Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1.BÖLÜM

@sadece_fatma

 

Adımlarımı hızlandırdım, "bu kadarı çok fazla!" Diye bağırdım. "Bir sürü kaybımız var, giderekte artıyor. Çocuklar da zarar görmeye başladı. Bana onların zarar görmeyeceğini söylemiştin ama en büyük zararı onlar görüyor." Sinirle soluduğumda konuşmaya devam ettim. "Nasıl olur da annesi babası gözü önünde öldürülen bir çocuk zarar görmez."

 

Sinirli ifademe rağmen sakinliğini koruyordu bu, daha çok öfkelenmeme sebep olurken konuşmaya başladı. "Bu bir savaş Meva." Dedi alçak bir tonda. "Ölüme karşı ölüm, unutuyorsun onlar aileni senden aldı. Ve zamanı geldiğinde sende birinin ailesini öldürmek üzerine yetiştirildin, unuttun mu yoksa?"

 

"Unutmadım," dedim aldığım derin nefesle. Unutmamıştım, unuturmamışlardı. Nefes aldığım her saniye kulağıma fısıldamış, beynime kazımışlardı. Unutmam mümkün değildi.

 

"Güzel, unutmasan iyi edersin. Vaktin yaklaşıyor." Konuşmama fırsat vermeden devam etti. " Diğerlerinden daha güçlü olman, bize karşı çıkabileceğin anlamına gelmez. Şimdilik sinirine veriyorum, o sesini alçalt. Bize karşı gelemezsin. Savaşta merhamet, acıma olmaz. Bu topraklarda duyguya yer yok. Sen böyle yetiştirildin, amacından sapma. Yoksa sonun esirlerin yanı olur, kendi topraklarında esir olarak yaşamak istemezsin değil mi?" Dedi, her kelimesini zihnime kazımak ister gibi baskın bir tonda. "Meva?"

 

"Hayır" dedim sesimi alçaltarak.

 

"Bunu duymak güzel." Arkasını dönüp koltuğuna doğru adımladı. " Şimdi çıkabilirsin."

 

Hızla arkamı dönüp odadan çıktım. Kapının ardında beni bekleyen Slovi hayal kırıklığıyla yüzüme bakıyordu. "Büyük elçi Rika'nın bunu onaylamayacağını biliyordum. Hala sinirli misin Meva?" Sinirliydim. Çünkü kurdukları düzeni ne kabul edebiliyor, ne de karşı çıkabiliyordum. Sinirliydim, çünkü işler rayından çıkmıştı.

 

"Evet, hemde oldukça. İçeri girmeden önceki sinirimle çıktıktan sonraki sinirim yarışır vaziyette. Aynı şeyleri zırvalayıp durdu bilmem kaçıncı kez olduğu gibi."

 

"Tahmin edilebilir." Dedi Slovi sakinleşmemi ister bir vaziyette. "Ama yine de sinirlenince ayrı bir çekici olduğunu söylemiş miydim?" İstemsizce güldüm. Surat ifademin yumuşadığını görünce o da gülümsedi. Onu seviyordum. Burada anlaşabildiğim tek insandı, bütün garipliklerine rağmen. Çoğu kişi benden korkar, soğuk yüz ifadem ve yetiştiriliş biçimimden dolayı yanıma yaklaşmaz, olabildiğince iletişime geçmemeye çalışırdı.

 

Hepimiz aynı şekilde yetiştirilmiştik. Aramızdaki tek fark, onlar doğduktan sonra intikam uğruna yetiştirilmiş, benim ise hayata geliş amacım intikam üzerineydi. Bu yüzden daha ağır şartlarda, daha büyük bir nefret ve intikam arzusuyla büyümüştüm. Slovi değişik bir kızdı, biraz da kaçıktı galiba.

 

"Ah, oysa savaş alanındaki halimi daha çok çekici bulduğunu söylerdin hep." Diyerek takıldım ona. Sinirimin uçup gittiğini anlayıp takılmaya devam etti.

 

"Orası ayrı, aslında düşünecek olursak ben galiba her halini çekici buluyorum. Bir savaşçıya göre fazla çekicisin." Gülüp kafamı iki yana salladım. Bu sırada yolun üzerine çıkmıştık. "Daha iyi misin? "

 

"Evet, teşekkür ederim." Dedim büyük bir içtenlikle.

 

"Rica ederim, hem zaten benim gibi mükemmel bir insanın yanında iyi olmamak pekte mümkün değil hı?" Ah Slovi, kaçıktı bu kız. "Mükemmelliğim karşısında dilini mi yuttun tatlım?" Evet, kesinlikle öyleydi.

 

Kafamı bıkmış bir edayla iki yana salladım. "Delisin sen." Bundan gurur duyar gibi omuzlarını kaldırıp gülümsedi. Yol ayrımına geldiğimizde yönümü yolunu ezbere bildiğim orman tarafına çevirdim.

 

"Hey! Nereye gidiyorsun?"

 

"Cehennemin dibine Slovi." Tabiki de nereye gittiğimi biliyordu.

 

"Zaten oradayız!" Haklıydı, biz zaten cehennemin içine doğmuştuk. "Dikkatli ol!" Diye bağırdı ardımdan.

 

Ormanı seviyordum. Her ne kadar ürpertici olsa da. Kimse girmeye pek cesaret edemezdi, bu yüzden genelde kimse bulunmazdı. Benimse dinlenme alanımdı. Orda yalnız kalmayı seviyordum. Her ne kadar ormanı tek sevme amacım bu olmasa da, adımlarımı ezbere bildiğim yolda yürürken hızlandırdım.

 

 

⛓️⛓️⛓️

 

 

Etrafıma baktığımda çocukluktan kalma anılar canlandı gözümde. Bir insan nasıl olur da acıya rağmen gülümseyebilirdi. Ben bu duyguyu bu ormanda tatmıştım. Galiba ilk ve son kez. Ağacın dibine çöktüğümde, anılar birer birer etrafımı sardı. Hem acıttı hem gülümsetti. Acıtan bir daha yaşanmicak olmasıydı, gülümsetense bir zamanlar yaşanmış olmasıydı.

 

 

⏳️

 

12 YIL ÖNCE

 

Henüz 10 yaşındaydım. Canım yanıyordu. Eğitimi tamamlamış, ama küçük bedenim yaşadığım fiziksel acıya fazla dayanamamıştı. Kimse ağladığımı görmesin, benim güçsüz olduğumu düşünmesin diye de kaçarken orman yoluna girmiş ve kaybolmuştum. Ağacın dibine çöküp gözyaşlarımın akmasına izin verdim. Ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordum ama o sesi duyana kadar ağladım. "Çok çirkin ağlıyorsun, lütfen sus artık." Dedi, hemen baş ucumda duran sesini sahibi. Oldukça bıkmış bir ses tonuyla. Sanki saatlerdir sesime maruz kalmış gibi. Kafamı kaldırdım. Bana bakan ela gözlerle karşılaştım, saçları muhtemelen terlediğinden anlına bir kaç tutam yapışmıştı. Oldukça dağınık bir halde gözüküyordu. Simasına göre iri bir vücudu vardı. Ama yüzü çocuksuydu. Benden bir kaç yaş büyük olduğunu düşünüyordum.

 

Elinde tuttuğu mendile tedirgince baktım. "Sen kimsin?" Sesim ağladığımdan dolayı titrek çıkmıştı.

 

"Ne önemi var?" Dedi, omuz silkerek. "Al hadi sil şu yüzünü, domatese dönmüşsün." Yine tedirgin bir tavırla elindeki mendili alıp yüzümü sildim. O sırada yanıma çöktü. "Neden ağladın bu kadar?" Dedi çocuksu bir merakla.

 

Belkide ilk kez konuşma fırsatı verilmiş gibi bütün masumiyetimle," sadece canım yanıyor," dedim. Cümleden çok bir haykırış gibi çıktı kelimeler ağzımdan. Bir şey demedi ya da diyemedi bilmiyorum.

 

Bir kaç saniyelik sessizliğin ardından, "yine de ağlama." Dedi, gözlerini üzerimden çekerek. Kuru toprağın üzerinde gezinen gözleri bir süre orada oyalandı. Tekrar bana döndüğünde güneşi andıran ela gözlerine baktım. "Yani ağlayınca çok çirkin oluyorsun, ondan. Ayrıca çok sesin çıkıyor." Hafif alaylı ve çocuksu bıkmışlığına karşı gülümser gibi oldum. Ağlamama bile izin verilmiyor diyemedim.

 

"Gitsene ozaman, niye buradasın."

 

Kafasını iki yana salladı ciddiyetsizlikle. " Hem çirkinsin, hem kötü ağlıyorsun, hemde çirkefsin." Bu sefer gerçekten güldüm alaylı tavrına karşı.

 

"Sen nerden çıktın ya?"

 

"Gökten düştüm domates surat. Sanırım kuşlar senin kötü sesine dayanamamış şikayet ediyorlardı. Canlı yaşamı ve devamı için birdaha ağlamamanı söylemek için ben görevlendirildim." Gülüp kafamı eğdim.

 

Onu ciddiye alamıyordum. Sesinde değişik bir tını vardı, kızamıyordum da. Konuşmaları sadece gözüme tatlı geliyordu. Ya da şuan ağlamaktan beynimdeki su seviyesi azaldığı için mantıklı düşünemiyordum. " Mendilini kirlettim." Dedim tekrar gözlerine bakarak.

 

"Birdaha ağlamayacaksan önemi yok." Dedi, oturduğu yerden ayaklanmadan hemen ònce.

 

"Gidiyor musun?"

 

"Evet, görevimi tamamladım." Bahsettiği şeye güldüm. "Gitmem gerekiyor, hava kararmak üzere. Sende evine dönsen iyi olur domates surat." Sessiz kaldım. Arkasını dönüp uzaklaşmaya başladığında, "hey! İsmin ne?" Diye seslendim arkasından.

 

Durdu, bana döndü." Aybars, ismim Aybars." Aybars diye tekrarladım içimden. " Ya senin, domates surat dışında bir ismin var mı?" Gülümsedim.

 

" Meva, ismim Meva."

 

" Hoşça kal Meva" İçimdeki dürtüye engel olamadan çocuksu bir tavırla el salladım.

 

"Seni tekrar görebilecek miyim Aybars?"

 

"Belkide, ben seni tekrar görebilecek miyim Meva?"

 

Bilmez bir ifadeyle omuz silktim. " Kim bilir, belkide görürsün." Gülümsedi, gülümsedim. Arkasını dönüp gözden kaybolana dek yüzümdeki gülümsemeyi korudum.

 

"Nihayet, Meva her yerde seni arıyordum. Nereye kayboldun böyle?" Duyduğum sert sesle kendime geldim.

 

"Sadece biraz dolaşmak istemiştim." Dedim, büyük elçinin yardımcılarından biriydi. Sert çehresi bir an olsun yumuşamazken eli sertçe koluma dolandı.

 

"Çocukça isteklerinle uğraşamayız. Ya kaybolsaydın, senin ne işin var ormanda?" Dedi, beni azarlayarak.

 

Başımı eğip, mahçup bir tavırla, "özür dilerim," dedim.

 

"Düş önüme gidiyoruz, umarım hiçkimseyle karşılaşmamışsındır?" Sorgular bir ifadeyle yüzüme baktı.

 

"Hayır, tek başıma oyun oynuyordum yalnızca." Dedim, yalan söyleyerek. Değil konuşmak biriyle karşılaşma ihtimalimiz bile yoktu. Yabancılarla konuşmamız yasaktı. Ben ise bugün bir yasağı çiğnemiştim. Gariptir ki hiç pişmanlık hissetmiyordum.

 

"Hadi gidiyoruz, yeterince zaman kaybettik." Dedi, beni arkasından çekiştirmeye devam ederek.

 

 

⛓️⛓️⛓️

 

 

Anımsadığım anıyla yüzümde buruk bir tebessüm oluştu, henüz çocuktum.

 

Aybars, ismi tekrar hafızamda kendini tekrarladı. Çocukça bir anıydı, ama hiç unutmamıştım onu. Nasıl unutabilirdim ki? İnsan hayatında ilk defa kendini çocukça bir masumiyetle gülümsetebilen birini nasıl unutabilir?

 

Nasıl olur da her ağladığında aynı anıyı hatırlayıp gülümseyebilir?

 

İçindeki bütün donukluğa rağmen nasıl olur da bir anı insanı 10 yaşındaki çocuk masumiyetinde hissettirir?

 

Pantolonumun arka cebinden mendili çıkardım. Bir kez olsun yanımdan ayırmamıştım. Nedenini ise bende bilmiyordum. Sanırım bi bağ kurmuştum mendille. Evet, bir mendille bağ kurmuştum. Sloviyle fazla takılmasam iyi olurdu. Aklıma gelmesiyle gülümsedim. Duygusuz hayatlarımıza rağmen bütün duygularını ve bitmeyen enerjisini koruyabilen tek kişi oydu aramızda, Onun dışındaki herkes yüzündeki donukluğu koruyordu.

 

Dalgın bir şekilde elimdeki mendili tutarak düşüncelere daldığım sırada etrafta bir hareketlilik hissettim.

 

Duyduğum hışırtı sesleriyle mendili cebime koyup ayaklandım, kamufle olmak için kullandığımız üstümdeki pelerini düzelttim. Ağacın arkasından sesin geldiği yöne doğru baktım. İri cüsessiyle arkası dönük biri vardı. Üzerinde kamufle olmak için kullanılan pelerinlerden vardı. Elimi belimdeki kılıca attım, yavaşça arkasından adımladım.

 

Varlığımı hissetmiş olmalı ki, tam bu tarafa döneceği sırada kolumla beraber kılıcı boynuna doladım. Ama bu adam benim iki katımdı, çevik bir hareketle beni döndürüp kılıcı bu sefer benim boynuma doladı. " Kimsin? " Dedi, sert bir sesle.

 

Beni kendine doğru döndürüp yüz yüze gelmemizi sağladı. Göz göze geldiğimizde ikimizde afalladık. Sert çehresine rağmen ela gözleri tanıdıktı. Ondan başkasında eşi benzeri olmadığını düşündüğüm sarıları karşımdaydı. Yanılıyor olmam lazımdı, bu nasıl olabilirdi?

 

Neyin içinde olduğumu bilmiyordum, beni neyin beklediğini de.

 

Hissettiğim, ve hislerimden emin olduğum tek bir şey vardı, karşımdaki sarıları son görüşüm değildi, tıpkı ilk görüşüm olmadığı gibi.

 

Güneş sarısı gözler yeniden karşımdaydı.

 

Ondan öncesi yoktu, ondan sonrasıysa koca bir tufandı. Bir umut bırakır gibi bir mendil bırakmıştı elime, umudu çalıp mendili bırakacaklarından habersiz.

 

O sadece güldürmüştü, o sadece güldürmeyi bilirdi. Böyle kazımıştı kendini beynime, güldürdüğü ilk ânı ve sonralarıyla. Onunla geçirdiğim vakitler, savaşın ortasında barış, umutsuzluğun içinde gelen umut, kara bulutların arasından çıkan güneş gibiydi. O, güneş gözlü çocuktu.

 

Sonra gitmişti, bir daha gelmemiş, bir daha doğmamıştı güneş, bir daha aynı olmamıştı hiçbir savaşın sonu.

 

Güneşi de, umudu da alıp gitmişti. Sanki ozamana dek ormanı güzelleştiren tek şey oymuş gibi sönmüştü renkler.

 

Ve ben henüz 15 yaşımda bir daha çocuk olmamak üzere veda etmiştim çocukluğuma.

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%