@rubyregent
|
Başlangıçla birlikte evrene yayılan ışıklar, milyarlarca yıl süren yolculuklarında sonsuz boşluğu aydınlatmaya çalıştı. Ancak bu ışıklar, evrenin en karanlık köşelerine asla ulaşamadı. O karanlıkta, korkunun bile ayak basmaya çekindiği bir yerde, tek başına süzülen tuhaf bir benlik vardı. Bu benlik, diğerlerinden farklıydı; onun içinde ne bir huzur ne de bir umut vardı. Sadece yok edici bir arzu ve durmak bilmeyen bir öfke taşıyordu. Bu benliğin adı Öfke'ydi. İradesi zayıf olsa da, gücü akıl almaz boyutlardaydı. Öfke, kendi varlığını bile kontrol edemeyecek kadar saf bir yıkım arzusuyla doluydu. Tüm evreni bir anda yok edebilecek kadar büyük bir güç barındırıyordu içinde. O, karanlığın içinde süzülüyordu; tek bir arzusu vardı: her şeyi silmek. Her varlığı, her ışığı, her duyguyu yok etmek istiyordu. İçindeki nefret, evrenin dokusuna kök salmış bir hastalık gibi büyüyordu. Ve bu arzu, durdurulamazdı. *** Hiç, öfkenin bir sesi olabileceğini düşündünüz mü? Korku salan, titreten bir ses. İçinde biriken öfkenin haykırışlarının, kükreyişlerinin sesi; adeta bir fırtına, bir gök gürültüsü gibi yankılanıyor. Bu ses, evrenin en derin boşluklarında bile yankılanıyor, varoluşun kendisini sarsıyordu. Hiç, öfkenin canlı bir varlık olduğunu hayal ettiniz mi? Bedeni siyah ve iç içe geçmiş yıldırımlardan oluşan bir varlık... Yıldırımları, uzak mesafelere uzanıp hızla içe doğru büzülerek kesintisiz bir hareketi tekrarlıyor. Gök gürültüsünü andıran korkunç bir sesi var; bu yıldırımlar etrafa dehşet saçıyor. Ama belki de en ürkütücü yanı, karanlığın hâkim olduğu bir ortamda bile çıplak gözle seçilebilen simsiyah bedenidir. Gözlerinizi bu bedene diktiğinizde, siyahın farklı tonlarını fark edersiniz. Siyahın her tonunda küçük ışık kırıntıları saklıdır, bir tanesi hariç. O, mutlak siyahtır; ışığın bile erişemediği bir boşluğu temsil eder. Ve bu mutlak karanlıkla karşılaşan her göz, onun derinliğinde kaybolur, aklını yitirir. İşte, bu benlik, korku verici ve tehlikeli bir varlıktır. Yıldırımları, mutlak siyahın güçlerini taşıyan birer ölümcül kılıç gibi, ışığın yok olduğu her yerde bile dehşet saçmaya devam eder. Öfkenin bedeninden binlerce siyah yıldırım fışkırıyor, uzuyor ve tekrar küçülüyor. Her saniye, boşlukta bir şeyler arar gibi yıldırımlar ateşleniyor, ama her seferinde geri dönüyorlar. Yıldırımların yapabilecekleri bomboş uzayı delmekten öteye gidemiyor. Öfke, yıldırımlarını bir arzu uğruna ateşliyor. İçindeki öfkenin ateşi, intikam için yanıyor. Bu arzu o kadar büyüktür ki milyarlarca yıl boyunca bedenindeki siyah yıldırımları göndermekten asla vazgeçmiyor. Her seferinde yıldırımlarının şeklini değiştiriyor, daha uzağa nasıl ulaşabileceklerini düşünüyor. Peki, içindeki bu istek nedir? Yıldırımlarıyla aradığı şey nedir? Öfke, neden bu yere düştüğünü, düşmanının kim olduğunu ve diğer benliklerin nasıl birbirinden koparıldığını biliyor. Geçmişin öfkesini kendi benliğinde taşıyor. Hatırladığı en son şey, dayanılmaz bir intikam tutkusuyla yıldırımlarını ateşlemekti, sanki yok olan bir varlığın son çırpınışları gibi. Bu yıldırımlar, ihanete uğramış birinin intikamıdır. Binlerce benlik arasından dışlanan, yalnız bir benliğin öfkesidir. Kendisi tarafından kullanılıp atılmış bir benliğin öfke dolu yıldırımları. İhanetin bedeli olarak her şeyi yok etmek istiyor. İçinde sadece bir arzu ile köpürüyor ve her defasında tekrarlıyor: -Yok et, yok et, yok et, yok et, yok et, yok et… *** Zaman ilerledikçe, boşluğun ortasında küçük bir beyaz parıltı belirdi. Siyah kağıdın üzerinde beliren bir beyaz nokta gibi, neredeyse gözden kaçacak kadar küçüktü. Ancak bu beyazın yaydığı fotonlar, evrene sessizce yayılan bir enerji taşıyordu. Öfke'nin yıldırımları, bu fotonları hiç fark etmeden içine alıp yok ediyordu. İçindeki yoğun duygular ve saplantılı anıları, ona bu küçücük ışığı fark ettirmeyecek kadar derindi Beyaz nokta genişledikçe, etrafında birkaç parlak renk belirmeye başladı. Mavi, sarı, solgun beyaz… her biri, boşluğun karanlığında birer anı gibi parlıyordu. Ancak Öfke, bu renkleri fark edemeyecek kadar kendi içindeki karmaşaya hapsolmuştu. Anıları onu öyle derin bir uçuruma sürüklemişti ki, etrafındaki renklerin varlığını bile hissedemiyordu. Etrafındaki renkler belirmeye devam ederken, Öfke hâlâ geçmişinin karanlık anılarına sıkışmış haldeydi. Her geçen an, onu daha da derinlere sürüklüyordu; anılarının pençesinde çaresizce kıvranıyordu. Bu hapishaneden kurtulabilmesi için daha büyük bir enerjiye ihtiyaç duyuyordu, fakat bu enerjiye ulaşmak zaman alacaktı. Milyarlarca yıl boyunca, bu karanlığın içinde çırpınmaya devam edecek, ta ki yeterince güç toplayana kadar. “Bir benlik için zamanın anlamı yoktur. İster milyon yıl beklesin, ister milyar yıl. Zaman, yalnızca bedenlerini bir ömre sığdırmak zorunda kalan aciz canlılar için yıpratıcıdır.” Milyarlarca yıl, Öfke’de derin değişiklikler yarattı. Bedeni büyüdü, yıldırımlarının gücü arttı ve daha uzaklara ulaşır hale geldi. İçini dolduran enerji, bilincini de geliştirdi ve yavaşça geçmişinin etkisinden sıyrılmasını sağladı. Bu enerjiyi hissetti, tadına baktı ve o ânı hatırladı; gücün kendisi için aktığı, nihai varlık olduğu zamanı hatırladı. Bu hatıralar, içindeki açgözlülüğü ortaya çıkardı. Gücü arzulamaya başladı ve yıldırımlarını bu arzu uğruna ateşledi, güce ulaşmak için ateşledi. İçindeki biriken enerji, yıldırımlarını daha büyük ve güçlü hale getirdi. Artık daha uzak mesafelere uzanabiliyordu, ancak hâlâ uzanabildiği tek şey uzayın derin boşluğuydu. Bu olumsuzluk, onu kötü etkilemek yerine, delirtici bir şekilde yıldırımlarını daha şiddetli göndermesine neden oluyordu. Her ateşlediğinde güce daha da yaklaştığını hissediyordu. Bu his, onun daha çok çaba göstermesine neden oldu. Yıldırımlarının gücünü ve sayısını sürekli artırdı; en önemlisi, asla umutsuzluğa kapılmadı. Yıldırımlarının hızı o kadar arttı ki, artık çıplak gözle görülemiyorlardı. Yıldırımlar, o kadar hızlıydı ki yüz binlerce ışık yılı öteye ulaşmaları ve geri dönmeleri sadece birkaç saniye alıyordu. Öfke, artık gücün kaynağına çok yakındı; bu yakınlık, içindeki açlığı daha da dayanılmaz bir hâle getirmişti. Yıldırımlarını rastgele bir şekilde ateşlemeye başladı. Bedeni, dev bir kalp gibi atıyor, etrafa garip ses dalgaları yayılıyordu. Artık çok yakındı, amacını gerçekleştirebilecekti. Sonunda, yıldırımları mavi bir güneşi yakaladı. Mavi güneş, saniyeler içinde yıldırımların içine çekildi. Güneşin yıldırımlara çekilmesinden sonra garip bir uğultu yükselmeye başladı. Öfke’nin bedeni dondu; tek yaşam belirtisi, bedeniyle birlikte çıkan uğultuydu. Uğultu giderek artmaya başladı, bu artış dakikalarca sürdü ve geçen bu dakikalar sonunda kısacık bir saniye geçmişti ki her bir yıldırım Öfke’nin bedenine çekildi. Yıldırımlar o kadar hızlı bir şekilde çekildi ki, adeta bir anda yok oldular. Çekilen yıldırımlarla birlikte, Öfke’nin bedeni siyah bir tüy yumağına dönüştü. İçinde bir şey var gibiydi; sanki bu şey dışarı çıkmak için debeleniyordu, ama buna rağmen bedeni giderek küçüldü. Daha da büzüştü, ve en sonunda sadece bir siyah nokta kadar kaldı. Bu küçük noktada devasa gücünü topladı ve garip uğultu kesildi. Bedeni sessizce duruyordu. Belki birkaç yıl, belki birkaç saniye bekledikten sonra, uğultu tekrar yükselmeye başladı. Yükseldikçe yükseldi. Nihayet, o küçücük nokta muazzam bir şiddetle patladı. Bedeninden milyarlarca, mızrağı andıran, siyah doğrular fışkırdı. Bu mızraklar, yıldırımlardan çok farklıydı çünkü boyutlarının bir sınırı yok gibiydi. Evrenin sonsuzluğuna doğru uzanıyorlardı. Bu mızraklar, yok edecekleri güneşleri ve gezegenleri arıyordu. Büyük bir şölen, bir ziyafet başlıyordu. *** Kültig Hatun: Günümüzden yaklaşık altı yüz altmış altı milyar yıl önce, Kara Küp’ün içi sonsuz bir karanlıkla kaplıydı. Bu karanlık, evrendeki enerjinin sıfır noktasına dayanmasından kaynaklanıyordu. Enerjinin yokluğu, her şeyi dondurmuş ve ışığı tamamen silmişti. Evrenimiz, yalnızca sönmüş yıldızlarla dolu dev bir boşluktan ibaretti ve yeniden canlanabilmesi için bolca enerjiye ihtiyaç duyuyordu. Başlangıç anı geldiğinde, evrene kısacık bir anda, sonsuzluğun derinliklerinden gelen muazzam bir enerji patlaması yaşandı. Bu şiddetli ve ani enerji akımı, evrendeki her atomu etkisi altına aldı ve devasa sönmüş yıldızların hepsini uyandırdı. Enerjinin etkisiyle bazı yıldızlar, dayanılmaz bir şekilde patladı ve uzaya parlak bir ışıltı yaydı. Ancak dayanıklı olanlar, enerjinin etkisiyle birer birer uyanarak, patlama için ve yeni alt evrenleri oluşturma zamanı için beklemeye başladı. Evrenimiz, RaMu’nun enerjisiyle yeniden dirildi, ancak bu sadece başlangıçtı. Enerji henüz tüm evreni kaplayacak kadar dağılmamıştı. Amaç, evreni tamamen enerjiyle ısıtmaktı; bu, devasa bir süreçti ve bilinmez bir zaman dilimini gerektiriyordu. Bu zamanı bilseydik, bu sürecin imkânsız olduğunu düşünebilirdik. Ancak, zamanın kendisi için bir anlamı yoktu. Tek gereken, amaç doğrultusunda her şeyin belirli bir sırayla yapılmasıydı. İlk aşama olarak, enerji evrenin dört bir yanına yayıldı ve alt evrenler oluşmaya başladı. Fakat bu ilk çaba yeterli değildi; daha fazla ve daha enerjik alt evrenlere ihtiyaç vardı. Bu ihtiyacı karşılamak için, zıt güçler gerekiyordu: Siyah ve Beyaz benlikler. Bu iki güç, evrenin enerji dengesini sağlamada ve yeni alt evrenlerin yaratılmasında hayati bir rol oynuyordu. Zıtlıkların mücadelesi, evrenin dönüşüm sürecinin temel taşlarını oluşturuyor ve enerjinin yayılmasını sağlıyordu. Zaman ilerledikçe, evrende bir değişim rüzgarı esmeye başladı. Her alt evrenin doğuşuyla birlikte, evrenin derinliklerinde enerji dalgaları yayılmaya başladı. Bu dalgalar, evrenin karanlık boşluğunda titrek ışıklar ve renkli parıltılar oluşturdu. Alt evrenlerin yıkımı, sönmüş yıldızların küllerinden yeni enerji patlamalarına yol açarak, evrenin dört bir yanını sarhoş eden bir enerji sarmalı yarattı. Her patlama, karanlık boşluğu delip geçen bir yıldız yağmuru gibi yayıldı ve evrenin derinliklerine canlılık getirdi. Bu sürekli döngü, evrenin temel yapı taşlarını oluştururken, tüm varoluşu enerjinin hükmü altına soktu. Her yeni oluşan alt evren, evrenin devasa dokusunun bir parçası olarak, enerjinin sonsuz bir dansını sürdürdü ve bu dans, evrenin nihai formuna ulaşma yolunda kritik bir adım oldu. *** Beyaz ve Siyah benlik: Ra Mu evrene girdiği anda benliği iki büyük parçaya ayrıldı, bunlardan biri Beyaz diğeri de Siyah benlikti. Ardından bu iki parça, evrenin her yerine küçük kırıntılar bıraktı. - Tekrar birleşip Ra Mu'yu diriltecekleri zamanı bekliyorlar. Ra Mu: Sizler gücümün görüntülerisiniz. Dışarıdan birbirinize karşı çok zıtsınız ama aslında ikinizde aynısınız. Aynı gücü yalnızca benim için taşıyorsunuz. Siz bensiniz ben de sizim. Bölüm : 12.12.2024 02:53 tarihinde eklendi |