalbim de güzel miydi? İçinde hiçbir duygu filizlenemeyen sol yanım ihanete meyilliydi.
Her ne yaparsam ona sırtımı dönmüş olacaktım. Beni anlar mıydı bir gün? Belki de hiç küsmezdi. Bir ihale için bana sırtını çevirir miydi?
Kimdim ki ben, sanki aylar yıllar mı olmuştu? Bana bağlılık hissedemezdi ki böyle. Onun evinde olmam, beni arzuluyor olması ya da bir şeyler hissediyor olması gelip geçerdi.
Kardeşi varken beni seçer miydi? Peki ya Sıla'nın bana yaptıklarını affedebilirse benim yapacaklarımı da affedebilir miydi?
Çok mu düşünüyordum, bilmiyorum. Ne zaman aynanın karşısına geçsem kendi gerçeklerimle yüzleşiyordum.
İhaleler, paneller, tarım cihazı, Ertuğrul, Tümer, Sıla, Adil abi, Yasemin... Kafamın içinde huzursuzca dönenlerden yalnızca bazılarıydı. Her şeyi mahvedip onun elini ilk tutan ben olacaktım, herkese inat yapacaktım bunu.
Almam gereken bir intikam vardı, Tümer beni aldatmıştı. Uğuruna her şeyi yapabileceğimi sandığım adam her şeyini en yakın arkadaşım dediğim kadına vermişti, Sıla'ya. Yetmemiş beni hapse yollamışlardı, bunda Tümer'in annesinin parmağı olduğunu yeni öğrenmiştim. Tesadüfen olaylara kulak misafiri olan Bahadır bunları bana söylemeseydi o kadına belki de geçmişteki gibi saygı duyacaktım.
Aklıma geldikçe sinirlenecek bir sürü şey buluyordum. Tümer de Ertuğrul da bacak aramda olmayı hayal edip ona göre hamleler yapıyorlardı. Onlar için sadece bedenen vardım, cinsel bir obje olarak görüyorlardı beni.
İçi çöl bile olsa benim de bir kalbim olduğunu unutuyorlardı. O çölün acıyla kavrulduğundan habersizlerdi. O hapishane günlerinde masum kalbimin nasıl acıtıldığını, ruhumun nasıl öldürüldüğünü bilmiyorlardı.
Ben neler yaşanıştım, bilmiyorlardı. Ne Tümer ne Sıla... Bir defa olsun sormamışlardı, bir defa olsun içten bir özür bile dilememişlerdi. Ben orada ölürken onlar mutluluğun doruklarını yaşamışlardı.
Yatağıma geçip kendimi uyumaya zorladım, daha fazla düşünüp kendimi hasta etmeye niyetim yoktu çünkü hayat benim için en az geçmişim kadar zordu.
🍁
"Hayır ne olur, lütfen. Dayanamıyorum artık. Vurma, yapma! Yaklaşma!"
"Derin?"
"Buradaysan susacaksın küçük sürtük. Sana bağırmaman gerektiğini öğretemedim mi ben?"
"İmdat, duysanıza sesimi! Neden kimse duymuyor?"
"Derin, uyan bir tanem."
"Yardım edin, yardım edin ne olur."
"Sana kimse yardım edemez, orospu!"
"Aç gözlerini, buradayım bak."
Yanağıma değen parmakları hissettim. Usulca kolumu okşuyor bir şeyler söylüyordu. Duymuyordum, gözlerimi aralamak bile benim için çok zordu. Yine de başardım, gözlerimi az da olsa araladım.
Nefes alamadım, elim hızla inip kalkan göğsümü bulduğunda gözlerimden yaşlar akıyordu. Bir kere daha tutamadım kendimi, onun karşısında yine en savunmasız halimleydim.
Ellerim titriyordu, çenem de ellerimden farksızdı. Parmaklarımı yaşlı yanaklarıma götürmeye karar verdiğimde o benden önce davrandı.
"Seni böylesine yaralayacak kadar ne yaşadın, Derin?"
Mahvolmuş çehremi seyretmek eminim ki ona da acı veriyordu. Elimde değildi, düşünmeden edemiyordum. Silemiyordum o lanet geçmişi.
O varken geçer sanmıştım, yine geçmemişti. Onunla uyumadığım sürece belki de dinmeyecekti kabuslarım ya da kendimi kandırıyordum böyle söyleyerek. Yüzleşip bir son versem de ruhumdan silemeyeceğim şeyler vardı. Keşke silebilseydim dediklerim vardı.
Yaşlarımı sildiği parmaklarına yasladım yanağımı; bana iyi gelen tek şey oydu, elleriydi. Ellerinden başka şifam yokmuş gibi baktım yeşillerine. Ne yapacağını bilemez haldeydi. Sözlerini bile seçerek söylüyor olmalıydı.
"Anlatırsan belki hafifler. Bırak sana yardım edeyim Çınar Yaprağı, ellerini tutmama izin ver."
Türkçe bilmeyen adam Türkçe'yi gözyaşlarım eşliğinde sökerken acıyla baktım gözlerine. Bazı şeyleri anlatsam rahatlardım belki. En azından onun desteğine ihtiyacım olduğunu biliyordum.
"Ya benden nefret edersen?"
Bu gece etmeyecek olsa o gün geldiğinde yine edecekti, bir kısmını duyarken bile bana inanacak mıydı merak ediyordum. Onun bir kurgu gibi dinleyeceği şeyler benim en acı gerçeğimdi.
"Etmem, senden nefret etmem için bana ihanet etmen lazım."
Sanki bir yara daha açıldı bedenimde, ona ihanet edip her şeyi mahvedeceğimi bilir gibi konuşması canımı yakmıştı.
"İftiraya uğradım," dedim ayrıntıyı sonralara saklayarak. "Beni tutukladılar Andrea." Sesim kısık çıkıyorken gözlerimin önüne bileğime kelepçeler geçirilmiş halim geldi.
Beni yargılamadan dinlediği hem bakışlarından hem de ellerimi okşayan parmaklarından belliydi. Destek vermek istemesi sözde değildi, gerçekten bir şeyler yapıyordu.
"Aklandım," diye ekledim şüpheye düşmemesi için. "Tahliyeme bir ay kala suçsuzluğum ispatlandı ve ben 5 yılımı kaybetmiş oldum."
Şüphe bulutlarını dağıttığımda gözlerine bakabildim yeniden. Anlatırken yeniden yaşıyordum her şeyi, benim için bunları zorlanmadan anlatmak kolay değildi, cehennemi yaşamıştım.
"10 yıl önceydi. Bir koğuşa verildim; suçsuzum ben çıkarın beni diye çok ağladım, üstüme çok geldiler. Suçum yoktu ki, üniversite öğrencisi bir kız, hayalleri olan bir kız nasıl suç işleyebilirdi ki? Masumdum ki ben."
Sesim titredi. Başımı öne eğdiğimde en çaresiz anlarımdan birindeydim. Ellerimi saran eli sırtıma uzanıp beni kendisine doğru çekti.
"Masumdun tabii," dedi söylediğim her bir kelimeyi anlayarak. "Bir an olsun aksini düşünmedim," diye bir İtalyanca cümle daha fısıldadı kulağıma.
"Çıplak aramaya maruz bırakıldım, içimdeki utanma duygusunu katlettiler. Beni görmemesi gereken çok kişi gördü, saklanamadım."
O tenime değen gözler beni utanmaz bir kadına çevirmişti, bugünümden o günlerim sorumluydu. Tüm masumiyetimi o bakışlarla yitirmiştim ben.
Cümlem onu üzmüştü, sırtıma uyguladığı baskıdan bunu anlayabiliyordum, parmakları yavaşça bedenimde geziyorken bana destek olduğunu göstermeye çalışıyordu. Beni kendine iyice çektiğinde başım göğsüne yaslandı. Sığındığım tek limanı kardeşim sanırdım, bir limanım olduğunu daha yeni anlamıştım.
"Geçti bir tanem," diyerek çenesini başımın üzerine koydu. "Geçti o günler, güzelce nefes almaya çalış." Berbat haldeydim, toparlamaya çalışıyordu ama ben dağılmaya çoktan karar vermiştim.
"Geçmiyor ki Andrea, ben her gün kabus görüyorum." Gecesi ayrı gündüzü ayrı işkenceydi, ben ne yaşadıysam tekrarlarını izliyordum her gün. "Nasıl geçsin, nasıl unutabilirim ki? İnsan tacize uğradığını nasıl unutur ki?"
Sırtımı okşayan eli durdu, doğru anladığını teyit etmek ister gibi yüzüme baktı. Başka bir kelimeyle karıştırdığını umuyordu ama yüz ifademden neyin ne olduğunu anladı. Zaten düşmüş olan yüzü bir kere daha düşünce başımı istemsizce yere eğdim.
"Hücrede... Cezaevi müdürü gelirdi. Gardiyanla anlaşmış mıydı bilmiyorum. Hiçbir şeyi bilmiyorum," derken nefes alışverişim hızlandı. Sesim biraz daha yükseldi ama hâlâ aynı perişanlıktaydım.
Acıyarak bakmıyordu bana, çaresizliğime üzülüyordu. Bana yardım edemediği için biraz da kendine sinirleniyordu, onun ifadelerini okuyabilmek hiç de zor değildi.
"Derin."
"Ben sorun çıkarttıkça beni hücreye attılar," diyerek hızlandım. Hiçbir şeyi duymuyor o anları yeniden yaşıyordum sanki.
"Derin."
"Ben o karanlık hücreye girdikçe o herif geldi. Çığlık attım kimse duymadı. Şikayet etmek istedim izin verilmedi."
"Derin..." dediğini duymadım bile, hiç durmadan konuşuyor bir yandan da gözyaşlarımı akıtıyordum.
"Çıplak seyretti, beni seyredip kendini tatmin etti. Dövdü ve bazen..."
"Derin dur. Dur güzelim dur. Ne olursun dur."
Sıkıca sardı bedenimi, kollarımı ona yeniden doladığımda hıçkıra hıçkıra ağladım. Bu kadarını beklemiyordu, bu kadarını yaşamayı ben de beklemiyordum. Hiç kimse bir hücrede dayak yiyeceğini ve dahasını düşünmezdi ki? İğrenerek hatırlıyordum her yaşadığımı.
"Anlatma, kıyamıyorum. Dayanamıyorum bu söylediklerine, sen nasıl dayandın? Nasıl dayanabildin Derin?"
Saçlarıma öpücükler kondurup sakinleştirmeye çalışsa da en tesirli olan şey elleriydi, beni yasladığı göğsüydü.
"Dayanamadım ki, hâlâ atlatamadım bak kabuslarıma."
Dayanamamıştım, hayatım başlı başına değişmişti, yolum o hapishanede kalan bir kadınla kesişmişti. Ayanlarla tanışmama sebep olmuştu ve onlar da benim suçsuzluğuma kanıt bulmuşlardı.
Değişmiştim, eskiden mini giymeye bile utanan ben insanların yanında çırılçıplak durabiliyordum. Dudaklarını öpmekten ileri gitmediğim erkeklerin yatağına girer hale gelmiştim.
Masumiyetimi ruhen hücrede bedenen de tam bir sene sonrasında kendi isteğimle bir silah kaçakçısının yatağında vermiştim. En azından aldığım bilgiler sayesinde birçok insanın hayatını kurtarmış, ülkemin işini kolaylaştırmıştım. Kendimde değerli hiçbir şey kalmamışken onun durmasının da bir anlamı yoktu.
"O şerefsizi öldürmek istiyorum," diye mırıldandı beni asıl bu duruma düşürenin kardeşi olduğunu bilmeden. En başında bunu yapmasalardı ben o acıları yaşamak zorunda kalmazdım.
"Öldü zaten, sıktı kafasına." İki kelimede iyileşmeyi umuyordum ama yaşadıklarım unutulmazdı benim için. O acıyı kolay kolay unutabileceğimi sanmıyorum.
"Yaptıkları ortaya çıkınca sorguya gitmeden hemen önce, tek kurşunla bitirdi kendi işini. Buna bile sevinemedim biliyor musun?"
Sevdiğim adam ve en yakın arkadaşımın önce ihaneti sonra iftirası derken bir de hapishanedeki acılarım eklenmişti üstüne. Onların yaptıklarını bile affedebilirdim belki ama tacize uğramamın sorumlularını asla affedemezdim. Hayalleri olan Derin'i pis bir kadına çevirmelerinin bedelini ödemeleri lazımdı. Her şeyin sorumlusu o ikisiydi.
Kimse tacize uğramayı ve böyle aşağılanmayı hak etmezdi, ben 5 sene boyunca her günü o cehennemde geçirmiştim. Gülümsememdeki masumiyeti bile çalmışlardı benden, içtenliğim gitmişti, benliğim gitmişti. Ben gitmiştim.
Gözyaşlarım yanaklarımı ıslatmaya devam ederken şakağıma huzur verici bir öpücük bıraktı, bir süre orada öylece kaldı. Gözlerimi sıkıca yumup ona bıraktım kendimi, ona teslim olmuştum tüm gerçekliğimle.
"Ben çok üzgünüm, keşke seni kurtarabilmemin bir yolu olsaydı. Keşke seni o zamanlarda tanıyor olsaydım da yardım edebilseydim."
Saçlarımda gezdirdi parmaklarını, başım yeniden huzur kokan boyun girintisini bulduğunda konuşmasına devam etti.
"Canını çok yakmışlar senin, o gökyüzü gözlerinin ışığını söndürmüşler ama Gökyüzü'm ben o gülüşün gitmesine izin vermeyeceğim. Kabus mu görüyorsun, yanında olurum; gündüz gözlerinin önüne mi geliyor her şey, elini tutarım sımsıkı, bırakmam hiç."
Ellerimi tuttu, bana öyle büyük bir güven bahşetti ki o an üzerime yüzlerce kurşun yağsa biri bile isabet etmezdi.
İtalyanca kurduğu cümleler arasında Gökyüzü'm sözcüğü Türkçeydi, gözlerimden mi bilmem ona ne ifade ediyorum emin değilim ama onun Çınar Yaprağı'yken birden Gökyüzü olmuştum. Gözlerine baktım yeniden, başımı biraz geriye çekmem gerekmişti yeşillerini görebilmek için.
"Ağlamanı istemem ama ağlayacaksan da buradayım. Sen yeter ki yanında durmama izin ver."
Anne babamın beni reddettiği dünyada kısa süredir tanıdığım bir yabancı ellerimi tutmuş yanımda olacağını söylüyordu.
Gözlerine baktığımda biraz bile olsa çıkar görmedim, karşılıksız yapıyordu ne yapıyorsa. Bana arzu beslediğini biliyordum ama o arzuyla bakmıyordu şimdi.
Sahi neydi bu bakışın adı?
Ona ihanet etmememin sebebi işte bu güzel kalbiydi, alacağım bilgi uğuruna duygularını da çiğneyip onu yıkamazdım. İhale günü üzerime düşeni yapıp af dileyecektim ondan, beni anlardı. Anlaması lazımdı. Bunca şeyin sorumlularını bilse o da aynını yapmaz mıydı?
"Neredeydin bunca zaman?" derken burukça gülümsedim. Ben gülümseyince yanağındaki boşluk gözüktü, o da gülmüştü. Onca şeye rağmen gülüyorduk ve bunu sağlayan oydu.
"Ofisimde," dedi gülerek, parmakları yanağımdaki yaşları sildi, bu defa yenisini akıtmadım. Geri çekilirken gözlerimi onunkilerden ayırmadım hiç.
"Uyuyalım mı?" Bu bir evet demekti ama anlamış mıydı beni bilemiyorum. Yanımda olmasına izin verecektim, belki hislerine bir karşılığım olmazdı ama bana destek olmasına ihtiyacım vardı. Benim ona ihtiyacım vardı.
"Uyuyalım, istiyorsan uyuyabiliriz."
Bana her zaman yanımda olacağımı söylemişti, ben uyurken yanımda olmalıydı o zaman. Ayağa kalkacakken kolundan tuttum.
"Nereye?"
"Uykun olduğunu söylemedin mi?"
"Türkçe'yi gerçekten istediğin gibi algılıyorsun ya. Uyuyalım dedim." Yana kayıp elimi yatağın boş kısmına vurdum iki kere. "Biz uyuyalım, beraber."
"Çok ahlaksız bir teklif," dedi abartıyla. Onun için çok normal olduğunu biliyordum ama yüzüm gülsün diye böyle davranıyordu. "Ama ben de zaten ahlaksız bir adam olduğumu düşünüyorum."
Kendini yanıma atıp beklemeden beni kendine çekti. Garipsemedim, kollarımı sıkıca sardım gövdesine. Sanki geçecekti yaşadıklarım böyle yaparsam. Sarılmıştım ve geçmişti. Andrea geçirmişti.
🍁
Ve Derin'in geçmişiyle yüzleştik, Andrea bir kısmını öğrenmiş oldu. Düşüncelerinizi buraya yazabilirsiniz.
Sizce Derin geçmişte yaşadıklarından sonra yaptıklarında haklı mı?
Biraz daha tempoyu arttırıyoruz artık, madem bazı şeyleri öğrendik biz de birer birer hedeflerimize yürür intikamımızı alırız. Az kaldı bakalım.
🍁Arrivederci🍁
🍁
İnstagram
rubamsalepe
Bölüm : 12.12.2024 02:40 tarihinde eklendi |